article
stringlengths
7.34k
10k
ç mahalle bulunmaktadır. Bu mahalleler aşağıda listelenmiştir. Kars'ın yedi kardeş şehri vardır; bunların ikisi Türkiye'de, diğerleri ise yurtdışındadır. İzmir İzmir, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık üçüncü şehri. 2017 TÜİK verilerine göre İzmir'in nüfusu 4.279.677'dir. Anadolu Yarımadası'nın batısında, Ege Bölgesi'nin ortasında yer alan ve İzmir Körfezi çevresinde bulunan şehir, her yıl İzmir Enternasyonal Fuarı'nı düzenleyen önemli bir fuar merkezi ve liman kentidir. Yüzölçümü olarak ülkenin yirmi üçüncü büyük ilidir. Batısında Ege Denizi ve Ege Adaları, güneyinde Aydın, kuzeyinde Balıkesir, doğusunda ise Manisa vardır. İzmir'in batısında denizi, plajları ve termal merkezleriyle Çeşme Yarımadası uzanır. Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes, Roma'nın imparatorluk devrinde dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Tüm İyonya kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran Efes, yoğun sanatsal etkinliklerle de adını duyuruyordu. Bu maksatla da bu şehre "Güzel İzmir", "Eski İzmir" ve "la Perle de l'Ionie" (İyonya'nın İncisi) deniyordu. İzmir, yatlar ve gemilerle çevrilmiş uzun ve dar bir körfezin başında yer almaktadır. Sahil boyunca palmiye, hurma ağaçları ve geniş caddeler bulunmaktadır. İzmir Limanı, Türkiye'nin en büyük yedinci limanıdır. İzmir şehrinin adının nereden geldiği konusunda kanıtlanmış bir bilgi yoktur. Ancak, bir dönem bugünkü İzmir yöresinde yaşamış Erektidler'in Amazonlarla savaşıp galip geldiği; önderleri These'nin de, Amazon kadını Smyrna ile evlenip, yöresine onun adını verdiği ve İzmir'in adının da Smyrna'dan geldiği en çok kabul edilen görüştür. Ayrıca bölgede uzun yıllar hakimiyet kuran İyonların lehçesinde kentin adı "Smurne", Atina lehçesinde ise "Smryna" diye yazılırdı. Helenler bu kentin adını "Smirni" biçiminde telaffuz etmekteydiler. Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değil, Ege Bölgesi'ndeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir. MÖ 2000 başlarına ait Kayseri Kültepe yerleşiminde ele geçen bazı tablet metinlerinde "Tismurna" adına rastlanmaktadır. Tismurna'daki `ti' bir ön ek olup bir kişi ya da bir yer adını belirtir. Bundan da Helenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente Smurna demişlerdir. Kentin adı olasılıkla MÖ 3000 ile MÖ 1800 yılları arasında da Smurnu olarak anılıyordu. “İzmir” kelimesi Eski İyon Lehçesi'nde "Smyrne", Atina Lehçesi'nde ise "Smyrna" diye yazılırdı. Bugünkü Hellenler bu kentin adını "Zmirni" biçiminde telaffuz etmekte, son yıllarda Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine rastlanmıştır. Olasılıkla İzmir'den Efes'e giden bir kraliçenin adını yerleştikleri köye de koydukları düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski kaynaklarda da rastlanmaktadır. Eski İzmir kenti ("Smyrna"), körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Çayı'nın ve bugünkü Yamanlar Dağı'ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık, bir tepe hâline dönüştü. Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde TEKEL Müdürlüğü'nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası'na ait numune bağı bulunmaktadır. 1955'ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir'deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün katkıları büyük olmuştur. Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler -ki bunlar Troya Savaşları'ndan sonra kurulan Aiol, İyon ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar Pitanes (Çandarlı), Phokaia (Foça), Smyrna (İzmir), Klazomenai (Kilizman), Milet ve İasos gibi yerleşimlerdir. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de karadenizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler. Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü, körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı'nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde yer aldı. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine taşındı. Hititler çağında (MÖ 1800-1200) Anadolu'da yazı kullanılıyordu ve bundan ötürü o dönemde tarih çağına ulaşılmış bulunuluyordu. Ancak MÖ 1200'lerde Troya VII ve Hititler başkenti Hattuşaş'ın Balkanlar’dan gelen kavimlerce yıkılmasından sonra Orta ve Batı Anadolu yeniden yazısız ve karanlık bir çağa, Demir Çağı'na girdi. Demir Çağı, Anadolu'da yazının yeniden kullanılması ile Frigya Krallığı'nda MÖ 730, geri kalan Orta ve Batı Anadolu'da ise MÖ 650 yıllarına kadar sürmüştür. Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir'de bugünkü Yunanistan bölgesinden göç eden, Aioller ve İyonlar yaşıyordu. Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı Höyüğü'nün MÖ 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Grek kökenli olduğu anlaşılmaktadır. 400 yıl devam eden bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır. Bunlar: Söz konusu beş tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte başlamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen Aiol keramiği Submyken orijinlidir. Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap-kaçak ise genelde Attika vazoculuğunun bir devamıdır diyebiliriz. Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne çıkarılan en eski ev MÖ 925 ile MÖ 900'e tarihlenmektedir. İyi korunmuş halde ortaya çıkarılan bu tek odalı evin (2,45 x 4 m) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Erken Geometrik dönemden itibaren (MÖ 875'ler) bu tek odalı evler at nalı biçimli bir avlunun üç bir yanını çevirmekte idiler. Eski İzmirliler kentlerini MÖ 850'lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten itibaren Eski İzmir'in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti “Basileus” adı verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus olasılıkla bin kişi civarındaydı. Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açıklanan dönemde (MÖ 750-650) ise yarımadanın nüfusu daha kalabalık olup belki de 1500 kişiyi aşıyordu. Kent devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir'in tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçimi tarım ve balıkçılıkla sağlanıyordu. Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze değin korunan en eski kalıntısı MÖ 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Daha önceki dört dönemde (MÖ 1050- 750), büyük bir olasılıkla yine Tanrıça Athena'ya tapınılıyordu, ancak o tarihlerde kadın tanrıçanın heykeli her hâlde küçük bir niş (naiskos) içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi Homeros'un destanı İlyada, Aiol ve İyon lehçelerinin karışık olduğu bir dille yazılmıştır. Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansı yapıtı büyük olasılıkla bu iki lehçenin konuşulduğu sınır bölgesi olan İzmir'de oluşturulmuştur. Nitekim Helenistik dönem İzmirlileri Homeros için 'Homeraion' adlı bir yapı inşa etmişlerdir. Eski İzmir'in parlak dönemi MÖ 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüzyıl süren bu süre, bütün İyonya uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde Miletos'un liderliğinde Mısır'da, Suriye ve Lübnan'ın yavuz kenti Batı kıyılarında, Propontis'te (Marmara Bölgesi), Pontus'ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Doğu Helen dünyası kıta Yunanistan’ı ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde İzmir'in tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak olduğunu görmekteyiz. Bu dönem katlarında bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıs kökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararası ticaretin günümüze kalmış eserleridir. Parlak dönemin İzmir'deki önemli belirtilerinden biri MÖ 650'den beri yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Kadın tanrıça Athena'ya sunulan armağanların birçoğunda sunu yazıtları bulunmaktadır. Kent halkının sayısı fazla olmasa da bir bölümü okuryazardır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (MÖ 640-580), Doğu Helen dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir'de bulunmuştur. Samos, Milet, Efes, Erythrai ve Phokaia'da çıkarılan sütun başlıkları MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısından (MÖ 575-550) tarihinden önce değildir. Helken sanatının en özgün mimarlık ögeleri olan Aiol ve İyon türü başlıklar ile İyon ve Midilli biçimi “kymation”lar (yaprak ya da yumurta şekilli mimarlık süslemesi) doğuşlarını Eski İzmir’de gün ışığına çıkan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatından esinlenmiş olan bu başlıklara borçludurlar Helen dünyasının çok odalı ev tipinin en eski örneği Eski İzmir’de bulunmuştur. Gerçekten MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan iki katlı, beş odalı, ön avlulu çifte “megaron”, Helenlerin bugün için bilinen, bir çatı altındaki en eski çok odalı evdir. Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmiş “megaron”lardan oluşuyordu. Eski İzmir'in cadde ve sokakları daha 7. yüzyılın ikinci yarısında ızgara planlı idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu. İlerde MÖ 5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakındoğu’da çoktan biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İyon uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir'de gün ışığına çıkarılmıştır. Helen dünyasının en eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir'de 7. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir. Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos mezarı,
“tholos” biçimli anıtsal mezarların güzel bir temsilcisidir. Tantalos tümülüsünün mezar odası, adı geçen çeşmenin planında idi ve onun gibi “Isopata” tipi adını taşıyan yapı türünde idi. Yani planı dörtgendi ve üstü bindirme tekniğindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser Eski İzmir'de MÖ 520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan Basileus’un ya da Tyra’nın mezarı olmalıdır. Eski İzmir'de, çömlekçi işlikleri, arkeoloji literatüründe "Oryantalizan" ya da "Friz Stili" adı ile anılan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümü dış pazarlara sürülüyordu. Bilindiği gibi MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında o zamanki antik dünyanın kültür merkezi Batı Anadolu idi. Özellikle Milet'te tarihte ilk defa batıl inançlardan ve her çeşit din etkisinden kurtulmuş, özgür düşünceye dayalı bilimsel araştırmalar başlamıştı. Doğu dünyasının zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düşünce yöntemiyle Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros gibi doğa filozofları bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardı. Thales dünyada ilk defa bir doğa olayını, MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını oluşundan önce hesaplamıştır. Böylece kültür ve bilim alanında tarihin başlangıcından beri 2500 yıl boyunca Mezopotamya ve Mısır'ın elinde olan önderlik, Batı Anadolu'ya geçmiştir. Batı Anadolu bu önderliğini İranlıların Anadolu'yu işgal ettikleri 545 yılına değin korumuştur. Ancak İran işgali ile filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar Atina'ya göç edince kültür ve ilim alanındaki önderlik Atina'ya geçmiştir. Milet, Efes, Samos gibi İzmir de 6. yüzyılın başlarında büyük olasılıkla düşünce ve bilim alanında önde gelen kentlerden biriydi. Ancak Eski İzmir MÖ 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri olduğu hâlde, daha sonraları önemini yitirdiği için, çalışmalarda eskisi hızını kaybetmişti. Eski İzmir'in edebiyat, şiir, tarih, felsefe ve bilim konularında ne düzeyde olduğu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Mimarlık konusunda ise önemli bir merkezdi. Herodot, Eski İzmir'i Lidya kralı Alyattes'in aldığından bahseder. Kazılarda da bu olay MÖ 500 sıralarına tarihlenir. Kent ve Athena tapınağı tahrip olsa da İzmirliler MÖ 590 yıllarında tapınağı tekrar inşa ederler. Daha sonra Persler tarafından 6. yüzyılın ortalarında ele geçirilen kent, bu olayla birlikte parlak devrini tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Athena tapınağına hediye edilmiş hiçbir armağan bulunamaması da bu tahribatın önemli göstergelerinden birisidir. Athena Tapınağı MÖ 545 tarihlerinde terk edilmişse de yerleşim sürmüş, ancak bundan sonra 200 yıl kadar bir süre eski İzmir önemini ve işlevini yitirmiştir. MÖ 5. yüzyıl boyunca küçük ancak zengin bir yerleşmenin yer aldığı Bayraklı Höyüğü MÖ 5. yüzyılın sonunda ve özellikle 4. yüzyıl süresince yoğun bir iskâna sahne olmuştur. Bu dönemde, ortalarında büyük avlular olan biri 5, biri 8 ve diğeri 15 odalı olmak üzere üç ev gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakın civardaki Larissa'da olduğu gibi, birer tiran olan beylere ait olmaları akla yakın gelmektedir. Nitekim Yamanlar Dağı'nda hala kısmen korunmuş olan ve önemli kişilerin mezarları olması gereken düzgün krepisli birkaç 4. yüzyıl tümülüsü bu düşünceyi desteklemektedir. Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden başka birçoğu megarondan bozma dörtgen planlı küçük evler bulunmuştur. Bayraklı höyüğünün bütün üst düzeyinin 4. yüzyıl boyunca evlerle kaplı olduğu söylenebilir. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu'daki Pers işgali 4. yüzyılda gücünü yitirmiş ve İyon kentlerinin büyümesine neden olmuştur. Meydana gelen nüfus patlaması ile yüz dönümlük Bayraklı Höyüğü, İzmirlilere küçük gelmeye başladığından, MÖ 300 tarihlerinde Kadifekale (Pagos) eteklerinde yeni İzmir kenti kurulmuştur. Büyük İskender'in İssos'ta (İskenderun) Pers Kralı Darius'u yenmesinden (MÖ 333) ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Helen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Helenistik Dönem'de İskenderiye, Rodos, Bergama ve Efes kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç MÖ 300 sıralarında Kadifekale'nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu. MÖ 323 yılında Büyük İskender'in ölümü üzerine çıkan iç savaşta İzmir (zamanın ismiyle Smyrna), önce Lysimakhos'un, sonra Lysimakhos'u MÖ 281 yılında yapılan Corupedion Savaşı'nda yenen Selevkosların kralı 1. Selevkos'un eline geçti. Selevkos egemenliği MÖ 190 yılında yapılan Magnesia (bugün Manisa) Savaşı'na kadar sürdü. Selevkoslar, Romalılara karşı kaybettiği bu savaştan 2 yıl sonra yapılan Apameia (bugün Dinar) savaşıyla Bergama Krallığı'na verildi. Bergama'nın egemenliği, Kral 3. Attalos'un ölümüne dek sürdü ve bu tarihte Romalıların eline geçti ve Asya Eyaleti'ne bağlandı. Tarihçi Strabon, Smyrna'nın kendi zamanında yani MÖ 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel İyon kenti olduğunu belirtmektedir. O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale'nin (Pagos) üzerindeydi. Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile “gymnasion” da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristeides, kentin doğu-batı yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsal yol ve Altın yol) bulunduğunu ve bu yollarla kentin, denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır. Strabon İzmir'de Homereion olarak adlandırılan bir stoanın varlığından söz eder (belki de bir perystil ev). Bu evin içinde Homeros'un bir heykeli bulunuyordu. Roma Çağı'nda İzmir'de inşa edilen yapılar arasında, Kadifekale'nin kuzeybatı eteğindeki antik tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır. Diğer taraftan Smyrna Agorası oldukça iyi korunmuş olup bugün kısaca Agora olarak bilinmektedir. Agora’nın ölçüsü 120x80 metre uzunluğundadır ve geniş bir avlusu vardı. Doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 1 7,5 m olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. MÖ 2. yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar. MÖ 88 yılında Pontus Kralı 6. Mithridates'in eline geçtiyse de 2 yıl sonra Romalılar şehri geri aldı. İncil'de sözü edilen "Yedi Kilise"den bir tanesinin bulunduğu Smyrna, Hristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir'in ilk başpiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve İncil yazarı Yuhanna'nın ilk müritlerinden biridir. Yaklaşık 70 yılında Anadolu'da doğmuş, inancından ötürü 23 Şubat 155 tarihinde, İzmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak ölüme mahkûm edilmiştir. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir, çağdaş dönemde “Bizans İmparatorluğu” olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olur. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Araplar 672 yılında denizden zapt edip İstanbul'a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler İzmir'i ilk kez 1081'de Selçuklu akıncılarından ve zamanla ilk Türk denizcisi olan Çaka Bey'in komutasında ele geçirirler. İzmir'den hareketle Ege Adaları ve Çanakkale Boğazı'na düzenlediği akınlarla Bizanslılara korku salan Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098'de geri alırlar ve şehrin kıyı tarafı 1204 yılında Rodos Şövalyeleri'nin eline geçer. 1310'da Aydınoğlu Umur Bey tüm şehri ele geçirir. 1344 yılında Cenevizliler kıyıdaki St. Peter kalesini ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarken Aydınoğulları Beyliği yukarı kentte (Kadifekale) hâkimiyet kurar. Gavur İzmir deyimi o dönemden kalmadır ve Cenevizlilerin elinde kalan aşağı kenti tanımlamak için kullanılmıştır. 14. yüzyıl ortalarında St. Peter kalesi ve aşağı kent bu kez Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilir. Bu arada Osmanlı Devleti 1398'de İzmir üzerinde hâkimiyet kurdu. Ankara Savaşı'nı kazanarak Osmanlı Devleti'ni mağlup etmiş olan Timur'un 1403'te bizzat komuta ettiği Moğol ordusu kenti istila edip, St. Peter kalesini yerle bir eder. Bu fetih Timur'un Hristiyan güçlere karşı yapmış olduğu tek savaş olması nedeniyle ayrıca önemlidir. Osmanlı Devleti'nin toparlanmasından sonra 1422 yılında II. Murad kenti zapt eder ve İzmir bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olur. Eski İzmir'in ilk keşfi, burayı 1429-30 ve 1446'da ziyaret eden Ciriaco d'Ancona tarafından yapılmıştır. Osmanlı idaresinin ilk yüzyıllarında ikinci derece bir sancak olan İzmir'in ilk Osmanlı yöneticisi Karasubaşı Hasan Ağa'dır. İzmir 1605-1606 yıllarında Celali İsyanları kapsamında Arap Sait ve Kalenderoğlu ayaklanmalarına sahne olmuştur. Ancak kent, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1620 yılında yabancılara tanıdığı kapitülasyonlardan sonra giderek imparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinden biri hâline gelir. 1619'da Fransız, 1620'de İngiliz konsoloslukları açılır. Bu arada şehrin nüfus yapısı da değişmeye başlar. 16. yüzyıl kaynakları İzmir'de 19 cami, 18 havra ve sadece 1 Rum Ortodoks kilisesi bulunduğunu, kentin 9 mahallesinden sadece birinde Hristiyanların yaşadığını belirtmektedir. Dolayısıyla, o dönemde şehir merkezinde Müslüman-Türkler çoğunlukta, önemli ve köklü bir Musevi cemaati mevcut (Sabetay Sevi 17. yüzyılda İzmir Musevi cemaatinin içinden çıkmıştır) ve Hristiyan Rumlar azınlıkta olmalıdır. Evliya Çelebi de, 1672'de İzmir'i ziyaretinde, nüfus yapısındaki değişimin ilk gözlemlerini kaydeder ve Punta (Alsancak) mahallesinde giderek artan sayıda yerli gayrimüslimlerin, Levantenlerin ve Batılı tüccarların yoğunlaştığını yazar. İzmir'de 1676'da yaklaşık 30 bin kişinin öldüğü bir veba salgını, 1742'de şehrin yarısının
yandığı büyük bir yangın olur. Osmanlılarca İzmir'e paşa düzeyinde yapılan ilk atama, 1707'de yabancı tüccarlarca düzenlenen Buca Ayaklanması’ndan sonra 1716'da tayin edilen Köprülü Abdullah Paşa'dır. 18. yüzyıl ve 19. yüzyıllarda kent Fransız, İngiliz, Hollandalı ve İtalyan tüccarların gözdesidir. Bu gelişmeye paralel olarak, eyalet merkezi (Aydın Eyaleti) önce 1841'de geçici olarak, sonra da 1850'de temelli İzmir'e aktarılmıştır. Aynı yıl Sultan Abdülmecit, 1863'te de Sultan Abdülaziz İzmir'i ziyarete gelmişler, 1871'de kurulan belediyenin ilk başkanı da Yenişehirlizade Ahmet Efendi olmuştur. 1841 İzmir Yangınında şehrin Türk ve Yahudi mahallelerinin büyük bölümü yanmıştır. Çokuluslu bir ticaret şehri hâline gelen ve servet birikimi yaratarak metropolleşen İzmir civarında aşayişi korumak her zaman zorlu bir uğraş olmuştur. Bu bağlamda, bölgenin ünlü Rum eşkiyalarından Katırcı Yani 1853'te Buca'da yakalanabilmiş, başta Çakırcalı Mehmet Efe olmak üzere, efeler ve eşkiyalar İzmir'e özel ilgi göstermişler, çoğu kez resmî görevlilerden, yerli, levanten ve yabancı tacirlerden ve azınlıklardan oluşan çetrefil bir ilişkiler ağı içinde rol oynamışlardır. İzmir I. Dünya Savaşı’ndan sonra 15 Mayıs 1919'da Yunan ordusu tarafından işgal edilir. Bu işgal 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir'in Kurtuluşu ile sona erer. Ancak, İzmir 13 Eylül 1922 sabahı tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane semtinde başlayan yangın 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20.000'den fazla ev ve iş yerini tahrip eder. Bu yangın ne yazık ki kentin geleneksel alanının dörtte üçünü tahrip etmiştir. Yangın alanında bugün İzmir Enternasyonal Fuarı bulunmaktadır. Cumhuriyetin ilanından birkaç ay önce, yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongre olan İzmir İktisat Kongresi'ne ev sahipliği yapmıştır. İzmir, 1984 yılında çıkarılan 2972 sayılı kanun ve 195 sayılı kanun hükmünde kararname sonucu İstanbul ve Ankara ile birlikte büyükşehir unvanı kazandı. Aynı yıl çıkarılan 3030 sayılı kanun ile büyükşehir ve ilçe belediyeleri statüleri netleşti. Başlangıçta üç ilçe (Bornova, Karşıyaka, Konak) İzmir Büyükşehir Belediyesinin sınırlarına dahil edildi. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları valilik binası merkez kabul edilerek yarıçapı 50 kilometre olan dairenin sınırlarına genişletildi. Bu sınırlar içinde kalan 21 ilçe, büyükşehir ilçe belediyeleri hâline geldi. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu. İzmir ili Türkiye Cumhuriyeti'nin en batı kısmında Ege Denizi'ne kıyısı olan bir ildir. Kuzeyde Balıkesir, doğuda Manisa, güneyde Aydın illeri ile komşudur. Dikili ilçesinin tam karşısında Yunanistan'ın Kuzey Ege Adaları coğrafi bölgesi'nin Midilli ili ve hem ilin hem coğrafi bölgenin yönetim merkezi olan Midilli şehri yer almaktadır. Ayrıca Ege denizinin ve İzmir şehrinin güvenliğini Balıkesir 9. ana jet üstünden kalkan Türk F-16'lar sağlamaktadır. İzmir ili içinde Ege Bölgesi'nin önemli akarsularından olan Gediz, Küçük Menderes ve Bakırçay akış gösterir. Diğer akarsular sel karakterli küçük akarsulardır. İlde önemli büyüklükte bir göl yoktur. Göl sayılabilecek su birikintileri arasında en önemlileri Gölcük Gölü, Belevi Gölü, Çakalboğaz Gölleri ve Karagöl ve bu göller ege bölgesinin önemli gölleridir İl bitki örtüsü yönünden Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Akdeniz bitkilerinin birçok türü bulunmaktadır. Yüzyıllarca aşırı otlatma, yangın ve tarla açma gibi nedenlerle ormanların ortadan kalktığı yerlerde, maki bitkileri bulunmaktadır. Maki florasına ardıç, pırnal, kermes meşesi, zeytin, çitlembik, sakız, akçakesme, tesbih, katırtırnağı gibi kuraklığa dayanıklı ağaçlar girer. Ormanlar il içerisinde 431786 hektar bir alanı kaplar. Ormanların kapladığı alan, il arazisinin % 41'idir. İzmir ilinde tipik Akdeniz iklimi egemendir. Yazları sıcak ve kurak kışları ılık ve yağışlı geçer. Bir yılda ilde hava sıcaklığı sıfırın altında 10 günden fazla yaşanmaz. Senenin yaklaşık 100 gün ise 30 derecenin üzerinde yaşanır. Kar yağışı ve don nadir görülür. Senelik yağış miktarı 700–1200 mm arasındadır. Yaz aylarında imbat ismi verilen rüzgâr serinlik getirir. Kara ve denizin gece-gündüz arasındaki ısınma ve soğuma farkından meydana gelen bu rüzgâr yalnızca bu ile özgüdür. Yıllık ortalama deniz suyu sıcaklığı 18,5 °C'dir. 1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre İzmir merkezde yaşayan kişi sayısı 207.548 kişidir. İzmir'de yaşayan Türk sayısı 79.288 kişi olup, nüfusun % 38'ini teşkil etmekteydi. Rumlar %26, Osmanlı tebaasında olmayan yabancılar %25, Yahudiler %7, Ermeniler ise nüfusun %3'ünü teşkil etmekteydi. İzmir'deki nüfusun %55'i Hristiyan, %38'i Müslüman ve %7'si Museviydi. Kentin nüfusu 1970-1985 arasında çok artmıştır. 