text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, idare mahkemelerinde açılan davalarda hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (A) satırında numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/7644 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/7644 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, idare mahkemelerinde açtıkları davalarda yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; bazı başvurucular ise makul sürede yargılanma hakkıyla birlikte delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini de iddia ederek çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7644
Başvuru, idare mahkemelerinde açılan davalarda hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Davası Süreci Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde albay olarak görev yapma iken İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010 yılında başlatılan ve kamuoyunda "askerî casusluk soruşturması" adıyla anılan soruşturma üzerine açılan kamu davasında, zincirleme olarak kişisel verilerin kaydedilmesi ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçlarını işlediği isnadıyla sanık olarak yargılanmış ve dava kapsamında 17/6/2012 ile 28/1/2014 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Başvurucu, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararıyla isnat edilen suçları işlemediğinin sabit görüldüğü gerekçesiyle beraat etmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.B. İdari Dava Süreci Tutuklu kaldığı 17/6/2012 ile 28/1/2014 tarihleri arasında maaşının 1/3'ü kesilen başvurucu, hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının 21/10/2016 tarihinde kesinleşmesini müteakip 1/11/2016 tarihinde tutuklulukta geçen sürede eksik aldığı 1/3 oranındaki maaş ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle idare nezdinde başvuruda bulunmuştur. Başvuru üzerine Millî Savunma Bakanlığının 15/11/2016 tarihli cevabi yazısında, başvurucunun tutuklulukta geçen dönemde ödenmeyen aylığının (1/3 oranındaki maaş ve parasal haklar toplamı 948,18 TL tutarındaki anaparanın) ilgili hesabına 11/11/2016 tarihinde aktarıldığı, açıkta geçen süreye ait özlük haklarına ilişkin yasal faizin ise konuya ilişkin herhangi bir mahkeme kararı bulunmadığı sürece ödenemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu, maaş ödemelerinin eksik yapılmasına karşın faiz ödenmemesine yönelik 15/11/2016 tarihli idari işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu bu davada, her ne kadar idarece faiz ödenebileceğine dair ilgili mevzuatta açık bir hükmün yer almadığı belirtilmiş ise de alım gücünde meydana gelen azalma nedeniyle oluşan zararının hakkaniyet ilkesi gereği idarece karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 18/4/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde ödenmeyen özlük haklarına faiz işletilmesine ilişkin bir hüküm bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre görevden uzak kalınan dönemde maaştan 1/3 oranında kesinti yapılması zorunluluğu kanun ile düzenlenmiş olduğundan bu kesinti süresince idarenin temerrüde düşürülmüş olmasından da bahsedilemeyecektir. Mahkeme sonuç olarak anılan gerekçelerle beraat kararı üzerine parasal hakları makul sürede iade edilen davacıya faiz ödenmesinin mümkün olmadığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi istinaf başvurusuna konu kararın hukuka uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı tespitiyle 31/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 23/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun "Açığa çıkarılan, tutuklanan veya firar ve izin tecavüzünde bulunan, cezası infaz edilmekte olan subaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Açığa alınan veya tutuklanan subay ve askerî memurlar hakkında aşağıdaki esaslara göre işlem yapılır:.....f) (Değişik: 26/3/1982 - 2642/10 md.) Açığa alınan ya da tutuklananlar;1) Hizmet eri tazminatından ve bu Kanunda öngörülen aile yardım ödeneği, mahrumiyet yeri ödeneği, doğum yardım ödeneği, ölüm yardım ödeneği, tedavi ve cenaze masrafları, yakacak yardımı, giyecek ve yiyecek (tayın bedeli) yardımı, tahsil bursları ve yurttan faydalanma, lojmandan faydalanma hükümlerinden yararlanmaya devam ederler. (Değişik birinci cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir. Ancak, bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük hakları ödenir. (Ek cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir ..." 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Bu gibiler bu Kanunun öngördüğü sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler.143 üncü maddede sayılan durumların gerçekleşmesi halinde, bunların aylıklarının kesilmiş olan üçte biri kendilerine ödenir ve görevden uzakta geçirdikleri süre, derecelerindeki kademe ilerlemesinde ve bu sürenin derece yükselmesi için gerekli en az bekleme süresini aşan kısmı, üst dereceye yükselmeleri halinde, bu derecede kademe ilerlemesi yapılmak suretiyle değerlendirilir." Danıştay İçtihadı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 19/3/2014 tarihli ve E.2011/358, K.2014/906 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 18/06/2007 günlü, E:2006/2618, K:2007/1148 sayılı kararıyla; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinde, hakkında takibata mahal olmadığına veya beraatına karar verilenlere, görevden uzaklaştırıldığı döneme ilişkin olarak sözleşme ücretinden kesilmiş bulunan 1/3 oranındaki tutarın ödeneceğinin belirtildiği ancak, geriye yönelik olarak faiz ödeneceğine dair herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği; bu durumda, davacının görevden uzaklaştırma dönemi olan 14/09/1998 ile 28/08/2001 tarihlerine ilişkin faiz talebinin hukuki dayanağının bulunmadığı; davacının göreve iade edildiği 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı 24/08/2006 tarihine kadar ki döneme ilişkin faiz talebine gelince, hakkında açılan davada 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine dair verilen yargı kararı üzerine göreve iade edilmesini izleyen sürede sözleşme ücretinden kesilen miktarın gecikmeksizin ödenmesi gerekirken, sözkonusu ödemenin ancak 24/08/2006 tarihinde yapıldığı, makul süreyi aşan bu gecikmenin davalı idare açısından bir hizmet kusuru oluşturduğu; belirtilen hukuki duruma göre 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı, 24/08/2006 tarihi arasında geçen sürede ödemenin gecikmiş olması nedeniyle davacının faiz tutarı kadar zarara uğramış olduğunun kabulü gerektiği; davalı idare her ne kadar borcun, şartlı tahliye süresinin dolduğu tarih olan 08/02/2006 tarihinde muaccel olduğunu belirtmiş ise de, şartlı tahliye kararının ceza hukuku açısından aynı veya daha ağır suçların işlenmesi halinde dosyanın yeniden ele alınarak incelenmesi yönünden sonuç doğurduğu, bu kararın, idare hukuku kurallarına dayalı olarak kamu hizmeti gören personelin özlük haklarının iadesinde esas alınmasının hakkaniyete uygun görülmediği; bu durumda, 2001 tarihinde görevine iade edilmesinde herhangi bir sakınca görülmeyen davacının sözleşme ücretinden yapılan kesintilerin bu tarihte ödenmeyip 2006 yılında ödenmesi nedeniyle, göreve iade edildiği tarihten itibaren maaşından yapılan kesintilere faiz uygulanmamasında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, davacının faiz talebinin, görevden uzaklaştırıldığı 14/09/1998’den 28/08/2001 tarihine kadar olan dönem için reddine, göreve iade edildiği 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı 24/08/2006 tarihine kadar olan döneme ilişkin faiz talebinin kabulüne karar verilmiştir.Bu kararın davacının faiz talebinin kabulüne ilişkin kısmının temyizen incelemesi sonucu, Danıştay Beşinci Dairesi'nin 23/02/2010 günlü, E:2007/7242, K:2010/961 sayılı kararıyla; 399 sayılı KHK'nin maddesinde sayılan hallerin gerçekleşmesi durumunda aylıklarının kesilmiş olan 1/3 oranındaki kısmının ilgililere ödeneceği hüküm altına alınmış olup, bu düzenlemede söz konusu kesintilere faiz ödeneceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği; buna göre, davacının açıkta geçirdiği sürelere ait olmak üzere göreve iadesinden sonra ödenmiş olan 1/3 oranındaki kesintilere faiz ödenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak, faizin, konusu para olan borçlarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı süre içinde uğrayacağı kayıpların, başka bir anlatımla bu paranın kullanılamamasından dolayı yoksun kalınan kazancın karşılığı olduğu; esasen bu kaybın veya yoksun kalınan kazancın idareden istenebilmesi için idarenin doğrudan veya dolaylı bir kusurunun bulunmasının kural olarak gerekmediği; ekonomilerde bir değişim vasıtası olan paranın, çeşitli ticari, sınai, zirai v.b. faaliyetlerde kullanılmakla, sahibine kazanç, kira, nema v.s. adları altında kimi ekonomik yararlar sağlayan bir değer olduğu; paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılmasının, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurmasının yanında, yüksek enflasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yanı alım gücünün enflasyon oranı ölçüsünde yitirmesine neden olduğu; hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki bir zararın faiz ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranmasının düşünülemeyeceği; aksine anlayışın, Devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hükmü aranması sonucuna götüreceği ki, böyle bir anlayışın, Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında yer alan, "idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür" amir hükmü ile bağdaşmayacağı gerekçesinin de eklenmesi suretiyle, ilk kararının davacının faiz talebinin kabulüne ilişkin kısmında ısrar edilmiştir.Davalı idare, Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 28/09/2010 günlü, E:2010/1211, K:2010/844 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Gaziantep İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 28/09/2010 günlü, E:2010/1211, K:2010/844 sayılı ısrar kararının ONANMASINA…. Danıştay Onikinci Dairesinin 30/11/1998 tarihli ve E.1995/6978, K.1998/2918 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ankara İdare Mahkemesinin 1993 günlü, E:1992/182, K:1993/1398 sayılı kararıyla; görevine son verilmesine dair işlemin idare mahkemesince iptali, Danıştayca da onanması üzerine 1991 tarihinde göreve iade edilen davacının, görevine son verilmesine dair işlemin hukuka aykırılığının mahkeme kararı ile sabit olması nedeniyle bu işlemden doğan zararının idarece tazmin edilmesinin Anayasanın maddesi ve bu yoldaki idare hukuku ilkesi gereği olduğu, davacının zararını, alamadığı aylıkları ile sınırlı tutmaya olanak bulunmadığından açıkta kaldığı sürede aylık ve özlük haklarını zamanında alamaması nedeniyle uğradığı zararının yasal faiz ödenerek tazmininin gerektiği, davacı tarafından % 57 oranında faiz talep edilmiş ise de, 3095 sayılı Yasa uyarınca yasal faizin % 30 olarak uygulanması gerektiği, davacının görevine son verilmesine dair işlemin iptaline dair idare mahkemesi kararı davalı idarece geciktirilmeksizin uygulanmış olması nedeniyle temerrüt faizi ödenemeyeceği gerekçesiyle davacıya idarece ödenmiş olan aylık ve özlük haklarına ödenmesi gereken ilk ayın başlangıç alınmak suretiyle % 30 yasal faiz işletilerek saptanacak tutarın davacıya ödenmesine istemin fazlaya ilişkin kısmının ise reddine hükmedilmiştir. ... Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara İdare Mahkemesince verilen 1993 günlü,E:1992/182, K:1993/1398 sayılı kararın % 57 faiz talebine ilişkin kısmı ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz istemlerinin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan taraflar üzerinde bırakılmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) istikrarlı olarak, kamu makamlarınca yapılacak geri ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. AİHM'in çeşitli kararlarında makul olmayan bir gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39; Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri, B. No: 29813/96-30229/96, § 54). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM, mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002; Akkuş/Türkiye, §§ 24-31). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan (B. No: 10162/02, 9/3/2006, §§ 23-31) kararında; haksız olarak tahsil edilen verginin 5 yıl 5 ay sonra faizsiz olarak iade edilmesinin belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. Baş/Türkiye (B. No: 49548/99, 24/6/2008, §§ 58-64) kararında ise faiz ödenmemesi nedeniyle tazminatın değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir alacak oluşturduğunu ve bu nedenle başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca bu hakkın başvurucuya Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde, geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. AİHM bu çerçevede, idare mahkemesinin yaklaşık iki yüz aya yayılan Nisan 1987-Aralık 2003 tarihleri arasındaki dönemdeki dul aylıklarına ilişkin oluşan zararı dikkate almadığını tespit etmiştir. AİHM söz konusu dönem için başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın ise aynı dönemdeki enflasyon oranları karşısında uğradığı maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM, geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönünde bulundurarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35497
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihinden Önceki Süreç Başvurucu Ali Rıza Yavuz ile diğer başvurucuların murisi Fatma Beyza Ergun 25/10/2010 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına (Bakanlık) karşı Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atmadan doğan tazminat davası açmışlardır. Mahkeme 17/5/2011 tarihli kararında dava konusu taşınmazın davacılara ait olmasına rağmen Sit alanı ve kültür eseri olması nedeniyle üzerinde yapılaşma yapılamadığını, taşınmaz üzerinde bulunan zeytin ağaçlarının bakımının dahi yeterince yapılamadığını ve taşınmazın çevresinin maliklerin istek ve iradesi dışında telle çevrilerek kullanımına sınırlama getirildiğini, taşınmazın 1989 yılında Sitalanı olarak ilan edildiğini, aradan 21 yıl gibi çok uzun bir süre geçmesine rağmen kamulaştırma işleminin yapılmadığını belirterek davayı 535 TL bedel üzerinden kabul etmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2012 tarihli kararında belirtilen "1-Dava konusu parselin bitişiğinde ve aynı amaçla el atılan taşınmazlara ilişkin açılan ve Dairemize intikal eden Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/25, K.2008/454 sayılı dava dosyasında, taşınmazların metrekaresine 19/7/2006 değerlendirme tarihi itibariyle 250,00 ila 400,00-TL değerler biçilmiştir. Bu tarihten dört yıl sonra dahi dava konusu taşınmaza daha az değer belirleyen bilirkişi kurulundan bitişiğindeki parseller için tespit edilen ve güçlü delil niteliğinde olan m2 değerinden ayrılma nedenleri konusunda ek rapor alınmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması, 2-Değerlendirme tarihi itibariyle düzenleme ortaklık payı oranı %40 olup tespit edilen m2 birim bedelinden bu oranda indirim yapılması gerekirken, gerekçesi açıklanmadan % 35 oranında indirim yapılması, 3-Taşınmaz üzerindeki zeytin ağaçlarına yaş, cins ve verim durumlarına göre maktu değerlerine ilişkin resmi veriler getirtilerek, bilirkişi kurulu raporunun denetlenmesi gerektiğinin düşünülmemesi, doğru görülmemiştir."gerekçesi ile bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme tarafından yeniden yapılan yargılama sonucu 25/12/2012 tarihinde verilen kararla 535 TL kamulaştırmasız el atmadan doğan alacağın davalıdan tahsiline hükmedilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/2013 tarihli kararında belirtilen "1-Dava konusu taşınmaz arsa niteliğindedir. Kamulaştırma Kanununun kıymet takdir esaslarını belirleyen maddesinin fıkrasının arsalara ilişkin (g) bendi uyarınca, mahkemece tarafların vereceği ya da re'sen getirtilecek uygun emsallerin maddenin (d) bendinde öngörülen vergiye esas olmak üzere ilgili belediyelerce bulundukları cadde veya sokak için değerlendirme tarihindeki asgari m² değerleri getirtilip, dava konusu taşınmazın değerlendirme, emsal taşınmazların ise değerlendirmeye esas alınan satış tarihleri itibarıyla imar düzenlemesi sonucu meydana gelen imar parselleri olup olmadıkları da belediye imar ve tapu müdürlüklerinden araştırılıp bu emsallere göre ve ayrıntılı olarak karşılaştırma yapan rapora göre hesaplanması zorunludur. Bu yönteme uyulmadan, ana raporda somut emsal olarak alınan 4334 parsel sayılı taşınmazın, Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/424 Esas sayılı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davasına ilişkin dosyasında belirlenen m² değerini dava tarihine endekslenmek suretiyle bedel belirleyen ek bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle bedel tespiti, 2-Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan 40-45 yaşlarında, Ayvalık yağlık çeşidi zeytin ağaçlarının yaşı ve cinsine göre rayiç değerlerinin gıda, tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğünden getirtilerek raporun denetlenmesi gerektiğinin düşünülmemesi, 3-Dava konusu taşınmazın bedeline hükmedilen davacıların paylarının Hazine yerine infazda tereddüt yaratacak şekilde Hazine (Kültür ve Turizm Bakanlığı) yazılarak tescile karar verilmesi, doğru görülmemiştir." gerekçesi ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/2/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 15/4/2014 tarihli kararında davacıların mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamanın dava konusu taşınmazın genel ve düzenleyici bir işlem olarak arkeolojik Sit alanı olarak belirlenmesinden kaynaklandığını, idari işlem ve eylemden doğan zarara ilişkin davanın idari yargı merciinde çözümlenmesi gerektiğini belirterek davayı usulden reddetmiştir. Bu arada davacı F.B.E.nin 6/5/2014 tarihinde vefatı üzerine mirasçıları olan Mehmet Ekim Menemencioğlu ve Kaya Can Gümüşdüğme davaya taraf olmuşlardır. Karar 22/5/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Başvurucuların temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/10/2014 tarihli kararında belirtilen "1-Dosya içindeki bilgi ve belgeler ile özellikle keşif tutanağındaki mahkeme gözleminde dava konusu taşınmazın yol tarafındaki kısmına tel örgü çekildiğinin belirtilmesi karşısında tel örgü çekmek eylemi ile dava konusu taşınmaza müdahalede bulunulmuş olup fiili el atma olgusu gerçekleşmiştir. Bu itibarla 20/5/2013 tarih ve E.2013/3958, K.8695 sayılı önceki bozma ilamı doğrultusunda işlem yapılıp sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle dava konusu taşınmaza fiili el atma olmadığından bahisle yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi, 2-Davalı idarenin harçtan muaf olduğu düşünülmeden aleyhinde karar ve ilam harcına hükmedilmesi, doğru görülmemiştir." gerekçesi ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 30/3/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu arada Mahkemenin E.2015/213 sayılı dosyasında başvurucular dava konusu taşınmazın toplam değerinden bakiye kalan miktarın tahsilini talep etmiş ve dosya başvuru konusu dava dosyası ile birleştirilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 10/12/2015 tarihli kararında asıl ve birleşen dosya açısından davaları kısmen kabul etmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/3/2016 tarihli kararında belirtilen "taraf vekillerinin temyizi doğrultusunda verilenYargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2012 gün ve E.2012/4613, K.10475 sayılı kararıile davalı vekilinin temyizi doğrultusunda verilen Dairemizin 20/5/2013 gün ve E.2013/3958, K.2013/8695 sayılı bozma ilamlarına uyma kararı veren mahkemece dava konusu taşınmazın bedelinin bozma ilamları doğrultusunda tespit edilmesi gerekirken Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma ilamı yanlış değerlendirilmek suretiyle somut emsal olarak alınan 4334 parsel sayılı taşınmazın, Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/424 Esas sayılı kamulaştırmasız el koyma nedenine dayalı tazminat davasına ilişkin dosyasında belirlenen m² değerini dava tarihine endekslenmek suretiyle dava konusu taşınmaza değer biçenek bilirkişi raporunun bozma ilamına uygunluğu denetlenmeden esas alınarak hüküm kurulması doğru görülmemiştir." gerekçesi ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiştir. Karar düzeltme incelemesi henüz sonuçlanmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10524
Başvuru, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ülke genelinde yayımlanan Sabah gazetesindeki habere karşı başvurucunun cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/7/2012 tarihli Adalet Bakanı "Olur"u ile 3/9/2012 tarihinden itibaren üç yıl süre ile Birleşmiş Milletler New York Daimi Temsilciliğinde adalet müşaviri olarak görevlendirilmiş olup 24/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığı tarafından tesis edilen idari işlem ile anılan görevden alınmıştır. 3 1/5/2014 tarihinde Sabah gazetesinin sayfasında manşette "Paralelin Yurtdışı Yapısına İlk Darbe" ve aynı gazetenin sayfası ile gazeteye ait "www.sabah.com.tr" adlı İnternet sitesinde "Paralel Yapıya Yurtdışı Darbesi" başlığıyla bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haber içeriği şöyledir:"Paralel Yapı'ya yurtdışı darbesiAdalet Bakanlığı, Paralel Devlet Yapılanması (PDY) adına yurtdışında hükümet aleyhinde propaganda yapan 10 adli müşaviri görevden aldıBirleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerde görev yapan adalet müşavirlerinde önemli bir değişikliğe gidildi. 2012'de Dışişleri Bakanlığı ile yapılan protokol kapsamında Bakan onayıyla 3 yıl için yurtdışında görevlendirilen 13 adalet müşavirinden 10'u 'Paralel Devlet Yapılanması' ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle geri çekildi. "
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18100
Başvuru, ülke genelinde yayımlanan Sabah gazetesindeki habere karşı başvurucunun cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanarak davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca personel çalıştırılmasına dair hizmet sözleşmesi kapsamında çalıştırılan sürekli işçi kadrolarına atanmak için başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında, 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucuların sürekli işçi kadrosuna geçme talebi reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 18/3/2018 tarihinde dava açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi (Mahkeme) 18/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun 2014 yılı Şubat ayında Bank Asyada hesap açtırdığı ve hesabına 19,10 gr hurda altın yatırdığı, bunun yanı sıra 1988 sigortalı çalışma gününün 630 günlük kısmının terör örgütüne müzahir kapatılan eğitim kurumunda geçtiği ifade edilmiştir. Başvurucunun eşinin ByLock kullanıcısı olduğu, Bank Asyada hesabının bulunduğu ve 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (672 sayılı KHK) ekinde yer alan liste ile kamu görevinden çıkarıldığı ve hakkında Amasya Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde devam eden kamu davasının bulunduğu söylenmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin (Yargıtay) kararına atıf yapılarak Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) elebaşının Bank Asyaya para yatırma talimatında bulunduğu vurgulanmış ve başvurucunun da bu talimattan sonra Şubat 2014 tarihinde anılan bankada hesap açtırarak 19,10 gr hurda altın teslim etmesi nedeniyle tesis edilen işlemin hukuka uygun bulunduğu belirtilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda; Amasya Valiliği İl Olağanüstü Hal Bürosu'nun 27/02/2018 tarih ve 1969 sayılı yazıları ekinde gönderilen bilgi ve belgelerden, davacının 2014 yılı şubat ayında FETÖ/PDY terör örgütü ile müzahir kapatılan Bank Asya Katılım Bankasına 19,10 gr hurda altın teslim ederek hesap açtırdığı, 2014 yılı nisan ayında ise parasının tamamını çektiği, sigortalı olarak çalıştığı 1988 günün 630 gününün yine aynı terör örgütüne müzahir kapatılan Şehzade Eğitim A.Ş. de geçtiği, eşi A.'nın Bylock kullanıcısı olduğu, kapatılan Bank Asya Katılım Bankasında hesabı bulunduğu, 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldığı, Amasya A.M de hakkında açılan E:2017/351 sayılı kamu davasının devam ettiği, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarih, E:2017/1862, K:2017/5796 sayılı kararında FETÖ/PDY terör örgütü elebaşının Bank Asya'ya para yatırın talimatında bulunduğu 15/01/2014 tarihinden sonra anılan bankaya para yatıranların terör örgütüyle irtibatlı olduğunun kabul edildiği dikkate alındığında davacının da bu talimattan sonra Şubat 2014 tarihinde anılan bankaya 19,10 gr hurda altın teslim ederek hesap açtırdığı görülmektedir.Bu durumda, tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırmasının olumlu sonuçlanmadığı anlaşılan davacının, yukarıda alıntısına yer verilen mevzuat hükümleri doğrultusunda sürekli işçi kadrosuna geçiş sınavına alınmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu, karara karşı 30/12/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, eşi hakkında yapılan tespitlerden dolayı sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca kendisi hakkında yapılan tespitlerde hukuka aykırı bir durum olmadığı, suç olmayan fiillerden dolayı sorumlu tutulduğunu ifade etmiştir. Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/6/2019 tarihinde istinaf talebini reddetmiştir. Kararda, Danıştay'a temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 23/8/2019 tarihinde karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, istinaf dilekçesinde belirttiği hususları tekrarlamıştır. Danıştay Onikinci Dairesi 6/11/2019 tarihinde temyiz istemini reddetmiştir. Kararda, istinaf incelemesi üzerine kesinleşen karar hakkında temyiz isteminde bulunulması ve dosyanın esasının incelenmesi hukuken mümkün olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 14/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme kararında dayanak olarak gösterilen Yargıtay Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve E. 2017/1862, K. 2017/5796 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"...2014 ve 2014 tarihlerinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı Bank Asya’ya eşi adına para yatıran..." 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3529
Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanarak davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ile siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle de ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda "demokratik açılım süreci", "çözüm süreci" ve "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda "6-7 Ekim olayları" ve "hendek olayları" olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-30). 6-7 Ekim Olayları Bu bağlamda Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el-Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır. Bu sırada PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Murat Karayılan'ın sosyal medya hesabından 5/10/2014 tarihinde saat 07'de "Gençleri kadınları 7 den 70 e herkesi Kobane'ye sahip çıkmaya onurumuzu namusumuzu korumaya metropolleri işgal etmeye çağırıyoruz." şeklinde bir açıklamada bulunulmuştur. PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet haber sitesinde 6/10/2014 tarihinde "Komalen Ciwan Koordinasyonu" (PKK'nın gençlik yapılanması) adına bir açıklama yayımlanmıştır. Açıklamada "Bilindiği üzere 23 gündür Kobani merkezli DAİŞ (DAEŞ) faşizmi son barbarlığıyla devam etmektedir. ... tüm kürt gençliği şehit Jiyan, şehit Gerilla ve şehit Militan yoldaşların ruhuyla zafere kadar Arin Mirkan (Kobani'deki çatışmalar sırasında düzenlediği intihar saldırısında ölen YPG mensubu) çizgisinde yürümeye çağırıyoruz. Kobani ile başlayan devrim dalgası tüm Kürdistan'a yayılmalı ve bu temelde Kürdistan gençliğini ayaklanması çağrısında bulunuyoruz." ifadelerine yer verilmiştir. Aynı sitede yer alan ve "Kürdistan Kurumlar" adına yapıldığı belirtilen bir açıklamada ise "Kobani'ye yönelik saldırılar bir katliam eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Bütün dünya ve insanlık bu katliama kulaklarını kapamış gözlerini yummuştur. Kürdistan halkı olarak bu durumu kabul etmemiz mümkün değil. Bu nedenle bütün halkımız Suruç'a gidebilecekler hemen bir saniye zaman kaybetmeden gitmeli ve Kürdistan'ın her karış toprağı Kobani için ayağa kalkmalıdır. Kobani tüm dünyanın gözleri önünde bir katliam tehlikesi altında iken bizim yerimizde oturmamız, uyumamız, günlük yaşantımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Tüm halkımızı yediden yetmişebulunduğu her yerde yaşamı IŞİD ve işbirlikçisi AKP'ye dar etmeye ve serhildanı en üst düzeyde genişleterek bu katliamcı çetelere karşı durmaya çağırıyoruz." denilmiştir. 6/10/2014 tarihinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) da aynı olaylara ilişkin bir toplantı yapmıştır. Toplantı sırasında HDP'nin sosyal medya hesabından "HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! ŞUANDA TOPLANTI HALİNDE OLAN HDP MYK’DAN HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! Kobané’de durum son derece kritiktir. IŞİD (DAEŞ) saldırılarını ve AKP iktidarının Kobané’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz", "Kobané’de yaşanan katliam girişimine karşı 7 den 70 e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz" ve "Bundan böyle her yer Kobane'dir. Kobane'deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz." şeklinde açıklama ve çağrılar yapılmıştır. Yukarıda belirtilen internet haber sitesinin 7/10/2014 tarihindeki yayınında "KCK (PKK'nın üst yapılanması) Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı: DAİŞ vahşetine karşı milyonları sokağa çağırarak, 'Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır.' dedi. KCK, tüm sokakları Kobani sokaklarına dönüştürmeye çağırdı. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada; 'Çirkin ve sinsi katliam' karşısında kürt halkından mücadeleyi her yere, her zamana taşıyarak süreklileştirmesini isterken çetelere ve uzantılarına hiçbir yerde yaşam şansı tanınma[ma]sı gerektiğini kaydetti. KCK, özellikle 'bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir. Türk Devletinin ve kanlı çete IŞİD'in ortaklığı sonucu sınır hattı boşaltılarak Kobani direnişi desteksiz bırakılmak istenmektedir. Halkımız bu çirkin ve sinsi katliam karşısında başlattığı mücadeleyi her yere, her zamana taşıyarak süreklileştirmelidir. Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır. Tüm sokaklar Kobani sokaklarına dönüştürülmeli, tarihin bu eşsiz direnişine denk bir direniş gücü ve örgütlülüğü geliştirilmelidir. Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir. Her Kürt ve onurlu her insan, dostlar, duyarlı kesimler bu andan itibaren eyleme geçmelidir. An direniş eylemini geliştirme ve büyütme anıdır. Bu temelde tüm halkımızı, duyarlı kesimleri, dostlarımızı Kobani direnişini sahiplenerek yürütmeye, başta kürt gençleri olmak üzere tüm gençlerin Kobani'de özgürlük saflarınakatılarak, direnişi yükseltmeye çağırıyoruz'.[dedi]" şeklinde açıklamalar yer almıştır. Aynı sitenin 8/10/2014 tarihli yayınında ise "KCK: Milyonlar sokaklardan ve mücadele alanlarından çekilmemeli" başlıklı açıklamaya yer verilmiştir. Yazıda "Halkımız bulunduğu her yerde direniş mücadelesini büyüterek süreklileştirmelidir. Halkımız haklı ve meşru mücadelesini zafere kadar yüksek bir kararlılıkla sürdürmelidir. Milyonlar sokaklardan ve mücadele alanından çekilmemelidir. Halkımız; mücadeleden atılacak her geri adımın önümüzdeki günler, aylar ve zamanlarda daha büyük bedellere mal olacağı bilinciyle hareket ederek, mücadelesini kesintisiz yükseltmelidir. Ve kendi öz savunmasını güçlendirerek 'her yer Kobani, her yer direniş-serhildan' anlayışı ile direnişini zafere taşımalıdır." şeklinde ifadeler bulunmaktadır. Ayrıca sitede yer alan "KomalenCiwan: Kürdistan'da devlet namına bir şey kalmamalı" başlıklı yazıda "Kürt gençlik hareketi Komalen Ciwan devrim halk savaşını her alanda güçlü yürütme çağrısında bulunarak, Devletin Kürdistan'da hiçbir meşruiyeti kalmamıştır, kalmamalıdır da, yasaklarla Kürdistan'ı zindana çevirmeye çalışan kararlarına karşı Kürdistan'ı onlar için zindana çevirmeli, mezar etmeli. Kürdistan'da devlet namına bir şey kalmamalıdır."; "Kürdistan Halk İnsiyatifi; sokağa çıkma yasağına uymayın" başlıklı yazıda ise "Kürdistan Halk İnsiyatifi yayınladığı bir açıklamayla Kürt halkı ve dostlarına Türkiye'nin Kuzey Kürdistan'da ilan ettiği sokağa çıkma yasağına uymamaları ve Kobani'deki saldırılara karşı Rojava ile dayanışma eylemlerini ve serhildanlarını sürdürmesini istedi." şeklinde açıklamalar yer almaktadır. Bu çağrılar üzerine Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda "6-7 Ekim olayları" olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Kamu makamlarının ve soruşturma mercilerinin tespitlerine göre -aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Şanlıurfa, Van, Erzurum, Diyarbakır ve Gaziantep gibi büyük kentlerin de olduğu- otuz altı ayrı ilde gerçekleştirilen şiddet eylemleri sonucunda (2'si güvenlik görevlisi) 45 kişi hayatını kaybederken (331'i güvenlik görevlisi) 769 kişi yaralanmıştır. Ayrıca çatışmalar sırasında 5 örgüt mensubunun hayatını kaybettiği, 3 örgüt mensubunun ise yaralandığı belirtilmiştir. Öte yandan ülke genelinde gerçekleştirilen 389 şiddet eylemine 899 kişinin katıldığı, olaylarda (737'si güvenlik güçlerine ait olmak üzere) 881 aracın zarar gördüğü, (27'si kaymakamlık, 52'si emniyet, 283'ü okul, 73'ü siyasi parti, 12'si belediye binası olmak üzere) 558 binaya saldırıda bulunulduğu ve zarar verildiği tespit edilmiştir. Olaylara ilişkin olarak 291 şüpheli gözaltına alınmış, bunlardan 105'i hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Hendek Olayları Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında "öz yönetim" adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir. B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde yapılan milletvekili seçimlerinde HDP Van milletvekili olarak seçilmiştir. Aynı zamanda 2014 yılından itibaren HDP'nin Eş Genel Başkanlığını yürütmekte olan başvurucunun 21/2/2017 tarihinde, kesinleşmiş mahkûmiyeti bulunması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisince (TBMM) milletvekilliği düşürülmüş ve akabinde Yargıtay Başsavcılığınca parti üyeliği düşürüldüğünden partideki görevi sona ermiştir. Milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak başvurucu hakkında farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle sekiz ayrı fezleke düzenlenmiş ve TBMM'ye sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) PKK terör örgütüne yönelik gerçekleştirmiş olduğu hava operasyonlarını protesto etmek amacıyla 14-15/8/2015 tarihinde Almanya'nın Köln kentinde bir yürüyüş tertip edildiği, bu yürüyüşe başvurucunun da katılarak bir Alman televizyonuna röportaj verdiği, başvurucunun bu röportajda "...PKK bir halk özgürlük hareketidir. Aynı zamanda demokrasi ve eşitlik mücadelesi veren bir örgüttür. Bizler PKK'nın bu hedeflere ulaşma konusunda başvurduğu yöntemleri onaylamıyoruz. Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki uyguladığı program terör değildir." şeklinde açıklama yaparak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. ii. Başvurucu, Türkiye'nin birçok yerinde PKK tarafından "öz yönetim" adı altında özerklik ilan edildiği ve hendek olaylarının yaşandığı bir dönemde yaptığı bazı konuşmalar nedeniyle suçlanmıştır. Bu kapsamda;- Başvurucunun Demokratik Gençlik Dernekleri Federasyonu (DEM-GENÇ) tarafından 13/12/2015 tarihinde Kayapınar (Diyarbakır) Belediyesi kapalı spor salonunda gerçekleştirilen kongrede yaptığı konuşmada "... Burası Amed [Diyarbakır] hem direnişin hem de zulmün başkenti. Halkımızın direnişinin geleceğe duyduğu özlemin, hayallerinin başkenti olmuştur. Amed. Nice büyük kavgalar verildi bu kentte, nice büyük direnişlere sahne oldu bu sokaklar, bu caddeler, bu topraklar. Halkın hayallerine geleceğe duyduğu özleme saldıranlar da oldu daima tarih boyunca. Ve bu kent tarih boyunca direndi. Bugün yine bir tarihsel direniş daha yaşanıyor. Sur da kardeşlerimiz, analarımız, gençlerimiz kadınlarımız ve halkımız tarihsel bir direnişe imza atıyor. Selam olsun bu tarihi kentin surlarında direnenlere, selam olsun bu direniş kalesinin surlarını koruyanlara ve sadece surda değil dört bir yanda bu zulüm iktidarına karşı savaştan ve Ölümden başka hiçbir şey bilmeyen bu siyasi iktidara karşı halkımız direnme hakkını kullanıyor ... Devrim şehitleri mücadelede yitirdiklerimiz bizim rehberimiz olmaya devam edecek." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür.- Başvurucunun 13/12/2015 tarihinde Sur ilçesinde PKK/KCK terör örgütüne yönelik yapılan operasyonları ve Sur ilçesinin bazı mahallelerinde uygulanan sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen yürüyüş sonrasında yaptığı açıklamada "... Bugün Sur halkı bundan önce öz yönetim talebini ilan eden bütün halklarımızın yaptığı gibi barışın ve yeni bir yaşamın temeli olabilecek demokratik taleplerini ortaya koyuyor ... Bugün Sur için seferber olma zamanıdır, tüm halkın Sur halkının yaşamına ve demokratik taleplerine sahip çıkma zamanıdır ... Bu ateş İstanbul'u İzmir'i Ankara'yı Manisa'yı Muğla'yı Denizli'yi Antalya'yı yakar ... Direngen Sur halkını selamlıyorum ..." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür.- 26-27/12/2015 tarihlerinde Diyarbakır'da Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) olağanüstü kongresi yapıldığı, kongrenin ilk gününde bir deklarasyon hazırlandığı, bu deklarasyonda özetle demokratik özerkliğin ilanına ve fiilî olarak işletilmesine yönelik sürecin başlatılacağı ifade edilmiştir. Başvurucunun 27/12/2015 tarihinde burada yaptığı konuşmada "... Bugün bu deklarasyonda ifade edilen söz ve talep uzun zaman süren mücadelemizin hem de bugün devam eden demokrasi direnişin, özyönetim direnişinin talebidir. Bugün yaşanan direnişler nedensiz değildir ..." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür.- 31/12/2015 tarihinde Diyarbakır Sur ilçesinde hendek kazan terör örgütü mensuplarına yönelik güvenlik güçlerinin yürütmüş olduğu operasyonları protesto etmek amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde başvurucunun eş genel başkanı olduğu HDP tarafından protesto eylemi gerçekleştirildiği, bu protesto eyleminin gerçekleşmesi için DTK, HDK, HDP, DBT, KJA ve Amed Gençlik Örgütünün çağrılar yaptığı, yine 29/12/2015 tarihinde PKK/KCK terör örgütüne müzahir bir internet sitesinde "31 Aralık'ta Sur'a büyük yürüyüş var" çağrısı yapıldığı, bu protesto eylemlerinde "Her yer direniş, her yer suriçi", "Faşist devlet kürdistanımdan defol", "Kürdistan TC'ye mezar olacak", "Yaşasın Cizre direnişi" ve "PKK halktır, halk burada" şeklinde sloganlar atıldığı, başvurucunun da bu eylemde yaptığı ve PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu belirtilen bir televizyon kanalında canlı olarak yayımlanan konuşmasında "... Bütün Türkiye halklarını her yerde Diyarbakır'a ses vermeye, Şırnak'a, Mardin'e, Nusaybin'e, Cizre'ye, Sur'a, Silopi'ye, Silvan'a ses vermeye davet ediyoruz ... Halk sizin topyekün bu saldırganlığınıza ve inkarcılığınıza karşı da direnmeyi bilir ... Tarihte her zaman direnenler kazanır, her hak her mevzi mücadele vermeden elde edilmez ... Halk demokrasi ve barışın direnişin saflarında bulunmalıdır ..." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür.- 6/1/2016 tarihinde Diyarbakır Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Kayapınar ilçe binasında Silopi ilçesinde PKK/KCK terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında hayatını kaybeden S., P.N. ve P.U. için anma programı yapıldığı, başvurucunun burada yaptığı ve PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu belirtilen bir televizyon kanalında canlı olarak yayımlanan konuşmasında "... Arkadaşlar ben de S., P. ve F. yoldaşlarımızın şahıslarında öz yönetim direnişinde şehit düşen yaşamını kaybeden bütün kadınların kadın direnişlerini saygı ve minnetle selamlıyorum ... Öz yönetim direnişi yaşam için bir direniştir ... Asla unutmayacağınız onların direndiği gibi direnmek onların yaşadığı gibi yaşamak ve onların işaret ettiği yere yürümek de bizim onlar ardından verdiğimiz sözümüzdür ..." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür.- 8/3/2016 tarihinde "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü" adı altında Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda düzenlenen halka açık toplantıda ve PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu belirtilen bir televizyon kanalında canlı olarak yayımlanan konuşmasında başvurucunun "... Baş eğmeyen kadının, teslim olmayan kadının ve teslimiyete inat direnişin bayrağı meşale olan kadının, sembolü olarak birleştiniz buluştunuz ve bugün bu meydandan direnişin şehrinden amedin Sur'un bağrından direnerek özgürleşen, özgürleşerek güzelleşen tüm kadınları saygıyla coşkuyla selamlıyoruz ... Kadınların yüreğinden, kadınların direnişinin tam orta yerinden Sur'a selam olsun, Cizre'ye, Silopi, Silvan'a, İdil'e ve baş eğmeyen özgürlük sevdalılarına selam olsun ... O yaşam ve mücadele içerisinde kahramanca direnen o aydınlık yürekli, ak alınlı şehitlerimize kadınlara verdiğimiz sözümüz var ... Ve evet bizler tarihi bugün direnenler yazacak ..." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür.iii.Başvurucunun soruşturma mercilerince PKK/KCK terör örgütünün tabana yayılması için oluşturulduğu iddia edilen ve DTK tarafından organize edilen birçok etkinliğe katıldığı ve bu etkinliklerde -bir kısmı yukarıda verilen- konuşmalar yaptığı ileri sürülmüştür.iv.Başvurucunun ayrıca kamuoyunda "6-7 Ekim olayları" olarak adlandırılan şiddet eylemlerini tahrik ve teşvik ettiği ileri sürülmüştür. Bu bağlamda Kobani'de PKK terör örgütünün Suriye'deki uzantısı olduğu ifade edilen PYD/YPG ile DAEŞ arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı dönemde PKK'nın yayın organlarında yapılan açıklamalarla halkın ayaklanmaya çağrıldığı, -başvurucunun da üyesi olduğu- HDP MYK adına sosyal medya üzerinden yapılan açıklamayla da halkın sokağa ve direnişe davet edildiği, bu çağrılar üzerine ülkenin birçok yerinde binlerce kişi tarafından gerçekleştirilen büyük şiddet olaylarının yaşandığı belirtilmiştir (bkz. §§ 11-17). Bu kapsamda; - 9/10/2014 tarihinde HDP Diyarbakır İl Başkanlığında partinin Eş GenelBaşkanı Selahattin Demirtaş'ın basın açıklaması yaptığı ve birçok televizyon kanalından canlı olarak yayımlanan konuşmasında "... DAEŞ örgütünün Mürşitpınar sınır kapısına dayandığını öğrendiğimiz için bahsi geçen çağrıları yaptık, insanlar sokağa çıktı hiçbir yerde şiddet kullanılmadı, şiddet kullanılsın demedik, siyasi mücadele amaçlı çağrı yaptık ... şiddeti büyüten HDP nin çağrısı değil halkın gösterileri değil tahrik edenleri bulmak hükümetin görevidir, şiddet eylemleri olmamalı, kobané’yi sahiplenme eylemlerine müdahale edilmemeli, kobané’yi sahiplenme eylemlerine müdahale edilmemeli ... Provakatörler olayları kışkırttı ve raydan çıkarttı, büst ve bayrak yakarak provakasyonu arttırdılar ..." şeklinde açıklamada bulunduğu, bu sırada başvurucunun da Selahattin Demirtaş'ın yanında bulunarak bu açıklamayı sahiplendiği ileri sürülmüştür.- 23/10/2015 tarihinde Özgür Gün TV isimli televizyon kanalında "Özel Program" isimli programa katılan başvurucunun daha önce söylediği belirtilen "sırtımızı YPJ'ye dayadık" söyleminin hatırlatılması üzerine "... Tabii ki aynı noktadayım. Sırtımı yanlış yere yaslamam yani ben çok doğru yere yasladım sırtımı ve ne kadar sırtımızı doğru yere yasladığımızı gördük geçen tüm zaman ne kadar doğrusu bir söz olduğunu söylediğimi kanıtladı ki sırtımızı PYD'ye, YPG'ye, YPJ'ye yaslanmışız ..." şeklinde sözler söylediği ileri sürülmüştür. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu teklif o tarih itibarıyla Bakanlıkta, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki çok sayıda fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Ankara ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, uhdesinde bulunan başvurucu hakkındaki soruşturma dosyalarını isnat edilen suçların Van Cumhuriyet Başsavcılığının görevi kapsamında olduğu; Van Cumhuriyet Başsavcılığı ise soruşturmanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisi kapsamında olduğu gerekçeleriyle yetkisizlik kararı vererek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, yetkisizlikle gelen ve/veya uhdesinde bulunan soruşturma dosyalarının "[farklı] soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen soruşturmaların birlikte yürütülmesinde maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından hukuki bir fayda olacağı" ve "suçun vasfının tayini konusundatüm dosyaların birlikte değerlendirilmesinin önem arz ettiği" gerekçesiyle birleştirilmesine karar vermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının "eylem bütünlüğü" açısından -2016/25124 sayılı soruşturma dosyasında- birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu hakkında farklı Cumhuriyet Başsavcılıklarınca (Ankara, Van ve Diyarbakır) düzenlenen fezlekelerde suça konu edilen fiillerin birlikte değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları (Ankara ve Diyarbakır) tarafından 6/9/2016 ve 6/10/2016 tarihlerinde çağrı kâğıdı/talimat gönderilerek savcılıklara davet edilmiş ancak kendisi bu çağrılara uymamıştır. Bu sürecin öncesinde dokunulmazlıklara ilişkin Kanun teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 19/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Şunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok öyle yağma" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi talebiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Anılan Hâkimlik 8/10/2016 tarihinde başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasıuyarınca müdafinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara9/12/2016 tarihinde itiraz edilmiş, söz konusu itiraz Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince benzergerekçeyle reddedilmiştir. Öte yandan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/11/2016 tarihinde, başvurucunun "üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu değerlendirilerek" gözaltına alınmasına karar verildiği belirtilerek "yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla" evinde 4/11/2016 tarihinde arama yapılması talebiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunulmuştur. Hâkimliğin 3/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun "üzerine atılı suçlama nedeni ile kaçma ya da delilleri yok etme riskinin yoğun bir şekilde bulunduğu, CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 118/2 maddede belirtilen şartların oluştuğu" gerekçesiyle -başvurucunun yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla- evinde arama yapılmasına izin verilmiştir. Başvurucu, bu kapsamda 4/11/2016 tarihinde Ankara'da bulunan evindeyakalanarak gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne getirilerek burada gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, aynı gün ifadesi alınmak üzere Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu "... Ben halen milletvekiliyim ve mecliste büyük partinin eş genel başkanıyım. Yapılan bu operasyonların hukuk çerçevesinde yapılmadığını, siyasi iktidarın bu operasyonları ve gözaltıları kendi ikbali için hukuku alet etmek suretiyle yaptırdığını, ayrıca hukuk ilkeleri çerçevesinde işlemlerin sağlıklı bir şekilde yürüyeceğini düşünmüyorum. Yargı erki toplumda denge unsurudur ve düzenleyici bir rolü vardır. Bu şekilde hareket eden yargı toplumun dengelerinin ve dinamiklerinin bozulmasında rol almaktadır. Bu durum son derece yanlıştır. Bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz. Şahsınızı değil bizi seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz. Şu anda da yasamanın, meclisin dokunulmazlığına sahip bir üyesi, milletvekili sıfatıyla karşınızdayım. Benim temsil ettiğim kimliğe ve halkımın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir. Ben adil ve tarafsız bir yargı huzurunda hesap vermekten asla çekinmiyorum. Veremeyeceğim hiçbir hesabım da yoktur. Ülkemizde yargının saygınlığı ayaklar altındayken, düğmesiz olan cübbelerini iliklemeye çalışan böylesi bir siyasi yargılamanın öznesi olmayı da asla kabul etmeyeceğim. Şahsınıza ve kişiliğinize yönelik hiçbir tereddütüm ve saygısızlığım yoktur ancak şaibeler ile dolu bir siyasi geçmişe sahip olan Erdoğan emretti diye başlatılan bu yargı tiyatrosunda figuran olmayı kabul etmiyorum. Soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim. Yapacağınız hiçbir yargılama faaliyetinin adil olacağına inancım yoktur. Benim buraya getirilmem bile hukuk dışıdır. Siyasetçilerin siyaset arenasındaki muhatapları siyasetçilerdir, yargı mensupları değildir. Bu anlamda sizler evrensel ve demokratik hukuk ilkelerine ve Türkiyenin imzalamış olduğu, aynı zamanda bir Anayasa hükmü de olan uluslararası anlaşmalara bağlı olması gereken yargı mensupları olarak siyasi oyunların ve tezgahların parçası olmayı reddetmelisiniz. Bizler ülkemizde çoğulcu demokratik bir rejim inşa edilip, barış ve huzur sağlanıncaya kadar siyasi mücadelemize kararlılıkla devam edeceğiz. Toplumsal kutuplaşma ve kamplaşmaya karşı eşit ve birlikte yaşamın, şiddete karşı demokratik siyasi mücadeleyi, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, faşizme karşı demokrasiyi, mezhepçi ırkçı politikalara karşı inanç ve vicdan özgürlüğünün, ayrımcılığa ve nefret söylemine karşı eşitliği ve elbette kürt halkının halk olmaktan kaynaklı bütün haklarını, alevi toplumunun eşit yurttaşlık talebini, dini azınlıkların inanç özgürlüklerini, kadınların toplumsal sosyal siyasal ekonomik yaşama eşit katılımını, kapitalist tahribata karşı çevre ve ekolojinin korunmasını, sermayenin kar hırsına karşı emeğin, çalışanların haklarını savunmaya, korumaya devam edeceğiz. Parlamentoda da olsak cezaevinde de olsak bu düşüncelerimizi savunmaktan ve bunlar uğruna mücadele etmekten bizi alıkoyamayacaksınız. Başkanlık adı altında ülkemize ve halkımıza dayatılan bu faşist düzenden kurtulacağımıza şüphemiz yoktur. Er ya da geç demokrasi mücadelemiz kazanacaktır. Erdoğan şahsında köhnemiş bu rejim değişecektir. Sizden hiçbir talebim ve beklentim yoktur. Siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorgulayabilir. Hakkımda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak hiçbir soruya cevap vermeyeceğim. Bu aşamadan sonra susma hakkımı kullanıyorum" şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafilerinin ise yapılan işlemlerin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek müvekkillerinin serbest bırakılmasını talep ettikleri görülmüştür. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde "üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi, adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiş; bu kapsamda "6-7 Ekim olayları"na, "hendek olayları"na, başvurucunun bazı konuşmalarına ve DTK bünyesindeki faaliyetlerine değinildiği anlaşılmıştır. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada da başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde Savcılık aşamasında verdiği ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve devamında "O savunma Partimizin hazırladığı ortak savunma metnidir. Hakimliğiniz huzurunda da aynı metni vereceğim. Böyle bir yargılama ile karşılacağımızı biliyorduk. Savcılık makamında verdiğim ifademde ben bugün burada bağımsız yargının yapıldığını düşünmüyorum. Bugün çok açık siyasi bir yargı ile karşı karşıyayız. Biz barış destekli bir parti olarak kalacağız. Biz bu ülkenin gözümüzün önünde savaşa sürüklenmesine sessiz kalamayız. Bu ülkede siyaset sorunları çözseydi. Sizlere hiçbir şekilde iş düşmezdi. Ben siyasetçiyim. Sözler söylerim bu sözleri de savunurum. Bizler yargıya hesap vermekten çekinmiyoruz. Ama bu yargılamaların hepsi merkezi iktidar tarafından tasarlanmıştır. Türkiye' yi düzenleyendüzenli bir sistem yoktur. Siyasetçiler için söz söyleme ve yasama dokunulmazlığı dışında bütün haklar kaldırılabilir. Ben daha önce de siyasetçilik yapmış bir insanım. Hapishaneye de girmiş çıkmışlığım vardır. Bundan dolayı da korkum yoktur. Bizim kendimizden sakınacağımız hiçbir şey yoktur. Şuan yargılanması gerekenler bizler değiliz. O darbe girişiminin kimler tarafından tezgahlandığını planlandığını isim isim biliyoruz. Ama buna rağmen yargılanan bizleriz. Bizler tutuklanmadan önce bile sizin tarafınızdantutuklanacağımız biliniyor. Ben üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Ben şiddet içeren direnişleri övmüyorum. Bizim partimizin programında şiddetin her türlüsüne karşıyız. Bizler Türkiye'de şiddet ortamı, savaş ortamı kalksın diye uğraşıyoruz. Konulaşacak çok şey var ama adil bir şekilde yargılama olmadığı için gereksiz görüyoruz. Barış sevdalısı olduğumuz için insanlar bize oylarını verdiler. İktidara demokrasi yaramamıştır. Anayasayı tanımıyorum diyenler bizler değiliz. Başkanlık sevdasına düşenler bizler değiliz. Biz HDP olarak demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyoruz. 2500'e yakın arkadaşımız tutuklu ya da hükümlüdür. Bu uğurda şehit olan bir çok arkadaşımız vardır. İsteğimiz Türkiye'deki bütün insanların huzur içinde yaşamasıdır. Tam demokrasidir. Tutuklama talebinin reddini talep ediyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur.Başvurucunun müdafileri de tutuklama işleminin hukuka aykırı olduğunu ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığını belirterekmüvekkillerinin serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama kararında öncelikle "6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na eklenen geçici madde uyarınca atılı suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunmadığı ve bu nedenle soruşturma ve kovuşturma işlemi yapılabileceği" değerlendirmesinde bulunduğu görülmüştür. Anılan kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak da bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:i. HDP'nin sosyal medya hesabından Kobani'de yaşanan olaylar nedeniyle halkın sokağa çıkması yönünde çağrılar yapıldığı, bu açıklamaların HDP MYK toplantısından sonra toplantının sonucu olarak basında yapılan bir çağrı olduğu, başvurucunun da eş genel başkanı ve HDP MYK üyesi olduğu, bu çağrı sonrasında sokağa çıkan terör örgütü sempatizanları tarafından gerçekleştirilen olaylarda ölenlerin olduğu, kamu binalarına, güvenlik güçlerine ve vatandaşların işyerlerine saldırılar düzenlendiği, işyerlerinin ve bankaların yağmalandığı, kamu güvenliğinin tesis edilmesinin uzun bir süre aldığı, böylece başvurucunun da içinde bulunduğu kişilerce halkın suç işlemeye alenen tahrik edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun değişik tarihlerdeki miting, toplantı, gösteri, televizyon programları ve DTK kongresinde yaptığı konuşmalarda;özellikle de Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi ve diğer bazı yerlerde sözde demokratik özerklik gerekçesi ile hendek kazarak terör eylemleri gerçekleştiren PKK terör örgütü mensuplarının eylemlerini destekleyici, meşrulaştırıcı, övücü ve yüceltici şekilde beyan ve açıklamalarda bulunduğu, bu yerlerdeyapılan terör eylemlerinin haksızlığa karşı yapıldığını iddia ederek gerekirse eylemlerin Türkiye'nin her tarafına yayılabileceğini söylediği, çatışmalarda ölen terör örgütü mensuplarını "şehitlerimiz" diyerek tanımladığı, bazı terör örgütleri ile işbirliği ve dayanışma içinde olduklarını dolaylı olarak beyan etttiği, PKK terör örgütünün uyguladığı programın terör olmadığını söylediği ve PKK/KCK terör örgütünün ilan ettiği demokratik özerklik açıklamalarını destekleyici beyanda bulunduğu, böylece silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu ifade edilmiştir. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin bölümü ise şöyledir: "Şüphelinin üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suçlara ilişkin yasadayazılı cezaların üst hadleri dikkate alındığında CMK'nın 100/maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olması, müsnet suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, müsnet suçlar için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 9/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 11/11/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar 16/11/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 17/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 15/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma,halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, suç işlemeye alenen tahrik etme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen sekiz ayrı fezlekedeki olaylar (bkz. § 21) suçlamaya konu edilmiştir. Savcılık, suçlamaya konu olaylarla ilgili dosyaların "eylem bütünlüğü açısından birleştirildiğini ve bir bütün olarak suç nitelendirilmesi yapılması yoluna gidildiğini" belirttikten sonra başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir: "... Katıldığı televizyon programında, Demokratik Toplum Kongresi Olağanüstü Genel Kurul Toplantısında, yaptığı konuşmalarda kazılan hendeklerin kapatılması, barikatların kaldırılması, bombalı/mayınlı tuzaklamaların imha edilerek sokakların ve mahallelerin güvenli hale getirilmesi yönünde operasyonel çalışma yapan güvenlik güçlerini ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini İŞGALCİ olarak nitelendirerek, bu eylemleri gerçekleştiren terör örgütü mensuplarının taleplerinin kendi talepleri olduğunu ve onların sözcüleri olduklarını beyan ederek halkı direnişe çağırmaları yönündeki eylemlerinin halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu oluşturduğu anlaşılmıştır. ... Şüphelinin terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediğini gösterir yeterli delilin mevcut olduğu, .. üzerine atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu,  ... Siyasi faaliyet görünümü altında gerçekleştirdiği ...anlatılan eylemlerinin salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği, eylemlerin bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil terör örgütü üyesi olma suçunu oluşturduğu, ...Şüphelinin ... PKK/KCK üst düzey yöneticilerinin talimatları doğrultusunda hareket eden örgüt mensuplarına yönelik güvenlik güçlerince yapılan operasyonları katliam, örgüt mensuplarınca kazılan hendekleri özgürlük mücadelesi ve direniş olarak nitelendirdiği, vatandaşları bu hususta örgüt mensuplarına destek olmaya ve direnmeye çağırdığı, ölen örgüt mensuplarından şehit diye bahsettiği, PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN'ı Kürt halk önderi olarak kabul ettiği, yine terör örgütü mensuplarının devletin güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmaları haklı gösterdiği, bu nedenle de konuşma; içeriği itibariyle bir bütün halinde terör yöntemlerini kullanmaya özendirici ve terörizmi yüceltici nitelikte olduğu, bu şekilde şüphelinin terör örgütü propagandası yapma suçunu işlediği,...Bir siyasi partinin eş genel başkanı olan şüphelinin örgütçe önem atfedilen ve çağrı yapılan 31/12/2015 tarihli etkinliğe katılması yine örgüt çağrısı üzerine yapılan ve örgütçe atfedilen benzer etkinliklere de katılması bu etkinliklerde yapmış olduğu konuşmalar ve halkı direnişe davet etmesi şüpheli hakkında daha önce düzenlenen fezleke içerikleri bir arada değerlendirildiğinde şüphelinin eylemlerinin bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil üyesi olma suçunu da oluşturduğu,...Şüpheli ...fezlekelerde yer alan konuşma ve eylemlerinde özetle; terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde konuşmalar yapmıştır. Yani terör, cebir, şiddet veya tehdit olgusunu meşru göstermiştir ... ...HDP Merkez Yürütme Kurulu tarafından 06/10/2014 tarihinde ... sosyal paylaşım sitesi üzerinden yayınlanan ... açıklama ile halk sokaklara çıkmaya davet edilmiş, bu açıklama ayrıca yazılı ve görsel yayın organlarına da gönderilerek alenileştirilmiştir. HDP Eş Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeleri dahil tüm yöneticileri, IŞİD'in Kobaniye saldırılarını bahane ederek halkı silahlı isyana tahrik ve teşvik etmiştir. ...Şüpheli hakkında düzenlenen bazı fezlekelerde her ne kadar nitelendirme "terör örgütü üyesi olmak", "örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek", "örgüte yardım" şeklinde yapılmış ise de; şüphelinin örgüt yöneticisi konumunda bulunduğu bu nedenle ilgili fezlekelerde atılı suçların örgüt yöneticiliği suçunun içerisinde [kaldığı anlaşılmaktadır]. Başvurucu hakkındaki dava Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,1/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2017/102 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Aynı tarihte yapılan inceleme sonucunda Mahkeme, başvurucuya yüklenen örgüt yöneticiliği suçunun Ankara'da işlendiği gerekçesi ile davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gerektiğinden bahisle yetkisizlikkararı vermiştir. Yetkisizlik kararı ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilen dosya hakkında Mahkeme, yetkili mahkemeninDiyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesi ile karşı yetkisizlik kararı vererek yetki uyaşmazlığının giderilmesi için dava dosyasını Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/4/2017 tarihli ilamıyla ile yetkili mahkemenin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi olduğuna kesin olarak karar verilmiştir. Bu karar sonrasında dava dosyası yeniden Ankara Ağır Ağır Ceza Mahkemesine gelmiş, dosyanın E.2017/159 sayılı sırasına kaydı yapılmış vebu dosya üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/25187
Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ile siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle de ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun milletvekillerine göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 22/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hâlihazırda Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda iken dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyesi olan eski milletvekilleri Melda Onur ile Hüseyin Aygün'e ve "Kutsal Kitap Bilgilendirme Merkezi" adlı bir yayınevine göndermek istediği mektuplar, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 12/11/2012 tarihli ve 2012/398 sayılı kararıyla sakıncalı olarak değerlendirilerek alıcısına gönderilmemiştir. Başvurucunun, yayınevine göndermek istediği mektubun alıkonulmasını ayrı bir başvuru formuyla (2013/2260 numaralı bireysel başvuru) şikâyet ettiği anlaşılmaktadır. Gönderilmek istenen mektupların muhataplarının farklı olması sebebiyle, anılan mektuplarla ilgili bireysel başvuruların ayrı ayrı değerlendirilmesi uygun görülmüştür. Söz konusu mektuplardan, eski Milletvekili Melda Onur'a gönderilmek istenen mektubun ilgili kısmı şöyledir:“Sayın Melda Onur,İyi olmanız dileğiyle selam saygılarımı sunuyorum. Ben Kahraman Güvenç. Kırıkkale F Tipi cezaevinde siyasi davadan bağımsız konumdayım. Bulunduğum cezaevinde yaklaşık bir yıldır insani ve hukuki haklarım idare tarafından keyfi olarak gasp edilmektedir. İlgili mercilere yazmama rağmen bir düzelme olmamıştır. Bu hak ihlallerinden dolayı 2012 tarihinden itibaren şartlarım düzelene kadar süresiz açlık grevi eylemine girmiş bulunuyorum. Beni bu eyleme zorlayan koşulları kısaca özetlemek istiyorum:2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne iadeli taahhütlü mektup gönderdim. RR.TR barkod kodlu mektubun iki gün gecikmeyle gönderilmiş fakat bu mektup söz konusu tarihten beri kayıptır....Konu ile ilgili 2012 ve 2012 tarihlerinde K.Kale Cumhuriyet Başsavcılığına iki defa suç duyurusunda bulundum. Birinci dilekçem kaybedilirken ikinci dilekçem küçük çaplı yemek almama protestosuyla çıkış yaptırılmıştır. Cezaevi idaresi içeriği hoşuna gitmeyen dilekçeleri işleme koymamaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlarına hakkım olduğu halde dilekçe yazamıyorum...Bu cezaevine nakil olduğumdan beri depoya alınan ve sözde kayıt altına alınan eşyalarımın çoğu kayıptır. Ayakkabım, iki kitabım ve birçok eşyam kaybedilmiştir....2012 tarihinde bu cezaevine nakledildim. 9 ay boyunca idarenin keyfi-hukuksuz tutumları nedeniyle hiçbir aktiveteye dahil edilmedim. Talep ettiğimde odama girerek eşyalarım dağıtıldı. Revire keyfi olarak çıkarılmıyorum tedavi hakkım engellenmektedir. Akciğerlerimdeki iltihaplanma olduğundan düzenli olarak ilaç kullanmam gerekiyor. İlaçlar eksik ve farklı getirilmektedir. Kontrole gitmem zorunluyken sağlık biriminden sorumlu ve Y. kasti bir şekilde hastaneye gidişimi muayene hakkımı gaspederek gecikmektedirler. Uzman doktor kontrole gelmem gerektiğini söylerken, sağlık biriminden sorumlu K. gecikmeli olarak beni hastaneye başka doktora götürmüş ve muaynemden önce girerek doktora ön bilgi vererek doktoru etkilemektedir. Birşey olmadığını söyleyerek geri getirildim.İdarenin sağlık politikası mahkumu iyileştirmeye değil sağlığını bozmaya yöneliktir. Ve bunu bir baskı aracı olarak kullanmaktadır.Sohbet yerlerinde çay içmek ... tarafından keyfi olarak yasaklandı. Üstelik 3 saat kalmamıza rağmen insani ihtiyacımızı karşılayacağımız bir lavabo dahi yok. 10 saatlik sohbet hakkımın "personel yok" bahanesiyle 6 saat olmaktadır. Bu ve benzeri birçok hakihlali yapılmaktadır. Mahkum da olsam sonuçta insanım ve temel insan hakkımın ve hukuki haklarımından fazlasını istememekteyim. İletişim hakkımın engellenmemesi ve tedavi hakkımın yasal güvenceler çerçevesinde düzenli olarak yapılmasını istiyorum. Bu haklarımın çiğnenmemesi, hukuksuzluğun, hak gasplarının, insanlık dışı uygulamaların son bulması adına başlatmış olduğum açlık grevini yasal-hukuki güvence verilmediği sürece sürdüreceğim. Bu hususta bana yardımcı olmanızı, gerekli duyarlılık ve dayanışma içerisinde olacağınızı umud ediyor selam ve saygılarımı iletiyorum.Not: beni size O.E. arkadaş yönlendirdi. 2012Kendisinin size çok selamları var. Saygılarımla Kahraman Güvenç"  Mektubun yazıldığı tarihte milletvekili ve aynı zamanda TBMM İnsan Hakları İzleme Komisyonu üyesi olan Hüseyin Aygün'e gönderilmek istenen mektubun ilgili kısmı ise şöyledir:" T. T.B. MECLİS İNSANHAKLARI İZLEM KOMİSYONU ANKARAKonu: Açlık greviKonu: Komisyonuzla görüşme talebimİyi olmanız dilerken sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Ben 'Kahraman Güvenç' 10 yıldır cezaevindeyim.2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine İ.T. dosya gönderdim. Bu tarihten bu yana bu dosyam kayıptır....Konu ile ilgili olarak 27/8/2012 tarihinde suç duyurusunda bulundum. Ancak bu dilekçem de kayboldu...Kaybolan bu mektubum ve idarenin uygulamaların anlatan 2 tane mektup yazdım. Bu mektuplardan birini B. Türkiye temsilciğine ve diğeri ise İzmir İnsan Hakları Derneği Başkanı N.Ş.'e göndermek istedim. Ancak idare bu mektuplarımı göndermek istemedi. Engel olmak istedi. Her iki mektubu İ.T. gönderdiğim halde idare N.Ş. isimli bayana gönderdiğim mektubu T. olarak 3 gecikmeli, B. insanhaklarına yazmış olduğum mektubu ise 4 gün sonra yani açlık gırevinegöndermiyecekti. 2012 tarihinde açlık gırevine girdimondan sonra mektubum gönderildi.Hiçbir eşyam kayıt altına alınmadı...2012 tarihinden 2012 tarihine kadar herhangi bir faaliyete dahil edilmedim...Yukarıda belirttiğim sebeplerden dolayı 2012 tarihinde başlıyarak süresiz süresiz açlık gırevine başlamış bulunmaktayım. Can güvenliğim olmadığı için bir çok hususu yazamıyorum. Cangüvenliğim sağlanana kadar ben bu eylemi sürdüreceğim...Ben açlık grevine başladıktan sonra H.P. İstanbul milletvekili sayın Melda Onur'a bir iyadeli taahütlü mektup göndermek istedim.2012 tarihinde göndermek istediğim bu mektup aradan bir hafta gibi bir süre geçmesine rağmen halen bu mektup gönderilmemiş. Hakeza 2012 tarihinde kutsal kitap yayın evine iyadeli taahütlü mektup gönderdim. Söz konusu idare bu mektubu da engellemektedir.2012 tarihinden başlayarak musluk suyuna lağım suyu karıştırıp öyle vermektedir. Yani ölüm orucuna başlamamı istemektedirler.Sonuç olarak ben şu anda süresiz açlık gırevindeyim. Sorunlarım çözülene kadar ve koşullarım düzelene kadar bu eylemi sürdüreceğimi can güvenliğim olmadığı için komisyonuzla görüşüne kadar bu tavrımı sürdüreceğimi 2012 tarihinden itibaren ölüm orucuna başlayacağımı bilgilerinize saygılarımla sunarken gerekli duyarlılık göstereceğinize olan inancımla sevgi ve selamlarımı sunuyorum.F. TİPİ YÜKSEK GÜVENLİKLİ 2012Kapalı İ.K. A-6 Kahraman GüvençHACILAR KIRIKKALE" İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca, anılan mektupların tamamının sakıncalı bulunarak alıcısına gönderilmemesine karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şu şekildedir:  “...hükümlünün mektubunun içeriğinde yer alan ifadalerde kuruma ilk girişi esnasında eşyalarının kayıt altına alınmadığına, ilgili yerlere yazdığı mektupların alıcılarına gönderilmediğine veya kaybolduğuna, kuruma yazdığı dilekçelerinin işleme konulmadığına dair yalan yanlış ve de aksinin kanıtlanması mümkün iddialar ile kurum ve görevlilerini hedef göstermeye yönelik çaba içerisinde olduğu anlaşılmış olmakla birlikte iddiasında yer alan; gönderilmediğini ifade ettiği mektuplarının gönderildiği PTT onaylı çıktılarından, eşyalarının ise kayıt altına alındığına dair hükümlünün imzası bulunan belgeden ve dilekçelerinin gönderildiği uyap kayıtlarından anlaşılmıştır. Bu sebep ile;- Hükümlü Kahraman Güvenç tarafından CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur'a, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'e, Kutsal Kitap Bilgilendirme Merkezine gönderilmek istenen mektupların tamamının sakıncalı bulunarak alıcılarına gönderilmemesine; - ...;karar verilmiştir." Başvurucu bu karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 19/12/2012 tarihli ve E.2012/614, K.2012/554 sayılı kararla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Şikâyetin reddedilme sebebi şu şekildedir:“Hükümlü Kahraman Güvenç tarafından gönderilmek istenen mektuplarda, cezaevi idaresince yapılan işlemlerin kanuna aykırı olarak yapıldığı intibaanı uyandıracak şekilde yalan yanlış yazılar bulunduğundan, kurumu hedef gösterme gayesi söz konusu olduğundan, cezaevi idaresince sakıncalı bulunarak mektupların gönderilmemesi kararı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ve Ceza Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzük'ün maddesine uygun olduğundan hükümlünün şikayetinin reddine …” Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi, 4/2/2013 tarihli ve 2013/117 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararını usul ve yasaya uygun bularak başvurucunun itirazını reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 13/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 6/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa Mahkemesinin Ahmet Temiz (B. No: 2013/1822, §§ 16-19) kararında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara cezaevi idareleri tarafından yapılan müdahalelere ilişkin mevzuata yer verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2072
Başvuru, Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun milletvekillerine göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, vatani hizmetini yapan başvurucuya esas hakkındaki mütalaa tebliğ edilip buna ilişkin savunması alınmadan karar verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 18/6/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun evrakta sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamenin kabulüyle açılan davada, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 24/9/2018 tarihli birinci celsesinde, başvurucunun askerî birliğinin öğrenilmesiyle savunmasının ve suç vasfının değişmesi ihtimaline binaen ek savunmasının istinabe suretiyle alınmasına karar verilmiştir. Anılan istinabe talebi yanıtlanmadan başvurucu 12/11/2018 tarihli ikinci celsede bizzat Mahkemede hazır bulunarak savunmasını yapmış, ek savunma için süre istememiş ve önceki savunmalarını tekrar etmiştir. 28/1/2019 tarihli dördüncü celsede esas hakkındaki mütalaasını ve varsa tevsii tahkikat taleplerini bildirmesi için Başsavcılığa dosya tevdi edilmiş, 8/2/2019 tarihinde Başsavcılık başvurucunun dolandırıcılık suçundan cezalandırılması talebini de içerir esas hakkındaki mütalaasını Mahkemeye sunmuştur. 28/2/2019 tarihli beşinci celsede, celse arasında sunulan yazılı mütalaa okunmuş, mütalaanın taraflara henüz tebliğ edilmediği belirtilmiştir. Aynı tarihli duruşmada, başvurucunun dolandırıcılık suçundan 2 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dosyada mevcut içerisinde Başsavcılığın mütalaasının olduğu belirtilen tebliğ mazbatasına göre, mütalaa başvurucunun askerlik vazifesini yaptığı Melikgazi/Kayseri adresine gönderilmiş, başvurucu adreste bulunamamış, yeni adresinin Çankaya/Ankara'da bulunan askerî birlik olduğu belirtilmiş ve evrak iade edilmiştir. Tebliğ mazbatasından Başsavcılığın mütalaasının 13/3/2019 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu müdafii 28/5/2019 tarihinde karara karşı istinaf talebinde bulunmuş, istinaf dilekçesinde -diğerlerinin yanında- Başsavcılığın 8/2/2019 tarihli mütalaasının başvurucuya 13/3/2019 tarihinde, başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmesinden 13 gün sonra tebliğ edildiği, böylece başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığı ileri sürülmüştür. Başvurucu hakkında verilen karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Ceza Dairesi) 12/7/2019 tarihli istinaf isteminin esastan reddine ilişkin kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu 7/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ufuk Rifat Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27469
Başvuru, vatani hizmetini yapan başvurucuya esas hakkındaki mütalaa tebliğ edilip buna ilişkin savunması alınmadan karar verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 30/4/2022 tarihinde öğrendikten sonra 17/5/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/55920
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/25717 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25717
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir kişinin kamu görevlilerince kasten öldürülmesi ve bu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hediye Düşkün'ün eşi, diğer başvurucuların babası A., 18/5/1994 günü saat 00-30 sıralarında, uzun namlulu otomatik silah taşıyan -birisi hücum yelekli ve telsizli- iki kişi tarafından Şırnak ili Cizre ilçesinde bulunan evinden alınıp beyaz renkli bir otomobile bindirilmiş ve bilinmeyen bir yere götürülmüştür. A.nin cesedi Nusaybin İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince 20/5/1994 günü saat 30 sıralarında Söğütlü köyü Sayar mezrası civarındaki E-90 kara yolu kenarındabulunmuştur. Ceset üzerinde cesedin kime ait olduğunu tespite imkân veren herhangi bir belge bulunmamıştır.A. Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturma Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olayla ilgili resen soruşturma başlatmış ve ivedilikle ölü muayenesi işlemi yapmıştır. İşlem sonunda, ölü muayenesi yapılan kişinin üç gün kadar önce öldüğü, ölüm sebebinin ateşli silah yaralanmasına bağlı harabiyet olduğu ve kesin ölüm sebebi ile ölüm zamanının tespit edilmesi nedeniyle klasik otopsi işlemine gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Ölü muayenesi işleminden sonra ceset koku nedeniyle gömülmüştür. A.nin annesi R. 25/5/1994 tarihinde Girmeli Jandarma Karakol Komutanlığına müracaat etmiş ve 18/5/1994 günü saat 00 sıralarında Şırnak ili Cizre ilçesindeki evlerinin önüne beyaz renkli bir otomobil geldiğini, otomobildeniki kişi indiğini, bunlarda uzun namlulu otomatik silahlar bulunduğunu, bu kişilerden birisinin hücum yelekli ve telsizli olduğunu, oğlu A.nin bu kişilerce alınıp götürüldüğünü beyan etmiştir. Ayrıca R., A.nin eşkâlini vermiş ve ona ait kıyafetleri tarif etmiştir. Bunun üzerine cesetten çıkarılan kıyafetler R.ye gösterilmiş; R. kıyafetlerin A.ye ait olduğunu teşhis etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/5/1994 tarihinde, ölene ait fotoğrafları göstererek R.ye teşhis işlemi yaptırmıştır. R., fotoğraflardaki kişiyi oğlu A. olarak teşhis etmiştir. İfadesine başvurulan R., A.nin Şırnak ili Merkez ilçesi Damlarca köyünün muhtarı olduğunu, güvenlik güçlerinin uyarıları üzerine güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında yaşanacak çatışmalardan zarar görmemeleri için Cizre'ye taşındıklarını, 18/4/1994 günü saat 30 sıralarında evlerine gelen üzerlerinde terör örgütü mensuplarınca giyilen kıyafet bulunan silahlı iki kişinin A.yi zorla beyaz bir otomobile bindirip götürdüklerini, devlet yanlısı olması nedeniyle A.nin terör örgütü mensuplarınca cezalandırıldığını ifade etmiştir. Birkaç soruşturma işleminden sonra Cumhuriyet Başsavcılığı, eylemin yasa dışı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği ve bu nedenle soruşturma görevinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet Başsavcılığı) ait olduğu gerekçesiyle 1/6/1994 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma dosyasınıDGM Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, suç faillerinin zamanaşımı süresi doluncaya kadar aranması amacıyla 27/5/2004 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Daimî arama kararı uyarınca kolluk görevlilerince zaman zaman düzenlenen, faillerin tespit edilemediğine ve faillerin kimliğinin tespitine çalışıldığına ilişkin tutanaklar DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereği kurulan mahkemeler ile cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiğinden Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli)11/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evraklarını Cumhuriyet Başsavcılığa göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin 20/5/2014 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 18/7/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucular diğer itirazları yanında, var olduğunu iddia ettikleri Jandarma İstihbarat Terörle Mücadelenin (JİTEM) mensuplarınca A.nin götürüldüğünü de ileri sürüpkovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmişlerdir. Bahse konu itiraz, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucular tarafından 1/12/2014 tarihinde öğrenilmiş olup başvuru 26/12/2014 tarihinde yapılmıştır. B. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturma Başvurucu Hediye Düşkün 26/3/2009 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vermiş ve o güne kadar korkudan eşinin ölümüyle ilgili herhangi bir başvuru yapamadığını bildirmiş ve eşinin öldürülmesiyle ilgili şikâyetiniifade etmiştir. Aynı gün Sor. 2009/430 sayılı soruşturma kapsamında ifadesi alınan başvurucu Hediye Düşkün; olay günü eşi, eşinin annesi ve eniştesi ile birlikte evde olduklarını, eşinin kimliği kontrol edilerek iki kişi tarafından beyaz renkli bir arabaya bindirilip götürüldüğünü, bu kişilerden birinde uzun namlulu, otomatik bir silah ve tabanca bulunduğunu, diğer şahısta ise silah bulunmadığını, götürüldükten üç gün sonra eşinin cesedinin bulunduğunu ifade etmiştir. İfade sırasında başvurucu Hediye Düşkün'e Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğünden temin edilen ve her birine ayrı numara verilen dokuz resim gösterilmiştir. Başvurucu Hediye Düşkün, eşini götüren kişilerin resimlerdeki kişilerden herhangi birisi olmadığını söylemiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı 19/3/2010 tarihinde, başvurucu Hediye Düşkün'ün ifadesinde geçen kişilerden T.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. T., olay günü başvurucuların evlerinin önüne beyaz renkli bir aracın geldiğini, bir kişinin araçta durduğunu, uzun namlulu, otomatik bir silah ile tabanca taşıyan bir başka şahsın ise kimlik kontrolü yaptığını, bu kişilerin A.yi araca bindirip götürdüklerini ve bahse konu şahısları görse teşhis edemeyeceğini beyan etmiştir. 8/12/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir müzekkere yazan Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı, A.nin öldürülmesi ile ilgili bilgi ve belge istemiştir. Söz konusu bilgi ve belgeler Cumhuriyet Başsavcılığınca 18/1/2012 tarihinde gönderilmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı, Sor. 2009/430 sayılı soruşturmaya konu suçları soruşturma görevinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) ait olduğu gerekçesiyle 6/2/2013 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararında suç vasfı "örgüt faaliyeti kapsamında kasten öldürme" olarak belirtilmiştir. 6526 sayılı Kanun uyarınca 3713 sayılı Kanun'un maddesi gereği kurulan mahkemeler ile cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiği gerekçesiyleDiyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) 20/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evraklarını Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucular vekilleri aracılığıyla verdikleri 18/8/2014 havale tarihli dilekçe ile Cizre Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma dosyasının fotokopisini almışlardır. Başvuru tarihi itibarıyla Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma derdest olup başvurucular, inceleme tarihine kadar soruşturmanın akıbetiyle ilgili Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi vermemiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20372