1945'e kadar Türkiye'nin ikinci büyük şehriydi. TÜİK Adnks verilerine göre İzmir aldığı göç en çok 186.000 kişiyle Manisa,130.000 Mardin,126.000 Erzurum,120.000 Konya , 84.000 Aydın , 83.000 Afyonkarahisar ve diğer illerin nüfuslarına kayıtlı önemli bir nüfus vardır. Diğer şehirlerden önemli oranlarda göç almıştır. İzmir İl Nüfusu: 4.279.677 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 11.891 km²'dir. İlde km²'ye 360 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 15.133 kişi ile Konak’tır) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,52 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 30 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1.295 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Foça (% 8,64)- Konak (-% 2,02) Brookings Institution ve JP Morgan'ın 2014 yılı baz alınarak oluşturulan ekonomide yükselen kentler sıralamasında İzmir 300 şehir arasında Makao'nun ardından 2. sırayı aldı. İzmir 2013'teki listede 6. sırada yer almaktaydı. Aynı listede Türkiye'den İstanbul 3, Bursa 4 ve Ankara 9. sırada yer almıştır. Yine bu rapora göre İzmir'deki 2014 yılındaki işsizlik oranı %6.6 olarak gerçekleşmiştir. Aliağa Limanı ve İzmir Limanı, sırasıyla Türkiye'nin konteyner hacmi bakımından altıncı ve yedinci, kargo tonajı bakımından üçüncü ve on üçüncü büyük limanlarıdır. İzmir, 3 büyükşehir içerisinde kendine yetecek elektrik enerjisini üretebilen tek şehirdir. İlde 3992 MW kurulu güce sahip elektrik santrali bulunmaktadır. İzmir Enternasyonal Fuarı İzmir Fuarı veya özellikle İzmir içinde kısaca “Fuar”, her yılın Eylül ayında İzmir'in kurtuluş günü olan 9 Eylül'ü içine alacak 10 günlük bir zaman dilimi içinde düzenlenen Türkiye'nin en köklü, en tanınmış ve en kapsamlı fuarıdır. 2003-2004 yılları arasında İzmir Enternasyonal Fuarı'nda düzenlenen WWE adlı organizasyonda, Batista Triple H Rey Mysterio Jeff Hardy Matt Hardy ve Undertaker'a ev sahipliği yapmıştır. 2006 yılında 75. İzmir Enternasyonal Fuarı, 1 Eylül - 10 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. İzmir Kültürpark'ta (bu park alanı da bazen kısaca Fuar olarak adlandırılır) düzenlenir. Ancak İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), esasında, örneğin 2005 yılı için Kültürpark alanında düzenlenmiş olan ve çoğu zaten uluslararası nitelikli 37 fuardan sadece bir tanesidir. Gaziemir ilçesinde yapılan Fuar İzmir, 25 Mart 2015 tarihinden itibaren tüm fuarlara ev sahipliği yapmaya başladı. İzmir, dünyanın en büyük organizasyonlarından biri olan EXPO'yu düzenlemek için başvurmuş ve "Daha iyi bir dünya için yeni yollar ve herkes için sağlık" teması ile Expo 2015 fuarı için resmî adaylardan biri olmuştur. Ancak 31 Mart 2008'de, 151 BIE delegesinin katılımıyla Paris'te gerçekleştirilen oylama sonucunda, Expo 2015'in İtalya'nın Milano kentinde yapılmasına karar verilmiştir. Türkiye’nin zeytinlerinin yetiştiği Ege Bölgesi, zeytinyağlı yemekleri ve mezeleri ile ünlüdür. Ancak İzmir'in mutfak kültüründen bahsederken rafine bir mutfak kültüründen söz edemeyiz. Çünkü İzmir mutfağında Osmanlı yemek geleneklerinin yanı sıra, Musevi, Ermeni ve Rum lezzetleri de görülür. Öte yandan İzmir mutfağında İtalyan ve Fransız etkileri de hissedilir. Ege'nin lezzetli balıklarının yanı sıra, İzmir mutfağının en önemli özelliği otlar ve zeytinyağlı yemeklerdir. Deniz börülcesi, ıspanak, cibez otu, arapsaçı, ısırganotu gibi çeşitli otla yapılan salataları meşhurdur. Bunun yanında Tire köftesi ve boyozu ünlüdür. Şehirde yer alan kültür merkezlerine Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi ve yapımı planlanan İzmir Opera Binası örnek verilebilir. İzmir Avrupa Caz Festivali, 1993 yılından beri yapılan festival İzmir Kültür Sanat Eğitim Vakfı tarafından düzenlenmektedir. Şehirde İzmir Devlet Tiyatrosu, İzmir Sanat Tiyatrosu, Sahne Tozu Tiyatrosu, Ege Sanat Atölyesi, İzmir Tiyatro, Güzel Sanatlar Oyuncuları, Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu gibi tiyatro sahnesi ve grupları yer almaktadır. 2005 Dünya Üniversite Yaz Oyunları, 11-21 Ağustos tarihleri arasında İzmir'de düzenlendi. Oyunlar; 10 zorunlu ve 4 isteğe bağlı spor dalında gerçekleştirildi. Organisayondaki güreş, okçuluk, tekvando ve yelken dalları bu organizasyonda İzmir kentinin önerisiyle oyunlara dahil olan spor dallarıdır. Türkiye Kupası'nın düzenlenmeye başladığı 1962-63 senesinden başlayarak 1998-99 sezonuna kadar final karşılaşmaları (1966 ve 1967 yılları dışında)iki maç üzerinden oynandı. Bu süre içinde Alsancak Stadyumu 8, İzmir Atatürk Stadyumu da 3 defa final karşılaşmalarının bir ayağına ev sahipliği yaptı. Türkiye kupasında tek maçlı finale geçilen 1999-00 sezonundan bu yana İzmir Atatürk Stadyumu 3 final maçına ev sahipliği yaptı. 2006, 2007 ve 2009 yıllarında düzenlenen bu finallerin üçünü de Beşiktaş kazandı. Siyah-beyazlı takım, 2006 ve 2009'da Fenerbahçe'yi 2007'de de Kayseri Erciyesspor'u kupa finalinde yenerek dört yılda 3 kupa şampiyonluğu kazandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi şehrin tüm karar yetkisini elinde bulundurmaktadır. Şehrin yönetimi 3 ana organda toplanmıştır. 1. Belediye Başkanı (her 5 yılda bir partili sistem ile seçilir.), 2. Büyükşehir Belediye Meclisi, 3. Büyükşehir belediye encümeni. İzmir'in mevcut belediye başka
nı CHP'den Aziz Kocaoğlu'dur. İzmir Büyükşehir Belediye Binası Konak Meydanı'nda bulunmaktadır. İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı 30 ilçe bulunmaktadır. Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde İzmir'i temsil eden 26 milletvekilinden 14'ü Cumhuriyet Halk Partisi, 8'i Adalet ve Kalkınma Partisi, 2'si Milliyetçi Hareket Partisi, 2'si Halkların Demokratik Partisi'ne aittir. 2008'de Yüksek Seçim Kurulu, en son nüfus verilerine dayanarak 2011 seçimleri için İzmir'in çıkaracağı milletvekili sayısını 13'ten 26'e yükseltmiştir. Genel seçimlerde İzmir'in oyları iki bölge halinde sayılır. İzmir'in 30 ilçesi vardır. 2014 Türkiye yerel seçimleri sonuçlarına göre ildeki ilçelerin tümü üç parti tarafından yönetilmektedir. İzmir'in 30 ilçesinin 22'si Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yönetilmektedir. Yine 2014 seçimlerine göre altı ilçe Adalet ve Kalkınma Partisi, iki ilçede Milliyetçi Hareket Partisi tarafından yönetilmektedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yönetilmektedir. Eğitim ve öğretim açısından Türkiye'nin önemli merkezlerinden biri olan İzmir'de çeşitli sayılarda okul öncesi eğitim kurumu, ilköğretim ve orta dereceli eğitim veren okul vardır. Ayrıca İzmir'de sınırları içinde 11 üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerde il genelinden öğrencilere eğitim verildiği gibi, il dışından ve öğrenci değişim programları ile yurtdışından gelen öğrencilere de eğitim verilmektedir. 2011 yılı üniversiteye yerleşme basamakları olan Yükseköğrenime Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı'na (LYS) başvuran 79582 kişiden 39764'ü sınavda başarılı oldu. Bu kişilerden 17834'ü lisans programına, 9722'si açık öğretim fakültelerine, 7952'si YGS'yle yerleşebilen bölümlere, 4256 kişi de sınavsız programlara gitme hakkı elde etti. İzmir'de 2012 itibarıyla aktif olan üniversite sayısı dokuzdur. İzmir'de eğitim veren üniversiteler şunlardır: İzmir'de ulusal TV kanalları, radyolar ve gazeteler dışında yerel yayın yapan kitle iletişim araçları da vardır. İzmir'den yayın yapan 9 televizyon kanalı, 26 yerel radyo istasyonu ve 15 yerel gazete bulunmaktadır. İzmir'den Yayın Yapan TV Kanalları Yerel Radyo Kanalları Gazeteler İzmir'de yirmi bir tane devlet hastanesi mevcuttur. Bayraklı'da 780 milyon euro bedelle bir şehir hastanesi yapılmaktadır. İzmir'e kara, hava, deniz ve demiryolu ile ulaşılabilir. Kara yolu ile Türkiye'nin her yerinden otobüs ile ulaşılabilir. Hava yolu ile Adnan Menderes Havalimanı'ndan Türkiye'nin ve dünyanın birçok noktasına uçak seferleri vardır. Demiryolu ile Basmane Garı'ndan Tire, Ödemiş, Söke, Aydın, Nazilli, Denizli'ye gün içerisinde karşılıklı tren seferleri düzenlenir. Alsancak Garı'ndan ise Balıkesir, Bandırma, Uşak, Afyon ve Ankara'ya tren seferleri vardır. Kent içi toplu ulaşım İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yetki ve sorumluluğundadır. Toplu ulaşım hizmetlerinin hat ve güzergâhları ile birbirini tamamlaması için otobüs-vapur-metroda ulaşım hizmet bütünlüğü sağlanmıştır. Tüm toplu taşıma araçlarında bilet yerine geçen İzmirim Kart adlı elektronik bir kart İzmir ulaşımının bütünlüğünü sağladığı gibi ulaşımı hızlandırmaktadır. 30 Ağustos'ta Cumaovası-Alsancak-Halkapınar hattı, 5 Aralık'ta Çiğli-Cumaovası, 30 Ocak'ta Aliağa-Cumaovası ve 6 Şubat 2016'da Cumaovası-Tepeköy arası hizmete açılmıştır. Alsancak Garı'ndan ise Ankara, Uşak, Konya, Eskişehir, Balıkesir, Bandırma`ya tren seferleri vardır. İzmir'in yirmi iki tane kardeş şehri bulunmaktadır. Ayrıca dört şehirle iş birliği protokolü yapılmışken iki şehirle de iyi niyet mektubu imzalanmıştır. Hakkâri Hakkâri, eski ismi Çölemerik (Kürtçe: Colemêrg, Süryanice: ܐܰܟ݁ܳܪܳܐ Aqqare), Hakkâri ilinin merkezi olan şehirdir. Türkiye'nin en güney doğusundadır. Hakkâri Merkez, Yüksekova, Şemdinli ve Çukurca ilçelerine bağlı 4 Belde, 122 Köy, 368 Mezra, bu yerleşim birimlerinde şehir merkezlerinde 239.455, kırsal kesimde 97.126 toplam 336.581 nüfus bulunmaktadır. Yörenin %87,6 sı dağlık %10,3 ü platoluk %2,1 ovalıktır. Hakkâri konumu ve coğrafi yapısı itibarıyla pek çok medeniyete ev sahipligi yapmıştır. Hakkâri, Med, Pers, Selevkos, Abbâsi, Selçuklu, Moğol, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlı hâkimiyetini görmüştür. Unesco tarafından dünya mirâsı içine alınmıştır. Ters lalesi ile ünlüdür. Hakkâri ili balcılık alanında ülke geneline katkı sağlamaktadır. Ayrıca şehir merkezine yakın mesafede kayak merkezi bulunmaktadır. Şehrin belediye başkanları 14 ağustus 2015 te öz yönetim ilanı gerekçe gösterilerek tutuklanan ve yargılama sonucunda 15' er yıl hapis cezasına çarptırılan (davaları Yargıtay`da temyiz sürecindedir) Dilek Hatipoğlu ve Nurullah Çiftçi'dir. Hâkkari'de karasal iklim görülür. Yazlar kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer. Kış döneminde ortalama sıcaklık −5 °C, yaz döneminde ise 25 °C'dir. Kaydedilen en düşük sıcaklık −22.7 °C, kaydedilen en yüksek sıcaklık 37 °C'dir. Eylül 2016'da "PKK-KCK ve FETÖ'ye yardım ve destek verdiği gerekçesiyle, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında" kanun hükmünde kararname ile görevinden uzaklaştırılan eş belediye başkanları Dilek Hatipoğlu ve Nurullah Çiftçi'nin yerine vali yardımcısı Cüneyt Epçim atandı. Hakkâri'nin 10 kardeş şehri vardır; Osmanlı tebaası Osmanlı, Osmanlı İmparatorluğu'nun vatandaşı olan kimse. Osmanlılık, 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı'ndan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun resmi görüşü olan Osmanlıcılıkta; Türk, Yunan, Ermeni, Bulgar, Macar, Boşnak, Arap, Kürt gibi etnik grupların üst kimliği olarak kabul edilmiştir ve kapsam konusunda Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılmamıştır. Ancak bu anlayış hem Müslümanlar hem de gayrimüslimlerce kabul görmemiş ve bu politika muvaffak olmamıştır. Bu etnik grupların bir bir isyan edip bağımsızlıklarını kazanmalarıyla geçerliliğini yitirmiştir. Giresun (il) Giresun, fındığı ile tanınan ve Karadeniz Bölgesi'nin doğusunda yer alan il. Kirazın bütün dünyaya buradan yayıldığı kabul edilir. Karadeniz'e kıyısı olan Giresun doğudan batıya Trabzon, Gümüşhane, Erzincan, Sivas ve Ordu illeriyle çevrilidir. Trafik numarası 28'dir. Yerli halkın çoğunluğunu Çepniler oluşturur. 1500'lü yıllardaki Osmanlı Tahrir Defterlerinde yöreye Vilayet-i Çepni de denmektedir. Giresun ili, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktıktan sonraki dönemde olan kişisel muhafızlarının (Topal Osman ve Silah Arkadaşları) memleketi olan bir ildir. Şehir, Aksu ve Batlama vadileri arasında denize doğru uzanan bir yarımada üzerinde kurulmuştur, tam karşısında Karadeniz'in bir adası olan Giresun Adası (Aretias) vardır. Giresun ili 1920 yılına kadar Trabzon iline bağlı kalmış, bu tarihte müstakil sancak, 1923 yılında ise il olmuştur. 1923 yılında Giresun ili, merkez Tirebolu ve Görele ilçesi ile bunlara bağlı Bulancak, Keşap ve Espiye bucaklarından ibaretti. 1933 yılında Şebinkarahisar'ın iliğinin kaldırılması ile Şebinkarahisar ve Alucra ilçeleri de Giresun'a bağlanmıştır. 