Başvuru, bir kişinin kamu görevlilerince kasten öldürülmesi ve bu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklunun başka bir ceza infaz kurumuna resen nakil işlemine karşı idare mahkemesinde açılan davada verilen görevsizlik kararı nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinden sonra beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Başka Ceza İnfaz Kurumuna Naklinden Önceki Süreç Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında silahlı terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında Edirne Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 16/11/2016 tarihinde Samsun ve Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderdiği yazıda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Zorunlu nedenlerle nakil" başlıklı maddesi ile 5/6/2015 tarihli ve 167 No.lu Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler konulu Genelge'nin (167 No.lu Genelge) maddesinin birinci fıkrasında "Kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlü ve tutuklular, yargı çevresi dışında Bakanlıkça belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilecektir." hükmünün yer aldığı belirtilmiştir. Nakil yapılan tarihte Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun kapasitesinin 570, mevcudunun 968 olduğu, bu hâliyle %170 doluluk oranına sahip olması nedeniyle ceza infaz kurumlarında güvenlik ve kapasite sorunu yaşanmaması için başvurucunun zorunlu nedenlerle Samsun Ceza İnfaz Kurumundan Silivri Ceza İnfaz Kurumuna nakline karar verilmiştir. Başvurucu, bu kapsamda 22/11/2016 tarihinde Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Silivri 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.B. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumundan Naklinden Sonraki Süreç Başvurucu, Genel Müdürlüğe gönderdiği 28/11/2016 tarihli dilekçesinde, ailevi nedenlerle nakil işleminin iptal edilerek yeniden Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin sağlanmasını talep etmiştir. Genel Müdürlük 27/1/2017 tarihli yazısıyla talep edilen ceza infaz kurumunun kapasitesinin dolu olduğunu belirterek nakli uygun görmemiş ve başvurucunun yargılamasının yapılacağı mahkeme belli olduktan sonra nakil talebinde bulunması hâlinde durumunun değerlendirileceğini bildirmiştir. Başvurucu ret kararına karşı Samsun İdare Mahkemesinde 6/3/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunduğunu, Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Silivri 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine ilişkin işlemin kaldırılması yönündeki 28/11/2016 tarihli başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemlerin ve bunun yanında Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakil talebinin reddine ilişkin 27/1/2017 tarihli ve 11486 sayılı işlemin iptalini talep etmiştir. Samsun İdare Mahkemesi; iptali istenen idari işlemin tarih ve sayısı ile tebliğ tarihinin açık bir şekilde dava dilekçesinde belirtilmediğini ve söz konusu işlemin dilekçeye eklenmediğini, ayrıca adli yardım talepli açılan davada başvurucunun yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgelerin de dava dilekçesine eklenmediğini belirterek 23/3/2017 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını yineleyerek 3/5/2017 tarihinde dava açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi 18/5/2017 tarihinde davanın yetki yönünden reddine, dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 3/7/2017 tarihli kararıyla davanın konusu, işlemin açık ve net olarak ortaya konulmadığını belirterek dava dilekçesini reddetmiştir. Başvurucu dilekçesini yenileyerek 5/9/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme; 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesinin fıkrasında nakil ile ilgili yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak infaz hâkimliğinin görevleri arasında düzenlendiğinden başvurucunun bulunduğu ceza infaz kurumundan başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünün de idari yargının görev alanı dışında kaldığını, bakılan uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görev alanına girdiğini belirterek 29/11/2018 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Karar 14/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2019 tarihli istinaf dilekçesinde tutukluların ceza infaz kurumlarındaki izin ve nakil işlemlerine ilişkin şikâyetleri incelemenin ve karara bağlamanın infaz hâkimliğinin görev alanında olmadığını, Bakanlığın tesis ettiği işlemin idari bir iş olması nedeniyle uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargının görev alanına girdiğini belirterek kararın kaldırılarak idari işlemlerin iptal edilmesini talep etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 29/4/2019 tarihli kararında uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğunu belirterek başvurucunun istinaf talebini reddetmiştir. Ayrıca davalı Bakanlığın başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmediğine ilişkin istinaf talebini kabul ederek 362 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak idareye ödenmesine karar vermiştir. Anılan karar 27/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin kuruluşu" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İnfaz hâkimlikleri, Adalet Bakanlığınca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak, yargı çevresinde ceza infaz kurumu ve tutukevi bulunan ağır ceza mahkemeleri ile coğrafî durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak ilçe asliye ceza mahkemeleri nezdinde kurulur. İnfaz hâkimliğinin yetki alanı, kurulduğu yer ağır ceza veya asliye ceza mahkemesinin yargı çevresi ile sınırlıdır." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin görevi" kenar başlıklı olay tarihinde yürürlükte olan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikayetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tabi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikayetleri incelemek ve karara bağlamak...." 4675 sayılı Kanun’un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı olay tarihinde yürürlükte olan maddesinin ilgili bölümleri şu şekildedir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir...." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hakimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir." 5275 sayılı Kanun’un "Zorunlu nedenlerle nakil" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlüler, yargı çevresi dışında Adalet Bakanlığınca belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilirler." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:"Bu Kanunun;... nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler,... konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 5275 sayılı Kanun gereğince Genel Müdürlük tarafından hazırlanan 167 No.lu Genelge'nin "Zorunlu Nedenlerle Nakil" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlü ve tutuklular, yargı çevresi dışında Bakanlıkça belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilecektir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafındanaçılan tam yargı davaları, [...]" 10/7/2018 tarihli ve 30474 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin "Ceza ve Tevkifleri Genel Müdürlüğü" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi şu şekildedir:"(1) Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün görev ve yetkileri şunlardır:...Hükümlü ve tutukluların sevk ve nakil işlerini yürütmek, ..."B. Yargı İçtihatları Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 22/10/2018 tarihli ve E.2018/595, K.2018/593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''5275 sayılı 'Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un ve devamı maddelerinde 'Hükümlülerin Nakilleri'nin nasıl olacağı ve uygulanacak kurallara yer verilmiş; hükümlülerin, kendi istekleri veya toplu sevk, disiplin, asayiş ve güvenlik, hastalık, eğitim, öğretim, suç ve yargılama yeri nedenleriyle başka bir kuruma nakledilebilecekleri; hükümlülerin kendi istekleri ile bulundukları kurumdan başka kurumlara nakledilebilmeleri için aranan koşulların ve prosedürün ne olduğu; kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlülerin, yargı çevresi dışında Adalet Bakanlığınca belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilecekleri hükümlerine yer verilmiş;Ceza infaz kurumlarının yönetimine, ceza ve güvenlik tedbirlerinin ne şekilde yerine getirileceğine ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun, 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 121 inci maddesi hükümlerine dayanılarak hazırlanmış olan 'Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün madde ile başlayan Sekizinci Kısmında Hükümlülerin Nakilleri hususlarına yer verilmiş; maddenin Fıkrasında; hükümlülerin nakil işlemleriyle ilgili esas ve usullerin Bakanlık tarafından belirleneceği ifade edilmiş; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce hazırlanan Genelgelerde de, hükümlü ve tutukluların nakil işlemleriyle ilgili usul ve esasların nasıl olacağı gösterilmiştir....Konuya ilişkin mevzuat hükümleri ile somut olay birlikte irdelendiğinde, hükümlülerin yerleştirileceği ceza infaz kurumlarını belirleme görevinin Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne ait bulunduğu; bu bağlamda hükümlülerin, farklı gerekçeli nakil taleplerinin de aynı birim tarafından değerlendirildiği; davalı idarenin bu görevini bir yargı faaliyeti olarak değil idari işlem veya eylem olarak yürüttüğü; dolayısıyla davacının kalacağı ceza infaz kurumunun belirlenmesi, bu nedenle yapılan nakil işlemleri ile idarenin uygulamalarından kaynaklandığı iddia edilen uyuşmazlığın idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği açıktır.Bu itibarla, kamu hizmetini yürütmekle görevli kılınmış kamu kurumunun, anılan hizmetin yürütülmesi sırasında tesis ettiği işlemin iptali istemiyle açılan davanın görülmesi ve kamu hizmetinin yöntemince yapılıp yapılmadığının tespitinin, idari yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varılmıştır..." Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 28/1/2019 tarihli ve E.2018/886, K.2019/52 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...Konuya ilişkin mevzuat hükümleri ile somut olay birlikte irdelendiğinde, hükümlülerin (olayımızda tutuklunun) yerleştirileceği ceza infaz kurumlarını belirleme görevinin Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne ait bulunduğu; bu bağlamda farklı gerekçeli nakil taleplerinin de aynı birim tarafından değerlendirildiği; davalı idarenin bu görevini bir yargı faaliyeti olarak değil idari işlem veya eylem olarak yürüttüğü; Bakanlık işleminin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca idari yargı yerinin görev alanına girdiği açıktır...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22397
Başvuru, tutuklunun başka bir ceza infaz kurumuna resen nakil işlemine karşı idare mahkemesinde açılan davada verilen görevsizlik kararı nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun barışçıl bir gösteriye katılma nedeniyle gözaltına alınması, sonrasında kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklanması, hakkındaki suçlamalara ilişkin bilgilendirilmemesi ve soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkınınihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 12/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 27/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kamu oyunda "Gezi Parkı olayları" olarak bilinen süreci, medyadan takip ettiğini ifade eden başvurucu, bu kapsamda 31/5/2013 tarihinde Ankara Kuğulu Park'ta gerçekleştirilen ve sonrasındaki birkaç gün de Kızılay ve çevresinde devam eden birtakım gösterilere katılmıştır. Ankara'da yapılan Gezi Parkı gösterilerine ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga maddesi ile görevli bölümü) tarafından 2013/425 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturmada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının "2011 yılında 'Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi' kararının açıklanmasının ardından çeşitli marjinal sol gruplar, sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve siyasi partilerin yer aldığı 'Taksim Dayanışma Platformu'nun oluşturulduğu, günümüze kadar Taksim Dayanışma Platformu organizesinde söz konusu proje ile ilgili olarak hafta içi / hafta sonu sayıları 20 ile 50 arasında değişen gruplar tarafından Gezi Parkında düzenli olarak basın açıklaması yapıldığı; eylem sürecinde terör örgütleri, DHKP/C (Devrimci Halkın Kurtuluş Partisi), MLKP (Marksist Leninist Komünist Partisi), DEV-YOL Devrimci Hareket, Troçkistler, MKP (Maoist Komünist Parti), TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi / Marksist Leninist), DSİH (Devrimci Sosyalist İşçi Hareketi), TKİP (Türkiye Komünist İşçi Partisi - Leninist), TİKB (Türkiye İhtilalcı Komünist Birliği), TKEP-L (Türkiye Komünist Emek Partisi - Leninist) adı altında ve bu yapılara ait açık alan yapılanmalarıyla eylemlere katıldıkları ve eylemleri bir kalkışma haline getirerek etkin olduklarının gözlemlendiği; terör örgütlerinin açık alan yapılanmaları içerisinde faaliyet gösteren, masum hak arama eylemleri arkasına sığınarak, terör örgütlerinin çağrıları doğrultusunda, şiddet içerikli fiilleri yaptıkları, yüzlerini kapatmak suretiyle güvenlik güçlerine ve kamu binalarına taş ve sopalarla saldırdıkları, yola barikat kurdukları, kamu malına zarar verdikleri, kamu kurumlarını işgale teşebbüs ettikleri, kolluk kuvvetlerine Molotoflu, havai fişekli saldırıda bulundukları, Türk Bayrağını yaktıkları, görevli memura etkin direnişte bulunarak kasten yaraladıkları, linç girişiminde bulundukları" gerekçeleriyle 17/6/2013 tarihinde talepte bulunması üzerine Ankara 3 No.lu Hâkimliğinin (3713 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile görevli) 17/6/2013 tarihli ve 2013/226 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun üstünde ve konutunda arama yapılmasına, bulunması hâlinde suç delillerine el konulmasına, başvurucunun müdafii ile görüşmesinin 3713 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fırkasının (e) bendi gereğince gözaltı süresinin başladığı andan itibaren 24 saat süreyle kısıtlanmasına, başvurucunun müdafiinin soruşturma dosyasının içeriğini inceleme veya örnek alma yetkisinin 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucunun Hâkimliğin 17/6/2013 tarihli ve 2013/226 Değişik İş sayılı kararına karşı itiraz yoluna başvurduğuna dair bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. 18/6/2013 tarihinde Ankara 3 No.lu Hâkimliğinin 17/6/2013 tarihli ve 2013/226 Değişik İş sayılı kararı uyarınca başvurucunun evi aranmış, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17/6/2013 tarihli yazılı emri uyarınca başvurucu 18/6/2013 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu dışındaki bir kısım şüpheliler müdafileri 18/6/2013 tarihinde Ankara 3 No.lu Hâkimliğine başvurarak yakalama ve gözaltı kararlarının kaldırılmasını ve soruşturma dosyasındaki belgelerden örnek almalarına izin verilmesini talep etmişlerdir. Hâkimliğin 18/6/2013 tarihli ve 2013/228 Değişik İş sayılı kararı ile dosyadaki belgelerden örnek alma taleplerinin soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılığına yöneltilmesinin gerektiği gerekçesiyle bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, yakalama ve gözaltına alma kararlarının kaldırılarak şüphelilerin salıverilmesi taleplerinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu gözaltına alındıktan sonra, Hâkimliğin 17/6/2013 tarihli ve 2013/226 Değişik İş sayılı kararı uyarınca avukatı ile görüştürülmediği ilk 24 saatlik süreç içerisinde soruşturma makamlarınca başvurucunun ifadesi alınmamıştır. Kolluk görevlileri tarafından 20/6/2013 tarihinde başvurucuya, müdafii huzurunda, hakkındaki suçlamalar detaylı bir şekilde açıklanmış, yasal hakları hatırlatılmış, suçlanmasına dayanak alınan deliller ve özellikle başvurucuya ait olduğu belirtilen 6 ayrı fotoğraf gösterilmiş ve hakkındaki suçlamalarla ilgili bir takım sorular yöneltilmiştir. Başvurucu sorulan tüm sorulara ve suçlamalara karşı susma hakkını kullanmıştır. Başvurucu 21/6/2013 günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında (3713 sayılı Kanun'un maddesi ile görevli bölümü) müdafileri ile birlikte ifade vermiştir. Başvurucu, buradaki ifadesinde hakkındaki suçlamalara ilişkin sorulan sorulara cevap vermiş ve genel olarak suçlamaları kabul etmediği yönünde anlatımda bulunmuştur. Öte yandan başvurucunun müdafileri, Cumhuriyet Savcısı'na suçlamaya yönelik olarak ortak sözlü beyanda bulunmuşlardır. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade verdikten sonra, Cumhuriyet Savcısı tarafından (diğer yirmi dört şüpheli ile birlikte) tutuklanması istemiyle Ankara 3 No.lu Hâkimliğine sevk edilmiştir. Hâkimliğin 22/6/2013 tarihli ve 2013/15 sorgu sayılı kararı ile başvurucunun "yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle bir kişiyi öldürme" suçu yönünden kuvvetli suç şüphesi bulunmadığından tutuklama talebi reddedilmiş, "tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma veya el değiştirme, devletin egemenlik alametlerini alenen aşağılama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme, yaralama, silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali" suçları yönünden ise tutuklanmasına karar verilmiştir (Hâkimlik üç şüpheli hakkında ise adli kontrol uygulayarak serbest bırakma kararı vermiştir). Hâkimliğin tutuklama gerekçesi şöyledir: "Şüphelilerin üzerlerine atılı suçları) işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu, bu kapsamda; arama ve el koyma tutanaklarının kapsamı, video görüntü, fotoğraf tespit ve teşhis tutanaklarının mevcudiyeti, internet üzerinden yapılan çağrılara ilişkin internet çıktıları, tespit tutanakları, olay tutanakları, kamunun ve özel şahısların zararlarına ilişkin başvuru ve şikayetlerin içeriği, şüphelilerin üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin yasaya göre var sayılabileceği, atılı suçlara öngörülen cezanın miktarı göz önüne alındığında şüphelilerin kaçma ihtimalinin bulunması, şüphelilerin atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin yoğunluk derecesinin fazlalığı, delillerin henüz tam anlamıyla toplanmamış olup, delillerin karartılma tehlikesinin bulunması,tanıklar ve müştekiler üzerinde baskı kurulma ihtimalinin bulunması nedeniyle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, aydınlatılması gereken eylemlerin fazlalığı göz önüne alındığında somut olayda tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu anlaşılmıştır." Başvurucu 28/6/2013 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara 1 No.lu Hâkimliğinin 2/7/2013 tarihli ve 2013/329 Değişik İş sayılı kararı ile "şüpheli Tamer Morkoç'a (başvurucu) ait olduğu belirtilen görüntülerde şüphelinin yüzünü kapatarak taş attığı görülmüş olup şüphelinin kendisini tanınmayacak şekilde gizleyerek hareket ettiği değerlendirildiğinde delilleri karartma ihtimali olduğu kanaatine varılmakla, delillerin henüz tam anlamıyla toplanmamış olup delillerin karartılma tehlikesinin bulunması, tanıklar ve müştekiler üzerinde baskı kurulma ihtimalinin bulunması ve karar gerekçesinde belirtilen hususlar nazara alı(narak)" itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2013 tarihinde başvurucu ile birlikte tutuklu bulunan diğer bir kısım şüphelilerin tutukluluğunun gözden geçirilmesi için Ankara 1 No.lu Hâkimliğinden talepte bulunmuştur. Hâkimlik, başvurucuyu sözlü olarak dinledikten sonra 19/7/2013 tarihli ve 2013/366 Değişik İş sayılı kararı ile "tutuklu bulundukları suçlarla ilgili tutuklama sebeplerinin yukarıdaki deliller çerçevesinde mevcut olduğu; CMK'nın maddesinin fıkrası gereğince tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelilerin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği göz önüne alınarak; soruşturma dosyasındaki bu şüphelilerin tutuklu bulundukları suçlarla ilgili kuvvetli suç şüphesinin yoğunluk derecesinin nisbeten daha geride bulunduğu, mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçirilen süre itibariyle bu şüpheliler hakkında bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olduğu kanaatine varıldığından" başvurucunun, adli kontrol altında tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu 22/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki soruşturma, inceleme tarihi itibariyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: "(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;  ...c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,  ...  e) Silahla, İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlal eden kişiye, mağdurun şikayeti halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hale getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Mala zarar verme suçunun; a) Kamu kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş veya kamunun yararlanmasına ayrılmış yer, bina, tesis veya diğer eşya hakkında,  ...İşlenmesi halinde, fail hakkında bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(2) Mala zarar verme suçunun; a) Yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak,  ...İşlenmesi halinde, verilecek ceza bir katına kadar artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır. (2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır. (4) Suçun, silahla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Türk Bayrağını yırtarak, yakarak veya sair surette ve alenen aşağılayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu hüküm, Anayasada belirlenen beyaz ay yıldızlı al bayrak özelliklerini taşıyan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik alameti olarak kullanılan her türlü işaret hakkında uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur... (Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz..." 3713 sayılı Kanun'un mülga maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;  …e) Gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süre ile kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz. ..." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), ..." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; ... g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),  ..." 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez." 2911 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “...b) (Değişik bent: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak, ... Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5507
Başvuru, başvurucunun barışçıl bir gösteriye katılma nedeniyle gözaltına alınması, sonrasında kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklanması, hakkındaki suçlamalara ilişkin bilgilendirilmemesi ve soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme ve açıklama suçlarından başlatılan idari tahkikat sürecinde askerî savcının bilgisi ve kararı olmadan gözaltında tutularak kötü muameleye maruz kalma şikâyetinin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısıyla başvuru hakkında görüş verilmeyeceği bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1987 Karadeniz Ereğli doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte Amasya İl Jandarma Komutanlığında jandarma ulaştırma er olarak askerlik vazifesini yerine getirmektedir. Hatay ili Reyhanlı ilçesinde 11/5/2013 tarihinde saat 40’ta iki ayrı bombalı terör saldırısı düzenlenmiştir. Birkaç dakika arayla düzenlenen saldırılarda elliden fazla kişi hayatını kaybetmiş, yüz elliye yakın kişi ise yaralanmıştır. Söz konusu terör saldırılarının ardından bir bilgisayar korsanı grubu tarafından 22/5/2013 tarihinde, anılan saldırılara ilişkin dört adet askerî yazışma İnternet sitelerinde yayımlanmıştır. Yayımlanan haberlerde saldırıyla ilgili istihbaratın 25 Nisan’da alındığına dair bilgiler bulunmaktadır. Tokat Jandarma Bölge Komutanlığınca konuyla ilgili bilgi güvenliği ihlali kapsamında araştırma yapılması için İdari Tahkikat Heyeti görevlendirilmiştir. Başvurucu Hakkında Devletin Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etme ve Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama Suçlarından Yapılan Soruşturma İdari Tahkikat Heyeti tarafından düzenlenen 22/5/2013 tarihli tutanakta İnternet sitesinde çıkan mesajın renkli çıktısı alınmış, İlçe Jandarma Komutanlıklarına ve Jandarma Karakol Komutanlıklarına gönderilen mesajlar İnternet'ten alınan çıktı ile karşılaştırılmış, Cezaevi Jandarma Karakol Komutanlığından alınan çıktılarda 2 ve 4 rakamlarının aynı özellikleri taşıdığı, SEMAC' (süratli emniyetli mesaj aktarma cihazı) bağlı nokta vuruşlu yazıcının dokuz adet iğnesinin olması gerektiği hâlde alttan ikinci iğnesinin kırık olduğu, bu nedenle yazıların alt bölümünün silik çıktığı tespit edilmiş, İnternet'te yayımlanan mesajın cep telefonuyla gönderilebileceği değerlendirilerek muhabere kısmında görevli personelin üst ve dolaplarında arama izni için Sivas Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı telefonla aranmış, askerî savcı tarafından olaya resen el konularak olay tespit tutanağı düzenlenmesi, mesaj örneklerinin muhafaza edilmesi, muhabere kısmı ve çöp kutularında arama yapılması, görevli erbaş ve erlerin üst ve dolaplarında mahkemeden arama kararı alınana kadar arama yapılmaması, erbaş ve erlerin İl Jandarma Komutanlığına götürülerek orada tutulması, görev bölgesinden uzaklaştırılması talimatlarının verildiği belirtilmiştir. Amasya Cezaevi Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından düzenlenen 22/5/2013 tarihli tutanakta telsiz kısmında mesajların çıktılarının alındığı nokta vuruşlu yazıcıda yapılan inceleme sonucu söz konusu evraklarda silik olarak görülen yazı karakterlerinin yazıcı üzerinde alttan ikinci iğnenin kırık olmasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Sivas Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığının 23/5/2013 tarihli ve 2013/691 sayılı arama kararıyla gecikmesinde sakınca bulunduğundan şüpheliler Jandarma Onbaşı K.Z. ve başvurucunun dolapları, valizleri ile santral odasında arama yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun görev yaptığı santral odasında 23/5/2013 tarihinde yapılan aramada üç adet cep telefonu bulunmuştur. Başvurucu, Askerî Savcılığın 23/5/2013 tarihli ve 2013/502 sayılı kararıyla aynı gün gözaltına alınmıştır. Başvurucu 23/5/2013 tarihinde şüpheli sıfatıyla Askerî Savcılıkta müdafii bulunmadan, Askerî Mahkemede müdafii huzurundaki sorgusunda yaptığı savunmalarında işkence ve kötü muamele iddiasında bulunmamıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 24/5/2013 tarihli ve E.2013/850, K.2013/67 sayılı kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. 28/5/2013 tarihli tutanakta Amasya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ait 45 ve 46 No.lu kameraların 21/5/2013 günü saat 01 ile 06 arasındaki kayıtlarında Jandarma Er Utku Kalı’nın [başvurucu] Cezaevi Karakolu önündeki çöp bidonunda kâğıt yaktığı, daha sonra su ile söndürdüğü tespit edilmiştir. KKK Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığının 17/7/2013 tarihli ve E.2013/502 sayılı iddianamesiyle başvurucunun “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme ve devletin güvenliğine ve siyasal yararına ilişkin belgeleri açıklama” suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Askerî Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianame şöyledir: “Şüpheli J.Er Utku KALI’nın [başvurucu] görevli olduğu Amasya İl Mrk. J. K.lığı santralinde 21 Mayıs 2013 saat 20’de İl J.K.lığı tarafından gönderilen ... bilgisayar numaralı ve J. İsthb. Bşk.lığınca ‘Devletin Güvenliği, iç ya da dış siyasal yararları bakımından ve niteliği açısından gizli kalması gereken bilgilerden olduğu’ tespit edilen dört adet ‘gizli’ gizlilik dereceli mesajdan bir suret bilgisayar çıktısı alması gerekirken iki suret bilgisayar çıktısı aldığı, almış olduğu bilgisayar çıktılarından bir sureti hakkında yapılması gereken işlemleri yaparak dört adet mesajı cezaevi karakol komutanı J. Kd. Bçvş. E.A.ya teslim ettiği, elinde kalan diğer mesaj suretlerinin üzerine ‘gizli’ ve ‘ivedi’ kaşeleri vurduktan bilirkişi raporu ile şüpheli J. Er Utku KALI’ya ait olduğu tespit edilen … marka cep telefonunda kullanılan K.Z. adına kayıtlı ... numaralı hattan E.P. isimli sivil şahsa ait ... numaralı hattı 18:17:19 da arayarak 13 saniye konuştuğu, 18:18:23’de tekrar arayarak 210 saniye görüştüğü, elinde mevcut mesaj emirlerinin fotoğrafını … marka cep telefonuyla Apple ürünleri için yakından kaliteli resim çekmek amacıyla geliştirilmiş olan Camera Plus programı vasıtasıyla 18:53:58 ile 18:54:55 saatleri arasında çektiği ve E.P.’ye ait ... numaralı cep telefonu ile anlık iletişim ve veri aktarma özelliği olan Whatsapp programı vasıtasıyla iletişim kurduğu, telefon üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde; bu iletişim kayıtlarında JPG uzantılı resim dosyalarına rastlanıldığı ve bu resimlerin internetten yayınlanan resimler olduğunun tespit edildiği ... anlaşılmıştır.” KKK Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15/8/2013 tarihli ve E.2013/870, K.2013/166 sayılı kararı ile görevsizlik kararı verilerek dosya, Samsun Ağır Ceza Mahkemesine (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga maddesi ile görevli) gönderilmiştir. Samsun Ağır Ceza Mahkemesince E.2013/43 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamada 11/11/2013 tarihli celsede başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin 13/3/2014 tarihli ve E.2013/43, K.2014/13 sayılı kararı ile Amasya Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Amasya Ağır Ceza Mahkemesinin 4/2/2016 tarihli ve E.2014/98, K.2016/24 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına karar verilmiştir. Bu karar temyiz edilmeksizin 12/2/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“…Sonuç olarak yapılan aramanın CMK'nın 119 ve maddelerine açıkça aykırı olduğu anlaşılmakla, bu aramalar sonucu elde edilen delillerin bu kapsamda sanığa ait olduğu iddia edilen cep telefonunun ve telefon üzerinde yapılan inceleme sonucu alınan raporların hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğinde olduğu ve hükme esas alınamayacağı kanaatine varılmıştır. Açıklanan bu deliller çıkarıldığında sanığın atılı suçu işleyip işlemediğinin dosyadaki diğer deliller ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir. Sanığın suça konu gizli belgeleri temin ettiği ve açıkladığına dair yukarıda belirtilen ve hukuka aykırı olarak elde edildiği sonucuna varılan deliller dışında cezalandırılmasına yeterli delil bulunmamaktadır. Bir kısım tanıklar sanığı belge yakarken gördüklerini beyan etmiş iseler de; yaktığı belgelerin içeriğini görmediklerini söylemişlerdir. Dolayısıyla sanığın yaktığı iddia edilen belgelerin suça konu belgeler olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Yine söz konusu belgelerin sanığın görev yaptığı santrale gönderildiği sabit ise de; santralde sanık dışında görev yapan başka personel de bulunmakta olup, dava konusu belgelerin sadece sanığın çalıştığı santrale değil başka pek çok birime de gönderilmiş olduğu dosya kapsamı ile sabittir. Yine sanığın bu belgeleri temin ederek E.P. isimli şahsa gönderdiğinin iddia edilmesine karşın, bu belgeleri açıklamak suçundan Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/205 Esas sayılı dosyasında yargılanan E.P.nin atılı suçlardan beraatına karar verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Yukarıda açıklanan bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçları işlediğine dair hukuka uygun olarak elde edilmiş, cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak, somut ve kesin delil bulunmadığından sanığın CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince beraatına dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Başvurucunun Şikâyeti Üzerine İşkence Suçundan Yapılan Soruşturma Başvurucu 12/7/2013 tarihinde İdari Tahkikat Heyeti üyeleri ve Amasya E Tipi Cezaevi Jandarma Komutanlığı yetkilileri hakkında 22/5/2013 tarihinde gerçekleştiğini ileri sürdüğü işkence, hakaret ve tehdit suçlarından Amasya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu; Amasya E Tipi Kapalı Cezaevi İlçe Jandarma Komutanlığında askerlik görevini yaptığını, Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlama olayı ile ilgili olarak bir bilgisayar korsanı grubu tarafından 22/5/2013 tarihinde toplam yedi sayfa olmak üzere 4 adet jandarma istihbarat belgesinin yayımlandığını, bu olayla ilgili olarak 22/5/2013 tarihinde akşam saatlerinde Amasya E Tipi Kapalı Cezaevi Jandarma Karakoluna Tokat Jandarma Bölge Komutanlığından gelen İdari Tahkikat Heyetince hukuka ayrı olarak ve Askerî Savcılığın bilgisi dışında sorgulandığını, öncelikle komutan odasında, ardından da karakolda boş bir odaya alınarak işkenceye maruz kaldığını, heyet üyeleri tarafından hukuka aykırı olarak sorgulanıp kendisine gösterilen evraklardan haberinin olup olmadığının sorulduğunu, ”Bu işi para için mi yaptın? Neden yaptın? Suratına ne oldu? Kanın mı çekildi? Az otur istersen." gibi sözlerle direncinin kırılmaya çalışıldığını; annesi, babası, ablası ve ablasının eşinin ad soyadları, meslekleri, nerede çalıştıkları ve telefon numaraları gibi kişisel bilgilerinin sorulduğunu, bu şekilde ailesine yönelik endişe duymasının amaçlandığını ve itirafa zorlandığını, "Ben yapmadım komutanım." demesi üzerine, Tokat'tan gelen bir kıdemli başçavuş ve yine orada bulunan bir kişi tarafından yan odaya alınarak tokatlandığını, boğazının sıkıldığını, yine iteklenerek duvara çarpıldığını, karın boşluğu gibi daha ziyade iz kalmayacak bölgelerine vurulduğunu, işkence süresince hakarete maruz kaldığını, arama yapmak istediklerinde durumu Askerî Savcılığa ileterek izin talep ettiklerini, 22/5/2013 tarihli tutanağa göre de bu noktada olaya Askerî Savcılığın resen el koyduğunu, aynı yerde askerlik yapan arkadaşı Jandarma Er K.Z. ile birlikte Amasya İl Jandarma Komutanlığına götürülmesi talimatının verildiğini, Amasya İl Jandarma Komutanlığında "bekleme odası" diye tabir edilen bir odada kalmaya zorlandığını, yatak olmayan odada kendisine verilen bir battaniye ile üçlü sandalye üzerinde uyumak zorunda bırakıldığını, Amasya İl Jandarma Komutanlığına geldikten sonra su ve sigara içmesine izin verilmediğini, odanın nezarethaneye çevrildiğini ve kapısında beklemek üzere bir nöbetçi görevlendirildiğini, 22/5/2013 tarihinde saat 00 gibi uyandırılarak 00 gibi Sivas Askerî Savcılığına götürülmek üzere yola çıkıldığını, Reyhanlı’daki patlamayla ilgili jandarma istihbarat belgelerini sızdırmak suçlamasıyla 24/5/2013 tarihinde tutuklandığını, gördüğü işkence ve kötü muamele nedeniyle psikolojik sıkıntılar yaşadığını ve ilaç kullanmaya başladığını belirtmiştir. Müştekinin soruşturmada ifadesi alınmamıştır. Başvurucu hakkında gözaltına alınmadan önce Sivas Numune Hastanesinin 23/5/2013 tarihli saat 32’de tanzim olunan raporunda; sol scapula (kürek kemiği) üstünde 1 cm’lik kırmızı lezyon, boyun sol ön yanında 3 cm’lik kırmızı lezyon, sağ kolda 2 adet 1 cm çapında yuvarlak sarı renkli lezyon, sol dizde operasyon skarı (yara izi) bulunduğu kayıtlıdır. Gözaltından çıkarılırken aynı Hastanenin 24/5/2013 tarihli ve 10’da tanzim olunan raporunda yeni darp cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu vekili tarafından ibraz edilen Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinin 6/8/2013 tarihli raporunda; alınan öykü ve yapılan ruhsal durum muayenesi bulguları travma sonrası stres bozukluğu tanısını karşılamakta, ayrıca yapılan psikometrik testlerde beck depresyon ölçeği (39 puan), beck anksiyete envanteri (33 puan), MMPI ve travma değerlendirme ölçekleri neticesinde şahsın bildirdiği bu durumun kötü muamele ile bağlantılı olabileceği tıbbi kanaatine varılmış olup şahsın intihar düşünceleri olması nedeniyle yatarak tedavi olması gerektiği önerilmiştir. Başvurucu vekili tarafından ibraz edilen Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinin 25/10/2013 tarihli raporuna göre; beck depresyon ölçeği 61, beckanksiyete ölçeği 55 puan sonucunda şahsın yoğun öz kıyım düşünceleri olduğundan mahkûm koğuşu bulunan kapalı bir psikiyatri kliniğine sevki uygun görülmüştür. Jandarma Uzman Çavuş S.E., Jandarma Astsubay K.K, Jandarma Uzman Çavuş E.Ç., Jandarma Er H.K. ve başvurucuyla birlikte gözaltına alınan Jandarma Er E.Z. 14/8/2013 tarihli ifadelerinde başvurucunun gözaltına alınmasından tutuklanmasına kadar geçen süreçte işkence, hakaret ve tehdide maruz kalmadığını söylemişlerdir. Yapılan soruşturma sonucunda Amasya Cumhuriyet Başsavcılığının 26/9/2013 tarihli ve 2013/3721 Soruşturma, K.2013/2897 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“…Müşteki hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin dosyanın bir suretinin Sivas Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığından istenilerek dosyamız arasına alındığı, dosyanın yapılan incelemesinde soruşturmanın doğrudan askeri savcılık tarafından yürütüldüğünün anlaşıldığı, müşteki hakkında Sivas Numune Hastanesince tanzim edilen 23/5/2013 tarih ve 3473 No.lu adli muayene raporunun incelenmesinde müştekide yeni darp ve cebir izinin bulunmadığının belirtildiği ve yine Sivas Numune Hastanesince tanzim edilen 24/5/2013 tarih ve 3489 No.lu adli muayene raporunun incelenmesinde yeni darp ve cebir izinin bulunmadığının belirtildiği, Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen soruşturma sonucu yapılan incelemede, tanık beyanları ve özellikle müştekiyle birlikte hakkında soruşturma yürütülen tanık K.Z.nin beyanı, olay sonrası Sivas Numune Hastanesince tanzim edilen 23/5/2013 ve 24/5/2013 tarihli adli raporlarda müştekide yeni darp cebir izine rastlanmadığı yönündeki tespitler nazara alındığında, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair müşteki vekilinin şikayet dilekçesinde belirttiği iddialar dışında kamu davasının açılmasını haklı gösterecek her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşıldığından [kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir]." Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Vezirköprü Ağır Ceza Mahkemesinin 5/12/2013 tarihli ve 2013/568 Değişik İş sayılı kararıyla şüpheliler hakkında kamu davası açılması için yeterli delil ve neden bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 31/12/2013 tarihinde tebliğ edildiğinden 29/1/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , ve maddeleri şöyledir:“İşkence Madde 94 – (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.…Tehdit Madde 106 – (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.…Hakaret Madde 125 – (1) (2005 T. 5377 s k değ.) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.…” 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun ve maddeleri şöyledir:"Bir suç işlendiğinin öğrenilmesi ve ilk tedbirler:Madde 95- (Değişik madde: 29/06/2006 - 5530 S.K./ md.) Cumhuriyet savcılıklarına veya zabıta makam ve memurlarına yapılacak askerî yargıya tâbi suç ihbar ve şikâyetleri şüphelinin amiri olan makama gönderilir. Askerî birlik komutanı veya askerî kurum amiri maiyetinden birinin kendisine ihbar veya şikâyet olunan veyahut diğer suretle öğrendiği, askerî mahkemelerin görev alanına giren suçları hakkında şüphelinin kimliğini, isnat olunan suçu ve bu suçun delillerini gösterir bir vak'a raporu düzenler ve adlî yönden bağlı bulunduğu askerî mahkemenin teşkilâtında kurulduğu kıt'a komutanı veya askerî kurum amirine gönderir. Teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum amiri, suç evrakını inceledikten sonra askerî savcıya gönderir ve şüphelinin tutuklanmasını isterse bu husustaki istemini de bildirir.  Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlar veya gecikmesinde sakınca umulan hallerde askerî savcılar derhal soruşturmaya başlarlar. Zorunluluk halinde bu soruşturma bir disiplin subayı tarafından da yapılabilir. Bu hallerde durum derhal yetkili askerî mahkemenin teşkilâtında kurulduğu komutan veya askerî kurum amirine bildirilir. ..."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1358
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme ve açıklama suçlarından başlatılan idari tahkikat sürecinde askerî savcının bilgisi ve kararı olmadan gözaltında tutularak kötü muameleye maruz kalma şikâyetinin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler ve Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hal ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 11- B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu, hakim olarak görev yaptığı dönemde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname gereğince meslekten ihraç edilmiştir. Kamu görevinden ihraç edilmesinin ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle Kars Barosuna başvurmuştur. Başvurucunun kanuni şartları taşındığı gerekçesiyle baro levhasına yazılmasına karar verilmiş ve bu karar da Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından uygun bulunmuştur. Söz konusu karar hukuki isabet bulunmadığı belirtilerek, Bakanlık tarafından bir daha görüşülmek üzere TBB'ye gönderilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB kararının kesinleşmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) TBB'ye karşı iptal davası açmıştır. Mahkeme 14/5/2019 tarihli ara karar ile davanın başvurucuya ihbar edilmesine karar vermiştir. Davanın ihbar edilmesine ilişkin karar 28/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, davaya müdahil olma talebinde bulunmamıştır. Mahkeme 19/9/2019 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda öncelikle avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğinde olduğu, avukatların işlevsel anlamda kamu görevi ifa ettiği ve hâkim olma niteliğini kaybetmiş olan başvurucunun avukatlık mesleğinde görevlendirilemeyeceği ifade edilmiştir. TBB tarafından yapılan istinaf başvurusu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 5/2/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, Bölge İdare Mahkemesine hitaben yazdığı 12/2/2020 tarihli dilekçe ile Mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 26/2/2020 tarihli kararıyla başvurucunun anılan talebi hakkında incelenmeksizin ret kararı vermiştir. Kararda, Mahkeme kararı üzerine yapılan istinaf başvurusu sonucunda verilen kararın kesin nitelikte olduğu ve başvurucunun Mahkemenin kendisine davayı ihbar etmesine rağmen davaya müdahil olmadığı belirtilerek davanın tarafı olmayan başvurucunun kesin nitelikteki karar üzerine kararın kaldırılması talebinin incelenemeyeceği ifade edilmiştir. İncelenmeksizin ret kararı başvurucuya 13/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11654
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklunun ceza infaz kurumuna yerleştirilmeden önce kurum personeli tarafından şiddet ve tacize maruz bırakılarak zorla çıplak aranması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.       Başvuru 18/12/2013 tarihinde yapılmıştır.    Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.    Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.    Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.     Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.    Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.      Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisistemi (UYAP) aracılığıyla Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:  Başvurucu 20/6/2013 tarihinde kolluk kuvvetlerince gözaltına alınmış vesilahlı terör örgütüne üye olmak suçundan İzmir 2 No.lu Hâkimliğinin (TMK madde ile görevli) 23/6/2013 tarihli kararı ile tutuklanmıştır.  Başvurucu, tutuklama kararı üzerine İzmir Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) götürülmüştür. Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sürecinde infaz koruma memurları başvurucuyu aramak istemişler ve başvurucuyu arama odasına almışlardır.  İnfaz koruma memurlarının beyanı kapsamında başvurucu, gözaltı esnasında kolluk tarafından arandığını belirterek arama yapılmasına izin vermemiştir. Başvurucu ise infaz koruma memurlarının çıplak arama yapmak istemesi üzerine bunun insanlık onuruna aykırı olduğunu belirterek arama yapılmasına karşı çıkmıştır.  Başvurucunun karşı koyması üzerine Kurum İkinci Müdürüne haber verilmiş ve Müdür sabaha karşı saat 00 sıralarında Ceza İnfaz Kurumuna gelmiştir. Başvurucunun arama yapılmasına karşı olmasına rağmen mevzuat hükümleri gereğince araması yapılmıştır. İnfaz koruma memurları aramanın çıplak olarak yapılmadığını ve zor kullanma yetkisinin aşılmadığını belirtmişlerdir.  Başvurucu vekili, ertesi gün başvurucuyu ziyarete gelmiş ve olaylar hakkında bilgi sahibi olmuştur. Başvurucu vekili, başvurucunun çıplak aramaya karşı koyması üzerine infaz koruma memurlarının tacize varacak tutum ve davranışlarla çıplak arama yaptığını belirterek 5/8/2013 tarihinde Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur.   Öte yandan başvurucu hakkında aramaya karşı çıktığından bahisle disiplin soruşturması açılmıştır.  Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında olay günü aramaya katılan infaz koruma memurlarının şüpheli sıfatıyla beyanları alınmış ve soruşturma sonucunda 11/10/2013 tarihinde müsnet suçun unsurlarının oluşmadığı belirtilerek şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.  Başsavcılık kararında ceza infaz kurumuna alınan tutuklu ve hükümlülerin onuru rencide olmayacak şekilde mevzuat uyarınca arama yapılması gerektiği, olayda da kadın başvurucunun kadın infaz koruma memurları tarafından kapalı odada usule uygun şekilde arandığı, olayda çıplak aramanın söz konusu olmadığı belirtilmiştir.  Kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karara yapılan itiraz, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 6/3/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.   Başvurucu hakkında yapılan disiplin soruşturması sonucunda Disiplin Kurul Başkanlığının 1/7/2013 tarihli kararı ile başvurucunun aramaya karşı çıktığından bahisle başvurucuya bir ay süre ile ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası verilmiştir.   Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı itirazda bulunmuş; Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinin 25/10/2013 tarihli kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin fıkrasının (b) bendi uyarınca kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etmek veya davranışta bulunmak eylemi nedeni ile disiplin cezası verildiğinden bahisle itiraz istemi reddedilmiştir.  Hâkimlik, duruşmalı olarak yaptığı yargılamada başvurucunun ve tanık sıfatıylabazı infaz koruma memurlarının beyanı alınmıştır. Bununla birlikte olaya ilişkin kamera kayıtları getirilerek Hâkimlik tarafından incelenmiştir. Kararın gerekçesinde Hâkimlik, öncelikle ceza infaz kurumlarında aramaya ilişkin mevzuatı incelemiştir. Buna göre ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutukluların kuruma ilk geldiklerinde ya da koğuştan çıkış ve girişlerinde aranmalarının bir zorunluluk olduğu, aksinin kabulü hâlinde ceza infaz kurumuna sokulması yasak eşyaların sokulmasının mümkün hâle geleceği ifade edilmiştir. Hâkimlik ayrıca yasak eşyaların sokulması hâlinde de ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklular ile infaz koruma memurlarının can güvenliklerinin ve sağlıklarının tehlikeye gireceğini, kurumda disiplin ve düzeninin sağlanmasının imkânsız hâle geleceğini vurgulamıştır.  Hâkimlik, gerekçesinin devamında kamera kayıtlarının incelemesi sonucunda bazı tanıkların çelişkili beyanları olsa da çıplak arama yapılmadığı kanaatine varmıştır. Özellikle başvurucunun çıplak aranması için zor kullanılması hâlinde kıyafetlerinde olması beklenen yırtıklık, yamukluk veya dağınıklık gibi durumların olmadığı belirtilmiştir.  İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2013 tarihli kararı ile reddedilmiş; karar, başvurucuya 19/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.   18/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar ziyaretçi görüşüne çıkarılmamasıdır.(2) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler şunlardır: ... b) Aramaya karşı çıkmak. ...    (3) Resmî ve yetkili merciler ile avukatlar ve yasal temsilcilerle görüşmelerde bu madde hükmü uygulanmaz."  4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) “Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“…(2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir. a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir, b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır, c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir, d) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir. (3) Beden ve üst aramaları aynı cinsiyetten güvenlik ve gözetim görevlileri tarafından yapılır. …(9) Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır.”B.   Uluslararası Hukuk  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını, en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57).  AİHM, cezaevi güvenliği sağlamak, suç işlenmesini ya da düzenin bozulmasını engellemek amacıyla çıplak arama yapılmasının gerekli olabileceğini kabul etmiştir (Van Der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/2/2003, § 60)Ancak somut olayın şartları açısından bu uygulamanın üzüntü ve aşağılama duygusunu artırabileceği, bu yönüyle kamu otoritelerinin hükümlü/tutukluların onurunu zedelemeyecek şekilde uygun davranmaları gerektiği değerlendirilmektedir (Van Der Ven/Hollanda, §§ 61-62; Valašinas/Litvanya, B. No: 44558/98, 24/7/2001, § 117; Iwanczuk/Polonya, B. No: 25196/94, 15/11/2001, § 59; Frerot/Fransa, B. No: 70204/01, 12/6/2007, §§ 38-47; Pawel Pawlak/Polonya, B. No: 13421/03, 30/10/2012, § 141).   AİHM; tamamen duyusal yalıtma ile birlikte bütünüyle sosyal yalıtmanın kişiliği tahrip edeceğini, güvenlik veya başka gerekçelerle haklı gösterilmeyecek bir insanlık dışı muamele biçimi oluşturacağını belirtmiştir. Diğer taraftan mahkûmların diğer mahkûmlarla görüşmesinin yasaklanmasının güvenlik, disiplin veya önleyici tedbirlerin gerektirdiği koşullarda Sözleşme'nin maddesinin ihlali olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. (Öcalan/Türkiye, B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 191). Ayrıca güvenliği sağlama, tutulan kişiyi diğer tutulanlardan koruma, devam eden yargılamada sanıkların hileli iş birliği yapmalarını veya tutulan kişinin dışarıdakilerle suç için iş birliği yapmalarını önleme gibi amaçlarla tek başına tutma tedbirinin uygulanması da mümkündür. Başka bir ifade ile sıkı güvenlik rejimine ilişkin bir tedbir olan tek başına tutma kendiliğinden Sözleşme'nin maddesine aykırı bir müdahale sayılmaz (Van der Ven/Hollanda, § 50). Uzun süre başkalarından ayrı tutmanın Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir ihlal oluşturup oluşturmayacağı değerlendirirken olayın içinde bulunduğu özel koşullara, tedbirin zorunluluğuna, süresine, izlenen amaca ve ilgili kişi üzerindeki etkilerine bakılması gerekir (Rohde/Danimarka, B. No: 69332/01, 21/7/2005, § 93).    
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/266
Başvuru, tutuklunun ceza infaz kurumuna yerleştirilmeden önce kurum personeli tarafından şiddet ve tacize maruz bırakılarak zorla çıplak aranması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iş mahkemesinde görülmekte olan tespit davasında bozmadan sonra ıslahın geçerli kabul edilmemesi ve ıslah edilen talebin reddi sebebiyle vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/4/2008 tarihli dilekçe ile orta derecede zekâ geriliği, iki kulakta işitme kaybı, bir ayağında protez ve sağ ayak bileğinde hareket zaafiyeti bulunduğunu belirterek 1992 yılında vefat eden babasından kalan ölüm aylığına dava tarihinden itibaren hak kazandığının tespitini istemiştir. İstanbul İş Mahkemesi 8/7/2010 tarihli karar ile davanın kabulüyle başvurucuya dava tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar vermiştir. Davalı kurum vekili tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/12/2010 tarihli kararı ile Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu raporu ile Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Sivas Bölge Hastanesi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi ve başvurucunun çalışamayacak durumda malul olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden bozulmuştur. Mahkeme bozma ilamına uyarak başvurucunun maluliyet oranı ve başlangıç tarihi hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor düzenlemesini istemiştir. Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu 10/4/2013 tarihli raporunda başvurucunun %80 oranında meslekte kazanma gücünden mahrum olduğu ve maluliyetin başlangıç tarihinin 2/9/2003 tarihi olduğunu bildirmiştir. Adli Tıp Kurumu Raporunun dosyaya ibrazından sonra başvurucu, 31/1/2014 tarihli ıslah dilekçesiyle maluliyet başlangıç tarihinin 2/9/2003 olarak tespitini talep etmiştir. İstanbul İş Mahkemesi 6/2/2014 tarihli ve E.2011/85, K.2014/12 sayılı karar ile hâlihazırda malul olup çalışarak hayatının devamını sağlaması mümkün olmayan başvurucunun babasından kalan ölüm aylığını almaya hak kazandığını kabul etmiştir. Mahkeme, Yargıtayın yerleşik içtihatları gereğince bozmadan sonra ıslah mümkün olmadığından ıslah talebini reddederek ölüm aylığı almaya hak kazanılan tarihi dava tarihi olarak tespit etmiş ve reddedilen kısım yönünden davalı kurum lehine 500 TL maktu vekâlet ücretine karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/6/2014 tarihli kararı ile onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucu vekili tarafından 11/7/2014 tarihinde öğrenilmiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri Dava tarihinde yürürlükte bulunan 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "Eş ve çocuklara aylık bağlanması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (I) bendinin ilgili kısmı şu şekildedir: “18 yaşını, ortaöğrenim yapması halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış olan veya çalışamayacak durumda malül bulunan ve Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan…” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Islahın zamanı ve şekli" kenar başlıklı maddesinin (1)numaralı fıkrası şu şekildedir: “Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.''18 6100 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti....” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.” Yargısal İçtihatlar Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4/2/1948 tarihli ve 10/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının ilgili kısmı şöyledir:''Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ıslahın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksen dördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtayca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına [karar verilmiştir.]'' Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve E.1959/13, K.1959/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının ilgili kısmı şöyledir:''…Bir mahkeme kararının her ne nedenle olursa olsun temyizce bozulması sonunda mahkemenin bozma kararına uymasıyla dava yeniden duruşma (muhakeme) safhasına girmiş olacağı cihetle duruşma henüz bitmemiş demektir…” Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 6/5/2006 tarihli ve E.2005/1, K.2006/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının ilgili kısmı şöyledir:''Yukarıda açıklanan nedenlerle; 'bozma kararı sonrasında ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine [karar verilmiştir.]'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/3533, K.2016/8136 sayılıkararının ilgili kısmı şöyledir:''Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı kararı uyarınca bozmadan sonra ıslah yapılabilmesi mümkün olmadığı, gözetilmeksizin, davacı tarafın bozma sonrası yargılamada, 2015 tarihli harçlandırılan ıslah dilekçesi gözetilerek, davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11759
Başvuru, iş mahkemesinde görülmekte olan tespit davasında bozmadan sonra ıslahın geçerli kabul edilmemesi ve ıslah edilen talebin reddi sebebiyle vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda açlık grevi yapan başvuruculara suç örgütünün propagandasını yaptıkları gerekçesiyle disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular farklı tarihlerde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuruculardan bazıları, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte başvurucular terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak Alanya 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucular birbirine yakın tarihlerde Ceza İnfaz Kurumuna veya Bakanlığa hitaben dilekçe yazarak açlık grevi yapacaklarını bildirmiştir. Başvurucular dilekçelerinde genel itibarıyla Kürt halkının önderi olarak gördükleri Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.) İmralı'daki ceza infaz kurumunda tecrit niteliğindeki koşullarda tutulduğunu, aynı koşulların siyasi suçlardan tutuklu veya hükümlü olanlara da uygulandığını, birçok siyasi suçlunun söz konusu ağır tecrit koşulları nedeniyle yaşamını yitirdiğini, ağır hasta olan bir siyasi suçlunun hastalığına rağmen ceza infaz kurumlarında tutulmaya devam edildiğini belirtmiştir. Bu açıklamalar sonrasında başvurucular, A.Ö. üzerindeki ağır tutma koşullarına son verilmesini ve hasta olan siyasi suçluların derhâl serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla açlık grevi yapacaklarını ifade etmiştir. Başvurucuların açlık grevine başlamaları üzerine haklarında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma eylemini gerçekleştirdikleri gerekçesiyle başvurucular hakkında hücreye koyma disiplin cezası uygulanmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu başvurucuların PKK terör örgütü lideri A.Ö.ye uygulandığını belirttikleri tecritin son bulması için açlık grevi gerçekleştirdiklerini, anılan eylemleri ile terör örgütünün propagandasını yaptıklarını ifade etmiş; başvurucular hakkında hücreye koyma disiplin cezası uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucular söz konusu cezalara karşı Alanya İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucuların şikâyetinin kabulüne ve disiplin cezalarının kaldırılmasına karar vermiştir. İnfaz Hâkimliği kararlarında; benzer bir olaya ilişkin verilen Yargıtay kararına atıf yaptıktan sonra somut olaylarda başvurucuların eylemlerinin aleni bir nitelikte olmadığına vurgu yapmış ve bu nedenle suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma disiplin eyleminin somut olayda oluşmadığı sonucuna varmıştır. Alanya Cumhuriyet Başsavcılığı, İnfaz Hâkimliği kararlarına itiraz etmiştir. Alanya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) İnfaz Hâkimliği kararlarına itirazın kabulüne ve kararların kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararlarında genel olarak birçok hükümlünün yakın tarihlerde benzer içerikli dilekçeler ile açlık grevi yaptıklarını, aynı Ceza İnfaz Kurumunda birçok kişinin bulunması nedeniyle eylemin aleniyet kazandığını, başvurucuların eylemlerinin örgütsel bir eylemin icrası kapsamında kaldığını ve örgütün propagandasının yapılması niteliği taşıdığını kabul etmiştir. Mahkeme bazı kararlarında ise başvurucuların eyleminin propaganda faaliyeti yapma niteliğinde olduğunu ve aleniyet unsurunun aranmayacağını kabul etmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihindeki hâli şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…g) Açlık grevi yapmak. " 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır: … l) Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Atilla ve diğerleri/Türkiye, ((k.k.), B. No: 18139/07, 11/5/2010) kararında, Diyarbakır F Tipi Ceza İnfaz Kurumunda bulunan ve A.Ö.nün tutma koşullarını protesto etmek amacıyla açlık grevi yapan elli sekiz mahpusa verilen disiplin cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. AİHM, eylemi yapan kişilerin kalabalık bir grup olmasının ve terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunmalarının özellikle dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu tespitler sonrasında AİHM, bu nitelikteki ve ölçekteki bir protestonun ceza infaz kurumu yetkilileri tarafından kurum düzenine yönelik bir tehdit olarak görülebileceğini, somut olayda başvuranların açlık grevi yapmalarını engellemek veya onları caydırmak ve bu tür bir kampanya başlatıldığında kurum düzenini yeniden sağlamak için ılımlı disiplin cezaları verildiğini kabul etmiştir. Son olarak AİHM, verilen disiplin cezasının düzensizliğin önlenmesi anlamında orantısız sayılamayacağını belirtmiş ve somut olayda ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmıştır. AİHM, İncedere ve Yıldız/Türkiye ((k.k.), B. No: 65227/19, 6465/20, 18/11/2021) kararında ise Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan ve bir kanun hükmünde kararname ile görevlerinden ihraç edilen iki öğretmene desteklerini göstermek amacıyla açlık grevi yapan iki mahpusa verilen disiplin cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. Söz konusu olayda başvurucular ile birlikte altı kişinin daha aynı tarihlerde ve aynı amaçlarla açlık grevi yaptıkları anlaşılmıştır. AİHM başvuru konusu disiplin cezasının kurum düzenin yeniden tesis edilmesi, başvurucuların ve diğer mahpusların kişisel durumlarını ilgilendirmeyen nedenlerle benzer açlık grevlerine yeniden başlamalarını engellemek amacıyla verildiğini belirtmiştir. Bu tespit sonrasında AİHM, başvuranlar tarafından yapılan açlık grevinin toplu niteliğini, benzer açlık grevlerinin kurum düzeni ve disiplini açısından teşkil edeceği riski ve verilen cezanın orantılı niteliğini dikkate almış; başvuru konusu disiplin cezasının başvuranların ifade özgürlüğünün kullanımına yapılan orantısız bir ceza olmadığını değerlendirmiştir. Sonuç olarak AİHM, somut olayda ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğunu kabul etmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8864
Başvuru, ceza infaz kurumunda açlık grevi yapan başvuruculara suç örgütünün propagandasını yaptıkları gerekçesiyle disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, haklarında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hakim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklandıklarını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz üzerine verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutuklama kararına karşı etkili başvuru yolu bulunmadığını, gözaltı süresinin aşıldığını, kanuna aykırı delillerin kullanıldığını, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği, maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurular 27/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Yapılan incelemede; 2014/14072, 2014/14073, 2014/14074, 2014/14075, 2014/14076, 2014/14077, 2014/14078, 2014/14079, 2014/14080, 2014/14081, 2014/14082, 2014/14083, 2014/14085, 2014/14087, 2014/14088, 2014/14089, 2014/14090, 2014/14092, 2014/14094, 2014/14095, 2014/14096 ve 2014/14097 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte olmaları nedeniyle 2014/14061 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı Serdar Bayraktutan başvurusu dışındaki diğer başvurularla ilgili görüşünü 22/10/2014, anılan başvuruyla ilgili görüşünü ise 17/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 27/10/2014-7/11/2014 tarihleri arasında tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 11/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır. Birinci Bölüm tarafından 30/12/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, Bakanlık görüş yazısı ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından, başvurucular hakkında iki ayrı soruşturma yürütülmektedir. 2014/69722 Sayılı Soruşturma 2014/69722 sayılı soruşturma, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan önleyici amaçlı iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkindir. Bu soruşturma kapsamında, başvurucular Hikmet Kopar, Tolga Güzeltaş, Muhammed Ali Iklı, Muhammed İkbal Kayaduman, Mesut Yılmaz, Ali Fuat Yılmazer, Ali İhsan Tezcan, Metin Canbay, Erol Demirhan, Hasan Hüseyin Danacı, Hayati Başdağ, İsmail Torlar, Harun Aydın, Şeref Bolat, Fatih Kıncır, Erkan Palas, Ramazan Orkun Altınışık, Selahattin Ergin, Abdülhalim Sönmez ve Mehmet Dilaver 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Başvurucular Şeref Bolat, Erkan Palas, Selahattin Ergin, Ramazan Orkun Altınışık, İsmail Torlar, Mesut Yılmaz, Fatih Kıncır ve Mehmet Dilaver İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 25/7/2014 tarihli ve 2014/42 sorgu sayılı kararı ile “resmi belgede sahtecilik, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suçlarından tutuklanmışlardır. Karar gerekçesinde özetle İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin 4/8, 4/17 ve 4/18 sayılı raporlarına göre şüphelilerin, siyasetçi, hakim, gazeteci, emniyet mensubu, öğretim görevlisi, iş adamı, yazar, kamu görevlisi ve emekli asker olan çok sayıda kişiyi “Ergenekon soruşturması” veya organize suç örgütü kapsamında illegal alanda faaliyet gösteren şahıslarla irtibatlı göstererek dinledikleri belirtildikten sonra şu ifadelere yer verilmiştir:“… şüphelilerin iletişime müdahale karar talep evraklarındaki bilgileri bilerek gerçeğe aykırı düzenledikleri ve uzatma karar talepleri de dikkate alındığında gerçeğe aykırı belge düzenlemeye devam ettikleri, kod adı ile ve İMEİ numarası üzerinden yapılan dinlemelerin 2008-2009 yıllarında yoğunlaştığı, 2010 yılında azaldığı, istihbarat programları kullanarak rahatlıkla İMEİ numaralarında kullanılan iletişim ve abone bilgilerine ulaşılabildiği halde mahkeme hakiminden gerçek kişinin kimliğini gizlemek sureti ile yargıyı yanıltma amacı güttükleri, bu şahıslara ait bilgileri bilen şüphelilerin kişilerin gerçek kimliklerini gizlemek ya da eksik ve yanlış bilgi vermek sureti ile içeriği itibariyle sahte oluşturulmuş belgeler ile temin edilen dinleme kararlarını icra ederek amaç dışı kullandıkları, bu işlemlerin yaygın sistemli ve organize bir şekilde yapıldığı anlaşılmakla,Şüphelilerin üzerlerine atılı resmi belgede sahtecilik, kişilerin arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarını işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesi altında bulundukları, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenin var sayıldığı, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının maddesinde ifade olunun “ölçülülük” ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve şüpheliler açısından “yetersiz” kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheliler ve şüpheliler müdafilerinin serbest bırakılma istemlerinin REDDİ ile şüphelilerin üzerlerine atılı suçlarından 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA [karar verilmiştir.]” Aynı soruşturma kapsamında İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 26/7/2014 tarihli ve 2014/52 sorgu sayılı kararıyla başvuruculardan Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek” suçlarından; Hikmet Kopar, Tolga Güzeltaş, Muhammed Ali Iklı, Abdulhalim Sönmez, Muhammed İkbal Kayaduman, Ali İhsan Tezcan, Metin Canbay, Hayati Başdağ, Harun Aydın ve Hasan Hüseyin Danacı ise “kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek” suçlarından tutuklanmışlardır. Karar gerekçesinde, Hakimliğin 2014/42 sorgu sayılı kararının gerekçe bölümünde yer verilen usulsüz dinlenme iddialarına ilişkin bilgiler ve tutuklama nedenleri belirtilmiştir (bkz. § 12). Başvurucuların tutuklama kararına itirazları İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 7/8/2014 ve 8/8/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Kararların gerekçesi şöyledir:“Şüpheliler ... hakkında İstanbul Sulh Ceza Hakimliğince CMK.100 ve devamı maddeleri gereğince verilen kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu[ndan] ve hukuka aykırı bir yön bulunmadığından şüpheliler müdafilerince yapılan İTİRAZLARIN REDDİNE[karar verilmiştir.]” 2014/41637 Sayılı Soruşturma 2014/41637 sayılı soruşturma, 2011/762 sayılı “Selam-Tevhid Kudüs Ordusu” isimli iddia edilen terör örgütünü konu alan soruşturmadaki usulsüzlük iddialarına ilişkindir. Bu soruşturma kapsamında, başvurucular Erhan Körtek, Aytekin Koçak, Ömer Köse, Erkan Ünal, Ali Fuat Altuntaş, Abdülkadir Ağır, Ensar Doğan, Şahin Akdeniz, Osman Özgür Açıkgöz, Mehmet Örs, Yurt Atayün, Yunusemre Uzunoğlu, Muhammed Kaya, Serdar Bayraktutan, Kürşat Durmuş ve Ramazan Bolat 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Bu soruşturma kapsamında gözaltına alınan başvurucuların sorgudan önce gözaltı sürelerinin aşıldığı ileri sürülmüştür. Bu konuya ilişkin Başsavcılığın 26/7/2014 tarihli ve 2014/41637 soruşturma sayılı tutanağının ilgili kısmı şöyledir: “Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen 2014/41637 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınan şüphelilerin 25/7/2014 tarihi itibariyle Başsavcılığımıza ifade alma işlemleri için getirildikleri, ifadelere saat 09/10 itibariyle başlandığı [anlaşılmış olup], şüphelilerden Erkan Ünal’ın ifadesi alınma işlemine saat 15:37 itibariyle başlan[ması] ve ifadenin uzun sürmesi sebebiyle 26/7/2014 tarih ve 01:25 saatinde sona ermesi ve UYAP’taki teknik arıza sebebiyle şüphelilerin tutuklamaya sevk işlemleri saat 02:05 itibariyle yapılabilmiş[tir.] ” Başsavcılığın 4/8/2014 tarihli ve 2014/41637 soruşturma sayılı itiraz konulu yazısında ise başvurucuların saat 02:05 itibariyle tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildikleri tekrar edilmiş, bununla birlikte gözaltı süreleri ile ilgili olarak şu ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir:Sıra NoBaşvurucuYakalama TarihiYakalama SaatiYakalama YeriYol ve Cumhuriyet Savcılığına Gidiş Süresi1Yurt Atayün22/7/201406:00Teslim Oldu45 Dakika2Ömer Köse22/7/201405:00Ataşehir45+45=90 Dakika3Osman Özgür Açıkgöz22/7/201402:17Küçükçekmece45+45=90 Dakika4Kürşat Durmuş22/7/201402:00Fatih10+45=55 Dakika5Muhammed Kaya22/7/201404:50Çorum12 Saat 45 Dakika6Erkan Ünal22/7/201415:45Muş16 Saat7Ramazan Bolat22/7/201408:55Erzurum13 Saat8Yunusemre Uzunoğlu22/7/201412:30Hakkari18 Saat9Ensar Doğan22/7/201401:30Eyüp30+45=75 Dakika10Aytekin Koçak22/7/201405:09Eskişehir9 Saat11Abdülkadir Ağır22/7/201403:15Esenler20+30=50 Dakika12Erhan Körtek22/7/201404:00Muş16 Saat13Mehmet Örs22/7/201404:50Antalya10 Saat 30 Dakika14Şahin Akdeniz22/7/201404:30Nusaybin15 saat15Ali Fuat Altuntaş22/7/201402:00Bakırköy30+45=75 Dakika16Serdar Bayraktutan22/7/201405:10Van11 Saat  İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 26/7/2014 tarihli ve 2014/53 sorgu sayılı tutanağında ise gözaltı süresinin aşılıp aşılmadığıyla ilgili tartışmalar kapsamında sorgu sırasında yaşanan olaylara ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir: “İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2014/53 sorgusunda şüpheli müdafilerinin sorgu yapmaya imkan vermedikleri için sorgu salonunun güvenliğinin sağlanması amacıyla emniyete haber verildiği, bu sırada diğer şüphelilerin katta kalması için talimat verildiği, ancak şüpheli avukatları [tarafından] … “gözaltı süreleri doldu, serbestsiniz” denilmek suretiyle şüpheliler[in] tahrik edil[diği,] Adliye’nin katından - kattaki Atrium bölümüne kaça[n şüphelilerin] burada polisler tarafından zorla durdurulduğu, Atriumda oturma eylemi yaptıkları ve güvenliği zorladıkları [anlaşılmış olup], sorgunun güvenliğinin sağlanması amacıyla 49 şüphelinin adliye nezarethanesinde muhafaza altına alınmasına, sorgunun güvenliği sağlandıktan sonra tek tek sorgu katına alınmalarına ilişkin tutulan tutanak imza altına alındı.” İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 29/7/2014 tarihli ve 2014/53 sorgu sayılı ifade sorgu zaptında, 2014/41637 soruşturma sayılı dosyasında tutuklanma talebiyle hakimliğe sevk edilen şüphelilerle ilgili olarak sorgu işlemine 26/7/2014 günü saat 13:00 itibari ile başlandığı, 29/7/2014 günü saat 14:14’e kadar devam edildiği, bu süre zarfında sevk edilen 49 şüpheliden 32’sinin sorgusunun yapıldığı, 17 şüphelinin ise sorgusunun yapılamadığı belirtilmiştir. Hakimlik, aynı sorguda başvurucular Erhan Körtek, Serdar Bayraktutan, Yurt Atayün, Aytekin Koçak, Abdülkadir Ağır, Ensar Doğan, Yunusemre Uzunoğlu, Şahin Akdeniz, Muhammed Kaya, Mehmet Örs ve Ali Fuat Altuntaş’ın “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme ve resmi belgede sahtecilik” suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, soruşturma kapsamında çok sayıda siyasetçi, akademisyen, gazeteci, yazar, iş adamı, devlet kurumlarındaki görevli, vakıf, dernek vb. kuruluşların başkan ve görevlilerinin soruşturmaya dahil edildiği, soruşturma kapsamında 238 kişi hakkında iletişimin tespiti kararının alındığı, bazı şüpheliler ile 13 adet vakıf, dernek, kültür merkezi, sosyal tesisler, cami ve TV kanalı olmak üzere çeşitli yerler hakkında teknik araçlarla izleme kararı alındığı, bazı kurumlara ait telefonların hedef şahıs üzerinden iletişimin tespitinin yapıldığı ve yapılan soruşturma sonucunda şüphelilerin terör ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir faaliyetlerinin olmadığı için takipsizlik kararı verildiği belirtilmiştir. Gerekçede, soruşturma kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Başbakan) baş müşaviri olarak görev yapan S.T.’nin kullandığı telefonların iletişim takibinin yapıldığı, bu kapsamda S.T.’nin kullandığı telefonla 26/11/2013-3/12/2013 tarihleri arasında Başbakan’ın bazı yabancı ülke Cumhurbaşkanları, Başbakanları ve çok sayıda üst düzey devlet yöneticileriyle yaptığı görüşmeler, S.T.’nin 25/11/2013-6/12/2013 tarihleri arasında Başbakan ve bakanlarla yaptığı görüşmeler, Başbakan’ın danışmanı olarak görev yapan ’nın kullandığı telefondan 25/11/2013-29/11/2013 tarihleri arasında Başbakan ile bazı şahısların görüşmeleri ve 23/11/2013-1/12/2013 tarihleri arasında ’nin bakanlar ve üst düzey kamu görevlileriyle yaptığı ve devlet politikası açısından önem arz ettiği düşünülen bir takım görüşmelerin tespit edilerek kayıt altına alındığı belirtilmiştir.Gerekçede devamla, eski siyasetçi işadamı F.K.’nın kullandığı telefonlarının soruşturma kapsamında dinlendiği, bu şahsın bir bakan, MİT Müsteşarı ve MİT Müsteşarının Özel Kalem Müdürü ile olan iletişimlerinin tespit edilerek kayıt altına alındığı, bunların bir kısmının ise tape dökümleri yapılmak suretiyle yazılı hale getirildiği, bu dökümlerde MİT Müsteşarının terör örgütü üyesi gibi gösterilerek “Emin” kod adının verildiği belirtilmiştir.Gerekçenin devamında şu ifadelere yer verilmiştir:“… [Ş]üpheliler tarafından bilinçli olarak iletişime müdahale edilmek suretiyle gerçeğe aykırı olarak kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınmasının sağlandığı, ayrıca bu konuda gerçeğe aykırı belge düzenledikleri, bu belgelerin resmi belge niteliğinde oldukları, zira görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi ile resmi belgede sahtecilik suçunun oluşacağı, bu dinlemeler kod adı verilmek suretiyle yapıldığı, bu dinlemeler sonucunda elde edilen verilerin içeriklerinin devlet güvenliği açısından önem arz ettiği ve gizli kalması gereken bilgiler olduğu, bu haliyle bu bilgilerin temini ile siyasal ve askeri casusluk suçunun oluşacağı, zira ülke Başbakanı’nın diğer ülke Cumhurbaşkanı ve başbakanları ile onlarca dakika görüşmelerinin dinlenmesinin ve kayıt altına alınmasının tesadüf olamayacağı, bu dinlemeler [kapsamında şüphelilerin] gerçek kişilerin kimliklerini mahkemelerden sakla[mak suretiyle] yargıyı yanılttıkları, eksik ve yanlış bilgi verilmek suretiyle yapılan dinlemeleri amaç dışı kullandıkları, bizzat dinlemeyi yapan kişilerin dinlemelerinin içeriği ve hangi amaç için kullanacağı konusunda bilgilerinin olmayabileceği, ancak sorumluluk noktasında rütbeli görevlilerin ham dinlemelerin hangi kısmının çıkarılıp hangi kısmının çıkarılmayacağına karar verdikleri, bu noktada içeriğine vakıf oldukları anlaşılmakla,Şüphelilerin üzerlerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme ve resmi belgede sahtecilik suçları yönünden şüphelilerin emniyette rütbeli oldukları, uzun süre çalıştıkları, çok sayıda dinleme ve takip kararının altın[d]a imzalarının bulunduğu, dolayısıyla içeriklerinden haberdar olmamalarının olası olmadığı, böylece suç işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, tutuklama verilen suçlar için yasada öngörülen ceza miktarı, suçun nitelikli ve önemli suçlardan olduğu, devlet sırlarına karşı suçlardan sayıldığı, bu sebeple tutuklama nedeninin var olduğu, söz konusu suçlar için kanunda düzenlenen cezanın alt ve üst miktarları göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın devam ettiği, delillerin yok edilme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphelerinin bulunduğu, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suçlara şüpheliler açısından yetersiz kalacağı kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafilerinin SERBEST BIRAKILMALARI isteminin REDDİ ile şüphelilerin üzerlerine atılı suçlardan 5271 sayılı CMK.’nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA [karar verilmiştir.]” Kararda, başvurucu Kürşat Durmuş’un üzerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçunu işlediğine dair tutuklamayı gerektirir sorumluluk noktasında yeterli delil bulunmadığı, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, resmi belgede sahtecilik ve suç uydurma suçları için yasada öngörülen cezanın alt ve üst miktarları, delil durumu, suç vasfının değişme ihtimali gözetilerek bu başvurucu yönünden tutuklama tedbirinin reddine karar verilmiştir. Başvurucular Ramazan Bolat, Ömer Köse, Osman Özgür Açıkgöz ve Erkan Ünal adli kontrol tedbiri ile serbest bırakılmışlardır. Kararın gerekçesi şöyledir: “… üzerlerine atılı Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme ve resmi belgede sahtecilik suçlarını işledikleri yönünde dosyada yeterli delil var ise de; bu şüphelilerin yukarıda gerekçesi anlatıldığı şekilde hakimlikçe sorguları yapılmadığından TUTUKLAMA TEDBİRİNİN REDDİ ile SERBEST BIRAKILMALARINA [karar verilmiştir.]” Başsavcılık serbest bırakma kararına 4/8/2014 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz talebi şöyledir: “ … Şüphelilerin atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunması nedeniyle, delillerin toplanmaya devam edilmesi, karartılma ihtimali, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak kaçma şüphesi ilgi kararın kaldırılmasına ve … şüpheliler hakkında TUTUKLAMAYA YÖNELİK YAKALAMA EMRİ DÜZENLEMESİNE karar verilmesi kamu adına itirazen talep olunur.” İtiraz talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hakimliği 8/8/2014 tarihli ve 2014/749 Değişik İş sayılı kararla başvurucular hakkında yakalama kararı çıkartmıştır. Karar gerekçesi şöyledir: “İstanbul 1 Sulh Ceza Hakimliğinin 2014/53 sorgu evrak ve eklerinin ayrıntılı olarak incelenmesinde; şüphelilerin sorgusuna 26/7/2014 tarih saat 13:00 itibari ile başla[n]dığı, 29/7/2014 saat 14:14’e kadar devam edildiği, bu süre zarfında otuz iki şüphelinin sorgu ve savunmaları, şüpheliler müdafilerinin talep ve beyanlarının tespit edildiği, on yedi şüphelinin ise savunmalarının oluşturulan fiili durum ve sulh ceza hakimliğince sağlıklı ve güvenli sorgu ortamı kalmadığından sorgusunun tamamlanmadığı, sorgu zaptının genel incelenmesinde, şüpheliler müdafilerince savunma hakkının kısıtlanmama ilkesine atıfta bulunularak [yapılan] sorgu, savunmayla ilgisi olmayan talep ve beyanlar ve sorgu, savunmayla ilgisi olmayan üçüncü kişilerin sorguya dahil olma çabaları nedeni ile sorgunun yapılamaz hale getirildiği, buradaki ana gayenin şüphelilerin sorgusunun yapılmaması [olduğu bu] yönünde bilinçli ve birlikte hareket edildiği gözlemlenmiştir.T. Anayasası’nın 6,9,10, 138 ve maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; … fiili durum oluşturarak hiçbir kimsenin mahkeme ve hakimlerin görevlerini yapamaz hale getirme yetki ve salahiyetinin bulunmadığı bilinmesi gereken temel gerçektir.Bu bağlamda; İstanbul 1 Sulh Ceza Hakimliği’nin 2014/53 sorgu esnasında sorguyu yapamaz hale getirerek fiili durum ve fiili usul hukuku oluşturmaya yönelik girişimlerin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca sorguya sevk talebinin sorgu yapılamaması nedeni ile değerlendiremez hale getirilmesi[nin] ve sağlıklı sorgu neticesinde şüpheliler hakkında verilecek tedbir kararlarından şüphelilerin bağışık tutulmasının sağlanması[nın] hukuk devletinde yerinin olmadığı ve kabul edilemez olduğu bilinmesi gereken bir gerçektir.Yapılan incelemeler neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca sorguya sevk edilen ve savunmaları tespit edilemeyen şüpheliler … Erkan Ünal, Ramazan Bolat, Ömer Köse, Osman Özgür Açıkgöz, Kürşat Durmuş’un İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nin 2014/53 sorgu sayılı kararı ile serbest bırakılmalarına ilişkin karara yapılan itirazın yukarıda belirtilen gerekçelerle kabulüne ve CMK.94/1 maddesi gereğince yakalandıklarında sorgularının yapılarak hukuki durumlarının değerlendirilmesi için haklarında yakalama kararı çıkartılmasına karar verilm[iştir.]” Bu karara yapılan itiraz ise İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 11/8/2014 tarihli ve 2014/428 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvuruculardan Ramazan Bolat, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 16/8/2014 tarihli ve 2014/69 sorgu sayılı kararı ile “özel hayatın gizliliğini ihlal etmek” suçundan tutuklanmıştır. Karar gerekçesi şöyledir:“Şüphelilerden Ramazan Bolat’ın üzerine atılı özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçunu işlediği yönünde dosyada kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, eylemin TCK.134/2 fıkrasında düzenlenen suç şekline uyduğu, zira dosyada birden fazla kişilerin suç ile alakası bulunmayan tamamen özel hayatlarına ilişkin görüntü ve ses kayıtlarının dosyaya delil olarak sunulduğu, özellikle de … ait görüntü kayıtlarının ve ekli görüşmelerin atılı suçlarla hiçbir alakası olmamasına rağmen deşifre edilerek dosyaya konul[duğu], dosyadaki mağdur sayısının birden fazla olduğu, suçun 134/2 maddesindeki suç şekline uyduğu, suçun bu şekilde işlenmesi nedeni ile özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan CMK. 100 ve devamı maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA [karar verilmiştir.]” Başvuruculardan Ömer Köse, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 20/8/2014 tarihli ve 2014/64 sorgu sayılı kararı ile “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etmek” suçundan tutuklanmıştır. Kararda; “Şüphelinin [başvurucunun] çalışmış olduğu TEM şubesinde dosyaya ilişkin yönetici konumu, uzun süre söz konusu şubeye nezaret etmiş olması ve devletin üst yöneticileri olan Başbakan, bazı bakanlar, TBMM Başkanı danışmanlarının ve MİT müsteşarının sekreterlerinin çeşitli kademelerdeki devlet yöneticilerinin belli bir süre sistematik ve koordineli bir şekilde danışmanlar üzerinden dinlenmesi, yine bu kişilerin danışmanları ile olan birebir görüşmelerinin ve bu danışmanlarının telefonlarından yaptıkları devletlerarası görüşmelerin koordineli ve sistematik bir şekilde dinlenmiş olması, şüphelinin müdürlük konumu gereğince bunları biliyor olması ve dinleme kararlarına ilişkin taleplerde imzasının olması, ayrıca İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 2014/53 sorgu sayılı tutuklama gerekçeleri somut delil kabul edilerek başvurucunun delilleri karartma ihtimali ve delillerin henüz toplanmamış oluşu gerekçe gösterilmiştir". Başvuruculardan Osman Özgür Açıkgöz, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 15/8/2014 tarihli ve 2014/64 sorgu sayılı karar ile “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etmek suçundan” tutuklanmıştır. Kararda, başvurucunun üzerine atılı suç ile ilgili olarak kuvvetli suç şüphesine ilişkin değerlendirme yapılmış ve tutuklama nedeni olarak “… [S]uça ilişkin yasada öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında tutuklama nedenlerinin var olduğu, devam eden soruşturmada delillerin yok edilmesi, gizlenmesi, değiştirilmesi, tanık veya mağdurlar üzerinde baskı kurulması şüphesinin halen devam ettiği, suça ilişkin verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri değerlendirildiğinde adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacağı” gösterilmiştir. Başvuruculardan Erkan Ünal, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 19/8/2014 tarihli ve 2014/41 sorgu sayılı karar ile “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etmek” suçundan tutuklanmıştır. Karar gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir: “Siyasal ve askeri casusluk amacı ile devletin gizli kalması gereken bilgileri temin etme suçundan şüphelinin çalışmış olduğu terörle mücadele şubesinde dosyaya ilişkin konumu, uzun süredir büroda çalışıyor olması ve şüphelinin devletin üst yöneticileri olan sayın Başbakan, Adalet Bakanı, TBMM başkanı danışmanları ve MİT Müsteşarı’nın özel sekreterinin ve milletvekillerinin uzun süre ve koordineli şekilde dinlenmesi ve dinlemelere ilişkin kayıtların yöneticilik konumu gereğince biliyor olması ve dosyada çok sayıda dinleme kararına ilişkin talep ve sunum yazılarında imzasının olması, ayrıca 29/7/2014 tarihli 2014/53 sorgu sayılı İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nin tutuklama gerekçelerini de kapsayarak somut deliller olduğu kabul edilerek ve ayrıca atılı isnadın yasada öngörülen alt ve üst sınırı nazara alınarak delillerin tamamının toplanmamış oluşu ve karartılma ihtimalinin de bulunuşu gözetilerek CMK 100 maddesi uyarınca TUTUKLANMASINA [karar verilmiştir.]”Başvurucu Kürşat Durmuş, Cumhuriyet savcılığı tarafından 12/8/2014 tarihinde saat 12:56’da sorguya sevk edilmiş, sorgu işlemini yapacak hakimlikçe yoğunluk gerekçesiyle dosya saat 22:20 de incelemeye alınmış, dosyanın kapsamlı olması nedeniyle sorgu işleminin 13/8/2014 tarihine bırakılmasına ve başvurucunun adliye nezarethanesinde tutulmasına karar verilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 14/8/2014 tarihli ve 2014/30 sorgu sayılı zaptın ilgili bölümleri şöyledir: “… adliyede yalnız Sulh Ceza işlerine bakan hakimin bulunduğu, bunlardan 3 nün izinli olduğu, diğer bir hakimin değişik iş nöbetçisi olduğu, bir hakimin bu hafta normal işleri ile görevli olduğu, gün boyu mahkememizin sorgu talebi ile dosyaların geldiği, iş bu dosyaya kapsamlı olduğu bu nedenle son dosya olarak ele alındığı ancak diğer sorgu dosyalarının uzaması ve devam eden süreçte de sık sık dosyaların gelmesi nedeniyle dosya ancak saat 22:20 itibariyle ele alındı…. Dosyanın yaklaşık 8 klasörden oluştuğu, gün içerisinde dosyanın 12:56 da uyap ekranına düştüğü fiziki olarak da takriben 14:00 civarında dosyanın hakimliğimize ulaştırıldığı, bu esnada hakimliğimizce diğer sorgu dosyalarının yapıldığı, bu nedenle de sorgu işlemlerinin yapıldığı sırada gelen 8 klasörün incelenmesinin mümkün olmadığı, dosyanın yukarıda belirtildiği üzere ancak saat 22:20 civarında ele alındığı, gelinen saat itibariyle dosyanın incelenebilecek durumda olmadığı, zaten taraf vekillerinin de sözlü olarak bu saatten sonra sağlıklı bir sorgulamanın bir sonraki güne makul bir süreye bırakılmasını talep ettikleri görüldü ...” Anılan gerekçe ile sorgu işleminin 13/8/2014 tarihinde saat 14:00’da başlamak üzere ara verilmesine, başvurucu dahil şüphelilerin nezarethanede gözaltında bulundurulmasına karar verilmiştir.13/8/2014 tarihinde başlayan sorguda başvurucu, 14/8/2014 tarihli ve 2014/30 sorgu sayılı kararla “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etmek” suçundan tutuklanmıştır. Karar gerekçesi şöyledir: “Şüpheli Kürşat Durmuş’un üzerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerin siyasal-askeri casusluk amacı ile temin etme suçundan suç tarihi itibariyle yapmış olduğu görev, çalıştığı birimdeki görev süresi, birçok dinleme ve takip talebi yazılarının altında imzasının bulun[ması], görevi nedeni ile dinlemelerin ve teknik takiplerin içeriklerinden haberdar ol[ması], denetlemekle görevli olduğu görevlilerin eylemlerinden haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı ol[ması,] bu suretle atılı suçun işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, bu suça ilişkin yasada öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında tutuklama nedenlerinin var ol[ması], devam eden soruşturmada delillerin yok edilmesi, gizlenmesi, değiştirilmesi, tanık veya mağdurlar üzerinde baskı kurulması şüphesinin halen devam ettiği, suça ilişkin verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri değerlendirildiğinde adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA [karar verilmiştir.]” Başvurucular Erhan Körtek, Aytekin Koçak, Abdülkadir Ağır, Ensar Doğan, Yunusemre Uzunoğlu, Şahin Akdeniz, Mehmet Örs, Serdar Bayraktutan, Muhammed Kaya, Ali Fuat Altuntaş ve Yurt Atayün’ün itirazları İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 7/8/2014 tarihli ve 2014/596 Değişik iş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Şüpheliler ... hakkında İstanbul Sulh Ceza Hakimliğince CMK.100 ve devamı maddeleri gereğince verilen kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu[ndan] ve hukuka aykırı bir yön bulunmadığından şüpheliler müdafilerince yapılan İTİRAZLARIN REDDİNE [karar verilmiştir.]” Başvurucu Erkan Ünal’ın itirazı İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 25/8/2014, başvurucu Ömer Köse’nin itirazı ise aynı Hakimliğin 2/9/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Kararlarda kuvvetli suç şüphesine ilişkin gerekçeler belirtildikten sonra itirazın reddi kararına gerekçe olarak “Atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, delillerin tamamının henüz toplanmamış olması, karartılma ihtimalinin bulunduğu da göz önünde tutulduğunda, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve umulan faydayı sağlamayacağı, tutuklamanın kaldırılmasını gerektirir şartların oluşmadığı, yeni herhangi bir delilinde elde edilmediği” gösterilmiştir. Başvurucular Kürşat Durmuş, Ramazan Bolat ve Osman Özgür Açıkgöz’ün itirazları İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 27/8/2014 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Kararların gerekçesi şöyledir:“[İ]snat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması göz önüne alındığında, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin … sayılı karar[lar]ında, usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı [anlaşılmıştır.]”. İtirazın reddi kararları 11/8/2014 ve 18/8/2014 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 27/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca yapılan tutukluluk incelemesinde başvurucu Ramazan Bolat İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 15/10/2014 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın gerekçesinde, isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı ve tutuklu kalınan süre dikkate alındığında şüphelinin tutuklu kalmasının makul ve orantılı olmadığı belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca yapılan tutukluluk incelemesinde başvurucular Ali Fuat Altıntaş, Erhan Körtek, Şahin Akdeniz ve Abdülkadir Ağır İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 24/10/2014 tarihli kararıyla tahliye olmuşlardır. Kararın gerekçesinde, mevcut delil durumu, şüphelilerin tutuklulukta geçen süreleri ve yapılan soruşturmadaki sorumluluk durumları gösterilmiştir. Başvurucular hakkındaki soruşturmalar henüz sonuçlanmamıştır. B. İlgili Hukuk 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Polis Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak, emniyet ve asayişi sağlamak üzere, ülke seviyesinde istihbarat faaliyetlerinde bulunur, bu amaçla bilgi toplar, değerlendirir, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştırır. Devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği yapar.(Ek fıkra: 03/07/2005-5397 S.K./mad) Birinci fıkrada belirtilen görevlerin yerine getirilmesine yönelik olarak, 2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun, casusluk suçları hariç, 250 nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinde yazılı suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Dairesi Başkanının yazılı emriyle, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim tespit edilebilir, dinlenebilir, sinyal bilgileri değerlendirilebilir, kayda alınabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde verilen yazılı emir, yirmidört saat içinde yetkili ve görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir derhal kaldırılır. Bu halde dinlemenin içeriğine ilişkin kayıtlar en geç on gün içinde yok edilir; durum bir tutanakla tespit olunur ve bu tutanak denetimde ibraz edilmek üzere muhafaza edilir.…(Ek fıkra: 03/07/2005-5397 S.K./mad) Kararda ve yazılı emirde, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, kullandığı telefon numaraları veya iletişim bağlantısını tesbite imkân veren kodundan belirlenebilenler ile tedbirin türü, kapsamı ve süresi ile tedbire başvurulmasını gerektiren nedenler belirtilir. Kararlar, en fazla üç ay için verilebilir; bu süre aynı usûlle üçer ayı geçmeyecek şekilde en fazla üç defa uzatılabilir. Ancak, terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde devam eden tehlikelere ilişkin olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim üç aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.… (Ek fıkra: 03/07/2005-5397 S.K./mad) Bu madde hükümlerine göre yürütülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar, birinci fıkrada belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz. Elde edilen bilgi ve kayıtların saklanmasında ve korunmasında gizlilik ilkesi geçerlidir. Bu fıkra hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında, görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.… (Ek fıkra: 03/07/2005-5397 S.K./mad) Bu maddede belirlenen usûl ve esaslara aykırı dinlemeler hukuken geçerli sayılmaz ve bu şekilde dinleme yapanlar hakkında 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre işlem yapılır.… ” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kişiler arasındaki alenî olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, (Değişik ibare: 02/07/2012-6352 S.K./md.) iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine İlişkin Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“5237 sayılı Kanunun 133 üncü maddesinin; a) Birinci fıkrasında yer alan "iki aydan altı aya kadar hapis" ibaresi "iki yıldan beş yıla kadar hapis" şeklinde değiştirilmiştir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Yukarıdaki Maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz. (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.  … (5) Gözaltı süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan kişi hakkında yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle yakalama işlemi uygulanamaz.(6) Gözaltına alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(Değişik fıkra: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  …  Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),… (4) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini,  b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,  c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,  gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; … b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14061
Başvurucular, haklarında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hakim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklandıklarını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz üzerine verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutuklama kararına karşı etkili başvuru yolu bulunmadığını, gözaltı süresinin aşıldığını, kanuna aykırı delillerin kullanıldığını, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği, 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
0
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/2551 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular farklı şehirlerde yer alan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında (vakıflar) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla vakıflar aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemeler davaları reddetmiştir. Kararlarda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararı ile Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) emsal kararlarına göre vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Bu sebeple vakıfların 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı değerlendirmesinde bulunularak davacıların ilave tediye alacağına hak kazanamayacağı sonucuna varılmıştır. Davacıların istinaf talepleri ilgili Bölge Adliye Mahkemelerince reddedilmiştir. Temyiz yolu açık olarak verilen kararlara karşı yapılan temyiz talepleri ise Daire tarafından reddedilmiştir. Nihai kararların başvuruculara tebliğ edilmesi üzerine başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2551
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işe iade ve tazminat davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Şirket aleyhine işe iade ve tazminat talebiyle dava açılmıştır. Bodrum İş Mahkemesi davacının işveren vekili olduğundan iş güvencesinden yararlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Davacı, temyiz yoluna başvurmuş; Yargıtay Hukuk Dairesi 23/1/2020 tarihli kararıyla hükmü onamıştır. Bunun üzerine Mahkeme 25/2/2020 tarihinde kesinleşme şerhi düzenlemiştir. Davacı; Bodrum İş Mahkemesine 3/3/2020 tarihinde verdiği maddi hata düzeltim dilekçesinde Yargıtayın tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmadığını, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da incelemesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 4/3/2020 tarihli ek kararla davacının süre tutum dilekçesini gerekçeli karar yazımından önce verdiği, dilekçenin temyiz itirazına ilişkin olarak açık beyanlar içermediği, Yargıtay ilamı incelendiğinde ise 12/1/20211 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği kamu düzenine ilişkin incelemenin de yapıldığını belirterek davacının talebini reddetmiştir. Mahkemenin ek kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin beşinci fıkrasının olaya uygulanmasında maddi hata yapıldığı, hükmün bozulması gerekirken onama ilamı tesis edildiğini belirterek onama kararını kaldırmış; davacının işveren vekili olduğu hususunun ispatlanamadığını, davanın reddine karar verilmesinin doğru olmadığını belirterek kararı bozmuştur. Mahkeme; davanın kabulü ile davacının işe iadesine, davacının yasal süre içinde yapacağı başvuruya rağmen davalı işveren tarafından süresi içinde işe başlatılmaması hâlinde 4857 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca, davalı tarafından ödenmesi gereken tazminat miktarının fesih nedeni dikkate alınmak sureti ile davacının dört aylık brüt ücreti tutarı olarak belirlenmesine ve davalıdan tahsili gerektiğinin tespitine karar vermiştir. Davalı başvurucu, kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi, kararı onamıştır. Başvurucu, süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/28391
Başvuru, işe iade ve tazminat davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, 9/1/1980 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazlarını kullanmadıklarını, taşınmazların gelirlerinden mahrum bırakıldıklarını ve çiftçilere verilen doğrudan gelir desteğinden faydalanamadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 7/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili, Derik ilçesi, Taşıt köyünde 1979 yılında kadastro çalışmaları yapılmış, 30, 31, 42, 61, 63, 64, 65, 78 ve 85 parsel numaralı taşınmazlar başvurucuların da aralarında bulunduğu kişiler adına tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine, A.A., A.A. ve H.A. tarafından 9/1/1980 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde bu taşınmazlar hakkında kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. 30 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/52 sayılı dosyasına; 78 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/42 sayılı dosyasına; 42 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/56 sayılı dosyasına; 31 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/70 sayılı dosyasına; 85 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/83 sayılı dosyasına; 65 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/84 sayılı dosyasına; 64 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/85 sayılı dosyasına; 63 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/86 sayılı dosyasına, 61 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava, Derik Kadastro Mahkemesinin E.1980/2 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Söz konusu parsellerle ilgili olarak açılan tüm davalar, Derik Kadastro Mahkemesinin 23/12/1983 tarihli kararıyla, Mahkemenin E.1980/2 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Derik Kadastro Mahkemesi, 23/6/2014 tarih ve E.1980/2, K.2014/28 sayılı kararıyla davanın reddine, taşınmazların tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Gerekçeli karar yazılmış olup tebliğ aşamasındadır. Başvurucular, 7/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3841
Başvurucular, 9/1/1980 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazlarını kullanmadıklarını, taşınmazların gelirlerinden mahrum bırakıldıklarını ve çiftçilere verilen doğrudan gelir desteğinden faydalanamadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru, boşanma davası sonrasında çocuğun soyadını değiştirme talebiyle velayet hakkı sahibi anne tarafından açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Aile Mahkemesinin 28/2/2013 tarihli ilamı ile boşanmış ve 2008 doğumlu müşterek çocuk U.Y.nin velayeti kendisine verilmiştir. Başvurucu; Adana Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 7/12/2016 tarihli dilekçe ile boşanma sonrasında babanın çocukla ilişki kurmadığını, bu durumun çocukta derin üzüntüye sebep olduğunu, çocuğun aidiyet ve güven duygusunu zedelediğini, soyadı sorulduğunda babanın soyadı yerine annenin soyadını kullandığını, diğer taraftan 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle velayeti anneye verilen çocuğun soyadının anne tarafından değiştirilmesinin önünde bir engel kalmadığını belirterek çocuğunun doğumla kazandığı soyadının kendi soyadı olan Ç. olarak değiştirilmesine ve nüfus kaydının bu doğrultuda düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 9/2/2016 tarihli kararı ile uyuşmazlığın aile mahkemesinin görevine girdiği gerekçesiyle davayı usul yönünden reddetmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine dosyanın gönderildiği Adana Aile Mahkemesi 2/5/2017 tarihinde yaptığı duruşmada davacının tanıklarını dinledikten sonra davanın reddine karar vermiştir. Tanıklar babanın çocuğu arayıp sormadığını, çocuğun bu durumu sorguladığını ve kendisini babaya uzak hissettiğini, annesinin ailesiyle aidiyet ilişkisi geliştirdiğinden soyadını Ç. olarak söylediğini beyan etmişlerdir. Mahkeme karar gerekçesinde; 2525 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen yerine yeni bir düzenlemenin yapılmadığını, yürürlükteki mevzuat hükümleri gereğince boşanan eşlerin çocuklarının babanın soyadını taşıyacağını belirtmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 8/12/2017 tarihli ilamı ile hükmün hukuka uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Karara muhalif kalan üyenin karşı oy gerekçesinde; isim veya soyadı değişikliğinin kişisel hukuki durum ve soybağını değiştirmediği, çocuğun olanak bulunduğu hâlde kendisiyle ilgilenmediği, kendisini görmek istemediği, sevmediği ve umursamadığı kanaatini taşıdığı kişi ile duygusal açıdan baba oğul ilişkisi içerisinde görmemesi nedeniyle onun soyadını taşımaktan sıkıntı çekmesini makul ve hayatın olağan akışı içerisinde anlayışla karşılanabilecek haklı neden olarak kabul etmek gerektiği, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayrım yapılması sonucunu doğuracağı, bu nedenle davanın kabulü gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar 22/1/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nurcan Yolcu [GK], B. No: 2013/9880, 11/11/2015, §§ 13-15; Gülbu Özgüler [GK], B. No: 2013/7979, 11/11/2015, §§ 13-15; Deniz Altınbaş ve Diğerleri, B. No: 2014/2033, 26/10/2017, §§ 15-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6565
Başvuru, boşanma davası sonrasında çocuğun soyadını değiştirme talebiyle velayet hakkı sahibi anne tarafından açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bazı taşınmazların bulunduğu alanın riskli alan olarak ilan edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Dernek tarafından, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde bulunan alanın 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'un maddesine göre riskli alan ilan edilmesine ilişkin 4/11/2012 tarihli ve 28457 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 22/10/2012 tarihli ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu kararının (BKK) iptali istemiyle Danıştayda dava açılmıştır. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) 4/4/2017 tarihli kararı ile davanın ehliyet yönünden reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucu Ekoloji Derneğinin amacının, çalışma konularının ve faaliyet alanının Derneğin Tüzük'ünde düzenlendiği, Tüzük'ün maddesinde "Derneğin, genelde Türkiye, özelde Diyarbakır'da tarihsel ve sosyal birlikteliğin sağlanması, ekosistemin korunması, doğa ve insan ilişkisinin bütünlük içerisinde olması ve toplumun bu konuda bilinçlenmesi amacı ile kurulmuştur" düzenlenmesine yer verildiği belirtilerek başvurucu Derneğin kuruluş amacı dikkate alındığında dava konusu 6306 sayılı Kanun'a dayanılarak alınan riskli alan ilan edilmesine ilişkin BKK dolayısıyla meşru, kişisel ve güncel menfaatinin ihlal edilmediği, bu nedenlerle başvurucunun subjektif dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 16/11/2017 tarihli ilamıyla anılan kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek onanmasına oyçokluğu ile kesin olarak karar verilmiştir. Üç üye karşıoy görüşünde; uyuşmazlığa konu bölgede kentsel sit alanının bulunduğunu ve koruma altında olan bu bölgeyi de içine alacak şekilde riskli alan ilan edildiğini, dava dilekçesindeki iddiaların değerlendirilmesi neticesinde dava konusu BKK'nın başvurucu Derneğin tüzüğünde belirttiği faaliyet alanını ve amaçlarını doğrudan etkileyen nitelikte olduğunu, başvurucu Derneğin riskli alan ilan edilmesine ilişkin BKK'ya karşı dava açmakta güncel ve meşru bir menfaat bağının bulunduğunu ifade etmiştir. Nihai karar 12/1/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Dernekler, gerçek veya tüzel en az yedi kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Her derneğin bir tüzüğü bulunur. Dernek tüzüğünde derneğin adı, amacı, ... gösterilmesi zorunludur." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Dernekler, amaçlarını gerçekleştirmek üzere, tüzüklerinde belirtilen çalışma konuları ve biçimleri doğrultusunda faaliyette bulunurlar...." 6306 sayılı Kanun'un maddesinin olay tarihindeki ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alanı,...ifade eder." Danıştay İçtihadı İDDK'nın 25/5/2016 tarihli ve E.2015/3358, K.2016/2177 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; 18/03/2014 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Milli Parklar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin maddesinin iptali istemiyle açılmıştır.......Anayasanın Hak Arama Özgürlüğünü düzenleyen maddesi uyarınca dernekler, sendikalar ve meslek kuruluşları gibi sivil toplum örgütlerinin, kuruluş amaçları doğrultusunda, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda, idari yargı mercileri önünde iptal davası açabilecekleri ve hukuki menfaatleri somut, güncel ve meşru olmak kaydıyla bu tür sivil toplum kuruluşlarının kendi kuruluş amaçları çerçevesinde iptal davası açmada 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca özel (sübjektif) ehliyet sahibi oldukları anlaşılmaktadır..." İDDK'nın 25/5/2015 tarihli ve E.2013/962, K.2015/1993 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; İstanbul İli, Bakırköy İlçesi, Zeytinlik Mahallesi, Ataköy sahil şeridi mevkiinde yer alan ... ada, ... parsel sayılı taşınmazların arsa karşılığı gelir paylaşımı usulü ile ihaleye çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır....Bu çerçevede, Anayasanın Hak Arama Özgürlüğünü düzenleyen maddesi uyarınca dernekler, sendikalar ve meslek kuruluşları gibi sivil toplum örgütlerinin, kuruluş amaçları doğrultusunda, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda, idari yargı mercileri önünde iptal davası açabilecekleri ve hukuki menfaatleri somut, güncel ve meşru olmak kaydıyla bu tür sivil toplum kuruluşlarının kendi kuruluş amaçları çerçevesinde iptal davası açmada 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca özel (sübjektif) ehliyet sahibi oldukları anlaşılmaktadır. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Türkiye Büro Bankacılık ve Sigortacılık Hizmet Kolu Kamu Görevlileri Sendikası (Türk Büro-Sen), B. No: 2017/17837, 19/4/2018, §§ 22-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6345
Başvuru, bazı taşınmazların bulunduğu alanın riskli alan olarak ilan edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, boşanma davası sonrasında velayet hakkı tanınan çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile S. Tezakıl 18/8/2008 tarihinde evlenmişler ve 7/9/2010 tarihinde müşterek çocuk H. Ç. Tezakıl dünyaya gelmiştir. Ankara Aile Mahkemesinin 4/4/2011 tarihli ve E.2011/431, K.2011/419 sayılı kararı ile başvurucu eşinden boşanmış, müşterek çocuğun velayeti anneye verilmiştir. Başvurucu 2/11/2012 tarihli dilekçesi ile 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edildiğini ve bahsedilen iptal hükmü sonrasında velayeti annesine verilen çocuğun soyadının anne tarafından değiştirilmesinin önünde bir engel kalmadığını, sosyal hayatında çocuğunun soyadının farklı olması nedeniyle zorluklar yaşadığını belirterek çocuğunun soyadının boşandığı eşinin soyadı olan “Tezakıl” yerine “Yıldırmaz” olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/12/2012 tarihli ve E.2012/564, K.2012/474 sayılı kararı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şu şekildedir:"...Küçüğe velayeten açılan iş bu davada boşanma ile velayeti annesine verilen ancak babasının soyadını taşıyan küçüğün 'Tezakıl' olan soyadının 'Yıldırmaz' olarak değiştirilmesinin istendiği anlaşılmaktadır. Benzer Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere 4721 Sayılı Medeni Kanunun maddesi hükmü uyarınca, evlilik birliği içinde doğan çocuk ailenin yani babanın soyadını taşır. 2525 Sayılı Soyadı Kanunun maddesinin fıkrası hükmüyle evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk annesine tevdi edilmiş olsa bile babanın seçtiği veya seçeceği soyadını alacağı emredici kuralı getirilmiştir. Baba soyadını veya çocuk ergin olduktan sonra kendi soyadını usulüne uygun olarak açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değiştirmedikçe çocuğun da soyadı değişmez. Bu itibarla velayet hakkına sahip anne tarafından açılan küçüğün soyadının değiştirilmesine ilişkin iş bu davanın reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatına varılmıştır." Yargıtay (kapatılan) Hukuk Dairesi 26/3/2013 tarihli ve E.2013/1600, K.2013/4805 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtmek suretiyle onamış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/12/2013 tarihli ve E.2013/12616, K.2013/17916 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı 28/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Soyadı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; (.) soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır." 4721 sayılı Kanun'un "Adın değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir.Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur.Ad değişmekle kişisel durum değişmez.Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir." 2525 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilen maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Sözleşme'nin "Ayrımcılık yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin ad ve soyad konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber, kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin adların düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir. AİHM’e göre soyadı, mesleki bağlamın yanı sıra, bireylerin özel ve aile hayatında diğer insanlarla sosyal, kültürel ya da diğer türden ilişkiler kurabilmesi için önemli olup onları dış dünyaya tanıtma fonksiyonunu üstlenmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM içtihadında ayrımcılık yasağı, nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın, konuyla ilgili olarak benzer durumda olan kişilere farklı muamelede bulunulması şeklinde tanımlanmaktadır. Sözleşme'nin maddesinin diğer bağımsız maddeler tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin kullanılmasında ayrımcılığa karşı koruma sağladığını ancak her farklı muamelenin bu maddeye aykırı olmayacağını, eş değer ya da benzer bir konumdaki diğer bireylere imtiyazlı muamele yapıldığının ve bu farkın ayrımcılık teşkil ettiğinin kanıtlanmasının gerekli olduğunu, bu kapsamda farklı bir muamelenin maddeye aykırı olması için nesnel ve makul bir nedeninin olmaması gerektiğini, böyle bir nedenin varlığının demokratik toplumlarda geçerli olan ilkelere göre değerlendirileceğini, bu bağlamda Sözleşme'nin güvenceye aldığı bir hakkın kullanımındaki farklı bir muamelenin meşru bir amacı olmasının da yeterli olmadığını, bunun yanı sıra kullanılan yöntem ile gerçekleştirilmesi istenilen amaç arasında makul bir oransal bağ olmasının da zorunlu olduğunu belirten Mahkeme, taraf devletlerin benzer durumlar arasındaki farklılıkların hangi hâllerde farklı bir muameleyi gerekli kıldığını belirlemede bir dereceye kadar takdir hakkına sahip olduğunu, bununla birlikte önemli bir ayrımcılık temeli olan cinsiyete dayalı farklı bir muamelenin Sözleşme'ye uygun olduğunun kabul edilebilmesi için çok geçerli nedenler sunulması gerektiğini vurgulamaktadır (Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004, §§ 49-53; Zarb Adami/Malta, B. No: 17209/02, 20/6/2006, §§ 71-74).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1826
Başvuru, boşanma davası sonrasında velayet hakkı tanınan çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mal varlığına haksız şekilde uygulanan el koyma tedbirinin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Tarihine Kadarki Süreç Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 3/7/2003 tarihli kararıyla bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin (İmar Bankası) ortaklarına menfaat temin etmek ve adlarına işlem yapmak amacıyla kurulan bir şirket olduğunu tespit etmiştir. İmar Bankasının yönetim kurulu başkan vekili, icra müdürü ve bankanın hâkim ortağı olan başvurucunun babasının da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, zimmet ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında Kapatılan Şişli Sulh Ceza Mahkemesi (Sulh Ceza Mahkemesi) tarafından 11/9/2003 tarihinde, 31/7/2003 tarihli ve 4969 sayılı Kanun’un geçici maddesi uyarınca başvurucuya ait mal varlığı üzerine tedbir şerhi konulmuştur. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun babasının da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında 3/12/2003 tarihinde iddianame düzenlenerek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmış, yargılama devam etmektedir. Başsavcılık tarafından başvurucu hakkında 21/1/2004 tarihinde, banka parasını zimmete geçirmek suçundan delil yetersizliği nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu 20/9/2019 tarihinde Mahkemeden mal varlığına uygulanan elkoyma tedbirinin kaldırılmasını talep etmiştir. "Dava dışı" olarak belirtilen başvurucunun talebi, Mahkemece 11/11/2019 tarihli ara kararı ile katılan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) muvafakatinin olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, anılan karara 2/1/2019 tarihli dilekçesi ile itiraz etmiş; itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Mahkemenin ara kararında açıklanan gerekçelere ve tüm dosya kapsamına göre kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek 4/2/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu vekiline 20/2/2020 tarihinde nihai kararın tebliğ edilmesinin ardından başvurucu 19/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Yapılan Başvuru Başvurucu 24/5/2005 tarihinde hukuki sorumluluğunun bulunmamasına ve hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen mal varlığına konulan elkoyma tedbirinin kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek AİHM'e başvuruda bulunmuştur. AİHM 5/3/2019 tarihinde Uzan ve diğerleri/Türkiye (B. No: 19620/05) kararıyla başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, başvurucuya "dava" dışı sıfatı verilmesinin ana davaya katılmasına engel olduğunu, söz konusu sıfatın verilmesinin dayanağının Mahkemece açıklanmadığını, başvurucunun "dava dışı" olması, ana davanın tarafı olmaması nedeniyle usuli güvencelerden yararlanamadığını belirtmiştir. AİHM, ayrıca başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesine rağmen banka yöneticileriyle bulunan akrabalık bağı nedeniyle mal varlığına uygulanan tedbirin otomatik olarak uzun süre sürdüğü sonucuna varmış, adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğunu belirtmiştir. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Başvurucu 21/6/2022 tarihli dilekçesiyle Mahkemeden taşınmazı üzerindeki elkoyma tedbirinin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkemece TMSF'ye görüş sorulmuş, TMSF tarafından başvurucu hakkında yapılan takiplerin sonlandırıldığı, tedbirin kaldırılması hususunun Mahkemenin takdirinde olduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme 11/10/2022 tarihinde başvuruya konu taşınmaz üzerindeki tedbirin kaldırılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12364
Başvuru, mal varlığına haksız şekilde uygulanan el koyma tedbirinin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasında verilen kararın hakkaniyete aykırı olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı İncesu Endüstri Meslek Lisesi Metal İşleri Bölümü öğrencisi iken Y. Çelik Kapı Ltd. Şti.ye (Şirket) ait işyerinde staj yapmaya başlamıştır. Staj sırasında 1/2/2002 tarihinde iş kazası geçirmiş ve sakatlanarak sürekli iş göremez hâle gelmiştir. Bunun üzerine başvurucu maddi ve manevi tazminata karar verilmesi istemiyle Millî Eğitim Bakanlığı ve Şirket aleyhine dava açmıştır. Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) 28/12/2011 tarihli kararla maddi tazminat ve manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 8/11/2012 tarihli kararında; hükme esas alınan kusur ve hesap raporlarının doğru hesaplanmadığını belirterek, iş güvenliği uzmanlarından oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden davaya konu iş kazasında ilgililerin kusur oranlarının tespiti için yeni rapor alınarak ve tazminatın hesaplanması için de aktüerya hesabı konusunda uzman bilirkişiden hüküm tarihine en yakın tarihte belli olan veriler gözönünde bulundurulup asgari ücret esas alınmak suretiyle zarar hesabı yaptırılarak Kurumca bağlanan gelirlerin en son peşin sermaye değerini düştükten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrasında yargılamaya devam eden Mahkeme 24/2/2015 tarihli karar ile bozma ilamına uyarak Millî Eğitim Bakanlığına yönelik davanın reddine, davalı Şirket yönünden davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 31/3/2016 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Nihai kararın hangi tarihte tebliğ edildiği veya öğrenildiği başvuru evrakından anlaşılamamakla birlikte başvurucu 18/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12807
Başvuru, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasında verilen kararın hakkaniyete aykırı olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tazminat talebini içerir davada yetersiz olan ve kendi içinde çelişen bilirkişi raporu esas alınarak adil olmayan bir karar verilmesi, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması ve temyiz mercii kararının gerekçe içermemesi nedenleriyle adilyargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Aralarında başvurucular murisinin de olduğu limited şirket ortakları tarafından yine şirket ortağı olan davalı Ö.ye Terme Noterliğince düzenlen 7/4/1987 tarihli umumi vekâletname verilmiştir. Başvurucular murisi ve diğer şirket ortakları tarafından 10/1/1991 tarihinde davalı Ö. aleyhine vekâlet görevini kötüye kullanarak kendilerini zarara uğrattığı iddiasıyla tazminat davası açılmıştır. Aynı kişiler tarafından aynı nedene dayalı olarak 24/11/1992 ve 24/3/1997 tarihlerinde iki ayrı tazminat davası açılmış, açılan davalar aralarındaki fiili ve hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmiştir. Terme Asliye Hukuk Mahkemesi 21/4/2009 tarihli ve E.1991/457, K.2009/167 sayılı karar ile davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “...Mahkememizce yapılan yargılamaya, iddaya, savunmaya, bilirkişi raporlarına, tapu kayıtlarına ve tüm dosya kapsamına göre; davacılar Y. ve O.Ö.nün davalarından feragat ettikleri, davadan feragatin hukuki sonuç doğurucu nitelikte olduğu anlaşıldığından davacı Y. ve O.nun davalarının feragat nedeniyle reddine, davacı A.Ö. yönünden ise davacının doğmuş ve hesaplanabilir maddi zararının bulunmadığı ve davacının maddi zararının bulunduğu hususunuda ispat edemediği, manevi tazminat talebinin de hukuki mesnetten yoksun olduğu anlaşıldığından davacının davasının reddine karar vermek gerektiği vicdani kanaat ve sonucu hasıl olmakla aşağıda yazılı şekilde hüküm tesis edilmiştir.'' Söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/2/2013 tarihli ve E.2012/24331, K.2013/2568 sayılı kararıile onanmıştır. Onama kararının ilgili kısmı şöyledir: "Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olamayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun hükmün Onanmasına[karar verilmiştir.]'' Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 23/1/2014 tarihli ve E.2013/15758, K.2014/1685 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: "Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, HUMK'nın maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin REDDİNE[karar verilmiştir.]'' Nihai karar başvurucular vekiline 4/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4815
Başvuru, tazminat talebini içerir davada yetersiz olan ve kendi içinde çelişen bilirkişi raporu esas alınarak adil olmayan bir karar verilmesi, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması ve temyiz mercii kararının gerekçe içermemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma sürecinde 26/2/2004 tarihinde gözaltına alındığını, 1/3/2004 tarihinde tutuklandığını, davanın temyiz aşamasında derdest olduğunu, tutukluluk halinin makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa'nın , ve maddelerinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 20/3/2014 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 26/2/2004 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 1/3/2004 tarih ve 2004/18 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10/3/20014 ve 2004/252 Esas sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer şüphelilerin "suç işlemek amacıyla örgüt kurma, 6136 sayılı Kanuna muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Davanın görüldüğü İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 12/10/2012 tarih ve E.2004/92, K.2012/264 sayılı kararı ile başvurucunun atılı suçlardan 92 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Başvurucun temyizi üzerine dosya Yargıtay'a gönderilmiş olup, dava temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”5271 sayılı Kanun’un maddesi (1) şöyledir:(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3895
Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma sürecinde 26/2/2004 tarihinde gözaltına alındığını, 1/3/2004 tarihinde tutuklandığını, davanın temyiz aşamasında derdest olduğunu, tutukluluk halinin makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa'nın 19. , 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, başvurucunun sosyal medyada bir siyasetçiye yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeni ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1976 yılında İstanbul'da doğmuştur. Kendini Ermeni kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tanımlayan başvurucu; radyo programı, televizyon programcılığı, köşe yazarlığı, oyunculuk ve yazarlık yapmaktadır. Başvurucunun azınlık konularını işlediği program ve yayınları bulunmaktadır. [Ö.] Alman Yeşiller Partisi eş başkanıdır ve Türkiye'den Almanya'ya göç eden bir ailenin oğludur. 17/3/2015 tarihinde bir grup Alman milletvekili tarafından yapılan Ermenistan ziyareti sırasında [Ö.] sözde soykırım anıtının önüne çelenk bırakmış ve Türkiye'yi sözde soykırımı tanımaya davet etmiştir. Bir haber sitesi olan www.twitter.com (Twitter) isimli sosyal paylaşım sitesinde "[Ö.] Ermenistan'da soykırım anıtına çelenk koyup Türkiye'yi Ermeni soykırımını tanımaya çağırdı" başlıklı haber ile [Ö.nün] Ermenistan ziyareti ve yapmış olduğu açıklama hakkında bilgi verilmiştir. Haberin yayımlandığı gün Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olan İ.G. (müşteki) söz konusu habere bağlantı vererek Twitter'daki kişisel hesabından bir paylaşımda bulunmuştur. Müştekinin paylaşımı "Alman Yeşiller Partisi MV'ne merakımdan soruyorum.. Lütfen cevap ver [Ö.] ... Senin kökenin Ermeni mi?" şeklindedir. Müştekinin paylaşımının ardından başvurucu, Twitter'daki şahsi hesabından;"Cevap ver [Ö.] ?""m.g. ermeniymiş bağrıma taş basıp deyiverdim", "Sana resmen Ermeni dedim. Dava aç bence? @06m.g.","Başkenti resmen Ermeni'ye vermişler Yazıklar olsun...","Abi Pazar günü bekliyorum kiliseye? @06m.g.", "Hep beraber yastayız... #m.g.ermeniymiş", "Yeterince durumu izah ettiysek tamamdır. [G.] iğrenç bir adam. Ve bin yıldır dediğim gibi: Yaşasın halkların kardeşliği" şeklinde paylaşımda bulunmuştur. Müşteki, başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazmış olduğu şikâyet dilekçesinde özetle başvurucunun Twitter üzerinden yapmış olduğu "Hep beraber yastayız... #m.g.ermeniymiş", şeklindeki paylaşımı ve #m.g.ermeniymiş" isimli konu başlığı (hashtag) ile kendisine karşı kamuoyu oluşturmaya çalıştığını ileri sürmüştür. "Başkenti resmen Ermeni'ye vermişler, yazıklar olsun..." şeklindeki paylaşımın hem şahsına hem de Ankaralılara hakaret niteliğinde olduğunu belirten müşteki, başvurucunun "Yeterince durumu izah ettiysek tamamdır. G. iğrenç bir adam. Ve bin yıldır dediğim gibi: Yaşasın halkların kardeşliği" şeklindeki paylaşımında yer verdiği "iğrenç" nitelemesinin "tiksinti veren" anlamına geldiğini ve kişilik haklarına ağır şekilde saldırı oluşturduğunu belirterek başvurucu hakkında iftira, hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, aşağılama suçlarından soruşturma başlatılması talebi ile şikâyette bulunmuştur. Başvurucu savunmasında, yaptığı paylaşımların müşteki tarafından yapılan kışkırtıcı paylaşımlara cevap niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, müştekinin daha önceki açıklamalarında da Ermenilerin hainlik eden ve başkalarıyla iş birliği yaparak ülkeye kötülük yapan bir etnik grup olduğunu ima ettiğini, şikâyet dilekçesinde dahi Ermeni olmaya küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir anlam yüklediğini belirtmiş; müştekinin bu eylemlerinin nefret söylemi olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, müştekinin daha önce de görsel medyada ve Twitter'da Ermenilere yönelik aşağılayıcı ifadeler kullandığını, Ermeni kelimesinin hakaret ve alçaltıcı bir sıfat olarak kullanıldığını belirterek müştekinin Ermenilere karşı sistematik olarak sözlü saldırıda bulunduğunu iddia etmiş ve savunmasında bu iddiasını temellendirmek amacı ile iki ayrı örnek vermiştir. Bu örneklerden ilki müştekinin 14/10/2014 tarihli "Ama doğuda Kürt geçinip aslında kökeni ateist Ermeni olanlar var...( Bu arada vatanına bağlı Ermeni kardeşlerimizi tenzih ederim)." şeklindeki Twitter paylaşımıdır. Yine katıldığı televizyon programlarında müşteki tarafından kullanılan "HDP listesinde 100 Ermeni milletvekili var. Parlamentoya girecek olurlarsa ilk işleri Avrupa Parlamentosu'na gidip Ermenistan'ın özgürlüğünün verilmesini isteyecekler. Bunların önümüzdeki dört sene için planları budur... Güneydoğu'daki bütün Kürtleri kaçırmak için baskı yapacaklar ve öldürecekler dövecekler, tehdit edecekler. Böylece Doğu ve Güneydoğu'yu boşaltıp Ermenilere kalmasını sağlayacaklar. Yapacakları plan bu.. Kobane olaylarında 6-7 Ekimde Kur'an, Kur'an kursu cami yaktılar. Hiç Kürt, Müslüman cami yakar mı? Ateist, Zerdüşt, Marksist olan Ermeniler yakar. Bunlar Kur'an'a, camiye düşmanlar... Seçimden sonra Ermeni PKK'yı tarihe gömeceğiz..." şeklindeki ifadeler de başvurucu tarafından müştekinin Ermeni milletini aşağılama ve kötü gösterme amacı ile yapmış olduğu açıklamalara örnek olarak gösterilmiştir. Kışkırtıcı bir üslup benimseyen müşteki tarafından hukuk yollarının kendisi ile aynı görüşte olmayan bireyleri yıldırmak amacı ile kullanıldığını, bu güne kadar 000 kişiye karşı dava açıldığını ifade eden başvurucu, bu bağlamda hakkında yapılan şikâyetin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Şikâyet sonucunda düzenlenen iddianameyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istenmiştir. 3/7/2015 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/12/2015 tarihli kararında başvurucunun Twitter'daki kişisel hesabından "G. iğrenç bir adam" cümlesinin yer aldığı mesajı yazmak suretiyle hakaret suçunu alenen işlediğini kabul etmiştir. Mahkeme, gerekçesinde Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde "iğrenç" kelimesinin anlamının "insanda iğrenme duygusu uyandıran, tiksindiren, müstekreh" olduğunu belirterek müştekiye hitaben sarf edilen bu kelimenin hakaret suçunu oluşturduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte Mahkeme hüküm fıkrasında müşteki tarafından yapılan paylaşımların başvurucunun mensubu olduğu toplumu aşağılar tarzda sayılabileceğini belirterek başvurucunun suça konu eylemi tahrik altında işlediğini kabul etmiş, başvurucu hakkında takdir olunan cezadan 1/3 oranında indirim yaparak başvurucunun 160 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı 7/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:  “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun'un "Haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/256
Başvuru, başvurucunun sosyal medyada bir siyasetçiye yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeni ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tam yargı davasında yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 20/4/2012 tarihinde astsubay adayı olarak Astsubay Temel Askerlik ve Astsubaylık Anlayışı Kazandırma (ASTASAK) eğitimine başlamıştır. Güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması gerekçe gösterilerek başvurucunun ASTASAK eğitim süreci sonlandırılmış ve 11/7/2012 tarihli işlemle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, ilişik kesme işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 13/2/2013 tarihli kararıyla işlemin iptaline hükmetmiştir. İptal gerekçesinde özetle güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına neden olan belgelerin başvurucu ile doğrudan bir ilgisinin bulunmadığı, belgelerin başvurucunun bir akrabasına ilişkin olduğu ve olumsuz kabul edilen durumun başvurucunun eğitimden çıkarılmasına sebep olacak niteliği haiz bulunmadığı ifade edilerek işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. İptal kararı üzerine başvurucu, ASTASAK eğitimine kaldığı yerden devam etmiş ve 30/8/2013 tarihinde mezun olarak tank astsubay çavuş rütbesiyle göreve başlamıştır. Başvurucu, göreve başlamasının ardından hukuka aykırılığı yargı kararıyla saptanmış işlem nedeniyle göreve geç başladığını belirterek bir yıl boyunca mahrum kaldığı maaş ve özlük haklarına ilişkin maddi zararın ve duyduğu üzüntü sonucu meydana gelen manevi zararın karşılanması için Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Talebi idarece yerine getirilmeyen başvurucu, uğradığını iddia ettiği zararın karşılığı olarak 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle AYİM'de tam yargı davası açmıştır. AYİM Başsavcılığı tarafından; uyuşmazlığa ilişkin olarak başvurucu hakkında hukuka aykırı şekilde tesis edilen işlemin hizmet kusuru oluşturduğu, bu hizmet kusuruyla başvurucunun uğradığı zarar arasında illiyet bağı bulunduğu ve talep edilen tazminatın hizmet kusuru esaslarına göre ödenmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir. AYİM İkinci Dairesi 5/11/2014 tarihli kararıyla uyuşmazlığın emsallerine göre bir yıl geç atanan başvurucunun nasbının geriye götürülmesine (nasıp düzeltmeye) ilişkin olduğu ve AYİM Birinci Dairesinin görev alanı içine girdiği gerekçesiyle dosyanın anılan Daireye gönderilmesine karar vermiştir. AYİM Birinci Dairesi 24/12/2014 tarihli kararıyla uyuşmazlığın eğitime son verilmesi işleminden kaynaklanan tazminat davası olduğu ve bu hâliyle AYİM İkinci Dairesinin görev alanı içinde bulunduğu gerekçesiyle dosyayı AYİM Daireler Kuruluna göndermiştir. AYİM Daireler Kurulu 23/1/2015 tarihli kararıyla, uyuşmazlığın eğitimden çıkarılma işlemi nedeniyle yoksun kalınan zararın tazminine ilişkin olduğunu ve nasıp düzeltme işlemiyle ilgili olmadığını belirterek dosyanın AYİM İkinci Dairesine (Mahkeme) tevdi edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, görev konusuna ilişkin bu belirlemenin ardından 11/2/2015 tarihli kararıyla davayı esastan reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle hukuk devleti ilkesi gereği, faaliyetlerini hukuka uygun bir biçimde yürütmek zorunda olan idarenin bir işleminden dolayı hizmet kusuruna dayalı olarak tazmin sorumluluğundan söz edilebilmesi için kural olarak hukuka aykırılığın varlığının şart olduğu ifade edilmiştir. Kararda idari işlemin her hukuka aykırılık hâlinin hizmet kusuruna neden olmadığı, idari işlemin sebep, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka aykırı olması hâllerinde hizmet kusurunun ve hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğun oluşacağı, öğretideki baskın görüşün de bu doğrultuda olduğu hatırlatılmıştır. Gerekçede askerî öğrencilikten çıkarılmanın ders, sağlık, disiplinsizlik, güvenlik soruşturması gibi çeşitli sebeplere dayalı olarak gerçekleştiği ve bu hususlarda yapılan incelemeler sonucu çıkarılma sebebinin hukuka aykırı olduğunun anlaşıldığı durumlarda askerî öğrencilik statüsünün sona erdirilmesini sağlayan işleme karşı açılan davaların iptal kararları ile sonuçlandığı belirtilerek somut olayda iptal kararının hukuki etki ve sonucunun başvurucunun ASTASAK eğitimine döndürülmesi olgusu ile sınırlı olduğunun altı çizilmiştir. Başvurucunun herhangi bir nasıp düzeltme işlemi yapılmaksızın astsubaylık statüsünde geçmesi gerektiğini ileri sürdüğü bir yıllık süre için astsubaylık özlük haklarına karşılık gelen tazminat talep ettiği ve talep konusu hususta Dairelerinin görevli ve yetkili bulunmadığı hususlarına dikkat çekilen gerekçede talebin kabul edilerek bir yıllık astsubay çavuş rütbesine denk gelen maaşın ödenmesi kabul edilse bile nasıp düzeltilmesi yapılmaksızın bu talebin karşılanmasının, müteakip rütbelerde geç terfiye dayanılarak yeni taleplerin ve davaların oluşmasını engellemeyeceği ifade edilmiştir. Nihayetinde başvurucunun geç nasbedilmesine bağlı olarak talep ettiği tazminatın karşılanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılarakret gerekçesi oluşturulmuştur. Ayrıca kararda işlem nedeniyle "...uğradığı manevi zarar karşılığı olarak uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir" ibaresi bulunmakta ise de hüküm fıkrasında sadece davanın reddine yönelik hüküm kurulmuştur. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. İki üye davanın kabulü yönünde karşıoy kullanmışlardır. Karşıoy gerekçesinde başvurucunun hukuka aykırılığı yargı kararıyla saptanmış işlem nedeniyle geç atandığı, bu işlemin idarenin hizmet kusurunu ortaya koyduğu vurgulanmıştır. Türk toplumunun askerlikten çıkarılan kişilere olumsuz bakması ve başvurucunun emsallerine göre geç mezun olması nedeniyle de manevi zarara uğradığının kabulü gerektiği belirtilen karşıoy gerekçesinde başvurucunun işlem nedeniyle statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin özlük haklarına dair maddi zararın ve manevi zararının idarece hizmet kusuru esaslarına göre tazmini gerektiği kanaatine varılarak çoğunluk kararına katılınmadığı ifade edilmiştir. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 16/9/2015 tarihli kararıyla ve oyçokluğuyla (ret kararına azınlıkta kalan üyelerin karşıoyuyla) reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/10/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 3/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§28, 29, 30). AYİM Kararları Ankara Beytepe Jandarma Okullar Komutanlığında uzman jandarma öğrencisi iken ilişiği kesilen ve ilişik kesme işlemi yargı kararı ile iptal edilen davacının geç atanması sonucu statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin maaş ve özlük haklarına dair maddi zararın ödenmemesi işlemine karşı açtığı davada Mahkeme 24/2/2009 tarihli ve E.2009/36, K.2009/226 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "T.Anayasanın 125 nci maddesinin son fıkrasına göre, idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür. Anayasada idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği belirtilmemiş olup bu meselenin çözümü öğretiye ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru ister kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın genel olarak idarenin tazmin borcunun doğabilmesi için bir zararın mevcudiyeti, zarara yol açan eylemin idareye yüklenebilir nitelikte olması ve zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunması zorunludur. Davacının, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla saptanan bir idari tasarrufla Uzman Jandarma Okulundan çıkarıldığı ve emsallerinden daha sonra göreve başladığı maddi bir vakıadır. İdare ajanlarının hukuka aykırı güvenlik soruşturması sonucunu esas olarak tesis ettikleri okuldan çıkarılma işlemi, idarenin hizmet kusurunu ortaya koymaktadır. Davacının hukuka aykırı olarak hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi nedeniyle emsallerinden daha sonra uzman jandarma çavuş nasbedilmek ve göreve başlamak suretiyle statü dışında geçirdiği sürede uğradığı maddi zararının idarece, hizmet kusuru esaslara göre giderilmesi gerektiği, bu nedenle, hukuka aykırılığı Mahkememizce tespit edilen okuldan çıkarma işlemi nedeniyle emsallerinden geç mezun olan davacının, emsallerine göre mahrum kaldığı aylıkların kendisine ödenmemesi yönündeki işleminin iptaline karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." Hava Astsubay Meslek Yüksek Okulu öğrencisi iken ilişiği kesilen ve ilişik kesme işlemi yargı kararı ile iptal edilen davacının geç atanması sonucu statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin maaş ve özlük haklarına dair maddi zararın ödenmemesi işlemine karşı açtığı davada Mahkeme 15/5/2013 tarihli ve E.2013/454, K.2013/589 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "İdari işlemden doğan tam yargı davalarında da eylemden doğan tam yargı davalarında olduğu gibi idarenin tazmin sorumluluğu, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kuram ve ilkelerine dayanmaktadır. Hukuk devleti ilkesi gereği faaliyetlerini hukuka uygun bir biçimde yürütmek zorunda olan idarenin, bir idari işlemden dolayı "hizmet kusuru"na dayalı olarak tazmin sorumluluğundan söz edilebilmesi için kural olarak hukuka aykırılığın varlığı şarttır. Ancak, bir idari işlemin herhangi bir yönden mevzuata ve hukuk kurallarına aykırı olması halinin, her durumda ve tek başına hizmet kusurunun varlığını kabule yeterli olup olmadığı, diğer bir ifadeyle idari işlemlerin iptalini gerektiren nedenlerle hizmet kusurunu doğuran nedenler arasında tam bir bağlılık ve ayniyet olup olmadığı hususunda öğretide bir fikir birliği bulunmadığı görülmektedir.Ancak öğretide bu konuda baskın görüş idari işlemlerdeki yetki, şekil unsurları ve usul bakımından hukuka aykırılıkların, sonradan giderilebilir hukuka aykırılıklar olması nedeniyle hizmet kusuru teşkil etmeyeceğinden, idarenin hizmet kusuruna dayalı sorumluluğunun bulunduğundan da söz edilemeyeceği; idari işlemlerdeki sebep, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka aykırılıkların ise hizmet kusuruna sebebiyet verdiği ve idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğunun bulunduğu yönündedir.Davacının hukuka ve mevzuata aykırılığı AYiM Dairesinin 2011 tarih ve 2011/275 Esas, 2011/404 Karar sayılı kararıyla saptanan bir idari işlemle Astsubay Meslek Yüksek Okulundan çıkarıldığı ve bu nedenle emsallerinden geç göreve başladığı maddi bir vakıadır. Bu nedenle tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi, idarenin hizmet kusurunu ortaya koymaktadır. Davacının hukuka aykırı olarak hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi nedeniyle emsallerinden geç Astsubaylığa nasbedilmek ve göreve geç başlamak suretiyle statü dışında geçirdiği süreye ilişkin uğradığı zararların idarece hizmet kusuru esaslarına göre tazmini gerektiği, bu nedenle, hukuka aykırılığı Mahkememizce tespit edilen okuldan çıkarma işlemi nedeniyle emsallerinden geç mezun olan davacının, emsallerine göre mahrum kaldığı aylıkların kendisine ödenmemesi yönündeki işleminin iptaline karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır." Mahkemenin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/355, K.2013/568 sayılı;8/5/2013 tarihli ve E.2012/1200, K.2013/564 sayılı; 20/3/2013 tarihli ve E.2012/1099, K.2013/349 sayılı; 27/3/2013 tarihli ve E.2012/1100, K.2013/379 sayılı; 20/3/2013 tarihli ve E.2012/1101, K.2013/350 sayılı; 2/7/2014 tarihli ve E.2013/1833, K.2014/1040 sayılı kararları da yukarıda belirtilen karar (bkz. § 24) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir. Sözleşmeli subay adaylığına son verilmesine ilişkin işlemi yargı kararı ile iptal edilen davacının statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin maaş ve özlük haklarına dair maddi zarar ile işlem nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle açtığı davada AYİM Birinci Dairesi 18/6/2013 tarihli ve E.2013/217, K.2013/731 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Davacı hakkında tesis edilen ayırma işlemi Dairemizin 25 Ekim 2011 gün ve E:2010/1111, K:2011/1683 sayılı kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla tespit edilen bu işlem nedeniyle davalı idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu açıktır. Ayrıca iptal kararları, geriye yürür şekilde işlemi ortadan kaldıran ve yargılama konusu işlemin hukuk aleminde hiç doğmaması sonuçlarını doğuran kararlardır. İptal kararıyla, dava konusu ayırma işleminin tesis anından önceki hukuki duruma dönülür. Bu bağlamda, davacının statü dışında geçirdiği süreye ilişkin özlük haklarının ödenmesi, iptal kararının gereklerinden olup, davalı idareyi bu hakların ödenmesi yükümlülüğü altına sokmaktadır. ...İdarenin bir eylemi veya işlemi sonucu elem ve ızdırap duyulması, haysiyet ve şerefin rencide olması, manevi değerlerin ve yaşama zevkinin azalması manevi zarar teşkil etmektedir. Bu bağlamda günlük yaşamı etkileyecek ölçüde üzüntü ve sıkıntı duyulmasınm da tazmini gereken bir manevi zarara neden olacağının kabulü gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı AİHM'e göre mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 ... 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49). AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesini içermediğinin altını çizmekte, ancak iyi temellere oturmuş yerleşik içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17110
Başvuru, tam yargı davasında yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen bir delile dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 12/5/2002 tarihinde müştekiler N.K. ve S.K.nın içinde bulunduğu araç İstanbul'un Pendik ilçesi Harmandere Mahallesi'nde bulunan Kurtköy gişelerinden geçiş yaptıkları sırada aralarında resmî üniformalı jandarma personelinin de bulunduğu bazı şahıslar tarafından durdurulmuştur. Araçtan indirilen müştekilerin gözleri bağlı bir şekilde ormanlık alana götürüldükleri, burada silah zoruyla müştekilere iki adet çek imzalattırıldığı, müştekilerin darbedildiği ve paralarının gasbedildiği iddia edilmiştir. Olayla ilgili olarak Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. 27/5/2002 tarihli teşhis tutanağına göre müştekiler N.K. ve S.K. kollukta kendilerine gösterilen değişik şahıslara ait fotoğraflar arasından başvurucunun fotoğrafını seçerek silahlı gasp olayı sırasında kendilerini gasbeden kişilerden biri olduğunu teşhis etmişlerdir. Bu tutanak müştekiler tarafından imzalanmıştır. Soruşturma kapsamında beyanına başvurulan müşteki S.K., olay tarihinde başvurucu tarafından gözlerinin siyah ve beyaz renkli bir bez (puşi) ile bağlandığını ifade etmiştir. 28/5/2002 tarihli teşhis ve elkoyma tutanağına göre bahsi geçen bez (puşi), olaya karıştıkları iddia edilen şüphelilerin ikamet adreslerinde yapılan aramalar kapsamında bir şüphelinin ikametgâhında ele geçirilmiş ve müşteki tarafından da teşhis edilen beze el konulmuştur. Soruşturma sonucunda bir kısım şüpheli hakkında silahlı gasp suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır. Dava dosyası Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/332 sayısına kaydedilmiştir. Başvurucuyla ilgili olarak 25/10/2002 tarihinde gıyabi tutuklama kararı verilerek hakkındaki dosya tefrik edilmiştir. Yapılan tüm aramalara rağmen başvurucunun yakalanamaması üzerine dosyanın sürüncemede kalmaması için Başsavcılığın 5/11/2002 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı gasp suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Kartal Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava fiilî ve hukuki irtibat nedeniyle Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/332 sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Başvurucunun hazır bulunmadığı 14/10/2002 tarihli celsede müşteki S.K.nın beyanı alınmıştır. S.K. beyanında özetle olay tarihinde üç ayrı noktaya götürüldüklerini, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler tarafından baskı ve şiddet gördüklerini ifade etmiştir. 19/5/2006 tarihinde yakalanan başvurucu, Kartal Sulh Ceza Mahkemesinin aynı tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Yargılamanın 15/6/2006 tarihli celsesinde başvurucu, müdafii eşliğinde savunma yapmıştır. Başvurucu savunmasında özetle olay mahalli olan İstanbul Anadolu Yakası'na 2000 yılından itibaren hiç geçmediğini, dolayısıyla atılı suçun işlendiği iddia edilen tarihte olay yerinde bulunmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Aynı celsede hazır bulunan müşteki S.K., olayın üzerinden uzun süre geçtiğini ve başvurucuyu hatırlayamadığını ifade etmiştir. Başvurucu, Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin 15/6/2006 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Başvurucunun müdafii; esas hakkındaki mütalaaya karşı yaptığı savunmada özetle başvurucu hakkındaki tek delilin 27/5/2002 tarihli fotoğraf teşhis tutanağı olduğunu, teşhis işleminin hukuka aykırı olması nedeniyle teşhis tutanağını delil olarak kabul etmediklerini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii; dosya içinde herhangi bir fotoğraf bulunmadığını, müştekilere 27/5/2002 tarihinde yaptırılan teşhisin hangi fotoğrafa dayanılarak yaptırıldığının belirli olmadığını ileri sürmüştür. Soruşturma aşamasında başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanıkların bu beyanlarına ilişkin tutanağı imzalamaktan imtina ettiklerinin gözönünde bulundurulması gerektiğini belirten başvurucu müdafii, yargılamanın 22/9/2011 tarihli celsesinde söz konusu beyanların delil olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin 22/9/2011 tarihli kararı ile başvurucunun müştekiler N.K. ve S.K.ya yönelik nitelikli gasp ve hürriyeti tahdit suçlarından hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada ayrıntılı ve olayı aydınlatacak tarafsız bir tanık beyanı bulunamamıştır. Sanıklar üzerlerine atılı suçu inkar etmişlerdir.Dolayısı ile mağdurların sanıklara iftira atmasını gerektirecek bir neden de bulunamadığından mağdurların olayın başından itibaren aşamalarda değişmeyen beyanlarına itibar edilmiş ve sanıkların suçu gerçekleştirdikleri anlaşılmıştır." Başvurucunun talebi üzerine duruşmalı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında müşteki S.K.ya yönelik yağma ve her iki müştekiye yönelik özgürlüğü kısıtlama suçlarından kurulan hükmün onanmasına, müşteki N.K.ya yönelik yağma suçundan kurulan hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) bozma kararına uyularak devam edilen yargılamanın 10/7/2014 tarihli celsesinde başvurucu müdafii dosya içinde bulunan fotoğraf teşhis tutanağını kabul etmediklerini, bu teşhisin usule uygun olmadığını, daha önce aleyhte beyanda bulunan diğer sanıkların başvurucuyu tanımadıklarını ifade ettiklerini ve aleyhe de başka bir delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Mahkemenin 24/2/2015 tarihli kararı ile başvurucunun müşteki N.K.ya karşı gece vakti birden fazla kişi ile birlikte silahla yağma suçundan 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı, Yargıtay ilamı ve mahkememizin önceki kararı ile, sanıkların mağdurlar [N.K.] ve [S.K.yı], geceleyin orman içersine götürdükleri ve burada her iki mağdurun para ve eşyalarını gasp ettikleri ve ayrıca senet aldıkları, senedin bilahare mağdurlara iade edildiği anlaşılmıştır. Sanıklar (...) ve İsmet Dündar’ın mağdur [S.K.], yönelik yağma ve özgürlüğü tahdit, mağdur [N.K.ya], yönelik özgürlüğü tahdit suçlarından kurulan mahkumiyet hükümleri Yargıtay onamasından geçerek kesinleşmiştir. Anılan sanıkların mağdur [N.K.ya], yönelik nitelikli yağma suçundan eylemlerine uyan ve lehlerine olan 5237 sayılı TCK m. 149/1-a,c,h uyarınca TCK m.37/1 delaletiyle ayrı ayrı cezalandırılmalarına, birden fazla nitelikli halin aynı olayda gerçekleştiği anlaşılmakla ceza miktarının teşdiden tayinine, sanıkların bu mağdura yönelik zararı soruşturma aşamasında kısmen gidermiş olmaları ve mağdurun kısmi ödeme nedeniyle etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına muvafakatinin olduğu anlaşılmakla verilen cezadan TCK m.168/3 uyarınca ½ oranında indirim yapılmasına, sanıkların mahkeme safahatindeki davranışları lehlerine değerlendirilerek TCK. m 62 uyarınca takdiri indirim uygulaması yapılmasına karar verilmiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 26/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32750
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen bir delile dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun bir gazetede yayımlanan köşe yazısında kullandığı ifadelerin hakaret kabul edilerek adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu otuz yıllık gazeteci olup olayların meydana geldiği tarihte Yeni Akit gazetesinde (gazete) günlük köşe yazıları yazmaktadır. 17-25 Aralık soruşturmaları (anılan soruşturmaya ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) sonunda verilen takipsizlik kararının kamuoyu tarafından tartışıldığı bir ortamda NTV adlı televizyon kanalında programcı olan S.K.Y. kendisine ait Twitter hesabından 17-25 Aralık soruşturmasına takipsizlik kararı veren savcı hakkında "Bu adamı asla unutmayın. "ifadelerini kullanarak bir paylaşım yapmıştır. 2/1/2015 tarihinde ise başvurucu, gazetenin 2/1/2015 tarihli nüshasında ve internet sitesinde "Medyamızın Yeni Kahramanı Hortumcu Ç'nin İşçisi S.!" başlıklı köşe yazısı yayımlamıştır. İlgili köşe yazısı şöyledir:"Twitter’ın kahraman yaptığı bir 'konu mankeni' daha karşımızda..Zaman gazetesi birinci sayfasında.Samanyoluhaber ana haberinde..Diğer televizyonlar, 'Gazeteci S. aşağı.. Gazeteci S. yukarı' diye onlarca haber..Neymiş?Gazeteci S., bir tivit atmış. Tivit gerekçesi ile gözaltına alınmış, çocuğunun çizgi film seyrettiği tabletten tutun, cep telefonuna kadar her şeyine el konulmuş!'Çocuk' dedi diye, ayağında patik olmayan çıplak ayakla dolaşan bir çocuk sanmayın..Kendisine özel, 'yatılı oyun ablası' tutulan, şanslı bir çocuk o!Dolayısı ile, 'tablet', 'çizgi film' vesair, anlarsınız ya..İşin sosu..Berkin Elvan gibi, 'Fırına ekmek almaya gidiyordu' diyecek de.Çocuk 4 yaşında..Medyamızın kahramanlaştırdığı S. ablanın attığı tivitin içeriğine bir bakalım..'Bu adamı asla unutmayın 17 Aralık soruşturmasına takipsizlik kararı veren savcı ...'Aslında takipsizlik kararını veren, S.'in tivitine yazdığı savcı değil ama..O kadarcık hatayı geçelim..S. ablamızın, 'yolsuzluk hassasiyeti'ni ayağa kalkarak alkışlayalım! Ama şeytan bu, ne yaparsınız...S. ablanın makyajı.. Lüks giyim kuşamı.. Röportaj verdiği evinde arka planda görünen 'aristokratların evlerini aratmayan lüks eşyalar', benim kafamı karıştırıyor...'Kim bu S. abla' diyorum..Ve yanılmıyorum..Son ayların, klasik bir 'tiplemesi' ile karşı karşıya olduğumuzu görüyorum..Kimmiş, S. abla?..17 Aralık’a verilen takipsizliğe itiraz ediyor ama..Kendisi; yolsuzluğun kralını, 2 katrilyon lirayı hazineden hortumlayıp kasasına aktararak gerçekleştiren Ç.'nin, NTV’sinde program yapan bir bayan..Ç. hazineyi soyuyor.Bu hanım abla da, E. Ç.'nin de haftalık programa çıktığı NTV’de, farklı programlarla, halkın dikkatini, o aylarda soygunlardan başka yerlere çekiyor.O dönem çalıştığı NTV’nin patronu Ç.'nin hortumuna, tek bir itirazda bulunmuyor..Verilen takipsizlikleri.. Verilen görevsizlik kararlarını.. Verilen yetkisizlik kararlarını.. O zaman tivit yoktu ama.. Televizyonda, gazetelerde, internet sitelerinde iki cümle ile eleştirmiyor..Kafa yapısını ispatlıyor. 'Benim derdim yolsuzluk değil, karşı çıktığım; yöneticilerin dindarlığı' diyor..Hayatı lüks içinde geçen insanların, 'yolsuzluk edebiyatı' yapmaları, bana hep 'He he.. Anlat heyecanlı oluyor' tepkisi verdirir..S. ablanın lüks ev eşyalarını da görünce..'Nerden geliyor acaba, bu değirmenin suyu' diye düşündüm..Eşi, Sabancı’da uzun yıllar, insan kaynaklarında üst yönetici olarak çalışmış. Nihayetinde maaşlı bir eleman.. Kendisi de öyle..Ayrıca, şu şirketi kurmuş, olmamış, tasfiye etmiş. Bu şirketi kurmuş, çekler ödenmemiş, tasfiye etmiş. Diğerini kurmuş..Uzatmayalım..Ticari hayatında, hani denir ya.. 'İki koyunu güdemeyen' diye..Öye bir gazeteci S. abla da..Ama, başsavcıya akıl veriyor. 'Nasıl takipsizlik kararı verirsin' diye, hesap sormaya kalkıyor.. Başsavcı deseydi ki, 'Ne bu şirketler? Birini açmışsın, diğerini kapatmışsın.. İyi hatırlattın.. Niye kapattın bu şirketleri?'S. ablanın ailecek yaptığı şu 'tatil yazısı'nı okumasaydım.. Emin olun, her şeye rağmen, yine de hiç itiraz etmeyecektim, S. ablaya..Buyrun, eşinin kaleminden, Sahil Güvenlik Dergisi’ndeki, üç aylık Yunan adaları tatili ile ilgili anlatımı okuyun, siz karar verin, 'bunların yolsuzluk edebiyatı yapmaya ne hakları olabilir?''Adanın merkezindeki şık butikler, göz alıcı kuyumcular (ki benim favorim Thanos), neşeli dondurmacılar ve kafeler harika şekilde zaman geçirmenizi sağlıyor. Sokağın iki yanına masaları atmış, aile işletmesi Pantelis Restoran’da defalarca yemek yedik ve her seferinde çok memnun kaldık. Biraz daha içeride bulunan Tırhandil (Tpexanthpi)Taverna ise küçük masalarında, hiç ummadığınız kadar büyük ziyafet çekebileceğiniz harika bir başka mekan. Özellikle ahtapot ve karideslerini mutlaka deneyin derim. St.John Manastırı’na karşı bir akşam yemeği için ise sahile paralel, altında bir İtalyan restoranı bulunan, ikinci kattaki Tzibaepi Taverna’yı tercih edebilirsiniz. Henüz gitmediğimiz ama namını epey duyduğumuz bir başka restoran ise Benetos. Romantik, nezih atmosferi ve Akdeniz mutfağı ile beğeni toplayan ancak yüksek fiyatları nedeniyle biraz da şikayet edilen bir adres. Yine de sanırım denemeye değer... Gezdiğimiz diğer Yunan adalarına gelince, eh, onlar da artık bir başka sefere...'S. abla da, şöyle yorumluyor bu tatili: 'Fındık kabuğunun hallicesi teknemiz Mayıs ile (32 feet Jenaue) 3 ay sürecek mavi yolculuğumuza Temmuz başında İstanbul Fenerbahçe Marina’dan çıkış yaparak başladık.'Gerisini okumaya gerek yok..Ben yıllardır gazetecilik yapıyorum...Londra doğumlu S. abla ve içinde olduğu aristokrat zümrenin bir seferinde yaptığı üç aylık tatili, Tayyip Erdoğan’ın 12 yıllık Başbakanlığı döneminde, toplam olarak yapmadığının garantisini verebilirim..Gerisi hikayedir. Palavradır, yalandır, iftiradır..Bir seferinde üç aylık tatil yapan aristokratlar, 12 yıldır 365 gün, günün 18 saati çalışan Başbakan’a bir suçlama yapıyorlarsa.. (Fiilen yaptığı toplam tatili, olsun olsun bir ayı geçmez!).Alacakları cevap şudur: 'Hadi ordan.. Hadi ordan!' Başvurucu hakkında, yazmış olduğu köşe yazısıyla müşteki S.K.Y.ye karşı hakaret ve iftira suçlarını işlediği iddiasıyla Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme başvurucunun iftira suçundan beraatine, hakaret suçundan ise 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. İlgili karar hakaret suçu yönünden kesin karar olup başvuru yolu bulunmamaktadır. Mahkeme; kararın gerekçesinde ifade ve basın özgürlükleri ile alakalı olarak sırasıyla doktrin görüşüne, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına yer vermiş ve neticesinde "Konu mankeni, iki katrilyonlirayı hazineden hortumlayıp kasasına aktararak gerçekleştiren Ç.'in NTV'sinde program yapan bayan, iki koyunu güdemeyen...gerisi hikayedir, palavradır, yalandır, iftiradır." ifadelerinin eleştiri sınırlarını aşıp hakaret unsurları içerdiğini belirtmiştir. Mahkemeye göre köşe yazısındaki bu ibareler eleştirinin yapılışında gereksiz, yararlı olmayan beyan, niteleme ve değerlendirmeler olarak kabul edilmiştir. Mahkeme ayrıca köşe yazısındaki bu ifadelerin içerik ile uygun düşmediğine, tahrik edici olduğuna, kuşku doğuracağına ve okuyucuyu husumete düşüreceğine dikkat çekmiştir. Başvurucu, kararı 6/4/2017 tarihinde öğrenmiş ve aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 6/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur...."B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade ve basın özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Haci Boğatekin (B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20) başvurusuna ilişkin karar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21000
Başvuru, başvurucunun bir gazetede yayımlanan köşe yazısında kullandığı ifadelerin hakaret kabul edilerek adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyonca 2019/16212, 2019/16264, 2019/16310, 2019/16590 ve 2019/26302 başvuru numaralı dosyalar 2019/16204 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16204
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 6/3/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19228
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti davasında hükmedilen vekâlet ücreti ve yargılama giderleri ile bu davanın dört aydan uzun sürmesi nedeniyle dördüncü aydan sonraki döneme ilişkin olarak hükmedilen yasal faizin ödenmemesi; yasal faiz için karar tarihinden itibaren hesaplanan gecikme faizinin tahsiline yönelik takip talebinin reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunululmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1969 doğumlu olup Trabzon ili Yorma ilçesinde ikamet etmektedir. A. Kamulaştırma Süreci Başvurucunun hissedarı bulunduğu Trabzon ili Çaykara ilçesi Derelik Mahallesinde kâin 267 ada 1 parsel numaralı taşınmazın 1974,34 m²lik kısmı, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca (EPDK) (idare) baraj yapılması amacıyla acele kamulaştırma yoluyla kamulaştırılmıştır. Acele el koyma safhasında başvurucu ve diğer maliklere 871,76 TL ödeme yapılmıştır. İdare tarafından 22/3/2012 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davasında Mahkeme, bilirkişiler eşliğinde kamulaştırma konusu taşınmaz mahallinde keşif yapmıştır. Bilirkişiler tarafından el koyma safhasında ödenen 871,76 TL'nin mahsubundan sonra taşınmazın kamulaştırılan kısmının değeri 969,84 TL olarak tespit edilmiştir. Yargılama sırasında bilirkişi tarafından belirlenen taşınmaz bedelinden acele kamulaştırma esnasında ödenen tutar düşüldükten sonra geriye kalan 969,84 TL kamulaştırma bedeli başvurucunun da aralarında buluduğu davacılara hesaben ödenmiştir. Mahkeme, 27/12/2013 tarihli kararında ayrıca davanın dört aylık süre içinde karara bağlanamaması nedeniyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca dördüncü ayın bitiminden (23/7/2012) kararın verildiği tarihe kadar bu tutara yasal faiz işletilmesine hükmetmiştir. Kararda, idare aleyhine yargılama giderleri ile vekâlet ücretine de hükmedilmiştir. B. Faize İlişkin Olarak Başlatılan İcra Süreci Başvurucu ve diğer malikler, 14/5/2014 tarihinde Trabzon İcra Dairesinde (İcra Dairesi) ilamlı icra takibi başlatmıştır. Takip talebinde, 23/7/2012 ila 27/12/2013 tarihi arasındaki dönem için hesaplanan 144,40 TL yasal faizin yanı sıra, kararın verildiği tarihten sonraki dönem için bu tutar üzerinden hesaplanan 944,47 TL gecikme faizinin de ödenmesi talep edilmiştir. Başvurucu ve diğer malikler ayrıca, yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin de yasal faiziyle birlikte ödenmesi isteminde bulunmuştur. İcra Dairesi, 144,40 TL yasal faize işletilen 944,47 TL gecikme faizinin tahsili talebini reddetmiş ve bunu 15/5/2014 tarihli kararla takip talebinde bulunanlara bildirmiştir. Anılan kararda 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un maddesi ile 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin son fıkrası ve Yargıtay içtihatları uyarınca faiz alacağına faiz işletilmesinin yasak olduğu gerekçesine dayanılmıştır. İcra Dairesince başvurucuya tebliğ edilen 15/5/2014 tarihli icra emrinde de 944,47 TL gecikme faizi alacağına yer verilmemiştir. Başvurucu ve diğer malikler tarafından 16/5/2014 tarihinde Trabzon İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) İcra Dairesinin değinilen kararına karşı şikâyet başvurusunda bulunulmuştur. İcra Hukuk Mahkemesi, 3/6/2014 tarihli kararla faiz alacağına faiz işlemeyeceği gerekçesiyle şikâyetin reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu karar 25/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/8/2014 tarihinde bireysel başvruda bulunmuştur. Bireysel Başvuruda Bulunulmasından Sonraki Gelişmeler Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada, icra emrinde yer alan yargılama giderleri ve vekâlet ücreti ile bunlar için işletilen gecikme faizi ve Mahkeme kararında hükmedilen yasal faiz için 2/3/2016 tarihinde 446,58 TL'nin, 23/6/2016 tarihinde ise 51,36 TL'nin davacılar vekilinin hesabına yatırılmak suretiyle ödendiği görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.…” 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a) Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü,c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d)Varsa vergi beyanını,e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.…. ”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faiz ödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin enflasyonun oldukça altında olması sonucu tespit edilen bedelin değerini koruyucu nitelikte olmaması nedenleriyle birçok davada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız ve aşırı bir yük bindiği ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, §§ 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, §§ 57-60). AİHM, istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. AİHM'in çeşitli kararlarında, makul olmayan bir gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39; Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri, B. No: 29813/96-30229/96, § 54). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının, geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM, mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin, borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002; Dökmeci/Türkiye, B. No: 74155/14, 6/12/2016, § 56). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında (B. No: 10162/02, 09/03/2006), haksız olarak tahsil edilen verginin beş yıl beş ay sonra faizsiz olarak iade edilmesinin, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir (Eko-EldaAvee/Yunanistan, §§ 23-31). Yine benzer şekilde Sefine Baş/Türkiye kararında da (B. No: 49548/99, 24/06/2008) tazminatın faiz ödemesine bağlı değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle, idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir “alacak” oluşturduğu ve bu nedenle başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1 No.lu ek Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu hakkın, başvurucuya emekli sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının, başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. Mahkeme bu çerçevede, başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın, yargılamada geçen süre zarfında uğranılan maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sefine Baş/Türkiye, §§ 58-64).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13547
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti davasında hükmedilen vekâlet ücreti ve yargılama giderleri ile bu davanın dört aydan uzun sürmesi nedeniyle dördüncü aydan sonraki döneme ilişkin olarak hükmedilen yasal faizin ödenmemesi; yasal faiz için karar tarihinden itibaren hesaplanan gecikme faizinin tahsiline yönelik takip talebinin reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; yargılandığı davada haksız şekilde gözaltı ve tutuklama tedbiri uygulandığını, anılan davada beraatine karar verilerek hükmün kesinleştiğini belirterek tazminat davası açmıştır. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2018 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucu lehine 397,25 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 16/9/2019 tarihinde manevi tazminata ilişkin istinaf başvurusunu esastan reddetmiş, maddi tazminata ilişkin hükmün 306,40 TL olarak düzeltilmesine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar olan Bölge Adliye Mahkemesinin kararına ilişkin olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede, başvurucunun ilgili kararı ilk olarak 25/1/2019 tarihinde saat 29'da açarak okuduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvurucu nihai kararı 25/2/2019 tarihinde UYAP üzerinden öğrendiğini belirterek 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9093
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç Başvurucu, 2012 yılından itibaren çeşitli taşeron şirketler bünyesinde Antalya Büyükşehir Belediyesinde (Belediye) gasil (ölü yıkama görevlisi) olarak çalışmakta iken 11/8/2016 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 16/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, yazılı bildirim yapılmadığını ve savunmasının alınmadığını belirtmiş; iş akdinin feshedilmesini gerektiren herhangi bir neden bulunmadığını, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olmaksızın terör örgütü ile iltisaklı denilerek işlem tesis edilmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Söz konusu durumun somut delillerle desteklenmemesinden yakınmıştır. Antalya İş Mahkemesi (Mahkeme) 17/5/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargılama sırasında davacı hakkında her hangi bir adli ve idari soruşturma olup olmadığı hakkında müzekkereler yazılmış olup Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunun 30/05/2018 tarih ve 2018/20831 Soruşturma Sayılı müzekkere cevabında davacı hakkında Antalya Ağır Ceza Mahkemesine FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olmak suçundan dava açıldığı bildirilmiştir. Bu halde; davalı savunmasına göre davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, davalı işverenden beklenemeyeceği, feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı anlaşılmakla davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, karara karşı 5/11/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, stratejik önemde bir görevi olmadığının altını çizmiştir. Hakkında devam eden ceza davasında terör örgütüne üye olmakla değil yardım etmekle suçlandığını vurgulamıştır. Suçlamanın dayanağı olan Bank Asya hesap hareketlerinin de terör örgütüne yardım etmek maksadıyla olmadığına dair açıklamaları ceza mahkemesi dosyasındaki savunmasında yaptığını belirtmiştir. Ayrıca Bank Asya hesabındaki hareketlerin maaş hesabıyla ilişkili olduğunu da açıkladığını, maaşın yatırılacağı hesabın işveren tarafından belirlendiği gözönüne alındığında hakkında duyulan şüphenin kaynağının işveren olduğunun ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Ceza yargılamasının sonucu beklenmediği gibi dosyanın içeriği araştırılmadan karar verilmesinden şikâyetçi olmuştur. Hakkındaki şüphenin somut şekilde kanıtlanmadığını ileri sürmüştür. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 6/2/2020 tarihinde istinaf başvurusunu esastan kesin olarak reddetmiş; kararda, başvurucu hakkında Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan dava açıldığını, davanın sürdüğünü belirtmiştir. İşverenden iş akdini sürdürmesinin beklenemeyecek olması nedeniyle feshin şüphe feshinin şartlarını taşıdığını ifade etmiştir. Nihai karar, başvurucuya 24/2/2020 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Davasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında 2016 yılında FETÖ/PDY'ye yardım etme suçuna ilişkin olarak soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 9/3/2018 tarihli iddianame düzenlemiş; iddianamede, başvurucunun Bank Asyada ilk hesap açılış tarihinin 7/3/2010, son hesap açılış tarihinin 6/2/2014 olduğunu belirtmiştir. 6/2/2014 tarihinde üç hesabı olduğu ve açık olan tüm hesapların 11/5/2016 tarihinde kapatıldığı bilgisine yer vermiştir. 6/2/2014 tarihinde açılan hesaba 500 TL para yatırıldığı, paranın 7/12/2015 tarihine kadar faizleri ile birlikte katılım hesabında tutulduğunu, 6/2/2014 tarihinde açılan altın hesabında da 144 TL tutarında altın olduğunu söylemiştir. Başvurucunun 6/2/2014 tarihi itibarıyla bu Bankadaki mevduat hesabına 500 TL yatırarak örgüte ait Bank Asya'yı dolayısıyla terör örgütünün faaliyetlerini desteklemek amaçlı ve örgütün sözde liderinin talimatı doğrultusunda hareket ettiği sonucuna varılmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 20/3/2018 tarihinde düzenlenen iddianamenin kabul edilmesine karar verildikten sonra yapılan yargılama sonucunda 12/11/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan beraat etmesine karar verilmiştir. Kararda; yapılan yargılamada toplanan delillere göre başvurucunun FETÖ/PDY ile organik bağ içine girip sürekli şekilde çeşitlilik ve yoğunluk gösteren eylemlerde bulunduğuna ilişkin olarak her türlü şüpheden uzak, mahkûmiyetine yeterli, kesin ve ikna edici delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun Bank Asya hesap hareketleri incelendiğinde hesabında para hareketi yokken 6/2/2014 tarihinde 509,40 TL değerinde altın alımı yaptığı, altın alımını yaptığı tarih, miktar ve paranın 2015 yılı sonuna kadar hesapta tutulması nedeniyle başvurucunun talimat ile bu eylemi gerçekleştiği hususunda tam ve kesim bir kanaat elde edilemediği belirtilmiştir. Başvurucunun talimat aldığı yönünde dosyaya yansıyan başkaca bir delilin de bulunmadığı aktarılmıştır. Söz konusu karara karşı başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmamış, karar kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi'dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11034