1934 yılında Bulancak, 1945 yılında Keşap, 1957 yılında Espiye, 1958 yılında Dereli, 1960 yılında Eynesil, 1987 yılında Piraziz ve Yağlıdere, 1992 yılında Çanakçı, Güce, Doğankent ve Çamoluk ilçelerinin kurulması ile ilçe sayısı 15 olmuştur. Giresun, bir Miletos kolonisi olarak kurulmuştur. Yunanca adı "Kerasus"dur. İsminin, yabani kiraz ağaçlarından dolayı "Kiraz diyarı" olabileceği söylenir. Giresun, 1397 yılında Türkmen beyi Emir Oğlu Süleyman Bey tarafından fethedilerek Türk yurdu haline getirilmiş olup, Eski Türklerde adı Vilayet-i Çepni'dir. Vilayet-i Çepni güneyde Gümüşhane/Koyulhisar, Gürgentepe; doğuda Beşikdüzü Abdal Musa (Sis) dağının etekleri, Kürtün hattı iç kesimlere yayılan bölgedir. Türkmen boylarından olan Çepnilerin buraya Horasan'dan tarihi İpek Yolu'nun Gümüşhane,Kürtün civarındaki gümüş madenlerinin ve limanların güvenliğini sağlamak üzere gönderilmiş olabileceği belirtilmektedir. Giresun Çepnileri makamı Güvendi yaylasında bulunan Güvenç Abdal'ın müridleriydiler. Giresun merkezi, 1397 yılından bu yana düşman işgali görmemiştir. Giresun isminin kökeni hakkında üç rivayet vardır. Rivayetlerden birincisi; "Kerasus" kelimesinden gelmektedir. Birinci rivâyete göre bu isim, "Kerasus"ta bol miktarda yetişen kirazdan gelmiştir. İkinci rivâyete göre ise; Giresun denize doğru uzanan bir yarımadanın üzerine kurulmuştur. Bu yarımadanın şekli de boynuza benzemektedir. İşte bu sebepten Yunancada boynuz anlamına gelen "Keras"dan türemiştir. Üçüncü rivayet ise Spartaküs isyanını bastıran ünlü Romalı General "Kerasus"a atfen verilmiş olmasıdır. Giresun İli Nüfusu: 444.467'dir. Bu nüfusun %72,1'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 7.025 m²'dir. İlde km²'ye 63 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 359'dur.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 4,17 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 14 m'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 16 İlçe, 24 belediye, bu belediyelerde 194 mahalle ve ayrıca 551 köyü vardır. Giresun ili nüfusu: 437.393'dür. Bu nüfusun % 71,8' i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 7.025 km2'dir. İlde km2'ye 62 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 359’dur.) İlde yıllık nüfus % 1,59 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 16 İlçe, 24 belediye, bu belediyelerde 193 mahalle ve ayrıca 551 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Çamoluk (% 51,26)- Alucra (-% 33,69). Yöre halkı büyük şehirlere göçe başladığından beri eski gelenekleri az da olsa terk etme yolunu tutmuştur. Ancak büyük çoğunluk eski Karadeniz, göreneklerine bağlıdır. Bu gelenek ve görenekler çoğunlukla eski söylentilere dayanır. Karadeniz kültürü etkisini hala göstermektedir sözlü olarak. Müzik ve folklorde bunu görmek mümkündür. Her yıl Mart ayının 14'ünde yılbaşı tutulur. O sabah erkenden kalkılır, deniz veya akarsudan su alarak eve gelinir ve sağ ayak ile eşikten geçilerek eve girilir. Su evin dört bir tarafına serpilir. Eğer hayvanlar varsa onların üzerine de serpilir. O gün kimse evine uğursuz ge
lir diye misafir kabul etmez, ancak ayağı denenmiş birisi varsa o eve çağrılır. Gelen kişi sağ ayağını içeriye atar, "Yeni yılınız hayırlı olsun, martınızı bozuyorum" der, o gece evde ısırgan veya paça pişirilir, içine yeşil boncuk atılır. Bunları yerken boncuk kimin ağzına gelirse o yıl bu şahıs ekine başlar, aile içerisinde bol rızıklı kabul edilir. Yine Mart'ın 14'ünde gün tutulur. Mart'ın 14'ü, Mart'ın 15'i, Nisan 16'sı, Mayıs vb. aylar olarak adlandırılır. O günlerdeki havanın durumuna göre o ayların nasıl geçeceği hakkında fikir yürütülür. 5-6 Mayıs'ta Eski Türkmen adeti olan Hıdrellez tutulur. Bugün Hızır ve İlyas'ın bir araya geldiğine ve artık kış ayının bitip güzel günlerin geleceğine inanılır ve Göktanrı'ya en yakın yerlerde yani yüksek tepelerde kutlamalar yapılır. Akşamdan 3-5 genç kızlar niyet tutarak bir gül ağacının dibine yüzüklerini gömerler. Sabahleyin mani okuyarak onları çıkarırlar. Söylenen maninin manasına göre talihlerini denerler. Ramazan'da çocuklar Dımbılçı denen bir grup oluşturup maniler söyleyerek iftardan sonra evlerin kapılarını çalarlar ve hediyeler toplarlar. Cenazelerde talkım veriler kırk ve elli ikinci günlerde dualar okutulur. Eski zamanlarda zengin ve hatırlı şahısların mezarlarının başında ilk 3 veya 7 geçe kandil yakılırdı. Şehrin birçok yerlerinde Kutsal ocak yerleri bulunur. Ocak yerlerinde Dilekler tutulur, hastalara şifa, dertlere devalar aranır. Ateş kutsaldır, su dökülmez. Giresun yeryüzü şekilleri bakımından engebeli bir görünüşe sahiptir ve dağlar, vadiler ve dik kıyılar geniş yer kaplamaktadır. Karadeniz kıyısı boyunca uzanan oldukça dar ve alçak düzlüklerden oluşan bir kıyı şeridi ile güneyde Kelkit Çayı Vadisi arasını kaplayan Giresun Dağları şehrin yeryüzü şekillerinin çatısını meydana getirir. Kıyıdan 50–60 km içeride, kıyıya paralel olarak yükselen bu dağların ortalama yüksekliği 2000 metredir. Bazı yerlerde 3000 m’yi aşan Giresun Dağları’nın en önemli yükseltileri şunlardır: Abdal Musa Tepesi (3.331 m), AkılBaba 3300, Cankurtaran Tepesi (3.278 m), Gâvur Dağı Tepesi (3.067 m), Küçükkor Tepesi (3.044 m), Karagöl Dağları üzerindeki Karataş Tepesi (3.107 m) ve Kırkkızlar Tepesi (3.040 m). Kıyıya paralel olarak yükselen bu dağlar üzerinde, kıyı ile iç kesimler arasındaki ulaşım, Şehitler (2.350 m), Eğribel (2.200 m) geçitlerinden, Kurtbeli Mevkii’nden (1760 m) ve ilçelerin yayla yollarından sağlanır. Şebinkarahisar, Alucra ve Güce ilçelerini içine alan ve daha az engebeli olan güney kesiminde ortalama yükseklik 1000-1500 metre civarında olup arazi Kelkit Vadisi'ne doğru eğimlidir. Giresun’un güneyini kuşatan dağlar kuzeye ve güneye doğru alçalarak belirli yerlerde düzlükler oluşturur. 1750-2200 metre yükseklikteki bu düzlüklerde pek çok yayla vardır. Giresun Dağları üzerindeki bu yaylaların başlıcaları Kümbet, Kulakkaya, Bektaş, Tamdere, Karagöl, Eğribel, Kazıkbeli, Çakrak, Paşakonağı, Karaovacık ve Sisdağı yaylalarıdır. Espiye ilçesinin düzenlemiş olduğu yayla şenlikleri vardır. Giresun'da şehir içi ulaşım dolmuşlar ile sağlanır. Şehirler arası yolculuklarda terminallerden kalkan otobüsler mevcuttur ve hemen hemen her şehre otobüs bulmak mümkündür. Ordu-Giresun Havalimanı'ndan kalkan uçaklar ile şehirler arası yolculuk ve uluslararası yolculuk yapılabilmektedir. Ayrıca Ordu'ya her 20 dakikada bir, Trabzon'a her yarım saat başı dolmuş bulunmaktadır. 2016 TÜİK verilerine göre ilde merkez ilçe ile beraber 16 ilçe, 8 belde ve 551 köy vardır. İlçeler: 2017-2018 Sezonu sonunda, Akın Çorap Giresunspor' 1. Ligde 11.olmuştur. Basketbol erkeklerde Yeşil Giresunspor süper ligden 1.lige düşmüştür. Ayrıca Futbol BAL’da 2, erkekler voleybol 1. Liginde, hentbol kadınlar 2.ligide ve basketbol kadınlar bölgesel liginde birer takımı daha bulunmaktadır. 2017-18 Ziraat Türkiye Kupası‘na 3.turdan katılan A.Ç. Giresunspor, 3.turda Cizrespor’u, 4. turda Menemen Belediyespor’u, 5.turda A.Alanyaspor'u elemiştir. Son 16 turunda M.Başakşehir'i de elemiştir. Çeyrek finalde Fenerbahçe'ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Giresun Atatürk Stadyumu(12.191), 19 Eylül Spor Salonu (1.500), Giresun Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu (1.500). Giresun Giresun (Rumca: Κερασούντα, Lazca: K'erosili), Karadeniz Bölgesi'nin Doğu Karadeniz bölümünde, kuzeyinde Karadeniz sahili ile güneyinde Kuzey Anadolu dağlarının ikinci sırası arasında yer almakta olup, batısında Ordu, güneybatısında Sivas, güneydoğusunda Erzincan, doğusunda Gümüşhane ve kuzeydoğusunda da Trabzon ile çevrilidir. Yunan kolonizasyonu öncesinde bölgede Karadeniz'in yerli kabilelerinin varlığı bilinmekte olup Hitit kaynaklarında "Kaşka" adıyla geçen kendir ziraati yapan savaşçı bir halkın bahsi geçmektedir. MÖ 7. yüzyılda Kolkhis ülkesinde Miletli koloniciler tarafından kurulan kent merkezinin çevresinde Kolh (Tzan/Laz) halkına ait köyler bulunmaktaydı. MÖ 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu'nun eline geçen bölge, Büyük İskender'in Pers İmparatorluğu'nu yıkmasının ardından özgürlüğüne kavuşmuştur. Sonrasında Pontus Krallığı tarafından ilhak edilen yöre, Zela Savaşı'nın ardından diğer Doğu Karadeniz şehirleri gibi Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş 1300 yıl sürecek Romalılaşma (Rumlaşma) sürecine girmiştir. Eski adı Yunanca: "Kerasounta" ("Κερασούντα"), "Pharnacia", "Choerades" olan şehrin adı daha sonraları Roma ve Bizans yönetiminde "Kerasous" veya "Cerasus" olarak değiştirilmiştir. Kerasus, Yunanca "boynuz" demektir ve yarımadayı tasvir etmek için kullanılmıştır, "ounta" son eki ile birlikte Kerasous olan şehrin adı zamanla "Kerasunt" olarak söylenilmiştir. Pontus Devleti'nin yıkılıp Roma hakimiyetinin başlamasından sonra Giresun yöresinin yerli kabileleri süratle asimile olarak tarih sahnesinden çekilmiştir. Bununla birlikte Roma ve Bizans kaynaklarında bölge halkı Can (Tzan) olarak adlandırılmaya devam etmiştir. Roma döneminde Giresun Karadeniz'in oldukça önemli bir şehri durumundaydı. Bu dönemde şehir kendi adına para basma yetkisine sahip olacak kadar gelişmiştir. Giresun 1397 yılında Türkmen Beyi Emir oğlu Süleymen Bey tarafından fethedilmiş olup o zamandan bu yana işgal görmemiştir. Daha sonraki yıllarda Osmanlıların Trabzon İmparatorluğu'nu 1461 yılında fethi ile Giresun da Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine geçmiştir. 1500'li yıllardaki tahrir defterlerinde Giresun ve civarının (Koyulhisar/Büyükliman/Vakfıkebir) arası Vilayeti Çepni olarak görünüyor ve özel bir yönetimle idare ediliyordu. Beylikler döneminden sonra (1461) Osmanlı İmparatorluğu'nun Trabzon Vilayeti'ne bağlanmış olan Giresun, 1920'de Ordu, Tirebolu ve Görele kazalarıyla birleştirilerek Giresun Sancağı kurulmuştur. 1923'te il olmuştur. 1923 mübadelesi ile Hristiyan nüfusunu kaybeden kentte ticari hayat tamamen Müslüman nüfusun eline geçmiştir. Yörenin temel ekonomik etkinliği olan fındık üretimi ekim alanları bu dönemde arttırılmıştır. 1926 yılında Giresun Ticaret Borsası ve Kızılay Giresun Şubesi açılmış, 26 Temmuz 1938 tarihinde Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Fiskobirlik) kurulmuş, 1944'te Şebinkarahisar Devlet Hastanesi,1959'da Tirebolu Çay fabrikası, 1962'de Giresun Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 1970'te Giresun Fındık İşleme Tesisleri ve SEKA Aksu Kağıt Fabrikası,1971'de Doğankent Hidroelektrik Santrali, 1976'da Giresun Meslek Yüksek Okulu hizmete başlamıştır. 2007'de Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştur. İl merkezi, Aksu ve Batlama vadileri arasında denize doğru uzanan bir yarımada üzerinde kurulmuş olup, bu yarımadanın doğusunda ve 2 km açığında Doğu Karadeniz’in tek adası olan Giresun Adası bulunmaktadır. Doğu Karadeniz Dağları'nın orta kesimleri il sınırları içerisinde yer almakta olup Giresun Dağları adıyla bilinir ve Zirvesi olan Abdal Musa Tepesi 3.331 m'dir. Denizden itibaren yükseklikler hızla yer yer 2.000 metre yüksekliğe ulaşırlar. Derin vadilerle parçalanmış Giresun Dağları üzerinde eski buzulların açığı topoğrafik formların yanı sıra, buzul göllerine de rastlanmaktadır. İl sınırlarında yer alan önemli yükseltiler şunlardır: Abbal Musa Dağı (3.331 m), Gâvur Dağı (3.248 m), Küçükkor Dağı(3.044 m), Cankurtaran Dağı(3. 278 m),Karagöl Dağı (3.095m) , Akıl Baba Dağı (2.561 m), Çaldağı (2.035 m) Kuzey Anadolu Dağları’nda kaynak bulan pek çok akarsu, ili güneyden kuzeye geçerek Karadeniz'e dökülmektedir. Aksu Deresi, Batlama Deresi,Yağlıdere Deresi, Gelevera Deresi ve Harşit (Doğankent) Çayı ile Pazarsuyu bu akarsuların önemlileridir. Ayrıca ilin güney kesiminden doğu-batı doğrultusunda geçen Kelkit Çayı da bu tür bir vadide akmaktadır. İl sınırları içerisinde önemli bir göl olmamakla birlikte Karagöl Dağı ve Sağrakgöl üzerinde küçük buzul göllerine rastlanmaktadır. İlin kuzeyi ile güneyi arasındaki iklim farkı, yağış miktarının güneye doğru azalması doğal bitki örtüsünün yapısını da aynı ölçüde etkilemektedir. Giresun ve çevresi, zengin tarım alanlarına sahiptir. Kelkit Vadisi ile kollarının civarı bozkır görünümünde olmasına karşın, kıyı ile dağlar arasında kalan kesimi ormanlarla kaplıdır. Genellikle Karagöl Dağları'nın batısında yer alan önemli yaylalar şunlardır: Kulakkaya, Tamdere, Karagöl, Sağrak, Kümbet, Bektaş, Sisdağı , Paşakonağı Gümüşhane (il) Gümüşhane, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yer alan, Türkiye'nin bir ilidir. Doğuda Bayburt, batıda Giresun, kuzeyde Trabzon ve güneyde Erzincan ile komşudur. Deniz seviyesinden 1150 m yükseklikte, Harşit Çayı’nın oluşturduğu dar bir vadide kurulan Gümüşhane, işletilmesi oldukça eski dönemlere kadar giden gümüş yataklarının varlığı ve tarihi İpekyolu’nun üzerinde bulunması sebebiyle tarih boyunca önemli bir merkez olma özelliği taşımıştır. Gümüşhane ve çevresi ile ilgili ayrıntılı bilgi veren ilk yazılı kaynak diğer Doğu Karadeniz illerinde olduğu gibi Ksenophon'un Anabasis (Sefer/Onbinlerin Dönüşü) isimli eseridir. Perslerle giriştiği savaşın ardından deniz yoluyla Yunanistan'a dönmek isteyen Ksenophon ve binlerce askeri, gerekli gemi ve teçhizatın toplanması için aylarca Karadeniz Bölgesi'nde konaklamışlardır. Kaldıkları süre zarfında Doğu Kara