Başvuru, işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, 29/3/2002 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı zilyetliğe dayalı tescil davasında, yapılan kadastro çalışması sonucunda taşınmazın 199,29 m2'lik kısmı hakkında tespit tutanağı düzenlenip 247 ada 4 parsel numarası verilmesi, 490,33 m2'lik kısmının ise orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapulama harici bırakılması üzerine, tapulama harici bırakılan kısım hakkındaki davanın tefrik edilerek Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmesine, 247 ada 4 parsel numaralı taşınmaz bakımından Mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın Marmaris Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verildiğini, her iki davanın halen devam ettiğini, davaların makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 20/6/2013 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Muğla ili Marmaris ilçesi Hisarönü köyü, Kürardı mevkiinde bulunan taşınmazı, S. isimli şahıstan, henüz bölgede kadastro çalışmaları yapılmadığı için zilyetlik belgesi ile 10/12/1996 tarihinde satın aldığı ve taşınmaz üzerinde zilyetlikle mülk edinme koşulları gerçekleştiği iddiasıyla 29/3/2002 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine, zilyetliğe dayalı tescil davası açmış olup, dava Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/267 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yargılamanın devamı sırasında taşınmazın bulunduğu Hisarönü köyünde kadastro çalışmaları yapılarak, taşınmazın 199,29 m2'lik kısmı hakkında tespit tutanağı düzenlenip 247 ada 4 parsel numarası verilmesine, 490,33 m2'lik kısmının ise orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapulama harici bırakılmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi, 19/2/2009 tarih ve E.2002/267, K.2009/100 sayılı kararıyla tapulama harici bırakılan kısım hakkındaki davanın tefrik edilerek Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmesine, 247 ada 4 parsel numaralı taşınmaz bakımından Mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın Marmaris Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapulama harici bırakılan kısım hakkındaki dava, Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/59 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup, yargılama devam etmektedir. 247 ada 4 parsel numaralı taşınmaza ilişkin olarak Kadastro Mahkemesine gönderilen dava, Marmaris Kadastro Mahkemesinin E.2009/1769 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Bu davada Marmaris Kadastro Mahkemesi, 5/7/2010 tarih ve E.2009/1769, K.2010/624 sayılı kararıyla davanın reddine, 247 ada 4 parsel numaralı taşınmazın orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 2/11/2012 tarih ve E.2011/8720, K.2012/12034 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarih ve E.2013/4420, K.2013/9870 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Bozma kararı sonrası dava yeni bir esasa kaydedilmemiş olup yargılama devam etmektedir. Başvurucu, 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22), 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4733
Başvurucu, 29/3/2002 tarihinde Marmaris 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı zilyetliğe dayalı tescil davasında, yapılan kadastro çalışması sonucunda taşınmazın 199, 29 m2'lik kısmı hakkında tespit tutanağı düzenlenip 247 ada 4 parsel numarası verilmesi, 490, 33 m2'lik kısmının ise orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapulama harici bırakılması üzerine, tapulama harici bırakılan kısım hakkındaki davanın tefrik edilerek Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmesine, 247 ada 4 parsel numaralı taşınmaz bakımından Mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın Marmaris Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verildiğini, her iki davanın halen devam ettiğini, davaların makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasınakarar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 21/8/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dolayı tutuklanmıştır.Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme ve mala zarar verme suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde E.2011/64 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamayla ilgili olarak 19/12/2013 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu duruşmada başvurucu ve müdafii de hazır bulunmuştur.  Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının itirazın reddine karar verilmesi yönündeki mütalaasını aldıktan sonra 31/12/2013 tarihli ve 2013/287 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline 20/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkeme 17/1/2014 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tutukluluk durumunu gözden geçirmiş ve aynı gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.Başvurucu 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 11/4/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/90 sayılı dosyasında devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:" (1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2620
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, uzun süre ve usulsüz olarak telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin dinlenildiği ve teknik araçlarla izlenildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ve teknik araçlarla izleme tedbiri uygulanmıştır. Anılan soruşturma sonucunda başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu vekili 5271 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun cep telefonu, terör örgütüne üye olma suçu şüphesiyle dinlenildiği ve teknik araçlarla izleme koruma tedbirine hükmedildiği ifade edilmiştir. 13/12/2012 tarihinde ilk defa teknik araçlarla izleme tedbirine hükmedildiği ve kısa aralıklarla 54 defa uzatılarak 25/2/2014 tarihine kadar devam ettirildiği, 13/12/2012 tarihinde ise ilk defa dinleme kararı verildiğini ve aralıksız olarak 12 defa uzatılarak dinlemenin de 6/3/2014 tarihine kadar sürdüğü vurgulanmıştır. Gerçekleştirilen soruşturma sonucunda başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, uzun süre uygulanan tedbirler nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği belirtilmiştir. Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada; 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca dava açma koşullarının oluşmadığı vurgulanarak davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 20/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, telekomünikasyon yolu ile iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme yolu ile uygulanan koruma tedbirlerinin 5271 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan hâllerden olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararın bozulması talebiyle Yargıtaya temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde; Mahkeme kararının gerekçesinin haksız olduğunu, 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki düzenlemeyle suç soruşturması ya da kovuşturması sırasında hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davası açılabileceğinin hüküm altına alındığını, dava konusu istemin de bir hâkimin verdiği haksız ve hukuka aykırı karar sonucu uğranılan manevi zararın giderilmesi niteliğinde olduğunu, bu nedenle Mahkemenin davanın reddine karar vermesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 8/10/2018 tarihli kararıyla 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının, başvurucunun cep telefonunun dinlendiği dönemden sonra 18/6/2014 tarihinde yürürlüğe girmiş olması sebebi ile 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde belirtilen tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenlerin tazminat talebinde bulunamayacağına ilişkin hükme istinaden davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek hükmün onanmasına kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar 27/11/2018 tarihinde öğrenilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun’un "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  "(1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. ...(4) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir....(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. ...(7) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur...." 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen, k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler....(3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir...." 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.(3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir....(6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.... (8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır...." 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat isteyemeyecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:...b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler. ..." 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir: "(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır." İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2018 tarihli ve E.2018/2990, K.2018/6506 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...yeterli uzmanlığı bulunmayan bilirkişiye rapor düzenlettirerek, bu raporu esas alıp dava açan Cumhuriyet savcısının eylemlerinden ötürü manevi tazminat isteminde bulunulduğu görülmekle, belirtilen davanın 5271 sayılı CMK'ın 141/3 maddesinde düzenlenen hakim ve Cumhuriyet savcısının verdiği karara ve yaptığı işleme dayanılarak açıldığı, 6545 sayılı Kanunun maddesi ile ekli CMK'nın 141/3 maddesinde, 'Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabileceği'nin belirtildiği, aynı Kanun'un maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici maddesinde ki 'Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.' şeklinde düzenleme dikkate alındığında, CMK'nın 141/3 maddesinde belirtilen hakim ve Cumhuriyet savcılarının karar veya işlemlerine dayalı tazminat davalarının ağır ceza mahkemelerinde karar bağlanacağı hususu gözetilmeden, davanın görev yönünden reddine dair yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, ... sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2018 tarihli ve E.2017/8495, K.2018/5987 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...tarihli duruşmada davacı vekili tarafından, dinleme kararı veren hakim hakkında, kurul tarafından soruşturma açıldığının iddia edilmesi karşısında, tazminat istemine dayanak soruşturma dosyasında görev yapan Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkında yürütülen adli ve idari soruşturma olup olmadığı, olması halinde sonucunun, Cumhuriyet savcıları ve hakimlerin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerinin bulunup bulunmadığı, CMK'nın 141/ maddesinde belirtilen halin davacı lehine oluşup oluşmadığının araştırılmaması ... Kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 9/12/2019 tarihli ve E.2019/2389, K.2019/11522 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davanın, hakimin yargısal faaliyetleri nedeniyle tazminat istemine ilişkin olduğu ve dava dilekçesinde tazminat istemine konu edilen eylemlerin 6545 sayılı Kanunun maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın maddesine eklenen 3 numaralı fıkrada yer alan düzenleme öncesinde gerçekleştiği dikkate alınarak, tazminata konu edilen eylemlerle ilgili olarak hakim hakkında adli veya idari soruşturma yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise akıbetinin ne olduğu araştırılıp, hakimin özel amaç ve kasıtla hareket edip etmediği hususu açıklığa kavuşturularak, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi, kanuna aykırı olup, ... bozulmasına ... karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 3/2/2020 tarihli ve E.2019/9544, K.2020/958 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... yeterli uzmanlığı bulunmayan bilirkişiye rapor düzenlettirerek, bu raporu esas alıp dava açan Cumhuriyet savcısının eylemlerinden ötürü manevi tazminat istemine ilişkin davanın konusunun 18/06/2014 tarihinde 6545 sayılı Kanunun maddesi ile ekli CMK'nın 141/ maddesindeki düzenleme öncesinde düzenlenen, 14/05/2013 tarihli iddianame olduğu görülmekle birlikte, aynı Kanunun maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici maddesinde ki 'Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir.' şeklideki düzenleme dikkate alındığında, 18/06/2014 tarihinden önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında hakim ve Cumhuriyet savcılarının işlemlerinden ötürü tazminat istemeyeceği gibi bir sonuca ulaşılamayacağı, bu tarihten önce suç soruşturma ve kovuşturma sırasında hakim ve Cumhuriyet savcılarının işlemlerinden ötürü bir zarar oluşup oluşmadığı, oluşmuşsa bu zararın hüküm altına alınıp alınamayacağının, o tarihte yürürlükte bulunan mevzuat dikkate alınarak belirlenmesi gerektiği ..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82). AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin etkili bir şekilde mahkemelerce incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35467
Başvuru, uzun süre ve usulsüz olarak telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin dinlenildiği ve teknik araçlarla izlenildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi suretiyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresine beyanda bulunmuştur. A. Genel Bilgiler Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde "Cemaat", "Gülen Cemaati", "Fetullah Gülen Cemaati", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır,B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma "Fetullahçı Terör Örgütü" (FETÖ) ve/veya "Paralel Devlet Yapılanması" (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı bu soruşturma ve kovuşturmaların genelinde FETÖ/PDY'nin bir terör yapılanması olduğuna değinilmiş ve haklarında dava açılan kişilerin bir kısmının -diğer suçların yanı sıra- silahlı terör örgütü kurma, yönetme veya üyesi olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 28).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1968 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte Afyonkarahisar'ın Dinar ilçesinde bulunan sanayi bölgesinde kaportacılık yapmakta olan bir esnaftır. FETÖ/PDY'nin Dinar'daki esnaf yapılanmasına yönelik olarak Dinar Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında aralarında başvurucunun da bulunduğu çok sayıda kişi FETÖ/PDY ile bağlantıları olduğu şüphesiyle 23/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Soruşturma kapsamında gözaltına alınanların beyanlarına ve istihbarata dayalı çalışmalar neticesinde elde edilen bilgilere dayalı olarak FETÖ/PDY'nin Dinar ilçesindeki esnaf yapılanmasının mütevelli heyeti içerisinde bulunduğu iddia edilen başvurucu; 24/8/2016 tarihinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla kollukta verdiği ifadesinde FETÖ/PDY'nin sohbet isimli bazı toplantılarına katıldığını, genellikle katıldığı toplantıların kandil günlerinde özel bir yurtta düzenlenen dinî içerikli programlar olduğunu, kendi evinde de birkaç kez sohbet toplantısı düzenlendiğini, dinî duygularla içerisinde bulunduğu bu yapılanmanın terör örgütü olduğunu bilmediğini belirterek kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunduğu 25/8/2016 tarihli savcılık ifadesinde de kollukta verdiği beyanı tekrar ederek terör örgütü üyesi olduğuna yönelik suçlamaları reddetmiştir. Soruşturma kapsamında 25/8/2016 tarihinde tutuklanan başvurucu, Dinar T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Soruşturma sonucunda Dinar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan soruşturma dosyası, Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başsavcılığın 18/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede FETÖ/PDY'nin Dinar ilçesindeki esnaf yapılanması hakkında detaylı açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun hukuki durumuna özgü değerlendirme yapılmıştır. Bu kapsamda iddianamede , A.T., Ü., B.U., İ., S.A., A.S., Y.K. ve K.Ö. isimli tanıkların beyanlarına ve diğer delillere göre başvurucunun FETÖ/PDY'nin Dinar ilçesindeki esnaf mütevellisi içerisinde bulunduğu iddia edilmiştir. İddianamede ayrıca, başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu tespit edilen Dinar Köylere Hizmet Götürme Derneği ve Dinar Sanayici ve İş Adamları Yardımlaşma Derneğinin Yönetim Kurullarında görev aldığı, FETÖ/PDY'nin finansal kuruluşu olan Bank Asyada hesabının bulunduğu, sosyal medya hesabından 4/12/2012 tarihinde "Allah'ın izniyle okuyan felç olmaz" başlıklı Fetullah Gülen'e ilişkin bir video paylaştığı, aynı sosyal medya hesabından 26/11/2013 tarihinde ise "dershaneler bizim her şeyimiz" şeklinde örgüt lehine paylaşım yaptığı ve FETÖ/PDY'nin yayın organlarından olan Sızıntı dergisi ile Zaman gazetesine abone olduğu iddia edilmiştir. Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 25/4/2017 tarihli ilk celsesinde başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Başvurucu, Mahkeme önündeki savunmasında özetle atılı suçları kabul etmemiştir. Yargılamanın 4/7/2017 tarihli ikinci celsesinde başvurucu müdafii dosyada başvurucunun mahkȗmiyetine yeterli delil bulunmadığını belirterek başvurucunun FETÖ/PDY'nin Dinar ilçe yapılanmasının organize ettiği sohbetlere katıldığına ilişkin tespite, dernek üyeliklerine ve sosyal medya hesabı üzerinden yapmış olduğu paylaşımlara ilişkin karşı argümanlarını Mahkemeye sunmuştur. Mahkemenin 4/7/2017 tarihli kararı ile başvurucu hakkında atılı suçtan 8 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmiştir. Kararda, ceza tayin edilirken örgütün niteliği ve yaşanan darbe teşebbüsü süreci dikkate alınarak başvurucuya alt sınırdan uzaklaşılarak ceza verildiği belirtilmiştir. Gerekçeli kararda ayrıca FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere yer verildikten sonra başvurucunun Dinar ilçe yapılanmasının esnaf mütevellisi içerisinde bulunduğu, örgüte finansal destek sağlanması amacıyla organize edilen örgütsel toplantılara katıldığı, bu toplantılarda burs ve kurban parası adı altında para toplanması suretiyle örgüte kaynak sağladığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"[S]anık Mehmet Yılmaz' ın FETÖ/ PDY silahlı terör örgütünün Dinar ilçe yapılanması içerisinde Esnaf mütevellisi içinde yer aldığı, ünitenin oluşturulmasında etkin bir rol oynadığı, örgüt yöneticilerinin kayıtsız şartsız talimatları doğrultusunda hareket ettiği, Devletin Milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ve gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunduğu değerlendirilen örgüte müzahir derneklere üyeliğinin bulunduğu, örgütün finans ayağını oluşturan Bank Asya' da hesabının bulunduğu ve bu hesabı aktif olarak kullandığı, örgütün medya ayağını oluşturan Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine aboneliklerinin bulunduğu, örgüt ideolojisinin aşılanması, örgüte eleman kazandırılması ve örgüte finansal destek sağlanması amacıyla periyodik aralıklarla yapılan örgütsel toplantılara katıldığı, bu toplantılarda burs, himmet, kurban parası adı altında paralar toplandığı, toplanan yardım paralarının elden alındığı, herhangi bir kayıt tutulmadığı, kendisinin de bu kapsamda destek olduğu, bu itibarla silahlı terör örgütü olduğu kesinleşmiş yargı kararıyla da tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütüne üye olduğu, sanık savunmalarında atılı suçlamaları reddetmiş ise de; alınan savunma ve beyanlar, dinlenen tanık anlatımları, dosyadaki mevcut delil durumu ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanığın kendisini suçtan kurtarmaya yönelik bu savunmalarına itibar edilemeyeceği (...) dikkate alındığına sanığın silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu işlediği değerlendirilmiştir." Başvurucu 27/7/2017 tarihli istinaf dilekçesinde silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair her türlü şüpheden uzak ve somut delil bulunmadığını, bazı dinî toplantılara katılmış olmasının atılı suçu işlediğine dair delil kabul edilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, örgüt üyeliği suçunun unsurlarının olayda mevcut olmadığını, ticari faaliyetleri kapsamında üye olduğu derneklerde aktif bir rol üstlenmemiş olmasına ve bu dernekler kendi kararlarına dayalı olarak 2015 yılında kapatılmış olmasına rağmen dernek üyeliğinin delil olarak hükme esas alınmasının hukuka aykırı olduğunu, sosyal medya paylaşımlarının kendisi tarafından yapılmadığını ileri sürerek karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu, istinaf dilekçesinde ayrıca kolluk ifadesinde kendisi ile birlikte dinî sohbetlere katıldıklarını bildiği bazı kişilerin isimlerini vermiş olmasına rağmen hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin tatbik edilmemesinin hukuk ve hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) istinaf incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına karar vermiştir. Buna göre 5/12/2017 tarihinde yapılan duruşmada başvurucu müdafii hazır bulunmuştur. Başvurucunun ceza infaz kurumu aracılığı ile gönderdiği savunma dilekçesi 5/12/2017 tarihli duruşmada okunmuştur. Başvurucu; savunmasında özetle mevcut kanunlarla kurulan derneğe üye olmanın suç olmadığını, dinî hassasiyeti nedeniyle kandil programlarına sevap kazanmak amacıyla birkaç kez katıldığını, katıldığı programlarda Kur'an ve Hadis okunarak ibadetin öneminin anlatıldığını, suç unsuru olabilecek hiçbir hususun yaşanmadığını ileri sürmüştür. Yargılama sonucunda Daire, Mahkemece alt sınırdan uzaklaşılarak ceza belirlenirken ilgili mevzuatta geçen hükümlerin tekrarı niteliğinde soyut ifadelerin gerekçe olarak belirtildiği ve bu konuda dosya kapsamına uygun gerekçe gösterilmediği; toplantılara katıldığını beyan eden, duruşma tutanaklarına yansıyan olumsuz bir davranış ve kişilik özelliği bulunmayan [başvurucu] hakkında takdiri indirim hükümlerinin uygulanması gerekirken, yeterli gerekçe gösterilmeden bu hükümlerin uygulanmamasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Mahkemenin 4/7/2017 tarihli kararının kaldırılmasına ve başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına 5/12/2017 tarihinde karar vermiştir. Dairenin 5/12/2017 tarihli gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"[S]anığın özellikle haklarında FETÖ soruşturması yürütülen örgüt üyeleriyle irtibatının olması, örgütün bağının arttırılması, örgüt ideolojisinin aşılanmasın, örgüte eleman kazandırılması, örgüte finansal destek sağlanması amacıyla düzenlenen örgütsel toplantılara 2006 yılından beri sürekli olarak katılması, hatta bu örgütsel toplantıların bir kısmının da evinde yapılmasına olanak sağlaması, terör örgütünün nihai amacının ortaya çıktığı herkes tarafından bilinen 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonra da yapılan toplantılara katılmaya devam etmesi dikkate alındığında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğu kuşkusuzdur." Başvurucu, istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar ederek karara karşı 19/1/2018 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesince 25/6/2018 tarihinde hüküm düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan müddetnamenin tebliğ edildiği 25/10/2018 tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 23/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34325
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi suretiyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında ceza infaz kurumundaki görüşlerin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, COVID-19 salgını döneminde bulunduğu ceza infaz kurumuna başvurarak kapalı ve açık görüşlerin kısıtlanmasına yönelik alınan kararların kaldırılması talebinde bulunmuştur. Başvurucu başvuru dilekçesinde kapalı görüş süresinin 1,5 saate çıkartılmasını ve açık görüş hakkı tanınmasını talep ettiğini belirtmiştir. Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı başvurucunun talebini, ziyaret sürelerinde yapılacak artışın temizliğin ve yeterli havalandırmanın sağlanmasını olumsuz etkileyebileceği ve açık ziyaret yaptırılması durumunda da ziyaretçiler aracılığıyla hastalığın bulaşma riskinin yüksek ihtimal olarak değerlendirildiği gerekçesiyle reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu, kapalı ve açık görüşlerin kısıtlanmasına yönelik alınan kararların yasal dayanağının bulunmadığını ileri sürerek söz konusu uygulamanın kaldırılması talebiyle 16/7/2020 tarihinde infaz hâkimliğine şikâyet dilekçesi sunmuştur. İnfaz hâkimliği kurum kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, infaz hâkimliği kararında usule ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle ağır ceza mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) yer alan bilgilere göre başvurucu 2/11/2023 tarihinde ceza infaz kurumundan tahliye edilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29397
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında ceza infaz kurumundaki görüşlerin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam on beş kişi hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı olarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldıkları gerekçesiyle kamu davası açılmış, başvurucu ve diğer dokuz sanık hakkında -kaçmaları nedeniyle- zorla getirme müzekkereleri çıkarılmış, ilk duruşma tarihinden başvurucunun ifadesinin alındığı tarihe kadar yaklaşık 2 yıl 2 ay, diğer dokuz sanığın ifadelerinin alındığı tarihe kadar ise yaklaşık 4 yıl 4 aylık bir süre geçmiştir. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin 16/03/2011 tarihli kararıyla başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir. Söz konusu karar temyiz edilmeyerek 27/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca 30/4/2013 tarihinde İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş ve Komisyon 5/9/2013 tarihli ve K.2013/465 sayılı kararıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine dair şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde söz konusu davanın 2911 sayılı Kanun'a aykırı olarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldıklarından bahisle on beş kişiyi kapsadığı, başvurucu ile diğer sanıkların tutumunun yargılamanın uzamasına neden olduğu, başvurucu ve dokuz sanık hakkında kaçmaları nedeniyle zorla getirme müzekkeresi çıkarıldığı, tüm sanıkların ifadelerinin alınması tarihine kadar yaklaşık 4 yıl 4 aylık bir süre geçtiği ve bu sürenin 6 yıl 6 ay olan toplam yargılama süresinden düşüldüğünde kalan 2 yıl 2 aylık sürenin makul olduğu sonucuna varıldığına yer verilmiştir.  Başvurucunun Komisyon kararına itiraz etmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunca 22/1/2014 tarihinde itiraz reddedilmiş ve anılan karar 18/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5463
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ana muhalefet partisi genel başkanı tarafından grup toplantılarında yapılan konuşmalarda başvurucu hakkında kullanılan ifadeler nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu avukat olup Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve dönem Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Denizli milletvekili; 10/2/2015-21/7/2018 tarihleri arasında adalet bakan yardımcısı olarak görev almıştır. Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aralarında bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak "kara para aklama", "altın kaçakçılığı" ve "kamu görevlilerine rüşvet" iddialarıyla 2013 yılının Aralık ayında operasyonlar başlatılmış ve bu kapsamda çok sayıda kişi gözaltına alınarak tutuklanmıştır (arka plan bilgisi için bkz. Yılmaz Zengin, B. No: 2016/5636, 9/6/2021, §§ 9-12). Bu bağlamda Anayasa'nın ve TBMM İçtüzüğü'nün maddesi uyarınca başbakan ve bakanlar hakkında soruşturma yetkisi TBMM'ye ait olduğundan başvurucunun da aralarında bulunduğu milletvekillerinden oluşan 9/8 Esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu (Komisyon) kurulmuş, haklarında yolsuzluk yaptığı iddiası bulunan eski bakanlar Z.Ç., E.B., G. ve Er.B.nin yargılanmak üzere Yüce Divana sevki için oylama yapılmıştır. Bu oylamada başvurucunun da aralarında bulunduğu iktidar partisi milletvekilleri olumsuz oy kullanmış ve Komisyon çoğunluğu bakanların Yüce Divana sevk edilmemesine karar vermiştir. 6/1/2015 tarihli grup toplantısında ana muhalefet partisinin genel başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmada gündemdeki diğer meselelerin yanında yolsuzluk iddiaları ve bakanların Yüce Divana sevk edilmemesi kararına da değinmiş ve 17-25 Aralık olaylarının ardından dört bakanın istifası üzerine haklarında yolsuzluk iddiası bulunan bakanlar için kurulan Yolsuzluk Soruşturma Komisyonunda görev alan başvurucunun bu bakanların Yüce Divan huzurunda yargılanmamaları yönünde oy kullandığını vurgulamış; başvurucu hakkında "hırsızların hamisi" ifadesini kullanmıştır. Konuşmanın devamında başvurucunun kullandığı oyla hırsızların koruyuculuğuna soyunarak vicdanını sattığını; bu sebeple, ailesinin yüzüne dahi bakamayacak duruma geldiğinin kuvvetle muhtemel olduğu ifade edilmiştir. Kemal Kılıçdaroğlu 13/1/2015 tarihli grup toplantısında gündeme ilişkin yaptığı açıklamalarda ise yolsuzluk iddiaları hakkında yapılan araştırma neticesinde hazırlanan uzman raporunda ilgili bakanların gelirleri ile mal varlıkları arasında orantı olmadığı tespit edilmesine rağmen suç unsuru bulunmadığı kanaatine varılarak bakanların Yüce Divana sevkine olumsuz oy kullanılmasının ahlaksızlık olduğunun, bu kararı verenlerin inançtan yoksun, vicdansız olduklarının altını çizmiştir. Başvurucu, bunun üzerine 6/1/2015 ve 13/1/2015 tarihlerinde ana muhalefet partisinin grup toplantısında ana muhalefet partisi genel başkanı olan davalı tarafından yapılan konuşmalarda hakkında kullanılan ifadelerin şeref ve itibarın korunması hakkına saldırı teşkil ettiğini belirterek ana muhalefet partisi genel başkanı aleyhine manevi tazminat istemiyle her iki konuşma yönünden 30/4/2015 tarihinde iki ayrı dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçelerinde özetle ana muhalefet partisi genel başkanının söz konusu konuşmaları basına açık grup toplantısında sarf ettiğini, eski bakanların Yüce Divana sevk edilmemeleri yönünde oy kullandığından bahisle aleyhine kullanılan “hırsızların hamisi”; "satılık insan”; “ahlaksız”; “vicdansız”; “imansız”; “onursuz”; “namussuz”; “şerefsiz” şeklindeki ifadelerin eleştiri mahiyetinde değerlendirilemeyeceğini, medyada yankı uyandıran bu ifadelerin şeref ve itibarına, kişisel varlığına saldırı niteliğinde olup eleştiri sınırlarını aştığını ileri sürerek manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Açılan bu manevi tazminat davalarını inceleyen Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, hukuki ve fiilî irtibatlı olduğundan iki davayı birleştirerek yargılama yapmış; 28/2/2017 tarihinde davaların kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında; Meclis soruşturması adli faaliyet niteliğini haiz olduğu için ana muhalefet partisi genel başkanının sarf ettiği sözlerin başvurucunun siyasi kimliğini değil Komisyondaki görevini hedef aldığı, hakkında Meclis soruşturması yürütülen eski bakanların Yüce Divana sevkine yer olmadığına dair Komisyonda oy kullanan başvurucunun kullandığı oy nedeniyle sarf edilen ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığı ve kişilik haklarına saldırının sübuta erdiği kanaatine varmıştır. Davalının bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, 17/1/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunu kabul etmiş; her iki davanın esastan reddine, miktar itibari ile kesin olmak üzere karar vermiştir. Gerekçeli kararda; başvurucu aleyhine kullanılan ifadelerin kaba ve incitici olduğu değerlendirilmekle birlikte ifade özgürlüğünün sadece olumlu karşılanan ya da önemsiz görülen meselelerle sınırlı olmayıp aynı zamanda kaygı uyandıran bilgi ya da kırıcı düşünceleri de kapsadığının altı çizilmiş, davalının ifade özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir demokratik toplum için acil sosyal bir ihtiyaç bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından 17/1/2019 tarihinde verilen kesin nitelikteki karar 4/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10122
Başvuru, ana muhalefet partisi genel başkanı tarafından grup toplantılarında yapılan konuşmalarda başvurucu hakkında kullanılan ifadeler nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, taşınmazlara kamulaştırma yapılmaksızın el atılması, kamulaştırmasız el atma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1955 doğumlu olan başvurucu, Gaziantep'in Şehitkamil ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu Mardin'in Midyat ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 162 adada bulunan 783,40 m² yüz ölçümlü 156 parsel ve 138,93 m² yüz ölçümlü 157 parsel sayılı taşınmazlarına üzerinden yol geçirilmek suretiyle kamulaştırma yapılmaksızın el atıldığı gerekçesiyle 25/2/2015 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) aleyhine Midyat Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu bu davada 000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir. Yargılama sırasında yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi raporlarında her iki taşınmaz üzerinde, İdarece yol geçirilmek suretiyle el atılan alanlar tespit edilmiştir. Başvurucu vekili; bilirkişi raporunda 156 parsel içinde B harfiyle gösterilen 98,72 m²lik alan için 022,34 TL ve C harfiyle gösterilen 43,97 m²lik alan için 389,21 TL, 157 parsel içinde ise G harfiyle gösterilen 40,06 m²lik alan için 487,19 TL olmak üzere toplam dava değerini 893,87 TL'ye yükselttiklerini belirterek davayı ıslah etmiştir. Mahkeme 20/11/2015 tarihinde davanın kabulüne, 900,56 TL tazminatın İdareden tahsiline, bilirkişi raporlarında 156 ve 157 parsel içinde B, C ve G harfi ile gösterilen alanların tapu kayıtlarının iptali ile bu kısımların İdare adına yol olarak tapudan terkinine karar vermiştir. İdare tarafından yapılan temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesince (Yargıtay Dairesi) 6/3/2017 tarihinde reddedilmiş ve karar onanmıştır. Bu karara karşı İdarece yapılan karar düzeltme istemi de Yargıtay Dairesi tarafından 11/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu vekili nihai kararın tebliğ edilmediğini belirterek 18/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3740
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, taşınmazlara kamulaştırma yapılmaksızın el atılması, kamulaştırmasız el atma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, acele kamulaştırma kararının iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu İptal Davası Süreci 19/10/2006 tarihli ve 2006/11296 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul'un Fatih ilçesi Hatice Sultan Mahallesi'nde kâin 467 pafta, 2525 ada, 46 parsel sayılı taşınmazın acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar 13/12/2006 tarihli ve 26375 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Anılan taşınmazın tapu kaydına göre taşınmazın hissedarlarından biri Murat oğlu İbrahim'dir. Başvurucu, söz konusu taşınmazda pay sahibi olduğunu ileri sürerek 19/10/2006 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştayda dava açmıştır. Başvurucunun mahkemeye sunduğu ve İstanbul Asliye Hukuk Hâkimliğince verilen 24/6/1969 tarihli veraset ilamına göre başvurucu, Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın mirasçısı olan Ahmet Hasan Solagay'ın mirasçısıdır. Davaya bakan Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 14/7/2009 tarihli ara kararıyla taşınmazın tapu kaydında adı geçen Murat oğlu İbrahim ile başvurucunun sunduğu veraset ilamında adı geçen Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın aynı kişi olduğunu gösteren nüfus kayıt örneği vb. her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesini istemiş ancak başvurucu herhangi bir belge ibraz etmemiştir. Daire 8/2/2010 tarihli kararıyla davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Daire, başvurucunun tapu kaydında adı geçen Murat oğlu İbrahim ile kendisinin mahkemeye sunduğu veraset ilamında geçen Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın aynı kişi olduğunu ispatlayamadığını vurgulamıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 3/4/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Bu süre zarfında başvurucu, tapu kaydındaki baba isminin tashihi talebiyle 11/5/2010 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydının düzeltilmesi davası açmış; yine mirasçılık belgesi istemiyle 13/12/2012 tarihinde İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu; uyuşmazlığa konu gayrimenkulün maliki olan dedesi İbrahim'in babasının adının tapuda sehven Murat olarak yazıldığını, dedesinin babasının gerçek isminin Emrullah olduğunu belirterek Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmesi istemiyle 5/8/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde de tespit davası açmıştır. Başvurucu, uyuşmazlığa konu taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ve uyuşmazlıkla menfaat ilişkisinin bulunduğunu ispatlamak amacıyla açtığı davaların bekletici mesele yapılması talebini de içeren 9/9/2013 tarihli dilekçeyle kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuştur. İDDK'nın 5/11/2014 tarihli ara kararıyla, başvurucunun murisinin pay sahibi olduğunu belirttiği acele kamulaştırmaya konu edilen taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ispatlamak amacıyla tapudaki kaydın düzeltilmesi davası açtığı, öte yandan tapuda malik görünen kişinin başvurucunun nüfus kaydında ve veraset ilamında adı geçen murisi ile aynı kişi olduğunun tespit edilmesi amacıyla da tespit davası açtığı belirtilerek sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine karar verilmiştir. İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesine müzekkere yazılmış ve başvurucunun muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı ile ilgili olarak açtığı davada davanın kabulüne ilişkin 6/2/2013 tarihli kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli kararıyla bozulması üzerine uyuşmazlık hakkında bir karar verilip verilmediği, verilmiş ise sonucu ile kararın bir örneğinin gönderilmesi, henüz bir karar verilmemiş ise davanın ne aşamada olduğunun bildirilmesi hususunda gereği rica edilmiştir. İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 15/5/2016 tarihli cevapta Yargıtayın bozma kararı üzerine dosyanın yeniden esasa kaydedildiği ancak davanın takip edilmemesi üzerine 6/11/2014 tarihinde işlemden kaldırıldığı ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Bekletme kararından sonra 25/10/2017 tarihinde İDDK tarafından 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde yazılı nedenler bulunmadığı gerekçesiyle kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Mirasçılık Belgesi İstemine Yönelik Dava Süreci Başvurucu, muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı talebiyle 13/12/2012 tarihinde İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. İlgili Mahkemece 6/2/2013 tarihinde talebin kabulüne karar verilerek 72pay olarak kabul olunan miras ilgili mirasçılar arasında paylaştırılmıştır. Mahkemece ayrıca, başvurucunun dedesi İbrahim Solagay'ın 9/12/1933 tarihinde vefatıyla mirasçısı olarak kalanlardan başvurucunun babası Ahmet Hasan Solagay'ın 31/7/1998 tarihinde vefat ettiği de belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli hükmüyle, taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası hakkında karar verildiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı üzerine tekrar esas numarası alan dava, takip edilmemesi üzerine ilgili Mahkemenin 6/11/2014 tarihli kararıyla işlemden kaldırılmış ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Tespit Davası Süreci Başvurucu tarafından 5/8/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespit davasında 27/2/2018 tarihinde davanın kabulüne hükmedilmiş ve Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde özetle dava konusu İstanbul'un Fatih ilçesi Hatice Sultan Mahallesi, 467 pafta, 2525 ada, 46 parselde iken kamulaştırma sonrası tevhit edilerek 3039 ada, 1 parsel olarak tescil olan taşınmazın Emrullah oğlu İbrahim adına kayıtlı olduğu, Mahkemece tapu kütükleri üzerinde Osmanlıca konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla yapılan incelemeden belgelerdeki Emrullah isminin Allah lafzı elif ve güzel he ile kısaltıldığı, baştaki elif görülmediği takdirde Murat isminin yazılımı ile Emrullah isminin yazılımının el yazısında karıştırıldığının anlaşıldığı ve davanın kabulüne Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verildiği belirtilmiştir. Bahsi geçen kararın taraflarca istinaf edilmemesi üzerine hüküm 6/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Tapu Kaydının Düzeltilmesi Davası Süreci İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/11/2018 tarihli kararıyla, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde toplanan deliller ve Mahkemeye getirtilen kayıtlar ile de tapu kaydındaki Murat oğlu İbrahim'in başvurucunun dedesi olduğu kanıtlanan Emrullah oğlu İbrahim olduğu anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur ve dava derdest durumdadır. A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun'un "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları..." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3709
Başvuru, acele kamulaştırma kararının iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, uzman jandarma çavuş olarak görev yapan başvurucu hakkındaki atama işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde jandarma uzman çavuş olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 2013 yılı genel atamalarıyla Göksun İlçe Jandarma Karakol Komutanlığına atanmıştır. Başvurucu, eşinden boşanmak için dava açmıştır. Göksun İlçe Jandarma Karakol Komutanlığının 7/5/2014 tarihli emri ile görevli olduğu garnizonda bir bayanla sosyal arkadaşlık kurmasının boşanma aşamasında olması nedeniyle toplum nezdinde hoş karşılanmayacak düşüncelere sebebiyet verebileceği ifade edilerek, başvurucu ikaz edilmiştir. Ayrıca ikaz yazısı ile uyarıldığı belirtilerek il içi atama teklifinde bulunulmuştur. İl Jandarma komutanlığının 2014 yılı İl İçi Atama/İstihdam Çizelgeleri ve Ayrılış/Katılış İşlemleri konulu emri ile Nurhak İlçe Jandarma Komutanlığına atanmıştır. İl içi ataması öncesi başvurucuya tercih formu doldurulmuş ancak tercih dışı atama yapılmıştır. Başvurucu, atama işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Yargılama sırasında davalı idare davacının tercih formu doldurmasının atamayı istediğini gösterdiğini, atamanın cezalandırmak gayesiyle değil emniyet ve asayiş hizmetlerinden doğan personel ihtiyacının karşılanmasına yönelik olduğunu savunmuştur. AYİM Başsavcılığının dava hakkındaki görüşünde, önceki görev yerine 2013 yılında atanan davacının 2014 yılında garnizon değiştirecek şekilde başka bir görev yerine atanması için haklı ve zorunlu sebeplerin mevcut olmadığını belirterek, idari işlemin iptal edilmesi gerektiği savunulmuştur. AYİM oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, idarenin atamanın asayiş hizmetlerine istinaden yapıldığı doğrultusundaki savunmasına itibar etmeyerek atamanın ikaz yazısına konu olaylar nedeniyle yapıldığını kabul etmiştir. Mahkeme, başvurucunun boşanma aşamasında olduğunu, görev yaptığı yer ve ifa ettiği görev itibarıyla davranışlarına azami dikkat etmesi gerektiğini vurgulayarak ikaz yazısına konu sosyal arkadaşlık dikkate alınarak görev yerinin değiştirilmesinde idari asayiş ve zaruri sebeplerin bulunduğunu kabul etmiştir. Başvurucu, karar düzeltme yoluna başvurmamıştır.Nihai karar 22/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 5/6/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. 28/5/1988 tarihli ve 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu'nun ''Atamalar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Atamalar Jandarma Genel Komutanlığının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile yapılır. İllerde görev yapmak üzere atanacaklar iller emrine, diğerleri doğrudan görev yapacakları birlikleri emrine atanır. İller emrine atananların görev yerleri İl Jandarma Alay komutanının teklifi, valinin onayı ile belirlenir, diğer birliklere atananların görev yerleri ise ilgili komutanlarınca belirlenir.(Değişik ikinci fıkra: 27/2/2008-5744/1 md.) Uzman Jandarma Okulunu başarı ile bitirenler, altı ay süre ile stajyer olarak görevbaşı eğitimine tabi tutulmak üzere kura ile atanır. Sağlık durumu, idari, asayiş ve diğer zorunlu sebepler dışında atandıkları görev yerlerinde asgari iki yıl kalmayanlar yeniden atamaya tabi tutulmaz. İl içindeki yer değiştirme işlemleri bu şarta tabi değildir.Atamayla ilgili diğer hususlar yönetmelikte belirtilir. '' Jandarma Genel Komutanlığının 21/12/2001 tarihli ve 445292 sayılı Başemri ile yayımlanan Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği'nin ''Atama ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak esaslar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(2009 tarihli Bakan Onayı ile değişik fıkra) Uzman jandarmaların atamaları hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun şekilde, Jandarma Genel Komutanlığınca aşağıdaki kriterler dikkate alınarak, garnizonlar arasında sıra ile yapılır;a. Meslek programları, meslek içi eğitim esasları,b. Kadro ihtiyacı,c. Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının hayati önemi haiz sağlık durumları,ç. Terfi durumu,d. Sınıf, branş ve ihtisasları,e. Atanma istekleri,f. ldari, asayiş ve zaruri sebeplerEşleri Devlet kuruluşlarında görevli uzman jandarmaların atamalarında, eşlerin memuriyet görevi gözönünde tutulur. Talep ettikleri garnizonlara atanmaları; muvazene, kadro ve ihtiyaç durumu ile bölge hizmet sırası dikkate alınarak öncelikle yapılabilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9414
Başvuru, uzman jandarma çavuş olarak görev yapan başvurucu hakkındaki atama işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan başvurucuların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Engin Güleser ayrıca şikâyet ve itiraz inceleme süreçlerinde alınan Cumhuriyet savcısı görüşünün tarafına bildirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1901
Başvuru, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan başvurucuların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, hukuka aykırı arama kararından kaynaklı zararın tazmin edilmemesi sebebiyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Başkanlığı organizesinde 21/2/2017 tarihinde İzmir'in Konak ilçesi Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde HDP İzmir il başkanı olan başvurucu bir basın açıklaması yapmıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca bu basın açıklaması ile ilgili olarak soruşturma başlatılmış ve başvurucunun terör örgütü propagandasını yapma suçundan gözaltına alınması talimatı verilmiştir. 21/2/2017 tarihinde gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında arama talimatı verilmiştir. 22/2/2017 tarihinde iki kişinin ve avukatının eşliğinde başvurucunun evinde arama yapılmıştır. İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 22/2/2017 tarihinde arama ve elkoyma işlemlerinin onanması talebinin kabulüne ve el konulan eşyalar üzerinde inceleme yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu 22/2/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. 25/2/2017 tarihinde kollukta başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfadesi sırasında başvurucuya söz konusu organizasyonun kimin talimatıyla ve neden gerçekleştirildiği, söz konusu pankartın kimin talimatıyla ve neden açıldığı, diğer şüphelilerle ilişkisi, ikametgâhında yapılan arama sonucunda ele geçirilen kitapları bulundurma amacı sorulmuştur. Başvurucu hazırlanan pankartı HDP il yönetimi kararı doğrultusunda yaptırdıklarını ancak nerede kim tarafından hazırlandığını bilmediğini, hiçbir yasa dışı oluşumla bağının bulunmadığını, söz konusu basın açıklamasında herhangi bir yasa dışı örgütün propagandasını yapmayı amaçlamadığını, ülkede cereyan eden olaylar hakkında bilgi amaçlı bir açıklama olduğunu, evindeki kitapları okumak amacıyla aldığını, bu yayınlar hakkında toplatma kararı olduğunu bilmediğini, diğer şüphelileri parti üyesi olmaları dolayısıyla tanıdığını belirtmiştir. Başvurucu 27/2/2017 tarihinde hâkim huzuruna çıkarılmıştır. İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 27/2/2017 tarihinde başvurucunun yurt dışına çıkamama, haftanın bir günü imza atma şeklinde adli kontrol altına alınmasına karar vererek başvurucuyu tahliye etmiştir. Başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirleri de 13/9/2018 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararında iddianameye konu olayın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi terör örgütü ile ilgili bir öğreti, düşünce veya inancın başkalarına tanıtılması, benimsetilmesi ya da yayılması amacıyla terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelik arz etmemesi sebebiyle suç unsuru taşımadığı; bu itibarla somut kamu davasına konu olayda terör örgütü propagandası yapma suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Beraat kararı istinaf edilmeden kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltı işleminin ve gece vakti arama yapılmasının hukuka aykırı olduğunu, hakkında verilen adli kontrol tedbirinin orantısız olarak sürdürülmesinin hukuka aykırı olduğunu, basın açıklaması yapması nedeniyle gözaltına alındığını, bir basın açıklaması yapmasının gözaltına alınmasını, gece vakti evinin basılmasını ve evinde arama yapılmasını gerektirmediğini, soruşturma makamlarınca gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin bulunduğunun ortaya konulamadığını belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuya 280,81 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Davacının gözaltında kaldığı tarihlerde belgeye dayalı bir geliri olmadığı nazara alınarak asgari ücretli kabul edilmiştir. Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde CMK 141 ve devamı maddelerinde öngörülen koşulların oluştuğu kabul edilmiştir.Davacının adli kontrol tedbirleri altında iken mahkememizce hükmedilebilir nitelikte işini yapmasına engel olacak veyahut kazancını etkileyecek maddi bir zararı olduğuna dair dosya mucibinde herhangi bir kanıt ortaya konulmamış olması nazara alınarak davacının münhasıran gözaltında kaldığı tarihlere ilişkin maddi zarar kalemi hesaplandığında, o dönemki asgari ücret miktarı esas alınarak mahkememizce yapılan hesap uyarınca 280,81 TL maddi zararının oluştuğu, bu miktar ile haksız olarak gözaltına alınma tarihi olan 22/2/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,Davacının gözaltında kaldığı süre ile bu süre zarfında özgürlüğünden mahrum kalması, hakeza maddi bir zarara neden olmasa bile davacı hakkında hükmedilen uzun süreli adli kontrol tedbirlerinin davacıda yarattığı manevi tahribat, terör örgütü propagandası yapma suçu gibi ağır bir iddia ile yargılanması, davacının sosyal statüsü, ekonomik durumu ve hakkaniyet ilkeleri göz önüne alınarak, ancak sebepsiz bir zenginleşmeye de neden olmayacak şekilde takdiren 000,00 TL manevi tazminatın davacıya verilmesine... [karar verilmiştir.]" Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını yinelemiş; öngörülen tazminat miktarının hakkaniyetten ve zararı karşılamaktan uzak olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 13/7/2020 tarihinde maddi tazminatı 234 TL, manevi tazminatı da 300 TL olacak şekilde değiştirerek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 13/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanıkla ilgili arama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir" 5271 sayılı Kanun'un "Gece yapılacak arama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1)Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi ve ya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz." 5271 sayılı Kanun'un "Arama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(Değişik : 25/5/2005 –5353/15 md.) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." Yargıtay Ceza Dairesinin 19/12/2016 tarihli ve E.2015/12475, K.2016/13470 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir (benzer yönde bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin 16/10/2017 tarihli ve E.2016/11813, K.2017/7531 sayılı; 4/12/2017 tarihli ve E.2016/4925, K.2017/9688 sayılı, 17/12/2018 tarihli ve E.2018/7847, K.2018/12241 sayılı, 1/3/2021 tarihli ve E.2019/11325, K.2021/2035 sayılı kararları):"Dairemizce gidilen içtihat değişikliğine göre; 5271 sayılı CMK'nın 141/1-i bendi gereğince arama koruma tedbiri nedeniyle tazminata hükmolunabilmesi için arama kararının ölçüsüz şekilde gerçekleştirilmiş olması gerektiği, tazminat talebinin dayanağı olan arama tutanağının incelenmesinde ise arama kararının ölçüsüz şekilde gerçekleştirildiğine dair herhangi bir emareye rastlanılmadığı dikkate alınarak arama koruma tedbiri nedeniyle davacı ... lehine tazminata hükmolunamayacağı ancak dosya içeriğine göre; davacının 2013 tarihinde saat 05:30 sıralarında yakalanıp adli muayene raporu da alınarak bilgi sahibi olarak saat 08:15 sıralarında ifadesinin alınması sonrası serbest bırakıldığı ve hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğinin anlaşılması karşısında davacı lehine bu nedenle hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir miktar manevi tazminata hükmolunması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde yeterince araştırma yapılmadan davacının evinde arama yapılmasına dair arama kararının açıkça hukuka aykırı olduğundan bahisle davacı lehine 000 TL manevi tazminata hükmolunması, kanuna aykırı [dır]."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25276
Başvuru, haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, hukuka aykırı arama kararından kaynaklı zararın tazmin edilmemesi sebebiyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; yargılamanın adil yürütülmediği, makul sürede sonuçlandırılmadığı, yakalama ve tutuklama sürecindeki uygulamaların kişi hürriyeti ve güvenliğini ihlal ettiği, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yakalama ve gözaltı sürecindeki cebir ve tehdit eylemlerinin işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.       Başvuru 13/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.     İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.    Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.    Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 25/8/2015 tarihinde sunmuştur.  A.   Olaylar     Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle, ilgili olaylar özetle şöyledir:    Başvurucunun Yakalanması    Türkçe adı "Kürdistan İşçi Partisi" olan PKK terör örgütü üyesi, "Özgür" kod adlı H.O. isimli kişinin kendi iradesiyle güvenlik güçlerine teslim olması üzerine Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.     Soruşturma kapsamında H.O.nun 25/5/2007 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Adı geçen kişi ifadesinde örgüte nasıl katıldığını ve iştirak ettiği eylemleri anlatmıştır. Adı geçen kişi ayrıca, ifadesinin alındığı tarihten önceki son on aydır İzmir'de "Harun" kod adını kullanan arkadaşı ile kırsal bölgede kaldıklarını, bu süre zarfında eylem amaçlı keşif yaptıklarını, herhangi bir eyleme teşebbüslerinin olmadığını, bu dönemde İzmir şehir merkezindeki ailesinin yanında barındığını, Harun kod adlı kişi ile en son 18/5/2007 tarihine kadar kırsalda kaldıklarını, iletişimlerini posta kutusu adını verdikleri bir bidon vasıtasıyla sağladıklarını, arazideki silah ve mühimmatları da adı geçen kişi ile birlikte bidonlara koyarak üç farklı yerdetoprağa gömdüklerini ifade etmiştir.  Kolluk ekipleri tarafından 25/7/2007 tarihinde saat 30 sıralarında adı geçen kişinin tarif ettiği yere gidilmiş ve belirtilen eşya, silah ve mühimmat ile bir buluşma notu bulunmuştur. Anılan nottaki bilgilere istinaden 26/5/2007 tarihinde saat 00 sıralarında "posta kutusu" olarak tabir edilen bölgede güvenlik tedbirleri alınarak gizlice beklenilmiş ve saat 30 sıralarında belirtilen yere gelmekte iken "Dur!" ihtarı üzerine kaçmaya çalışan başvurucu, görevlilerce yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, adının ".. .." olduğunu bildirmiş ve bu adı taşıyan bir kimlik ibraz etmiştir.  Buca İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince 27/5/2007 tarihinde başvurucunun, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Aynı tarihte itirafçı H.O.nun Siirt Merkez Jandarma Karakol Komutanlığında şüpheli sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.  Başvurucunun, 28/5/2007 tarihinde bu kez Cumhuriyet savcısı tarafından, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Müteakiben 30/5/2007 tarihinde başvurucunun aynı usulle ek ifadesi alınmıştır.  Başvurucu, sevk edildiği İzmir Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Üyeliğinin 30/5/2007 tarihli ve 2007/45 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, yorgun olduğu gerekçesiyle sorgusunda savunma yapmamıştır.  İzmir (CMK madde ile yetkili) Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliğinin 29/6/2007 tarihli ve 2007/678 Değişik İş sayılı kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince başvurucunun tutukluluk hâlinindevamına karar verilmiştir.    Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi Önündeki Dava Süreci  Diyarbakır (CMK madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığının (Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı) 1996/1791 Soruşturma sayılı istinabe yazısına istinaden 28/3/2008 tarihinde Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca H.O.nun tanık sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.   Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 27/6/2008 tarihli ve 2008/1698 Soruşturma ve E.2008/873 sayılı iddianamesi ile "devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet" suçlarını işlediği iddia edilen başvurucu hakkında Diyarbakır (CMK madde ile yetkili) Ağır Ceza Mahkemesinde (Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır.  Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince görülen E.2008/377 sayılı davanın 2/9/2008 tarihli birinci oturumunda, iddianamenin kabulüne dair karar ile 27/6/2008 tarihli iddianame ve ekleri okunmuştur. Başvurucu, kimlik tespitini müteakip yaptığı savunmasında, kendisine isnat edilen suçun işlendiği tarihin, anılan bölgeye intikalinden 1,5 ay öncesine tekabül ettiğini ifade ederek H.O.nun duruşmaya çağrılarak huzurda ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Başka suçtan (İzmir Ağır Ceza Mahkemesince görülen dava kapsamında) tutuklu olan başvurucunun, mevcut dava kapsamında ayrıca tutuklanmasına ve H.O.nun duruşmada hazır bulundurulması için müzekkere yazılmasına karar verilmiştir.  Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince görülen E.2008/377 sayılı davanın 21/10/2008 tarihli ikinci oturumunda, başvurucunun nakli ve duruşmada hazır bulundurulması için (İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna) yazılan müzekkereye cevap verilmediği tespit edilmiştir. Aynı oturumda, duruşmaya getirilen H.O.nun, iddia makamı ve başvurucunun zorunlu müdafii huzurunda tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"Ben[im] soruşturma aşamasında vermiş olduğum ifadelerim doğrudur. [D]aha önce 2007 tarihinde polise vermiş olduğum ifadede ve özellikle 2006 günü Bingöl ili Genç ilçesi polis karakoluna düzenlenen ve bir polis memurunun şehit edildiği olaya ilişkin olarak ... ifadelerimi aynen tekrar ederim. [O] ifadelerime ekleyecek ve çıkarılacak bir şey yoktur.Tanığın dosyada mevcut dizi 177-186'd[a]ki 2007 tarihli kolluk ifadesi okundu soruldu: Okunan ifade bana aittir. [O] ifademde de belirttiğim üzere ben duyduğum şeyleri anlattım ve aktardım. [Y]oksa benim görgüye dayalı bir bilgim yoktur. [Ö]rgüt içerisinde benim kod adım Özgür-Şerdem idi. Sertaç KILIÇARSLAN'ın kod adı ise Harun idi ..."  Başvurucunun zorunlu müdafii, aleyhe olan beyanlarını kabul etmediğini ve önceki beyanları ile yeni beyanı arasında çelişki bulunduğunu bildirdiği tanığın, başvurucu ile yüzleştirilmesini talep etmiştir.  Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince, mevcut davanın (E.2008/377) İzmir (CMK madde ile yetkili) Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/235 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine ve yargılamanın İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin belirtilen dosyası üzerinden yürütülmesine, bilinmeyen bir tarihte karar verilmiştir.    İzmir Ağır Ceza Mahkemesi Önündeki Dava Sürecia.    E.2007/305 Sayılı Dosya  İzmir (CMK madde ile yetkili) Cumhuriyet Başsavcılığının 6/7/2007 tarihli ve 2007/377 Hazırlık ve E.2007/295 sayılı iddianamesi ile "örgüt üyeliği, eylemde bulunmak, patlayıcı madde bulundurmak, resmi evrakta sahtecilik ve 6136 sayılı [K]anun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiası ile başvurucu hakkında İzmir (CMK maddesi ile yetkili) Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.  İzmir Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen 18/7/2007 tarihli ve E.2007/305 sayılı tensip tutanağı ile diğer hususlara ek olarak H.O.nun olay hakkında bilgi ve görgüsünün tespiti için bulunduğu yer mahkemesine istinabe yazısı yazılmasına karar verilmiştir.  H.O.nun Siirt'te tutuklu olması nedeniyle istinabe yazısı yazılan Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hâkimliğince adı geçen kişinin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Adı geçen tanığın tutanağa yansıyan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"... 1999 yılında örgüte katıldım. Örgüte katılış sürecimi, iddianameye konu erzak ve diğer maddelerin İzmir'e götürülmesi konusunda daha önce verdiğim ayrıntılı ifademi tekrar ediyorum. Gerçek ismini bilmediğim Soro kod adlı şahsı ayarladığı kamyonla yine Soro kod adlı kişinin Harun kod adlı Sertaç ve beni görevlendirmesi üzerine iddianamede yer alan malzemeleri Bornova Çiçekli köyüne 2006 yaz aylarında götürdük. ..."  İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2007/305 sayılı davanın 18/10/2007 tarihli birinci oturumunda başvurucu, tutuklu sanık sıfatıyla ve müdafii ile birlikte hazır bulundurulmuş ve savunması alınmıştır.   Davanın 18/6/2008 tarihli oturumunda başvurucunun müdafii, yazılı savunma dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır. Başvurucu ise müdafiinin beyanlarına iştirak ettiğini bildirmiştir.  Davanın, başvurucunun müdafiinin katıldığı 7/5/2008 tarihli oturumunda, iddia makamı esas hakkında yazılı mütalaasını sunmuştur. Anılan mütalaada özetle başvurucunun "terör örgütü üyesi olmak, patlayıcı madde ve silah bulundurmak, sahte kimlik kullanmak" fiillerini işlediği iddia edilmiş ve bu nedenle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi çerçevesinde, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (9) numaralı, maddesinin (2) numaralı, maddesinin (1) ve (2) numaralı ve maddesinin (1) numaralı fıkraları ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılması talep edilmiştir.  Davanın 8/10/2008 tarihli oturumunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu hakkındaki ilgili dava dosyasının birleştirilmesinin talep edildiği ve iddianamenin bir örneğinin gönderildiğinin bildirilmesi üzerine başvurucu ve müdafii dosyaların birleştirilmesine sözlü olarak itiraz etmişlerdir. İddia makamı da olumsuz görüş bildirmiş ve 7/5/2008 tarihli oturumda sunulan esas hakkında mütalaayı tekrar ettiğini ifade etmiştir. Esas hakkındaki savunmasını yapması istenen başvurucunun, siyasi nitelikte ve terör örgütü propagandası içeren savunma yaptığı gerekçesiyle savunmasının alınmasından vazgeçilmiştir. Duruşma tutanağının ilgili kısımları şöyledir:"...Sanık Sertaç Kılıçarslan'dan esas hakkındaki savunması soruldu: Avukatımın beyanlarına aynen katılıyorum. [M]ağdurum. [T]ahliyeme karar verilmesini talep ederim dedi.Sanığın siyasi savunma yaptığı, yarım saat beklenmesine rağmen kendisine yüklenen eylemler ile ilgili hiçbir beyanda bulunmadığı ve terör örgütünün propagandasını yaptığı görülmekle özel durumu ile ilgili savunma yapmayacaksa propaganda yapamayacağı hatırlatıldı. [S]anık yazmış olduğu siyasi savunmayı okumak istediğini okumadığı takdirde yargının bağımsız olmayacağını söyledi.İDDİA MAKAMINDAN SORULDU; sanığın iddianamede belirtilen suçlamalar dışında [PKK] terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşıldığından bu duruma mahkeme kararı ile engel olunması ve diğer usul... işlemlerin[in] yerine getirilmesi talep olunur dedi.GGSanık Sertaç Kılıçarslan kendisine yüklenen eylemler ile ilgili savunmada bulunmayıp PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşıldığından ve savunma hakkını kötüye kullandığından sözlü savunmasının alınmasından vazgeçilmesine, elinde okumakta olduğu 12 sayfa yazılı savunma dilekçesinin alınarak dosyaya konulmasına oy birliği ile karar verildi. [A]çık yargılamaya devam olundu...."  Anılan duruşma sonunda başvurucu hakkındaki davanın 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereğince mevcut dosyadan ayrılarak yeni bir esas numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Aynı oturumda hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçlarından, diğer sanıkların bir kısmı hakkında mahkûmiyet, bir kısmı hakkında ise delil yetersizliği nedeniyle beraat kararları verilmiştir. b.    E.2008/235Sayılı Dosya  Tefrikine karar verilen, başvurucunun yargılandığı dava dosyasına E.2008/235 numarası verilmiştir.   E.2008/235 sayılı davanın 22/1/2009 tarihli oturumunda, heyet değişikliği nedeniyle eski tutanaklar ve iddianamenin kabulü kararı okunmuştur. Başvurucunun müdafii, tefrik edilen dosyadaki beraat ve mahkûmiyet kararlarına katılan hâkimlerin, başvurucu hakkındaki bu davanın duruşmalarına katılmalarının usule uygun olmadığını, anılan hâkimlerin yargılamanın esası hakkındaki görüşlerini daha önce açıkladıklarını, yargılamanın bir anlamı kalmadığını belirterek davadan çekilmelerini talep etmiştir. Başvurucu, avukatının görüşlerine katıldığını, savunmasını daha önce yaptığını, suçsuz olduğunu ifade etmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine yazılan müzekkere cevabının beklenmesine, çekilme ve ret taleplerinin değerlendirilmesi için dosyanın incelemeye alınmasına karar verilmiştir.  Davanın 1/4/2009 tarihli oturumunda Mahkemece "sanık müdafiinin ... daha önceki ... karara katılan üye hakimlerin çekilmesi, olmadığı takdirde reddine ilişkin istemi süresinde ve yerinde olmadığından CMK maddesi uyarınca 7 gün içinde Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar" verilmiştir. Duruşma sırasında Mahkemece, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi tarafından E.2008/377 sayılı dava dosyasının mevcut dosya ile birleştirilmesine karar verildiği tespit edilmiştir. Birleştirme konusunda iddia ve savunma makamlarının olumsuz görüşleri üzerine Mahkeme, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme isteminin reddine, "[h]er iki dava dosyasının incelenmesinde sanığa isnat edilen eylemlerin... Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada [mevcut] olduğu, bu nedenle sanık hakkındaki yargılamanın eylem ağırlığı bulunan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesindeki dosya ile birleştirilmesinin gerektiği anlaşılmakla ... davanın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine [ait] 2008/377 esas sayılı dava... ile birleştirilmesine, ... her iki mahkeme arasında meydana gelen birleştirme hususundaki ihtilafın giderilmesi için dosyanın öncelikle YÜKSEK YETKİLİ YARGITAY CEZA DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE..." karar verilmiştir. c.    Yargı Yeri Belirlenmesi Süreci  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2009 tarihli ve 2009/152011 sayılı yazılı görüşünde "her iki mahkemenin yargılama konusunun aynı olmasına, sanık ve suç yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtibat bulunduğu anlaşılmakla davaların birlikte yürütülmesinde yarar görülmesine, iddianame tarihine ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçesine göre, davaların İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/235 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine, ... karar verilmesi ..." talep edilerek dosya, Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına sunulmuştur.  Yargıtay Ceza Dairesinin 11/8/2009 tarihli ve E.2009/10636, K.2009/10117 sayılı kararı ile "[i]ncelenen dosya içeriğine, sanıkların üzerine atılan suçların niteliğine, iddianamede olayın anlatılış biçimine, her iki mahkemenin dava dosyaları arasında sanık Sertaç Kılıça[r]slan ve suçlar yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtibat bulunduğu anlaşılmakla, davaların birlikte yürütülmesinde yarar görüldüğünden, iddianame ve suç tarihleri de gözetilerek İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin ... birleştirme kararının kaldırılmasına, ... davanın İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası üzerinden yürütülmesine, ..." karar verilmiştir.d.    E.2009/171Sayılı Dosya  Yargıtay Ceza Dairesinin, her iki davanın İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava dosyası kapsamında birleştirilmesine dair 11/8/2009 tarihli kararı üzerine her iki dava dosyası anılan Mahkemenin E.2009/171 sayılı dosya sırasına kaydedilmiştir.   E.2009/171 sayılı davanın, başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 12/11/2009 tarihli oturumunda Yargıtay Ceza Dairesinin birleştirmeye dair 11/8/2009 tarihli kararı okunmuştur. Duruşma sonunda bir kısım suçtan zarar görenlerin davaya katılma taleplerinin kabulüne, ayrıca bir müzekkere cevabının beklenmesi ve bir müştekinin beyanının alınması için istinabeye başvurulmasına karar verilmiştir.  Davanın başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 4/3/2010 tarihli oturumunda, bir kısım müzekkerelerin cevaplarının ulaşmadığı tespit edilmiştir. Aynı oturumda başvurucu, tanık H.O.nun niçin aleyhinde beyanda bulunduğunu açıklamıştır. Belirtilen beyanında başvurucu; H.O.nun kendisi aleyhine beyanda bulunmaya zorlandığını, adı geçenin de "pişmanlık yasasından faydalanmak" için aleyhinde ifade verdiğini, ifadelerinin çelişkili olduğunu, olayın geçtiği bölgede "Harun" kod adlı başka kişiler de olduğunu, H.O. isimli şahısla yüzleştirilmek istediğini belirtmiştir. Mahkeme ise başvurucunun bu talebinin, "[d]osya kapsamına göre ... davaya yenilik getirmeyeceği" gerekçesiyle reddine karar vermiştir.  Davanın başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 23/6/2010 tarihli oturumunda bir kısım şikâyetçilerin davaya katılma taleplerinin kabulü dışında esaslı herhangi bir işlem yapılmamıştır.  Davanın başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 13/10/2010 tarihli oturumunda esaslı herhangi bir işlem yapılmamıştır.  Davanın 26/1/2011 tarihli oturumunda kendisine, istinabe yoluyla ifadesi alınan müşteki beyanına bir diyeceği olup olmadığı sorulan başvurucunun cevabı duruşma tutanağına "Sanığın Türkçe dışında anlaşılmayan bir dille cevap verdiği görüldü. / Sanığa daha önce savunmalarını Türkçe yaptığı, Türkçe'yi yeterince anlayıp konuşabildiği, bu nedenle başka bir dille savunma yapmasına yasal olanak bulunmadığı, başka bir dille savunma yapmakta ısrar etmesi halinde savunma yapma hakkından vazgeçmiş sayılabileceği ikaz edilip hatırlatıldı." şeklinde yansımıştır. Başvurucu, savunmasını Kürtçe yapacağını, bu nedenle Kürtçe bilen tercüman bulundurulmasını istediğini beyan etmiştir. Aynı oturumda iddia makamı esas hakkında mütalaasını sunmuş olup mütalaanın ilgili kısımları şöyledir:"...2006 tarihinde Bingöl ili, Genç ilçesi polis merkezi ve lojmanlarına PKK terör örgütü mensupları tarafından silahlı saldırıda bulunulduğu, saldırı neticesinde nöbet kulübesi önündeki polis memuru .. B...'ın öldüğü, atılı saldırı olayı Cudi kod isimli örgüt mensubunun [sözde] eyalet yönetimine teklif ettiği, Cudi kod adını kullanan örgüt mensubunun bölgeyi çok iyi bildiği, eylem onayının alındığı, onay sonrası Soro, Cudi, Harun, Şivan ve Civan kod adlı terör örgütü mensuplarının yanlarına roketatar ve mühimmatı ile hazırlanan el bombası düzenekli C4 patlayıcı maddeyi de alarak saldırının yapılacağı yere gittikleri, yapılan plan dahilinde saldırının gerçekleştirildiği, saldırıyı gerçekleştiren grup içerisinde Harun kod adını kullanan sanık Sertaç Kılıça[r]slan'ın da bulunduğu,..."  İddia makamının mütalaası üzerine başvurucunun müdafii, soruşturmanın genişletilmesi talepleri ve esas hakkındaki savunmalarını sunabilmeleri için süre talep etmiştir. Başvurucu da mütalaaya karşı savunmasını daha kapsamlı hazırlayacağını bildirmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece savunma için süre taleplerinin kabulüne, başvurucunun "daha önce savunmalarını Türkçe yapması nazara alındığından, Türkçe'yi yeterince anlayıp konuşabildiği, bu nedenle başka bir dille savunma yapmasına yasal olarak imkan bulunmadığı" gerekçesiyle başvurucunun Kürtçe tercüman talebinin reddine karar verilmiştir.  Davanın 21/4/2011 tarihli oturumunda iddia makamı, esas hakkındaki mütalaasını tekrar etmiştir. Başvurucunun müdafii, 4/4/2006 tarihinde başvurucunun Türkiye'de olmadığına dair tanıklığı olan A. ile aracı yağma edilen taksi şoförünün ifadelerinin alınmasını talep etmiştir. Başvurucu ise müdafiinin belirttiklerinin doğru olduğunu, o tarihte Türkiye'de olmadığını bilen başka kişiler de bulunduğunu ancak yurt dışında olmaları nedeniyle bu kişilere ulaşmasının mümkün olmadığını, cezaevindeki "psikolojik ve fiziki baskı" nedeniyle savunmasını hazırlamasının güçleştiğini beyan ederek kendisine tekrar süre verilmesini talep etmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece başvurucu müdafiinin tanık dinletme talebi, A. isimli şahıs yönünden kabul edilirken "aradan geçen süre, daha önce taksi şoförünün de şahısları tanımıyor oluşu nazara alındığında teşhis işleminin sağlıklı olamayacağı" gerekçesiyle taksi şoförünün dinlenmesi talebinin reddine karar verilmiştir.  Davanın 22/8/2011 tarihli oturumunda, tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan getirtilmiş olan tanık A.nin beyanı alınmıştır. Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan beyanı şöyledir:"Ben 2006 yılı Nisan ayı ortalarında Irak ülkesinde Zap bölgesinde sanık Sertaç ile tanıştım. [K]ısa bir süre de yaklaşık 2 hafta kadar da birlikte kaldık. 2 hafta kadar bu birliktelikten sonra sanık Sertaç ile ayrıldık. [B]ir daha da birbirimizi görmedik dedi.Sanık müdafiinin talebi ile tanıktan soruldu: 04/04/2006 tarihinde Bingöl'deki saldırıyı medya vasıtasıyla duydum. Bu olayın meydana geldiği tarihte sanık Sertaç da benim yanımdaydı. [Y]ani Zap bölgesinde beraberdik dedi."  Başvurucunun müdafii; tanık H.O.nun aşamalarda verdiği ifadelerinde 4/4/2006 tarihli olayla ilgili herhangi bir beyanı bulunmadığını, sadece bir yerdeki anlatımında soyut olarak "Harun" kod adlı bir kişiden söz ettiğini ancak bu kişinin müvekkili (başvurucu) olduğu konusunda dosyada delil bulunmadığını, bu sebeple adı geçen tanığın Mahkeme huzuruna getirilerek teşhis ve yüzleştirme yapılması gerektiğini, bu işlemden sonra esas hakkında savunmalarını sunacaklarını ifade etmiştir. Başvurucu müdafiinin bu talebi Mahkemece "dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve yargılamanın geçirmiş olduğu aşama nazara alınarak" reddedilmiştir.  Davanın 12/12/2011 tarihli oturumunda iddia makamının esas hakkındaki önceki mütalaası yeniden okunmuş olup mütalaaya karşı diyecekleri sorulan başvurucu, Kürtçe savunma yapma talebini yinelemiştir. Mahkemenin bunun yasal olarak mümkün olmadığını hatırlatması üzerine başvurucu, savunma yapmayacağını bildirmiştir. Başvurucunun müdafii ise savunmalarını hazırlamak için ek süre talep etmiş ve duruşma sonunda müdafie, sonraki oturum tarihine kadar ek süre verilmiştir.  Davanın 28/3/2012 tarihli oturumunda iddia makamı esas hakkındaki önceki mütalaasını tekrar etmiştir. Müdafi ise başvurucunun cezaevinden göndermek istediği, 4/4/2006 tarihinde meydana gelen olaya ilişkin tanıkların isimlerini içeren dilekçenin kendisine ulaşmadığını ifade ederek konuya ilişkin olarak dinlenmesini istedikleri tanıkların isimlerini Mahkemeye bildirmiştir. Başvurucuya diyecekleri sorulduğunda -duruşma tutanağındaki tespite göre- Türkçe dışında bir dille cevap vermiştir. Mahkemece "[d]osya kapsamı, ... birleşen Diyarbakır ACM'ne ait 2008/377 [e]sas sayılı dosya içeriği, mevcut delil durumu nazara alınarak sanık müdafii tarafından dinlenmesi talep edilen tanıkların dinlenmelerinin davaya herhangi bir yenilik getirmeyeceği, zira yargılamanın geçirmiş olduğu aşama itibariyle hızlı, etkin, adil yargılama ilkeleri de gözetilerek tanıkların dinlenmesi yönündeki taleplerin reddine" oybirliği ile karar verilmiştir.   İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2009/171, K.2012/65 sayılı kararı ile "[s]ayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması bulundurulması, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, resmi belgede sahtecilik, tasarlayarak öldürme" suçlarını işlediği sabit görülen başvurucunun, iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile buna ek olarak toplam 22 yıl hapis ve 675 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın 1998 yılı Mayıs ayında PKK terör örgütüne Tatvan kırsalında katıldığı, aynı yıl Kuzey Irak'ta bulunan HARKURK kampında 3 ay askeri ve siyasi eğitim aldığı, 1999 yılında KİNERE kampına gittiği, 2001 yılına kadar burada kaldığı, 2001 yılında özel kuvvetler birliğine seçilip 6 ay boyunca yoğun olarak silah, bomba ve patlayıcı eğitimi aldığı, 2002 yılında KANDİL dağı bölgesinde bulunan ŞEHİTKAŞIN kampına geçtiği, 2004 yılı bahar aylarına kadar bu kampta kalıp daha sonra BETİNA - ZAP bölgesinde özel kuvvetler kampında kaldığı, 2006 yılı bahar aylarında Bingöl Genç kırsalına geldiği, 6 kişilik grup içerisinde yer aldığı, grup üyelerinin SORO (K) CUDİ (K), ŞİVAN (K), CİVAN (K), ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O... ve sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'dan oluştuğu, 04/04/2006 günü bu grubun Genç ilçesi Polis Merkezi Amirliği'ne ve Lojmanlarına karşı eylemde bulunduğu, sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın bizzat polis memurun maktül .. B...'ı silahlarıyla öldürdüğü, diğer örgüt üyelerinin el bombası ve roketatar ile karakola saldırdıkları, daha sonra grup sorumlusu SORO (K)'un talimatıyla İzmir ve çevresinde eylem yapmak üzere görevlendirildiği, kendisine 2500 Dolar, ... ve malzeme verildiği, ayrıca örgütçe daha önce verilen sahte kimliği de alarak Diyarbakır Lice kırsalında sürücülüğünü Ramazan'ın yaptığı bir kamyon ile Bornova ilçesi Çiçekli Köyü kırsalına geldiği, mühimmatı üç ayrı noktaya birlikte geldiği ÖZGÜR (K) H... O... ile birlikte gömdükleri, bir süre eylem talimatı bekledikleri, bu arada eylem için keşif yaptığı, eylem yapmak üzere hava radar Birliği'nin servis aracın[a] ve Bornova ilçesi Pınarbaşı kırsalında bulunan LPG dolum tesislerine yönelik keşif yaptığı, hatta ... eylem için 2 düzenek hazırladığı, bilahare yakalandığı anlaşılmıştır.Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O... ... sanığın 04/04/2006 tarihinde Genç ilçesinde polis memuru .. B...'ın şehit edilmesi olayını bizzat sanık SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın gerçekleştirdiğini belirtmiş ve teşhis etmiştir.Sanık [da] aşamalardaki savunmalarında örgüte katılışını, kamplarda aldığı eğitimleri, 2006 yılında Bingöl ilçesi Genç kırsalında bulunduğunu, eylem yapmak üzere İzmir kırsalına geldiğini söylemiştir. [A]ncak Genç ilçesindeki polis memuruna düzenlenen saldırıya katıldığını kabul etmemiştir....TOPLANAN DELİLLER VE TÜM DOSYA KAPSAMINA GÖRE:...b-) Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O...'un beyanı, sanığın belirtilen tarihlerde Bingöl ili Genç kırsalı[nda] olduğuna dair savunmaları, adli tıp raporları, olay yeri tutanakları, ekspertiz raporları, müşteki beyanları dikkate alındığında sanığın 04/04/2006 tarihinde maktül .. B...'ı tabancayla öldürdüğü anlaşılmış olup, tasarlayarak yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle adam öldürmek suçundan TCK 82/1-a-g son cümle, 3713 sayılı [Y]asa'nın 5/1 maddeleri gereğince cezalandırması gerekmiştir...."  Temyiz yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli ve E.2013/3869, K.2013/9735 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır.   Onama kararını 19/8/2013 tarihinde öğrendiğini beyan eden başvurucu, 13/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun, onama kararını daha önce öğrendiğine dair herhangi bir bilgi veya belge tespit edilmemiştir.B.   İlgili Hukuk    Ceza Muhakemesi Kanunu  4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Görülmekte olan davaların birleştirilmesi ve ayrılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:"Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir."  5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin iadesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle;a) 170 inci maddeye aykırı olarak düzenlenen,b) Suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen, c) Önödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan işlerde önödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen,İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilir.(2) Suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianame iade edilemez.(3) En geç birinci fıkrada belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır.(4) Cumhuriyet savcısı, iddianamenin iadesi üzerine, kararda gösterilen eksiklikleri tamamladıktan ve hatalı noktaları düzelttikten sonra, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerektiren bir durumun bulunmaması halinde, yeniden iddianame düzenleyerek dosyayı mahkemeye gönderir. İlk kararda belirtilmeyen sebeplere dayanılarak yeniden iddianamenin iadesi yoluna gidilemez.(5) İade kararına karşı Cumhuriyet savcısı itiraz edebilir."  5271 sayılı Kanun'un "Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hastalık veya malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin uzun ve önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla dinlenmesine karar verebilir.(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin dinlenmesinde de uygulanır.(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk olmadıkça, büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık, müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine karar veremez.(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye sınırları içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da büyükşehir belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe evrakını geri çevirmeksizin gereğini yapar.(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir."  5271 sayılı Kanun'un "Duruşmanın başlaması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:"(1) Sanığın ve müdafiinin hazır bulunup bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri saptanarak duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar. "    Türk Ceza Kanunu  5237 sayılı Kanun'un "Suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlular" kenar başlıklı maddesinin (6) ve (9) numaralı fıkraları şöyledir:"(6) Tekerrür halinde hükmolunan ceza, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir. Ayrıca, mükerrir hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanır....(9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, ... örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir."  5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli haller" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,...g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,...İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."  5237 sayılı Kanun'un "Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır...."  5237 sayılı Kanun'un "Resmi belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:"(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."  5237 sayılı Kanun'un "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:"(1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."    Diğer Mevzuat  3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz...."  6136 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silâh veya mermilerin sayı veya nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur."  13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır. c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz. ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır.”  16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.” 
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7090
Başvuru, yargılamanın adil yürütülmediği, makul sürede sonuçlandırılmadığı, yakalama ve tutuklama sürecindeki uygulamaların kişi hürriyeti ve güvenliğini ihlal ettiği, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yakalama ve gözaltı sürecindeki cebir ve tehdit eylemlerinin işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, iletişimin tespiti kararı bulunmamasına rağmen kayda alınan iletişim içeriklerinin hükme esas alınması, somut ve kesin deliller olmaksızın cezaya hükmedilmesi, Mahkeme tarafından eksik inceleme yapılması ve taleplerin gerekçesiz biçimde reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kısa kararla birlikte yakalama emri çıkarılmasına rağmen gerekçeli kararın yaklaşık yedi ay sonra yazılması ve bu nedenle yakalama emrine itiraz etme olanağının geciktirilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 8/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/3/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesinin 3/10/2012 tarihli ve E.2011/65, K.2012/201 sayılı kararıyla uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezaya hükmedilmiştir. Başvurucu, kendisi hakkında mahkeme tarafından verilmiş bir iletişimin tespiti kararı bulunmamasına rağmen kayda alınan iletişiminin, hakkındaki mahkûmiyet kararında hükme esas alındığını ve bu durumun hukuka aykırı olduğunu belirterek kararı temyiz etmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/3/2014 tarihli ve E.2013/13679, K.2014/1456 sayılı ilamıyla karar onanmıştır. Kesinleşen hapis ve adli para cezaları, İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 2014/2687 İlamat sayılı ödeme emri ve davetname ile başvurucuya sırasıyla 21/4/2014 ve 30/5/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karardan, 5/9/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Bireysel başvuru 8/9/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Hükümlü, hapis cezası veya güvenlik tedbirinin infazı için gönderilen çağrı kâğıdının tebliği üzerine on gün içinde gelmez, kaçar ya da kaçacağına dair şüphe uyandırırsa, Cumhuriyet savcısı yakalama emri çıkarır” Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Adlî para cezası, Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen usule göre tayin olunacak bir miktar paranın Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.(2) Adlî para cezasını içeren ilâm Cumhuriyet Başsavcılığına verilir. Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adlî para cezasının ödenmesi için hükümlüye 20 nci maddenin üçüncü fıkrası uyarınca bir ödeme emri tebliğ eder.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14594
Başvuru, iletişimin tespiti kararı bulunmamasına rağmen kayda alınan iletişim içeriklerinin hükme esas alınması, somut ve kesin deliller olmaksızın cezaya hükmedilmesi, Mahkeme tarafından eksik inceleme yapılması ve taleplerin gerekçesiz biçimde reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kısa kararla birlikte yakalama emri çıkarılmasına rağmen gerekçeli kararın yaklaşık yedi ay sonra yazılması ve bu nedenle yakalama emrine itiraz etme olanağının geciktirilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
0
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 18/10/2004 tarihinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3649
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kazai rüşt kararının zamanında alınmadığı belirtilerek atama işleminin yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından 25/10/2023 tarihinde başvurucunun şikâyetleri adil yargılanma hakkı ve özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Başvuru, adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur. Özel hayata saygı hakkı yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 15/8/1995 doğumlu olan başvurucu, Yozgat'ta bulunan Atatürk Anadolu Sağlık Meslek Lisesi, Acil Tıp Teknisyenliği Bölümünden 14/6/2013 tarihinde mezun olmuştur. Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS)-2013/1 sayılı yerleştirme sonuçlarına göre Sağlık Bakanlığının mülga Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna (İdare) sağlık memuru olarak yerleştirilen başvurucunun kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü olan 3/7/2013 tarihi itibarıyla alınmadığı gerekçesiyle 26/7/2013 tarihinde atamasının yapılmamasına karar verilmiştir. Başvurucu, bu işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, İdareye atama için başvurduğu tarih itibarıyla kazai rüşt kararının bulunduğunu ve ergin olduğunu, yerleştirildiği kadroya atanmaması işleminin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. İdare Mahkemesi 6/11/2013 tarihli kararıyla işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Memuriyete girişte yaş" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Bir meslek veya sanat okulunu bitirenler en az 15 yaşını doldurmuş olmak ve Türk Medeni Kanununun 12 nci maddesine göre kazai rüşt kararı almak şartiyle Devlet memurluklarına atanabilirler." şeklindeki hüküm hatırlatılmıştır. Bu bağlamda kazai rüşt kararının devlet memurluğuna atanmada aranan bir şart olduğu ve atama işlemi sırasında başvurucunun bu şartı taşıdığı vurgulanarak İdarece bu şartın dışında tercih sırasında kazai rüşt kararının alınmadığı gerekçesiyle atama işlemini gerçekleştirmemesinin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Akabinde İdare Mahkemesi aynı gerekçeyle 31/12/2013 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. İdare bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde İdare, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yayımlanmış olan KPSS-2013/1 sayılı Tercih Kılavuzu'nda yer alan " Başvurma Genel Şartları" başlığının (b) maddesine göre işlem tesis edildiğini belirtmiştir. İdare, anılan maddede "Bir meslek veya sanat okulunu bitirenler en az 15 yaşını doldurmuş olmak ve Türk Medeni Kanununun 12’nci maddesine göre kazai rüşt kararı almak şartıyla Devlet memurluklarına atanabilirler. Kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü itibariyle alınmış olması gerekmektedir." şeklindeki düzenlemenin yer aldığını, başvurucunun tercih işlemlerinin son günü itibarıyla kazai rüşt kararının bulunmadığını ifade ederek İdare Mahkemesi kararının bozulmasını talep etmiştir. Danıştay Onikinci Dairesi (Daire) 14/4/2015 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının usule ve hukuka uygun olduğunu belirterek İdarenin temyiz talebinin reddine ve anılan kararın onanmasına karar vermiştir. İdare bu kararın düzeltilmesini talep etmiş, karar düzeltme dilekçesinde temyiz dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir. Daire 5/10/2018 tarihinde karar düzeltme talebini kabul ederek bu kez İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiş; kararın gerekçesinde, kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü itibarıyla alınmış olmasına yönelik gerekliliğin kılavuzda yer aldığı, başvurucunun ise tercih işlemlerine son başvuru tarihi olan 3/7/2013 tarihinden sonra 11/7/2013 tarihinde kazai rüşt kararı aldığını ifade ederek İdare Mahkemesi kararının hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. İdare Mahkemesi, Dairenin bozma kararına uyarak aynı gerekçeyle 13/3/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu karar üzerine 14/3/2019 tarihi itibarıyla başvurucunun görevine son verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu, yaklaşık beş yıldır sağlık görevlisi olarak çalıştığını, buna göre geleceğini planladığını ve düğün arifesinde olduğunu belirtmiş; atanmama işleminin hukuka aykırı olduğu yönündeki iddialarını yinelemiştir. Sonuç olarak İdare Mahkemesinin 13/3/2019 tarihli kararına karşı yapılan bu temyiz başvurusu Dairenin 19/6/2019 tarihli kararıyla reddedilerek İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bu kararın düzeltilmesini talep etmiş; Daire karar düzeltme talebini 7/11/2019 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar 12/2/2020 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Öte yandan devam eden süreçte Sağlık Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü "kazâî rüşt kararı ile atanan personel" konulu Bakanlık oluru ile bahse konu personelin görevlerine devamının sağlanması ve ilgililer hakkında devam eden davalarda da kanun yoluna gidilmemesi yönünde işlem tesis etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, kendisiyle aynı durumda olanların görevlerine devam ettiğini belirterek İdareye verdiği dilekçeyle görevine yeniden atanma talebinde bulunmuş, bu talebinin zımnen reddedilmesi üzerine zımni ret işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 25/12/2020 tarihinde zımni ret işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiş; kararın gerekçesinde İdare Mahkemesinin 6/11/2013 tarihli kararı uyarınca göreve iade edilip yaklaşık 5 yıl 4 ay görev yaptıktan sonra görevine son verilen başvurucunun hukuk devleti ve eşitlik gibi anayasal normlar ve hakkaniyet uyarınca emsalleri hakkında alınan "atama tarihi itibariyle kazai rüşt kararı almış olanların görevlerine son verilmeyeceği" yönündeki karardan yararlandırılmak suretiyle, davalı idareye yeniden atanma talebiyle yaptığı başvurunun kabul edilerek göreve başlatılması gerekmekte iken aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığını belirtmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 25/2/2021 tarihinde aynı gerekçeyle anılan işlemin iptaline karar vermiştir. Bu karar, İdare tarafından istinaf başvurusunda bulunulmadığından 20/10/2021 tarihinde kesinleşmiştir. 657 sayılı Kanun'un "Genel ve özel şartlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar:... Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak," 657 sayılı Kanun'un "Memuriyete girişte yaş" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bir meslek veya sanat okulunu bitirenler en az 15 yaşını doldurmuş olmak ve Türk Medeni Kanununun 12 nci maddesine göre kazai rüşt kararı almak şartiyle Devlet memurluklarına atanabilirler." 3/5/2002 tarihli ve 24744 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Adayların başvurmaları ve atanmaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Adaylar, yerleştirildikleri kamu kurum ve kuruluşlarına, Tercih Kılavuzu’nda yazılı olan belgeler ve KPSS Sınav Sonuç Belgesi ile birlikte atanmak üzere süresi içinde başvururlar.Kamu kurum ve kuruluşları, atamaya yetkili amirin onayı ile beş kişiden oluşan bir sınav değerlendirme komisyonu kurar. Bu komisyon, atanmak üzere bildirilen adayları, aranılan nitelikler yönünden inceleyerek, nitelikleri uyanların atamalarının yapılmasını teklif eder....Ancak, atama için öngörülen koşullara uymayan veya gerekli belgeleri süresi içinde getiremeyen adayların atamaları yapılmaz." ÖSYM Yönetim Kurulunun 18/6/2013 tarihli ve 2013/06 sayılı kararı ile onaylanan KPSS-2013/1 sayılı Tercih Kılavuzu'nun ilgili kısmı şöyledir:" BAŞVURMA GENEL ŞARTLARIİlan edilen kadro veya pozisyonlara atanmak için başvuracak adayların aşağıdaki genel şartlara sahip olmaları gerekmektedir....b) 18 yaşını tamamlamış olmak. (Bir meslek veya sanat okulunu bitirenler en az 15 yaşını doldurmuş olmak ve Türk Medeni Kanununun 12’nci maddesine göre kazai rüşt kararı almak şartıyla Devlet memurluklarına atanabilirler. Kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü itibariyle alınmış olması gerekmektedir.)" Kılavuzun ilgili kısmında yer alan "Kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü itibariyle alınmış olması gerekmektedir." şeklindeki düzenlemenin iptal edilmesi talebiyle açılan davada Danıştay Onikinci Dairesi 7/3/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...getirilen kuralların, sınav, yerleştirme ve atama işlemlerinin belli bir düzen içerisinde yürütülmesi, adayların haklarının güvenceye alınması, yükümlülüklerinin önceden belirlenmesi ve kamu kurum ve kuruluşlarının personel ihtiyaçlarının zamanında karşılanması amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu amaçlar güdüldüğü içindir ki, atanılacak kadrolar için belirlenen koşulların adaylarda bulunup bulunmadığının, yapılacak atama işlemlerinin temelini teşkil eden ve atama işlemlerinden ayrı olarak değerlendirilemeyecek olan yerleştirme aşamasında ÖSYM tarafından; atama aşamasında ise, kurulacak komisyon tarafından incelenmesi öngörülmüştür.Bu durumda; Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı tarafından, ancak yerleştirme işlemlerinde aranabilecek olan yaş koşulunu, yerleştirmeye esas tercih işlemlerinin son günü itibarıyla aranmasını öngören dava konusu düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir." Mezkûr kararda iki üyenin yazdığı karşıoyun gerekçesi ise şöyledir: "... 657 sayılı Kanun'un maddesinde, kazai rüşt kararı almak şartıyla Devlet memuru olunabileceği hükme bağlanmakla birlikte, maddede bu koşulun tercih işlemlerinin son günü itibarıyla aranacağı hususunda bir ibareye yer verilmediğinden, bu koşulun atama işlemlerinin yapılması sırasında aranmasının yeterli olacağı sonucuna ulaşılmaktadır.Öte yandan, kazai rüşt kararı, hukuk mahkemelerinin inisiyatifinde olan bir sürecin sonunda alındığından, bu kararın tercih işlemlerinin son gününe yetiştirilmesi memur adaylarının elinde olmayabilecektir.Bu durumda, ... 'Kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü itibariyle alınmış olması gerekmektedir' ibaresinde hukuka uyarlık görülmemiştir." Danıştay Onikinci Dairesinin anılan kararına karşı yapılan temyiz başvurusu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 29/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiş ve kararın onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Öte yandan Sağlık Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 49635782/929 sayılı, bila tarihli ve "kazâî rüşt kararı ile atanan personel" konulu Bakanlık oluru ise şöyledir: "KPSS-2013/1 yerleştirme sonuçlarına göre Bakanlığımız -mülga- Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığı bünyesine 657 sayılı Kanun’un 4/A maddesi kapsamında sağlık personeli olarak yerleştirilmesi yapılanlardan; KPSS Yerleştirme Tercih Kılavuzunda belirtilen '18 yaşını tamamlamış olmak. (Bir meslek veya sanat okulunu bitirenler en az 15 yaşını doldurmuş olmak ve Türk Medeni Kanunu'nun 12'nci maddesine göre kazai rüşt kararı almak şartıyla Devlet memurluklarına atanabilirler. Kazai rüşt kararının tercih işlemlerinin son günü itibariyle alınmış olması gerekmektedir.)' şartını taşımayanların atamaları yapılmamış; bu işleme karşı bahse konu kişiler tarafından Bakanlığımız aleyhine dördü Danıştay nezdinde, 21'i yerel mahkemede olmak üzere toplam 25 kişi dava açmıştır....Netice olarak halen 25 davacından 11'i görevine devam etmekte, 14 davacının görevine son verilmiş bulunmaktadır. Bakanlığımıza intikal eden yargı kararları nazara alındığında, 11 davacının daha görevine son verilebileceği düşünülmektedir. Yedi yıl devam eden ve aynı konuda birbirinden farklı kararların verildiği bir yargı sürecinden sonra yaklaşık yedi yıl kamu görevini yürüten bir personelin görevine son vermek, idari istikrar ilkesi ve hukuki güvenlik ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Yerleştirme işleminden hemen sonra atama şartını taşıyan ve yaklaşık yedi yıl Bakanlığımızda görev yapan personelin görevine devamının sağlanmasının idari istikrar ilkesine daha uygun olacağı düşünülmektedir....Bu minvalde ... hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkeleri ile ilgililerin atama tarihinden önce kazai rüşt kararı almış oldukları esas alınarak halen Bakanlığımızda görev yapmakta olan bahse konu personelin aleyhlerindeki kararlara göre görevlerine son verilmemesi ve kanun yolu başvurusundan sarf-ı nazar edilmesi hususunu tensiplerinize arz ederim."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9481
Başvuru, kazai rüşt kararının zamanında alınmadığı belirtilerek atama işleminin yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; nezarethanedeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının, gözaltında darp nedeniyle de eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, 26/1/2018 ve 5/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/31635 numaralı başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2018/4604 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/4604 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12, 25). Türkiye Radyo Televizyon Kurumunda (TRT) memur olarak görev yapan 1978 doğumlu başvurucu, 22/12/2016 tarihinde FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle evinde yapılan aramanın ardından kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır. Başvurucunun gözaltına alındığı, 22/12/2016 günü saat 10’da eşine bildirilmiştir. Başvurucunun gözaltına alındığı tarihte saat 00’da başvurucu hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından darp ve cebir izinin olmadığına dair rapor düzenlenmiştir. Başvurucunun komşusu Z.Y. de FETÖ/PDY soruşturması kapsamında gözaltına alınmıştır. Z.Y., ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla ilgili verdiği ifadede internet hattını başvurucu Eyüp Keser’le birlikte kullandığını beyan etmiştir. Cumhuriyet savcısının talimatıyla başvurucunun bu konuda bilgisine müracaat edilmek istendiğinde başvurucunun kendisine zarar vererek polis memurlarına direndiği, hakaret ve tehdit ettiğine dair tutanak düzenlenmiştir. 23/12/2016 tarihinde saat 15’te düzenlenen tutanak şöyledir: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/104643 sayılı soruşturması kapsamında gözaltına alınan Z.Y. ... kendisinin bylock kullanmadığını, adına kayıtlı ... interneti ... üst komşusu olan ve şu an gözaltında bulunan Eyüp KESER ... isimli şahısla ortak kullandıklarını beyan etmesi üzerine Eyüp KESER İsimli şahıs 2016 günü saat 40 sıralarında görüşmeye alınmış kendisine bylock programını kullanıp kullanmadığı ve Z.Y. isimli şahısla ortak internet kullanıp kullanmadıkları sorulduğunda agresif tavırlar sergilemeye başlamış, bylock sorusu kendisine tekrar sorulduğunda, 'Bylockun ne olduğunu bilmiyorum, siz bana bu soruyu soramazsınız.' diyerek agresif tavırlarına devam etmiş, ... 'Beni bunlarla itham edemezsiniz, siz kimle konuştuğunuzu biliyor musunuz?' diyerek oturduğu koltuğun sağ tarafındaki evrak dolabının kapak ve camlı kısımlarına ani bir hareketle birkaç kez kafasını vurduğu, bu esnada dolabın kırılan cam parçalarını eline aldığı, eline aldığı cam parçasını biz görevlilere karşı silah gibi doğrulttuğu, 'Üstüme gelmeyin, kendimi de sizi de keser gebertirim.' diye bağırdığı ve odanın kapısını açarak ve yüksek sesle 'Allahsızlar!' diye bağırarak koridora çıkmaya çalıştığı sırada biz görevlilerce şahsın kendisine ve herhangi bir [görevliye] zarar vermesini önlemek amacıyla şahsa anında orantılı şekilde güç kullanmak suretiyle müdahale edilmiş ve şahsın elindeki cam parçasını almak üzere kolu kıvrılmış, cam parçası elinden alınmış, şahıs tekrar yüksek sesle bağırarak direnişine devam etmiş, kendisini kontrol altına almak amacıyla plastik kelepçe takmaya çalışılmış ancak şahsın ellerini birbirine kenetlemesi ve direnmesi sebebiyle plastik kelepçe takılamamış, şahıs bağırmaya ve mukavemet göstermeye devam etmiş, daha sonrasında demir kelepçe takılmaya çalışıldığı esnada şahıs ellerini birbirine kenetleyerek 'Bırakın beni ne yaptığınızı sanıyorsunuz.' diyerek bağırmaya devam etmiş, kendisinin parmakları ve kolu geriye doğru kelepçe takmak için çekildiğinde direnişine devam etmiş, ayakları ve bütün vücuduyla bize mukavemet etmeye başlamış, bu esnada görevliler olarak şahsın direnişini kıracak ölçüde kademeli olarak zor kullanmak suretiyle şahsın ellerine kelepçe takılarak aynı gün saat 16:00 sıralarında etkisiz hale getirilmiştir.” Kırılan 70x30 cm ebadındaki cam kapak makbuz karşılığında bir firmaya 50 TL’ye tamir ettirilmiş, buna dair 27/12/2016 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme ve kamu görevlisine karşı hakaret suçlarından 5/10/2017 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 3/3/2022 tarihinde başvurucunun kamu görevlisine hakaret suçundan beraatine, kamu malına zarar verme suçundan 000 TL, görevi yaptırmamak için direnme suçundan ise 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararları 24/10/2022 tarihinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince istinaf başvurusu esastan reddedilerek kesinleşmiştir. Ankara Mustafa Kemal Devlet Hastanesince 23/12/2016 tarihinde saat 16’da düzenlenen adli muayene raporunda başvurucuda sağ kulak kepçesinde kızarıklık, hematom (kanın deri altında toplanması), sol kulak önünde 2 cm’lik hematom, sol göz kapağı ve kaşta hematom, sağ göz altında kızarıklık, kanlı morluk, burun kökünde kızarıklık ve morluk, burun ucunda ve ağızda kurumuş kan lekeleri, kafada oksipital (başın arka kısmı) bölgede şişlik, ense sol tarafta geniş kızarıklık, sırtta sol yanda 5 cm’lik iki sıyrık, sağ skapula (kürek kemiği) üzerinde yaygın kızarıklık ve sıyrık, sol skapula altında kızarıklık, sol humerusta (kol kemiği) şişlik ve çizikler, sağ omuzda kızarıklık, sağ humerus iç yüzde kızarıklık ve morluk, boyun sağ tarafında kızarıklık, boyun sol tarafta çizik, sağ dizde kızarıklık ve ödem, sağ bacakta çok sayıda sıyrık ve kızarıklık, sağ ayakta kızarıklık, sol bacak, sol ayak, ve sol dizde kızarıklıklar tespit edildiği belirtilmiş; ileri tetkikler için başvurucu, Ankara Numune Hastanesine sevk edilmiştir. Ankara Numune Hastanesi Beyin Cerrahi, Kulak Burun Boğaz ve Göz Servislerinde aynı gün muayene edilen başvurucuya çeşitli ilaçlar reçete edilmiştir. Numune Hastanesinde yapılan muayenelerde konsültasyon istek nedeni “bir başkası tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme, ısırılma ya da tırmalanma” olarak gösterilmiştir. Raporlarda başvurucudaki yaraların basit tıbbi müdahaleyle giderilip giderilemeyeceği konusunda bir tespit yer almamaktadır. Başvuru dosyasında bu raporlar bulunmamakla birlikte Bakanlık görüşündeki bilgilere göre başvurucunun 30/12/2016 tarihinde saat 00 ve 45’te yapılan muayenelerinde sol göz konjoktivada (gözün beyaz ve şeffaf bölümünü ve göz kapaklarının içini kapsayan tabaka) kanama ve göz çevresinde ekimoz mevcut olduğu, diğer muayenelerin normal olduğu belirtilmiştir. 29/12/2016 tarihinde saat 25’te tanzim edilen tutanağa göre başvurucu, müdafi ile görüştürülmüştür. 29/12/2016 tarihinde kolluk tarafından başvurucunun müdafi huzurunda savunması alınmıştır. Başvurucu aynı gün nezaretten çıkarılmıştır. Başvurucu 30/12/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmıştır. Başvurucu, sorgu esnasında kötü muameleye maruz kaldığına dair bir beyanda bulunmamıştır. Başvurucunun eşi F.K. 2/1/2017 tarihinde Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığına eşine işkence yapıldığı iddiasıyla şikâyette bulunmuştur. Aynı gün alınan ifadesinde F.K.; gözaltına alındıktan sonra bir hafta eşini göremediğini, 30/12/2016 tarihinde eşi sorgu için sulh ceza hâkimliğine sevk edilirken duruşma salonu dışında onu görme imkânı bulduğunu, eşinin yüzünde ve gözünde morluklar bulunduğunu, cep telefonuyla fotoğraflarını çektiğini, ayaküstü yaptıkları konuşmada kendisini Emniyet Amiri H.K. ile Osman isimli bir polis memurunun darbettiğini, duruşmaya çıkmasına bir gün kala Demiryolları Hastanesine götürüldüğünü fakat buradaki doktorun rapora "kendi kendine darp" diye anlamsız bir teşhis koyduğunu söylediğini ifade etmiştir. Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı 6/6/2017 tarihinde dosyayı yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. 28/3/2017 tarihinde başvurucu, kötü muameleyle ilgili olarak Başsavcılığa suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu; olayla ilgili olarak polis tarafından düzenlenen tutanağın gerçek olmadığını, kendisine zarar vermediğini, H.K. isimli emniyet amirinin odasında polislerce darbedildiğini, bir kişinin doktor raporlarında da tespiti yapılan çok sayıdaki yaraya kendi kendine sebebiyet vermesinin mümkün olmadığını, mülakat için H.K.nın odasına götürüldüğü, odada bulunan Osman isimli komiserin "ByLock kullanmışsın." dediğini, "Hayır." cevabı verince de H.K.nın üzerine yürüdüğünü, “Diz çök lan!” diye bağırdığını, sorulara ayakta cevap vermek istediğini, böyle bir uygulamanın doğru olmadığını söylediğini, odada bulunan ikinci bir şahsa ellerinin arkadan kelepçelenmesi talimatının verildiğini, bunu yapmaya haklarının olmadığını söylediğinde H.K.nın kendisine tekme ve yumruk atmaya başladığını, bu sırada Komiser Osman ve diğer kişinin kendisini kollarından tutup içeri çekerek odayı kilitlediğini, elleri arkada olacak şekilde kelepçelendiğini, H.K., Osman Komiser, yüzünü hatırlayamadığı iki kişi olmak üzere toplam dört kişinin kulağı, gözleri ve sol kolu morarıp şişinceye kadar kendisini darbettiğini, kafasına tekme atmak istedikleri sırada kafasını çekince odadaki vitrin camının kırıldığını, gücü iyice tükenip yerde hâlsiz kalınca başına su döktüklerini, H.K.nın yanındakilere "Kendi kendine zarar vermeye çalıştı, vitrin camını kırdı." şeklinde tutanak tutmaları için talimat verdiğini, kollukta ifadesi alınırken müdafiinin yanında tehdit edildiğini ancak müdafiinin duruma müdahale etmediğini, davacı ve şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun ve eşinin şikâyeti üzerine ayrı ayrı yürütülen soruşturmalar 18/10/2017 tarihinde birleştirilmiştir. Başsavcılık; Emniyet Müdürlüğünden olayla ilgili adli raporlar, kamera kayıtları, tutanak vb. bilgileri istemiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü 28/9/2017 tarihinde verdiği cevapta kamera kayıtlarının doksan gün geçtikten sonra silindiği için gönderilemediğini bildirmiştir. Başsavcılık 21/12/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “... İncelenen dosya içeriğine göre; öncelikle müştekinin işkence, kötü muamele, hakaret ve tehdit iddialarının 23/12/2016 tarihine ilişkin olması ancak 29/12/2016 tarihinde emniyette müdafii huzurunda alınan 7 sayfalık ayrıntılı ifadesinde herhangi bir işkence, kötü muamele, hakaret ve tehdit iddiasından bahsetmemiş olması, ifadesinde bu hususlara ilişen herhangi bir iddiası bulunmadığı gibi söz konusu bu ayrıntılı ifadesini müdafii huzurunda imzalamış olması, müştekide belirlenen yaralanmayla ilgili yukarıda belirtilen 23/12/2016 günlü yani iddia edilen olay günlü tutanağın tutulmuş olması, tutanakta belirtilen olaydan dolayı müştekiye müdahale sırasında zor kullanma yetkisinin aşıldığına ilişkin bir delil bulunmaması, yine yukarıda da belirtildiği üzere emniyetin cevabi yazısında herhangi bir güvenlik kamera kaydı bulunmadığının belirtilmiş olması ve müştekinin iddialarının esasen kendisinin şüpheli olduğu soruşturma dosyasına savunma niteliğinde olup, şüphelilerin yüklenen suçları işlediklerine ilişkin herhangi bir delil bulunmaması nedeniyle... [kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.]” Başvurucunun bu karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 25/6/2019 tarihinde reddedilmiştir. İlgili hukuk için bkz. İsmail Adak, B. No: 2018/19964, 20/10/2021, §§ 22-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4604
Başvuru, nezarethanedeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının, gözaltında darp nedeniyle de eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yabancı uyruklu tıpta uzmanlık öğrencilerine döner sermaye ek ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Yabancı uyruklu olan başvurucular, Türkiye'deki bazı üniversitelerin tıp fakültesi hastanelerinde yabancı uyruklu kontenjanından tıpta uzmanlık öğrenimi görmektedir. 4/1/1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun'un maddesi ile 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi kapsamında tıpta uzmanlık öğrencilerine de yapılan döner sermaye ek ödemesinden başvurucular yararlandırılmamaktadır. Başvurucular, çalıştıkları kurumlara muhtelif tarihlerde başvuruda bulunarak döner sermaye gelirlerinden yapılan ek ödemeden kendilerinin de yararlandırılmasını talep etmiştir. İdarelerce başvurular reddedilmiştir. Başvurucular, söz konusu ret işlemlerinin iptali ile idareye başvuru tarihinden altmış gün öncesinden itibaren yararlandırılmaları gereken ek ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle muhtelif tarihlerde idare mahkemelerinde dava açmıştır. Yargılama sonucunda idare mahkemelerinin veya bölge idare mahkemelerinin kesinleşen kararlarıyla davalar reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ek maddesinde sadece nöbet ücretlerinin ödenmesine ilişkin hükümlerin bulunduğu ve söz konusu maddede yapılan değişikliğin ancak nöbet ücretini kapsadığı ifade edilmiştir. Kararlarda, 209 sayılı Kanun'un maddesinde ve 2547 sayılı Kanun'un maddesinde kimlerin döner sermaye gelirlerinden pay alacağının açıkça düzenlendiği, yabancı uyruklu tıpta uzmanlık öğrencilerinin bu kapsamda yer almadığı vurgulanmış; yabancı uyruklu tıpta uzmanlık öğrencilerine 1219 sayılı Kanun'un ek maddesinin dördüncü fıkrası kapsamındaki ödeme dışında döner sermaye ek ödemesi yapılamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca yabancı uyruklu tıpta uzmanlık öğrencilerine nöbet ücreti ödendiğini öngören hükümden hareketle döner sermaye ek ödemesi de yapılması gerektiğinin kabulünün mümkün olmadığı açıklanmıştır. Nihai kararlar muhtelif tarihlerde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42294
Başvuru, yabancı uyruklu tıpta uzmanlık öğrencilerine döner sermaye ek ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 14/12/2010 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Sekizinci Dairesi 11/3 /2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular, idare mahkemesinde açtıkları davada adil olmayan karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 23/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25669
Başvuru, zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; özel hayata ilişkin birtakım unsurlar gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına hükmedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Muvazzaf subay statüsünde bulunan başvurucu hakkında, Denizli'de görev yaptığı sırada 2006 yılında tanıştığı R.H. isimli kadınla birlikte yaşadığı, sonraki süreçte aynı evde yaşamayı sürdürdüğü ve bu eylemlerin karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmek suçunu oluşturduğu gerekçesiyle Isparta Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askerî Savcılığınca (Askerî Savcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında Askerî Savcılık tarafından düzenlenen 3/6/2008 tarihli iddianameyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) çıkarılmasına karar verilmesi talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucunun R.H. isimli kadınla aynı evde bir süre yaşadığı, 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun maddesinde düzenlenen söz konusu suç gereğince hakkında işlem yapılacağı hususunda başvurucunun uyarıldığı, buna rağmen Ankara'da bulunduğu sırada kiraladığı evde R.H. ile yaşamayı sürdürdüğü ve R.H.yi eşi olarak tanıttığı, bu suretle üzerine atılı suçu işlediği belirtilmiştir. Isparta Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) yapılan yargılamada başvurucu; R.H. ile arkadaş ortamında tanıştığını, birkaç kez R.H.nin evine gittiğini, söz konusu kişiyle yolda yürürken eşinin kendilerini gördüğünü ve bu durumu tugay komutanının eşine söylediğini, sonrasında açılan idari soruşturma neticesinde hakkında uyarı cezası tesis edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, mesleki kurs kapsamında bir dönem bulunduğu Ankara'da R.H. ile görüştüğünü ancak hiçbir zaman karı koca hayatı yaşamadığını ifade etmiştir. Askerî Mahkemenin 16/12/2008 tarihli kararıyla başvurucunun karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmek suçunu işlediği gerekçesiyle TSK'dan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararda; başvurucunun R.H. isimli kadınla sık sık kiraladıkları daireye gittikleri, orada kaldıkları ve karı koca gibi görüntü verdikleri hususlarının tanık beyanlarıyla sabit olduğu belirtilmiştir. Anılan karar, Askerî Yargıtayın 23/6/2009 tarihli kararıyla bozulmuştur. Gerekçede, geçici nitelikteki ilişkilerin bu suçu oluşturmayacağı vurgulanmış ve suçun devamlılık unsurunun hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararında, yargılama konusu olaydaki eylemlerin bu yönüyle yeniden tartışılmasının uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır. Bozma kararı üzerine davaya yeniden bakan Askerî Mahkemenin 14/10/2011 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde, isnat edilen suça konu eylemlerin gerçekleştiği tarihte başvurucunun eşi olan ancak sonradan boşandığı N.T. dâhil olmak üzere dinlenen tanıkların ifadelerinden suçun devamlılık unsurunun gerçekleşmediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Söz konusu karar, Askerî Yargıtayın 30/1/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında; tanık ifadelerinde yer alan bir kısım detay arasında çelişkiler olduğu, maddi gerçeklerin ortaya çıkması amacıyla başvurucunun R.H. ile birlikte yaşadığı iddia edilen binada oturan diğer komşuların da tanık sıfatıyla dinlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Askerî Mahkemenin 24/5/2013 tarihli kararıyla yeniden başvurucunun beraatine hükmedilmiştir. Kararda 14/10/2011 tarihli kararda yer verilen gerekçelere dayanılmıştır. Ayrıca başvurucuya gönderilen bir tebligatın 2/4/2009 tarihinde R.H. tarafından tebellüğ edildiğinin görüldüğü ancak söz konusu tarihin isnat edilen suça konu eylemlerin gerçekleştiği tarihten sonra olduğu ve inkâr edilmemiş olsa da bu durumun birlikte devamlı yaşamanın somut bir kanıtı olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. Anılan beraat kararı, Askerî Yargıtayın 27/12/2013 tarihli kararıyla esas yönünden hukuka aykırılık sebebinin bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Kararda, başvurucuya gönderilen bir tebligatın R.H.ye tebellüğ edilmesinin karı koca gibi birlikte yaşama durumunun yargılama aşamasında da sürdürüldüğünü gösterdiği belirtilmiştir. Bu durumda başvurucunun müsnet suçtan mahkûmiyetine dair hüküm kurulması gerekirken beraatine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Davaya yeniden bakan Askerî Mahkemenin 5/6/2014 tarihli kararıyla karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmek suçunu işlediği sabit görülen başvurucunun TSK'dan çıkarılmasına karar verilmiştir. Kararda, Askerî Yargıtayın 27/12/2013 tarihli kararında yer verilen gerekçelere atıfla suçun devamlılık unsurunun gerçekleştiği belirtilmiştir. Askerî Yargıtay Birinci Dairesinin 30/10/2014 tarihli kararıyla söz konusu mahkûmiyet kararının bozulmasına hükmedilmiştir. Kararda, Askerî Mahkemece başvurucu hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna gerekçe olarak ise isnat edilen eylemlerin ceza hukuku açısından suç, disiplin hukuku açısından disiplinsizlik hâli olarak düzenlenmesi, söz konusu eylemlerin 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu kapsamında aynı yaptırımla karşılanması gösterilmiştir. Söz konusu Daire kararına Askerî Yargıtay Başsavcılığınca itiraz edilmiş ve başvurucu hakkında verilen çıkarma cezasının hukuka uygun olduğu ileri sürülmüştür. Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 29/1/2015 tarihli kararıyla Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazı kabul edilerek Daire kararının kaldırılmasına ve Askerî Mahkemenin 5/6/2014 tarihli mahkûmiyet kararının onanmasına hükmedilmiştir. Nihai karar 15/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 1632 sayılı Kanun’un "İffetsiz bir kimse ile evlenen veya böyle bir kimse ile yaşayanlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"...veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar eden asker kişiler hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına, erbaşlar hakkında rütbenin geri alınmasına hükmolunur." Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine ilişkin uluslararası hukuka yer vermiştir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 23-39; Murat Deniz, B. No: 2014/5318, 21/9/2016, §§ 25-31; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 20-33; Mehmet Çakır, B. No: 2014/5121, 16/2/2017, §§ 19-27).B. İlgili Yargı Kararı 1632 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan "veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta" ibaresinin iptali talebiyle yapılan itiraz başvurusu Anayasa Mahkemesinin 27/5/2015 tarihli ve E.2014/176, K.2015/53 sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısımları şöyledir: "...Kanun koyucu düzenleme yetkisi kapsamında, statüleri kanunlarla oluşturulan ve buna göre mesleğe alınan kamu görevlilerine bir takım hak veya yükümlülükler getirebilir. Askerlik mesleği disiplin ve fedakârlık temeline dayanır. Bundan dolayı bu görevi ifa edenlerin güven, itibar ve saygınlığın gereği olarak katı meslek ilkelerine tabi tutulmaları da normaldir.Kişiler askerlik mesleğini seçmekle birlikte artık sivillere getirilemeyecek bazı sınırlamaların askerî disiplinin tesisi için kendileri açısından uygulanmasını kabul etmiş olmaktadırlar. Askerî ceza kanunları tarafından aynı veya benzer eylemler askerlik hizmetinin gereği olarak, genel ceza kanunlarına nispeten daha ağır veya daha hafif bir şekilde cezalandırılabilir. Hatta genel ceza kanunlarında öngörülmemiş bazı fiil ve eylemlerin askerî ceza kanunları ile cezalandırılması da mümkündür. Nitekim kanun koyucu da askerî hizmetlerin gereklerine uygun olarak bazı fiil ve davranışları TSK mensupları için yasaklamıştır.İtiraza konu kural ile yaptırıma bağlanan eylem için kanun koyucu tarafından belirlenen yaptırım, hürriyeti bağlayıcı bir ceza olmayıp disiplini temine yönelik TSK’dan çıkarma cezasıdır. Bunun dışında asker kişiler açısından suçun sübut bulması için yapılan uyarı ve ikazlara rağmen söz konusu fiilin işlenmesinde ısrar etme şartı da aranmaktadır. Ayrıca sadece asker kişiler ile ilgili bir düzenleme olduğundan ve askerlik hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamayı amaçladığından demokratik toplum düzeni ile de çelişmemektedir. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına keyfi ya da hakkın özüne dokunacak bir sınırlama getirmeyen, temel hakkın kullanımını ortadan kaldırmayan itiraz konusu kural, istisnai bir alanda ve dar kapsamlı olduğundan sınırlı ve ölçülüdür.Diğer yandan özel hayatın korunmasını, istisnai bir alanda ve anayasal ilkelere uygun olarak asgari oranda sınırlandırılan düzenlemenin birey hakları ile kamu yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı da söylenemez. Bu anlamda kural, askerlik hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamayı amaçladığından, sınırlamanın bu açıdan da ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olduğu açıktır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir." Ayrıca Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17513
Başvuru, özel hayata ilişkin birtakım unsurlar gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına hükmedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların arka planı PKK/KCK Terör Örgütü, Çözüm Süreci ve 6-7 Ekim Olayları ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 21). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28, 67, 346-348). Terörle mücadele operasyonlarının gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 12). Şırnak Valiliği, Cizre ilçesinde ilk olarak terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları kapsamında 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Şırnak Valiliğinin olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 28/1/2016 tarihinde verdiği bilgiler özetle şöyledir: i. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde terör örgütü üyelerinin saldırıları devam etmektedir. Terör örgütü, silahlı ve bombalı eylemlerle temel kamu hizmetlerinin sunulmasını engellemektedir. Sokağa çıkma yasaklarıyla, yerleşim yerleri içinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmalar sırasında bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. ii. Şırnak Valiliği güvenlik operasyonlarının icra edileceği Silopi ve Cizre ilçelerinde yaşayan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmıştır. Bu kapsamda Cizre Devlet Hastanesi hizmet vermeye devam etmekte, dört eczane dönüşümlü olarak eczacılık hizmetlerini sürdürmektedir. Ambulanslar 14/12/2015 ile 27/1/2016 tarihleri arasında 295 vakaya müdahale etmiştir. 112 ve 155 yardım hatları faaliyettedir. 155 hattına başvuran tüm vatandaşlara gıda ve temel ihtiyaç malzemesi dağıtımı yapılmıştır. Bazı market ve bakkallarla birlikte ekmek fırınları açık tutulmaktadır.iii. 5/9/2015-4/1/2016 tarihleri arasında Cizre’de 112 Acil yardım hattına yapılan çağrıların %84’ü cevaplanmıştır. Sağlık personelinin yaşamlarının korunması amacıyla müdahale edilemeyen vakalara, vaka bölgesinde güvenlik sağlandıktan hemen sonra müdahale edilmektedir. Bu süreçte sağlık personeli ve ambulanslar terör örgütü tarafından birçok defa saldırıya uğramış, buna rağmen hizmetler devam etmiştir(Gazal Kolanç ve diğerleri, § 35). Başvurucunun oğlu A.Y. sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 25/12/2015 tarihinde Cizre Yafes Mahallesi'nde ateşli silah yaralanması nedeniyle Cizre Devlet Hastanesine getirilmiş ve burada hayatını kaybetmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri Grup Amirliği görevlilerince düzenlenen 24/12/2015 tarihli olay yeri inceleme raporunda Cizre Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine gelindiğinde şahsın ilk müdahalesinin ardından öldüğünün görevli doktor tarafından bildirildiği, el svapları ve parmak izi alındığı belirtilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 25/12/2015 tarihli Otopsi Tutanağı'nda cesede üç adet ateşli silah mermi çekirdeği isabet ettiği, 1 numaralı lezyonun müstakilen öldürücü nitelikte olduğu, diğerlerinin öldürücü nitelikte olmadığı kanaati bildirdikleri belirtilmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/4/2016 tarihinde müşteki sıfatıyla dinlenen başvurucu Abdurrahman Yanık özet olarak oğlu A.Y.nin öldüğünde yanında kardeşinin oğlu H.Y.nin bulunduğunu, evin önünde H.Y. ile bir süre konuştuktan sonra uzaklaşan oğlunun yanında bomba patladığını, kendisinin olayı görmediğini ifade etmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/4/2016 tarihinde tanık sıfatıyla dinlenen H.Y. özet olarak, evine gelip sigara isteyen A.Y.nin sigara bulmak için ayrıldığını, eve girdikten kısa süre sonra patlama ve çatışma sesleri duyduğunu, yaralı hâldeki A.Y.yi ambulans çağırarak hastaneye götürdüğünü, olayın nasıl gerçekleştiğini bilmediğini ifade etmiştir. Başsavcılık tarafından kolluk görevlilerine yaptırılan on ayrı fotoğraflı teşhis işleminde, terör örgütü içinde faaliyet gösteren ve yakalanan/teslim olan kişiler tarafından A.Y.nin silah kullandığı ve çatışmada öldüğü ifade edilmiştir. Başsavcılık tarafından alınan bilirkişi raporunda ölenden alınan svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementi tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde 25/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde operasyonların yoğun şekilde devam ettiği 24/12/2015 tarihinde Cizre İlçesi Yafes Mahallesi'nde ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak hayatını kaybeden A.Y.nin Cizre Devlet Hastanesine getirildiği, otopsi tutanağına göre kişinin ölümünün çoklu ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kot kırığı ile birlikte çoklu iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Kararda ölenden alınan svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementinin tespit edildiği, ölenin örgüt üyesi olduğu ve örgüt içerisinde aktif olarak görev yaptığına dair 10 adet güncel teşhisin bulunduğu, ölenin terör örgütü üyesi olduğu ve silahlı faaliyet gösterdiği, yapılan operasyonlar sonucu öldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara özet olarak tanık ifadelerinin olay mahallinde bomba patladığına ilişkin olduğunu, otopside cesette metalik imaj bulunduğunun tespit edildiğini, bu sebeplerle olay yeri incelemesi yapılması gerektiği halde yapılmadığını, çatışmanın ortaya konulamadığını, ölenin elbiselerinin akıbetinin bilinmediğini, kamera kaydı bulunmamasının mümkün olmadığını belirterek itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince özet olarak Başsavcılığın olayda hukuka uygunluk sebebi bulunduğu gerekçesi açıklanarak 12/2/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/2/2018 tarihinde öğrendikten sonra 29/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9602
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, görevin icrası sırasında uğranılan maddi zararın tazmin edilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Van Jandarma Komando Özel Harekat Tabur Komutanlığı emrinde jandarma uzman çavuş olarak hizmet etmekte iken geçici görevlendirme kapsamında Abalı Kayak Tesislerinin korunmasıyla vazifelendirilmiştir. Başvurucu, görevin icrası sırasında 24/2/2013 tarihinde kar motorundan düşerek boynundan yaralanmıştır. Boynunda kırık meydana gelen başvurucu hakkında Gülhane Askerî Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesince 4/1/2014 tarihli rapor düzenlenmiş ve başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapamayacağı tespitinde bulunulmuştur. Ayrıca Hatay Kırıkhan Devlet Hastanesinde yapılan muayene sonrasında başvurucu hakkında "özür durumuna göre tüm vücut fonksiyon kaybı %21" tespitini içeren engelli raporu tanzim edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu vazife malulü olarak emekliye ayrılmıştır. Başvurucu 14/7/2014 tarihinde Van İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Jandarma Genel Komutanlığı (İdare) aleyhine 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat istemini içeren tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 26/5/2017 tarihinde verdiği ara kararlıya başvurucunun zararına ilişkin bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Yargılamanın devamında Mahkeme 4/1/2018 tarihinde dava konusu uyuşmazlığın çözümünün teknik bilgi ve uzmanlık gerektirmediği gerekçesiyle bilirkişi incelemesi yaptırılması kararından sarfınazar ettiğini belirtmiş ve maddi tazminat talebi yönünden davanın reddine, manevi tazminat talebinin 000 TL tutarındaki kısmı yönünden ise davanın kabulüne karar vermiştir. Maddi tazminat talebine ilişkin karar gerekçesinde; başvurucunun görevini yaparken yaralanması nedeniyle uğramış olduğu maddi zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca karşılanması gerekmekle birlikte başvurucuya Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ordu vazife malullüğü aylığının bağlandığı ve tütün ikramiyesi adı verilen ödemenin tahakkuk ettirildiği, ayrıca Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun başvurucuya 1287 TL tazminat ödenmesini kararlaştırdığı belirtilmiştir. Mahkeme bu tespitlerin ardından başvurucunun ömrünün sonuna kadar vazife malullüğü aylığı ile tütün ikramiyesi alacağı gerekçesiyle aktif ve pasif dönemde maddi bir zararının bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna müracaat etmiştir. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 21/2/2019 tarihli kesin kararıyla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 18/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 17/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11814
Başvuru, görevin icrası sırasında uğranılan maddi zararın tazmin edilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 31/8/2007 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 18/4/2012 tarihli hükmü ile davanın reddine hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/10/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20471
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü propagandası yapma suçundan açılan kamu davasında hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 29/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Sercan Avşar 1988 yılı doğumlu olup başvuru tarihinde İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, terör örgütü üyesi olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediği iddiasıyla 11/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 14/2/2011 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından anılan suçlardan cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında 22/6/2011 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Söz konusu iddianamenin başvurucunun propaganda suçunu işlediği iddiasına ilişkin kısmı şu şekildedir:" ... 2010 günü saat:00-00 arasında ilimiz Kadıköy İlçesi Kadıköy İskele Meydanında düzenlenen 'Sivil Demokratik Anayasa' konulu mitingde saat:00 sıralarında, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ve bölücübaşı lehine 'Biji Serok Apo, Şehit Namırın, dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan' şeklinde slogan atarak miting alanına gelen yaklaşık 200 kişilik grup içerisinde bulunan ve yüzleri maske ve puşiler ile kapalı olan şahıslarca miting alanındaki Mobese kamerası direğine tırmanarak terör örgütünü simgeleyen yeşil zemin üzerine sarı güneş içerisinde kırmızı yıldız bulunan sözde Konfederalizm bayrağı ve terör örgütü mensubu şahısların fotoğraflarını açmışlar, daha sonra yine Mobese kamerası direğine tırmanan (3) şahsın kameraya zarar vermeye başlamaları üzerine yapılan müdahale neticesinde grup tarafından güvenlik güçlerine kaldırım taşları atılmak suretiyle saldırılmış, çıkan olaylarda (7) Polis Memuru çeşitli yerlerinden yaralanmış, Mobese direğine tırmanarak hasar verilmiş, bahse konu miting ile ilgili Foto Film Şube Müdürlüğü ile ulusal kanallardan alınan görüntülerin incelenmesinde; Kırmızı zemin üzerine sarı harflerle yazılmış ‘Demokratik cumhuriyet, demokratik ulus, demokratik anayasa, demokratik vatan’ yazılı, beyaz harflerle ‘demokratik yurtsever gençlik’ imzalı pankartın arkasında bulunan grubun ‘BİJİ SEROK APO’ şeklinde slogan attığı ve Kadıköy İskele Meydanında düzenlenen miting alanına girebilmek için arama noktalarından geçmesi gerekirken polis barikatlarını devirerek üstlerini aratmadan güvenlik güçlerine mukavemet uygulayarak miting alanına girdikleri eyleme ait görüntülerin incelenmesi sonucunda şüphelinin eyleme katıldığı anlaşılmıştır.Bu şekilde şüphelinin ... ve örgüt propagandası yapmak suçlarını işlediği anlaşılmıştır.Şüphelinin eylemine uyanTCK'nın ...,3713 sayılı kanunun maddesi, 7/2, TCK 63 maddeleri uyarınca CEZALANDIRILMASI, " Açılan kamu davası sonucu başvurucu, terör örgütü üyesi olma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiş; terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden ise kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmiştir. Derece mahkemesinin başvurucu hakkındaki gerekçesi şu şekildedir:"Dosyadaki GBT ve arşiv kayıtlarına göre 2007'de 8 arkadaşı ile birlikte gözaltına alındığı, 2011 tarihinde BDP il binasında gerçekleştirilen ve 15 Şubat'ta yapılacak araç yakma eylemlerinin de planlandığı toplantıya katıldığı, buradaki toplantının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2011 tarihli 2011/163 teknik takip nolu ve 2010/179 soruşturma sayılı kararıyla ses kaydının yapıldığı, İstanbul Başsavcılığının 2010/36 soruşturma sayılı dosyasında 2010 tarihinde emniyet müdürlüğünde ifadesi alınan [E.Y.'nin] beyanına göre sanığın İstanbul'dan kırsala eleman aktarımı yapan bölgenin sorumlusu olduğu, üniversitelerde örgütlenme yaptığı, İl DYG üyesi olduğu, [Y.E.'in] müdafii huzurunda alınan beyanına göre de 2011 tarihinde il DYG adına yönetici konumuyla BDP il binasında yapılan toplantıya katıldığı, sanığın dosyadaki tespitlere göre 2010 günü Kadıköy iskele meydanında yapılan toplantıya katıldığı, burada terör örgütü PKK lehine sloganların atıldığı, böylece sanığın örgüt üyesi olmak suçunu işlediği anlaşıldığından mahkumiyetine karar vermek gerekmiş, sanık hakkındaki [Y.E.] ve [E.Y.'ın] beyanları ile teşhisleri, sanığın araç yakma eylemlerinin de kararlaştırıldığı örgütün ancak mensuplarının katılabileceği bu toplantıya örgütün sorumlusu olarak katılmış olması nedeniyle inkara yönelik savunmasına itibar edilmemiştir. Her ne kadar sanığın terör örgütü propagandası yapmak suçundan da cezalandırılması talep edilmiş ise de atılı suçun tarihi ve niteliği değerlendirilerek 6352 sayılı yasanın geçici 1/1 maddesi gereğince açılan kamu davalarının ertelenmesine karar vermek gerekmiştir. " Başvurucu, hakkında verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı, derece mahkemesi kararının hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. İtirazın reddine dair karar 31/10/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasının 11/4/213 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'la değiştirilmeden önceki hâli şöyledir: “Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım edenlere veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar adli para cezası verilir.” 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,karar verilir. (2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23-39; Candar Şafak Dönmez [GK], B. No: 2015/15672, 5/11/2020, §§ 29-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/63088
Başvuru, terör örgütü propagandası yapma suçundan açılan kamu davasında hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
1
Başvuru, jandarma olarak görev yapan başvurucu hakkında mevzuata veya teamüllere aykırı hitapta bulunmak fiili nedeniyle kınama disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiası hakkındadır. Başvurucu, başvuruya konu olaylar tarihinde Erdemli İlçe Jandarma Komutanlığında (Komutanlık) uzman jandarma kademe çavuş olarak görev yapmaktadır. Başvurucu hakkında hazırlanan disiplin soruşturması raporuna göre 10/6/2017 tarihinde Merkez Jandarma Komutanlığında asayiş devriye komutanı olarak görev yapan jandarma astsubay kıdemli üstçavuş (devriye komutanı), Komutanlıkta nöbetçi astsubaylık görevini ifa eden bir jandarma ere acil bir olay ihbarı geldiğini, hazırda bir tek onun olması nedeniyle nöbeti başka bir ere bırakarak devriyelerine katılması gerektiğini belirtmiştir. Disiplin soruşturmasında alınan ifadelere göre olay, daha önce birçok adli vukuatı bulunan bir şahsın karıştığı kavgayla ilgilidir ve anılan şahıs mevcut asayiş devriyesine destek verilmesini gerektiren bir tehdit olarak değerlendirilmiştir. O esnada Komutanlıkta nöbetçi astsubaylık görevini ifa eden başvurucu ise bu talebe karşı çıkmış ve nöbetçi erin devriyeye katılmasını engellemiştir. Disiplin soruşturmasında dinlenen tanıkların anlatımlarına göre başvurucu, nöbetçi erin devriyeye katılmasını engelleyince devriye komutanı başvurucuya hitaben "Dün gece de böyle yaptın, adam ol, beni sinir etme, cinslik çıkarma." şeklinde sözler sarf etmiştir. Bunun üzerine başvurucu da devriye komutanına hakkında tutanak tutacağını ve kendisini Cumhuriyet savcılığına şikâyet edeceğini ifade etmiştir. Devriye komutanı ise soruşturmada alınan ifadesinde; olay esnasında başvurucuya karakol komutanıyla görüştüğünü belirttiğini, gerekirse nöbet görevinin değiştirilebileceğini hatırlattığını, olayın acil ve sıkıntılı olması nedeniyle hazırda bulunan erin devriyeye katılması gerektiğini ifade ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine başvurucunun kendisine "Askeri yine de vermiyorum, ben nöbetçi astsubayım, benden izinsiz kimseyi alamazsın, ben ilçe jandarma Komutanının yetkilerini kullanıyorum, yoksa İlçe Jandarma Komutanı'nı ararım, haberin olsun hakkında tutanak tutuyorum" dediğini belirtmiştir. Devriye komutanı başvurucuya, meydana gelen bir olay için personel talep ettiği, hangi gerekçeyle tutanak tutacağı ve isterse ilçe jandarma komutanını da arayabileceği şeklinde cevap verdiğini ifade etmiş, başvurucunun ise yüksek sesle "Siz karışamazsınız, ben tutanak tutarım." diyerek saygısız ve tehditkâr konuşmalarına devam ettiğini belirtmiştir. Disiplin soruşturması esnasında iki defa ifade vermek için Komutanlığa gelmesi gerektiği kendisine iletilmesine rağmen başvurucu memlekette olduğunu, rahatsızlığı nedeniyle rapor aldığını, Komutanlıkta ifade vermeyeceğini, ifadesini polise ya da Cumhuriyet savcılığına vermek istediğini belirtmiştir. Başvurucu, hakkındaki disiplin soruşturmasına yazılı bir savunma da sunmamıştır. Başvurucu hakkındaki disiplin soruşturması raporunun "Tahlil" kısmında; öncelikli görevi asayiş ve emniyetin sağlanması olan Komutanlığın eksik kadro ve personel ile zor şartlar altında çalıştığı, mevcut durum ve çalışma şartları dikkate alındığında başvurucunun hizmetleri kolaylaştırmayı tercih etmek yerine zorlaştırdığı anlaşıldığından iki personel arasında yaşanan tartışma sonucu mevzuata veya teamüllere aykırı hitapta bulunmak fiili neticesinde disiplinsizlik suçu oluştuğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Raporun "Sonuç ve Kanaat" kısmında ise tartışan her iki personel hakkında kınama disiplin cezası verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda başvurucu hakkında Komutanlık tarafından 23/1/2017 tarihli ve 682 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (682 sayılı KHK) maddesinin (2) numaralı fıkrasının (h) alt bendi uyarınca 8/8/2017 tarihinde kınama disiplin cezasına hükmedilmiştir. Başvurucu, kınama cezasına karşı iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, hakkında hükmedilen kınama cezasının yetkili idari amir tarafından verilmediği gibi şeklî yönden hukuka aykırılıklardan şikâyet etmiştir. Bunun yanında başvurucu; suç içeren herhangi bir davranışta bulunmadığını, yalnızca şikâyet hakkını kullanacağını ifade etmesi nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; dava dilekçesinde somut olayın gerçekleşme biçimine, devriye komutanının kendisine ve kendisinin devriye komutanına karşı tam olarak hangi ifadeleri sarf ettiğine ilişkin bir açıklamaya yer vermemiştir. Mersin İdare Mahkemesi (Mahkeme) başvurucunun davasını reddetmiştir. Mahkeme, başvurucunun acil müdahale edilmesi gereken bir olay için nöbetçi eri devriyeye götürmek isteyen ve kendisinden üst rütbede olan devriye komutanına karşı anılan personeli göndermek istememesi noktasındaki tutumu ve bu yönde kullandığı ifadelerle mesleki teamüllere aykırı hitaplarda bulunduğunun sabit olduğunu değerlendirmiştir. Başvurucu, Mahkemenin ret kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu, istinaf talebine dair dilekçesinde nöbet görevinin önemini vurgulamış; nöbetçi erin görev yerini terk ettirilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiş ve dava dilekçesinde yer verdiği diğer şikâyetleri ileri sürmüştür. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi, ilgili mevzuat uyarınca kararın kaldırılmasını gerektiren nedenler bulunmadığından istinaf talebinin reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 22/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 27/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6668
Başvuru, jandarma olarak görev yapan başvurucu hakkında mevzuata veya teamüllere aykırı hitapta bulunmak fiili nedeniyle kınama disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiası hakkındadır.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Kocaeli 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu iki kısım ve toplam sekiz sayfadan oluşan bir mektubu arkadaşına göndermek istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) 24/1/2018 tarih ve 2018/40 sayılı kararıyla örgütsel iletişim ve haberleşme niteliği taşıyan ifadelerin yer aldığı gerekçesiyle mektubun tamamının sakıncalı olduğuna ve alıkonulmasına karar vermiştir. Başvurucu mektubun ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, haberleşme özgürlüğünün engellendiğini ileri sürerek Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, mektubunikinci kısmında, genel olarak parti, örgütlenme, ve silahla mücadele yöntemlerinden ayrıntılı olarak bahsedildiği, başvurucunun terör örgütü üyeliği suçlaması altında olduğu ve mektubun bazı kısımlarında örgütsel haberleşme içeren anlatımlar bulunduğu gerekçesi ile şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucunun Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 11/5/2018 tarihinde öğrendikten sonra 8/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20099
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, mahkemeye sunulan dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sözlerden dolayı cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve oğlu Ş. olayların meydana geldiği tarihte Ankara'da TEKEL bayisi işletmektedir. İlçe Belediye Başkanlığı tarafından TEKEL bayisine yapılan denetim esnasında başvurucunun oğlu Ş.ye hakaret ederek ellerindeki sopalarla vurup Ş.yi yaraladıkları iddiasıyla iki zabıta memuru hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca kasten yaralama ve hakaret suçlarından 4/3/2009 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda sanıkların atılı suçlardan cezalandırılmalarına karar verilmiş ve hüküm 14/2/2013 tarihinde onanmıştır. Başvurucu bireysel başvuru formunda, oğlu Ş.nin zabıta memurları tarafından hakarete uğramasının ve dövülmesinin sebebi olarak Ş. ile İlçe Belediye Başkanı'nın (Belediye Başkanı) arasında yaşanan bir münakaşayı göstermiştir. Başvurucu, oğlu Ş.nin işyerinde satmak üzere mal almak için bir marketten alışveriş yaptığı esnada Başkan ile karşılaştığını, Belediye Başkanı'nın Ş.ye; ", o içkileri taşıyın taşıyın az kaldı şeriat gelecek bu işler bitecek ondan sonra ne yapacaksınız?" dediğini, Ş.nin de "Şeriat gelirse hurma ile zemzem suyu satarım." şeklinde cevap verdiğini iddia etmiştir. Başvurucuya göre bu cevabı hazmedemeyen Başkan, emrindeki zabıta memurlarını görevlendirmiş ve oğlu Ş.yi dövdürtmüştür. Söz konusu olay basında oldukça geniş yer bulmuştur. 2008 yılında meydana gelen olaya ilişkin olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusundan Belediye Başkanı'nın bağlı olduğu partinin yetkililerince yapılan açıklamalara, Belediye Başkanı'nın ve başvurucunun beyanlarından yaşananların Belediye Başkanı'nın siyasi kariyerine etkisine ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) olaya gösterdiği ilgiye kadar oldukça geniş yelpazede haber yapıldığı görülmektedir. Habere ilişkin bazı gazetelerin manşetleri şöyledir: i. Sözcü gazetesi "Başkan ...'nın icraatları İran'ı aratmıyor", "Eli sopalı zabıtanın teröristten farkı ne"ii. Sabah gazetesi "Şehir Eşkiyaları" iii. Posta gazetesi, "Yine zabıta terörü","...'ya göre zabıtanın içki dayağı komplo"iv. Cumhuriyet gazetesi "Mahalle değil belediye baskısı var"v. Hürriyet gazetesi "Dayağın öteki yüzü", "Mr. Colins İz Peşinde". Belediye Başkanı "İçkileri taşıyın taşıyın az kaldı şeriat gelecek bu işler bitecek ondan sonra ne yapacaksınız?" şeklinde bir söz söylemediğini, başvurucunun basına gerçek dışı demeç vererek kendisine iftira attığını ileri sürmüş ve başvurucu ile oğlu Ş. hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ve oğlu Ş. hakkında 18/2/2009 tarihinde iftira suçundan kamu davası açılmış, Ankara Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda başvurucu ve oğlu Ş.nin beraatine karar verilmiştir. Mahkeme; sanık savunmaları ile bunları destekleyen yeminli tanık beyanlarını, başvurucunun oğlu Ş. ile Belediye Başkanı'nın görüştüklerine ilişkin kamera kaydını, Belediye görevlilerinin başvurucunun işyerine gidip kural dışı davranmak suretiyle sanıkları bezdirmeye çalışmaları gibi hususları gözönünde bulundurarak dava konusu sözlerin iftira suçunun oluşmasına yetmediği kanaatine varmıştır. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 14/2/2013 tarihinde onanmıştır. Belediye Başkanı ayrıca; Belediyenin zabıta ekiplerince başvurucu ve oğlu Ş.ye işyerlerinin saat 00'ten sonra açık tutulamayacağının beyan edilmesi üzerine başlayan olayların kavgaya dönüştüğünü, başvurucunun birkaç gün sonra basına kendisinin "İçkileri taşıyın taşıyın az kaldı şeriat gelecek bu işler bitecek ondan sonra ne yapacaksınız?" şeklinde sözler söylediği yönünde demeç verdiğini, bu minvalde bir söylemde bulunmadığını, yaklaşan yerel seçimler nedeniyle yıpratılmaya çalışıldığını, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek başvurucu ve oğlu Ş. aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada başvurucu ve oğlu Ş.nin Mahkemeye üç cevap dilekçesi sunduğu tespit edilmiştir. Bu dilekçelerde başvurucu ve oğlu Ş., İlçe Belediye Başkanlığı ile yaşadıkları ihtilafı anlatmışlar; Belediye işlemlerinin kanuna ve hukuka uygun olmadığını, Belediye çalışanlarının görevi kötüye kullandıklarını, Belediyenin adeta şeriat kurallarına göre yönetildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucu ve oğlu Ş.; iddia edildiği gibi Belediye Başkanı'na iftira atmadıklarını, Belediye Başkanı'nın "İçkileri taşıyın taşıyın az kaldı şeriat gelecek bu işler bitecek ondan sonra ne yapacaksınız?" şeklindeki söyleminin doğru olduğunu, nitekim gerek basına yansıyan ilçedeki uygulamalarının gerek dinî nikâh ile sekreteriyle gayrimeşru ilişki yaşamasının Belediye Başkanı'nın şeriat yanlısı olduğunu gösterdiğini iddia etmişlerdir. Başvurucu ve oğlu Ş.ye göre ilçede kendilerine uygulanan muameleye benzer uygulamalara girişilmesi Belediye yönetiminin ilçede huzuru tesis edemediğinin göstergelerinden biridir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 26/6/2013 tarihinde, suçun oluşmadığının Ankara Asliye Ceza Mahkemesince belirlenmesini gerekçe göstererek kanıtlanamayan davanın reddine karar vermiştir. Bireysel başvuru formuna ek belgeler incelendiğinde taraflar arasında yaşanan olaydan önce de uzun bir süre başvurucu ve oğlu Ş. tarafından işletilen TEKEL bayisinin denetlenmesi esnasında işyerinin ruhsatı ve çalışma saatleri hususunda İlçe Belediye Başkanlığı ile müteaddit defa ihtilaf yaşandığı ve bu durumun 2000'li yılların başından itibaren birçok davaya konu olduğu görülmüştür. Belediye Başkanı, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan tazminat davasında başvurucu ve oğlu Ş. tarafından Mahkemeye sunulan 24/2/2009 tarihli cevap dilekçesi ile kendisine hakaret edildiğini ileri sürerek suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu tarafından sunulan söz konusu dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:"Cevaplarımız ve sunulan belgelerimiz...2) Duruşma tutanağının Maddesinde "davanın manevi tazminata ilişkin bulunması nedeni ile davacının huzurda yeminli olarak dinlenmesi mümkün bulunmamakla talebimizin reddine karar verilmiş ise de Yüce Mahkemenizden talebimiz davacı ile duruşmada yüzleşmek istiyoruz.3) Davacının basiretsiz olduğunu ve ... de huzurun olmadığını aynı siyasi görüşü paylaşan ... Partinin Belediye Başkan Aday Adayı ...'nün tanıtım broşüründe "Çağdaş ve Kurumsal Belediyecilik İçin" "... Her Köşesine Eşit Belediyecilik Anlayışıyla Hizmet Etmek İçin" "Modern Kent Yaşamının Tesisi İçin" "... Ve ...'lerin Huzuru İçin" beyanatları ile ...'de huzurun olmadığını kamuoyuna ilan etmiştir. Bildiri (Ek:1) de...6) Davacının Medeni Kanun gereğince Sayın ... Hanımefendi ile resmen evlidir. Ancak davacı şeriat uygulaması olan Hoca nikahı ile de sekreteri ile hoca nikahı kıyarak Medeni Kanuna karşı gayrimeşru yaşadığı ve ... isimli bayan ile seks kasetinin görüntüleri yazılı ve görsel basında deşifre edilince davacı 29 Mart 2009 tarihinde yapılacak olan Yerel Seçimlere ... Belediye Başkanlığı Adaylığından çekildiğini 2009 günü saat 30 da yapmış olduğu basın açıklaması ile kamuoyuna beyanda bulunmuştur. Devlet adamlığına yakışmayan ve vatandaşlara örnek olacak ahlaksızlıkların iftira olmadığı kanıtlanmış olup söz konusu seks kasetinin ... Organize Suçlarla Mücadele Şubesinden konu ile ilgili kasetin celbini talep etmekteyiz. Bu nedenle haksız ve yasal dayanaktan yoksun davanın reddine karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz." Başvurucu ve oğlu Ş., Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine sundukları dilekçenin bendinde yer alan iddialarına kanıt olarak dilekçenin ekine ulusal ölçekte yayın yapan Vatan gazetesinin 20/2/2009 tarihli nüshasında yer alan "Şantajcıdan Şikâyetçi Olmamış" başlıklı haberi koymuşlardır. Söz konusu haberde, Belediye Başkanı'nın adaylıktan çekilmesine yol açan cinsel içerikli kaset ile ilgili ayrıntılı bilgilere yer verilmekte; Belediye Başkanı'nın akrabası olan bir emniyet personelinin Belediye Başkanı'na kaset ile ilgili kendisine şantaj yapan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmasını tavsiye ettiği ancak polisin görüntüleri göstermesinin ardından Belediye Başkanı'nın bu kişiler hakkında şikâyetçi olmaktan vazgeçtiği iddia edilmektedir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu ve oğlu Ş. hakkında söz konusu dilekçede kullandıkları ifadeler nedeniyle hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Ankara Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama esnasında alınan savunmasında başvurucu, Belediye Başkanı'na yönelttiği sözlerin savunma hakkı kapsamında olduğunu belirtmiştir. Mahkemece 29/12/2010 tarihinde başvurucu ve oğlu Ş.nin ayrı ayrı 800 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:"Yapılan yargılama, toplanan deliller, sanıkları savunması, katılan vekilinin beyanı, sanıklar tarafından Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2008/344 esas sayılı dosyasına sunulan 24/02/2009 tarihli dilekçesi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde katılan ile sanıklar arasında Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nde manevi tazminat davası ile ilgili davanın olduğu, sanıkların 24/02/2009 tarihli dilekçeyi aynı tarihli dilekçede mahkemeye sundukları, mahkeme tarafından okunup bir suretinin davacı vekiline elden verildiği, sanıklar tarafından mahkemeye sunulan ve okunan dilekçede katılanın basiretsiz olduğu, devlet adamlığına yakışmayan ve vatandaşlara örnek olacak ahlaksızların iftira olmadığı, gayri meşru yaşadığı şeklinde yazılan yazıların savunma sınırını aştığı, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek nitelikte sözler olduğu tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup sanıkların atılı suçtan cezalandırılmaları sonuç ve kanaatine varılmış olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine başvurucu hakkında verilen karar, Yargıtay Ceza Dairesince 13/1/2014 tarihinde onanmıştır. Onama ilamı başvurucuya 28/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, derece mahkemeleri önünde ileri sürdüğü tüm iddialarını bireysel başvuru formunda da tekrarlamış; Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu dilekçede Belediye Başkanı'na yönelttiği sözler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, Belediye Başkanı ile aralarında yaşanan ve yargıya intikal eden husumete ilişkin mahkeme kararları ile gazete haberlerini başvuru formuna ek olarak sunmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Bakanlığa gönderilmiştir. Bakanlık 27/11/2017 tarihinde görüşünü sunmuştur. Bakanlık görüşünde, başvurucunun Belediye Başkanı'na yönelik sözlerinin tahkir içerdiği belirtilmiştir. Bakanlık tarafından, ihtilaf konusu sözlerin sadece Mahkemeye sunulan dilekçede yer aldığı ve alenileştirilmediği gözetilse dahi mağdurda yaratacağı olumsuz etkinin inkâr edilemeyeceği bildirilmiştir. Bakanlıkça ayrıca bahse konu sözlerin somut uyuşmazlıkla alakalı olmadığı, başvurucunun savunmasına yarar sağlayacak herhangi bir bağlantı içermediği, bu nedenle iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kalmadığı değerlendirilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2/1/2018 tarihli cevap dilekçesinde başvurucu;i. Öncelikle Belediyenin yönetim biçimi hakkında bilgi vererek Belediye Başkanı'nın karakterini tarif etmeye çalışmıştır. Bu kapsamda ilk olarak ilçede hukuk dışı bir yönetim sistemi uygulayan Belediye Başkanı'nın esnafa ve vatandaşa zulüm ve baskı yaptığını, bir uyarı yöntemi olarak oğlunu ölesiye dövdürttüğünü, bu tür tutum ve davranışlar ile ilçede korku imparatorluğu kurduğunu, hukuksuz yönetim biçiminin basına da sıklıkla yansıdığını ileri sürmüştür. İkinci olarak Belediye Başkanı'nın yaşadığı gayrimeşru ilişki ile halka kötü örnek olduğunu, bulunduğu makamın verdiği gücün arkasına saklanıp adını çirkin olaylara karıştırdığını iddia etmiştir.ii. Daha sonra Belediye Başkanı'nın karakterinden yola çıkarak ihtilaf konusu sözlerinin olgusal bir temeli olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Kullandığı ifadelerin muhtelif yargı kararlarına rağmen haklarını teslim etmeyen Belediye Başkanı'na yönelik eleştiriler olduğunu, kamuoyu önünde bulunan kişilerin sert eleştirilere açık olması gerektiğini, nitekim dilekçe ekine eklediği fotoğraflar ile CD dikkate alındığında Belediye Başkanı'na yönelik sözlerini haksız fiil olarak tanımlamanın mümkün olmadığının anlaşılacağını ileri sürmüştür. Başvurucu, gerek derece mahkemelerine gerek Anayasa Mahkemesine daha önce sunduğu belgelerden farklı olarak bu kez dilekçe ekinde Belediye Başkanı ile ilgili olduğunu ileri sürdüğü cinsel içerikli birtakım fotoğraflar ile cinsel içerikli bir CD sunmuştur.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5755