deniz kabileleri ile ilgili ayrıntılı bilgiler veren Ksenophon o tarihlerde Torul civarında yaşayan bir Tzan/Laz kabilesi olan "Driller" ile ilgili bilgileri de kaleme almıştır. Sorgun ağacından kalkanları, mızrakları ve dizlikleriyle Driller, Karadeniz'in en savaşçı kabilesi olarak tasvir edilmiştir. Makedon Kral Büyük İskender’in Anadolu'daki Pers hakimiyetine son vermesinin ardından kısmen özgür kalan Gümüşhane çevresi sonraları Pontus Krallığı tarafından ilhak edilmiştir. Diğer Doğu Karadeniz illeri gibi Gümüşhane de Pontus Kralı Büyük Mithridates'in yanında Roma İmparatorluğu'na karşı cephe almıştır. Mithridates'in oğlu Pharnakes'in Zela'da Jül Sezar'a kaybetmesiyle, o devirde tüm Roma'yı korkutan Karadeniz kabilelerini yenmesiyle gururlanan Sezar dünyaca ünlü "Geldim, gördüm, yendim..." sözlerini söylemiş ve neticede bölgede Roma hakimiyeti başlamıştır. Ksenophon'dan yaklaşık 6 asır sonra da Roma İmparatorluğu’nun Kapadokya Valisi Arrianus bizzat bölgeye gelmiş ve Karadeniz ile ilgili raporunu İmparator Hadrianus'a göndermiştir. Raporunda Torul civarında ikamet eden "Dril" adlı Tzan/Laz kabilesinin hala eskilerin anlattığı gibi savaşçı olmasından ve yaşadıkları Dorula (Kuzeybatı Gümüşhane) bölgesinin yüksek korumalı bir bölge olduğundan ve kralsız yaşadıklarından bahsetmiştir. Yine MS 2. yüzyılın başlarında Roma İmparatorluğu'nun ünlü lejyonlarından, İmparator Titus Flavius Vespasianus'un da Roma-Yahudi Savaşı'nda bizzat komuta ettiği "Legio XV Apollinaris" (Güneş Tanrısı Apollon'a Sadık Lejyon) adlı Güneş Lejyonu Doğu Karadeniz'de Gümüşhane-Satala bölgesinde üslenmiş ve bu lejyon bölgedeki varlığını 5. yüzyıla dek sürdürmüştür. Ancak yine de dağlık ve ormanlık araziden dolayı Roma İmparatorluğu hakimiyetinin tam olarak etki edemediği Doğu Karadeniz bölgesine imparatorluğun ikiye bölünmesinin ardından Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus zamanında General Tzittas komutasında bir ordu gönderilmiştir. Bölgedeki Tzan/Laz kabilelerinin üzerine yürüyen lejyonerler, bu kabileleri yenilgiye uğratmış ve Gümüşhane'nin de içinde bulunduğu Tzan topraklarını kontrol altına almışlardır. Bölgeyi gezerek gözlemlerini kaleme alan Bizans Tarihçisi Prokopius Maçka-Gümüşhane hattının Koksilinon Tzanlarının Bölgesi olduğunu ve bu bölgede Skhamalinikhon (Sumela) ve Tzantzakhon (Canca) isimli iki büyük kale olduğunu yazmaktadır. Prokopius ayrıca Tzanların (Lazların) bu bölgede asırlardır özgür olarak yaşadıklarını ancak I. Justinianus döneminde artık savaşmaktan vazgeçip Hristiyanlığı kabul ettiklerini aktarmaktadır. Bu teslimiyetten sonra bölgenin yerlileri olan Tzan(Laz) kabileleri, kilise, ticaret ve egemen devletin dili olması dolayısıyla her alanda Yunanca'nın etkisine maruz kalmışlardır. Kilisenin etkisi ve Antik Tzan dilindeki yer adlarının da Yunanca fonetiğe uyarlanarak değiştirilmesi yerli Tzan/Lazların hızla Rumlaşması sonucunu doğurmuştur. Osmanlı Döneminde de Ortodoks Hıristiyan mezhebinden (Rum mezhebinden) olduklarından dolayı bu yerliler Osmanlı defter kayıtlarına "Rum" olarak kaydedilmiştir. Ancak yine de tüm Bizans politikalarına rağmen Canca merkezli Khalybia, General Thomas, Haldialı İoannis ve Theodoros Gabras gibi liderlerin öncülüğünde Bizans'a karşı pek çok isyanın doğduğu ve destek bulduğu şehir olmuştur. Bizans İmparatorluğu'nun 1071'de Selçuklular'a kaybetmesinin ardından Anadolu'da Bizans otoritesi zayıflamış Trabzon ve Gümüşhane çevresi, Gümüşhane kökenli aileler tarafından yönetilmiştir. Trabzon İmparatorluğu kurulana kadar da son Khalybia dükü bölgede hüküm sürmeye devam etmiştir. İstanbul'un Latinler tarafından işgal edilmesinden sonra Komnenoslar, Gürcülerin desteği ve korumasıyla ata yurtları olan Karadeniz'e sığınmışlardır. Trabzon'a geldiklerinde son Khalybia dükü Nikephoros Palailogos'un şehri Komnenoslara teslim etmesinin ardından 1204'te Trabzon İmparatorluğu kurulmuş ve Gümüşhane yöresi I. Aleksios'un imparator olmasıyla Trabzon'a bağlanmıştır. Bu dönemde de Tzanikhitai ve Kavazitai gibi yerli Tzantzaklı (Cancalı) aileler Trabzon sarayında da saygın ve söz sahibi olmuşlardır. 13. yüzyılda başlayan Moğol baskısı sonucu Anadolu'ya Türk göçlerinin artmasıyla Karadeniz'de de Türkmenler görülmeye başlamıştır. Trabzon İmparatorluğu'ndaki taht mücadelelerinden faydalanan Türkmenler, Torul civarını ele geçirmişlerdir. Gümüşhane çevresinde yönetim zaman zaman el değiştirse de yörede Trabzon İmparatoru'na bağlı lordlar sürekli olarak Türkmenlere karşı mücadele etmişlerdir. Hatta Haldia Dukaları karşı saldırılarla Türkmenlerin ele geçirdiği kaleleri geri almışlardır. Ancak bölgede sonu gelmeyen çatışmalar 14. yüzyıla gelindiğinde Gümüşhane'yi harabeye çevirmiştir. 1340, 1341, 1343, 1351'de Akkoyunlular, 1360'ta Hoca Latif, 1368'de Kılıçarslan Gümüşhane bölgesine saldırmışlarsa da Osmanlı akınları ilk kez IV. İoannis döneminde 1442'de başlamış ve bölge Fatih Sultan Mehmet döneminde kesin olarak Türk egemenliğine alınmıştır. 1461’de Trabzon'un 140 bin kişilik Osmanlı ordusuyla alınmasından sonra Gümüşhane; ancak bundan 12 yıl sonra 1473'te tamamen Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Canca(Gümüşhane); Canik, Lazistan(Caneti/Çanona) ve Merkez(Trabzon) sancaklarıyla birlikte Trabzon Vilayeti'nin dört sancağından biri durumundaydı. Şehrin geçmişine saygı adına Osmanlı İmparatorluğu da Gümüşhane merkezi gerçek ismi olan "Canca" ismiyle anmıştır. Fatih Sultan Mehmet'in 1473'te bölgeyi ele geçirmesiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun darphanesi haline gelen Gümüşhane, imparatorluk hazinesinin altıda birini karşılamaktaydı. Burada basılan gümüş paraların üzerine "Canca'da basılmıştır." yazılmaktaydı. İmparatorluğun darphanesi olması özelliğinin yanında doğu seferlerinde de Yeniçeri ordusunun top ve tüfek mermileri Gümüşhane'de dökülmüştür. Özellikle 18. yüzyılda imparatorluğun askeri masraflarının yüzde sekseni Canca'dan karşılanmıştır. Yöreyi gezen Katip Çelebi'nin "Önemli ve Canlı" olarak tanıttığı, Evliya Çelebi'nin "Burada olan gümüş başka hiçbir diyarda yoktur." cümlesiyle bize aktardığı Gümüşhane 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde tükenmiş, çıkarmaya değecek miktarda gümüş yatağı kalmadığından şehir geri plana düşmeye başlamıştır. 1914 yılının yazında patlak veren Birinci Dünya Savaşı'yla aynı yılın sonbaharında Ruslar, Osmanlı İmparatorluğu'na saldırmışlardır. 1916 yılında Rusların Doğu Karadeniz'i işgalinin ardından, 3.Ordu, 18.Piyade Tümeni, Lazistan Cephesi olarak adlandırılan Gümüşhane-Torul hattında savunma yapmıştır. 1918 yılında Rusya'da gerçekleşen Bolşevik İhtilali'yle savaştan çekilen Ortodoks-Hıristiyan Çarlık Ruslarının yerine, Ortodoks-Hıristiyan olan yerliler Pontus Ayaklanması'nı başlatmışlardır. İmparatorluk döneminde Gümüşhane'de "Maden İşletmelerinin Başları" olarak anılan ve Haldia piskoposlarını da kendi içlerinden çıkaran ve çağdaş kaynakların aktardıklarına göre inanılmaz derecede zengin olan Gümüşhaneli Ortodoks Hıristiyan aileler de bu isyanın finansörleri olmuşlardır. 1400 yıl önce Bizans kiliselerinin asimile ederek Rumlaştırdığı(Grekleştirdiği) yerli halk böylece Osmanlı İmparatorluğu'na başkaldırmış, ancak bu isyan yine yerli kökenli Topal Osman Ağa'nın "Giresun Gönüllü Laz Müfrezeleri"nin verdiği mücadeleyle bastırılmıştır. Cumhuriyetin ilan edilmesiyle lağvedilen Trabzon Vilayeti'nin ardından Gümüşhane; Torul, Kelkit, Şiran ve Bayburt ilçelerini kapsayarak il statüsüne kavuşmuştur. 1989 yılında da Bayburt il statüsü alarak Gümüşhane'den ayrılmıştır. Bugün sürekli göç veren bir il konumundaki Gümüşhane yeterli iş alanı olmaması yüzünden de göç vermeye devam etmektedir. Samsun'dan Artvin'e hatta Rusya'ya kadar uzanan bölgede yaşayan kabileler, binlerce yıldır maden işleme sanatıyla ünlenmişlerdir. Günümüzden yaklaşık 3300 yıl öncesini anlatan Altın Post Efsanesi de bu madencilik sanatının hatlarıyla örülmüştür. Karadeniz'in doğu kıyılarının egemen kültürü olan Kolkhis'e, altından bir koç postunu ele geçirmek için gelen Yunan kahramanlar ordusunun serüvenini anlatan efsane, Antik Yunanistan halkının yöre madenciliğine olan merakının bir yansımasıdır. Altın Post Efsanesi'nden yaklaşık bir nesil sonrasını, yani günümüzden yaklaşık 3250 yıl öncesini anlatan "İlyada" destanı, Truva Savaşı'na katılan Amazonlar ve Halizonlar adlı Karadeniz kabilelerinden bahseder. Homeros İlyada'da Halizonları "Güneşin, maden ocaklarında olgunlaşan gümüşü özleştirdiği uzak diyar Alybe'den geliyorlar." şeklinde tanımladığı kabile toprakları, o yıllarda da Khalybia adıyla anılan bölge madenciliğinin ne derece ünlü olduğunu bize göstermektedir. Çeliği Yunanlara öğreten kabile olarak tanınan Khalybler, Yunanca "çelik" anlamına gelen "Khalyb" sözcüğüyle Yunanca'ya, oradan da "Khalips" formunda Latince'ye girmişlerdir. Doğu Karadeniz madenciliğinin en eski destanlara konu olmasından Roma ve Bizans İmparatorluğu'na, Trabzon İmparatorluğu'ndan Osmanlı İmparatorluğu'na uzanan işletim geçmişiyle yöre madenleri, dünyaya hükmetmiş nice imparatorlukların hazinelerini doldurmuştur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nda değerli maden sıkıntısını çözen başlıca kaynak yöre madenleri olmuştur. Ayrıca bu madenler yalnızca gümüş ve demiri ile değil, buradan çıkarılan kurşunla dökülen top ve tüfek mermileriyle de Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu seferlerinde Yeniçeri ordusunun cephaneliği görevini üstlenmiştir. 1836 yılında bölgeye gelen İngiliz Jeolog William John Hamilton; "(...)Gümüşhane, Türkiye'nin her yöresindeki madenciler için, bir okul sanki. Sürekli belirttiğim gibi, Küçük Asya'nın çok uzak bölgelerinde, madencilik konusunda bir araştırma yapıldığında şunu görüyoruz, ya madenciler Gümüşhane'den gelmişlerdir, ya Gümüşhane sayesinde madenci olmuşlardır, ya da Gümüşhane ile aralarında bir ilişki vardır.(...)" sözleriyle Gümüşhane madenciliğinin değerini bizlere aktarmıştır. Gümüşhane'deki maden işletmecisi aileleri de olağanüstü zengin eden bu madenlerden çıkan gümüşlerden yapılan yekpare gümüş piskopos tacı Haldia metropolitlerini süsleyerek bölgenin zenginliğini