Başvuru, mahkemeye sunulan dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sözlerden dolayı cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hakkında iletişimin tespiti (dinleme) tedbirinin uygulanmasına dair herhangi bir karar olmamasına rağmen dolaylı ve hukuka aykırı olarak uygulanan dinleme tedbiri sonucunda elde edilen delillere dayalı olarak hapis cezasına mahkûm edilmesi nedeniyle haberleşme hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/6/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/1/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Tunceli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce Tunceli İl Özel İdaresi ve bağlı kurumlarda yapılan kamu ihalelerinde ilgili kamu görevlileri ve firma yetkililerinin organize bir şekilde ve iştirak hâlinde menfaat temin ettikleri ve Hazinenin zarara uğratıldığı yönünde ihbarda bulunulması üzerine Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığının 3/5/2007 tarihli ve 2007/621 Sor. sayılı yazısı ile Tunceli Sulh Ceza Mahkemesinden ilgili şüpheli şahıslar İl Özel İdare Genel Sekreteri, İl Özel İdare Genel Sekreter şoförü, Bayındırlık İl Müdürlüğünde görev yapan inşaat teknikeri ve ihalelere katılan firma yetkilileri hakkında üç ay süre ile dinleme tedbiri uygulanması için 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca talepte bulunulmuştur. Aynı yazı ile bahsi geçen şüphelilerin dört hafta süre ile “kamuya açık faaliyetlerinin ve iş yerlerinin izlenmesi, bu kapsamdaki ses ve görüntülerinin kaydedilmesi” tedbirinin uygulanması için 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca talepte bulunulmuştur. Tunceli Sulh Ceza Mahkemesi 3/5/2007 tarihli ve 2007/153 Değişik İş sayılı kararı ile Cumhuriyet Başsavcılığının talebi doğrultusunda karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma dosyasının incelenmesinde; Tunceli ilinde yapılan kamu ihalelerinde yolsuzlukların olduğu, haksız kazanç elde ettikleri, devletin zarara uğratıldığı yönünde bilgilerin elde edildiği, yolsuzlukların başında il özel idare genel sekreteri A.'nın bulunduğu, avanta vermeyen hiç kimsenin ihale alamadığı, bütün bu işlerini şoförü H.Ç. Vasıtasıyla hallettiği, bu şahsın telefonunu kullanarak ihale verdiği, Bayındırlık Müdürlüğünde görev yapan H. Y., yine bu örgütün içinde bulunan müteahhitlik yapan S., G.E.A.İ.H., ....isimli şahısların kendi çıkarları doğrultusunda devleti zarara uğrattıkları konusunda bilgiler elde edildiği....anlaşılmıştır.Tüm soruşturma dosyası kapsamı değerlendirildiğinde şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK.nın 135/6-a, 11 maddesinde düzenlenen ihaleye fesat karıştırma suçunun olabileceği, şüphelilerin suç işlediklerine dair kuvvetli şüphenin bulunduğu, ancak şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerini kanıtlayacak bu aşamada başka delil elde edilmesi imkanının bulunmaması karşısında şüpheliler ....nın kullanımında olan .... numaralı cep telefonlarının iletişiminin CMK.nın maddesi gereğince üç ay süre ile telekomünikasyon yoluyla tespit edilmesi, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi talebinin kabulüne, ayrıca şüpheliler hakkında kamuya açık yerlerdeki faaliyetlerinin ve işyerlerindeki faaliyetlerinin izlenebilmesi, ses ve görüntü kayıtlarının alınabilmesi amacıyla dört hafta süreyle CMK. maddesi uyarınca izin verilmesi...gerekmiştir." Cumhuriyet Başsavcılığının 2/8/2007 tarihli ve 2007/621 Sor. sayılı yazısı ile Tunceli Sulh Ceza Mahkemesinden ilgili şüpheliler hakkında uygulanmasına karar verilen dinleme tedbirinin süresinin üç ay süre ile uzatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Sulh Ceza Mahkemesi 2/8/2007 tarihli ve 2007/269 Değişik İş sayılı kararı ile Cumhuriyet Başsavcılığının talebi doğrultusunda karar vermiştir. Soruşturmada görev alan kolluk görevlileri tarafından 14/10/2007 tarihinde bir tutanak düzenlenmiştir. Sözü edilen tutanakta şu ifadelere yer verilmiştir.“Yapılan istihbari çalışmalarda; ilimiz Çemişgezek ilçesinde yapılacak olan ihale ile ilgili olarak; ihaleye girecek olan şirket sahiplerinin … O. petrol ofisinde 2007 günü saat:19:00 da buluşarak ihaleyle ilgili olarak görüşme yapacağı bilgisi elde edilmiştir.Konu ile ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışmada adı geçen şahsa ait ilimiz Köprübaşı mevkiinde bulunan O. Petrol ofisi üst katında bulunan büroda, tahmini 10 ile 15 kişinin olduğu(,) bu şahısların da … , … isimli şahısların olduğu, O. petrol ofisinin önünde … plakalı araçların bulunduğu tespit edilmiş, plakalarla ilgili tetkik yapılmıştır.…” Cumhuriyet Başsavcılığının 2/11/2007 tarihli ve 2007/621 Sor. sayılı yazısı ile dokuz kişilik şüpheli grubunun kullandığı toplam on altı telefon hattı hakkında uygulanan dinleme tedbirinin süresinin, 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca bir ay uzatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Sulh Ceza Mahkemesinin 2/11/2007 tarihli ve 2007/350 Değişik İş sayılı kararı ile talep doğrultusunda karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 3/12/2007 tarihli ve 2007/621 Sor. sayılı yazısı ile yukarıda sözü edilen dokuz şüpheli şahıs hakkında uygulanan dinleme tedbirinin ikinci defa bir ay süre ile uzatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Sulh Ceza Mahkemesinin 3/12/2007 tarihli ve 2007/391 Değişik İş sayılı kararı ile talep doğrultusunda dinleme tedbirinin süresinin ikinci defa bir ay uzatılmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2007 tarihli kararı ile dinleme tedbirine son verilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun telefonu hakkında dinleme tedbiri uygulanmadığı ancak başvurucunun 14/10/2007 ile 23/10/2007 tarihleri arasında haklarında iletişimin tespiti kararı verilen diğer iki sanık ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiği tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2007/621 Sor. sayılı soruşturma kapsamında şüpheli ve tanıkların ifade ve bilgilerine başvurulmuştur. 15/10/2007 tarihinde Çemişgezek Entegre Hastane inşaat ihalesi yapılmış, başvurucu da bu ihaleye teklif sunmuş, ihale başka bir firma tarafından üstlenmiştir. Başvurucu, şikâyet süresi beklenmeksizin sözleşme imzalandığı gerekçesiyle soruşturma konusu ihale işlemi hakkında Kamu İhale Kuruluna (Kurul) şikâyette bulunmuş, başvurucunun şikâyetini inceleyen Kurul da 11/2/2008 tarihli ve 2008/UY.Z-662 sayılı kararla başvurucunun şikâyetini usul yönünden reddetmiştir. Başvurucu, bu işlem hakkında Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmış; Mahkemenin 19/11/2008tarihli ve E.2008/626, K.2008/1618 sayılı kararıyla süresinden önce sözleşme imzalandığının anlaşıldığı, bu durumda davalı idarece şikâyet başvurusunun esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle işlem iptal edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/10/2008 tarihli ve Soruşturma No: 2007/621, K.2008/35 sayılı kararıyla 15/10/2007 tarihinde yapılan Çemişgezek Entegre Hastane inşaatında, 8/5/2007 tarihli Milli Emlak Müdürlüğünce Tunceli ilinde beton santrali yer ihalesinde, 28/5/2007 tarihinde Tunceli merkez içme suyu su sondajı ile temini isale hattı ihalesinde, 30/5/2007 tarihinde yapılan Tunceli Merkez Uzunçayır Barajı göl altında kalan köy yollarının sanat yapımı işlemlerinde, 14/11/2007 tarihinde yapılan Tunceli Ovacık kondolar mevkii afet konutları altyapı işi ihalesinde ve Nazımiye Belediye Başkanlığınca yapılan akaryakıt ihalesine fesat karıştırıldığı, yolsuzluk yapıldığı, bir kısım kamu görevlilerinin görevini kötüye kullandığının tespit edildiği, yapılan ihalelerdeki yolsuzluklar ve görevi kötüye kullanma suçlarının birbirinden müstakil olduğu, aralarında hukuki ve fiilî irtibat olmadığı gerekçesiyle 15/10/2007 tarihinde yapılan Çemişgezek Entegre Hastane inşaat ihalesi işine fesat karıştıran başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında evrakın tefrik edilerek 2008/1336 No.lu hazırlık soruşturmasına kayıt edilerek soruşturmaya bu numara üzerinden devam olunmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 27/10/2008 tarihli ve Soruşturma No: 2008/1336, E.2008/334 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve diğer on dokuz şüpheli şahıs hakkında 15/10/2007 tarihinde yapılan Çemişgezek entegre hastane inşaat ihalesine “ihaleye fesat karıştırma” suçunu işledikleri iddiası ile Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu ve diğer şüphelilerin telefon görüşmelerine yer verilmiştir. Başvurucunun yargılama aşamasındaki savunmasında “…O. A.Ş. adına şartname aldığını ve teklif verdiğini, 2007 tarihinde O.'a (petrol istasyonuna) gidip gitmediğini hatırlamadığını, burada yapıldığı iddia edilen toplantıya katılmadığını, suça konu ihaleye ilişkin teklif dosyasının ekleri ile birlikte 230 sayfa olduğunu ve evrakta tarihlerin doğru olduğunu, Ankara’dan çıktı alınarak kardeşinin imzası ile imzalandıktan sonra sunulduğunu, ihaleden bir gün önce saat 00’ye kadar toplantı yapıp ihale dosyasını yeniden hazırlayıp sunmanın imkansız olduğunu, iletişimin tespitinin hukuka aykırı olarak yapıldığını düşündüğünü, bu nedenle kabul etmediğini, haksız yere mağdur edildiğini, ihalenin kendisinde kalacağını iddia ettiğini, bununla ilgili olarak önce idareye sonra KİK’e daha sonra da idari yargıya dava açtığını” belirterek, yüklenen suçlamayı da kabul etmemiştir. Başvurucunun yargılamadaki müdafii, başvurucu adına yaptığı savunmada, “Soruşturmanın hukuki dayanaktan yoksun olarak başladığını, ortada yeterli suç şüphesi ve belirlenebilen şüpheler olmadan soruşturma başlatıldığını ve bu kapsamda dinleme kararları alındığını, dinleme kararlarının usule aykırı olduğunu, örgütlü suç ile ilgili bir soruşturma olmadığı halde soruşturmanın sanki örgütlü suç faaliyeti çerçevesinde yürütülüyormuş gibi dinleme kararları alındığını, sanık hakkında dinleme kararı olmadığını, sadece haklarında dinleme kararı olan sanıklar G… ve H… ile ilgili görüşmelerde yer aldığını, bunların hukuka aykırı olduğunu ve sanığın bu delillerle cezalandırılmasının mümkün olmadığını, iddia makamının sanıkları cezalandırılmaları için iletişimin tespiti tutanaklarından ve O.’te yapıldığı iddia edilen toplantı ile ilgili tutulan tutanaktan bahsettiğini, iletişimin tespiti tutanaklarının hukuka aykırı olduğunu, kolluk tarafından tutulan tutanağın da kendi içerisinde bir çok çelişkileri barındırdığını, bu nedenle hükme esas alınamayacağını, tüm dosya kapsamından sanık ’in ihaleye girmek için gayret ettiğinin anlaşıldığını, bu amaçla yaklaşık bir 1 ay süren hazırlıklar sonucunda 200 sayfaya yakın teklif hazırlandığını, bu kadar ayrıntılı bir teklifin ihaleden bir gün önce yapıldığı iddia edilen bir toplantı sonucunda değiştirilmesinin mümkün olmadığını” belirterek, …(başvurucunun) beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sonucunda 3/2/2010 tarihli ve E.2008/65, K.2010/7 sayılı kararla suça konu ihalenin, şartname alan ve teklif veren sanık G.A. ve bu sanıkla birlikte hareket eden ancak şartname almayan sanık H.K.da kalmasına yönelik olarak sanıkların aralarında anlaşmaya çalıştıkları, bu amaçla 14/10/2007 tarihinde akşam saatlerinde sanık H.K.ya ait O. petrol istasyonunda bir araya geldikleri ve ihalenin sanıklar G.A. ile H.K. arasında kalması konusunda anlaşmaya vardıklarının belirlendiği, bu bağlamda sanıklar G.A. ile H.K. tarafından ihaleye girmemeleri veya anlaşıldığı şekilde teklif vermeleri hususunda sanıklara çekler verildiği ve menfaatler temin edildiğinin anlaşıldığı, bir kısım sanık savunması, toplantıya ilişkin olarak tutulan tutanak, usulüne uygun şekilde elde edilen iletişimin tespitine ve kayda alınmasına ilişkin tutanaklar ve tutanak içeriklerini destekler mahiyette oluşan ihale süreci ile sanıkların bu süreçte gösterdikleri davranışlardan sanık başvurucunun, ihalenin sanık G.A. ve onunla birlikte hareket eden H.K.da kalması amacıyla yapılan toplantıya katılarak diğer sanıklarla birlikte hareket etmek suretiyle ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediği sabit görülerek 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir.Kararın ilgili kısımları şöyledir: “… Sanık Ankara’da oturmakta olup, inşaat mühendisidir ve O. İnşaat AŞ’nin ortaklarındandır. … Yapılan ihbarlar üzerine, Tunceli’de devam etmekte olan ihale süreçleriyle ilgili olarak, genel bir soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2007/621 esas sayılı dosyası üzerinden yürütülmüştür. Soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla, yaklaşık 7-8 kişinin cep telefonuyl(a) yapmış oldukları iletişimin tespiti ve kayda alınması işlemleri devam ettirilmiştir. Soruşturmanın sona ermesi üzerine suça konu dosya, esas dosyadan ayrılarak 2008/1336 … sayılı dosya üzerinden kamu davası açılmıştır... .Dosyaya konu olan Çemişgezek Entegre Hastane İnşaatı 2007 tarihinde ihale yapılacak şekilde ihaleye çıkarılmıştır. İhalenin yaklaşık maliyet tutarı 217,96 TL’dir. İhale için 23 istekli şartname almış, ancak dokuz istekli teklif sunmuştur. Şartname alıp teklif verenler, … 4- Sanık (O. İnşaat – 659,07 TL), …’dır. Yapılan ihale sonucunda, ihale A.’ya kalmıştır.… İletişimin tespiti işlemleri sırasında suça konu ihalenin, şartname alan ve teklif veren sanık G… A… ve bu sanıkla birlikte hareket eden ancak şartname almayan sanık H. K.’da kalmasına yönelik olarak, sanıkların aralarında anlaşmaya çalıştıkları, bu amaçla 2007 tarihinde akşam saatlerinde sanık H. K.’a ait O. petrol istasyonunda bir araya geldikleri ve ihalenin sanıklar G. A. ile H. K. arasında kalması konusunda anlaşmaya vardıkları belirlenmiştir. Bu bağlamda, sanıklar G. ve H. tarafından ihaleye girmemeleri veya anlaşıldığı şekilde teklif vermeleri hususunda sanıklara çekler verildiği ve menfaatler temin edildiği anlaşılmıştır. Bu çabalar sonucunda yapılan anlaşmaya göre sanıklar … hiç teklif vermemiş, sanıklar , … ise sanık G. A.’nın teklifine yakın ve ondan fazla teklifler vermiştir. Ayrıca, şartname almamalarına rağmen ve ihaleye girmemelerine rağmen sanıklar … ise diğer sanıklarla birlikte hareket ederek, suça konu ihaleyle ilgili anlaşma yapılması sürecine katılmışlardır.… belirtildiği üzere, adı geçen onbeş sanık, suça konu ihalenin şartlarını, özellikle fiyatını etkilemeye yönelik olarak aralarında anlaşmak suretiyle ihaleye fesat karıştırmışlardır. Bu husus, elde edilen iletişimin tespitine ve kayda alınmasına ilişkin tutanakların içeriğinden, ihalenin yapılış zamanına göre telefon görüşmelerinin zaman açısından birbirine uygunluk göstermesinden, şartname almalarına rağmen bir kısım sanıkların teklif vermemelerinden, diğer bir kısım sanıkların birbirlerinin tekliflerine yakın teklif vermelerinden, ihaleden bir gün önce anlaşmak amacıyla O.’te yapılan toplantıdan ve toplantıya ilişkin olarak tutulan tutanaktan, sanıkların bir kısmının kabul etmemesine rağmen bir kısmının beyanlarında toplantı akşamında orada olanları belirtmelerinden ve bir kısım sanıkların anlaşma amacıyla olmasa da konuşmalar sırasında ihale ile ilgili konuların geçtiğini söylemelerinden, telefon görüşmelerini diğer bir kısım sanıkların kabul etmemelerine rağmen aynı telefon görüşmelerinin karşı tarafı olan bir kısım sanıkların telefon görüşmelerini kabul ederek farklı açıklamalar getirmeye çalışmalarından, ihale öncesinde ve sırasında sanık H. K. tarafından teklifini geri çekmesi istenen A.’nın teklifinden sonra en uygun teklifin G. A.’nın teklifi olmasından ve teklifin geri çekilmesi halinde ihalenin G. A.’da kalacak olmasından anlaşılmaktadır. Böylece, yüklene suçun sanıklar tarafından işlendiği sabit olmuştur. ...Sanıklar ve müdafileri yüklenen suçlamaları kabul etmemişlerdir. Gerekçeleri şunlardır;a-)İhaleye katılmayan ya da şartname almayan kişilerin yüklenen suçu işlemelerinin söz konusu olamayacağını ayrıca, şartname alınmasına rağmen teklif verilmemesinin ihaleye fesat karıştırılması anlamına gelmeyeceğini belirtmişlerdir. Sanıkların eylemleri, 235/2-d maddesinde düzenlenen "İhaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek için aralarında açık veya gizli anlaşma yapmaları" bende karşılık gelmektedir. Bu suçun oluşabilmesi için, ihaleye katılan veya katılmak isteyen kişilerin tamamının veya bir kısmının, ihale öncesinde veya ihale sırasında, ihalenin şartlarını etkilemek ve özellikle uygun fiyat belirlenmesini engellemek amacıyla aralarında açık ya da gizli şekilde anlaşma yapmış olmaları gerekmektedir. Anlaşmanın yapılmış olması suçun oluşumu açısından yeterli olup, ihale şartlarının veya fiyatın etkilenmemiş olması, ihalenin sonuçlanması ya da başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde ikinci bir ihaleye ihtiyaç duyulması ve ihalenin iptal edilmiş olması suçun tamamlanmış sayılmasına engel değildir. Açık ya da gizli bir anlaşmaya dayanılarak verilen teklifler, haksız olmalı ve ihaleye girmesi potansiyel olan istekliler arasında gerçekleşmelidir. Bu kimselerin aralarında bir sözleşme imzalamaları zorunlu değildir. Bir konu üzerinde anlaşıldığını gösteren ve dışarıdan fark edilebilen her türlü davranış suçun oluşumu açısından yeterlidir. Kendisine sağlanan çıkar karşılığında ihaleye katılmazdan önce veya ihale sırasında çekilmeyi kabul eden kişi de bu hareketiyle kendisine çıkar sağlayanla anlaşmış sayılır ve suç oluşur. Anlaşma bir veya daha fazla kişinin teklif vermemesi (...'ın teklif vermemesi) veya belirlenen şekilde teklif vermesi (G. E., ve H.A. A. G.'in ihaleyi kazanan teklife yakın ve fazla teklif vermesi) şeklinde gerçekleşebilir. Ayrıca ihale sürecinde, katılımcıların davranış ve tekliflerinin danışıklı olup olmadığı katılımcıların benzer teklifte bulunması, sürekliliği olan ihaleleri aynı firmanın kazanması, kazanan teklif ve diğer teklifler arasında olağan olmayan fiyat farkı, süreklilik arzeden bir şekilde belirli bölgeleri belirli kişilerin kazanması, ihalede en iyi teklifi veren kişinin sözleşme imzalamaması sonucu ikinci ya da üçüncü en iyi teklif sahibinin ihaleyi kazanması vs. ipuçlarından da anlaşılabilir. (Ali Parlar/Muzaffer Hatipoğlu, Ağır Ceza Davaları, s.622; Behiye Eker Kazancı, İhaleye Fesat Karıştırma ve Edimin İfasına Fesat Karıştırma Suçları, s.167-183; Çetin arslan, İhaleye Fesat Karıştırma Suçu, s.149-152)Tüm bu açıklamalar ışığında, ihaleye katılmayan kişilerin de belirli menfaatler karşılığında, ihaleye girmesi potansiyel olan kişilerin yapacakları açık ya da gizli anlaşmayı sağlamak amacıyla suça katılmalarının ve yüklenen suçu birlikte işlemelerinin mümkün olduğu anlaşılacaktır. Sanıklar ....'nin eylemleri bu kapsamda değerlendirilmelidir. Zira, sanık A. Ç. bu bölgede ihalelere girmektedir ve bir çok ihale üstlenmiştir. Bunlardan birisi de, dosya içerisinde yer alan mahkememizin 2008/72 esas sayılı dosyasına konu ihaledir. Bu ihalenin sanık A.'da kalması için anlaşma yapılarak ihaleye fesat karıştırılmıştır ve yüklenen eylem nedeniyle sanıkların cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Sanık E. G. kendisi adına şartname almamışsa da, ... A.Ş. adına şartname almış ve ihalenin sanıklar H. ve G.'da kalması için çalışmalar yapmıştır. Aynı şekilde, 2008/72 sayılı dosyada da şartname almamış olmasına rağmen, menfaat karşılığında ihalenin belirli kimselerde kalması amacıyla çalışmalar yapmıştır. H. K. şartname almamışsa da, Tunceli'de yaşıyor olması, kum ocakları ve petrol istasyonunun bulunması nedeniyle, şartname alan G. A. ile birlikte hareket etmiş ve ihalenin G.'da kalması için çalışmıştır. Sanık H. Ç.'de bu ihalede şartname almamıştır. Ancak, O. A.Ş. adına alınan teklif ile birlikte hareket etmiştir. Aynı şekilde mahkemenin 2008/72 sayılı dosyasında da, kendi şirketi olan ... A.Ş. ve O. A.Ş.'nin teklifleri konusunda söz sahibi olarak anlaşmaya varmış ve teklifleri vermeyerek ihalenin sanık Ahmet'te kalmasına yardımcı olmuştur. Diğer sanıklar .... de şartname almamışsa da, düzenlenen toplantıya katılarak ve ihalenin G.A. ve H. K.'da kalması için çalışarak ihaleye fesat karıştırma suçuna katılmışlardır. Ayrıca somut olayda, telefon görüşme tutanakları, yapılan toplantı, görüşmeler ve eylemler doğrultusunda ihalenin sanıklar G. A. ve H. K.'da kalması ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde, şartname alıp da teklif vermeyenlerin daha önceden yapılan anlaşma ile sağlanan menfaat karşısında tekliflerini vermedikleri görülmektedir. Bu yüzden, teklif vermeyenlerin de, bu hareketleriyle kendilerine çıkar sağlayan sanıklarla anlaştıkları ve suça katıldıkları kabul edilmiştir. b-) Eylemin kamu görevlisinin iştirakiyle işlenebileceği, ancak kamu görevlisi olan A.'nın beraat ettiğini ve bu nedenle suçun oluşmayacağını, ayrıca bir kısım sanıklar hakkında beraat kararı verilmesinin diğer sanıklar hakkında da beraat kararı verilmesini gerektirdiğini belirtmişlerdir.Yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği üzere, ihaleye fesat karıştırma suçunun failinin veya faillerden birisinin kamu görevlisi olması zorunlu değildir. Suçun faili, kamu görevlisi olabileceği gibi sivil kişiler de olabilir...c-) Sanıklara yüklenen eylemin sabit kabul edilmesi halinde, suçun teşebbüs aşamasında kalmış olacağını belirtmişlerdir. İhaleye fesat karıştırma suçunun temel şekli, fesat karıştırma olarak öngörülen fiillerin yapılmasıyla tamamlanmakta, bunun dışında ayrıca bir neticenin meydana gelmesi aranmamaktadır. Gerçekten, suçun oluşması için ne ihalenin iptal edilmiş olması, ne fiyatların etkilenmesi, ne ihale koşullarının değişmesi, ne de rekabetin bir şekilde bozulması gereklidir. Dolayısıyla, ihaleye fesat karıştırma suçu prensip olarak teşebbüse elverişli değildir. ..d-) İhale işlemlerinin idari bir işlem niteliğinde olduğunu, usulsüzlükler yapılması halinde idare tarafından iptalinin her zaman mümkün olduğunu, iptal söz konusu olmadığına göre, ihaleye fesat karıştırmanın da söz konusu olmadığını belirtmişlerdir.Yukarıda (a) ve (c) bölümlerinde belirtildiği üzere, anlaşmanın yapılmış olması suçun oluşumu açısından yeterli olup, ihale şartlarının veya fiyatın etkilenmemiş olması, ihalenin sonuçlanması ya da başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde ikinci bir ihaleye ihtiyaç duyulması ve ihalenin iptal edilmiş olması suçun tamamlanmış sayılmasına engel değildir. İhaleye fesat karıştırma suçu ile, ihalenin yapılması süreci içerisinde yapılabilecek diğer usulsüzlükleri birbirinden ayırmak gerekir. İhaleye fesat karıştırılması veya yapılan diğer usulsüzlükler nedeniyle ihalenin sonradan iptal edilmesinin suçun oluşumu açısından önemi yoktur...e-) Bir kısım sanık müdafiileri, suça konu ihale nedeniyle ihaleyi yapan kurumun zararının bulunmadığını, bu yüzden TCK'nın 235/ maddesinin uygulanma koşullarının bulunmadığını belirtmişlerdir. ...İhaleyi yapan kurum açısından bir zararın oluşmasının suçun oluşması bakımından önemi olmadığı, zarar oluşması halinde bunun, TCK'nın 235/ maddesine göre cezadan artırım nedeni olacağı hususu yukarıda belirtilmişti...f-) İhaleyi A.'ın kazanması nedeniyle, ihaleye ilişkin olarak yapıldığı iddia olunan anlaşmanın gerçekleşmediğini, dolayısıyla suçun oluşmadığını belirtmişlerdir. Yukarıda (a) ve (c) bölümlerinde belirtildiği üzere, bu suçun oluşabilmesi için, ihaleye katılan veya katılmak isteyen kişilerin tamamının veya bir kısmının, ihale öncesinde veya ihale sırasında, ihalenin şartlarını etkilemek ve özellikle uygun fiyat belirlenmesini engellemek amacıyla aralarında açık ya da gizli şekilde anlaşma yapmış olmaları gerekmektedir. Suçun oluşumu açısından ihaleye katılmak isteyenlerin tamamının anlaşmış olmaları zorunlu değildir. İçlerinden birkaçının dahi kendi aralarında anlaşmış olmaları suçun oluşumu açısından yeterlidir. Anlaşmanın dışında kalan kişilerin de ihaleye girerek ihaleyi kazanmış olmaları, anlaşmaya katılan kişiler açısından suçun oluşumunu engellemeyecektir. Somut olayda A.'ın en düşük teklifi vererek ihaleyi almış olmasının suçun oluşumu açısından önemi yoktur. Nitekim, en düşük teklifi verip ihaleyi alan A.'ın teklifi hariç tutulduğunda ihale, anlaşma doğrultusunda A.'dan sonra en uygun teklifi veren G. A.'da kalacaktı. Yargıtay Ceza Dairesi 1983 tarih ve 1983/6170-6794 E-K sayılı kararında da, bir açık eksiltmeye girmemeyi kabul ederek, bunun karşılığında çek alan sanığın eyleminin suçu oluşturduğunu belirtmiştir.g-) İhale teklifinin hazırlanmasının uzun zaman aldığını ve ihaleden bir gün önce değiştirilmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla yüklenen suçun oluşmadığını belirtmişlerdir. Yukarıda (a) bölümünde açıklandığı üzere ihaleye fesat karıştırma, değişik yollarla ve eylemlerle söz konusu olabilir. İhaleye fesat karıştırma eylemini sadece, verilecek olan teklifin anlaşmaya göre ihaleyi kazanacak olan kişinin teklifinden yüksek olacağı şekilde anlamak doğru değildir. İhaleye fesat karıştırma eylemi, verilecek olan teklifin anlaşmaya göre ihaleyi kazanması istenen kişinin teklifinden daha uygun olsa dahi, belgelerden birinin sunulmaması ve ihaleden sonra eksikliğin giderilmemesi halinde ihalenin en uygun teklifi yapan ikinci kişide kalmasını sağlamak şeklinde de gerçekleşebilir. Böyle bir eksiklik bulunmaması halinde bile, sözleşme imzalamaya gelinmeyerek ihalenin en uygun teklifi yapan ikinci kişide kalmasını sağlamak suretiyle ihaleye fesat karıştırmak söz konusu olabilir. Bundan başka ihaleye fesat karıştırma davranışları olarak, benzer teklifte bulunulması, sürekliliği olan ihaleleri aynı firmanın kazanması, kazanan teklif ve diğer teklifler arasında olağan olmayan fiyat farkı, süreklilik arzeden bir şekilde belirli bölgeleri belirli kişilerin kazanması, ihalede en iyi teklifi veren kişinin sözleşme imzalamaması sonucu ikinci ya da üçüncü en iyi teklif sahibinin ihaleyi kazanması da sayılabilir. Ancak, bu davranışların ihaleye fesat karıştırmaya yönelik olup olmadıkları, diğer delilerle birlikte değerlendirilerek belirlenmelidir.Somut olayda, bir kısım sanıklar ve müdafilerinin tekliflerin hazırlanmasının uzun zaman aldığına ve bir gecede değiştirilemeyeceğine ilişkin savunmaları bu açıdan değerlendirildiğinde itirazların yersiz olduğu kanaatine varılmıştır. İletişimin tespiti tutanakları ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde sanıkların eylemlerinin ihaleye fesat karıştırma suçuna temas ettiği kanaatine varılmıştır.h-)Yüklenen suçla ilgili olarak alınan 2007 tarih ve 2007/153 sayılı iletişimin tespiti ve kayda alınması kararından sonra, altı aylık süre geçmesine rağmen soruşturmanın örgütlü suçla ilgili olarak yapıldığından bahisle alınan 2007 tarih ve 2007/350 sayılı ve 2007tarih ve 2007/391 sayılı iletişimin tespiti ve kayda alınması kararlarının hukuka aykırı olduğunu, dolayısıyla hükme esas alınamayacağını belirtmişlerdir.Sanıklar ve müdafilerinin bu itirazlarını değerlendirebilmek açısından iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile ilgili olarak hukukumuzdaki yasal düzenlemeyi irdelemekte yarar vardır. İletişimin dinlenmesine ilişkin yürürlükteki yasal düzenleme olan 5271 sayılı CMK'nın maddesinde, '(1) (Değişik cümle: 2005-5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. .... İhaleye fesat karıştırma (madde 235), ...' hükmü düzenlenmiştir.Dosyada delil olarak yer olan görüşmelere ilişkin tutanaklar sanık H. K.'ın ... numaralı, sanık H. Ç.'in ... ve ... numaralı, sanık G. E.'un ... numaralı telefonlarına aittir. Sanık H.'in ... numaralı telefonu dışındaki diğer telefonlarla ilgili olarak alınan ilk karar Tunceli Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2007 tarih ve 2007/153 sayılı iletişimin tespiti ve kayda alınması kararıdır. Sanık H.'in ... numaralı telefonu ile ilgili olarak ise, Tunceli Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2007 tarih ve 2007/288 sayılı iletişimin tespiti ve kayda alınması kararı alınmıştır. Bu kararlar ve daha sonra Tunceli Sulh Ceza Mahkemesi'nden alınan kararlarla, sanıkların belirtilen telefonlarının ve diğer bir kısım telefonların iletişiminin 2007 tarihine kadar tespitine ve kayda alınmasına karar verilmiştir. Daha sonra 2007 tarih ve 2007/350 sayılı kararla, söz konusu suçların örgüt faaliyet çerçevesinde işlenmiş olabileceği gerekçesiyle bir ay süreyle işlemin uzatılmasına karar verilmiştir. Dosyada delil olarak yer alan görüşme tutanaklarının bir kısmı bu döneme, yani 02-2007 tarihleri arasındaki döneme aittir. Yukarıda belirtilen üç telefon numarası ile ilgili olarak ilk kez 2007 tarih ve 2007/153 sayılı iletişimin tespiti ve kayda alınması kararı alınmıştır. Sanıklar müdafileri, davanın örgütlü suç kapsamında olmadığını, öyle olsa idi, Cumhuriyet Savcılığı tarafından dosyanın CMK'nın maddesi ile görevli ve yetkili savcılığa gönderilmesi gerektiğini, ancak davanın Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'ne açıldığına göre örgütlü suç kapsamında olmadığını belirterek, ilk dinleme kararı tarihinden altı ay sonra 2007 tarihinde alınan kararla hukuka aykırı olarak dinlemenin sürdüğünü beyan etmişlerdir. Tüm dosya kapsamı incelendiğinde soruşturmanın, suçun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olduğundan hareketle başladığı görülmektedir. İtiraza konu olan 2007 tarih ve 2007/350 sayılı kararla, söz konusu suçların örgüt faaliyet çerçevesinde işlenmiş olabileceği gerekçesiyle bir ay süreyle işlemin uzatılmasına karar verilmiştir. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iletişimin tespiti ve kayda alınmasının uzatılması talebinde, eylemin örgüt faaliyet çerçevesinde işlenmiş olabileceğinin belirtilmemesinin hatadan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Aksi halde, ilk dinleme kararından sonra altı aylık sürenin geçmesine rağmen Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın işlemin yeniden uzatılmasını istemesinin bilgi yetersizliğinden kaynaklandığını kabul etmek gerekecektir ki, bu da akla ve mantığa uygun olmayacaktır ve Cumhuriyet Savcılığı'nı töhmet altında bırakacaktır. Nitekim, daha sonraki, 2007 tarih ve 2007/391 sayılı iletişimin tespiti ve kayda alınması kararının uzatılmasına ilişkin kararın talep yazısında, suçun örgüt faaliyet çerçevesinde işlenmiş olabileceği belirtilerek iletişimin tespitinin uzatılması istenmiştir. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, eylemin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olabileceği iddiasıyla yapılan soruşturma sonucunda eylemin bu kapsamda kalmadığından bahisle mahkememize kamu davası açılmıştır. Eylemin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olabileceği iddiasıyla yapılan soruşturma sonucunda elde edilen delillerin, normal mahkemede açılan kamu davasında delil olarak kullanılamayacağını ve bunların hukuka aykırı olduklarını kabul etmek hukuken doğru değildir. Kaldı ki, iddianamede yer alan ve hükme esas olan telefon görüşmelerinden sadece 24, 53 ve 54 sayılı telefon görüşmeleri 2007 tarihinden sonraki döneme aittir. Yani, sanıklar ve müdafilerinin bu husustaki itirazları ancak 24, 53 ve 54 sayılı telefon görüşmeleri açısından söz konusu olabilecektir. Bu üç görüşme de mahkememizce hukuka uygun sayılmıştır. Tüm bu nedenlerle, dosyada yer alan iletişimin tespiti ve kayda alınmasına ilişkin tutanakların tamamının hukuka uygun olduğu ve hükme esas alınabileceği değerlendirilmiştir.i-)Dosyada delil olarak yer alan iletişimin tespiti ve kayda alınması kararlarının sadece sanıklar H. K., H. Ç. ve G. E. hakkında alındığını, bu kararlar sonucunda elde edilen görüşme tutanaklarının tesadüfen elde edilen delil niteliğinde olduğunu ve bu nedenle hukuka aykırı olduğunu, dolayısıyla hükme esas alınamayacağını belirtmişlerdir.Tesadüfen elde edilen delille ilgili olarak CMK'nın maddesinde, "(1) Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir. (2) Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135 inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir." hükmü düzenlenmiştir. Buna göre, bir başka suçun işlendiği şüphesini uyandıracak şekilde tesadüfen elde edilen kanıtların değerlendirilmesi olanağı da tanınmıştır. Ancak, telefon dinlemesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate alınabilmesi için, söz konusu suçun da maddede sayılan katalog suçlardan birisine uygun olması gerekmektedir. Bu halde, durum derhal Cumhuriyet savcısına bildirilerek bu kanıtın değerlendirilmesi söz konusu olabilecek ve yasa dışı elde edilmiş kanıt olarak değerlendirilmeyecektir. Madde metninden de çok açıkça anlaşılacağı üzere tesadüfen elde edilen bir delilden söz edebilmek için "yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan" bir suç işlendiği şüphesi olmalıdır. Bu halde, maddede belirtilen usuli işlemler yapılarak bu delil hukuka uygun hale getirilecektir. Ancak, aynı soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olarak yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında, dinleme sujesi dışında başkalarının da aynı soruşturma veya kovuşturma konusu eylemlere katıldığı konusunda delile ulaşılmışsa, maddede belirtilen usuli işlemlere gerek kalmadan, maddenin açık hükmü karşısında, diğer yasal koşulların varlığı halinde, bu delili hukuka uygun olarak kabul etmek gerekecektir. Aksinin kabulü, yasa koyucunun amacına aykırı olacağı gibi hukuksal açıdan da kabul edilemez sonuçlar doğuracaktır. Örneğin, önemli çapta bir uyuşturucu kaçakçılığı suçuyla ilgili olarak yapılan soruşturma sırasında, sadece satıcı konumunda bulunan (X) kişisinin yasal iletişimin tespiti ve kayda alınması işlemleri sırasında, bu kişinin, aynı uyuşturucu kaçakçılığı soruşturmasına konu eylemlerin elebaşısı konumunda olan ve hakkında iletişimin tespiti ve kayda alınması kararı bulunmayan (Y) kişisiyle yaptığı görüşmenin tespite takılması üzerine, sırf bu görüşme aynı gün Cumhuriyet savcısına derhal bildirilmedi diye, bu görüşmeyi geçersiz saymak ve yapılan yargılama sonucunda (X) kişisini mahkum edip (Y) kişisinin beraatine karar vermek yasa koyucunun amacına aykırı bir uygulama olacağı gibi hukuksal açıdan da kabul edilemez sonuçlar doğuracaktır.Somut olayda, sanıklara ait telefonlarla ilgili olarak yapılan usule uygun iletişimin tespiti ve kayda alınması işlemleri sırasında aynı soruşturma konusuyla, yani ihaleye fesat karıştırma suçundan yapılan soruşturmayla ilgili olarak diğer sanıklar hakkında elde edilen iletişimin tespitine ve kayda alınmasına ilişkin delilleri tesadüfen elde edilen delil saymaya, dolayısıyla hukuka aykırı olarak elde edildiğini iddia etmeye yasal olanak yoktur.Açıklandığı üzere, tüm sanıklar hakkında iletişimin tespiti ve kayda alınması yoluyla elde edilen delillerin hukuka uygun olduğu kanaatine varılmıştır.j-)Dosyada delil olarak yer alan iletişimin tespiti ve kayda alınması kararları üzerine tutulan görüşme tutanaklarının, maddi delillerle desteklenmedikçe tek başına mahkumiyet için dayanak olamayacağı, sanıkları cezalandırmak için yeterli delil niteliğinde olmadığını belirtmişlerdir. Yargıtay içtihatlarında benimsendiği ve mahkememizce de kabul edildiği üzere, başkaca yan delillerle desteklenmediği sürece, sadece iletişimin dinlenmesi sırasında elde edilen kayıtlara dayanılarak mahkumiyet kararı vermek olanaklı değildir. Yüklenen eylemin sübuta erdiğinin kabul edilebilmesi için, iletişimin dinlenmesi sırasında kayda alınan olguların mutlaka maddi vakıalarla veya hükme esas alınabilecek tanık beyanlarıyla desteklenmesi gerekmektedir. Ancak somut olay irdelendiğinde, elde edilen telefon görüşme kayıtlarının maddi delillerle desteklendiği anlaşılacaktır. Telefon görüşme kayıtlarının içeriğine göre, ihalenin sanık G. A. ve onunla birlikte hareket eden H. K. üzerinde kalması konusunda karşılıklı iknaya, para teklif ederek ihaleye teklif verilmemesine ve bu hususta toplantı yapılmasına ilişkin olarak, sanıklar arasında çeşitli görüşmeler geçmektedir. Telefon görüşmelerinde amaç, ihaleyi sanık G. A. ve onunla birlikte hareket eden H. K.'ın kazanmasıdır. Bu amaçla, sanıkların anlaşmaya varmak üzere O.'te toplanmaları için telefon görüşmeleri yaptıkları belirlenmiştir. Görüşmeler doğrultusunda O.'te bir araya gelindiğine ilişkin olarak kolluk kuvvetlerince tutulan 2007 tarihli tutanak söz konusudur. Ayrıca sanıkların bir kısmı, toplantı tarihinde sanıkların O.'te bir araya geldiklerini kabul etmişlerdir. Nitekim, görüşmeler ve sonrasında yapılan toplantıda varılan anlaşma sonucunda, ihalenin sanık G. A. ve onunla birlikte hareket eden H. K.'da kalacak şekilde hareket edildiği görülmüştür. Ancak, A.'ın H. K.'ın ikna çabalarına rağmen düşük teklif vererek ihaleyi alması sonucunda ihale G. A. üzerinde kalmamıştır. A.'ın ikna edilerek teklif vermemesinin sağlanmış olması halinde, ihalenin sanık G. A.'da kalacak olması da bu hususu doğrulamaktadır. Yine görüşmelerden ve yapılan toplantıdan anlaşılacağı üzere, suça konu ihale ile ilgili olarak şartname alan sanıklar ... yapılan anlaşma ve vaad edilen menfaat doğrultusunda teklif vermemişlerdir. Ayrıca sanıklar , ... ise yapılan anlaşma ve vaad edilen menfaat doğrultusunda sanık G. A.'nın teklifinden yüksek bir teklif vermişlerdir. Yukarıdaki paragrafta bahsedildiği şekilde, ihale sürecindeki oluşan maddi vakıaların telefon görüşmelerinde geçen konuşmalara birebir uyması nedeniyle, iletişimin denetlenmesi sonucu elde edilen bilgilerin maddi olaylarla desteklenmiş olduğu saptanmıştır. Kaldı ki, iletişimin tespitine ilişkin tutanaklarda yer alan görüşmelerin zamanları, ihaleye yakın zamanlarda sanıklar arasındaki telefon görüşmelerinin artması, ihaleye bir gün kala ihaleye girecek olan sanıkların O.'te bir araya gelerek anlaşmaya varmaları da mahkemenin kabulünü desteklemektedir.k-) Dosya içerisinde yer alan ve delil olarak kabul edilen, O.'te yapılan toplantıya ilişkin olarak kolluk kuvvetleri tarafından tutulan tutanağın çelişkili olduğunu belirtmişlerdir. Çelişkili olduğu iddia edilen ve mahkeme tarafından delil olarak kabul edilen tutanak, (4) numaralı klasörde yer almaktadır (Kulakçıkta "O. toplantı tutanağı yazmaktadır). Tutanak, olay tarihinde sanık H. K.'a ait O. Petrol İstasyonu'nda yapılan toplantıya ilişkin olarak tutulmuştur. Tutanakta, toplantıya katılanların bir kısmının isimleri ve toplantıya katılanların bir kısmının araçlarının plaka numaraları yer almaktadır. Gerçekten de belirtilen tutanakta bazı eksiklikler vardır. Bir kısım sanık beyanlarına göre toplantı akşamı O.'te bulunduğu belirtilen bir kısım sanıkların isimleri tutanakta geçmemektedir. Böylesine önemli bir soruşturmada, çok ciddi araştırma yapılmadan yarım dosya kağıdına yazılarak tutulan bu tutanağın, tek başına cezalandırmaya yeterli bir delil olduğunu kabul etmek zordur. Ancak, mevcut bir kısım eksiklikler nedeniyle bu tutanağı geçersiz saymak da mümkün değildir. Bir kısım sanıkların toplantıda bulunan kişilere ilişkin olarak alınan savunmaları ve sanıklar arasında yapılan telefon görüşmeleri birlikte değerlendirildiğinde, bu üç hususun birbirini desteklediği görülmektedir. Bu yüzden, belirtilen tutanağın eksik ve yetersiz olduğunu kabul etmek mümkün ise de, hukuka aykırı ve çelişkili olduğunu kabul etmek doğru değildir. Sanıklar ve müdafilerinin buna ilişkin itirazları yersizdir.l-) Başka surette delil elde etme imkanı bulunmasına rağmen iletişimin tespiti ve kayda alınması suretiyle delil tespit edilmesi nedeniyle, bunların hukuka aykırı olduğunu ve hükme esas alınamayacağını belirtmişlerdir.İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasını düzenleyen CMK'nın maddesine göre, "başka surette elde edilmesi imkanının bulunmaması durumunda" adı geçen tedbire başvurulmalıdır. Aynı maddenin fıkrasında ise katalog halinde hangi suçlarla ilgili olarak bu tedbire başvurulabileceği belirtilmiştir. Maddede belirtilen bu suçlar, aynı zamanda başka türlü delil elde edilebilmesinin çok zor hatta imkansız olduğu suçlardır. Suça konu olayda da, ihaleye fesat karıştırma suçunun açık ya da gizli şekilde anlaşma yapılarak işlenmesi durumunda, bu hususun başka delillerle belirlenebilmesinin imkansız olduğu açıktır. Nitekim somut olayda, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması işleminin yapılmaması halinde diğer delillere ulaşılabilmesi imkansız olacaktı.Tüm dosya kapsamına göre, somut olay ve sanıklara yüklenen suçun niteliği birlikte değerlendirildiğinde, yüklenen suçla ilgili olarak başka suretle delil elde etme imkanının bulunmadığı anlaşıldığından, sanık ve müdafilerinin buna ilişkin itirazlarına itibar edilmemiş ve iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması suretiyle elde edilen delillerin, bu yönüyle de hukuka uygun olduğu ve delil olarak kullanılabileceği kanaatine varılmıştır.Yukarıdaki açıklamalardan sonra, somut olayda herbir sanık açısından ayrı ayrı yapılan değerlendirmelere geçilmeden önce şu hususu belirtmek gerekir; Sanıkların cezalandırılmaları yönüne gidilirken, yüklenen eylemin işlendiğinin sabit olup olmadığı hususunda üç kritere dikkat edilmiş, bu kriterlerin uygun olması ve birbirlerini desteklemesi halinde yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiği kanaatine varılmıştır. Bu üç kriter;1- İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması sonucunda düzenlenen görüşme tutanakları,2- Olay günü O.'te yapılan toplantıya ilişkin olarak tutanak ve bir kısım sanıklarınolay günü orada bulunanlara ilişkin savunmaları,3- Şartname alanların teklif vermemesi, teklif verenlerin anlaşmaya göre birbirine yakın teklifler vermeleri, şartname dahi almayan sanıkların diğer sanıklarla birlikte sergiledikleri davranış şekilleri(dir).Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayda her bir sanık açısında ayrı ayrı yapılan değerlendirmelere aşağıdadır;…4-) Sanık açısından;Sanık ve müdafii, sanığın şartname aldığını ve teklif verdiğini ancak anlaşmak amacıyla toplantıya katılmadığını savunarak yüklenen suçlamaları kabul etmemişlerdir.Sanık , suça konu ihale için O… A.Ş. isimli firma adına şartname almış ve teklif vermiştir. Sanık anlaşmak amacıyla yapılan toplantıya katıldığını kabul etmişse de, toplantıya ilişkin olarak tutulan tutanağa göre, sanığın şirketi olan O… A.Ş. adına kayıtlı bulunan … ve … plakalı araçlar ile sanık olay akşamı O.’tedir. Yine sanık C… ve sanık H. K.’nun beyanlarına göre olay akşamında sanık oradadır. Ayrıca, iddianamede yer alan 25, 26, 29, 31, 34, 38 ve 52 sayılı telefon görüşmelerinden sanığın olay akşamı O.’teki toplantıya katıldığı ve anlaşmaya vardığı anlaşılmaktadır. İhaleden bir gün önce sanıklar arasında anlaşma yapmak amacıyla toplantı yapılması hususunda yoğun bir telefon trafiği yaşanmıştır. 25 sayılı görüşmede H. Ç. ile H. G. 2007 akşamı saat 19:2da O.’te toplantı olduğundan söz etmektedirler, 26 sayılı görüşmede sanık , kendisinin toplantıya katılacağını belirtmektedir. 29 sayılı görüşmede H…, O.’te sanık ’i beklediğini söylemektedir. Sanık , diğer görüşmelerde de ihalenin akıbeti konusunda diğer sanıklarla konuşmaktadır.Yukarıda sözü edilen ve edilmeyen görüşmeler, toplantı tutanağı ve bir kısım sanık savunmalarından anlaşılacağı üzere, O. A.Ş adına şartname alan sanık , sanık G. A.’nın teklifine yakın ve ondan fazla teklif vermiştir. Sanık müdafii, teklifi hazırlamanın uzun zaman aldığını, ihaleden bir gün önceki anlaşma uyarınca değiştirilemeyeceğini savunmuştur. Ancak yukarıda genel açıklamalar bölümünde de belirtildiği üzere, anlaşmanın sadece teklifin değiştirilmesi şeklinde olması zorunlu değildir. Teklif zaten sanık G. A.’nın teklifine uygun olduğu için sunulmuştur. Teklifler uygun olmasaydı, hiç sunulmayabilirdi. Anlaşmaya rağmen ihalenin sanık ’de kalma ihtimali söz konusu olsaydı, eksik belge verilerek veya sözleşmeye gidilmeyerek, ihalenin anlaşılan sanık üzerinde kalması sağlanabilirdi. Şartname alındıktan sonra teklif verilmesi, elbette tek başına suçun oluştuğu anlamına gelmez. Ancak, sanıklar arasında yapılan anlaşmaya ilişkin telefon görüşmeleri ve ihaleden bir gün önce sanıkların bir araya gelmelerinden sonra teklif verilmesi, ihaleye ilişkin olarak sanıkların aralarında anlaştıklarını gösterir. Ayrıca, yapılan görüşmeler çerçevesinde toplantı yapıldıktan sonra anlaşmaya varılması ve anlaşma doğrultusunda tekliflerin verilmesi, iletişimin tespiti ve kayda alınmasına ilişkin tutanakları destekleyen ve hukuka uygun delil olarak geçerlilik kazanmasını sağlayan maddi vakıalardır.Böylece, bir kısım sanık savunmaları, toplantıya ilişkin olarak tutulan tutanak, usulüne uygun şekilde elde edilen iletişimin tespitine ve kayda alınmasın ilişkin tutanaklar ve tutanak içeriklerini destekler mahiyette oluşan ihale süreci ile sanıkları bu süreçte gösterdikleri davranışlardan, sanık ’in ihalenin sanık G. A. ve birlikte hareket eden H. K.’da kalması amacıyla yapılan toplantıya katılarak diğer sanıklarla birlikte hareket etmek suretiyle yüklenen ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediği sabit olmuştur.…B- Sanıklar … , …’a Yüklenen Eylemlerle İlgili olarak;Sanıkların, yüklenen İhaleye Fesat Karıştırmak suçunu işledikleri sabit olduğundan, 5237sayılı TCK’nın maddesine göre, suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar ve meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı göz önünde bulundurularak, eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK’nın maddesi delaletiyle aynı yasanın 235/1-2d maddesi uyarınca 5’ER YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMALARINA,Suça konu ihalenin yaklaşık maliyeti tutarından çok daha düşük bir fiyatla sonuçlanmış olması nedeniyle ihaleyi yapan kamu kurumu açısından bir zarar meydana geldiği belirlenemediğinden, sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 235/ maddesinin uygulanmasına YER OLMADIĞINA,Sanıkların geçmişleri, sosyal ilişkileri ve cezanın sanıklar üzerindeki olası etkileri göz önünde bulundurularak, 5237 sayılı TCK’nın maddesi uyarınca cezalarından takdiren altıda bir (1/6) oranında indirim yapılarak 4’ER YIL 2’ŞER AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMALARINA,Sonuç cezaların miktarlarına göre, sanıklar hakkında 5271 sayılı CMK’nın maddesinin uygulanmasına YER OLMADIĞINA,Sonuç cezalarında miktarlarına göre, sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 50 ve maddelerin uygulanmasına YER OLMADIĞINA,Sanıkların kasten işlemiş oldukları suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetlerinin sonucu olarak 5237 sayılı TCK’nın 53/ maddesinde belirtilen haklardan YOKSUN BIRAKILMALARINA, maddenin (c) bendinde düzenlenen hak yoksunluğunun koşullu salıverme tarihine, diğer hak yoksunluklarının cezanın infazının tamamlanıncaya kadar UYGULANMASINA,Sanıkların gözetim altında geçirdikleri sürelerin, 5237 sayılı TCK’nın maddesi uyarınca verilen cezalardan İNDİRİLMESİNE,…İlişkin olarak, ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi (7) gün içerisinde mahkemeye bir dilekçe vermek veya tutanağa geçirilmek koşuluyla zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle, Yargıtay yasa yolu açık olmak üzere, … yüzlerine karşı, diğer tarafların yokluğunda, Cumhuriyet Savcısı …’ın … katılımı ile isteme uygun olarak oybirliğiyle verilen karar, … açıkça okunup, gerekçesi ana çizgileri ile anlatıldı. …” Başvurucu, Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karşı 5/4/2010 tarihli dilekçe ile temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi, 24/12/2012 tarihli ve E.2012/3308, K.2012/13499 sayıl kararı ile hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Sanıklar … , … haklarında kurulan mahkumiyet hükümlerinin incelenmesinde ise;Sanıkların 15/10/2007 tarihinde yapılan Çemişgezek Entegre Hastanesi İnşaatı ihalesinin G. A. ve onunla birlikte hareket eden H. K.’da kalmasını sağlamak amacıyla 14/10/2007 tarihinde O. istasyonunda yapılan toplantıya katılıp bu konuda anlaşma yaptıkları, anlaşmaya uygun şekilde bir kısım sanıkların şartname aldıkları halde ihaleye katılmak için teklif vermedikleri, bir kısmının ise ihalenin G. A.’da kalmasını sağlayacak miktarlarda teklifler verdikleri, şartname almayan ve teklif vermeyen bir kısım sanıkların da diğer sanıklarla birlikte hareket ederek suça katıldıkları mahkeme kararına dayalı telefon görüşmeleri, toplantıya ait polis tutanağı, verilen tekliflerdeki rakamlar, A.’ın ifadeleri ile anlaşıldığından, yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,… , ancak bu cihetin yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun maddesine göre düzeltilmesi mümkün olduğundan, hüküm fırkasında yer alan “…”şeklindeki ibarenin “sanıkların 5237 sayılı TCK’nın maddesine göre 53/1-c maddesinde yer alan kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri ile ilgili haklarından koşullu salıverme tarihine, 53/1… maddesinde yazılı diğer haklarından 53/ maddesi gereğince hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmalarına” şeklinde değiştirilmek suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun olan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA 24/12/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Başvurucu 11/1/2013 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı dilekçe ile anılan Dairenin düzelterek onama kararına karşı 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca Yargıtay Ceza Genel Kuruluna itirazda bulunulmasını talep etmiştir. Başvurucu Cumhuriyet Başsavcılığının cevabını beklemeksizin 11/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.  (2) Şüphelinin tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir. (3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.  (4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, kullanmakta olduğu mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, kullanılan mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.  (6) Bu Madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:  a) Türk Ceza Kanununda yer alan;  ...  İhaleye fesat karıştırma (madde 235), …(7) Bu Maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 5271 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle, “Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır. (2) 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir. (3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir. (4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.  (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/6/2007 tarihli ve E.2006/MD-154, K.2007/145 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Sanık hakkındaki soruşturma izni, iddianame ve son soruşturmanın açılması kararına konu olan suçlar rüşvet ve görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarıdır. Rüşvet suçu 5271 sayılı CYY’nın 135/ fıkrasında yer aldığından, bu suç yönünden iletişimin tespiti suretiyle elde edilen kanıt, CYY’nın 138/ maddesi fıkrası uyarınca, hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan kişi için de kanıt olarak değerlendirilir. Özel Dairece isnat edilen eylemlerin bir kısmından beraat bir kısmından ise suç niteliğinin değişmesi suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı tesis edilmiş ise de, başlangıçtaki iddia rüşvet suçuna yönelik olup, görevi kötüye kullanma suçunun özel bir biçimi olan rüşvet suçunun da çoğu zaman görevi kötüye kullanma suçuna dönüşmesi olanağı bulunduğundan, nitelik değiştirmesi olanağı bulunan suçlar yönünden de, elde edilen kanıtlar hukuka uygun delil olarak değerlendirilmelidir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/12/2013 tarihli ve E.2013/10-483, K.2013/599 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…5271 sayılı CMK'nun maddesinin ikinci fıkrası göz önünde bulundurulduğunda, 2005 tarihinden sonra yapılacak olan iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat anılan kanunun maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilmesi halinde, tesadüfen elde edilen delil olarak adlandırılan bu delilin belirtilen suçun soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılması mümkündür.Anılan kanunun maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile, iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat maddenin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delilin elde edilmesi durumunda, bu delilin kullanılabileceğinin kabul edilmiş olması, tedbirin uygulanması sonucu elde edilen delillerin maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlarla sınırlı olmak kaydıyla aynı soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olan suçlar yönüyle evleviyetle kullanılabileceğinin kabulünü gerektirmektedir. Aksi halde, özellikle örgütlü suçlulukla etkin bir şekilde mücadele amacıyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbirini düzenleyen kanun koyucunun amacına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, örgütlü suçlulukla mücadelenin zorlaştırılması gibi bir sonuca neden olunması da söz konusu olacaktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Tuncay Özkan/Türkiye kararında; "5/ maddesi, Sözleşmeye taraf devletlerin organize suçlarla yeterli önlemler alınarak mücadele etmede güvenlik güçleri için büyük zorluklara sebep olabilecek bir biçimde şüphesiz uygulanmamalıdır" şeklindeki görüşüyle, kanuni düzenlemelerin özellikle örgütlü suçlarla mücadeleyi zorlaştıracak şekilde uygulanmaması gerektiğini önemle vurgulamıştır.Kaldı ki maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birisi yönüyle uygulanan iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri sonucu elde edilen delillerin, fıkrada sayılan ve aynı soruşturma veya kovuşturmanın konusunu oluşturan bir diğer suç yönüyle kullanılmasını yasaklayan bir düzenlemeye telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirinin düzenlendiği maddelerde de yer verilmemiştir…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1222
Başvuru, hakkında iletişimin tespiti (dinleme) tedbirinin uygulanmasına dair herhangi bir karar olmamasına rağmen dolaylı ve hukuka aykırı olarak uygulanan dinleme tedbiri sonucunda elde edilen delillere dayalı olarak hapis cezasına mahkûm edilmesi nedeniyle haberleşme hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işe iade davasında esaslı iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararında cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvurucu, Verem Savaş Derneğine (Dernek, işveren) bağlı Ankara'nın Ulus semtindeki birimde 1/5/1999-31/3/2010 tarihleri arasında hizmetli olarak çalışmıştır. Sağlık Bakanlığının kararıyla Ulus'taki birim kapatılarak Ankara Çukurambar'daki yerine taşınması nedeniyle yeni işyerinde davacının çalışabileceği pozisyon bulunmadığı belirtilmiş ve başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu 6/4/2010 tarihinde, Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada işyerinin Ankara merkezde olduğunu, taşınılan yerin de aynı il sınırları içinde yer aldığını, işin niteliği, kapasitesi ve teknik donanımında herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığını, iş akdinin sona erdirilmesinden sonraki üç yıllık sürede işyerine yirmiye yakın işçi alındığını, bu açıdan iş akdinin haksız olarak feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama sırasında dinlenen davalı işveren tanıkları beyanlarında; başvurucunun taşınılan işyerinde istihdam edilme imkânının olmadığını, nakil yapılan yerde Sağlık Bakanlığı elemanlarının çalıştığını, Verem Savaş Derneği çalışanlarının Derneğin Cebeci'de bulunan merkezinde ve Ulus'taki hastanede çalıştıklarını, başvurucunun işine son verildikten sonra ablasının da işten ayrılmasıyla yerine bir bayan elemanın alındığını ifade etmişlerdir. Başvurucunun yargılama sırasında dinlenen tek tanığı beyanında; Sağlık Bakanlığının başvurucunun çalıştığı birimi kapatması üzerine taşınılan yerde Bakanlığın kadrolu elemanlarını çalıştırdığını, davalı işverenin kapanan birimi dışında başka dispanserleri de olduğunu, buralarda çalışan birçok personelin işten çıkarıldığını belirtmiştir. Mahkeme 29/3/2011 tarihli kararında, dinlenen tanık beyanlarına göre davacının Derneğe ait Ankara Ulus'taki hastanede ya da Cebeci'deki merkezde istihdam edilme imkânının olduğunu, bu nedenle feshin geçersiz sebebe dayandığını belirterek başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 21/5/2012 tarihli kararında, tanık sözlerine dayanılarak sonuca ulaşılamayacağını, başvurucunun çalıştığı birimin başka bir yere taşınmasının ve bu birimde başvurucuyu çalıştırabilecek herhangi bir yer olmamasının işveren tarafından iş sözleşmesinin fesih sebebi olarak gösterildiğini belirtmiştir. Daire ayrıca, uzman bir bilirkişiye inceleme yaptırılarak başvurucunun davalı Derneğin Ankara'daki işyerlerinde çalıştırılma olanağının bulunup bulunmadığının tespit ettirilmesi ve bundan sonra delillerin yeniden değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak bilirkişiden rapor aldırılmıştır. Mahkeme 31/1/2014 tarihli kararında, 2010 yılının Ocak ayında davalı Dernekçe çalıştırılan işçi sayısının elli olduğunu, işçi sayısının iş akdinin feshedildiği tarihte kırk yedi, Temmuz 2013 döneminde ise kırk iki kişiye düştüğünü belirtmiştir. Mahkeme, iş akdinin feshinden sonra davacının yapabileceği işleri yapmak üzere yeni işçi alınmadığını, dosyaya gelen davalı başkanlık yazısına göre, davadan sonra işe alındığı anlaşılan iki hizmetlinin de kadın olduğunu, iş akdi çeşitli nedenlerle sona eren diğer işçilerin de yerine yenilerinin alınmadığını, bu nedenle davacının Derneğe bağlı başka bir işyerinde veya başka bir görevde istihdam edilmesinin mümkün olmadığını, feshin geçerli nedene dayandığı belirtilerek davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Dairenin 8/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 16/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, 6/8/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda bulunulmuştur. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır...." Olay tarihinde yürürlükte olan 4857 sayılı Kanun'un 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesi ile değiştirilmeden önceki maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir......Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür....".
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12780
Başvuru, işe iade davasında esaslı iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararında cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçu ile ilgili açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 25/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci ve ikinci başvurucunun müşterek çocuğu olan üçüncü başvurucu, 2002 yılı doğumlu olup başvuruya konu olayların gerçekleştiği tarihte 15 yaşından küçüktür. Türkiye'nin güneyinde bir ilçede yaşayan başvurucular 15/8/2016 tarihinde bulundukları ilçe kolluk birimine başvurarak başvurucu N.K.nın cinsel istismara uğradığını ileri sürmüşlerdir. Kolluk birimi tarafından aynı gün ifadesi alınan N.K., 2015 yılı Ağustos ayından itibaren F.K.Y. ile aralarında yaklaşık bir buçuk ay süren duygusal bir ilişki olduğunu, cinsel birlikteliklerinin olmadığını ancak bazı cinsel temaslarının bulunduğunu iddia etmiştir. F.K.Y. ile ilişkisinin bitmesinden sonra bir internet sitesinde O.Z. ile tanışıp 2015 yılının Ekim ayında arkadaşlık kurduklarını dile getiren N.K., O.Z. ile cinsel birlikteliklerinin olduğunu, O.Z. nin kendisini cinsel birlikteliğe zorlamadığını ifade etmiştir. Başvurucu anne ve baba O.Z.den şikâyetçi olmuştur. Başvurucuların şikâyeti üzerine İlçe Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından çocuğun cinsel istismarı suçuyla ilgili olarak F.K.Y. ve O.Z. hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır.Başsavcılıkça o tarihte çocuk olan başvurucu N.K.nın beyanı avukatı ve psikolog bilirkişi vasıtasıyla alınarak şikâyet ve delilleri tespit edilmiştir. N.K. kolluk merkezindeki söylemlerini yinelemiş, olayların detayları hakkında bilgi vermiştir. Başvurucunun anlatımına göre şüpheli çocuk O.Z. başvurucuyu ilk cinsel birlikteliklerine zorlamamış ancak sonraki tarihlerdeki birlikteliklere zorlamış, mahrem görüntüleriyle başvurucuyu tehdit etmiştir. Bu nedenle başvurucu N.K. her iki şüpheliden de şikâyetçi olduğunu dile getirmiştir. Başvurucu ifadesinde şüpheliler dışında üçüncü bir kişiden bahsetmemiştir. Başsavcılık tarafından mağdur çocuk hakkında sağlık raporları alınmış, şüphelilerin savunmaları tespit edilmiştir. Şüpheliler üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılıkça deliller toplandıktan sonra olay tarihinde O.Z.nin 18 yaşından küçük olması, F.K.Y.nin ise reşit olması ve eylemlerinin birbirinden bağımsız olması kanaatiyle şüpheli F.K.Y. hakkında yürütülen soruşturmanın 24/2/2017 tarihinde ayrılmasına karar verilmiştir. Yapılan soruşturma sonunda 27/2/2017 tarihinde suça sürüklenen çocuk O.Z. hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, şantaj, tehdit suçlarının işlendiği isnadıyla ceza davası açılmıştır. Diğer taraftan aynı tarihte F.K.Y. hakkında da çocuğun nitelikli cinsel istismarı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının işlendiği iddiasıyla başka bir ceza davası açılmıştır. Suça sürüklenen çocuk hakkında yapılan ceza yargılaması 24/10/2017 tarihinde mahkûmiyetle sonuçlanmış, sanık O.Z.nin nitelikli cinsel istismar suçunu işlediği kanaatiyle 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca kişi hürriyetinden yoksun kılma suçundan da cezalandırılan suça sürüklenen çocuk, tehdit ve şantaj suçlarını işlediğinin sabit olmaması nedeniyle bu suçlar yönünden beraat etmiştir. İstinaf ve temyiz incelemelerinden geçen karar en son Yargıtayın 22/4/2019 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Diğer taraftan sanık F.K.Y. hakkında açılan ceza davasının sonunda 16/5/2017 tarihinde sanığın üzerine atılı suçları işlediğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar verilmiş, karara karşı yapılan istinaf talebi 15/11/2018 tarihinde reddedilmiştir.Başvurunun inceleme tarihi itibarıyla F.K.Y. hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu yönünden verilen beraat kararı kesinleşmiştir. Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçu yönünden verilen beraat kararının temyiz incelemesi aşamasının ise devam ettiği UYAP sistemine işlenmiştir. Bu arada 31/1/2018 tarihinde bazı basın organları ve internet sitelerinde aynı ilçede "15 yaşında 14 kız çocuğunun koylarda yatlara servis ediliyor, dışarıdan getirilenler evlerde tutuluyor" şeklinde haber ve bilgi paylaşımı olduğunun görülmesi üzerine Başsavcılık tarafından 1/2/2018 tarihinde resen soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılıkça yapılan araştırmada habere konu edilen ve aralarında başvurucu N.K.nın da bulunduğu on dört çocuk müşteki olarak soruşturmaya dâhil edilmiştir. Başvurucu N.K. ile ebeveyni olarak soruşturmaya katılan başvurucu anne ve baba, başvurucunun cinsel istismara maruz kaldığına ilişkin daha önce soruşturma yapıldığını, O.Z.nin ceza aldığını ancak F.K.Y.nin cezalandırılmadığını, yargılamaların henüz sonuçlanmadığını dile getirmiş; bu istismar olayıyla ilgili olduğunu düşündükleri F.K.Y.nin babası, O.Z.nin annesi, E.S., E.T. ile ilçede bulunan bir kafeterya ( Cafe) sahibinden de şikâyetçi olmuşlardır. Başvurucu anne ve baba, iddia edildiği gibi kızlarının veya bir başka kız çocuğunun yatlarda veya evlerde cinsel istismara uğradığına yönelik bilgilerinin bulunmadığını beyan etmiştir. Diğer taraftan başvurucu N.K. dışındaki mağdurlar; cinsel istismara maruz kalmadıklarını, cinsel istismar olayının yaşanmasıyla ilgili bilgilerinin olmadığını ve bu nedenle şikâyetlerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Sadece mağdur çocuklardan bazıları başvurucu N.K. ile O.Z.nin arasında duygusal ilişki olduğunu bildiklerini ifade etmiştir. Başsavcılık tarafından başvurucuların şikâyetçi oldukları F.K.Y.nin babası, O.Z.nin annesi, E.S., E.T., Cafenin sahipleri ve çalışanlarıile birlikte on bir kişi hakkında soruşturma açılmıştır. Şüpheliler genel olarak üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmemiştir.O.Z. ile F.K.Y. şüpheliler arasında bulunmamaktadır. Konuyla ilgili bilgisi olduğu düşünülen kişiler tanık olarak dinlenmiş, resmî kurumlarla yazışma yapılarak haber yapılan olayın gerçekliği araştırılmış, başvurucu baba tarafından soruşturma makamına teslim edilen görüntüler incelenmiştir. Tamamlanan soruşturma sonunda Başsavcılığın 11/6/2018 tarihli kararıyla şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair "kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak somut ve inandırıcı delil elde edilemediği" gerekçesiyle on bir şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucuların anılan karara itirazı, İlçe Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 26/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 25/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2763
Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçu ile ilgili açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru; çöp ev olduğu ileri sürülen konuta kamu görevlilerince izinsiz şekilde girilmesi nedeniyle konut dokunulmazlığı hakkının, açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait meskenin çöp ev niteliği taşıdığı ve kamu sağlığını tehdit ettiği yönünde şikâyette bulunulması üzerine Konak Kaymakamlığı (Kaymakamlık) tarafından söz konusu evin boşaltılması talebiyle 8/5/2003 tarihinde (kapatılan) İzmir Sulh Ceza Mahkemesine başvurulmuştur. Sulh Ceza Mahkemesinin 16/5/2003 tarihli kararıyla anılan talep konusu hakkında idarenin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Bunun üzerine Kaymakamlığın 21/5/2003 tarihli kararıyla başvurucunun konutundaki çöplerin boşaltılması ve konutun temizlenmesi amacıyla gereğinin yapılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar üzerine, görevli polis memurları ile zabıta memurları tarafından 22/5/2003 tarihinde başvurucunun konutuna girilmiş ve konuttaki çöpler dışarı çıkarılmıştır. Başvurucu; görevliler dışında basın mensupları tarafından da evine girildiğini, konut dokunulmazlığının hukuka aykırı şekilde ihlal edildiğini ve konutunda bulunan bazı eşyalarının ve altınlarının kaybolduğunu belirterek zararlarının tazmin edilmesi talebiyle 3/5/2004 tarihinde İzmir Valiliğine (Valilik) başvurmuştur. Söz konusu talep Valilik tarafından 13/5/2004 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucu; gecikmesinde sakınca bulunan hâller dışında hâkim kararı olmaksızın konuta girilmeyeceğini, söz konusu eylemleri nedeniyle idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu, maddi ve manevi olarak zarara uğradığını belirterek 8/7/2014 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi, yapılan tebligatlara rağmen başvurucu tarafından eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle 25/11/2004 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine inceleme yapan Danıştay Onuncu Dairesi ise 19/3/2007 tarihli kararıyla hukuki isabet bulunmadığı gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına hükmetmiştir. Bozma kararı üzerine İdare Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda manevi tazminat yönünden davanın kısmen kabulüne ve başvurucu lehine 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. 19/3/2008 tarihli kararın gerekçesinde; başvurucunun konutuna hukuka aykırı şekilde girildiği ve bu durumun basın yayın organlarında yer aldığı, dolayısıyla başvurucunun duyduğu elem ve üzüntünün manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu belirtilmiştir. Danıştay Onuncu Dairesinin 11/7/2011 tarihli kararıyla davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen söz konusu kararın bozulmasına hükmedilmiştir. Kararda; uyuşmazlığın, çöplerin boşaltılması amacıyla başvurucunun konutuna girilmesine izin verilmesine ilişkin Kaymakamlıkça tesis edilen 21/5/2003 tarihli işlemin icrasından kaynaklandığı, işlemin icra tarihi olan 22/5/2003 tarihinden itibaren altmış günlük dava açma süresi içinde doğrudan ya da 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince idareye yapılan başvuru üzerine verilen cevaptan sonra dava açılması gerektiği, somut olayda ise bu süreler geçirildikten sonra 8/7/2004 tarihinde davanın açıldığı belirtilmiştir. Bozma kararı üzerine yapılan yargılamada İdare Mahkemesinin 23/10/2012 tarihli kararıyla Danıştayın anılan kararı doğrultusunda davanın süre aşımından reddine hükmedilmiştir. Karara karşı yapılan temyiz talebi 17/4/2014 tarihinde, karar düzeltme talebi ise 13/11/2014 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesi tarafından reddedilmiştir. Nihai karar 2/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, somut olaydan kaynaklanan birtakım iddiaları Anayasa Mahkemesine yaptığı başka başvurularda da ileri sürmüştür. Bu kapsamdaki başvurular hakkında Anayasa Mahkemesince kararlar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi; bazı basın mensupları tarafından 22/5/2003 tarihinde başvurucunun konutuna izinsiz şekilde girilerek fotoğraflar çekildiği ve böylece kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla gerçekleştirilen 2013/3645 numaralı başvuruda süre aşımı nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Yine rıza olmaksızın konutuna girilerek elde edilen görüntülerin doğru olmayan bilgiler eşliğinde yayın organları tarafından kullanıldığı iddiasıyla gerçekleştirilen 2014/1291 numaralı başvuruda kişinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, kolluk güçleri ve özel güvenlik görevlileri tarafından mahkeme kararı olmaksızın konuta girildiği ve başvurucunun darp edildiği iddiasıyla gerçekleştirilen 2014/14951 numaralı başvuruda zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. 2577 sayılı Kanun’un "Üst makamlara başvurma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır." 2577 sayılı Kanun’un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4003
Başvuru, çöp ev olduğu ileri sürülen konuta kamu görevlilerince izinsiz şekilde girilmesi nedeniyle konut dokunulmazlığı hakkının, açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, üç yıllık eğitim sonucu alınan yüksekokul diplomasının lisans düzeyinde kabul edilmesi için yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru formuna ekli evraklardan anlaşıldığı üzere 31/3/1967 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı Ankara Tekniker Yüksekokulundan mezun olmuştur. Tekniker Yüksekokulları 1972 yılında kapatılmıştır. Başvurucu, sahip olduğu teknikerlik diplomasına istinaden Millî Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Dairesi ile Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emlak Dairesinde teknik eleman ve teknik büro şefi olarak yaklaşık yirmi beş yıl çalıştıktan sonra emekli olmuştur. Öte yandan 4/11/1981 tarihinde kabul edilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu 6/11/1981 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun'la daha önce tanımlı olmayan ön lisans ve lisans kavramları yasal düzeyde tanımlanmıştır. Buna göre öğrenim süresi iki yıl (dört dönem) olan yüksekokullar ön lisans, öğrenim süresi dört yıl (sekiz dönem) olan yüksekokullar ise lisans derecesi olarak kabul edilmiştir. 1/12/2004 tarihinde Türkiye "Avrupa Bölgesinde Yükseköğretimle İlgili Belgelerin Tanınmasına İlişkin Sözleşme"yi (Lizbon Sözleşmesi) imzalamıştır. 23/2/2006 tarihli ve 5463 sayılı Kanun'la Lizbon Sözleşmesi'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanması uygun bulunmuştur. Başvurucu; Lizbon Sözleşmesi'yle yabancı ülkelerden uygulamalı bilimler alanında alınan üç yıllık yüksekokul diplomalarının lisans diploması olarak kabulüne olanak sağlandığı, dolayısıyla kendisinin de sahip olduğu üç yıllık Tekniker Yüksekokulu diplomasının da lisans diploması olarak kabul edilmesi gerektiği savıyla Yükseköğretim Kuruluna (YÖK) idari başvuruda bulunmuştur. YÖK, başvuruya yasal süre içinde cevap vermeyerek talebi zımnen reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu ret işlemine karşı Ankara İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmış; dava reddedilmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir:  "Dava dosyasının incelenmesinden ; 1967 tarihinde üç yıllık eğitim veren Milli Eğitim Bakanlığı Tekniker Yüksek Okulu mezunu olan ve halen emekli olan davacı tarafından yüksek tekniker okulu diplomasının uygulamalı bilimler alanında lisans derecesinde kabul edilerek denklik verilmesi istemiyle yapılan 2010 tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.  Olayda, yukarıda yer verilen mevzuat uyarınca lisans diplomasının verilmesi için en az sekiz yarı yıllık bir programı kapsayan bir yükseköğretim mezunu olunması gerektiği , ön lisansın ise en az iki yıllık bir programı kapsaması gerektiği , eğitim süresinin üç yıllık olmasının mezuniyetin ön lisans kapsamında olmasını değiştirmediği, bu nedenle üç yıllık teknik yüksekokul mezunu olan davacı tarafından yüksek tekniker okulu diplomasının uygulamalı bilimler alanında lisans derecesinde kabul edilmesinin mümkün olmadığı anlaşıldığından, davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Karara karşı yapılan temyiz talebi Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından reddolunmuş, söz konusu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 7/11/2013 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine dair karar 27/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2547 sayılı Kanun’un maddesinin "r" bendi şöyledir: "Ön Lisans: Ortaöğretim yeterliliklerine dayalı, en az iki yıllık bir programı kapsayan nitelikli insan gücü yetiştirmeyi amaçlayan veya lisans öğretiminin ilk kademesini teşkil eden bir yükseköğretimdir” 2547 sayılı Kanun’un maddesinin "s" bendi ise şöyledir: "Lisans: Ortaöğretime dayalı, en az sekiz yarı yıllık bir programı kapsayan bir yükseköğretimdir.”B. Uluslarası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözlemesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:  "Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir." Lizbon Sözleşmesi'nin "Bölüm Yüksekeğitim Niteliklerinin Tanınması" başlıklı kısmının 1'inci maddesi şöyledir:  "Bir tanıma kararının, yüksek eğitim niteliğinin tevsik ettiği bilgi ve beceriyi temel aldığı ölçüde, her bir Taraf diğer bir Tarafta tevcih edilen yüksek eğitim niteliğini tanıyacaktır. Bunun yapılmaması için tanınması istenilen nitelik ile, tanıma talebi yapılan ülkedeki karsılık olan nitelik arasında büyük bir fark olduğunun gösterilmesi gerekir.."
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/127
Başvuru, üç yıllık eğitim sonucu alınan yüksekokul diplomasının lisans düzeyinde kabul edilmesi için yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yurt dışına çıkma yasağı ve imza atma yükümlülüğü şeklindeki adli kontrol tedbirleri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru11/11/2019tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) yönelik soruşturmalar kapsamında 13/4/2017 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Yapılan yargılamada 18/1/2018 tarihli duruşmada müsnet suçtan başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama, ikametgâhının bağlı olduğu kolluk birimine her ayın ve günleri 00-00 saatleri arasında müracaat ederek imza vermek şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Yapılan yargılamada 3/5/2018 tarihli duruşmada yurt dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbirinin yeterli ve ölçülü olacağı gerekçesiyle başvurucu hakkında uygulanan imza yükümlülüğüne ilişkin adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verilmiştir. 11/12/2018 tarihli duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, yurt dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbirinin hakkında verilen karar kesinleşip infazı tamamlanıncaya kadar devamına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında 28/3/2010 tarihinde düzenlenen komiser yardımcılığı sınavı sorularının sınav öncesi ele geçirilerek FETÖ/PDY mensuplarına dağıtıldığı iddiasıyla terör örgütüne üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından soruşturma başlatmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık tarafından başvurucu 19/4/2019 tarihinde, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan tutuklanması istemiyle nöbetçi sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"Ölçme ve Değerlendirme Bilirkişi raporunda; çok kuvvetli şüpheli olduğu, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından; SAYA kodu ile kodlandığı, (SAYA: FETÖ mensubu olup 'gassalin elindeki meyyit' olarak ifade edilen, zaafları olmayan, her şeyiyle kendisini örgüte teslim etmiş polis memurlarını ifade ettiği), sınav sonrası itirazlar üzerine İdare ve Mahkemece hatalı ve yanlış olduğu için iptal edilen toplam 13 sorudan, 12 soruya doğru cevap verdiği, sınav sonucuna göre Listedeki sıralamada Sırada olduğu, sınav sonrası itirazlar üzerine İdare ve Mahkemece hatalı ve yanlış olduğu için iptal edilen 13 sorudan sonra tekrardan yapılan listedeki sıralamada ise Sırada olduğu, Bylock isimli proğramı kullandığı, hakkında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü kapsamında işlem yapıldığı, etkin pişmanlıktan faydalanan Y.A.nın alınan ifadesinde örgüt toplantılarına katılan olarak geçtiği, Ankara Emniyet Müdürlüğü kadrosunda çalışmakta iken 22/11/2016 tarihinde 677 sayılı KHK ile ihraç olduğu tespit edilmiştir." Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihli sorgusuyla başvurucunun tutuklanması talebinin reddine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı ile haftada iki gün imza atma yükümlülüğüne ilişkin adli kontrol tedbirine karar vermiştir. Sulh Ceza Hâkimliği kararının gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:"...Şüphelilerin üzerlerine yüklenen kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarının vasıf ve mahiyetine göre dosyadaki mevcut delil durumu dikkate alındığında haklarında tutuklama tedbiri yerine adli kontrol uygulanmasının yeterli olacağı anlaşılmakla şüpheliler hakkındaki tutuklama talebinin ayrı ayrı reddine, şüphelilerin başka suçtan tutuklu veya hükümlü bulunmamaları halinde CMK 101/ Maddesi gereğince derhal serbest bırakılmalarına, yüklenen suçların niteliği, mevcut delil durumuna göre şüphelilerin CMK. ve devamı maddeleri gereğince adli kontrol altına alınmalarına, şüphelilerin CMK 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkışının yasaklanmasına,...Şüpheliler ... İbrahim Aydoğan .. CMK 109/3-b maddesi uyarınca soruşturma süresince ikametlerine en yakın kolluk birimine giderek her Pazartesi ve Çarşamba günü saat 08:00-21:00 saatleri arasında imza atmak suretiyle adli kontrol kararının yerine getirilmesine... [karar verildi.]" Başsavcılığın 17/5/2019 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, resmî belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Başsavcılık, iddianamede başvurucu hakkında yaptığı değerlendirmede;- Başvurucunun 2009 ve 2010 yıllarındaki komiser yardımcılığı sınavlarındaki puanlarının farkı (20,924 puan ve üzeri), mahkeme kararıyla veya idari işlemle iptal edilen 13 soruya doğru yanıt verme sayısı (9 ve üzeri), Polis Akademisi ile Millî Eğitim Bakanlığının hazırladığı sorulardaki başarı oranı farkı ve GBT programı ile cevap örüntü benzerliklerine ilişkin eşleşme sayısı (100'ün üzeri) gözetilerek yapılan incelemeler sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda; başvurucunun üç ölçütten üçüne yakalanarak (2009 yılındaki sınava girmemiştir.) soruları sınavdan önce elde edip kullandığına dair çok kuvvetli şüpheli olduğu, öte yandan mahkemeler veya idare tarafından iptal edilen 13 sorunun 12'sini doğru cevaplamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bu durumun sınav sorularını önceden yasa dışı şekilde elde ettiğini gösterdiği ileri sürülmüştür. - HTS analiz raporuna atıf yapılarak başvurucunun diğer şüphelilerle sınav öncesi ve sonrasında irtibatlı olduğu belirtilmiştir.- Başvurucunun ByLock isimli uygulamayı 14/10/2014 tarihinden itibaren kullandığı belirtilmiştir.- FETÖ/PDY'nin mahrem yapılanmasıyla ilgili 2017/68532 sayılı soruşturma kapsamında ele geçirilen ve Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı görevlilerince imaj alma işlemi gerçekleştirilen micro SD kart içeriğindeki dijital veri üzerinde yapılan incelemeler neticesinde örgüt tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin fişlendiği ve personele örgüt perspektifiyle çeşitli sistematik kodlar verildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun SAYA (FETÖ/PDY mensubu olup zaafları olmayan, her şeyiyle kendisini örgüte teslim etmiş kişileri ifade ettiği) koduyla fişlendiği ileri sürülmüştür. - Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/4596 sayılı soruşturması kapsamında şüpheli olarak dinlenen kişi ifadesinde 2000-2004 yılları arasında Niğde'de görev yaptığını, bu süre içinde bazen haftada bir, bazen on beş günde bir cemaatin düzenlediği sohbetlere katıldığını, sohbetlerde risale okunup namaz kılındığını, Niğde Üniversitesindeki öğrencilerin zaman zaman yaptıkları sohbet toplantılarına katılan diğer polis memurları arasında başvurucunun da bulunduğunu söylemiştir. İddianamede sonuç olarak başvurucunun polis memuruyken -amir pozisyonunda etkin bir şekilde Emniyet Genel Müdürlüğüne komiser yardımcısı olarak yerleşmek amacıyla- diğer örgüt mensuplarından sınavdan öncesoru ve cevapları elde ederek resmî belge niteliğindeki cevap kâğıdına önceden öğrendiği soruların cevaplarını yazarak gerçek olmayan bir durumun ortaya çıkmasına neden olduğu, cevap kâğıdını içerik itibarıyla başkalarını aldatacak şekilde sahte olarak düzenlediği, oluşturduğu sahte belgeyi hile unsuru olarak kullanıp kamu kurumu niteliğindeki İçişleri Bakanlığını ve Emniyet Genel Müdürlüğünü aldatarak sınava giren diğer adaylar zararına ve kendi yararına olacak şekilde sınavı (yedek listeden) kazandığına dair resmî belgeyi düzenlettirdiği, bu şekilde üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma ve resmî belgede sahtecilik ile nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs suçlarını işlediği iddia edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkeme 30/5/2019 tarihli tensip zaptı ile başvurucu hakkında uygulanmakta olan adli kontrol tedbirinin devamına karar vermiştir. Tensip zaptında, duruşmanın 21/10/2019 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Başsavcılık; başvurucunun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yargılama yapılarak 6 yıl 3 ay hapis cezası verildiği anlaşıldığından bu suçtan açılan davanın reddine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 21/10/2019 tarihli duruşmada başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı eylem nedeniyle başka mahkeme tarafından cezalandırıldığından davanın reddine, resmî belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından ise beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın sınavdan önce hukuka aykırı bir şekilde elde ettiği soruları ve cevapları ile gerçek başarı ve performansını değil gerçek olmayan bir durumu resmi belge olan cevap kağıdına işlediği için aldatıcı beyan taşıyan resmi belge niteliğindeki cevap kağıdının da içerik itibariyle sahte belge haline gelmesine sebebiyet verdiği, bu sayede kurum tarafından düzenlenen sınav sonuç belgesinin de sahte ve gerçeği yansıtmayan belge niteliğine kavuştuğu bu şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddia edilmiş ise de; iddianamedeki anlatım itibariyle sanığın sonuç belgesi üzerinde sahtecilik yaptığının iddia edilmediği, iddianın içerik sahteciliğine yönelik olduğu, içerikte sahteciliğin yukarıdaki anlatımlar karşısında ancak memur kişi tarafından işlenebileceği, sanığın memur olmaması nedeniyle içerik sahteciliğinin faili olamayacağı, dosyaya sahte olarak düzenlendiği iddia edilen soru kitapçığı ve sonuç belgesi aslının da dosyada bulunmaması nedeniyle bu yönde de bir inceleme yapılamadığı, dolayısıyla sanığın şüpheden sanık yararlanır ilkesi de dikkate alınarak üzerine atılı suçu işlediğine yönelik her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşılmakla sahtecilik suçundan beraatine,Bilirkişi raporlarındaki soruların önceden temin edildiğine dair tespit edilen şüphenin sanık aleyhine yorumlanamayacağı, yine özelde bu davaya mahsus olmak üzere, mevcut delil durumuna göre istatistiki bilgilerle sınavlardaki başarı ve başarısızlığın da, dolandırıcılık suçunun sübut bulması için yeterli olamayacağı, sanığın aşamalarda alınan ve istikrar arzeden savunmalarında suçlamaları kabul etmediği, sanık savunmasının aksinin de ispatlanamadığı, bu haliyle sanığın üzerine atılı eylemleri gerçekleştirdiği konusunda kuşku hasıl olduğu ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan "kuşkudan sanık yararlanır" kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulunun, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlı olduğu, bu ilkenin özünün, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından taşıdığı önemden dolayı, gözönünde tutulması gereken herhangi bir meselede başgösteren kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesi esasına dayandığı, oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kuralın, bir suçun işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda kuşku belirmesi halinde uygulanabileceği, şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar, sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemeyeceği, ceza mahkûmiyetinin bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmasının ve bu ispatın, teorik de olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemesinin gerektiği, yüksek de olsa bir varsayıma dayanılarak sanığı cezalandırmanın, ceza yargılamasının en önemli amacı olan maddi gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek olacağı hususlarının izahtan vareste olduğu, ceza yargılamasında mahkûmiyet kararının bir varsayıma değil, kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanması halinde verilebileceği, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre de, sanığın atılı suçtan cezalandırılmasını gerektirir kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği kanaatine varılmakla, sanığın atılı suçtan beraatine... [karar verilmiştir.]" Mahkeme, aynı zamanda karar kesinleşene kadar başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 23/10/2019 tarihinde adli kontrol tedbirinin kaldırılması talebiyle karara itiraz etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2019 tarihinde adli kontrol kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararın ardından 11/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Davaya katılan Hazine ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karşı başvurucu aleyhine istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Başvurucu vekili 4/5/2020 tarihli dilekçesi ile başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirlerinin COVID-19 sebebiyle kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 6/5/2020 tarihli kararı ile imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına ve yurt dışı çıkış yasağı adli kontrol tedbirinin hükmün infazı başlayana kadar devamına karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adli kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerira) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.... (5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.  (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz.  (7) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir. (2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolün içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir. (3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır."..." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararının kaldırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanığın istemi üzerine, Cumhuriyet savcısının görüşünü aldıktan sonra hâkim veya mahkeme 110 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre beş gün içinde karar verebilir. (2) Adlî kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tedbirlere uymama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Adlî kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir.... (2) (Ek: 24/11/2016-6763/24 md.) Birinci fıkra hükmü, azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle verilen adli kontrol tedbirinin ihlali hâlinde de uygulanabilir. Ancak, bu durumda tutuklama süresi ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde dokuz aydan, diğer işlerde iki aydan fazla olamaz."
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36711
Başvuru, yurt dışına çıkma yasağı ve imza atma yükümlülüğü şeklindeki adli kontrol tedbirleri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tazminat davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Diyarbakır'ın Bismil ilçesi, Kamışlı Özel Tip Jandarma Komutanlığı emrinde askerlik görevini yapmakta iken 23/9/2013 tarihinde eğitim sırasında düşerek belini sakatlamıştır. Başvurucunun Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Hastanesinde tedavisine başlanmış, geçirdiği ameliyat sonrasında 11/10/2013 tarihinde hava değişimine gönderilmek kaydı ile taburcu edilmiştir. Başvurucu 16/4/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (İdare) başvuru yaparak idarenin kusuruna dayalı olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere tazminat talebinde bulunmuştur. İdarenin cevap vermemesi üzerine 000 TL maddi tazminatın yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 18/5/2018 tarihli ara kararı ile başvurucunun maluliyet oranının belirlenmesi için Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (Hastane) aracılığıyla sağlık kurulu raporu aldırılmasına karar vermiş ve başvurucunun sevkini yapmıştır. Sevk işlemi üzere Hastane tarafından başvurucunun olay tarihli tıbbi evrakının gönderilmesi istenmiş ve istenen belgeler geldikten sonra rapor düzenlenebileceği belirtilmiştir. Eksik belgelerin temini sonrası başvurucu, Mahkemenin 16/1/2019 tarihli ara kararı ile Hastaneye yeniden sevk edilmiştir. Bu kez de yine Hastane tarafından başvurucuya ait sağlık kurulu raporu düzenlenebilmesi için olay tarihli tıbbi evrakın tamamının istendiği görülmüştür. Mahkeme bunun üzerine 17/4/2019 tarihli yazısı ile başvurucuya ait dosyada bulunan tüm tıbbi bilgi ve belgeleri temin ederek Hastaneye göndermiş ve 12/6/2019 tarihli son ara kararıyla bu bilgi ve belgeler incelenmek ve başvurucu da muayene edilmek suretiyle son durumu gösterir sağlık kurulu raporunun düzenlenmesini istemiştir. Ancak Hastanenin 30/7/2019 tarihli cevabi yazısında başvurucunun ara kararı gereği olarak Hastaneye müracaat etmediği için belirtilen sağlık raporunun düzenlenemediğinin belirtildiği görülmüştür. Mahkeme 27/2/2020 tarihli kararıyla davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun maluliyet oranı hakkında sağlık kurulu raporu aldırılmasına karar verilmesine rağmen başvurucunun raporun düzenlenebilmesi için sevk edildiği Hastaneye müracaat etmediği, zararın başkaca bir delille de ispat edilemediği belirtilmiştir. Nihai karar 22/4/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15676
Başvuru, tazminat davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, üst düzey bir kamu görevlisi hakkında yapılan haberler nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Isparta'ya yönelik haber yapan www.ispartanews.com isimli internet sitesinin imtiyaz sahibidir. Bu internet sitesinde yapılan haberlerin altına okuyucular tarafından yorum yazılabilmektedir. Ancak başvuruya konu yazılar internet sitesinde yayımlanan haberler olup derece mahkemesi kararında okuyucu yorumları değerlendirme konusu yapılmamıştır. Müşteki ise 14/5/2015 tarihinden beri Süleyman Demirel Üniversitesinde (SDÜ) rektör olarak görev yapmaktadır. Sözü edilen internet sitesinde müşteki hakkında birden fazla sayıda haber yapılmıştır. Bu haberlerin ilgili kısımları şöyledir:i. 29/6/2015 tarihli "SDÜ'de binasız kaldı ama..." başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ zarara mı uğratılıyor. Binası, öğrencisi, okulu olmayan Meslek Yüksek Okulu'na (MYO) SDÜ yönetiminin atama yaptığı ortaya çıktı. 5 yıldır faaliyete geçirilemeyen ...MYO binasız kaldı ama SDÜ rektörü [Ç.nin] buraya müdür, müdür yardımcısı atadığı ortaya çıktı. MYO'ya tahsis edilen... Taşınmazın 20 yıllığına 000 TL'ye bir otel işletmesine kiraya verildiği, yıllık kira bedelinin 100 TL olduğu öğrenildi".ii. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 11/9/2015 tarihli "SDÜ'nün Rektörü Eleverir Öğüdü Ama" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ rektörü eleverir öğüdü kendi yer salkım söğüdü, SDÜ rektörü bakın neler yazmış: 'Bölüm açmak kolay ama ben bu kolayı seçmem. Kendi çocuğumu tam donanımı olmayan, altyapısı eksik bir bölüme nasıl göndermezsem, başkasının çocuğunu da riske atamam'. Bir çok kez yazmamıza rağmen, SDÜ güzel sanatlar fakültesine ...asgari 3 öğretim üyesi olmamasına rağmen öğrenci kaydı yapıldı. ... Gelecek günlerde öğrenci almaması gereken lisans ve ön lisans bölümlerinde neler olup bittiğini, nelerin döndüğünü açıklamaya devam edeceğiz." iii. 29/9/2015 tarihli "SDÜ Rektöründen Paralele Tam Destek" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ Rektörü İ.H.Ç. ve ekibinin öğretime başlayan SDÜ'de paralelci cemaatin fakülte ve MYO'larda öğrenci toplanmasını engellemek için hiçbir tedbir almadığı tespit edildi ve böylece paralelcilerin çalışmalarına sessiz kaldığı iddia edildi. ... Ispartanews in daha önce SDÜ yönetimini bu konuda bizzat sözel ve yazılı olarak uyarmasına rağmen hiçbir tedbir alınmamasını nasıl yorumlamak gerekir.Eğer SDÜ rektörü İ.H.Ç bu iddiaya hayır diyorsa ne tedbir aldığını açıklasın da biz de fakülte ve MYO önlerinde neler olduğunu anlatalım.  ... Şimdi SDÜ rektörüne soruyoruz bunun sebebi ne olabilir acaba......İşbirlikçileri bu görevlere kimler getirdi, atama kararnamelerinde sizin imzanız var mı..."iv. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 23/10/2015 tarihli "SDÜ'nün 1 Kasım Sendromu" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ'nün geçici çırak rektörünün 1 Kasım seçim sonuçlarına göre hareket etme fikri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a olan bağlılığında şüphelerin oluşmasına neden oldu.Paralelle mücadelede samimi olan kişinin seçim sonuçlarını beklemeden gereğini yapması gerekirken, seçim sonuçlarını beklemesi, SDÜ rektörünün gerçekte Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlılığında şüphelerin oluşmasına neden oldu.Göreve geldiği günden bu yana gerçek anlamda paralelle mücadele konusunda parmağını kıpırdatmayan rektör 1 Kasım seçimlerini mi bekliyor diye halk arasında konuşmalar yapılmaktadır....Geçici rektör geçmişten beri birlikte çalıştığı paralelcilerle paylaştığı birtakım çalışmaların ve projelerin ortaya çıkmasından mı korkuyor......Paralelin eski rektör yardımcılarından birinin zamanında ilkasker üssüyün [başvurucu zaman zaman müşteki ile ilgili böyle bir kısaltma kullanıyor] referansı ile ... Müdürü olduğunu üniversite kamuoyu halen unutmamıştır... Bu kripto paralelcinin halen devletin en üst kurumlarında bilim kurulu olarak görev yaptığını ve yönetimin bu hususta parmağını kıpırdatmadığını biliyor musunuz.SDÜ'deki paralelcilerin mevzilerini güçlendirdiklerini ve üzerilerine gidilmediği için kendilerini kamufle ettiklerini biliyor musunuz...1 kasımdan sonra Türkiye'de çok şey değişecek, ... Paralelciler girecek delik ararken, paralelcilere göz yumanların nerelere gireceğini de hep birlikte göreceğiz"v. 2/11/2015 tarihli "SDÜ'de Paralelcilere Mahkeme Şoku" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ'de paralelci yönetimin mobbing uyguladığı gerekçesiyle açılan mahkemenin açıkça kararında 8 madde halinde saydığı mobbing fiillerinin de sayıldığı karar temyizde onandı. Şimdi ne olacak...Mahkemenin kararı gereği ilgili personele ödenen .. tazminatınparalelci yönetime rücu edilip edilmeyeceği merak konusu.... SDÜ'nün çırak rektörünün bu kararın bozulması için karar düzeltilmesi talebinde bulunduğu bilindiği için, şimdi nasıl bir tavır takınacağımerak konusu..."vi. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 6/11/2015 tarihli "SDÜ Rektörü Kendine Gel" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ'nün geçici çırak rektörü, kendi kendisini dekan vekili atayarak, rektörlükten dekan vekilliğine terfi etti. İ.H.Ç.nin spor bilimleri fakültesinde dekan vekili olarak görev yaptığı ortaya çıktı. ... Allahım Ispartanın ve bizim ne günahımız var......bu kadroyu birine mi saklıyorsunuz...başkasını atarsanız o koltuktan kalkmayacağını mı düşünüyorsunuz...dekan vekilliği maaşı alıyor musunuz..."vii. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 7/1/2016 tarihli "SDÜ Rektörü Paralelcilerin Aldığı Memurlara Yemin Ettirdi" başlıklı yazının ilgili kısmı: " SDÜ'de paralelci yönetim tarafından açıktan atanarak memuriyete geçirilen K.Y., F.Y., O.A, Ö. gibi isimlerin, paralelle mücadele kapsamında hiçbir araştırma yapılmadan memuriyete kabul edildiği iddia edildi...... Geçmişte alınan personel hakkında devletin ilgili birimlerine hiçbir araştırma yaptırmadan, asaletlerini tasdik etmek, insanın kafasında, paralelcilik acaba beyin arkasında birilerinde devam mı ediyor sorularını gündeme getiriyor..."viii. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 16/1/2016 tarihli "SDÜ'nün Bilgisiz Rektörü" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ rektörü 2011'den bu tarafa diplomalar imzalanmadığı için ben imzalıyorum, mesajını basına dağıttı. Fakat ey bire cahil rektör, sen hiç SDÜ mezunlarına verilecek belgelerin düzenlenmesine ilişkin yönergeyi okumaz mısın, her önüne konanı yer misin... ...Diplomalar düzenlenme tarihindeki bilgileri içerir ce o tarihteki yetkililer tarafından imzalanması gerekir.SDÜ'nün çırak rektörü olarak, 2011,2012,2013,2014 mezunlarının diplomalarını imzalama yetkiniz bulunmamaktadır. ...Kamuoyuna ve ilgililere sesleniyoruz:-SDÜ sahipsizdir, SDÜ'de başıbozukluk hakimdir.- Kanunsuzlukların üzeri örtülmektedir. ...-SDÜ'de paralelciler kollanmaktadır ...-SDÜ rektörü sayın Cumhurbaşkanımıza artık zarar vermektedir.-SDÜ rektörü emanete ihanet etmiştir."ix. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 19/1/2016 tarihli "SDÜ Rektörü Yalanmı Söylüyor Doğrumu Söylüyor" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ'nün geçici çırak rektörüne soruyoruz, yönerge senato kararı ile değişir. Sizin tüm senato kararlarınız elimizde, eğer gizli oturum yapmadıysanız, siz senato kararı olmadan yönergeyi nasıl değiştirdiniz..."x. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 27/1/2016 tarihli "SDÜ REKTÖRÜNE İMAN DERSLERİ" başlıklı yazının ilgili kısmı: "SDÜ'nün yöneticileri abdesti bozan şeyleri, namazı ve orucu bozan şeyleri bizden iyi bilir... İmanı bozan haller neler pekala: 1-Kul hakkı yemek (metresi 90 TL yerine metresi 35 TL yüzelerce metrelik perde almak2-Emeği hiçe saymak (daire başkanının emekli kaynı işe devam ederken, iki çocuğu olan bir genci kış vakti evden çıkarmak)3- işi ehline vermemek (yapı işleri daire başkanlığına mühendis veya teknik olmayan birini atamak)4- adam kayırmak (kadro verilirken adrese teslim ilanlar çıkarmak) ... 8- büyük görünce dalkavukluk etmek ... İmanı bozuk olanın, abdesti olsa namaz için başı secdeye varsa, oruç tutsa ne olur... Kendini adam sanar ahir zaman abdestsizleri,,, paralelin hiçbir baskısına ses çıkarmazken, onlar gidince tüm mücadeleyi ben yaptım der...Şimdi soralım bu kişi kim diye:-Önceki rektörlük seçiminde, cemaatin adayı olan N.yi, destekleyen-Sonraki 2011 rektörlük seçiminde de cemaatin Isparta imamı ile rektörlük seçim platformunu kuran ve başkanlığını yürüten-sonra da paralelin görevden aldığı insanlarla, cemaat arasında arabuluculuk yapıp, cemaat sizinle çalışmak istemiyor bizi fazla zorlamayın diyen kişi kim acaba" şeklindedir. Müşteki, yukarıdaki yazıların tamamı hakkında tekzip metni yayımlatmıştır. Müşteki, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle de 26/2/2016 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle 16/3/2016 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan (kapatılan) Isparta Asliye Ceza Mahkemesinin (devredilen Isparta Asliye Ceza Mahkemesinin) (Mahkeme) 10/5/2016 tarihli duruşmasında başvurucu şu şekilde beyanda bulunmuştur:"yazdığımı belirttiğim yazılar şikayetçi İ.H.Ç.nin paralelci olduğuna ilişkin iddia ve yazılara ilişkindir, hakaret olduğu iddia olunan yazılar tarafımca yazılmamıştır, bu yazılar paralel ile ilgili değildir, zaten müştekinin de paralel ile ilgili yazılardan bir şikayeti yoktur, yani ben sadece müştekinin paralelci olduğunu belirten yazıları yazdım hakaret içeren yazıları ben yazmadım." Mahkeme 23/5/2016 tarihinde başvurucunun 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB)karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dava konusu yazılarda bahsi geçen ve sanık tarafından katılanın paralelci olduğuna dair bizzat kendisi tarafından yazıldığını kabul ettiği yazılarda geçen 'dalkavuk', 'imanı olmayan', 'kendini adam sanmak', kelimeleri ile şahsen SDÜ rektörü olan katılanın kastedildiği, bu kelimelerin, yapılmak istenen haber ve verilmek istenen bilgi için gerekli olmayan, katılanı kamuoyu önünde küçük düşürmeye yönelik kişilik haklarına saldırı niteliğinde kelimeler olduğu; yine paralel/paralelci/paralel yönetim sözleriyle de katılanı, terör örgütü olan PDY/FETÖ 'nün mensubu ve bu örgütünamaç ve saiki doğrultusunda hareket ediyormuş gibi farklı göstererek imtiyaz sahibi olduğu haber sitesinin gücünü ve etkisini kullanarak katılanı itibarsızlaştırmaya, küçük düşürmeye yönelik kişilik haklarınasaldırı niteliğinde tanımlamalar olduğu, bu itibarla sanığın üzerine atılıgörevinden dolayıkamu görevlisine hakaret suçunun yasal unsurlarının oluştuğu,suçunun sabit olduğu kabul ve kanaatiyleatılı suçtan cezalandırılmasına,sanıkaynı suçuişleme kararlılığıyladeğişiktarihlerdebu suçu birden fazla işlediğindensarf edilen sözlerin içeriği ve suç kastının yoğunluğu dikkate alınarak TCK'nun maddesi gereğince yapılacak artırımın 2/4 oranında belirlenmesine, ancak koşulları oluştuğundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermek gerekmiştir". İtiraz üzerine Isparta Ağır Ceza Mahkemesi 29/6/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 25/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14951
Başvuru, üst düzey bir kamu görevlisi hakkında yapılan haberler nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sahte fatura kullanma sebebine dayalı olarak resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle açılan davada fatura düzenleyicisi mükellefin faaliyetinin gerçek olduğu yolunda başka mahkemeler tarafından verilen kararların dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Rami Vergi Dairesinin mükellefi olan başvurucu, plastik paketleme malzeme imalatı işi ile uğraşmaktadır. Başvurucuya ait 2010 yılı yasal defter ve belgeler üzerinde inceleme yapılmıştır. Anılan incelemede başvurucunun alış belgeleri arasında K. Limitet Şirketinden (Şirket) aldığı faturalara rastlandığı, bu faturaların yasal defterlere kaydının yapıldığı ve ilgili dönem beyannamelerine intikal ettirildiği hususları tespit edilmiştir. Şirket hakkında düzenlenen 28/11/2013 tarihli vergi tekniği raporunda;Toptan plastik hurda faaliyetinde bulunmak üzere 11/2/2009 tarihinde tesis edilen mükellefiyetinin 31/8/2012 tarihi itibarıyla resen terkin edildiği, defter ve belge isteme yazısı tebliğ edildiği hâlde ibraz ödevinin yerine getirilmediği belirtilmiştir. Şirket nezdinde yapılan yoklamalarda işyerinin küçük olduğu, şube ve deposunun olmadığı, nakliye aracının bulunmadığı, stok emtiasının olmadığı tespit edilmiştir. Şirketin 2011 yılında mükellefiyeti resen terkin edildikten sonra tekrar mükellef olmak için dilekçe verdiği, mükellefiyeti başladıktan sonra 2012 yılında mükellefiyetinin resen terkin edildiği ifade edilmiştir. Resen terkinden önce yeni adresinde yapılan yoklamada faal olmadığı görülmüştür. 2009 ile 2012 yılları arasında mal ve hizmet alımı yaptığı firmalar hakkında sahte fatura düzenlediği hususunda vergi tekniği raporları bulunduğu, öte yandan 2010 ile 2012 yılları arasında alım yapılan firmaların %98'inin hakkında olumsuzluk (düzenleme yönünde) bulunan mükellefler olduğu belirtilmiştir. Yine mükellefin 2009 yılı ile 2012 yılı arasında çok yüksek satış rakamları bildirmesine rağmen mal ve hizmet alımına ilişkin bildirdiği rakamların satış rakamlarına oranla düşük olduğu ve bu tespitlerden hareketle de başvurucunun düzenlediği tüm faturaların sahte olduğu kanaati ifade edilmiştir. Yukarıda yer verilen tespitlere bağlı olarak Şirketin düzenlediği faturalar sahte olarak kabul edilmiş ve başvurucunun Şirketten yapmış olduğu alımların sahte fatura ticareti niteliğinde olması nedeniyle hakkında 16/12/2015 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiş ve 2010/8 dönemine ilişkin olarak 30/12/2015 tarihinde vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu, cezalı tarhiyatın iptali istemiyle 27/1/2016 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde alım yapmış olduğu Şirketten kendisi gibi alış yapan başka mükelleflerin açmış olduğu davalarda Şirketin düzenlediği faturaların sahte olmadığına karar verildiğini belirterek anılan mahkeme kararlarını dilekçesine eklemiştir. Bununla beraber Şirket ile olan ticari ilişkisinin gerçek olduğunu, ödemelerin banka aracılığıyla yapıldığını ifade etmiştir. Mahkeme, başvurucunun açmış olduğu davayı 30/6/2016 tarihli kararı ile reddetmiştir. Kararda Şirket hakkında yukarıda değinilen tespitlere yer verildikten sonraŞirketin defter ve belgelerini ibraz etmediği, 2010, 2011 ve 2012 yıllarındaki alışlarının %98'inin hakkında olumsuzluk (düzenleme yönünde) bulunan mükelleflerden yapıldığı, hakkında olumsuzluk bulunmayan bir kurumdan yapılan alımların ise toplam alışlara oranının uyuşmazlık konusu dönemde binde 7 gibi cüzi bir oranda olduğu şeklindeki tespitlerden hareketle Şirketin gerçek ticari muamele gerçekleştirmediğinin kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle Şirket tarafından düzenlenip başvurucunun katma değer vergisi beyannamesinde indirim konusu yapmış olduğu faturaların gerçek ticari muameleye dayanmadığı ifade edilerek dava konusu cezalı tarhiyatta hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 23/9/2016 tarihinde mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Dilekçesinde, Şirket tarafından düzenlenen faturalara alımlarına ilişkin açılan davalarda Şirketin düzenlediği faturaların gerçek kabul edildiğini ifade etmiş ve emsal gösterdiği kararları dilekçesine eklemiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/12/2016 tarihinde mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kabul etmiştir. Kararda, Şirket hakkında düzenlenen vergi tekniği raporundaki tespitlere yer verdikten sonra Şirketin yapılan yoklamalarda aktif olarak yer alması, işçisinin bulunması ve sahte fatura düzenlediğine yönelik yeterli ve somut tespit bulunmaması karşısında Şirket tarafından indirim konusu yapılan katma değer vergilerinin yer aldığı faturaların gerçek bir alım satıma dayalı olmadığı sonucuna varılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Davalı idare 9/2/2017 tarihinde kararın düzeltilmesini talep etmiştir. Karar düzeltme isteminin de 19/4/2017 tarihli kararla kısmen kabul edilerek Bölge İdare Mahkemesinin davanın vergi ziyaı cezasına ilişkin verdiği iptal kararının kaldırılmasına, mahkeme kararın kısmen onanmasına, davanın vergi ziyaı cezasının tekerrür nedeniyle artırılan kısmına ilişkin olarak ise istemin reddine karar verildiği görülmektedir. Sonuç olarak davanın bir kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatına ilişkin kısmı reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 10/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, aynı mükelleften alınan faturalarla ilgili yapılan tarhiyatlara karşı başka şirketler tarafından açılan davalarda verilen kararlardan bahsederek aynı maddi olgunun farklı değerlendirildiğini vurgulamaktadır. Bu kararlardan Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 23/5/2019 tarihli ve E.2016/19509, K.2019/2360 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava konusu istem: Davacı adına, Bornova Vergi Dairesi Müdürlüğünün 5070705575 vergi numaralı mükellefi K. Şirketinden aldığı faturaların sahte olduğu yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak 2011/Mart, Haziran, Ağustos ve Ekim dönemleri için re'sen tarh edilen bir kat vergi ziyaı cezalıkatma değer vergisi ile213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 353/ maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasıistemine ilişkindir.İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:K. Şirketi hakkındaki 28/11/2013 tarih ve 2013-A-959/27 sayılı vergi tekniği raporunda yer alan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden, şirketin 2011 yılında iş yerinde yapılan yoklamalarda faal olduğu, çalışan işçilerinin ve emtiasının bulunduğu,mükellefin katma değer vergisi dahil cirosu ileBa/Bs formaları analiz edildiğinde dengeli bir tablo ortaya çıktığı, defter ve belgelerinde noter tasdikinin bulunduğu, diğertespitlerin söz konusu faturaların sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olduklarınısomut olarak ortaya koyamadığı, vergi incelemesinden beklenilen amacı gerçekleştirmekten uzak ve eksik incelemeye dayalı vergi inceleme raporuna istinaden tarh olunanvergi vekesilen cezalarda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulünekarar verilmiştir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir." Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2015/9487, K.2015/11557 sayılı kararı ise şöyledir:" ... Bornova Vergi Dairesi Müdürlüğünün 5070705575 vergi numaralı mükellefiK.Plastik Kimya Sanayi ve Dış Tic. Ltd. Şti.'den aldığı faturaların sahte olduğu yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak2009/Mayıs dönemi için re'sen tarh edilenkatma değer vergisiile kesilen bir kat vergi ziyaı cezasınınkaldırılması istemiyle açılan davayı kabul eden İstanbul Vergi Mahkemesi'nin 25/05/2015 tarih ve E:2014/2445, K:2015/1481 sayılı kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.... temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına..." 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Türkiye'de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,..." 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, ..." 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir...." 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Re'sen vergi tarhı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.... Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihticaca salih bulunmazsa.... (Ek: 30/12/1980-2365/4 md.) Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa...." 213 sayılı Kanun'un maddesinin "Maksat" kenar başlıklı birinci fıkrası şöyledir:"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..." 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziyaı cezası" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30526
Başvuru, sahte fatura kullanma sebebine dayalı olarak resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle açılan davada fatura düzenleyicisi mükellefin faaliyetinin gerçek olduğu yolunda başka mahkemeler tarafından verilen kararların dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Serdar Özel tapusuz taşınmazın tescili talebiyle 2006 yılında dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 13/10/2008 tarihinde başvurucu tarafından açılan davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/7/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine dava dosyası Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/856 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu İzzettin Özel tapusuz taşınmazın tescili talebiyle 2011 yılında dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/285 sayılı dosyasına kaydedilen dava, Mahkemenin E.2010/856 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş; yargılamaya E.2010/856 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/856 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiş; Mahkemece 1/4/2014 tarihinde taraf vekillerinin bulunduğu duruşmada başvurucu Serdar Özel'in davasının reddine, başvurucu İzzettin Özel'in davasının kısmen kabulüne karar verilmiştir.Temyiz talebinde bulunulmuş olup dosya henüz temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmemiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7688
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/62657
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz kalma ve konu hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 2/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 15/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 12/7/2013 tarihinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK madde ile görevli) yürütmekte olduğu bir soruşturma kapsamında İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır. Başvurucunun 12/7/2013 tarihli gözaltı giriş raporunda darp ve cebir izi rastlandığına ilişkin bir ibare bulunmamaktadır. Tutanak ve kamera kaydı çözümlemelerine göre 12/7/2013 tarihinde saat 10 sıralarında başvurucunun tuvalet ihtiyacı için nezarethaneden çıkarıldığında sigara içmek istemesi, tekrar nezarethaneye girmek istememesi, polis memurlarına yönelik tehdit ve hakaretlerde bulunması üzerine başvurucuya karşı güç kullanılarak nezarethaneye girmesi sağlanmıştır. Yine tutanak ve kamera kaydı çözümlemelerine göre başvurucu nezarethane içinde agresif tavırlar sergilemiş, nezarethane içinde bulunan yatağı sökmüştür. Başvurucunun gözaltı süresinin uzatılması üzerine 14/7/2013 tarihinde 10 sıralarında adli muayene raporu aldırılmak üzere sağlık kuruluşuna götürülmek istenmiş, başvurucunun sağlık kuruluşuna gitmek istemeyerek direnmesi üzerine başvurucu kuvvet kullanılarak nezarethane bölümünden çıkarılmış ve sağlık kuruluşuna götürülmüştür. Düzenlenen zor kullanma tutanağında, başvurucunun kelepçelenerek nezarethaneden çıkarılmaya çalışılırken direnmesi üzerine kafasını nezarethanenin duvarına vurduğu belirtilmektedir. Başvurucu sağlık kuruluşuna götürülerek muayene edilmiş, kafasının sol pariyetalinde 1x1 cm.lik ödem ve minimal kızarıklık tespit edilmiş, beyin cerrahi konsültasyonunda ise ekstra bir bulguya rastlanmamıştır. Başvurucunun gözaltı çıkış işlemleri için 16/7/2013 tarihinde aldırılan raporunda yeni bir darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmektedir. Başvurucu 19/7/2013 tarihinde vekili aracılığıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vermiş, gözaltına alındığı ilk gün bir polis memuru tarafından işkence yapılmakla tehdit edildiğini, yatağını almaları nedeniyle yerde yatmak zorunda kaldığını, 14/7/2013 gecesinde yaklaşık on polis memuru tarafından sürüklenerek nezarethaneden çıkarıldığını, kolundan tutularak kafasının duvara vurulduğunu, tekme ve tokatlarla yaklaşık on beş dakika boyunca darbedildiğini ve bu süre zarfında hakarete maruz kaldığını beyan etmiş, birtakım tanık isimleri sunmuş, kendisini darp edenleri görse tanıyabileceğini belirtmiş, teşhis işlemi yaptırılarak sanıkların tespit edilmesi, sağlık raporları ve kamera kayıtlarının temin edilmesi ve tanıkların dinlenmesi talebinde bulunmuştur. Başlatılan soruşturma kapsamında, başvurucu hakkında düzenlenmiş olan sağlık raporları üzerinden kesin rapor düzenlenmiştir. İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 16/12/2013 tarihli raporu şöyledir:"... Hüseyin Kaya (başvurucu) adına düzenlenen;İzmir Katip Çelebi Ün. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil tıp kliniğinin 2013 tarihli 17079840 protokol nolu hasta muayene formu ile ekindeki aynı hastane beyin cerrahi, konsültasyon raporları ile radyoloji servisince düzenlenen 2013 tarihli 17079565 protokol nolu röntgen raporları tetkik edildi.Tıbbi raporlarda ... Hüseyin Kaya'nın yapılan muayenesinde... kafasının sol pariyetalinde 1x1 cm.lik ödem ve minimal kızarıklık görüldüğü,diğer sistem muayenesi bulgularının olağan görüldüğü, 2013 günü yapılan beyin cerrahi konsültasyonunda değerlendirilebildiği kadarı ile kendisinde motor lateralizan defisiti görülmediği, bulantı, kusma ve vertigosu (baş dönmesi görülmediği, servikal hassasiyeti olduğu,çekilen BBT ve direkt grafilerinde acil NRŞ cerrahi girişim düşündürecek patolojisi görülmediği, radyoloji servisince düzenlenenraporlarında da Hüseyin Kaya'nın darp sonrası baş ağrısı nedeniyle çekilen kranial BBT sinin normal sınırlarda BBT incelemesi olduğu,çekilen vertebra BT tetkikininde normaltetkik olduğu,kemik yapılarının normal olduğu yazılı bulunduğu görüldü.Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi Acil Servisinin 2013 tarihli 84 barkot sıra numaralı Genel Adli Muayene Raporunda da Hüseyin Kaya'nın darp nedeniyle 2013 günü yapılan kontrol muayenesindekendisinde yeni bir darp cebir izi görülmediği,2013 tarihli çekilen kafa grafisinde kemik yapıların olağan görüldüğü yazılı bulunduğu görüldü.Rapor ekindeki bir adet Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesince çekilmiş 2013 tarihli kafa grafisinin şubemizde yapılan bakısında da kemik patolojisi bulunmadığı görüldü. ...Mevcut raporlardan darp sonrası çekilen grafilerinde kemik yapılarında kırık ve çatlağı olmadığı belirlenen Hüseyin Kaya'da darp sonrası tanımlanankafasının sol pariyetal bölge saçlı derisindeki yumuşak doku şişliğine ve bu bölgede kızarıklığa neden olan yaralanmasının.1) Şahsın yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı,2) Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu [tespit edilmiştir]." Soruşturma aşamasında ayrıca kamera kayıtları izlenerek başvurucunun nezarethane içinde veya dışında kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı hususunda görüntü çözümlemesi yapılması için bilirkişi görevlendirilmiştir. Soruşturma dosyası kapsamında bilirkişi olarak görevlendirilen kişinin mesleği ya da uzmanlığına ilişkin bir veri bulunmamaktadır. Kamera görüntülerinin çözümlenmesine ilişkin bilirkişi raporunda özetle başvurucunun gözaltında bulunduğu zaman zarfında polis memurlarına yönelik tehdit ve hakaretlerde bulunduğu, nezarethaneye zarar verdiği ve nezarethaneye giriş çıkışlarda polis memurlarına zorluk çıkardığı hususları tespit edilmiştir. Polis memurları tarafından düzenlenen tutanaklarda başvurucunun kafasını vurduğu belirtilen zamana ait çözümlemelerde, başvurucunun doktora gitmeyeceğini söylediği ve nezarethaneden çıkmadığı, polisin başvurucuyu ikna edememesi sonucunda kelepçe takarak başvurucuyu odadan zorla çıkardıkları tespiti yapılmıştır. Görüntü çözümlenmesine ilişkin raporda başvurucunun kafasını ne zaman ve nasıl vurduğuna ilişkin bir tespit yer almamaktadır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma neticesinde 25/12/2013 tarihli ve S. No. 2013/67755, K.2013/67074 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: "... İzmir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücalede Şube Müdürlüğünün yazısı ekinde gönderilen 2013 tarihli tutanak ile diğer tutanakların incelenmesinde; müştekinin gözaltında kaldığı süre içerisinde görevlilere karşı sürekli olarak tehdit ve hakarette bulunduğu, görevlilere direne(re)k görevlerini yapmalarını engellediği, nezarethaneye zarar verdiği, görevlilerce herhangi bir müdahalenin yapılmamasına rağmen ''vurma diyorum sana, vurma lan'' şeklinde asılsız ithamlarda bulunduğu, rahatsız olduğunu beyan etmesi üzerine hastaneye götürülmesine rağmen tedaviyi kabul etmediği, nezarethanede yatağı kaldırıp, yatak tahtasını söküp eline alarak yatağın üzerinde oturduğu, lavabo ihtiyacı için nezarethaneden çıkarıldığında tekrar nezarethaneye girmemek için direnmesi nedeniyle orantılı güç kullanılıp nezarethaneye sokulduğu, ..., müştekinin 2013 günü doktor raporu için nezarethaneden çıkarılmak istendiğinde direnmesi nedeniyle kendisine orantılı güç kullanıldığı, müştekinin ve diğer arkadaşlarının eylemlerinin ve sözlerinin kamera ile tespit edildiği belirtilmiştir....Müştekinin gözaltına kaldığı tarihlere ait kamera görüntüleri üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen 2013 tarihli bilirkişi raporunda müştekinin ve gözaltına alının diğer kişilerin nezarethanede taşkınlık yaptıklarına, nezarethaneye zarar verdiklerine, müştekinin görevlilere direndiğine, tehdit ve hakaret ettiğine dair tespitler yapılmış olup, rapor sonucunda müştekinin TEM Şube Müdürlüğünde gözaltında kaldığı süre boyunca nezarethanede veya nezarethane dışında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin herhangi bir görüntü tespit edilemediği belirtilmiştir. ....Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan soruşturma sonucunda iddia, doktor raporları, tutanaklar, kamera görüntüleri, bilirkişi raporu ve tüm evrak kapsamı birlikte değerlendirildiğinde müştekinin gözaltına alındığı ya da gözaltında bulunduğu sırada görevli polis memurları tarafından kendisine karşı işkence yapıldığına veya tehdit ve hakaret suçlarının işlendiğine dair yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı, ... müştekinin doktor raporundaki bulguların nezarethanede taşkınlık yapması ve görevliler tarafından zor kullanma yetkisinin kullanılması sonucunda meydana gelmiş olduklarının anlaşıldığı, görevlilerin zor kullanma yetkisini kullanmalarınınhukuka uygun olup suç teşkil etmediği [anlaşılmıştır]." Başvurucu anılan karara itiraz etmiş; itiraz dilekçesinde kendisine teşhis işlemi yaptırılmadığını ve beyanının alınmadığını, gösterdiği tanıkların dinlenmediğini, kamera kayıtlarının olayların bir kısmını kaydetmiş olduğunu ve bu kayıtların Savcılıkça izlenmeksizin polis olup olmadığı belirtilmeyen bir bilirkişi tarafından hazırlanan rapor ile yetinildiğini, anılan rapordaki beyanların tarafsız olmayıp polis memurlarının zor kullanımı sırasındaki eylemlerini tespit etmediğini, kamera kayıtları kopyalanırken bazı bölümlerin kesilip kesilmediğinin araştırılmadığını, bilirkişi raporu kendilerine tebliğ edilmeyerek itiraz hakkı tanınmadığını, kameranın bulunmadığı yerde darbedilmiş olmasına karşın buna ilişkin bir tespit yapılmadığını belirtmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2014 tarihli ve 2014/561 Değişik iş sayılı kararıyla "Toplanan kanıtlar, iddia ve savunma ile yapılan soruşturma sonunda verilenkovuşturmaya yer olmadığına dair kararında bir isabetsizlik bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 25/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5788
Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz kalma ve konu hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, terör nedeniyle köyden ayrılma durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Tunceli ili Nazımiye ilçesi Çevrecik köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında terör nedeniyle yaşadığı köyden ayrılmak zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu, 5/4/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 31/8/2009 tarihli ve 2009/4-2508 sayılı kararında "...ilçe araştırma heyeti keşif ve tespit tutanağında belirtilen şahsın 1950 yıllarında ekonomik nedenlerden dolayı İstanbul iline göç ettiği, 2003 yılında köye gelerek yeni yaptığı evine taşınarak yazın gelip kışın İstanbul iline gittiği terörden dolayı herhangi bir terk ve zararın olmadığı muhtar ve mahallinin bilirkişi ifadelerinden tespit edilmiş olup; kanun kapsamına girmediğinden talebin reddine..." karar vermiştir. Ret kararına karşı Malatya İdare Mahkemesinde başvurucu tarafından dava açılmıştır. Malatya İdare Mahkemesinin 20/1/2011 tarihli ve E.2009/1563, K.2011/191 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Mahkememizin E:2007/2269 sayılı dosyasında mevcut İçişleri Bakanlığı'nın 2009 gün ve 10246 sayılı yazısı ile Mahkememizin E:2007/1645 sayılı dosyasında bulunan Tunceli İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'nin 2009 gün ve 2336 sayılı yazısı ekinde yer alan veTunceli İli genelinde terör olayları nedeniyle boşalan yerleşim birimlerini gösteren listelerin incelenmesinden; davacının ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığını ileri sürdüğü Çevrecik Köyü'nün terör eylemleri nedeniyle tamamen boşaltılan yerleşim yerleri arasında bulunmadığı görülmektedir. Diğer taraftan; adı geçen Köyün terör olayları nedeniyle tamamen boşalıp boşalmadığının tespiti amacıyla Mahkememizin E:2007/1639 sayılı dosyasında yapılan 2009 tarihli ara karara cevaben davalı idare tarafından gönderilen bilgi-belgelerin incelenmesinden; ÇevrecikKöyü’nün 1990 yılı nüfusunun 156 kişi, 1997 yılı nüfusunun 48 kişi, 2000 yılı nüfusunun 49 kişi olduğu; Nazımiye İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın2009 tarih ve 129 sayılı yazında, Çevrecik Köyü'nde 1994-2007 yılları arasında Mahalli İdareler Genel Seçimleri ile Milletvekili Genel Seçimleri ve halk oylaması seçimlerinin yapıldığı, Mahalli İdareler Genel Seçimlerinde Muhtarlık Seçimleri ve İhtiyar Meclisi Üyeliği seçimleri için aday gösterildiği, tüm köylerde seçmenlerin oy kullandığının belirtildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu bilgi ve belgelerin bir arada değerlendirilmesinden; davacının ikamet ettiği Nazımiye İlçesi, Çevrecik Köyü'nün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılmadığı, köydeköykorucularıveaileleri dışında yaşayanların da olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre; davacının, köyünü güvenlik kaygısı nedeniyle terk ettiği kabul edilse dahi köyün tamamen boşalmamış olması nedeniyle davacının uğradığını iddia ettiği zararların 5233 sayılı Yasa kapsamında tazminine olanak bulunmayıp, davacının başvurusunun reddine dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 14/11/2012 tarihli ve E.2011/16417, K.2012/10324 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 19/9/2013 tarihli ve E.2013/9433, K.2013/5950 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 26/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1166
Başvuru, terör nedeniyle köyden ayrılma durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, istenen defter ve belgelerin ibraz edilmemesi dolayısıyla yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı ile özel usulsüzlük cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/10591 numaralı bireysel başvuru ile aynı tarihte yapılan 2015/10592 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2015/10591 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, karayolu ile şehir içi yük taşımacılığı faaliyeti ile iştigal etmektedir. İstanbul Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının 6/10/2017 tarihli yazısıyla, vergi denetmeni tarafından tanzim edilen 16/6/2007 vergi tekniği raporu ile yetki belgesiz muhasebecilik yaptığı firma adına (ilgili firma ve şahısların haberi ve/veya izni olmaksızın) komisyon karşılığı fatura düzenlediği tespit edilen İ.T.nin başvurucu adına düzenlemiş olduğu sahte faturalar nedeniyle başvurucunun 2003 ve 2004 yılı hesap ve işlemlerinin incelenmesi kararlaştırılmıştır. Bu amaçla 12/8/2008 tarihli yazı ile başvurucudan ilgili dönem defter ve belgelerinin vergi inceleme elemanına ibrazı istenmiştir. Bunun üzerine başvurucu 21/6/2008 tarihinde vergi denetmenliğine gelerek bir kısım fatura ve irsaliyenin 28/6/2005 tarihinde işyeri merkezinden çalındığını, ayrıca 2003 ve 2004 takvim yıllarına ait defter ve belgelerin 4/7/2008 tarihinde 34 RSC 24 plakalı 1984 model kamyonunun içinde olması nedeniyle kamyonuyla birlikte çalındığını, bu nedenle de söz konusu defter ve belgeleri ibraz etmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, beyanını destekler mahiyette olduğunu iddia ettiği polis ifade ve kayıp eşya tutanaklarını da İdareye teslim etmiştir. Buna mukabil başvurucu, vergi inceleme elemanına defter ve belgelerinin zayiine ilişkin olarak mücbir sebep sayılabilecek bir yargı kararı ibraz etmemiştir. Vergi inceleme elemanı defter ve belgelerin zayiine ilişkin yargı kararı bulunmaması sebebiyle mücbir sebebin mevcudiyetini kabul etmemiştir. Bunun üzerine vergi inceleme elemanı tarafından başvurucunun 2003 ve 2004 yılı hesap ve işlemleri incelenmiş ve başvurucu hakkında 11/9/2008 tarihli vergi inceleme raporları tanzim edilmiştir. Vergi inceleme raporlarında; defter ve belgelerin kaybolduğuna ilişkin hukuken geçerli belgenin sunulamadığı ifade edilmiş, başvurucunun 2003/1-12 ve 2004/1-12 dönemleri katma değer vergisi matrahlarının gerçek durumu yansıtmadığı gerekçesiyle cezalı tarhiyat yapılması ve özel usulsüzlük cezası kesilmesi önerilmiştir. Vergi inceleme raporlarındaki görüş doğrultusunda 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca kanunda belirlenen koşulların oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun katma değer vergisi indirimleri reddolunmuş; 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca başvurucu adına 2003/1-12 ve 2004/1-12 dönemleri için resen tarhiyat yapılmıştır. İlgili dönem katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle ortaya çıkan matrah farkı üzerinden dönemler itibarıyla resen salınan vergi, üç kat oranında kesilen vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasına ilişkin vergi ve ceza ihbarnameleri başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarh olunan vergi ziyaı cezalı katma değer vergilerinin ve kesilen özel usulsüzlük cezasının iptali talebiyle İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) davalar açmıştır. Başvurucu dava dilekçelerinde; ikametgâh adresinde yapılan hırsızlık olayında ve aracının çalınması nedeniyle defter ve belgelerinin kaybolduğu, mücbir sebeplerden dolayı defter ve belgelerinin incelenmesi için ibraz edilmediği, inceleme elemanına polisteki hırsızlık tutanaklarının ibraz edildiği ve incelemenin ve tarhiyatlarının yasal dayanağının bulunmadığı ifadelerine yer vermiştir. Mahkeme 22/12/2009 tarihli kararlarıyla davaları reddetmiştir. Kararların gerekçelerinde, somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen hırsızlık olaylarına ilişkin olarak süresi içinde zayi belgesi almak amacıyla başvuruda bulunulmadığı ifade edilmiştir. Yasal defter ve belgelerinin daha güvenli olması nedeniyle kamyon içinde özel bölümde saklandığı ve kamyonun çalınması nedeniyle yitirildiği, 2003 ve 2004 takvim yıllarında mal ve hizmet alımında bunulan gerçek ve tüzel kişileri hatırlamadığı iddialarının hayatın olağan akışına aykırı olup basiretli bir tacirden beklenmeyecek davranış biçimi olduğu ve hukuken kabul edilebilir, makul ve inandırıcı iktisadi, ticari ve teknik icaplara da uygun bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre başvurucu, dönem beyannamelerinde indirim konusu yaptığı katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda gösterildiğini ve bu belgelerin usulüne uygun olarak tutulmuş kanuni defterlere kaydedildiğini ispatlayamamıştır. Anılan kararlar İdare tarafından yürütmeyi durdurma talepli olarak temyiz edilmiştir. Danıştay Dokuzuncu Dairesi (Daire) 3/3/2010 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir. Diğer yandan temyiz edilen kararlar, Danıştay dairelerince 9/5/2012 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararlarında; katma değer vergisinin indirim konusu yapılabilmesi için fatura veya benzeri belgeler üzerinde ayrıca gösterilmesinin ve söz konusu belgelerin kanuni defterlere kaydedilmiş olmasının gerektiği belirtilmiştir. Kararda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda resen araştırma ilkesinin benimsendiği ve aynı Kanun'un maddesinin atıfta bulunduğu 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde hâkimin özel bilgi ve uzmanlık isteyen bir konuda bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olduğunun kurala bağlandığı, defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmemesi nedeniyle resen takdire gidilmesinin yerinde olduğu gerçeğine işaret edilmiştir. Bununla birlikte Daireye göre mezkûr ilke karşısında vergi mahkemesince başvurucudan ibraz edeceğini belirttiği defter ve belgelerin istenmesi, ibraz edilecek olan defter ve belgelerden vergi idaresinin de haberdar edilmesi suretiyle söz konusu belgelerin gerçekten emtia alımına ait faturalara ilişkin olup olmadığının araştırılması ve gerçek alış faturaları esas alınarak ödenecek verginin tespiti için bu defter ve belgeler üzerinde gerek görüldüğü takdirde bilirkişi incelemesi yapılarak sonuca ulaşılması gerekmektedir. Bozma kararları sonrası yapılan yargılamalar neticesinde Mahkeme 9/10/2012 ve 18/10/2012 tarihlerinde önceki hükümlerde ısrar edilmesine karar vermiştir. Anılan ısrar kararlarının temyiz ve karar düzeltme incelemeleri Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca (VDDK) yapılmıştır. VDDK'nın onama ve karar düzeltme ret kararları üzerine mahkeme kararları kesinleşmiştir. Nihai kararlar 27/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 22/6/2015 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Teslime Aydoğan, B. No: 2015/4255, 9/6/2020, §§ 16-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10591
Başvuru, istenen defter ve belgelerin ibraz edilmemesi dolayısıyla yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı ile özel usulsüzlük cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2022/84272, 2022/84275, 2022/106245 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2022/73559 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden birleştirilerek incelenmesine, incelemenin 2022/73559 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/73559
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, evli kadının belli bir tip kıyafet konusundaki ısrarının eşler arasında şiddetli geçimsizliğe neden olduğu gerekçesiyle boşanma kararına esas alınmasının din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1988 doğumlu olan başvurucu 2010 yılında Y. ile evlenmiştir. 2011 yılında başvurucu ile Y. (davacı) arasında yaşanan tartışma sonucu taraflar birbirlerini darbetmişler, konuyla ilgili yargılama sonunda her iki tarafın adli para cezası ile cezalandırılmalarına vehükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Davacı, 2012 yılında boşanma davası açmış; dava dilekçesinde esas olarak başvurucunun evlenmeden önceki dönemde de kullanmakta olduğu çarşafı (kadınların kullandığı ve baştan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi) evlendikten sonra kullanmayacağına söz vermesine rağmen sözünü tutmayarak çarşaf kullanmaya devam ettiğini ve bu durumun evlilik birliğini çekilmez bir hâle getirdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu da davacıya açtığı karşı davada; davalıdan şiddet gördüğünü, hakaret ve baskılara maruz kaldığını ve davacının evi terk ettiğini belirtmiş; nafaka ile tazminat talebinde bulunmuştur. Davayı gören Kocaeli Aile Mahkemesi çok sayıda tanık dinledikten sonra davacının davasını aşağıdaki gerekçelerle 24/3/2014 tarihli kararıyla kabul etmiştir:"Tarafların boşanma konusunda anlaştıkları ancak boşanmanın ferisi niteliğindeki taleplerde uyuşmanın sağlanmadığı...,...Tarafların görücü usulü ile evlendikleri, Asiye'nin evlenmeden önce tarikat faaliyetlerine katıldığı, dini eğitim aldığı ve buna bağlı olarak da çarşafla gezdiği, davacının devlet memuru olduğu, evlendikten sonraeşinin çarşaflagezmesini istemediği ve kapalı olarak hayatına devam etmesi ile birlikte daha çağdaş, sosyal hayata uyumlu bir şekilde giyinmesini istediği, evliliğin başında davacının bu talebinin davalı Asiyetarafından da kabul edildiğinin tarafların evlenmelerine aracılık eden her iki tarafında akrabası olantanıkların beyanlarından anlaşıldığı,Ancak davalının daha sonra kılık kıyafetini değiştirme konusunda verdiği sözü tutmadığının anlaşıldığı, taraflar arasında da bu nedenle tartışmaların yaşandığı, bir kaç ayrılıp barıştıkları ve bir araya geldikleri, ancak taraflar arasındaki anlaşmazlığın çözülemediği, davalının ailesinin bu konuda katı davrandıkları ve kızlarınınevliliğini bu şartlardadevam ettirmelerini istemedikleri, davalının çok küçükyaştan beri dini eğitim aldığı ve buna göresosyal hayatı yaşamayı benimsediği,davalının ailesinin de bu davranış biçimini benimseyip destekledikleri, devlet memuru olan davacının isebuna katlanmasının beklenemeyeceği, davacınınsosyal durumu itibariyleevliliköncesianlaşmaları da dikkate alındığında çağdaş özelliklere dayalı giyinme dışında geleneklere, örf ve adete uygun olmayan giyinme şeklinde davalının ısrar[ının] sosyal şiddete yönelik bir davranış olduğu,... davalınıngiyim şeklini değiştirmeme konusundaki ısrarının geçimsizlik kaynağı olduğunun anlaşıldığı, davalının inatçı ve dış etkenlere dayalı direnişinin eşler arasındaortak hayatı çekilmez bir hale getirdiği, davalının davranışının özveri kapsamındaolduğu düşünülse bileeşini hiçe sayan davacının sosyal ve çalışma hayatını zorlaştıranbu tutum ve davranışın ısrarınınşiddetli geçimsizliğe neden olduğunun anlaşıldığı,...Tarafların arasındaaçıklanan nedenlerle ortak hayatı temelinden sarsacak şekilde şiddetli bir geçimsizliğin bulunduğu, ... davacının evlilik birliğinin sarsılmasında ve boşanmaya giden süreçtekusurlu olduğuna dair yeterli kanaatin mahkememize gelmediği, davalınınçarşafla dolaşmakkonusundakiısrarı, çok küçük yaşlardan beri dini eğitim alan davalının eşinin yaşam biçimine ayak uydurma konusunda istekli olmadığı, kendi değer ve inançlarına göreyaşama konusundaısrarlı olduğu ve bu konuda ailesinden aldığı destekle birlikte, evlilik öncesiverdiği sözü yerine getirmemesinden kaynaklanan davranış biçimininboşanma sürecini başlattığı, davalınınbu nedenledaha ziyade kusurlu olduğu kanaatine varılarak davacının dava açmakta haklı olduğu, taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, tarafların yeniden bir araya gelerekevlilik birliğini bu şartlar altında devam ettirmelerinin mümkün olmadığı kanaatinevarılarak davacının davasının kabulüne ... karar verilmesi gerekmiş[tir]..." Başvurucunun bu karara karşı yaptığı temyiz başvurusu üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 3/11/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme başvurusu ise aynı Dairenin 9/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusunun reddine dair karar başvurucuya 6/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Evlilik birliğinin sarsılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir."
Din ve vicdan özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6064
Başvuru, evli kadının belli bir tip kıyafet konusundaki ısrarının eşler arasında şiddetli geçimsizliğe neden olduğu gerekçesiyle boşanma kararına esas alınmasının din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yaşamını tehlikeye sokan bir rahatsızlığın tedavisi için reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 16/11/2021 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 28/1/2006 doğumlu olan başvurucu İnci Zeynep Polat'a akciğer tutulumu ile birlikte kistik fibrozis tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini planlayan sağlık kurumu kaftrio adlı ilacın kullanımını gerekli görmüş ve Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 16/6/2021 tarihli yurtdışı ilaç kullanım raporunda söz konusu ilacın başvurucu için hayati önem taşıdığı belirtilmiştir. Başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine söz konusu ilacın 3 aylık kullanımının ve ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talepli başvurusunun SGK'ca reddi üzerine başvurucu ret işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açıp idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir. İdare Mahkemesi 19/8/2021 tarihinde idarenin savunması alınana kadar dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından reddedilmiştir. İdarenin savunması alındıktan sonra 24/9/2021 tarihinde İdare Mahkemesi yeniden anılan işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Yapılan itiraz reddedilmiştir. Başvurucu ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için yeniden SGK'ya başvurmuştur. SGK'ca ilacın fatura asılları ve kullanılan ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi hâlinde işlem yapılacağı bildirilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 16/11/2021 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İdare Mahkemesinin 31/12/2021 tarihinde "... 'KİSTİK FİBROZİS, AKCİĞER TUTULUMU' tanılı hastalığı bulunan davacının, hastalığının tedavisinde kullanılması için uygun görülen ve kullanılması hastanın tercihine bırakılmayan 'KAFTRIO' isimli ilaç bedelinin mali külfeti ağır olup, dosyada bulunan davacının sağlık durumunu bildiren raporda ve dosyada mevcut diğer bilgi ve belgelerden davacının uyuşmazlığa konu ilacı süresi içinde kullanmaması veya ilacı temin edebilme imkanına sahip olmaması nedeniyle tedavinin aksaması davacının yaşamını tehlikeye sokabileceği, bu yönüyle de uyuşmazlığın yaşam hakkı ile doğrudan ilişkili olması nedeniyle tedavi yardımından yararlanan davacının bu külfete katlanmak zorunda bırakılmasının sağlıklı yaşam hakkı ve sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayacağı..." gerekçesiyle işlemin iptaline karar verdiği anlaşılmıştır. Karara karşı SGK vekili tarafından 16/2/2022 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50688
Başvuru, yaşamını tehlikeye sokan bir rahatsızlığın tedavisi için reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, miras yoluyla intikal eden taşınmazlar üzerine yapılan gecekonduların sahiplerince açılan olağanüstü zamanaşımı ile zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil davalarının kabulüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 21/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 19/9/2014 tarihli görüş yazısı 30/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular Bakanlığın cevabına karşı beyanlarını 14/10/2014 tarihinde yasal süresi içinde ibraz etmişlerdir. İkinci Bölümün 19/11/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, babasının 13/12/1956 tarihinde vefatı ile bağ vasfında olan taşınmazların tek mirasçısı olduğunu, 1970'li yıllardan sonra bu taşınmazlar üzerine üçüncü kişiler tarafından gecekondu tabir edilen evler inşa edildiğini, 1989 ve 1998 yıllarında yapılan imar çalışmaları neticesinde taşınmazların arsa vasfına kavuştuğunu ve 20/6/2000 tarihinde adına tescil edildiğini belirtmiştir. Gecekondularda mukim üçüncü kişilerce, 27793 ada 2, 27804 ada 1 ve 2, 27820 ada 1 sayılı parsellerin 20/6/2000 tarihinde intikaline kadar 20 yıldan fazla süreyle koşullarına uygun olarak tasarruf edildiği, tapu kayıtlarının değerini yitirdiği ileri sürülerek tapu iptali ve tescil talebiyle 14/9/2001 tarihinde başvurucu aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkeme, 20/3/2003 tarihli ve E.2001/517, K.2003/164 sayılı kararı ile kazandırıcı zamanaşımı süresinin imar düzenlemesine kadar gerçekleşmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/10/2003 tarihli ve E.2003/4114, K.2003/6018 sayılı ilamı ile hükmün davacılar lehine bozulmasına karar vermiştir. Başvurucu aleyhine, 1066 ada 21 parsel sayılı taşınmazın tapu iptali ve tescili talebiyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 2001/811 esas sayılı dava dosyasının asıl dosya ile birleştirilmesine karar verilmiş; başvurucu birleşen davada tüm davacılar aleyhine menimüdahale davası açmıştır. Mahkeme, 11/9/2008 tarihli ve E.2003/856, K.2008/291 sayılı kararında "1966 ada 22 parsel iken değişik tarihteki imar uygulaması sonucu 27804 ada 1,2 parseller olarak intikal gören taşınmazlarda davacı N.Y., K., A. K., H. Ü., G K.’un 1974 yıllarından başlayan zilyetliklerinin kesintiye uğramaksızın nizasız herhangi bir mahkeme olmaksızın intikal tarihi olan 2000 tarihine kadar devam ettiği, halen bu yerlerin kullanımlarında olduğu, Medeni Kanun’un 713/2 maddesinde belirlenen 20 yıllık sürenin dolmuş olduğu, bir kısım yerlerin yolda kaldığı bilirkişi ve krokide yer alan kısımların Çankaya Belediye Başkanlığı imar ve şehircilik müdürlüğü yazılarına göre ifrazlarının mümkün olmadığı hisse tescilini de davacıların kabul ettiği, zilyetliğe dayalı kullanım sebebi ile men'i müdahale şartları oluşmadığı" gerekçesiyle davacılar lehine davanın kısmen kabulüne, birleşen dava yönünden diğer davacılar lehine davanın kısmen kabulüne ve başvurucunun davacıların menimüdahalesi talepli karşı davasının reddine karar vermiştir. Temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 14/4/2009 tarihli ve E.2009/553, K.2009/1857 sayılı ilamı ile "tapu maliki Hilmi Yüksel’in 1956 ölüm tarihinden ikinci imar uygulamasının yapıldığı 1998 ve intikal tarihi olan 2000 tarihine kadar davacılar lehine kazanma koşullarının oluşmasına, Çankaya Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünün 2002 tarihli karşılık yazısına ve dosya arasında bulunan tapu kayıtlarına göre öncesi 1966 ada 22 kadastro parseli olan dava konusu taşınmazın 1989 tarihli birinci imar uygulamasında 25693 ada 1,2,3,4,5,6,7,8,9 ile 25695 ada 1 ve 25687 ada 8 parsellerin oluşmasına, 1998 tarihli ikinci imar uygulamasında 27804 ada 1,2 ve 5 parsellerin oluşmasına, dava konusu taşınmaz bölümlerinin ilk imar uygulamasında zemindeki yerlerinin ve maliklerinin değişmemiş olmasına, bir bölümünün imar yolunda bırakıldığı ikinci imar uygulamasına kadar TMK.’nun 713/ maddesine göre davacılar lehine kazanma koşullarının oluşmasına, bir kısım teknik bilirkişi raporlarındaki yüzölçümü hatasının düzenleme ortaklık payının (DOP) hesaba katılmamış olmasından kaynaklandığı anlaşılıp sonradan düzeltildiği" gerekçesiyle usul, yasa ve bozma gereklerine uygun tapu iptal ve tescil davasının kabule ilişkin bölümü ile karşı davacıların açtıkları el atmanın önlenmesi ve yıkım davasının esasının reddine ilişkin hüküm bölümlerinin onanmasına karar vermiştir. Davacı N.Y. ile birleşen dosyanın davacıları N.E., A.E., S. E., A.K. ile H. Ü.nün tespit davalarına ilişkin ise dosya içeriğine, somut olayın koşullarına, imar uygulamasına göre bu yerlerin tespitinin istenmesinde davacıların hukuki yararı bulunduğu, taraf teşkili sağlandıktan sonra yasal hasım durumundaki Hazine ve Belediyenin bildirmesi hâlinde deliller toplanıp, tartışılıp, değerlendirilerek tespit koşullarının oluşması durumunda adı geçen davacıların tespit isteklerinin kabulüne karar verilmesi gerekirken değişik gerekçelerle tespit isteklerinin reddine karar verilmesi doğru görülmediğinden kararın buna ilişkin bölümünün bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 8/10/2009 tarihli ve E.2009/4032, K.2009/4630 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bozma sonrası yargılamaya devam eden Mahkeme, 27/5/2010 tarihli ve E.2009/380, K.2010/249 sayılı kararı ile Yargıtay ilamı doğrultusunda davanın kabulüne karar vermiştir. Başvuruya konu Mahkeme kararına dayanak olan 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "ölmüş ya da" kelimeleri Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58, K.2011/52 sayılı kararıyla Anayasa'nın ve maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Yürürlüğü durdurma kararı 2/4/2011 tarihli ve 27893 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. İlk Derece Mahkemesinin K.2010/249 sayılı kararı, aynı Dairenin 19/12/2011 tarihli ve E.2010/6729, K.2011/7299 sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2012 tarihli ve E.2012/2445, K.2012/11143 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar 24/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Kanun’un “Olağanüstü zamanaşımı” başlıklı (17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Medeni Kanunu’nun 639 maddesiyle benzer) maddesi şöyledir:“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce (…) [“Bu fıkrada yer alan “…ölmüş ya da …” kelimeleri Anayasa Mahkemesi’nin 17/3/2011 tarihli ve E.:2009/58, K.: 2011/52 sayılı Kararıyla iptal edilmiştir.”] hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur. Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler. Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir. Özel kanun hükümleri saklıdır.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/604
Başvuru, miras yoluyla intikal eden taşınmazlar üzerine yapılan gecekonduların sahiplerince açılan olağanüstü zamanaşımı ile zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil davalarının kabulüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; hukuka aykırı yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirleri nedeniyle açılan davada ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından DAEŞ silahlı terör örgütüne üyelik suçunu işlediği isnadıyla yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu 21/12/2016 tarihinde yakalanıp gözaltına alınmış, 23/12/2016 tarihinde ise Erzincan Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklanmıştır. Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinde hakkında müsnet suçtan yürütülen yargılamada, 17/5/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine, 8/6/2017 tarihinde ise beraatine karar verilmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi sonrasında başvurucu, hukuka aykırı olarak yakalanıp gözaltına alındığını ve tutuklandığını belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi ( Ağır Ceza Mahkemesi) 9/1/2019 tarihinde başvurucunun maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile başvurucuya gözaltında ve tutuklu olarak kaldığı toplam 147 gün için 798,74 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi "...2017-2017 tarihleri arasında çalışma kaydının olduğu, gözaltında ve tutuklulukta kaldığı süre zarfında herhangi bir SGK kaydının bulunmadığı tespit edilmiş,... Mahkememizce davacının uğradığı maddi kaybın belirlenmesi amacıyla bilirkişi raporunun aldırıldığı, bilirkişi raporunda net asgari ücret üzerinden hesaplama yapılarak gözaltında ve tutuklulukta geçen süre zarfında 798,74TL kazanç kaybına uğradığı 21/12/2016 tarihinden dava tarihi olan 07/07/2017 tarihine kadar geçen sürede yasal faiz işletilmesi durumunda 336,54 TL faiz getireceğinin tespit edildiği anlaşılmıştır... davacının tutuklandığı tarihten öncesine ilişkin ve tutuklandığı tarihi de içerecek şekilde gerçek zararını belgelendirmediği, Yargıtay yerleşik içtihatları doğrultusunda... sabit gelir getiren bir işi olmayan ve ve maddi tazminata esas teşkil edebilecek gelir kaybına ilişkin belge ibraz etmeyen davacının, vasıfsız işçi gibi değerlendirilerek tutuklu kaldığı dönem içerisinde geçerli net asgari ücret üzerinden hesaplanacak miktarın maddi tazminat olarak belirleneceğ ..." gerekçesine dayanmıştır. Başvurucu ve diğer taraf karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Tarafların istinaf başvurusu Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 30/12/2020 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 13/1/2021 tarihinde öğrenmiş ve 11/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/16430
Başvuru, hukuka aykırı yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirleri nedeniyle açılan davada ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; taksirle yaralama suçlamasıyla fail hakkında açılan ceza davasında caydırıcı bir ceza verilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, itirazı karara bağlayan heyette yer alan bir üyenin aynı zamanda hükmü veren hâkim olması ve koşulları oluşmamasına rağmen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucunun çocuğu olan 2003 doğumlu B.ye 24/9/2013 tarihinde saat 20 sıralarında Çanakkale'deki bir ilköğretim okulunun önünde otomobil çarpmıştır. Aynı gün saat 15'te tutulan olay ve görgü tespit tutanağına göre mağdur B., acil servis ambulansıyla hastaneye sevk edilmiştir. Aracı kullanan şüpheli N.B.nin saat 42'de ifadesi alınmış ve şüpheli N.B. uzlaşma teklifini kabul etmiştir. Ertesi gün başvurucunun da ifadesi alınmış ve başvurucu şikâyetçi olduğunu bildirir tutanağı imzalamıştır. Başvurucu uzlaşma teklifini kabul etmemiştir. 25/9/2013 tarihinde B.nin eğitim gördüğü ilköğretim okulundan olaya ilişkin güvenlik kamera görüntüleri istenmiştir. Olaya ilişkin MOBESE görüntüleri de Muhabere ve Elektronik Şube Müdürlüğünden istenmiştir. 7/10/2013 ve 22/10/2013 tarihlerinde ilgili kurumlardan gönderilen yazılarda, kaza anı ile ilgili herhangi bir güvenlik kamerası yahut MOBESE görüntüsünün bulunmadığı bildirilmiştir. 1/10/2013 tarihinde mağdurun ilgili poliklinikte düzenlenen raporu Çanakkale Devlet Hastanesi Başhekimliğinden istenmiştir. 10/10/2013 tarihli yazının ekinde bulunan ve ortopedi uzman hekimi tarafından hazırlanan sağlık raporunda B.nin sağ kaval kemiğinde parçalı kırık bulunduğu belirtilmiştir. Raporda, yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği, hayati tehlikenin bulunmadığı ve söz konusu kırığın hayati fonksiyonlarına etki derecesinin dört (ağır) olduğu ifade edilmiştir. 24/10/2013 tarihli yazıyla eldeki tahkikat evrakları Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Başsavcılık tarafından 6/11/2013 tarihinde olaya ilişkin bilirkişi görevlendirilmiştir. 11/11/2013 tarihli raporda olay anında yaya olan B.nin kusurlu olmadığı, araç sürücüsü olan şüphelinin asli kusurlu olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda Başsavcılıkça taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçlamasıyla şüpheli N.B. hakkında 11/11/2013 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Çanakkale (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 14/2/2014 tarihinde yapılan ilk duruşmada müşteki olarak kabul edilen başvurucunun katılan sıfatıyla duruşmalara katılımının devamına, tanıkların bildirilmesine ve sanık N.B.nin zorla getirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 27/3/2014 tarihinde tanıklarını Mahkemeye bildirmiştir. 30/4/2014 tarihinde yapılan duruşmada savunma alındıktan sonra başvurucunun vekili aracılığıyla sanığa sorular sorulmuştur. Duruşma sonunda verilen ara kararla olay anını gösteren MOBESE görüntülerinin istenmesine, tanıklara tebligat çıkarılmasına ve mağdurun hazır edilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasına karar verilmiştir. 3/7/2014 tarihli son duruşmada tanıklar ve mağdur hazır edilmiş, MOBESE görüntülerinin olmadığına ilişkin cevap yazısı okunmuştur. Mahkemenin 3/7/2014 tarihli kararıyla sanık hakkında takdiren doksan gün adli para cezasına hükmedilmiş, mağdurun vücudunda kemik kırığı meydana gelmesi nedeniyle söz konu ceza yarı oranında artırılmıştır. Mahkemece sanığın duruşmalardaki tavırları dikkate alınarak cezada takdiri indirimde bulunulmuş ve 112 gün adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanığa verilen cezanın bir gün karşılığı 20 TL'den olmak üzere adli para cezasının 240 TL olarak tespitine, 4/11/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde yer alan şartların oluştuğu dikkate alınarak sanık hakkında verilen HAGB kararı ve sanığın beş yıl süreyle denetime tabi tutulmasına hükmedilmiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde özetle tanık beyanlarından ve dosyada mevcut raporlardan anlaşıldığı üzere sanığın üzerine atılı suçun işlendiğinin sabit olduğu belirtilmiştir. Gerekçede, sabıkasının olmaması ve maddi bir zarardan söz edilmemesi nedenleriyle yasal koşulları oluştuğundan sanık hakkında 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereğince HAGB kararı verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 9/7/2014 tarihinde itirazda bulunmuştur. Bu arada 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un geçici maddesinin yürürlüğe girmesi nedeniyle başvurucunun itirazı Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilmiş ve 8/8/2014 tarihinde kararda düzeltilmesi gereken bir husus olmadığından dosyanın Çanakkale Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 25/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararı veren Ağır Ceza Mahkemesi heyetinde, Çanakkale (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli kararıyla hüküm kuran hâkim de yer almıştır. Nihai karar 9/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Hukuk Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu, eşi ve çocuğu tarafından başvuruya konu edilen trafik kazasından kaynaklanan nedenlerle oluşan zararların tazmini talebiyle Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinde 20/11/2013 tarihinde manevi tazminat davası açılmıştır. Söz konusu dava Yargıtay aşamasında derdesttir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun; ... b) Vücudunda kemik kırılmasına, ... Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır. (5) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/5 md.) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şu şekildedir: "(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;  a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,  c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez... (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.  (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir." HAGB uygulaması hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 3/7/2015 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun maddesi ile kabul edilmiş, 19/12/2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine eklenen 5 ila fıkralar ile büyükler için de uygulamaya koyulmuş, aynı Kanun'un maddesiyle de 5395 sayılı Kanun'un maddesi değiştirilmek suretiyle denetim süresindeki farklılık hariç olmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular HAGB açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır. Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu uygulama bazı suçlar istisna olmak üzere hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 7/5/2013 tarihli ve E.2012/12-1497, K.2013/238 sayılı kararı). HAGB'nin objektif şartlarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade edilme, suçtan önceki hâle getirme veya zararın tamamen giderilmesidir. Burada uğranılan zarardan kast edilen maddi zarar olup manevi zarar bu kapsamda değerlendirilmemelidir. Maddi zararın bizzat sanık tarafından yerine getirilmesi gerekmeyip sanık adına onun bilgisi ve rızası tahtında üçüncü kişiler tarafından tazmin, aynen iade edilme veya eski hâle getirme suretiyle giderilmesi de mümkündür. Ancak herhangi bir zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli olmayan suçlar yönünden bu şart aranmayacaktır. Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza muhakemesinde şahsi hak davasına yer verilmediği gerçeğini de gözönünde bulundurmak şartıyla kanaat verici basit bir araştırma yapmalı, hukuk hâkimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla tespite çalışmamalıdır. Zira 5271 sayılı Kanun'un maddesindeki düzenleme, kişinin ileride hukuk mahkemesinde şahsi hak davası açmasına ve giderilmediğini düşündüğü gerçek zararının kalan kısmına da hükmedilmesini isteme yönünden bir engel oluşturmamaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 7/5/2013 tarihli ve E.2012/12-1497, K.2013/238 sayılı kararı).B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kişinin yaşamına ve vücut bütünlüğüne yönelen ancak ihmal suretiyle meydana gelen olaylara ilişkin“etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara tek başına ya da bir ceza soruşturmasıyla birlikte hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya, B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73; Ercan Bozkurt/Türkiye, B. No: 20620/10, 23/6/2015, § 59; Cavit Tınarlıoğlu/Türkiye, B. No: 3648/04, 2/2/2016, § 114).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16285
Başvuru, taksirle yaralama suçlamasıyla fail hakkında açılan ceza davasında caydırıcı bir ceza verilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, itirazı karara bağlayan heyette yer alan bir üyenin aynı zamanda hükmü veren hâkim olması ve koşulları oluşmamasına rağmen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına HAGB) karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, nezarethanede tutulma koşullarının ve kelepçeli olarak hastaneye götürülmenin kötü muamele yasağını; yasak sorgu yöntemleriyle ifade alınmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1974 doğumlu olan başvurucu, 2008 ila 2012 yıllarında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görev yapmıştır. Başvurucu, kamuoyunda 17-25 Aralık operasyonu olarak bilinen soruşturmada görev almıştır. Soruşturmada görev alanlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) resmî belgeyi bozma, yok etme veya gizleme, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetme ve örgüt üyeliği suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında anılan suçlardan açılan kamu davası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. Soruşturma sırasında Kayseri’de hastanede yatan annesine refakat eden başvurucu 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Kayseri’den İstanbul’a getirilen başvurucunun 23/7/2014 tarihinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğünde kolluk tarafından ifadesi alınmıştır. Başvurucu, ifadesinden önce nezarethanede kendisini rahatsız eden hususları şöyle sıralamıştır: Işıkların sürekli açık olması, aşırı sıcak ve gürültü, yetersiz beslenme, iki kişilik odada dört kişinin kalması, gözaltı çıkış raporu için götürülürken gerekmediği hâlde ellerine kelepçe takılması. 25/7/2014 tarihinde Savcılık, başvurucunun şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. Savcılık, başvurucunun tutuklanmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 16/8/2014 tarihinde başvurucunun sorgusunu yapmış, tutuklama istemini reddetmiştir. 18/3/2016 tarihinde başvurucu hakkında atılı suçlardan kamu davası açılmıştır. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. Başvurucu, vekili aracılığıyla 30/10/2014 tarihinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğünde görevli, altısının ismini verdiği, bir kısmının ise ismini bildirmediği polis amir ve memurları hakkında suç ihbarında bulunmuş; ihbar dilekçesinde görevi kötüye kullanma, iftira, suç uydurma ve kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçlarından işlem yapılmasını talep etmiştir. Başvurucu suç ihbarında;- 23/7/2014 saat 50’den 24/7/2014 saat 20’ye kadar ifadesinin alındığını belirterek ifadeye başlamadan önce nezarethane koşulları ve kelepçe takılması hususunda yaşadıklarını anlatmıştır. - İfade sırasında kendisiyle ilgisi olmayan soruların yöneltildiğini, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinde belirtilen yasak sorgu yöntemleri kullanılarak duygu ve düşünceleri yönlendirici tarzda sorular sorulduğunu ve 31 sayfadan ibaret ifadesinin 24 sayfasının sorulardan oluştuğunu belirtmiştir. Savcılık, olayla ilgili olduğunu değerlendirdiği dokuz şüpheli hakkında soruşturma başlatmıştır. Savcılık 27/2/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Şikayetçi Kazım Aksoy'un şikayetçi ile ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yürütülen idari soruşturma sonunda düzenlenen 47909374-17014-(32143)-2014/13552 (EGM/969726)sayılı raporda "şikayetin görev yapan tüm personeli yıldırmak ve sindirmek için yapılmış bir suçlama olduğu, iddiaları ispata yönelik somut bir delilinin bulunmadığı" bildirilerek disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı ve dosyanın işlemden kaldırılmasının teklif edildiği, 11/02/2015 günü İl Emniyet Müdürü tarafından OLUR verilmiş olduğunun anlaşıldığı,Şikayetçi Kazım Aksoy'un şüpheli sıfatı ile ifadesinin alındığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637 soruşturma nolu evrakın soruşturmasının halen sürmekte olduğu,Dosyanın incelenmesinde; Soruşturma Savcısının ve Hakiminin emir ve talimatlarını yerine getiren şüphelilere atılı suçların yasal koşullarının oluşmadığı gibi, şüphelilerin atılı suçları işlediklerine dair soyut iddia dışında dava açılmasını gerektirir nitelikte delil olmadığından, KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.]” Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. 16/6/2015 tarihinde tebliğ edilen karara karşı başvurucu, 15/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun tutulduğu nezaret koşulları hakkında Emniyet Genel Müdürlüğünden alınan 13/3/2019 tarihli yazıdaki bilgiler şöyledir: “1- Başvurucu Kazım AKSOY’un İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Nezarethanesinde 2014 saat: 25 ile 2014 saat: 45 tarihleri arasında gözaltı kaydına rastlanılmış olup ilgili tutanaklar yazımız ekinde sunulmuştur.2- Başvurucu Kazım AKSOY’un tutulduğu Nezarethane; Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliğinin Maddesi b fıkrası gereğince ; “ Nezarethanede zaruri haller dışında 5 ten fazla kişi bir arada bulundurulmaz. ” Bu yasal çerçevede gözaltı odaları 5 gözaltıyı geçmeyecek şekilde kullanılmakta olup, Nezarethanemiz kapasitesi 115 kişilik (6 koridor 23 koğuş) olduğu, anılan 22-2014 tarihleri arasında gözaltında tutulan kişi sayısının 75 olması ile birlikte, belirtilen tarihlerde nezarethane kapasitesinin üzerinde gözaltı bulunmamaktadır.3- Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği Maddesinde; 'Nezarethaneler en az 7 metrekare genişliğinde, 2,5 metre yüksekliğinde ve duvarlar arasında en az 2 metre mesafe olacak şekilde düzenlenir.' belirtilmek üzere, Nezarethanemizin toplam genişliği 1 x 30 = yaklaşık 513 metre kareden oluşmakta olup; Nezarethanemiz, 6 koridor (ortak alan bir koridor 80 x 50 = yaklaşık 15 metrekare), her koridorda 4 koğuş (Koğuşlar 8 metrekare ile 9 metrekare arasında değişmektedir.), 2 WC (20x10= yaklaşık 5 metre kare), 1 banyo (20x25= yaklaşık 3 metre kare), 2 lavabo (20x45= yaklaşık 20 metre kare ) ile birlikte ayrıca koridorlarımızdan birinde özürlü klozeti olarak kullanılan WC bulunmaktadır.4- Emniyet Genel Müdürlüğü Nezarethane Talimatnamesi Madde 19 - (1) : 'Kişilerin hak ve özgürlüklerini korumak bakımından Nezarethanede tutulan şüphelilerin durumunu imkanlar içerisinde, görüntü alabilen teknik araçlar ile izlenir…' Bu bağlamda Nezarethanemiz 36 adet kamera ile Gözaltı Odaları ve koridorları izlemekte ve 7 gün 24 saat kayıt yapmaktadır. Kameraların sağlıklı kayıt yapabilmesi için Nezarethanedeki ışıklar kapatılmamaktadır.5- Nezarethanemizin ortam sıcaklığı, havalandırma sistemi ile sabit (25 °C) derecede tutulmaktadır.6- Nezarethanemiz ile ilgili çeşitli açılardan çekilmiş fotoğraflar yazımız ekinde sunulmuştur.7- Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği Madde c Bendi; 'Tuvalet, temizlik gibi zorunlu ihtiyaçların giderilmesi görevli memurun gözetiminde sağlanır...' ile Maddesi; 'Tuvalet, banyo ve temizlik ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli tedbirler alınır...' maddeleri gereği Nezarethanede bulunan gözaltların tuvalet ve banyo ihtiyaçları, görevli memurlar gözetiminde bulundukları koridorlarda bulunan 2 adet WC ile 1 adet banyo kullanımları ile giderilmektedir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakliMadde 93- (1) Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Muhafızın görevini kötüye kullanmasıMadde 295 - (1) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (2) Muhafaza veya nakli ile görevli olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun ve maddeleri ile 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin , ve maddeleri için bkz. Nebahat Baysal Gül, B. No: 2016/14634, 28/5/2019, §§§ 11-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8409
Başvuru, nezarethanede tutulma koşullarının ve kelepçeli olarak hastaneye götürülmenin kötü muamele yasağını; yasak sorgu yöntemleriyle ifade alınmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, alacaklı olduğu şahsın tapuya kayıtlı taşınmazının tapu sicilinde iki ayrı kişi adına tescilli gözükmesine rağmen temelde aynı borçluya ait olduğunu, Tapu Sicil Müdürlüğünce tapu kaydında isim düzeltmesinin gerçekleştirilmemesi nedeniyle alacağını tam olarak tahsil edemediğini, Maliye Hazinesi aleyhine açtığı tazminat davasının reddedildiğini belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasını veya tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 27/8/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 29/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 28/3/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya bildirilmiş, başvurucu vekili 22/4/2014 tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını belirterek, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a. Başvurucu, Abdulhalim Ener isimli şahıstan olan alacağının tahsili amacıyla 2/8/1996 tarihinde, İstanbul İcra Müdürlüğünün E.1996/7622 sayılı dosyasında borçlu aleyhine, 150,00 TL asıl alacak ve 190,00 TL işlemiş faiz ile birlikte 340,00 TL üzerinden icra takibi başlatmıştır. b. Takibin kesinleşmesi üzerine, Ankara ili Çankaya ilçesi Yalıncak Mahallesi 27012 ada 2 parsel numaralı taşınmazın 600,00 TL bedelle, 27013 ada 1 parsel numaralı taşınmazın 665,00 TL bedelle ihalesi yapılarak satışa çıkarılmış ve başvurucu tarafından 7/7/1998 tarihinde alacağına mahsuben satın alınmıştır.c. Anılan icra takip dosyasında başka bir işlem yapılmadığı belirlenmiştir. Başvurucunun, icra yoluyla hisselerini satın aldığı taşınmazlarda Abdulhalim Ener ve Halim Ener ile başka şahısların hisseleri de bulunmaktadır. Başvurucunun borçlusu Abdulhalim Ener vekilinin talebi üzerine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/7/1992 tarih ve 1992/486, K.1992/581 sayılı ilamıyla verilen, 27012 ada 1 parselin tapu kaydında “Halim, Hamdi oğlu” olan ismin “Abdulhalim Ener, Hamdi oğlu” olarak düzeltilmesine dair karar, 2/2/1993 tarihinde Tapu Sicil Müdürlüğünce tapu kaydına işlenmiştir. PTT Genel Müdürlüğünce, başvurucunun icra yoluyla satın aldığı parsellere yönelik olarak, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırmaya dayalı tapu iptali ve tescil davası sonunda, 8/10/1999 tarih ve E.1994/812, K.1999/712 sayılı kararla taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile İdare adına tapuya tesciline karar verilmiş ve anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesince onanarak 9/11/2000 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, icra yoluyla satın aldığı taşınmazlarına herhangi bir bedel ödenmeksizin İdare tarafından el konulduğu iddiasıyla Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/155 sayılı dava dosyasında PTT Genel Müdürlüğü aleyhine tazminat davası açmış olup, yargılama devam etmektedir. a. Başvurucunun icra yoluyla satın aldığı taşınmazlardaki diğer hissedarlar ve başvurucunun borçlusu Abdulhalim Ener, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, 8/10/1999 tarih ve E.1994/812, K.1999/712 sayılı dava dosyasında taraf teşkilinin hatalı yapıldığını ileri sürerek, yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuşlardır. b. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi dava dosyasında borçlusunun da taraf olduğunu öğrenmesi üzerine, taşınmazları icra yoluyla satın aldığını ileri sürerek 1/7/2010 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan yargılamanın yenilenmesi dava dosyasına feri müdahil olarak katılmıştır.  c. Mahkemece, 13/9/2012 tarih ve E.2008/333, K.2012/276 sayılı kararla yargılamanın yenilenmesi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.d. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/6/2013 tarih ve E.2013/6248, K.2013/12892 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. a. Başvurucu, 30/3/2011 tarihinde, Maliye Hazinesi aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 27012 ada 2 parsel ve 27013 ada 1 parsel numaralı taşınmazların tapu kaydına göre maliki gözüken Abdulhalim Ener ile Halim Ener'in aynı kişiler olduğunu, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle farklı kişilermiş gibi iki ayrı hisse oluşturulduğunu, borçlusu olan Abdulhalim Ener aleyhine yaptığı icra takibi sonucu yalnızca Abdulhalim Ener'e ait hissenin icra yoluyla satışının sağlandığını, Halim Ener isimli hissedarın, Abdulhalim Ener ile aynı kişi olmasına rağmen Halim Ener adına tapuya kayıtlı hissenin satışının gerçekleştirilemediğini, bu nedenle alacağını tam olarak tahsil edemediğini, tapu sicili doğru tutulmuş olsaydı, aynı kişiye ait iki ayrı kayıt olmayacağını ve hisselerin tamamı Abdulhalim Ener adına tescilli olacağı için yaptığı icra takibi sonucu satışı gerçekleştirilen hisse çok olacağından alacağını tahsil imkanı bulabileceğini, tapu sicilinin tutulmasında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek, tazminat talep etmiştir.b. Mahkemece, 23/2/2012 tarih ve E.2011/172, K.2012/91 sayılı kararla; “başvurucunun Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/155 esas sayılı dava dosyasında PTT Genel Müdürlüğü aleyhine kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açtığı, bu dosyada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/812 esas sayılı dava dosyasının 17/5/2007 tarihinden itibaren talep edildiği, davacının, davalının 25/7/2007 tarihli dilekçesi ekinde sunulan ve kendilerine tebliğ edilen yazıdan Asliye Hukuk Mahkemesi kararını öğrendiği, Mahkemece Asliye Hukuk Mahkemesi dava dosyasının 17/5/2007 tarihinden itibaren birden çok defa Mahkemesinden talep edildiği, bu dosyanın 26/6/2007 tarihinde başvurucunun açtığı dava dosyasına geldiği, dolayısıyla başvurucunun 26/6/2007 tarihinde durumu öğrenmiş sayılacağı ve bu tarihten itibaren 1 yıldan fazla sürenin geçtiği, davacının sonradan haberdar olduğunu belirtmesi doğru olmadığı gibi, sonradan öğrenmiş ise bu durumun tamamen kendi kusurundan kaynaklandığı, ayrıca başvurucunun zararının taşınmazların satışının gerçekleştirildiği tarihte doğduğu ve o tarihten itibaren de 10 yıldan fazla sürenin geçtiği, yine Abdulhalim ve Halim Ener'in aynı kişi olduklarının 24/2/2009 tarihli yazıyla bildirildiği gerekçeleriyle zamanaşımı nedeniyle davanın reddine” karar verilmiştir.c. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/12/2012 tarih ve E.2012/13211, K.2012/28150 sayılı ilamıyla; “dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle temyiz itirazlarının reddine, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına” karar verilmiştir.d. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 6/6/2013 tarih ve E.2013/9578, K.2013/11959 sayılı kararıyla reddedilmiştir. e. Karar, 31/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.” 22/7/2013 tarih ve 2013/5150 sayılı Tapu Sicil Tüzüğü’nün maddesi ile yürürlükten kaldırılan 18/5/1994 tarih ve 94/5623 sayılı Tapu Sicil Tüzüğü'nün maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kanunlarda veya bu Tüzükte yazılı istisnalar dışında, yazılı istem olmadıkça tapu sicili üzerinde işlem yapılamaz.” 94/5623 sayılı mülga Tapu Sicil Tüzüğü'nün maddesi şöyledir:“Kütük üzerinde belgelere aykırı tescil veya yazımın düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması ve yevmiye defterine kaydedilmesi gerekir.Belgeye aykırı yazımın veya tescilin düzeltilmesine, ilgililerden birisinin yazılı oluru olmazsa, müdür defterdarlık veya mal müdürlüğünden düzeltme için dava açılmasını, talep eder.Hazine avukatı bulunmayan yerlerde bu düzeltmeler için müdürlük tarafından re'sen dava açılır.İkinci ve üçüncü fıkralardaki durum, ayrıca kütük sayfasının beyanlar sütununda belirtilir.Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde belgesine aykırı olarak basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi halinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, re'sen düzeltme yapılır.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6862
Başvurucu, alacaklı olduğu şahsın tapuya kayıtlı taşınmazının tapu sicilinde iki ayrı kişi adına tescilli gözükmesine rağmen temelde aynı borçluya ait olduğunu, Tapu Sicil Müdürlüğünce tapu kaydında isim düzeltmesinin gerçekleştirilmemesi nedeniyle alacağını tam olarak tahsil edemediğini, Maliye Hazinesi aleyhine açtığı tazminat davasının reddedildiğini belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasını veya tazminat ödenmesini talep etmiştir.