gösteren sembollerden olmuştur. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise Gümüşhane madenleri artık tükenmiş ve üretimi, çıkarma maliyetini dahi zar zor karşıladığından maden ocakları kapanmıştır. Ocakların kapanmasıyla, geçim kaynakları da tükenen Gümüşhaneliler buradan Anadolu'nun dört bir tarafına ve Rusya'ya göç etmeye başlamışlardır. Bu olay da Gümüşhane ekonomisini derinden sarsmıştır. Ayrıca sağladığı zenginlik ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bekası için durmadan çalışan madenlerin yakıt ihtiyacı da Gümüşhane ormanlarından karşılandığından, bir zamanlar diğer Doğu Karadeniz illeri gibi yemyeşil ve ormanlık olan Gümüşhane pervasız ağaç kesimleri sonucu bugün bitki örtüsü bakımından çıplak kalmıştır. Çünkü çıkarılan madenlerin izabe işlemi sırasında 1 kg kurşun için 36 kg , 1 kg gümüş için 200 kg odun kömürü kullanılıyordu. 1 kg odun kömürü ise, kullanılan ağacın cinsine göre 3–4 kg odundan elde edilmektedir. Bu faaliyetler bitki örtüsüne öyle zarar vermiştir ki, 1461'de Trabzon üzerine yürüyen Osmanlı ordusu orman nedeniyle bölgede ilerlemekte güçlük çekerken, 1701 yılında bölgeye gelen Joseph Pitton de Toumefort, yakmak için birkaç dal parçası bile bulamamaktan yakınmıştır... Kuzey Anadolu sıradağları içinde yer alan ilin toprakları çok engebeli olup en yüksek yeri günümüzde Çakırgöl olarak bilinen dağlarında 3.000 metreyi geçmektedir. İlin kuzey kesimi Zigana (Kalkanlı) ve Soğanlı dağları, güneyi ise Çoruh, Kelkit, Kop ve Otlukbeli dağları tarafından çevrilidir. Kelkit Vadisi'ndeki küçük bazı düzlükler ise ilin en önemli tarım alanlarıdır. İlin kuzey kesimi Karadeniz’in ılık ve nemli ikliminin etkisinde olmasına karşın Gümüşhane'nin büyük kesiminde Doğu Anadolu bölgesi'nin sert karasal iklimnin etkisi görülmektedir.Yazları sıcak ve kısa olan Gümüşhane ilinde kışlar yüksekliğin de etkisiyle uzun ve kar yağışlı geçmekte, yağış miktarı iç kesimlere doğru gidildikçe azalmaktadır. Gümüşhane Dağları’nın Karadeniz’e bakan kesimleri kayın, meşe, ladin, köknar ve sarı çam ağaçlarından oluşan ormanlarla kaplı iken ormanları yok olmuş bozkır görünümündeki güney kesimlerinde sadece Sarıçam ağaçlarına rastlanılmaktadır. Karadeniz iklimi görülür. Gelevera Deresi, Galis Dere, Artabel Deresi dışında ilin belli başlı iki önemli akarsuyu vardır: Harşit Çayı ve Kelkit Çayı. Haşara Deresi, Korum Deresi, İkisu Deresi, Çit Deresi, Erikbeli Deresi ve Musalla Deresi Harşit'e dökülerek Harşit Çayı havzasını oluştururlar. İlin önemli sayılacak büyüklükte bir gölü yoktur. Artabel Gölleri, Çakırgöl, Limni Gölü ilin turistik değer taşıyan doğal gölleri arasındadır. Gümüşhane İli Nüfusu: 172,034'dür. Bu nüfusun %85,7'si şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 6.668 m2'dir. İlde km2'ye 26 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 31'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 13,59 olmuştur. (2016’da en fazla oranda artış) İl merkezinin denizden yüksekliği: 1174 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 14 belediye, bu belediyelerde 70 mahalle ve ayrıca 321 köyü vardır. Gümüşhane ili nüfusu: 170.173'dür. Bu nüfusun % 86,9' u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 6.668 km2'dir. İlde km2'ye 26 kişi düşmektedir. (Bu sayı Kelkt'te 34’dür.) İlde yıllık nüfus % 1,08 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 14 belediye, bu belediyelerde 70 mahalle ve ayrıca 321 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Kelkit (% 5,01)- Şiran (-% 10,92). Gümüşhane'de halk müziğinin temelini kemençe, tulum, davul-zurna, kaval gibi enstrümanlar oluşturur. Halk oyunlarında ise il genelinde horan ve bar oyunları yaygındır. Dik Horan, Sarıkız, Lazutlar, Dizden Kırma, İki Ayak Horanı, Sıksara, Bıçak Horanı, Temür Ağa, Hançer Barı, Koçari, Mavrengel, Laz Barı, Tamzara ilde en yaygın oynanan halk oyunlarıdır. Satala (Sadak) Antik Kenti Gümüşhane il merkezine 99 km uzaklıkta bulunan Satala (Sadak) Antik Kenti, Kelkit ilçesi Sadak Köyü sınırları içerisindedir. Antik Kent, Roma İmparatorluğu’nun doğudaki en büyük karargâhı olmakla birlikte, 15. Lejyon’un karargâh kurduğu bir yerdir. Askeri geçiş güzergâhında bulunması sebebiyle stratejik bir öneme sahip olan Satala, Roma İmparatorluğu’nun Fırat Nehri’ni korumak için kurduğu bir karakoldur. Tarihte Makedon, Asur, Roma ve Bizans gibi medeniyetlerin hâkimiyetine girmiş olan Satala’ya su getirmek için, 15. yüzyılda 47 gözlü su kemeri de inşa edilmiştir. Ancak günümüzde su kemerinden sadece iki göz ayakta kalabilmiştir. Santa Harabeleri Gümüşhane il merkezine 72 km uzaklıkta yer alan Santa Harabeleri, merkez ilçe Dumanlı Köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Rumlar tarafından 17. yüzyılda kurulan Santa’nın dini, kültürel ve ticari açıdan önemli bir yerleşim olduğu bilinmektedir. Santa’nın her mahallesinde, taştan inşa edilmiş tek katlı evler, kiliseler ve çeşmeler yer almaktadır. Krom Şehri Şehir merkezine 36 km mesafede bulunan Krom Şehri, 2010 yılında Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilmiştir. Zengin maden kaynaklarına sahip olması nedeniyle asırlar önce binlerce kişiye ev sahipliği yapmış olan şehirde, 15 tane kilise ve şapel bulunmaktadır. Şehirde, bir kemer köprü ve surlarının bir kısmı ayakta kalabilmiş bir de kale bulunmaktadır. İmera Manastırı Gümüşhane il merkezine 38 km mesafede bulunan İmera Manastırı, merkez ilçe Olucak Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Üzerinde bulunan yazıtta 1350 yılında yapıldığı yazmakta olan manastır, günümüze ulaşabilmiş en sağlam tarihi yapıtlardandır. Şapeli ve bazı yapıları sağlam bir şekilde günümüze kadar ayakta kalmış olan manastır dikdörtgen planlı olarak imar edilmiştir. Manastırın çevresinde rahiplerin kaldığı konutlar da mevcuttur. Canca Kalesi İl merkezinin 8 km uzağında bulunan Canca Kalesi, 1530 metre yükseklikte inşa edilmiş ve gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır. En az 1500 yıllık bir yapıdır. Canca Kalesi’nden ilk defa MS 6. yüzyılda Tarihçi Prokopius "Yapılar" isimli eserinde bahsetmekte; kalenin asıl adının Gümüşhane'nin yerlileri olan Tzan/Lazların dilinde "Tzantzakhon(Çançaxon)/Tzantzak(Çança)" olarak telaffuz edildiğini ve kaleyi bir komutanın yönettiğini aktarmaktadır. Evliya Çelebi, Seyahatname’de Canca Kalesi’nden bahsetmektedir. Kov (Esenyurt) Köyü Kalesi İl merkezine 21 km mesafede bulunan Kov Köyü Kalesi, 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gümüşhane Valiliği’nin ortak çalışmasıyla restore edilmiştir. Çevresi de arkeolojik sit alanı olan Kov Köyü Kalesi’nin 3. Aleksios tarafından 1361 tarihinde yapıldığı ve kalenin Selçuklular zamanında da kullanıldığı bilinmektedir. 1760 m yükseklikte bulunan kale, dış kale ve iç kale olmak üzere iki bölümden oluşmakta ve içerisinde sarnıç ve mutfak gibi mekanları barındırmaktadır. Kalede yapılan araştırmalarda Ortaçağ ve Yakın döneme ait seramikler bulunmuştur. Keçikale Şehir merkezinin 20 km uzağında bulunan kale, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gümüşhane Valiliği’nin ortak çalışmasıyla 2008 yılında restore edilmiştir. 1560 m yükseklikte inşa edilen kale, 5-15 metre yüksekliğinde surlara ve su sarnıçlarına sahiptir. Gümüşhane Konakları Gümüşhane Konakları, Gümüşhane mimarisinin en ilgi çekici unsurlarındandır. Sanatsal yapısında, doğa şartlarının yanı sıra inanç, örf, adet gibi sosyal yaşamın etkilerini barındırmaktadır. Mahalli taş, kerpiç ve ahşap malzemeler kullanılarak yapılan konaklar, iki ve üç katlı olarak geniş bir bahçe üzerinde inşa edilmiştir. Örümcek Ormanları İl merkezine 60 km mesafede bulunan Örümcek Ormanları,Kürtün ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Avrupa’nın en yüksek köknarları (61,5 m) ve Türkiye’nin en uzun ladinleri (57,6 m) Örümcek Ormanları’nda bulunmaktadır. Tomara Şelalesi Gümüşhane il merkezine 130 km uzaklıkta bulunan Tomara Şelalesi, Şiran ilçesine bağlı Seydibaba Köyü sınırları içerisindedir. Kırk ayrı yerden çıkan su kaynağıyla beslenen Tomara Şelalesi, 25 m yükseklikten su yatağına dökülmektedir. Kadırga Yaylası İl merkezine 65 km mesafede yer alan Kadırga Yaylası, Kürtün ilçesi Süme Köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Zigana Turizm Merkezi’ne de 15 km uzaklıkta bulunan Kadırga Yaylası’nda elektrik ve telefon imkânlarının yanı sıra otel, lokanta, bakkal, cami ve konaklama tesisleri bulunmaktadır. Her yıl Temmuz ayının 3. haftası başlayan yayla şenliklerine ulusal ve uluslararası katılım olduğu görülmektedir. Zigana Turizm Merkezi Gümüşhane il merkezine 45 km uzaklıkta bulunan Zigana Turizm Merkezi, Torul ilçe sınırları içerisinde yer almaktadır. Saatte bin kişi taşımalı 800 m uzunluğunda teleski hattının bulunduğu merkezde, saatte dört yüz kişi taşımalı, 200 m uzunluğunda iki adet Baby Lift de bulunmaktadır. Sarıçiçek Köy Odaları İl merkezine 38 km uzaklıkta bulunan Sarıçiçek Köy Odaları, köy sakinlerinden Hacı Ömer Ağa tarafından 1870’li yıllarda yaptırılmıştır. Türk geleneği ile yerleşik geleneğin yanında mahalli unsurların da işlemelerine yansıdığı köy odalarında, işlemeler ve dekorlar çivisiz bir teknikle monte edilmiştir. Karaca Mağarası İl merkezine 17 km mesafede bulunan Karaca Mağarası, denizden 1550 m yükseklikte yer almaktadır. Karaca Mağarasının giriş noktası ile en son noktası arasında 105 m mesafe bulunmaktadır. Sahip olduğu doğal klima özelliğindeki havasıyla ziyaretçilerine, özellikle de astımlı ziyaretçilerine rahat bir atmosfer sunan mağara, sağlık turizmi açısından da önemli bir yere sahiptir. Limni Gölü Torul ilçesine bağlı Zigana Köyü sınırları içerisinde yer alan Limni Gölü, il merkezine 45 km uzaklıktadır. 2004 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından -A- tipi mesire yeri statüsüne alınmış olan saha, piknik ve kamp amaçlı kullanıma uygundur. Otopark, büfe, wc, kamelya ve piknik ocağı gibi sosyal donatıların da bulunduğu alanda hakim olarak sarıçam ve ladin ağaçları görülmektedir. Artabel Gölleri Tabiat Parkı İki ayrı jeolojik zamanda oluşan volkanik aktiviteye bağlı formasyonlarla kaplı olan Artabel Gölleri Tabiat Parkı, il merkezine 80 km mesafede bulunmaktadır. Artabel Gölleri Tabi
at Parkı toplamda 18 adet krater gölünden oluşmaktadır. Göllerin çevreleri flora ve fauna yönünden zengin olmakla birlikte, peyzaj değerleri açısından da önemli bir yere sahiptir. Süleymaniye (Eski Gümüşhane) Mahallesi Gümüşhane il merkezine 4 km mesafede bulunan Süleymaniye Mahallesi, Kentsel ve Doğal Sit Alanı olmakla birlikte Turizm Merkezi özelliği de taşımaktadır. Süleymaniye Mahallesi’nde bulunan gümüş madenleri, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Trabzon’u fethetmesi ve Gümüşhane’nin Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardından işletmeye açılmıştır. Osmanlı hazinesinin 1/6’sını oluşturan gümüş sikkeler, Süleymaniye Mahallesi’nde bulunan darphanelerde basılmıştır. Geçmişte Türk, Ermeni ve Rum halkın birlikte barış içerisinde yaşadıkları Süleymaniye Mahallesi’nde bulunan birçok tarihi cami, kilise, han, hamam ve köprü gibi kültürel değer, günümüze kadar ulaşmıştır. Çakırgöl Kış Sporları Turizm Merkezi 2500 m yükseklikte bulunan Çakırgöl Kış Sporları Turizm Merkezi, Gümüşhane il merkezine 35 km mesafede yer almaktadır. Çakırgöl, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2005 yılında Kış Sporları ve Turizm Merkezi ilan edilmiştir. Erikbeli Kış Sporları ve Turizm Merkezi 1800 m rakıma sahip olan Erikbeli Kış Sporları Ve Turizm Merkezi, Kürtün ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. 1500’lü yıllardan beri var olduğu bilinen Erikbeli Yaylası, 1991 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kış Sporları ve Turizm Merkezi ilan edilmiştir. Kazıkbeli Yaylası İl merkezine 100 km mesafede bulunan Kazıkbeli Yaylası, Kürtün ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Özel sektöre ait bakkal, manav, lokanta, otel ve pansiyon gibi tesislerin bulunduğu yayla, sahip olduğu doğal çim alanları ile çim kayağı ve kamp turizmi için oldukça uygundur. Her sene, Temmuz ayının ilk Çarşamba gününden başlayarak, yaz boyunca süren yayla şenlikleri gerçekleştirilir. Özen Kaya Mezarı Kelkit ilçe sınırları içerisinde bulunan Özen Köyü’nde yer alan Özen Kaya Mezarı, ilçe merkezine 6 km mesafededir. Mezar, kaya yüzeyinin düzleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Mezarın önünde bulunan geniş alanda, toplu halde ölü kültü ile ilgili törenlerin yapıldığı tahmin edilmektedir. Taşköprü Yaylası Gümüşhane merkez ilçe sınırları içerisinde bulunan Taşköprü Yaylası, il merkezine 50 km uzaklıkta yer almaktadır. Oteller ve bungalov tipi evlerden oluşan konaklama tesisleriyle turizme oldukça elverişli olan yaylada fırınlar, lokantalar, cami, akaryakıt istasyonu, oto tamirhanesi, marketler ve alabalık tesisi de mevcuttur. Dut, bal, süt ve un karışımının herle haline getirilip fındık veya ceviz katılarak bezlere serilip kurutulduktan sonra elde edilen besin değeri yüksek bir gıda maddesi olan Gümüşhane dut pestili, vücut doku ve hücrelerinin yenilenmesine, su dengesinin korunmasına, hormon-enzim üretimine ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine yardımcı olan iyi bir enerji kaynadığıdır. Ceviz parçalarının ipe dizilerek belli bir kalınlığa ulaşıncaya kadara pestilin de ham maddesi olan herleye 4-5 kez daldırılıp kurutulmasıyla elde edilen kömenin içerisinde bulunan fındık, ceviz gibi yağlı tohumlar, B grubu vitaminler, mineraller, yağ ve proteince zengindirler. Enerji değeri yüksek olan kömeyi, özellikle çocukların, sporcuların ve ağır işlerde çalışanların tüketmesi oldukça yararlıdır. 