0
Başvuru; bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ve pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması kapsamında kamu görevlisi olan bazı şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular Abdülkadir Yılmaz, Elif Yılmaz, Gülşen Ejdar, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Onur Yılmaz, Ahmet Akdağ, Mefaret Akdağ, Nurcan Akdağ ve Yiğit Ahmet Akdağ tarafından yapılan 2016/13649 sayılı başvuru 29/7/2016 tarihinde; başvurucu Naciye Kaya tarafından yapılan 2016/14545 sayılı başvuru ise 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/14545 sayılı başvuru, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/13649 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurulara ait belgelerin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. tarafından işletilen Manisa'nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 günü saat 00 sıralarında meydana gelen faciada aralarında başvurucuların yakınları İ.Y., S.A. ve K.nın da bulunduğu birçok kişi ölmüş; pek çok kişide yaralanmıştır. Ölenler ile başvurucular arasındaki yakınlık dereceleri ekli 1 No.lu listede yer almaktadır. Yaşanan olay üzerine resen harekete geçen Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olaya ilişkin olarak derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Bazı siyasiler ile bir kısım kamu görevlisinin de olayda sorumluluğunun bulunduğu iddiasıyla birtakım gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılan suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar mevcut soruşturma ile birleştirilmiştir. Haklarında şikâyette bulunulan siyasilerle ilgili soruşturmayı mevcut soruşturmadan tefrik eden Cumhuriyet Başsavcılığı; Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı (Enerji Bakanlığı) ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (eski adıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı) müfettişlerinin ve Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü K.Ö.nün kamu görevlisi olması ve haklarında soruşturma yapılabilmesi için 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'a istinaden yetkili mercilerce soruşturma izni verilmesi gerektiği gerekçesiyle bahse konu kişilerle ilgili soruşturmayı da mevcut soruşturmadan ayırmıştır. Başvurucuların şikâyetleri ve tespit edilen soruşturma içerikleri dikkate alınarak başvurucuların yakınlarının ölümü hakkına yürütülen ceza soruşturmasına ilişkin süreçler iki başlık altında anlatılacak ancak siyasilerle ilgili soruşturma sürecinden söz edilmeyecektir. Son olarak, tespit edilebilen disiplin soruşturması sürecine yer verilecektir.A. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreçler Genel Soruşturma Hükümlerine Göre Yürütülen Soruşturma Sürecia. Fezlekeye Kadar Olan Süreç Başvuruya konu edilen olayı çevreleyen koşulların tespiti ve sorumluların belirlenmesi için birçok soruşturma işlemi icra eden Cumhuriyet Başsavcılığı, profesör unvanına sahip iki maden ve bir elektrik bilirkişisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından oluşan bilirkişi heyeti ile birlikte olay yerinde keşifler yapmıştır. Hazırladıkları 5/9/2014 tarihli raporlarında maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunan bilirkişi heyeti, maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği ve kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varmıştır. Otopsi sonuçlarına göre ölümlerin büyük çoğunluğunun karbonmonoksit kaynaklı karboksihemoglobin zehirlenmesi sonucunda meydana geldiğine ve bu boyutta bir zehirlenmenin meydana gelebilmesini sağlayacak karbonmonoksit konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olmasının olası görülmediğine işaret eden bilirkişi heyetine göre olayın ana kaynağı, U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksitin temiz hava girişine ulaşması, temiz hava ile temas eden kendiliğinden yanan kömürün tam yanmaya dönüşmesi, bu yangının 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturması, su ile soğutma çalışmaları sonucu açığa çıkan zehirleyici ve boğucu gazlardır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kömür yangınının kurtarma faaliyetleri esnasında devam etmekte olduğu 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de uzun bir süre maden kapalı kalmış olmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti, 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin 7/10/2009 tarihinde TKİ'ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlar dolayısıyla üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini nazara almak suretiyle maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ ve kömür üretim işini devralan S... A.Ş. tarafından bilindiği kanaatine varmış ve bu doğrultuda olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısımları şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ'de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ Soma Kömürleri A.Ş. Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEMkontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu Iş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ Soma Kömürleri A.S. Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Basmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j- Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2'de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezervzayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton'dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn' nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.S. Eynez işletmesinde denetim yapan CSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur.Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- iş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ S... A.Ş. Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri işletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Baskanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. S... İşletmesine ait 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede 'Üretim Zorlaması' olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Baskanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar. S... A.Ş. Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettisleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, 'vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır' koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM'e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun 24/08/2010 tarihli 'Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi' esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik banttarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün vapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yıl tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.'ne daha sonra S... A.Ş.'ne 'Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi' 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri'nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile, iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına 27/10/2014 tarihinde dilekçe veren başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdülkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ;başka hususlar yanında S... A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı ile Yönetim Kurulu üyelerinin, Genel Müdür'ün, İşletme Müdürü ile yardımcılarının, emniyet başmühendisinin, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçinin, iş güvenliğinden sorumlu vardiya amirlerinin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile üyelerinin, TKİ İşletme Dairesi Başkanı'nın, TKİ İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü'nün, ELİ Müessese Müdürü'nün, ELİ kontrol başmühendisleri ilemühendislerinin, Maden İşleri Genel Müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin ve Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin de olaydan sorumlu olduğunu öne sürmüşlerdir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U., S... A.Ş.nin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ve S... A.Ş.nin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan kırk iki kişi hakkında kovuşturmasızlık kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığı, aralarında ELİ'de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler şirket hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kasıtla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kovuşturmazlık kararının ilgili kısmı şöyledir:“...Maktul Şüpheliler [S.Y.], [E.], [K.K.] ve [H.nin] eylemleri değerlendirildiğinde; her ne kadar olay ile ilgili hakkında kamu davası açmayı gerektirir yeterli delil olsa da şüphelilerin 13/05/2014 tarihinde meydana gelen olayda hayatını kaybetmesi nedeniyle 5237 Sayılı TCK' nın 64 maddesi gereğince haklarında kovuşturma işleminin yapılamayacağının anlaşıldığı, Diğer şüphelilerin eylemleri değerlendirildiğinde; şüpheliler hakkında 05/09/2014 tarihli Bilirkişi Asli raporunda herhangi bir kusur belirtilmediği, şüphelilerin üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair somut herhangi bir delilin elde edilemediği ve yeterli şüphenin oluşmadığı tüm soruşturma dosya kapsamından anlaşılmakla;Maktul şüpheliler ve şüpheliler hakkında AYRI AYRI KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]” Başvurucular Elif Yılmaz, Hacer Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Katriye Yılmaz, Gülşen Ejdar, Onur Yılmaz, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ'ın 27/10/2014 tarihli dilekçelerinde yazılı hususları da tekrar ederek vekilleri aracılığıyla kovuşturmasızlık kararına yaptıkları itiraz Akhisar Sulh Ceza Hâkimliğinin (Ceza Hâkimliği) 16/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucular vekiline 5/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. b. Fezlekeden Sonraki Süreç Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı, Cumhuriyet Başsavcılığının haklarında fezleke düzenlediği kırk beş şüpheli hakkında olası kasıtla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarından Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler ile bu kişilerin yaptığı görevler ekli 2 No.lu listede yer almaktadır. Başvurucular söz konusu davada katılan sıfatıyla yer almışlardır. Olayın şüphelilerinden E.E. müdafii aracılığıyla Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 22/12/2014 tarihli dilekçesinde, aralarında S.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin maden ocağında görev yaptığını ve bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimî nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, S.nin daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı vermiş ancak daimî nezaretçi olduğunu tespit ettiği E. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılması için E. ile ilgili soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Anılan fezlekeye istinaden Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığınca açılan kamu davası Ceza Mahkemesi tarafından ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılanların S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu başkanı olan A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdikleri dilekçeyi Ceza Mahkemesi 2/9/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Anılan dilekçeye istinaden Cumhuriyet Başsavcılığı derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Ceza Mahkemesi, sanıklardan Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu ancak iddianamede bundan söz edilmediği hususunu 2/9/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığının dikkatine sunmuştur. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı adı geçen sanıklar hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı da fezlekeye istinaden Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Bu dava da Ceza Mahkemesince ana dava ile birleştirilmiştir. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarınca açılan tazminat davalarında alınan birkaç bilirkişi raporunu temin eden Ceza Mahkemesi; hepsi akademik unvana sahip maden, jeoloji, iş güvenliği, elektrik, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman olan kişilerden oluşan bilirkişi heyetinin refakatiyle 5/2/2016 tarihinde olayın meydana geldiği maden ocağında keşif yapmıştır. Keşifte hazır bulunan on bir kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitlere yer verilmiştir:i. Olayın meydana gelmesindeki temel neden eski imalattan sızan/üflenen gazlar ve yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (taşıyıcı, bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın (maden yatağında açılan bir kanalın çökmesini önlemek amacıyla sağlamlaştırma), mazot, yağ vb. ile plastik boruların yanması sonucunda oluşan gaz ve dumandır.ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay; ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır.iii. Büyük payın S... A.Ş. üst düzey yetkili idari ve teknik elemanlarında olduğu ön koşuluyla Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporundaki kusur atıfları yerindedir.iv. Haklarında dava açılmayan S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu başkanı olan A.G. ve Yönetim Kurulu Üyesi Y. ile S... A.Ş.nde genel müdür teknik yardımcısı olan Ha.K., eğitim mühendisi olan Mu.B., acil durum yöneticisi olarak görünen Işıklar İşletmesi Müdürü H.E. de olayın meydana gelmesinden sorumludur.v. Yetki ve statüleri dikkate alındığında S... A.Ş.ndeki görevleri elektrik başmühendisi, hazırlık üç vardiya amiri, mekanize ayak üç vardiya amiri, klasik ayak vardiya mühendisi, mekanize ayak vardiya mühendisi, vardiya mühendisi, vardiya teknikeri ya da gaz izleme personeli olan yirmi üç sanığın ve ELİ kontrol mühendisi olan beş sanığın olayın meydana gelmesinde kusurları bulunmamaktadır. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Cumhuriyet Başsavcılığı; A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 25) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve H.E.yi de içerecek şekilde genişletmiş ve A.G., Ha.K. ile E.K. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının Ceza Hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığınca açılan dava, Ceza Mahkemesince ana dava ile birleştirilmiştir. Yaptığı yargılama sonunda bilinçli taksirle veya taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden oldukları gerekçesiyle on dört sanığın süreli hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar veren Ceza Mahkemesi, olayın meydana gelmesinde taksir derecesinde dahi olsa kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle aralarında S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G., Yönetim Kurulu Üyesi Y., Genel Müdür Teknik Yardımcısı olan Ha.K. ve ELİ'de görevli kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu diğer sanıkların beraatine karar vermiştir. Ceza Mahkemesi 12/7/2018 tarihinde denetim görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle kazanın yaşandığı ocağa ilişkin asli denetim görevi bulunan kurumlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu suç duyurusu nedeniyle yeni bir soruşturma başlatan Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya devam etmek için Ceza Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesini beklemektedir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve başvurucular dâhil bir kısım katılan ile mahkûm olan sanıklar tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) olayın meydana gelmesinde ve neticenin doğmasındaki temel kusurların maden ocağına daha önce eski imalat sahalarında biriken, oturma ve göçme nedeniyle ocağın içine doğru püsküren yoğun zehirli gazlar ve ocakta çıkan yangın nedeniyle oluşan zehirli gazların ocağın içine girmesinin engellenememesi ve tahliyesinin sağlanamaması ile işçilerin bu zehirli gazlardan korunamamaları ve zamanında tahliyelerinin sağlanamaması noktasında toplandığı tespitinde bulunmuş; bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan reddetmiştir. Temyiz Formu'na göre İstinaf Dairesince verilen karar, İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, on dört sanık ve aralarında başvurucuların da bulunduğu bazı katılanlarca temyiz edilmiş olup Ceza Mahkemesince verilen karar bu nedenle kesinleşmemiştir. Haklarında Soruşturma İzni İstenen Kişilere İlişkin Soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığı 27/5/2014 tarihinde görevlerini ihmal ettikleri yönünde şüphe oluştuğu gerekçesiyle maden ocağının denetimini yapan görevliler ve Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü hakkında Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Başvurucu Naciye Kaya 14/4/2015 tarihinde vekili aracılığıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vermiş ve olayın meydana gelmesinden Enerji Bakanı ile Çalışma Bakanı'nın, Maden İşleri Genel Müdürlüğü yetkililerinin, TKİ yetkililerinin ve Enerji Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığı müfettişleri ve yetkililerinin de sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Bakanlarla ilgili soruşturmayı tefrik eden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, diğer kişilerle ilgili soruşturmada yetkisiz olduğuna karar verip soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu soruşturmayı kamu görevlileri hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir. a. Çalışma Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Çalışma Bakanlığı, aleyhlerinde ön inceleme yürüttüğü İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü ile iş başmüfettişi, iş müfettişi veya iş müfettiş yardımcısı olan on iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ve başvurucu Ahmet Akdağ ile bazı kişiler bu karara Danıştay Birinci Dairesi (Birinci Daire) nezdinde itiraz etmiştir. Birinci Daire 4/12/2014 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan iş müfettişleriyle ilgili tespitlere işaret ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:“......2009-2014 yılları arasında anılan maden ocağını denetleyen iş müfettişlerinin denetim görevlerinin kapsam ve konuları dikkate alınarak raporda belirtilen aykırılıkları/olumsuzlukları tespit edip etmedikleri, düzenledikleri raporlarda bu tespitlere yer verip vermedikleri, anılan hususlarda işlem yapılmasını önerip önermedikleri veya işlem tesis edip etmedikleri, bu bağlamda söz konusu işlemleri tesis etmekle yetkili ve görevli birimler de belirlenerek iş müfettişlerinin görevleri kapsamındaki gerekli işlemleri yapıp yapmadıkları hususlarının ayrıntılı olarak araştırılması, bilirkişi raporundaki tespitler ve belirlenen kusur durumlarına göre ön inceleme konusu eylemlerin ve bu eylemlerde sorumluluğu bulunanların belirlenmesi gerektiğinden, itirazın kabulüyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının 2014 tarih ve İTK-04 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına, yukarıda belirtilen şekilde yeniden ön inceleme yapılmak ve rapordaki tespitlere göre isnat edilen eylemler ayrıştırılmak suretiyle bu eylemlerde sorumluluğu bulunan bütün ilgililerin ismen ve görev ünvanlarıyla tespit edilmesi, bu kişilerin isnat edilen eylemlerle illiyet bağları ve sorumlulukları irdelenerek bütün ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin yeni bir karar verilmesi[ne] ... karar verildi.” 9/3/2015 tarihinde Çalışma Bakanlığına bir müzekkere yazan Cumhuriyet Başsavcılığı, Birinci Daire tarafından verilen karar sonrasında herhangi bir ön inceleme yapılıp yapılmadığını sormuş ve soruşturma izni verilmesini talep etmiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığında (Teftiş Kurulu) görevli bir başmüfettiş, iki müfettiş ve üç müfettiş yardımcısı tarafından hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunda; ön inceleme için öngörülen yasal süre içinde yeni bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı belirtilmiş ancak soruşturma aşamasında alınan 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporundaki kusur tespitlerinin genel ve hukuki yönden mesnetsiz olduğu ileri sürülerek teknik değerlendirmeler yanında hukuki değerlendirmeler de yapabilecek, uzman kişilerden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinin maden kazasını incelemek üzere görevlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca ön inceleme raporunda, kazanın asıl oluş nedeni ve bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığından soruşturma izni verilmemesi gerektiği izhar edilmiştir. Çalışma Bakanı 7/9/2015 tarihinde Teftiş Kurulu görevlilerince hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunu esas alarak İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü ile iş başmüfettişleri ve müfettişleri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Cumhuriyet Başsavcılığı ve birkaç kişi haricinde başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ, Ahmet Akdağ ve Naciye Kaya itiraz etmiştir. Ön incelemedeki tespitlerden hareketle haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan bir illiyet bağı kurulamadığı sonucuna ulaşan Birinci Daire;i. 10/12/2015 tarihli ve E.2015/1720, K.2015/1723 sayılı kararla başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ'ın itirazını, ii. 14/4/2016 tarihli ve E.2016/5, K.2016/513 sayılı kararıyla da başvurucu Naciye Kaya'nın itirazını reddetmiştir. Birinci Dairenin 10/12/2015 tarihli kararının ilgili kısımları şöyledir:“......[M]aden ocağının işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden gerekli denetimlerinin yapıldığı, iş müfettişlerince denetim görevinin yerine getirildiği,Maden ocağını teftişten önce işveren veya vekiline haber verildiği ve teftiş yapılacak güzergahın, ocağın hangi panosunda inceleme yapılacağının bildirildiği iddiasına yönelik olarak somut bir delil bulunmadığı, diğer taraftan, ocakta yüzeysel olarak denetleme yapıldığı, tünellere inmeden, sorunsuz ve havadar alanların incelendiği, antigrizu malzeme olarak gösterilen panoları ve elektrik motorlarının yeterince incelenmediği, rastgeleseçilenişçiler yerine önceden seçilen ve nesöylemelerigerektiğibildirilenişçilerlegörüşüldüğü, gazizlemeileilgilikayıtlarıngeriye dönük olarak incelemesinin yapılmadığı iddialarının incelenmesinde, tanık ifadelerine başvurulduğu, bu tanıkların [A.Ç., E.E., İ.A. ve A.G.Ç.] ifadelerinde, iş müfettişlerince yapılan denetimlerde maden ocağına inildiği, tüm malzemenin kontrol edildiği, gaz izleme ölçüm kayıtlarının tutulduğu defterlerin denetlendiği hususlarının belirtildiği, konuyla ilgili ön incelemede, ilgililerin kendilerine verilen görevleri anılan mevzuat kapsamında yerine getirmiş oldukları sonucuna ulaşıldığı görülmüştür.Bu ön incelemedeki tespit ve değerlendirmelerden hareketle, anılan ocağın kontrol ve denetimineilişkin olarak mevzuat uyarınca İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü ile iş müfettişlerine verilen görevlerin gereği gibi yerine getirilerek ocağın kontrol ve denetiminin yapıldığı sonucuna ulaşıldığı, bu denetimler sonucunda gerekli işlemlerin tesis edilmesinin ve işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin gerekli tedbirlerin alınmasının sağlandığı, nitekim söz konusu maden kazasından önce en son 13,14,17,2014 tarihlerinde ocağın genel denetiminin yapıldığı, bu denetimler sonucunda düzenlenen 2014 tarih ve 8 sayılı raporda, ocakta işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden eksiklik tespit edilemediğinin belirtildiği, madencilik faaliyetinin süreklilik arz etmesi nedeniyle belirli zaman aralıklarında denetim ve kontrol gerçekleştiren iş müfettişlerinin maden ocaklarındaki her türlü faaliyet/eylem/kaza sebebiyle sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığı, işveren ve işçiler tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin denetim zamanları dışında gözlemlenmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle denetim zamanları dışında ocaktaki faaliyetlerden ilgililerin sorumluluklarının olamayacağı, kaldı ki, ilgililerin geçmişte yaptıkları denetimlerde usulsüzlük olduğu, denetimlerde bazı hususları gizledikleri veya olduğundan farklı gösterdikleri veya bu denetimler sonucunda düzenledikleri raporların eksik, yanlış, yanlı ve hatalı olduğu yolunda somut tespitler bulunmadığı, haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan bir illiyet bağı kurulamadığı anlaşılmıştır.Öte yandan, maden kazasıyla ilgili devam eden yargılamada ocağın denetimlerinde usulsüzlükler bulunduğu yolunda delil, bilgi ve belge elde edilmesi halinde sorumlular hakkında yeniden ön inceleme yapılabileceği de açıktır.Açıklanan nedenlerle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının soruşturma izni verilmemesine ilişkin 2015 tarih ve İTK-04 sayılı kararına yapılan itirazların reddine ... karar verildi.” Birinci Daire, başvurucu Naciye Kaya'nın itirazını reddederken 10/12/2015 tarihli kararındaki gerekçeleri kullanmıştır. Birinci Daire tarafından verilen 10/12/2015 tarihli karar başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ vekiline 12/7/2016 tarihinde; 14/4/2016 tarihli karar ise başvurucu Naciye Kaya vekiline 13/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.b. Enerji Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Cumhuriyet Başsavcılığı 30/9/2014 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden, olay tarihinden geriye doğru son iki yıl içinde denetlemede görev almış olup da daha önce haklarında soruşturma izni verilen kişiler dışında kalan ancak 2010 yılından sonra ilgili maden ocağına ilişkin işletme projelerini inceleyen, denetleyen veya bu projelere onay veren görevliler ile Maden İşleri Genel Müdürü, TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ve TKİ İşletme Dairesi Başkanı hakkında Enerji Bakanlığından soruşturma izni talep etmiştir. Talep dilekçesinde bahsi geçen soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın içeriği tespit edilememiştir. Enerji Bakanı 25/11/2014 tarihinde aleyhlerinde ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki daire başkanı, iki müdür, üç mühendis, on beş Maden Tetkik Heyeti üyesi -bu üyelerden birinin vefat ettiği anlaşılmıştır- ve TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile TKİ'de işletme daire başkanlığı görevini yürüten iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Cumhuriyet Başsavcılığı, Birinci Daire nezdinde itiraz etmiştir. Birinci Daire 19/3/2015 tarihinde meydana gelen maden kazasının birden fazla bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi nedeniyle şikâyet konusunun Teftiş Kuruluncaincelenmesi gerektiğini belirtip maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması lüzumuna işaret ederek soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. 4/12/2014 tarihli karar uyarınca Çalışma Bakanlığı görevlileri hakkındaki ön incelemenin de Teftiş Kurulunca yapılması lazım geldiğine değinilen anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “...... 2014tarihli bilirkişi raporunda, anılan maden ocağını işleten işveren, vekilleri ve çalışanlar ile birlikte maden ocağının sahibi Türkiye Kömür İşletmeleri A.Ş., Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü veÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ilgili görevlilerinin de denetim ve kontrol görevlerini yerine getirmedikleri gerekçesi ile kazanın meydana gelmesinden sorumlu oldukları (kusurlu bulundukları) yolunda tespitlerde bulunulduğu, anılan tespit üzerine ilgili Bakanlıklarca sorumlular hakkında ön inceleme yapıldığı görülmekle birlikte, meydana gelen maden kazasının birden fazla Bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi ve olayın meydana gelmesiyle bu Bakanlıklarda ve kamu kurumunda çalışanların illiyet bağlarının bulunduğunun belirlenmesi nedeniyle şikayet konusunun Devlet teşkilatındaki bütün kamu kurum ve kuruluşlarında, teftiş, denetim veya bu maksatla kurulmuş olan birimlerin görev, yetki ve sorumluluklarını haiz olarak her türlü inceleme, araştırma, soruşturma ve teftiş yapma veya yaptırmaya yetkili olan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca incelenmesi gerektiği anlaşıldığından, itirazın kabulüyle Enerji ve Tabii KaynaklarBakanının 2014tarih ve 129sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının kaldırılmasına, bu maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması, gerekirsekazayla ilgili olarak tekrar bir bilirkişi incelemesi yaptırılması, Soma Cumhuriyet Başsavcılığınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporu ile yapılacak inceleme sonucu elde edilecek bilgi ve belgelere göre ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi şeklinde öneri getirilmek suretiyle ön inceleme raporu düzenlenmesi, düzenlenen ön inceleme raporunun sorumlulukları tespit edilen kamu görevlileri hakkında karar vermeye yetkili mercilere gönderilmesi, yetkili merciler tarafından ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin bir karar verilmesi... Diğer taraftan şikayet konusu eylem nedeniyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevlileri hakkında yapılan ön inceleme sonucunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanınınsoruşturma izni verilmemesine ilişkin 2014 tarih ve İTK- 04 sayılı kararının verildiği, bu karara yapılan itirazların Dairemizin 2014 tarih ve E:2014/1726, K:2014/1762 sayılı kararıyla kabul edildiği ve söz konusu kararın kaldırıldığı, ön incelemede tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için dosyanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına iade edildiği bilinmekle birlikte, yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda anılan kararımız üzerineÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevlileri hakkında gerekli ön incelemenin de Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılması gerektiği, açıklanan nedenle bu kararımızın bir örneğinin de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, kararın bir örneğinin de itiraz edene gönderilmesine 2015tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Yukarıda (bkz. § 39) anılan Teftiş Kurulu raporuna istinaden Enerji Bakanı 18/8/2015 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda eksiklikler bulunması ve kırk beşgünlük ön inceleme süresinde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmaması sebebiyle kazanın asıl oluş nedeni ile bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığı gerekçesiyle Çalışma Bakanlığı çalışanları da dâhil haklarında ön inceleme yapılan tüm kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 10/12/2015 tarihli ve E.2015/1448, K.2015/1722 sayılı kararla;i. Çalışma Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın yetkisizlik nedeniyle kaldırılmasına, ii. TKİ İşletme Dairesi başkanları hakkında verilen kararın anılan görevlilerin genel soruşturma hükümlerine tabi olmaları sebebiyle kaldırılmasına, iii. TKİ Yönetim Kurulu Başkanı'nın eyleminin ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlı olması ve ocakta kaza ve ölüm olayları meydana gelmesiyle bu kişinin eylemi arasında doğrudan illiyet bağının bulunmaması nedeniyle TKİ Yönetim Kurulu Başkanı yönünden soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine, iv. Diğer Enerji Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın ise eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına karar vermiştir. Bahse konu kararın ilgili kısımları şöyledir:“......Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca yaptırılan ön incelemede, konu hakkında ilgili Bakanlıklarca yaptırılan ön incelemeler sonucunda düzenlenen raporlar, Soma Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 2014 tarihli bilirkişi raporu ile ilgililerin ifadeleri yeterli görülerek inceleme yapıldığı, ön inceleme süresinin kısıtlılığı gerekçe gösterilerek Dairemiz kararında belirtildiği şekilde bir bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı ve bilirkişi raporu temin edilmediği, bu eksiklikle düzenlenen ön inceleme raporu dayanak alınarak da soruşturma izni verilmemesine ilişkin Enerji ve Tabii KaynaklarBakanının 2015tarih ve 84sayılı kararının verildiği görülmüştür.Oysa, 4483 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki, yetkili mercinin en geç kırk beş gün içerisinde ilgili memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda bir karar vermek zorunda olduğu yolundaki hükmün, ön inceleme konusu eylemin niteliği, kapsamı, özelliği dikkate alınmadan her ön incelemede mutlak uyulması gereken bir süreyi ifade ettiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı, zira ön inceleme konusu eylemin teknik özellikler içermesi, niteliği, kapsamı, eylemin aydınlatılması için gerek görülen bilirkişi incelemesinde geçecek süre gibi zorunlu sebeplerle bu sürenin aşılabileceği, bu durumların varlığı halinde kırk beş günlük sürenin aşılmasının, ön incelemenin sıhhatini etkilemeyeceği açıktır. Açıklanan nedenlerle, itirazın kabulüyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının 2015tarih ve 84sayılı kararının; ... için soruşturma izni verilmemesine ilişkin kısmının kaldırılmasına, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında görevli ilgililer hakkında yeniden bir ön incelemesi yaptırılması ve bu ön incelemede Dairemizin 2015 tarih ve E:2015/75, K:2015/420 sayılı kararında belirtilen bilirkişi raporunun temin edilmesi, bu amaçla konusunda uzman, tarafsız ve bağımsız en az üç teknik kişiden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, olayla ilgili bütün bilgi ve belgeler gönderilmek ve bu belgeler üzerinde inceleme yaptırılmak suretiyle maden kazasının meydana gelmesinin ve işçilerin ölüm nedenlerini açıklayan, Bakanlıkta görevli ilgililerin bu kazanın meydana gelmesinde ve ölüm olaylarında illiyet bağları bulunup bulunmadığı, kusur ve sorumlulukları olup olmadığı hususlarını tereddüde yer vermeyecek şekilde ortaya koyan, Soma Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 2014 tarihli bilirkişi raporundaki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı personeline kusur atfeden tespit ve değerlendirmelerle ilgili açıklamalar içeren bir rapor alınması, bu rapor ile elde edilecek diğer bilgi ve belgelere göre yeniden bir ön inceleme raporu düzenlenmesi, bu ön inceleme raporunun ilgililer hakkında karar vermeye yetkili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına gönderilmesi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından da ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin yeni bir karar verilmesi[ne] ... karar verildi.” Anılan karar üzerine Enerji Bakanlığı ön inceleme yapılması için dosyayı Teftiş Kuruluna göndermiştir. Teftiş Kurulu, Birinci Daire kararının gereğinin Enerji Bakanlığınca yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle ön inceleme dosyasını iade etmiştir. Enerji Bakanı 28/12/2016 tarihinde o zamana kadar soruşturma izni talebiyle ilgili süreçlerden söz edip Birinci Daire kararıyla kaldırılan 25/11/2014 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın dayanağı olan ön inceleme raporundaki tespitleri gözönünde bulundurarak haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki daire başkanı, iki şube müdürü, üç mühendis ve on dört Maden Tetkik Heyeti üyesi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince alınan 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere de değinerek anılan karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 15/6/2017 tarihinde soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: “......Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının 2016 tarih ve 67 sayılı kararıyla ilgililer için soruşturma izni verilmemesine karar verildiği, söz konusu yetkili merci kararının, Dairemiz kararlarında sorulan hususları aydınlatan bilirkişi raporu alınmadan ve yeniden bir ön inceleme raporu düzenlenmeden, Dairemizin 2015 tarih ve E:2015/75, K:2015/420 sayılı kararıyla kaldırılanBakanın 2014 tarih ve 129 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının dayanağı 2014 tarih ve 193 sayılı ön inceleme raporundaki tespitler göz önünde bulundurularak verildiği anlaşılmıştır.Ancak, söz konusu Daire kararlarımızın gereği yerine getirilerek Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında görevli ilgililer hakkında yeniden bir ön incelemesi yaptırılması ve bu ön incelemede Dairemiz kararlarında sorulan hususları aydınlatan bilirkişi raporu temin edilmesi, bu amaçla konusunda uzman, tarafsız ve bağımsız en az üç teknik kişiden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, olayla ilgili bütün bilgi ve belgeler gönderilmek ve bu belgeler üzerinde inceleme yaptırılmak suretiyle maden kazasının meydana gelmesinin ve işçilerin ölüm nedenlerini açıklayan, Bakanlıkta görevli ilgililerin bu kazanın meydana gelmesinde ve ölüm olaylarında illiyet bağları bulunup bulunmadığı, kusur ve sorumlulukları olup olmadığı hususlarını tereddüde yer vermeyecek şekilde ortaya koyan, Soma Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 2014 tarihli bilirkişi raporundaki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı personeline kusur atfeden tespit ve değerlendirmelerle ilgili açıklamalar içeren bir rapor alınması, ayrıca maden kazasıyla ilgili olarak devam eden ceza yargılamasında Mahkeme tarafından temin edilen bilirkişi raporları mevcut ise bu raporların da elde edilerek değerlendirilmesi, bu rapor ile elde edilecek diğer bilgi ve belgelere göre yeniden bir ön inceleme raporu düzenlenmesi, bu ön inceleme raporunun ilgililer hakkında karar vermeye yetkili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına gönderilmesi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından da ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin yeni bir karar verilmesi gerekmektedir....” Birinci Daire tarafından verilen karar üzerine yürütülen ön incelemede bir maden yüksek mühendisi, bir elektrik yüksek mühendisi ve bir maden mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Enerji Bakanı 31/7/2019 tarihinde haklarında ön inceleme yürütülen TKİ ve MİGEM'de (Maden İşleri Genel Müdürlüğü, yeni adıyla Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) çeşitli görevler yapan toplam otuz kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Sözü edilen kararda öz itibarıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporunun olayın meydana geldiği ocağın genel mevzuat açısından eksiklikleri hakkında düzenlendiği, olayın nasıl meydana geldiği, nedeni ve seyri konusunda bilimsel ve birbiriyle çelişmeyen herhangi bir tespit içermediği, MİGEM'in yılda bir kez kendi mevzuatı açısından eksikliklerin tespiti ve giderilmesi yönünden denetim yaptığı, sürekli hareket hâlinde dinamik bir yapıya sahip olan yer altı ocağında iş sağlığı ve güvenliği için ocak verilerinin güncel ve daha sık periyotlarla değerlendirilmesi ve S... A.Ş.nin istihdam ettiği teknik personelin ocağın zehirli gazlardan etkilenebilmesi hususunu gözeterek öncelikle üretime ara verip ocak çalışanlarını tahliye etmesi, daha sonra da yangının havayla temasının kesilmesi için müdahalede bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/9/2019 tarihinde itiraz edilmiş olup itiraz hakkında bir karar verilip verilmediği tespit edilememiştir. B. Disiplin Soruşturmasıyla İlgili Süreç Çalışma Bakanlığı, başvuruya konu olay nedeniyle sadece olayın meydana geldiği maden ocağındaki en son denetimi gerçekleştiren İş Başmüfettişi E.G. ile İş Müfettiş Yardımcısı E.B. hakkında disiplin soruşturması yürütmüştür. Çalışma Bakanlığı Disiplin Kurulu, verilen görev ve emirleri kasten yapmamak disiplin suçunu işlediği gerekçesiyle E.G.nin kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılmasına ancak adı geçen 1'inci derecenin 4'üncü kademesinde olduğundan cezanın brüt aylıktan 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle uygulanmasına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz Yüksek Disiplin Kurulunca reddedilmiştir. Çalışma Bakanı, kasıtlı olarak verilen emir ve görevleri tam ve zamanında yapmama, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine getirmeme disiplin suçunu işlediği gerekçesiyle E.B.nin aylıktan kesme cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. E.B.nin söz konusu karara yaptığı itiraz Disiplin Kurulu tarafından reddedilmiştir. Çalışma Bakanlığının Ceza Mahkemesine yazdığı 11/2/2016 tarihli yazıdan bahse konu disiplin cezalarına karşı idari yargıda dava açıldığı anlaşılmış ancak bu disiplin cezalarının kesinleşip kesinleşmediği belirlenememiştir. A. Ulusal Hukuk Ulusal hukukla ilgili bilgiler Naziker Onbaşı ve diğerleri (B. No: 2014/18224, 9/5/2018, §§ 25-30) kararında yer almaktadır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “İnsan haklarına saygı yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar.” Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’nin ve maddelerinin ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü durumlarda, haklarında ceza soruşturması yürütülen kişilerin sorumluluğu Sözleşme'nin maddesi bağlamındaki devletin sorumluluğundan ayrıdır. AİHM'in görevi, ikinci durumu incelemekten ibarettir. Organları, memurları ya da çalışanlarının fiilleri nedeniyle bir devletin sorumluluğu, ulusal yargı organlarının takdir yetkisine sahip olduğu bireysel ceza sorumluluğuna ilişkin iç hukuk meseleleriyle karıştırılmamalıdır. Ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyetle ilgili hususlarda karar vermek AİHM'in görevleri arasında yer almamaktadır (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 182; Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23307/10, 64591/11, 22/5/2018, § 57).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13649
Başvuru, bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ve pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması kapsamında kamu görevlisi olan bazı şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; gözaltındaki şüpheliye fiziki ve sözlü şiddet uygulanması ve konuyla ilgili suç duyuruları hakkında hiçbir işlem yapılmaması, nezarethanenin ve ceza infaz kurumunun yetersiz fiziki koşulları, şüphelinin elleri kelepçeli hâlinin kamuya teşhir edilmesi ve şüphelinin doktor muayenelerinin elleri kelepçeliyken yapılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 13/2/2018 tarihinde başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçu kapsamında gözaltına alınmış ve başvurucunun evinde arama yapılmıştır. Başvurucuya göre götürüldüğü polis merkezinde uzun süre kötü şartlarda gözaltında tutulmuş, gözaltında tutulduğu bölümde tuvalet kokusuna maruz bırakılmış, kişisel ihtiyaçlarını karşılayamamış, temizlenememiş ve yardım talepleri karşılıksız bırakılmıştır. Başvurucu; polis merkezinde ifadesi alınırken işkence yapıldığını, hakarete uğradığını, hasta eşi üzerinden tehdit edildiğini, yumruk ve tekmelerle şiddet uygulandığını belirtmiştir. Başvurucu, gözaltı sürecinden sonra 19/2/2018 tarihinde götürüldüğü hastaneden alınan, herhangi bir darp izi görülmediğine ilişkin raporun doktorun kendisini görmeden düzenlediğini, muayene edilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, savcılık ifadesinde ve tutuklanmasına karar veren sulh ceza hâkimliği sorgusunda bu hususları ileri sürmemiş; bu konular ilgili herhangi bir şikâyetini dile getirmemiştir. Başvurucu, korktuğu için bunları ifade edemediğini belirtmiştir. 19/2/2018 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiş ve başvurucu, ceza infaz kurumuna sevk edilmiştir. Başvurucu 26/2/2018 tarihinde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ile gözaltında işkence, eziyet ve hakarete uğradığını, bu sebeple ifadesinin yeniden alınmasını talep etmiştir. Söz konusu başvuru, savcılık tarafından tahliye talebi olarak değerlendirilmiş; sulh ceza hâkimliğine gönderilmiş, ilgili hâkimlik başvurucunun talebinin tahliyeye yönelik olmadığını belirterek karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, bu hususları 28/3/2018 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 3/4/2018 tarihinde 26/2/2018 tarihli başvurusunun akıbetini öğrenmek için Başsavcılığa başvurmuş ancak bu başvurusuna da herhangi bir cevap alamamış, ilgililer hakkında da herhangi bir soruşturma başlatılmamıştır. Başvurucu, başvuru dilekçesinde ilgili kamu görevlileri hakkında bulunduğu suç duyurusuna ilişkin hiçbir işlem yapılmadığını ilk derece mahkemesinin 18/10/2018 tarihli karar duruşmasında öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında verilen hapis cezası, ilgili Yargıtay dairesi tarafından onanarak kesinleşmiş ve başvurucuya 25/9/2020 tarihinde müddetname tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş ve başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları dışındaki diğer hak ihlali iddialarının kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33957
Başvuru, gözaltındaki şüpheliye fiziki ve sözlü şiddet uygulanması ve konuyla ilgili suç duyuruları hakkında hiçbir işlem yapılmaması, nezarethanenin ve ceza infaz kurumunun yetersiz fiziki koşulları, şüphelinin elleri kelepçeli hâlinin kamuya teşhir edilmesi ve şüphelinin doktor muayenelerinin elleri kelepçeliyken yapılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler ve Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11- B. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Başvurucu, İller Bankası Anonim Şirketinde uzman yardımcısı olarak görev yapmakta iken başvurucunun sözleşmesi 28/7/2016 tarihinde 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesine dayanılarak feshedilmiş, sonrasında 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden ihraç edilmiştir. Başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle Ankara Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi, Baronun 28/11/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Bu karar Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) 7/12/2018 tarihli kararıyla uygun bulunmamış ve başvurucunun baro levhasına yazılma talebi reddedilmiştir. Söz konusu TBB kararı, Bakanlık tarafından uygun bulunarak onaylanmıştır. Başvurucu, baro levhasına yazılma talebinin reddine ilişkin TBB kararı ile bu kararın onaylanmasına ilişkin Bakanlık işlemine karşı Bakanlık ve TBB aleyhine iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme), 30/10/2019 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde; avukatlık mesleğinin önemine ve kamu hizmeti niteliğine vurgu yapılmış ve başvurucunun 667 sayılı KHK gereğince sözleşmesinin feshedildiği, kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği belirtilmiştir. İstinaf başvurusu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 13/3/2020 tarihli kararıyla kesin olmak üzere reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 2/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 26/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 34-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20775
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, ulusal bir gazetede hakkında çıkan haberler nedeniyle kişilik haklarına zarar verildiğini, olay sebebi ile başvurduğu hukuk yollarından sonuç alamadığını belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 25/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 4/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Yaklaşık 20 yıldır ve ulusal düzeyde yayımlanan Yeni Şafak Gazetesinin 19/2/2010 tarihli nüshasında, o tarihten önce Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan başvurucu kastedilerek, “Savcı Boğazına Kadar Batmış” başlığı altında yayın yapılmıştır. Gazetenin birinci sayfasında “Savcı Boğazına Kadar Batmış” başlığı kullanılmış ve altında “HSYK’ nın yargı darbesiyle görevden aldığı Başsavcı Osman Şanal, Ergenekon’a üye olmak suçlamasıyla tutuklanan Savcı İlhan Cihaner’le ilgili şok bilgilere ulaştı. Jandarma ve MİT mensupları, Cihaner’in başkanlığında cemaatlere komplo için bir araya geldi” şeklinde başvurucuya bazı suçlamalar yöneltilmiştir. Haberin devamı gazetenin sayfasında yer almakta ve yaklaşık bir tam sayfayı kaplamaktadır. Sayfanın başında büyük puntolarla “Çiçek’le kahvaltıdan sonra düğmeye bastı” başlığı tercih edilmiştir. Daha sonra başlığın altında “Ergenekon'a üye olmak suçlamasıyla tutuklanan Başsavcı İlhan Cihaner'in, 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nda imzası bulunan Albay Çiçek'le orduevinde buluştuğu ortaya çıktı. Cihaner görüşmeden yaklaşık 2 ay sonra 2007'de cemaatlere yönelik başlattığı soruşturmayı 16 ili kapsayacak şekilde genişletme kararı aldı” ifadelerine yer verilmiştir. Başvurucu ile birlikte iki üst düzey askeri yetkilinin de fotoğrafının kullanıldığı haberin geri kalanı şu şekildedir:“HSYK tarafından özel yetkileri alınan Erzurum Cumhuriyet Başsavcısı Osman Şanal'ın yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına alınarak sorgulanıp, tutuklanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcı İlhan Cihaner'in, 'AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı'nda imzası bulunan Albay Dursun Çiçek'le 29 Mart yerel seçimlerinden önce orduevinde buluştuğu ortaya çıktı. Çiçek'in Ocak-Şubat 2009'da Erzincan'a giderek, önce Ergenekon kapsamında 'şüpheli' olarak ifadeye çağrılan Orgeneral Saldıray Berk'in başında bulunduğu Ordu Komutanlığı'nda görüşmelerde bulunduğu ardından, Başsavcı Cihaner'le orduevinde kahvaltı yaptığı tespit edildi. Bu görüşme trafiği, Cihaner hakkında 'Ergenekon Terör Örgütü'ne üye olmak suçlamasıyla başlatılan soruşturma dosyasına da girdi. Görüşmeden Sonra AçıldıCemaatler ve polise komplo kurarak, 'Darbe Andıcı'nı Erzincan'da uygulamaya koymakla suçlanan Cihaner-Çiçek görüşmesi, Erzincan Orduevi'nde 29 Mart yerel seçimlerinden önce, Ocak-Şubat'ta gerçekleşti. Görüşmenin, Cihaner'in, 2007'de cemaatlerle ilgili başlattığı ve ancak 2 yıl sonra 2 Mart 2009'da 16 ilde ünlü işadamları ve tanınmış siyasetçileri de dahil edecek şekilde genişletmesinden önce gerçekleşmesi dikkati çekti. Gizli Tanık da AnlattıŞanal'ın yürüttüğü soruşturmada bir gizli tanığın verdiği ifadelerde de orduevindeki Cihaner-Çiçek buluşmasıyla ilgili detaylı bilgilerin yer aldığı öğrenildi. Cihaner'e savcılık sorgusunda da "Albay Dursun Çiçek'i tanıyor musunuz, daha önce buluştunuz mu, Darbe Andıcı'nı gördünüz mü" diye soruldu. Cihaner ise Çiçek'i tanımadığını ve kendisiyle karşılaşmadığını, telefonda görüşmediğini söyledi. Sizi Ziyaret Etti Mi?Savcılar sorguda Cihaner'e, orduevindeki buluşmayla ilgili olarak da "Çiçek Erzincan'da sizi ziyaret etti mi?", "Kahvaltıda buluştuğunuz tespit edilmiştir, kahvaltıda neleri değerlendirdiniz?", "Gizli tanık 'Munzur'un beyanına göre Çiçek, Ocak-Şubat 2009'da gelmiş, heyetçe karşılanmış, özel araçla Ordu Komutanlığı'na gitmiştir. Sizin de görüştüğünüz dikkate alındığında, ne amaçla gelmiştir? Plan konusunda görüştünüz mü" sorularını yöneltti. Yedek Plan Ordu'danCihaner'e sorguda sorulan bir soru, asker ve MİT mensuplarının tutuklanmasından sonra şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılan Orgeneral Saldıray Berk'in komutanlığını yaptığı Ordu'da alternatif bir planın hazırlandığını ortaya koydu. Cihaner'e savcılar "Şüphelilerin tutuklanmasından sonra, Ordu Komutanlığı çıkışlı yeni bir plan yapıldığı, evler kiralanıp, askerlerin yerleştirileceği, Gülen Cemaati'ne ait görüntü verileceği, baskın yapılıp, cemaat üyelerinin hem silahlı terör örgütü üyesi olduğu ispatlanacak hem de bu cemaatin Silahlı Kuvvetler'de illegal kadrolaşma yaptığı izleniminin verileceğine dair bir plan yapıldığı tespit edilmiştir. Bu girişimlerde sizin konumunuz nedir?" diye sordu. Paşa Bombaları BiliyorTutuklanan Üsteğmen Ersin Ergut'un hard diskinde ele geçirilen bir belge de polise kurulacak komployu deşifre etti. Belgeden Cihaner, Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu ve Orgeneral Berk'in yalancı tanıklarla polisin olduğu kanıtlanacak bombaların baraja atılmasından haberi olduğu tespit edildi. 'Gülen grubu için delil yaratılacak'Soruşturmada, Başsavcı Cihaner'in İl Jandarma İstihbarat Komutanlığı'nda, daha sonra tutuklanan şüpheliler MİT Bölge Müdürü ve dönemin Jandarma İl Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu ile toplantılar düzenlediği de tespit edildi. Cihaner'in, İl Jandarma İstihbarat Karargahı'ndaki toplantılarının bazılarına da başkanlık yaptığı öğrenildi. Soruşturma kapsamında tutuklanan Üsteğmen Ersin Ergut'ta ele geçirilen notlarda, Cihaner'in toplantıya başkanlık ettiği ve "Gülen grubunun bir suç örgütü olduğu ispatlanacak, bunun için de delil yaratılacak" şeklinde ifadelerin yer aldığı tespit edildi. Bu durum sorguda İlhan Cihaner'e soruldu. Cihaner iddiaları yalanladı. Cemaat Evlerine Silah KonacaktıSoruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan gizli tanık 'Efe' ve 'Munzur', Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu ve Savcı İlhan Cihaner'in, tutuklanan Astsubay Şenol Bozkurt'u öğrenci evleri tutmakla görevlendirdiğini söylediler. Gizli tanıklar, "Öğrenciler cemaat evlerine ve yurtlarına, gidip geleceklerdi. Evlere silah konulacaktı. Eş zamanlı operasyonlarda silahlar ele geçirilip, cemaati silahlı terör örgütü gibi göstereceklerdi" şeklinde ifade verdi. Sorguda savcı, gizli tanıkların ifadeleri ve ele geçirilen delillerin Albay Dursun Çiçek imzalı "AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı" ile örtüştüğünü belirterek, Cihaner'den savunmasını istedi.Can güvenliğim yok diyen 'Munzur' kayıpErzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutuklanması ile ilgili tartışmalar sürerken dün flash bir gelişme yaşandı. Erzincan Emniyet Müdürlüğü'ne gelen ihbar telefonunda kendisini 'Munzur' kod adlı gizli tanığın yakın arkadaşı olarak tanıtan bir kişi "Munzur'un can güvenliğinden endişeliyim" dedi. Bu telefonun ardından Gizli tanık Munzur'un kayıplara karıştığı ifade edildi.Şantaja Yardım EtErzurum Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanan Jandarma İstihbarat Şubesinde görevli Ş.T.'nin, Munzur'dan kimi bürokratlara ve cemaat evlerine yönelik komplo kurulmasına yardımcı olması için baskı yaptığı öğrenildi. Astsubay Ş.T.'un Gizli Tanık "Munzur'u "Bu işlerden sıyralamazsın bir defa bizim içimize düştün, dediklerimizi yerine getireceksin. Çok sırrımızı biliyorsun, seni bitiririz" şeklinde tehdit ettiği de ifadelerde yer alıyordu.Jandarma Tehdit Ediyor İhbarda bulunan kişinin telefonda Emniyete ihbar hattına şöyle dediği kaydedildi: "Munzur, dün akşam Osman Şanal isimli savcının görevinden alınması sonrası can güvenliğinden iyice endişe etmeye başladı. Bunu fırsat bilen bazı Jandarma görevlilerinin kendisini tehdit ettiğini, kendisinden haber alamaması durumunda hemen polise ulaşmamı istedi." Geçmişte bölgede binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği ve son dönemde Temizöz (Faili Meçhuller) Davası'nda tanıkların tehdit ve şantajla ifadelerini değiştirmeye zorlandıkları biliniyor.Paşalar polis koruma istemediErgenekon Soruşturması kapsamında 26 Şubat'a kadar ifade vermesi beklenen Erzincan Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk ile Ordu Komutanı Org. Necdet Özel, Genelkurmay Başkanlığı'nda görüşme yapmak için önceki gün geldikleri Ankara'da tahsis edilen polisleri istemedi. Temaslarda bulunmak için gelen 2 paşaya askerler refakat etti.” Başvurucu, ayrıntıları yukarıda belirtilen Yeni Şafak Gazetesinin 19/2/2010 tarihli nüshasında yer alan haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 18/2/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanan yazının Anayasa’nın maddesinde ve 9/6/2004 tarih ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nda güvence altına alınan basın özgürlüğünün sınırlarını aşmadığı gerekçesiyle 30/6/2011 tarih ve E. 2011/76, K. 2011/296 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“…Basın özgürlüğünün Anayasanın maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1 ve maddelerinde güvence altına alındığı, basına sağlanan güvencenin amacının toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmek olduğu, bu durumun da halkın dünyada ve içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklı olduğu, basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma yetkisi ve sorumluluğu bulunduğu, ancak basın özgürlüğünün sınırsız olmayıp, basın özgürlüğü ile Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile T.K.nun 24 ve maddelerinde güvence altına alınan kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekeceği, burada temel ölçütün kamu yararı olduğu, özellikle yazının gerçek olması, kamu yararı bulunması, toplumsal ilginin varlığı, konunun güncelliği gözetilerek özle biçim arasındaki denge korunarak objektif sınırlar içinde kalınarak yayın yapılması gerektiği ve o anda görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından basının sorumlu tutulmaması gerekmektedir.Dava konusu olan Yeni Şafak Gazetesi'nin 2010 tarihli nüshasında yer alan haberin üst başlığında "Savcı Boğazına Kadar Batmış" ifadelerinin yer aldığı, alt başlıkta "Albay Çiçek ile Andıç kahvaltısı" diğer sahifedeki yazı başlığında "Çiçek'le kahvaltıdan sonra düğmeye bastı" ifadelerinin yer aldığı yazının başlık ve içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde, haberde Anayasanın maddesinde ve Basın Yasasının ve maddelerinde güvence altına alınan basın özgürlüğünün sınırlarının aşılmadığı, haber verilirken basının kamuoyu oluşturma ve toplumsal eleştiri hakkının kullanıldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, haberin görünürdeki gerçekliğe uygun olduğu, hukuka uygunluk sınırları içerisinde kalındığı, başlıkta yer alan ifadelerin ve haberin içeriğinin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunmadığı, manevi tazminat koşullarının gerçekleşmediği anlaşıldığından, davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” Başvurucunun temyizi üzerine söz konusu İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/5/2013 tarih ve E. 2012/11135, K. 2013/10003 sayılı ilamı ile onanmıştır. Yargıtay ilamı, başvurucuya, 28/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu, 25/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Yargı yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.(İkinci fıkra mülga: 2001-4709/10 md.)Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyla; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.Süreli veya süresiz yayınların suç soruşturma veya kovuşturması sebebiyle zapt ve müsaderesinde genel hükümler uygulanır.Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, millî güvenliğe ve genel ahlâka aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır.” Anayasa’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Anayasa’nın “Hâkimlik ve savcılık teminatı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” Anayasa’nın “Hâkimlik ve savcılık mesleği” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür.Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.Hâkimler ve savcılar altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler; Askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunda gösterilir.Hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev alamazlar.Hâkimler ve savcılar idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdırlar.Hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idarî görevlerde çalışanlar, hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tâbidirler. Bunlar, hâkimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hâkimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar.” 5187 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5574
Başvurucu, ulusal bir gazetede hakkında çıkan haberler nedeniyle kişilik haklarına zarar verildiğini, olay sebebi ile başvurduğu hukuk yollarından sonuç alamadığını belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, gözaltı sırasında hakların hatırlatılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın adil yürütülmemesi ve uzun sürmesi, mahkeme kararlarının gerekçeli olmaması, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılması, temyizde duruşma yapılmaması, iddianamenin kabulü kararının tebliğ edilmemesi, hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gözaltında psikolojik baskı uygulanması ve doktora erişimin sağlanmaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; ifade alma işlemi sırasında özel hayata ilişkin sorular sorulması nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/1/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş beyan etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: A. adlı şahıs hakkında terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle teknik takip yapılması üzerine bu kişilerle görüştüğü iddiasıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilerin evinde Nöbetçi İzmir Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliğinin 20/5/2008 tarihli ve 2008/535 sayılı kararıyla arama yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kararla birlikte soruşturma dosyasında gizlilik kararı verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hâkimliği 21/5/2008 tarihli ve 2008/541 sayılı kararıyla başvurucunun müdafiiyle görüşme hakkının yirmi dört saat süreyle kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 22/5/2008 tarihinde gözaltına alınmış, 25/8/2008 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucunun 25/5/2008 tarihinde bu kez Cumhuriyet savcısı tarafından, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Başvurucunun sevk edildiği Ortaca Sulh Ceza Mahkemesinde 25/5/2008 tarihinde müdafii huzurunda sorgusu yapılmıştır. Mahkemece başvurucunun tutuklanma talebinin reddine karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) yargılamaya başlanmış, 27/10/2008 tarihli duruşmada başvurucu savunmasını yapmış ve duruşmadan vareste tutulma talebinde bulunmuştur. Mahkemece aynı duruşmada başvurucunun duruşmalardan bağışık tutulmasına karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 17/10/2011 tarihli ve E.2008/161, K.2011/163 sayılı kararı ile başvurucunun terör örgütü üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararda dayanılan delillerin nüfus kayıtları, adli sicil kayıtları, sanık savunmaları, iletişim tespit tutanakları, el koyma ve arama tutanakları, sanık ifade ve sorgu zabıtları, tüm dosya kapsamı olduğu belirtilmiştir. Gerekçeli kararın başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"Sanık İlyasBAŞAK PKK terör örgütü içerisinde Tuncay (k) A’ya bağlı olarak faaliyet gösterdiği, 2008 yılı başlarında terör örgütünün ''edibese'' yeter artık ismiyle eylemlerine yoğunluk verdiği, terör örgütü tarafından yandaşlarına araç kundaklama, molotof kokteyli atma gibi sivil itaatsizlik türü eylem yapma talimatları verdiği, A’nın yönlendirmesi sonucu 2008 yılı ocak ayının sonlarında yarıyıl tatilinden faydalanarak Van iline gittiği, A.’nın talimatı doğrultusunda kendisini arayan Selim (k) ve Kemal (k) isimli şahıslarla telefonla görüştüğü, PKK terör örgütü kamplarında kısa bir süre eğitim aldıktan sonra geri dönmek üzere terör örgütü kamplarına gitmek için hazırlık yaptığı sırada anneannesinin öldüğü ve Irak’ın kuzeyinde bulunan terör örgütünün kamplarına örgütsel eğitim almaya gidemediği ve Ortaca ilçesine geri döndüğü; örgütsel faaliyetlerinden dolayı deşifre olmamak için Özkan (k) ismini kullandığı anlaşılmıştır. Sanığın PKK terör örgütü ile fiili irtibat halinde olması, kod ad kullanması, örgütten talimat ve emir alması, eylem yoğunluğu ve çeşitliliği birlikte değerlendirildiğinde sanığın konumun sempatizanlık seviyesini aşıp örgüt üyeliği boyutuna ulaştığı sonucuna varılarak örgüt üyeliği suçundan cezalandırılması gerekmiştir. Her ne kadar sanığın ayrıca propaganda suçundan cezalandırılması istenilmiş ise de; sanığın eylemlerinin kül halinde değerlendirilmesi gerektiği, yaptığıfaaliyetlerinin tamamını örgüt üyeliğine delil teşkil ettiği dikkate alındığında propaganda suçundan cezalandırılmasına yer olmadığına karar vermek gerekmiştir." Temyiz üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 17/10/2011 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/4/2013 tarihli ve E.2012/9212, K.2013/5668 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 28/6/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 24/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fırkaları şöyledir: "(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5662
Başvuru, gözaltı sırasında hakların hatırlatılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın adil yürütülmemesi ve uzun sürmesi, mahkeme kararlarının gerekçeli olmaması, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılması, temyizde duruşma yapılmaması, iddianamenin kabulü kararının tebliğ edilmemesi, hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gözaltında psikolojik baskı uygulanması ve doktora erişimin sağlanmaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; ifade alma işlemi sırasında özel hayata ilişkin sorular sorulması nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, haksız gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 12/11/2009 tarihinde suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, suçlamasıyla gözaltına alınmış, 13/11/2009 ile 18/2/2010 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Başvurucu hakkındaki yargılama sonucunda beraatine karar verilmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 1/7/2015 tarihinde haksız olarak gözaltına alınması ve tutuklanması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle tazminat davası açmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 12/11/2015 tarihinde başvurucunun taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiş, başvurucu anılan kararın temyiz incelemesi henüz sonuçlanmadan 6/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 5/4/2021 tarihinde hükmün düzeltilerek onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27730
Başvuru, haksız gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın kültür varlığı olarak tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Trabzon'un Ortahisar ilçesi Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan 201 ada 27 parsel sayılı 510,11 m2 yüzölçümlü taşınmazın malikleridir. Bu taşınmaza komşu olan 201 ada 36 parselde yer alan Trabzon Müzesi, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 14/12/1974 tarihli kararıyla korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun 19/12/1991 tarihli kararıyla da bu taşınmazın parsel sınırları koruma alanı olarak belirlenmiştir. Trabzon Valiliğinin 21/11/2003 tarihli yazısı ve Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun (Koruma Kurulu) 9/2/2004 tarihli raporu sonrasında, Koruma Kurulunun 18/2/2004 ve 22/2/2007 tarihli kararlarıyla başvurucuların taşınmazının da yer aldığı parseller müze koruma alanı olarak kabul edilmiştir. Başvurucular, taşınmazın imar planında müze alanında kalmasına rağmen kamulaştırılmaması nedeniyle meydana gelen maddi zararlarının giderilmesi istemiyle Trabzon İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır. Mahkeme 13/11/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda taşınmazın müze koruma alanı olarak belirlendiği vurgulanmıştır. Diğer taraftan 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ilgili hükümleri gereğince koruma alanı içerisinde yapılacak inşaat veya tesisata izin verme noktasında Koruma Kurulunun yetkili olduğu belirtilmiştir. Buna göre maliklerin taşınmazlar üzerindeki tasarruf haklarını Koruma Kurulundan izin almak suretiyle kullanabilecekleri dikkate alındığında maliklerin bu haklarına yönelik bir sınırlamadan söz edilemeyeceği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca taşınmaza ilişkin imar durum belgesinde her türlü tamirat, tadilat, onarım ve yeni yapılaşmada Koruma Kurulunun görüşü alındıktan sonra inşaat yapımına izin verildiğine değinilmiştir. Öte yandan taşınmazın tamamının müze koruma alanı içerisinde yer almadığı, taşınmazın kuzey kısmının zemin ve üç katlı yapı yapılarak; güney kısmında da betonarme binanın zemin kat teras üstünün metal konstrüksiyon üstüne sabit tip tente kaplanarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bunun yanında taşınmazda yapılacak tadilat ve tamiratlar için yapılan başvurulara da olumlu cevap verildiği ifade edilmiştir. Son olarak 2863 sayılı Kanun'un maddesine göre Koruma Bölge Kurulu kararlarına karşı itiraz yolu açık olmasına rağmen başvurucuların bu yola başvurduklarına ilişkin bir itirazlarının olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunulmuştur. Trabzon Bölge İdare Mahkemesi 14/6/2016 tarihinde karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 27/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Konu ile ilgili hukuk için bkz. Ahmet Bölge, B. No: 2014/13133, 28/9/2016, §§ 24-B. Uluslararası Hukuk Sinan Yıldız ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37959/04, 12/1/2010) kararına konu olayda başvurucuların üzerinde evlerinin olduğu taşınmazları birinci derece arkeolojik sit alanı kapsamına alınmıştır. Bu taşınmazın kamulaştırılması girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine başvurucular kamulaştırmasız el atma iddiasıyla tazminat davası açmışlardır. Ancak bu dava reddedilmiştir. AİHM; başvurucuların taşınmazının sit alanı olarak ilan edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş, müdahaleyi mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM ilk olarak bu müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğunu ve arkeolojik varlıkları korumanın kamu yararına dayalı meşru bir amaç olduğunu vurgulamıştır. AİHM, ölçülülük yönünden ise başvurucuların mülkiyet hakkından yoksun bırakılmadığını ve müdahaleyle mutlak bir inşaat yasağı da öngörülmediğini belirtmiştir. Buna göre başvurucuların gerekli izinleri alarak taşınmazda değişiklik yapma veya satma imkânına sahip olduğu tespit edilmiştir. AİHM, sit alanı ilan edilmeden önce de başvurucuların taşınmaz üzerinde yapı yapma izni için başvurmadıklarına ayrıca dikkati çekmiştir. Son olarak AİHM, kanunun birinci derece sit alanı ilan edilen taşınmazlar için eş değer bir taşınmazla değişim imkânını da öngördüğünü belirterek müdahalenin başvuruculara aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna varmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13669
Başvuru, taşınmazın kültür varlığı olarak tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/35019
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, vasinin kısıtlı adına onu borçlandırmadan araç alınması için izin verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi Yusuf Aydemir, başvurucunun hastalığı yüzünden kısıtlanması için 16/9/2009 tarihinde İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinden talepte bulunmuştur. Mahkeme başvurucu hakkında sağlık kurulu raporu aldırmıştır. İzmir Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesinin 20/3/2008 tarihli raporunda, ağır düzeyde mental retardasyon tanısı konulan başvurucunun kısıtlanmasının uygun olacağı görüşü bildirilmiştir. Bu raporu hükme esas alan Mahkeme 17/9/2009 tarihinde başvurucunun hastalığı yüzünden kısıtlanmasına ve kardeşi Yusuf Aydemir'in kendisine vasi olarak atanmasına karar vermiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 27/3/2012 tarihli yetkilendirme kararı ile ahkâmı şahsiye davalarına bakmak üzere İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi görevlendirilmiş, bunun üzerine dosya anılan Mahkemeye devredilmiştir. Mahkeme 19/10/2015 ve 25/10/2017 tarihlerinde vasinin görevini ikişer yıl süreyle uzatmıştır. Vasi Yusuf Aydemir 2010 yılında başvurucu adına bir binek otomobil satın almıştır. Bu araç 25/10/2010 tarihinde trafiğe tescil edilmiş olup trafik siciline aracın beş yıl satılamayacağı şerhi işlenmiştir. Vasi Yusuf Aydemir bu defa 19/10/2015 tarihli bir dilekçe ile başvurucuyu borçlandırmadan, onun adına Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) indiriminden yararlanarak araç almak istediğini belirtip bu konuda kendisine izin ve yetki verilmesini Mahkemeden talep etmiştir. Mahkeme 19/10/2015 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:i. Başvurucunun herhangi bir geliri ve mal varlığı kullanılmaksızın onun adına ÖTV indiriminden yararlanarak araç alınmasının tek başına kısıtlı yararına bir işlem olduğunun kabul edilemeyeceğini açıklamıştır. Mahkemeye göre aracın kullanımı sırasında kullananların üçüncü kişiler aleyhine sebebiyet verecekleri maddi zararlardan dolayı başvurucunun araç sahibi sıfatıyla kaçınılmaz bir sorumluluğu doğacaktır.ii. Mahkeme ayrıca böyle bir aracın bedelinin başvurucunun geliri harcanmadan vasi veya başka bir aile yakını tarafından ödenmesinin, ileride mirasa konu olması durumunda bu aracın paylaşımının mirasçılar arasında hukuki sorun yaratabileceğine değinmiştir.iii. Mahkeme iddia edildiği gibi başvurucunun mutlaka bir binek aracı ihtiyacının olması durumunda ise düşünülen aracın değerinden çok düşük rakamlara araç alma imkânının olduğunu, ÖTV indiriminden yararlanmak için sıfır kilometre bir araç alınmasına da gerek bulunmadığını belirtmiştir. Mahkemeye göre bunun yerine ikinci el uygun bir aracın vasi tarafından kendi adına satın alınarak başvurucunun ihtiyaçları rahatlıkla karşılanabilir.iv. Mahkeme bunun yanında ÖTV indirimine ilişkin tebliğde yer alan aracın kullanılma koşullarına işaret etmiştir. Mahkeme söz konusu tebliğde, aracın -zorunlu sebepler dışında- engelli tarafından bizzat kullanılmaması veya onun istifadesine sunulmaması durumlarında istisna şartlarının ihlal edildiğini kabul ederek indirime konu ÖTV ve cezasının engelliden tahsil edileceğinin belirtildiğini vurgulamıştır. v. Mahkeme sonuç olarak başvurucu adına araç alınmasının onun yararına olmadığı kanaatine ulaşmıştır. Vasi 22/10/2015 tarihinde denetim makamı olan İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde karara itirazda bulunmuştur. Mahkeme vesayet makamının ek kararında belirtilen gerekçeler doğrultusunda vasinin itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucu vasisine 6/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 6/6/2002 tarihli ve 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: " Bu Kanuna ekli;a) (I) sayılı listedeki malların ithalatçıları veya rafineriler dahil imal edenler tarafından teslimi,b) (II) sayılı listedeki mallardan kayıt ve tescile tâbi olanların ilk iktisabı,c) (II) sayılı listedeki mallardan kayıt ve tescile tâbi olmayanlar ile (III) ve (IV) sayılı listelerdeki malların ithalatı veya imal ya da inşa edenler tarafından teslimi,d) (I), (III) ve (IV) sayılı listelerdeki mallar ile (II) sayılı listedeki mallardan kayıt ve tescile tâbi olmayanların özel tüketim vergisi uygulanmadan önce müzayede yoluyla satışı,Bir defaya mahsus olmak üzere özel tüketim vergisine tâbidir." 4760 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanuna ekli;... (Değişik: 16/7/2004-5228/21 md.) (II) sayılı listede yer alan kayıt ve tescile tâbi mallardan;a) 03 (hesaplanması gereken özel tüketim vergisi ve diğer her türlü vergiler dahil bedeli 000 TL’yi aşanlar hariç), 04 (motor silindir hacmi 800 cm³'ü aşanlar hariç) ve 11 G.T.İ.P. numaralarında yer alanların, engellilik oranı % 90 veya daha fazla olan malûl ve engelliler tarafından,...Beş yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabı,...Vergiden müstesnadır." 18/4/2015 tarihli ve 29330 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Özel Tüketim Vergisi (II) Sayılı Liste Uygulama Genel Tebliği'nin "II-İstisnalar ve Vergi İndirimi" başlıklı bölümünün ilgili kısımları şöyledir:"C- DİĞER İSTİSNALAR Malul veya Engellilerin Taşıt Alımlarında İstisnaÖzel Tüketim Vergisi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde düzenlenen, Kanuna ekli (II) sayılı listedeki kayıt ve tescile tabi malların malul veya engelliler tarafından beş yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabında uygulanan istisnaya ilişkin usul ve esaslar aşağıda belirlenmiştir.... Engellilik Derecesi %90 veya Üzerinde Olanların Taşıt Alımlarında İstisna Taşıtta Tadilat Aranmayan İstisna UygulamasıÖzel Tüketim Vergisi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinin (a) alt bendi uyarınca, Kanuna ekli (II) sayılı listedeki kayıt ve tescile tabi mallardan, Türk Gümrük Tarife Cetvelinin,• 03 tarife pozisyonunda yer alan, 1600 cm³ veya altında motor silindir hacmine sahip binek otomobil, panelvan, pick-up, arazi taşıtı, ATV, jeep, steyşın vagon, vb. taşıtların,• 04 tarife pozisyonunda yer alan, eşya taşımaya mahsus, 2800 cm³ veya altında motor silindir hacmine sahip van, panelvan, kamyonet, pick-up, vb. taşıtların,• 11 tarife pozisyonunda yer alan, motor silindir hacmine bakılmaksızın, motosikletlerin engellilik derecesi %90 veya daha fazla olan malul veya engelliler tarafından beş yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabı ÖTV’den müstesnadır. Bu istisnadan yararlanmak için, taşıtın özel tertibatlı olması ve malul veya engellinin taşıtı bizzat kullanması şartı aranmaz.Yetkili sağlık kurumlarından alınmış, engellilik derecesinin %90 veya daha fazla olduğuna dair engelli sağlık kurulu raporunun aslı veya noter onaylı örneğinin ÖTV mükellefine ibraz edilmesi suretiyle, taşıtın ilk iktisabında ÖTV uygulanmaması talep edilir. ÖTV mükellefleri, bu istisna kapsamındaki taşıt tesliminde hesaplanan ÖTV tutarını, fatura bedeline dâhil etmez, ancak fatura bedeline dâhil edilmeyen bu tutarı düzenlenen faturada “ÖTV Kanununun 7/2 Maddesi Kapsamında Hesaplanıp Fatura Bedeline Dâhil Edilmeyen ÖTV Tutarı ................ TL’dir.” şerhi ile gösterir.İstisna uygulanarak ilk iktisap kapsamında teslim edilen taşıtlar için de mükellefler tarafından (2A) numaralı ÖTV Beyannamesi verilir, ancak beyannamede ÖTV hesaplanmaz.Satış faturasının, aslının aynı olduğu işletme yetkililerince imzalanarak ve kaşe tatbik edilerek onaylanmış fotokopisi ile engelli sağlık kurulu raporunun aslı veya noter onaylı örneği taşıtların ilk iktisabının yapıldığı motorlu araç ticareti yapanlar tarafından (2A) numaralı ÖTV Beyannamesinin verildiği günü takip eden günün mesai saati bitimine kadar bir dilekçe ekinde beyannamenin verildiği vergi dairesine verilir.Vergi dairesince, beyanname ve söz konusu belgeler incelenerek istisna uygulandığını gösteren “ÖTV Ödeme Belgesi” mükellefe verilir.... Ortak Hususlar...İstisna kapsamında ilk iktisabı yapılan taşıtın, engelli kişi tarafından bizzat kullanılması; engelli kişinin taşıtı bizzat kullanmasının mümkün olmaması halinde ise sürekli olarak istifadesine sunulması gerekmektedir. Taşıtın, zorunlu sebepler dışında, engelli tarafından bizzat kullanılmadığının veya engellinin taşıtı bizzat kullanamayacak durumda olması halinde taşıtın bariz bir şekilde engellinin istifadesine sunulmadığının tespiti halinde, istisna şartlarının ihlal edildiği kabul edilir ve ilk iktisapta ödenmeyen ÖTV, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte malul veya engelliden aranır. Ayrıca, taşıtın ilk iktisabında yaptırılan hareket ettirici aksamın, sonradan söküldüğünün tespit edilmesi halinde de aynı yönde işlem tesis edilir. Söz konusu durumlara ilişkin tespitlerin, ilk iktisap tarihinden itibaren beş yıl geçtikten sonra yapılması halinde, ilk iktisapta ödenmeyen ÖTV ile ilgili olarak herhangi bir işlem tesis edilmeyeceği açıktır. SorumlulukBu istisna uygulamasında, belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde işlem tesis edilmemesi suretiyle istisna kapsamında taşıt teslim edilmesi halinde ziyaa uğratılan vergi, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte, Tebliğin (II/C/5) bölümünde malul veya engellinin sorumlu tutulduğu durumlar hariç, motorlu araç ticareti yapanlardan aranır.Öte yandan muvazaaya dayanan bir ilişki içerisinde engelli kişi adına taşıt iktisap edildiğinin tespiti halinde ilk iktisapta ödenmeyen ÖTV, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen işleme taraf olanlardan (adına taşıt iktisap edilen engelli, engelli adına alıp fiilen kendi istifadesine kullanan ile durumdan haberdar olması şartıyla motorlu araç ticareti yapan kişiden) aranır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki hâllerde vesayet makamının izni gereklidir:... Olağan yönetim ve işletme ihtiyaçları dışında kalan taşınır veya diğer hak ve değerlerin alımı, satımı, devri ve rehnedilmesi,..." 18/7/1997 tarihli ve 23053 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"Zihinsel (Değişik ibare:RG-17/4/2015-29329) engelliler ile reşit olmayan küçüklerin sahibi bulundukları aracın, tescil kuruluşlarında adlarına tescillerinin yapılabilmesi için, ileride doğabilecek hukuki ve cezai sorumlulukları kabul ettiklerine dair, kanuni mümessillerince noterde tanzim ve tasdik edilmiş taahhütnameyi tescil anında vermeleri zorunludur." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/12/2015 tarihli ve E.2015/14505, K.2015/25081 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... adına motorlu taşıt alabilmek için izin verilmesi talebi ile mahkemeye başvurmuş, mahkemece 'kısıtlının araç kullanamayacak durumda olması, davacının asıl amacının ÖTV indiriminden yararlanmak olduğu, bu aracın işletmesinden kaynaklı doğacak olan zararlardan dolayı gerçekleşebilecek değişik sorunlarla kısıtlının karşı karşıya gelebileceği ve araç alımının kısıtlının menfaatinden çok ailesinin menfaatine olduğu' gerekçesiyle talep reddedilmiştir... Kaldı ki alınmasına ihtiyaç duyulan araç, velinin kendi malvarlığından karşılanmak suretiyle alınması halinde izne ihtiyaç bulunmamaktadır. Karayolları Trafik Yönetmeliğinin maddesi gereğince kanuni temsilci olan velinin bu aracın kullanımından dolayı ileride doğabilecek hukuki ve cezai sorumlulukları kabul ettiğine dair noterden tanzim ve tasdik edilmiş taahhütname verme zorunluluğu karşısında velinin kısıtlı adına araç alımı için hakimden izin talebinde bulunmakta hukuki yarar ve kanuni gereklilik yoktur. Buna göre, velayetleri altındaki çocuk için alınacak araç nedeniyle mahkemeden izin alınmasına gerek bulunmadığından mahkemece açıklanan gerekçeyle izin verilmemesine dair karar doğru olmamıştır..."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler 3/12/2008 tarihli ve 5825 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'nin (Engelli Hakları Sözleşmesi) onaylanması Bakanlar Kurulunca 27/5/2009 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bu karar 14/7/2009 tarihli ve 27288 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Sözleşme'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Taraf Devletler engelliliğe dayalı herhangi bir ayrımcılığa izin vermeksizin tüm engellilerin insan hak ve temel özgürlüklerinin eksiksiz olarak yaşama geçirilmesini sağlamak ve engellilerin hak ve özgürlüklerini güçlendirmekle yükümlüdür. Bu amaç doğrultusunda Taraf Devletler;(a) Bu Sözleşme'de tanınan hakların uygulanması için gerekli tüm yasal, idari ve diğer tedbirleri almayı;(b) Yürürlükte mevcut, engelliler aleyhinde ayrımcılık teşkil eden yasalar, düzenlemeler, gelenekler ve uygulamaları değiştirmek veya ortadan kaldırmak için gerekli olan, yasama faaliyetleri dahil uygun tüm tedbirleri almayı;(c) Tüm politika ve programlarda engellilerin insan haklarının korunmasını ve güçlendirilmesini dikkate almayı;(d) Bu Sözleşme'yle bağdaşmayan eylemler veya uygulamalardan kaçınmayı ve kamu kurum ve kuruluşlarının bu Sözleşme'ye uygun davranmalarını sağlamayı;(e) Kişiler, örgütler veya özel teşebbüslerin engelliliğe dayalı ayrımcı uygulamalarını engellemek için gerekli tüm uygun tedbirleri almayı;(f) Standartlar ve rehber ilkelerin geliştirilmesinde Sözleşme'nin ikinci maddesinde tanımlandığı gibi evrensel tasarımdan yararlanılması ve engellilerin özel ihtiyaçlarını karşılamak üzere evrensel olarak tasarlanmış ve mümkün olduğunca az değişikliği ve düşük maliyeti gerektiren ürünler, hizmetler, ekipman ve tesislerin araştırılması, geliştirilmesi, temini ve kullanılabilirliğini sağlamayı veya desteklemeyi;(g) Maliyeti karşılanabilir teknolojilere öncelik vererek bilgi ve iletişim teknolojileri, hareket kolaylaştırıcı araçlar, yardımcı teknolojiler gibi engellilere yönelik yeni teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi, temini ve kullanılabilirliğini sağlamayı veya desteklemeyi;(h) Engellilere yeni teknolojiler dahil hareket kolaylaştırıcı araçlara, yardımcı teknolojilere ve bunların beraberindeki diğer yardımcı ve destekleyici hizmetler ile tesislere ilişkin erişim bilgilerinin sağlanmasını,(i) Engellilerle çalışan meslek sahipleri ve işyeri personelinin bu Sözleşme'de tanınan haklara ilişkin eğitiminin geliştirilmesi ve böylece bu haklarla güvence altına alınan destek ve hizmetlerin iyileştirilmesinitaahhüt eder. Taraf Devletler ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla ilgili olarak kaynakları ölçüsünde azami tedbirleri almayı ve gerektiğinde uluslararası işbirliği çerçevesinde engellilerin bu haklardan tam olarak yararlanmasını aşamalı olarak sağlamak için işbu Sözleşme'de yer alan ve uluslar arası hukuka göre derhal uygulanması gereken yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt eder. Taraf Devletler işbu Sözleşme'nin uygulanmasını sağlayacak yasalar ve politikaların geliştirilmesi ve yaşama geçirilmesi ile engellilere ilişkin diğer karar alma süreçlerinde engelli çocuklar da dahil olmak üzere engellilere onları temsil eden örgütler aracılığıyla sürekli danışacak ve etkin bir şekilde bu sürece dahil edeceklerdir...." Engelli Hakları Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Taraf Devletler, engellilerin yiyecek, giysi ve barınma dahil kendileri ve aileleri için yeterli yaşam standardı hakkını ve yaşam koşullarının sürekli olarak iyileştirilmesi hakkını tanır. Taraf Devletler bu hakkın engelli olmaları nedeniyle ayrımcılığa uğramaksızın tanınmasını temin etmek için gerekli adımları atar. Taraf Devletler engellilerin sosyal korunma ve engelliliğe dayalı ayrımcılığa uğramadan bu haktan yararlanma hakkını tanır ve aşağıda belirtilen tedbirler dahil olmak üzere bahsekonu hakkın tanınmasını temin etmek ve geliştirmek için gerekli adımları atar:(a) Engellilerin temiz su hizmetlerine, uygun ve bedeli ödenebilir hizmetlere eşit erişimlerini sağlamak ve engellilerin ihtiyaçlarına ilişkin araç-gereç ve diğer yardımlara erişimlerini temin etmek;..." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Engelli Bireylerin Haklarını ve Topluma Tam Katılımını Teşvik Etmeye Yönelik (2006) 5 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısımları şöyledir:"Üye devletler, ayrımcılıkla mücadele ve insan hakları temellerinde, insan çeşitliliğinin bir parçası olarak engellilik konusunda farkındalığı artırmaya, engelli bireylerin yaşam kalitesini, seçim özgürlüğünü ve bağımsızlığını iyileştirmeye yönelik çalışmalarını sürdüreceklerdir.Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme taslağına ilişkin gelişmeler başta olmak üzere, engellilik alanındaki mevcut uluslararası ve Avrupa odaklı planlar, antlaşmalar ve diğer belgeler dikkate alınacaktır.Avrupa Konseyi’nin Yeni Sosyal Uyum Stratejisi (2004)nde belirtildiği üzere; yaşlılar, engelliler, göçmenler ve etnik azınlıklar, çocuklar ve gençler gibi risk gruplarında bulunan kişilerin insan haklarına erişiminin sağlanması için özel bir çaba sarf edilmelidir.Engellliler Eylem Planı, rehabilitasyon ve destek gruplarının, yeterli sağlık hizmetlerinin, daha güvenli ortamların sağlanması ve sağlıklı bir yaşam tarzının desteklenmesi yoluyla özürlülüğün etkilerinin en asgari düzeye indirgemek bakımından toplumun bütün vatandaşlarına karşı sorumluluğu bulunduğunu temel bir ilke olarak kabul etmektedir.... Eylem Alanı 7: Ulaşım GirişHer seviyede ulaşılabilir ulaşım politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması birçok özürlünün yaşam kalitesinin önemli derecede artmasını sağlayabilir ve fırsat eşitliği, bağımsız yaşam, toplumun sosyal ve kültürel yaşamına ve istihdama etkin katılım için bir önkoşul haline gelebilir.... Hedefleri. ulaşılabilir ulaşım politikalarının uygulanması vasıtasıyla özürlü bireylerin toplumsal yaşama katılımını iyileştirmek,ii. ulaşılabilir ulaşım politikaları uygulanırken farklı özür türlerine sahip bütün özürlü bireylerin gereksinimlerinin dikkate alınmasını sağlamak, ... Üye devletler tarafından icra edilecek özel eylemleri. yapılı çevrenin, altyapının, ve ulaşım hizmetlerinin ulaşılabilirliğini sağlamaya yönelik standartlar, rehberler, stratejiler ve uygunsa yasalar başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlar tarafından geliştirilen ve kararlaştırılan rehberleri, raporları ve tavsiye kararlarını dikkate almak,ii. ulaşılabilir ulaşım politikalarının uygulanmasını denetlemek ve gözden geçirmek;...viii. ulaşım sağlamak maksadıyla toplu taşıma araçlarını kullanmakta güçlük çeken özürlü bireyleri destekleyecek yenilikçi programların tasarlanmasını teşvik etmek,..." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143). AİHM'e göre devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan, etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında etkin ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. AİHM, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna [BD], B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47). AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiğini vurgulamıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/.., 1/2/2011, § 54). Koua Poirrez/Fransa (B. No: 40892/98, 30/9/2003) kararına konu olayda, Fildişi Sahilleri vatandaşı olan ve bir Fransız vatandaşı tarafından evlat edinilen başvurucu yedi yaşından beri ağır bir bedensel engelden muzdarip olmuştur. Fransız makamları başvurucuya %80 oranında engelli olduğunu belgeleyen bir kart düzenlenmiş ancak Fransız vatandaşı olmadığı ve engelli yetişkin yardımı bakımından karşılıklı bir anlaşma olmadığı gerekçesiyle başvurucunun aile yardımından faydalanmasına izin verilmemiştir (Koua Poirrez/Fransa, §§ 9-23). AİHM ilk olarak olayda bir karşılık alınmadan yapılması öngörülen sosyal menfaatin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında maddi bir hak olduğunu tespit etmiştir (Koua Poirrez/Fransa, § 37). AİHM özellikle Fransa'nın Sözleşme’yi onaylayarak kendi yetki alanı içindeki herkesin -şüphesiz başvurucunun da- Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlüklerinden faydalanmasını sağlamayı taahhüt ettiğine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda başvurucunun söz konusu sosyal yardımı almak için gerekli olan diğer yasal koşulları karşılamadığına dair bir iddianın bulunmaması ve başvurucunun 11/5/1998 tarihli Kanun ile vatandaşlık şartının kaldırılmasından sonra söz konusu sosyal yardımı alabilmiş olmasına vurgu yapılmıştır. Bu nedenle başvurucunun sosyal yardımdan yararlanma hususunda Fransız vatandaşları ya da Fransa ile arasında karşılıklı antlaşma olan bir ülke vatandaşı ile aynı konumda olduğu gözetilerek Fransa'da mukim olan ve malullük aylığı alan bir başvurucuya Ulusal Dayanışma Fonu tarafından ödenecek ek ödeneğin sadece yabancı ülke vatandaşlığı temelinde reddedilmesine ilişkin gerekçeler ikna edici bulunmamıştır. AİHM sonuç olarak böyle bir farklı muamele yapılmasının herhangi bir objektif ve makul gerekçesinin olmadığı kanaatiyle Sözleşme’yeek 1 No.lu Protokol'ün maddesiyle bağlantılı olarak Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Koua Poirrez/Fransa, §§ 43-50). Kjartan Asmundsson/İzlanda (B. No: 60669/00, 12/10/2004) kararına konu olayda, başvurucu bir balıkçı teknesindeyken ağır yaralanmış ve işinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Başvurucunun engeli %100 olarak belirlenmiş ve kazadan önce yaptığı işe devam edememesi nedeniyle Denizciler Emekli Fonundan engelli maaşı almaya hak kazanmıştır. Ancak Fonun mali sıkıntıları nedeniyle 1992 yılında engelliliğin belirlenme yöntemine değişiklikler getirilmiştir. Buna göre artık belirleyici unsur aynı işi yapamama değil herhangi bir işte çalışamama olmuştur. Başvuranın engeli yeniden değerlendirme sonucunda %25 olarak belirlenmiştir. Bu oranın %35 eşiğinin altında olmasından ötürü Fon, başvurucuya emekli maaşı ödemeyi durdurmuştur. Başvurucu, Emekli Sandığı ve İzlanda devleti aleyhine dava açmıştır ancak Bölge Mahkemesi talebi reddetmiştir. Yargıtay, yasa değişikliklerinden sonra Emekli Sandığı tarafından alınan önlemlerin Fonun mali sıkıntıları nedeniyle haklı olduğuna karar vermiştir (Kjartan Asmundsson/İzlanda, §§8-17). AİHM, Fonun mali sıkıntılarını çözüme kavuşturma konusundaki meşru endişesinin engelli maaşı alan 689 kişinin büyük çoğunluğu yeni kuralların kabul edilmesinden öncekiyle aynı düzeyde maluliyet tazminatı almaya devam ederken aralarında başvurucunun da bulunduğu 54 kişinin tüm emekli maaşı haklarını kaybetmek zorunda olmasıyla bağdaştırılmasının güç olduğunu ifade etmiştir. AİHM'e göre devletlerin sosyal mevzuat alanındaki takdir payı gözönüne alınsa bile başvurucu haklılığı ortaya konulamayan aşırı ve orantısız bir yüke maruz bırakılmıştır. AİHM, dayandığı meşru kamu yararı amacıyla haklı kılınamayacak olan müdahaleyi aşırı ve orantısız külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Kjartan Asmundsson/İzlanda, §§ 39-45). Draon/Fransa ([BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005) kararına konu olayda ise başvurucu, tıbbi hatalar nedeniyle doğum öncesi yapılan muayenelerde tespit edilemeyen ağır ırsi engellere sahip çocuğun ebeveynidir. Başvurucu, ilgili hastane yetkilisi hakkında dava açmış ancak bu dava görülmekteyken yürürlüğe giren yeni bir kanun sonucunda başvurucuya sadece manevi tazminat ödenmesine ancak çocuğun engelleri nedeniyle gerçekleşen fiilî masrafların ödenmemesine hükmedilmiştir (Draon/Fransa, §§ 12-35). AİHM, tazminatı meşru beklenti kabul etmiş; Fransız Danıştayının bahsettiği ve devletin dayandığı etik hususlar, adil muamele ve sağlık hizmetinin münasip yapılandırılması ile ilgili gerekçelerin bu davada, sonucu başvurucuları uğradıklarını iddia ettikleri zararın önemli kısmını yeterli şekilde tazmin edilmekten yoksun bırakan, böylece onların bireysel ve aşırı bir külfete katlanmalarına neden olan geriye dönük uygulamayı meşru kılmayacağını değerlendirmiştir. AİHM başvurucuların haklarına yapılan bu kadar ciddi bir müdahalenin, bir yanda kamu yararı diğer yanda mülkiyetten barışçşıl yararlanma hakkı arasında bulunması gereken adil dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır. AİHM bu gerekçeyle tazminat davasının açılmasından sonra yürürlüğe giren kanunun geriye yürür bir etkiyle uygulanmak suretiyle başvurucuya tazminat ödenmemesini ölçüsüz görerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Draon/Fransa, §§ 65-86).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17844
Başvuru, vasinin kısıtlı adına onu borçlandırmadan araç alınması için izin verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; gözaltında maruz kalınan eylemler nedeniyle kötü muamele yasağının, kötü muamele aracılığıyla alınan ifadelere dayanılarak cezalandırılma nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2001 yılının Aralık ayında on yedi gün gözaltında tutulmuştur. Başvurucu hakkında anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan verilen müebbet hapis cezası 28/5/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 7/11/2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ile 2001 yılında gözaltında kaldığı süre içinde işkenceye maruz kaldığını belirterek kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 12/12/2017 tarihinde "müştekinin gözaltına bulunduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğünde ve götürüldüğü Diyarbakır ilinde doktor muayenelerinden geçtiği, 'darp-cebir yoktur' ibareli rapor aldığı, böbrek rahatsızlığı nedeniyle üroloji kliniğinde muayene edildiği, buradan ilaç aldığı, müştekinin rapor suretlerinin dosyada bulunduğu, bu şekilde müştekinin iddialarının soyut nitelikte olduğu, somut herhangi bir delil elde edilemediği" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 8/1/2018 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Tüm dosya kapsamına göre müşteki için verildiği belirtilen raporlarda darp-cebir izine rastlandığına dair bir bulgu belirtilmediği, müştekinin 04/12/2001 tarihli Adli rapor formunda idrarından beyaz akıntı ve idrarında yanma şikayetinin bulunduğunun belirtildiği, muayenesinin yapıldığı, yapılan fiziki muayenesinde herhangi bir patolojinin bulunmadığının raporlandığı, rahatsızlığı ile ilgili tedavi ve ilaç verildiğinin belirtildiği anlaşılmakla, müştekinin gözaltı sürecinde işkence gördüğüne dair müştekinin soyut iddiaları dışında dosyaya yansıyan somut delil bulunmadığı... [anlaşılmıştır]." İtirazın reddi kararı başvurucuya 17/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bireysel başvuru dosyasına sunduğu, 3/12/2001 tarihinde kendisi hakkında düzenlenen sağlık raporunda "Darp cebir izine rastlandı." ibaresi yer almaktadır. Anılan raporda başvurucunun yaralanmalarına ilişkin başka bir tespite yer verilmemiştir. 4/12/2001 tarihinde üroloji polikliniğine sevk edildiği anlaşılan başvurucuya ait raporda patolojiye rastlanmadığı belirtilmiş ve kendisine iğne reçete edilmiştir. Soruşturma dosyasında yer alan 5/12/2001 tarihli raporda ise darp cebir izine rastlanmadığı ifade edilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5144
Başvuru, gözaltında maruz kalınan eylemler nedeniyle kötü muamele yasağının, kötü muamele aracılığıyla alınan ifadelere dayanılarak cezalandırılma nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi aleyhine 1/8/1991 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası 17/3/2014 tarihli karar düzeltme talebinin reddi kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2854
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2015/7562 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/7561 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/5/2010 tarihinde, Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli iddia edilen terör örgütünü konu alan bir soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmanın başlatılmasına gerekçe olarak ise 1990'lı yıllarda N.Ş. isimli şahsın önderliğinde kurulan bu örgütün N.Ş.nin 2004 yılında ceza infaz kurumundan çıkması üzerine tekrar faaliyetlerine başlaması gösterilmiştir. Ancak bu soruşturma kapsamında gazeteci/yazar, iş adamı, akademisyen, bürokrat, diplomat, siyasetçi, üst düzey devlet yetkilisi konumundaki çok sayıdaki kişinin ailevi, mesleki, ticari ve özel hayata ilişkin telefon görüşmelerinin gerekçe gösterilerek dinlendiği hatta bu soruşturma kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devleti Başbakanı'nın Filistin Devlet Başkanı ve Somali Cumhurbaşkanı ile yaptığı dış politikaya ilişkin telefon görüşmelerinin, Bakanlar ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı'nın devlet güvenliğine ilişkin yaptığı telefon görüşmelerinin dinlenerek kaydedildiği, görüşmelerin bir kısmının yazılı hâle getirildiği tespit edilmiştir. Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli iddia edilen terör örgütünü konu alan bu soruşturmadaki usulsüzlük iddiaları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerinin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek terörle ilişkilendirildiği gerekçesiyle başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başsavcılık 12/2/2015 tarihinde başvurucuları tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 15/2/2015 tarihinde başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmalarına karar vermiştir. B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, bu konuda karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, Başsavcılığa yazı yazılarak tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte ilgili soruşturma dosyalarının gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, tahliye talepleriyle ilgili olarak görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde nöbetçi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılıkça talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları tekrar İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucular, nihai kararı 26/4/2015 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Sonraki Süreç Başsavcılıkça başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin suç uydurma, resmî belgede sahtecilik, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili Süreç Başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler -sonrasında meslekten de çıkarılmışlar- 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiklerini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili kısımları şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd. maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık, müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir. Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13 syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 24/10/2014, §§ 42-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7561
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terfi ettirilmeme işlemine karşı açılan davada ayrımcı tutumla uygulama yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve kovuşturma altında olunması esas alınarakişlemin hukuka uygun bulunması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde subay olarak görev yapan başvurucu 2009 yılında yarbay rütbesine terfi etmiştir. Başvurucu, kamuoyunda askerî casusluk davası olarak bilinen ceza yargılaması kapsamında 16/6/2012 tarihinde tutuklanmış ve 28/1/2014 tarihinde serbest bırakılmıştır. Serbest bırakılmasının ardından görevine devam eden başvurucunun 2014 yılı terfi döneminde albay rütbesine terfisi için gereken onay yapılmamıştır. Başvurucu, söz konusu terfi ettirilmeme işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 10/6/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesindetahliye edilmekle beraber kovuşturma veya duruşması devam eden subayların terfi işlemlerin yapılmayacağının hüküm altına alındığı hatırlatılmıştır. Başvurucunun devam eden bir kovuşturma altında olduğu ve idarenin bağlı yetki içinde terfi işlemini gerçekleştirmemesinde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun ileri sürdüğünün aksine TSK bünyesinde bulunan subayların görevin niteliği gereği diğer kamu personelinden ayrık olarak özlük hakları konusunda farklı kurallara tabi tutulmasının eşitlik ilkesine aykırı olmadığının altı çizilmiştir. Ayrıca 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca başvurucunun ceza kovuşturmasının beraat, düşme, erteleme, kısa süreli hapis gibi hükümlerle sonuçlanması hâlinde terfi işlemlerinin hemen yapılacağı ve nasıp tarihinin emsallerinin nasıp tarihine götürüleceği vurgulanarak masumiyet karinesinin korunduğu belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla başvurucu hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine ulaşılarak ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu, ret hükmünü 1/7/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 9/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 926 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendi şöyledir:''e) Terfi sırasına girenlerden;  Açıkta bulunanların,  Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişkilerinin kesilmesini gerektirmeyecek şekilde hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olmaları nedeniyle veya (c) bendinin (2) numaralı alt bendine göre açıkları kaldırılmış olup da henüz hükümleri kesinleşmemiş olanların, Tutuklu bulunan ya da tahliye edilmekle beraber kovuşturma veya duruşması devam eden veya hakkında verilen hüküm henüz kesinleşmemiş bulunanların,  Kısa süreli kaçma ve izin süresini geçirme hariç, firar veya izin tecavüzünde bulunmuş olanlar ile firar veya izin tecavüzüne devam edenlerin,  Terfileri ve kademe ilerlemeleri yapılmaz. Bu gibilerin terfi ve kademe ilerlemesi işlemlerinin ne şekilde yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. '' Subay Sicil Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:''... Rütbe terfi sırasına giren: ...b. Bunlardan:(1) Tutuklu bulunan ya da tahliye edilmekle beraber soruşturması veya muhakemesi devam edenveyahaklarında verilen hüküm henüz kesinleşmemiş bulunanların terfileri yapılmaz, yapılmış olanlariptal edilir.(2) Haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, beraetine, muhakemenin men'ine, kamu davasının düşmesine, ortadan kaldırılmasına veya verilen cezanın teciline, tedbire veya para cezasına çevrilmesine karar verilmek suretiyle tutukluluk hâllerine son verilenler ile daha önce tutukluluk hâllerine son verilmekle beraber bilâhare haklarında yukarıda sayılan kararlardan biri veya kısa hapis cezası verilmiş ve hükmü kesinleşmiş olanların, terfi eden emsallerinin şartlarını haiz olmak kaydıyla kadro açığı şartı aranmadan bir üst rütbeye terfi işlemleri, bu Yönetmeliğin 41 nci maddesi esaslarına göre derhâl yapılır. Terfi edenlerin nasıpları, emsallerinin nasıp tarihine götürülür.(3) Kısa hapis cezasına, tedbire, para cezasına çevrilen ve tecil edilen mahkûmiyet hükümleri hariç olmak üzere, haklarında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşenlerin, cezanın infazını müteakip nasıpları düzeltilerekyeni nasıpları saptanır. Bulunan yeni nasıplarınagöre emsalleriterfi etmiş bulunanlar, terfi şartlarını haiz iseler ilk 30 Ağustos tarihinde o yıl terfi sırasınagirenler ile birlikte terfi işlemine tâbitutulurlar. Terfiedenlerinyenirütbenasıpları, emsallerininnasıp tarihine götürülür.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11361
Başvuru, terfi ettirilmeme işlemine karşı açılan davada ayrımcı tutumla uygulama yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve kovuşturma altında olunması esas alınarak işlemin hukuka uygun bulunması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0