2017-2018 Sezonu sonuda, Gümüşhanespor 2. Ligde 4.olmuştur. Voleybol erkeklerde TKD Kuzey Enerji Gümüşhane Torul Gençlik süper ligden 1.lige düşmüştür. Hentbol erkekler 1.ligdeki Gümüşhane Belediyespor, süper lige yükselmiştir. Ayrıca Futbol BAL’da, kadınlar voleybol 1. Liginde ve voleybol erkekler 2.liginde birer takımı daha bulunmaktadır. 2017-2018 Ziraat Türkiye Kupası‘na 3.turdan katılan Gümüşhanespor, 3.turda Trabzon Baysal İnşaat Düzyurtspor’u elemiş, 4. turda Eyüpspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri:Gümüşhane Şehir Stadyumu (4.700), Torul Spor Salonu (1.000), Zigana Kayak Merkezi Gümüşhane Valiliği Gümüşhane Gümüşhane, Gümüşhane ilinin aynı isimli merkez ilçesi olan yönetsel birimdir. Türkçe: gümüş ve Farsça: خانه hane=khane kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuştur. Şehir ismini yakınlarındaki gümüş madenlerinden almıştır. Bizans döneminde şehrin bulunduğu bölge Haldia (Chaldia) isimleri ile bilinmektedir. 1850'lerde Helen Revivalizmi'nin bölgede de etkinleşmesi ile birlikte eğitimli Rumlar tarafından şehre Yunanca, Gümüş kenti anlamına gelen Argyropolis (Yunanca: Αργυρούπολης. αργύρος argyros "gümüş" + πολης (polis) kent) denmeye başlanmıştır. Günümüzde Yunanistan'da Atina'nın güneyinde ve Girit'te aynı isimli kentler bulunmaktadır. Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda MÖ 3.500 tarihlerinde bölgede insan yerleşimine ve MÖ 3.000 tarihlerinde tarım yapıldığına dair izler bulunmuştur. Asurlular döneminde Aziz Hayaşa ülkesi olarak adlandırılan bölgede Hitit döneminde Karadeniz Bölgesinin otokton halkı Kaşkaların yaşadığı sanılmaktadır. MÖ 9. yüzyılda Urartu hakimiyetine giren, Kimmer ve İskit saldırılarından sonra Pontus, Roma, Bizans ve Trabzon İmparatorluğu tarafından yönetilmiştir. Bu yönetimler arasında kısa süreli Arap, Ermeni, Türkmen hakimiyetleri gören kent Trabzon İmparatorluğu'nun yıklmasının ardından da 1514 yılında temelli Osmanlı hakimiyetine girene dek Akkoyunlu ve Safeviler tarafından yönetilmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında 1916’dan 1918'e dek Rus orduları tarafından işgal edilen bölgenin Hristiyan halklarından Ermeniler 1915 tehciriyle, Rumlar 1923 mübadelesi ile Anadolu dışına gönderilmişlerdir. Bölgede yapılan arkeoloji araştırmalarında ele geçen buluntular, buradaki yerleşimin MÖ 3000 yıllarına kadar uzandığını göstermektedir. MÖ 2000'in ortalarında Azzi ve Hayaşalar buraya yerleşmiştir. Bu nedenle de, Gümüşhane’yi de içine alan bölgeye Azzi-Hayaşa ülkesi denilmiştir. Mezopotamya’dan gelen Asurlu tüccarların, Gümüşhane ve yöresinde bulunan maden yatakları nedeniyle bölgeye ilgi duymuşlardır. Hitit İmparatorluk döneminde Gümüşhane çevresindeki gümüş yataklarının işletilmiştir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra bölgeye Urartular hakim olmuş, MÖ 8. yüzyıl sonlarına doğru Kimmer-İskit akınları başlamıştır. Daha sonra yöreye Medler, Persler ve Pontos Krallığı egemen olmuştur. MÖ 1. yüzyılda bölgede Romalıların hakimiyeti görülmektedir. M.S. 395’te Bizans İmparatorluğu toprakları içerisinde kalan Gümüşhane, MS. 7. yüzyılda Bizans-Hazar askeri işbirliğine konu olan topraklar arasındaydı. Roma ve Bizans dönemlerinde yörede kurulu kente Argyropolis (Yunanca argyros: “gümüş” ve polis: "kent" demektir.) adı verilmiştir. Bu dönemde yörenin önem kazanmasının nedenleri, ticaret yolları üzerinde bulunuşu ve gümüş madenlerinden ötürüdür. İlin mevcut nüfusunun bir kısmı Türk Kayı ve Çepni boylarının nüfusuna dahildir. Fakat başka birçok Oğuz boyu'da ilde iskan etmektedir. Kuzey Anadolu sıradağları içinde yeralan ilin toprakları çok engebeli olup en yüksek yeri günümüzde Çakırgöl olarak bilinen Kolat dağlarında 3.000 metreyi geçmektedir. İlin kuzey kesimi Zigana (Kalkanlı) ve Soğanlı dağları, güneyi ise Çoruh, Kelkit, Kop ve Otlukbeli dağları tarafından çevrilidir. Kelkit vadisindeki küçük bazı düzlükler ise ilin en önemli tarım alanlarıdır. Gümüşhane Türkiye'de Karadeniz ikliminin etkisi altındadır ancak Gümüşhane'nin bazı kesimlerinde Doğu Anadolu ile Karadeniz bölümü arasında bir geçiş teşkil etmektedir. Bunun nedeni ise, Yüksek Zigana duvarları Doğu Anadolunun şiddetli soğuklarının gelmesini engellemesidir. Gümüşhane Dağlarında kayın, meşe, ladin, köknar ve sarıçam ağaçlarından oluşan ormanlarla kaplıdır. Gümüşhane'nin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.tahıl tarlalarının büyük bölümü buğdaya ayrılmıştır.Buğday üretiminin büyük bölümü Kelkit ilçesinde gerçekleşir.Zaten ilçedeki tarım alanının %36'sı Kelkit ilçesindedir. Sanayi bitkilerinden şeker pancarı ekilir.Şeker pancarı komşu iller (Erzurum ve Erzincan) şeker fabrikaları açıldıktan sonra gelişmiştir.Meyvecilik önemlidir.Özelikle Harşit Vadisi'nin tabanında çeşitli meyve bahçeleri vardır.Bu meyvelerin en ünlüsü elmadır. Profesyonel liglerde yer alan Gümüşhanespor, 2. Ligde yer almaktadır. Torul Gençlerbirliği Voleybol takımı ise 1.ligde yer almaktadır. Ayrıca Bayanlar Voleybol 3. liginde Gümüşhane Gençlerbirliği mücadele etmektedir. Şehir merkezinde bir adet futbol stadyumu, bir adet de kapalı spor salonu bulunmaktadır. Gümüşhane Üniversitesi, 2008 yılında Gümüşhane'de Devlet Üniversitesi olarak kurulmuştur. Gümüşhane Üniversitesinin çeşitli fakülteleri bulunmaktadır. Genelde mühendislik ağırlıklı yan bilim dallarında öğrenim gören öğrencileri vardır. Ayrıca Kelkit, Şiran ve Kürtün'de yüksekokul bulunmaktadır.Gümüşhane Üniversitesi 2013 yılında 10 bine yakın öğrenciye eğitim imkanı tanımaktadır. Gümüşhane ilinde İlkçağ’dan beri işletilen ve ilin adını veren gümüş yatakları,19. Yüzyılın tükenmeye yüztutmuş ve önemini yitirmiştir. Günümüzde ise hiç işlenmemektedir. İlin başka yeraltı zenginliği Gümüşhane merkezde altın madenleri ve de Kelkit ilçesinde linyit yataklarıdır.Ayrıca merkez ilçede demir,bakır, çinko,kurşun yatakları vardır. Hatay Hatay, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on üçüncü şehri. 2017 yılı itibarıyla 1.575.226 nüfusa sahiptir. Akdeniz'in doğu şeridinde 35° 52' - 37° 4' kuzey enlemleri ile 35° 40' - 36° 35' boylamları arasında yer alan Hatay'ın doğusunda ve güneyinde Suriye, batısında Akdeniz, kuzeybatısında Adana, kuzeyinde Osmaniye ve kuzeydoğusunda Gaziantep bulunur. Hatay Türkiye'nin en önemli eski yerleşim yeridir. Yapılan arkeolojik araştırmalarda milattan önce 100.000 ile 40.000 yılları arasına tarihlenen bulgulara ulaşılmıştır. İl toprakları ilk Tunç Çağından itibaren Akat Beyliği ve M.Ö. 1800-1600 yılları arasında Yamhad Krallığına bağlı bir beyliğin sınırları içerisinde yer almıştır. Daha sonra MÖ 17. yüzyıl sonlarında Hititlerin ve MÖ 1490 yıllarında Mısır'ın egemenliğine girmiştir. Ardından Urartular, Asurlular ve Persler'in egemenliğine girdi. MÖ 300 yılında Antakya kurulmuş ve kent hızla gelişmiştir. Kent MÖ 64
yılında Roma İmparatorluğu'na katılmış ve İmparatorluğun Suriye eyaletinin başkenti olmuştur. İslam ordusu tarafından fethedilmiş, Emevi ve Abbasi egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra 877'de Tolunoğulları'nın fethettiği topraklar sırayla; Ihşitler ve Selçuklular tarafından yıkılan Halep merkezli Hamdanoğulları (Beni Hamdan/Hamdânîler) egemenliğine girdi. 969 yılında Bizans İmparatorluğunun topraklarına katılan İl, 11-12.yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında da önemli rol oynamıştır. Antakya Memlûk Devleti tarafından Haçlıların elinden alınmıştır. (18 Mayıs 1268) 1516'da Yavuz Sultan Selim bu toprakları fethetmiş ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi başlamıştır. Memlûk Devletinden zapt edilen Antakya, Osmanlı İmparatorluğu'nda önce Halep'e bağlı bir sancak ve daha sonra kaza olarak yönetilmiştir. Bu dönemde Antakya, Asi Nehri ile Habib Neccar Dağı arasındaki dar ve meyilli alanda, 1,5–2 km²'lik bir alan üzerine yerleşmiş orta büyüklükte bir şehirdi. Osmanlı İmparatorluğu'nun Hatay'daki hakimiyeti 1918 yılına kadar devam etti. 3 Temmuz 1938'de Türk ve Fransız heyetleri arasında yapılan antlaşma ile Hatay'da eşit sayıda olacak şekilde toplam 5000 kişilik Türk ve Fransız askeri gücü konuşlandırıldı. Bu şekilde Hatay'ın statüsü korunmuş oldu. Türk Ordusu 4 Temmuz 1938'de Hatay'a girerek görevine başladı. Seçimler ile oluşturulan Hatay Meclisi 2 Eylül 1938'de toplanarak bağımsız Hatay Cumhuriyeti'ni ilan etti. Cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen, Başbakanlığa ise Abdurrahman Melek seçildi. Hatay Devlet Meclisi 23 Haziran 1939 tarihinde Türkiye Cumhuriyetine iltihak kararı almıştır. 29 Haziran 1939'da "Hatay" adıyla bir vilâyet olarak Türkiye'ye katılmıştır. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Hatay'da sınırları il mülki sınırları olan Büyükşehir Belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından Büyükşehir Belediyesi çalışmalarına başladı. İlin Altınözü, Antakya, Arsuz, Belen, Defne, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Payas, Reyhanlı, Samandağ ve Yayladağı olmak üzere 15 ilçesi vardır. Akdeniz'deki önemli bir liman şehri olan İskenderun ve merkez ilçesi Antakya, ilin en büyük iki yerleşim yeridir ve en önemli geçim kaynağı portakal ve turunçgil tarlalarıdır. İl topraklarının yüzölçümü 5.524 kilometrekaredir. İl topraklarının %46.1'ini dağlar, %33.5'ünü ovalar ve %20.4'ünü platolar oluşturur. İl topraklarının en önemli yükseltisini kuzey-güney hattında uzanan Nur Dağları (Gavur Dağları ve Amanos Dağları olarak da bilinir) oluşturur. Bu sıradağların en yüksek noktası ise Mığırtepe'dir (2.240 metre). Öteki önemli dorukların yüksekliği 2000 metreden azdır. Yüksek, dik ve kolay geçit vermeyen bir yapı gösteren Amanos Dağları, Samandağ sınırları içinde Asi Vadisi ile kesintiye uğrar. Aynı dağlık dizi Asi Vadisi'nden hemen sonra Yayladağı ilçesi sınırları içinde de devam eder. Bu bölgede Ziyaret Dağı ile 1739 metre yükseklikteki Keldağ iki önemli yükselti olarak göze çarpar. Amik Ovası ilin en önemli düzlüğüdür ve bu topraklarda tarım oldukça gelişmiştir. Diğer önemli düzlükler Erzin, Dörtyol, Payas, İskenderun ve Arsuz Ovası'dır. Hatay il topraklarının ana çatısını Amanos Dağları oluşturur. Bu dağ sırası ile körfez arasında Erzin, Dörtyol, Payas, İskenderun ve Arsuz düzlüğü uzanır. Bu arazinin jeolojik yapısını peridotit, serpantin ve gabro gibi yeşil kütleler oluşturur. Amanos Dağları'nın bittiği noktada Kel dağı'nın başladığı kesimlerde yüzeysel kütleler vardır. Bir diğer önemli düzlük olan Amik Ovası'nda ise serpantin, plantum, peridotit ve gabro gibi sarı kütleler bulunmaktadır. Hatay ilinin doğal bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturur. Maki türleri 4 - 5 metre boyunda ve tüylü yapraklı bitkilerdir. Bunlar 800 metre yükselti kuşağına dek yayılır. Mersin, defne, kekik ve lavanta ilde en çok rastlanan maki türleridir. Amanos Dağları'nın denize bakan yamaçlarında makilik alanlardan sonra 800 metreden 1200 metreye dek ardıç gibi ibreli ağaçlarla, meşe, kayın, kızılcık, kavak, çınar ve tespih gibi yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar bulunur. 1200 metrenin üzerinde, ibreli ağaçlardan kızılçam, karaçam, sedir ve yer yer ardıçlardan oluşan geniş ormanları bulunur. Hatay'ın en önemli akarsuyu olan Asi Nehri, Lübnan Dağları ve Anti-Lübnan Dağları arasındaki Bekaa Vadisi'nde kaynayan akarsuların birleşmesiyle oluşur, Suriye topraklarından geçerek ilin güneydoğu sınırlarından girer. Afrin ve Karasu çaylarının birleşmesiyle oluşan Küçük Asi Çayı'nı aldıktan sonra Samandağ yakınlarında delta oluşturarak Akdeniz'e dökülür. Nehri besleyen öteki akarsular arasında Büyük Karaçay, Hüseyinli, Kavaslı ve Defne (Harbiye) dereleri sayılabilir. Asi Nehri Nil ile beraber ters akış yönüne sahip iki akarsudan biridir. Amanos Dağları'nın batı yamaçlarından çıkarak Akdeniz'e dökülen küçük ve kısa akışlı Deliçay, Mersin Çayı, Arsuz Çayı, Gülcihan Çayı ve Burnaz Suyu gibi akarsular da vardır. Hatay'da sulama amacı ile Karasu Çayı üzerinde inşa edilen Tahtaköprü Barajı, Karasu Çayı üzerinde inşa edilen Yayladağı Barajı Beyazçay üzerinde inşa edilen Yarseli Barajı ve Zilli Çayı üzerinde inşa edilen Arsuz Gönen Barajı bulunmaktadır. Amik Ovası'nın orta kısımlarında yer alan Amik Gölü, 1970'li yıllarda tamamen kurutulmuş ve tarıma açılmıştır. Diğer önemli göller ise Gölbaşı ve Yenişehir Gölü'dür.Bunların yanında Yayladağı yolu üzerinde Kızılgöl'de vardır.Bu göl yazları kurur kışlar ise göl su ile dolar. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü'nün yaptığı araştırmalara göre il genelinde altın, aluminyum, asbest, demir, dolomit, fosfat, kireçtaşı, krom, manyezit ve mermer rezervleri bulunmaktadır. İskenderun'da yer alan 53 bin ton toplam rezervli krom yataklarında üretim yapılmaktadır. Demir, boksitin toplam rezervinin 264 bin tonluk bölümü İskenderun'da toplanmıştır. Hatay'da yer alan madenlerden biri de demir'dir. 1 milyon 604 bin 400 ton toplam rezervli demir yatakları Dörtyol, İskenderun, Kırıkhan ve Yayladağı ilçelerindedir. Demir'in İskenderun'daki toplam rezervi 254 bin 400 tondur. İlin asbest varlığının tümü Arsuz ilçesindedir. Asbestin toplam rezervi 3 milyon 523 bin 300 tondur. Hatay'daki mermer damarlarının rezervi bilinmemektedir. İlin diğer madenleri arasında İskenderun'daki 5 milyon ton toplam 100 milyon ton jeolojik rezervli çimento ham maddesi bulunmaktadır. İlin büyük kesimi Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Ancak yükselti ve karasallığa bağlı olarak çeşitli farklılıklar da mevcuttur. Türkiye'nin yağışlı bölgeleri arasındadır. Genel olarak kışlar ılık ve yağışlı, yazlar sıcak ve kurak geçer. En sıcak ay ortalaması İskenderun'da 28.6 °C, Antakya'da 27.6 °C; en soğuk ay ortalaması bu merkezlerde sırasıyla 11.9 °C ve 8.1 °C'dir. İskenderun'da bugüne kadar ölçülen en yüksek sıcaklık 43.2 °C (26 Ağustos 1962), en düşük sıcaklık ise -3.2 °C'dir (6 Şubat 1950). Antakya'da bugüne kadar ölçülen en yüksek sıcaklık 43.9 °C (26 Ağustos 1962), en düşük sıcaklık ise -14.6 °C (15 Ocak 1950) olmuştur. Antakya'nın yılllık sıcaklık ortalaması 18.2 °C ve ortalama karla örtülü gün sayısı 1'dir. Yıllık ortalama yağış tutarı, İskenderun'da 785 mm, Dörtyol'da 1022 mm, Antakya'da 1173.4 mm'dir. İl nüfusu 2017 sayımına göre 1.575.226 kişidir. Nüfusun tamamı şehir merkezi konumundadır. Büyükşehir torba yasası tasarıyla tüm belde belediyeleri ve köyler mahalleye dönüştürülerek şehir merkezi statüsüne alınmıştır. İlin yüzölçümü 5.524 km²'dir. İlde km²'ye 282 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 999 kişi ile İskenderun’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,41 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre 15 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 590 mahalle bulunmaktadır. Hatay İl Nüfusu: 1.575.226 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 5.524 km2'dir. İlde km2'ye 285 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 1.001 kişi ile İskenderun’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,29 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 15 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 590 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Reyhanlı (% 3,35)- Erzin (-% 0,45) Hatay'ın anavatana ilhakından önce 19. yüzyılın sonlarında yörenin başlıca tarım ürünleri tahıl, zeytin ve meyanköküdür. Bu dönemde Mısır, İngiltere, Fransa ve İtalya'ya tahıl, meyankökü, yün, kereste ve bazı gıda maddeleri ihraç edilirken, pamuklu dokuma, çiğit, demirden yapılmış aletler ve ilaç ithal edilmektedir. 1939'a değin sanayinin en gelişmiş dalları ipekli dokuma ile sabunculuktur. Deri ve madeni eşya ile taşa ve toprağa dayalı sanayi dallarında ilkel tekniklerle çalışan imalathaneler sanayi potansiyelini oluştururken 1940'lı yıllarda gıda sanayii ağırlık kazanmıştır. 1953'te Harbiye Defne Hidroelektrik Santralinin devreye girmesiyle enerji sorunu çözülünce önce çırçır sonra iplik ve dokuma fabrikaları kurulmuştur. 1954'te Sarıseki Gübre Fabrikası kurulurken, 1960'larda imalat sanayi gelişmiş; tarım araç ve gereçleri, yağ, mazot ve hava filtreleri, fren balataları, dokuma sanayiinde kullanılan makinalar üretilmeye başlanmıştır. 1970'lerde İskenderun'da Türkiye'nin üçüncü demir-çelik fabrikası olan İskenderun Demir ve Çelik A.Ş.'nin kurulmasıyla ilin sanayi potansiyeli iyice gelişmiştir ve yan sanayilerin de gelişmesini sağlamıştır. Bugün anılan tesislerin yanı sıra 40 civarında haddehane ile Hatay, önemli bir sanayii potansiyeli sergilemektedir. İskenderun Körfezi bugün en büyük demir çelik işleme ve üretim yeri haline gelmiştir. Ancak yüksek sanayi istihdamına rağmen Hatay,2013 verilerine göre %12,2 ile Türkiye'deki 70 ilden daha yüksek bir işsizlik oranına sahiptir. Geleneksel küçük sanayi olarak dericilik, ayakkabıcılık ve mobilyacılık önemli bir potansiyele sahiptir. Ağırlıklı sanayiler orman ürünleri, dokuma, giyim, deri sanayii, metal eşya, makina teçhizat, ulaşım araçları ve ilmi ve mesleki ölçüm aletleri sanayileridir. İskenderun Organize Sanayi Bölgesi'nden sonra kurulan Payas ve Antakya Organize Sanayi bölgeleri konumluk yer bakımından iş adamlarına önemli yatırım alanı oluştururken sanayinin yıllar i
tibarıyla il ve ülke ekonomisindeki payı da artmaya devam etmektedir. Hatay ilinin toplamda %18.9'luk kısmı tarıma elverişlidir. Tarım arazisinin %63'ünde tarla tarımı yapılmakta, %13.8'inde sebze yetiştirilmekte, %9.4'ünde meyvecilik, %1.8'inde bağcılık, %11.8'inde zeytincilik yapılmaktadır. İlin önemli tarım ürünleri arasında buğday ve pamuk başta gelmektedir. Turunçgiller, meyve grubu içinde çok önemli bir yere sahip olup, ardından üzümsü meyveler gelmektedir. Turunçgillerin yanı sıra üzüm, Trabzon hurması, incir, erik ilin önemli meyvelerindendir. Örtü altı yetiştiriciliği (seracılık) da gittikte yaygınlaşmaktadır. Zeytin üretimi de başta Altınözü ilçesi olmak üzere oldukça yaygındır. Hatay il genelinde 1 liman, 1 demir ve çelik fabrikası, 8 organize sanayi bölgesi ve 3 küçük sanayi sitesi bulunmaktadır. İlin en önemli sanayi kuruluşu İsdemir fabrikasıdır. Yıllık üretim kapasitesi ile il ekonomisine ve ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır. Payas Organize Sanayi Bölgesi Hatay ilinin Antakya ve İskenderun Organize Sanayi Bölgelerinden sonra 3.büyük sanayi bölgesi konumundadır ve 30.000'ne yakın işçi çalışmaktadır. Türkiye'nin 3.büyük limanı olan İskenderun Limanı ise Hatay ilinin en önemli sanayi kuruluşlarından birisidir. Hatay il topraklarının %54,7'si tarım arazisidir. İl genelinde yetiştirilen başlıca tarım ürünleri arpa, buğday, tahıl, patates, soğan, domates, patlican, biber, pamuk, portakal, elma, limon üzüm, karpuz, yer fıştığı, muz ve zeytin en çok yetiştirilen tarım ürünleri arasındadır. İlde hayvancılık'ta gelişmiştir. İlçelere bağlı köy ve yaylarda besicilik yoluyla küçük baş ve büyük baş hayvancılık yapılmaktadır. Bazı bölgelerde tavukçuluk gelişmiştir. Ancak birçok mahallede tavukçuluk gelişmemiştir. Balıkçılık Hatay'ın kıyı kesimlerinde gelişmiştir. Kıyı ilçelerinde büyük çapta balıkçılık yapılmaktadır. Kuzeyden güneye, güneyden kuzeye giden ve doğudan gelen anayolların kavşak noktasında bulunan Antakya, tarihi boyunca kıtalar ve bölgeler arası ticarette önemli rol oynamış, yolcu ve hacı kervanları için bir konaklama yeri ve çeşitli bölgelerden gelen insanlar için bir kültür alışverişi merkezi olmuştur. İskenderun ise tarihi boyunca Mezopotamya'nın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun ithal ve ihraç limanı olarak hizmet vermiştir. Bu nedenle Antakya çeşitli bölgelerden gelmiş binlerce insanın konakladığı, başka bölge insanlarıyla hem mal, hem fikir alışverişinde bulunduğu, memleketlerine yeni bilgi ve fikirlerle döndükleri bir kültür merkezi görevi yapmış, Helenistik Dönem ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde dünyanın sayılı uygarlık merkezlerinden biri olarak ün yapmıştır. Osmanlı Devleti döneminde de bir ticaret ve kültür merkezi görevi yapan Antakya bu dönemini günümüze kadar gelişerek sürdürmüş, kuruluşu Antakya'dan eski olmasına rağmen kent olarak 20. yüzyıl başlarında önem kazanan İskenderun ise 1950'li yıllardan sonra hızlı bir gelişme göstererek Türkiye'nin sayılı ticaret, sanayi ve ihracat merkezlerinden biri haline gelmiştir. Tarihi boyunca çeşitli inançlara sahip pek çok millete ev sahipliği yapan Hatay bölgesinde çok sayıda şair, bilim adamı ve sanatçı yetişmiş, zaman içinde zengin bir kültür birikimi meydana gelmiştir. Bu birikimin izlerini, etkilerini bugün de tarihi yapılarda, müzelerde eser olarak, toplum yaşayışında sanat, basın-yayın etkinlikleri ya da adet, gelenek, görenekler halinde görmek mümkündür. Ayrıca tarihi boyunca çeşitli dinlerin, inançların bir arada yaşadığı Hatay bu özelliğini bugün de korumakta, İslam, Hıristiyanlık ve Musevi inançları iç içe yaşamakta, cami, kilise ve havra yan yana varlıklarını ve fonksiyonlarını sürdürmektedir. Toplumun sahip olduğu ortak kültür nedeniyle inanç farklılıkları Hatay'da hiçbir zaman problem olmamış, bu farklılıklar kültürel yapının bir zenginliği olarak kabul edilmiştir. Çukurova bozlaklarının etkilerini taşıyan Hatay türküleri genel olarak Gavurdağı yöresi özelliklerini yansıtır. Yörede söylenen uzun havalar ya Gavurdağı ve Barak ağzı uzun havaları ya da bunların etkilerini taşıyan özgün ezgilerdir. Yaygın olarak söylenen uzun havalar genel olarak Hüseyni makamı ile bu makama akraba makamlardır. Halk müziği yönünden Antakya türkülerinin diğer ilçelerden farklı bir yapısı vardır. Türk Sanat Müziği karakteri taşıyan ve bu müziğin makam sisteminden büyük ölçüde etkilenen Antakya türküleri özellikle kupleler arasındaki uzun, birkaç ölçü devam eden "aaah" ya da "amaan" gibi sözcüklerle dikkati çeker. (Örnek: Altın Tasta Gül Kuruttum) Antakya'da eskiden bahar aylarında halk doğaya açılır (sahraya çıkar), yeşillik, ağaçlık yerlerde salıncaklar kurarak eğlenir, türküler söylenirdi. Bu sırada salıncakların salınımına uygun olarak (2/4'lük 4/4'lük ritimde) söylenen türkülere "sallangaç türküleri" adı verilirdi. Ayrıca düğünlerde, kadınlar dışarıda oynamadıkları için kapalı yerlerde kendi aralarında eğlenir, oynarlardı. Bu eğlence sırasında darbuka veya bakır leğen çalarak çoğunluğu doğaçlama olan oyun türküleri söylerler, türkülerden sonra "ha ha" lar çekip bunun ardından zılgıt çekerlerdi. Başlıca Türkülerin Adları: Hatay'da oynanan oyunlar halay grubuna girer. Yörede davul, zurna, def, zil, argun ve dümbelek ile çalınıp oynanan bu oyunlarda daha çok karakter olarak aşk, sevinç, taklit ve ağıt (dertlenme) konuları işlenir. Hatay oyunları Adana, Gaziantep yöreleri ile benzerlik gösterir. Ayrıca yörede Çerkes oyunları (Çeçen, Aspura, Kafe, Rig gibi) da oynanmaktadır. Başlıca halk oyunları: Hatay'da geçmişte yaygın olan el sanatları teknolojik gelişmeler sonucunda terk edilmiş ya da unutulmuş, günümüzde çoğu sanatların uygulayıcıları kalmamıştır. Halen taş işçiliği, tarihi ve mitolojik konulu eserlerin ve heykellerin taklitlerinin üretimi, ipek dokumacılığı, ağaç oymacılığı, camcılık, sikkecilik, sap ve hasırdan tepsi ve tabak vb. malzeme üretimi ve defne yağı kullanılarak yapılan defne (gar) sabunu yapımı yaşayan başlıca el sanatlarındandır. Hatay ilinin en önemli turizm merkezleri Erzin, Dörtyol, Arsuz ve Samandağ ilçeleridir. Özellikle yaz turizmi ile dikkat çeken Arsuz ve Samandağ ilçeleri sahilleriyle, koylarıyla ve plajlarıyla her yıl yerli ve yabancı turistlerinin akınına uğramaktadırlar. Nüfusları her yıl gelen yerli ve yabancı turist sayısıyla 2 ila 3 kat artmaktadır. Bu bakımdan Arsuz ve Samandağ, Hatay ilinin en önemli turizm merkezleridir. Ayrıca doğa turizmi kapsamında Erzin ve Dörtyol ilçelerinde birçok kaplıca ve yayla bulunmaktadır. Altınözü ilçesinde, aynı adla anılan mahallenin yakınlarındadır. Eski çağlarda kullanılan ve Altınözü tarafından gelip Harbiye'den geçerek Antakya'ya giren Kuseyr yolu üzerindedir. Bu kalenin Antakya'nın güney bölgesini emniyet altına almak amacıyla Antakya Prensliği döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Antakya Latin Patriği'nin de ikamet ettiği yer olan kale 1268 yılında Baybars tarafından kuşatma sonucunda teslim alındı. Bir tepeyi içine alacak şekilde yapılan kalenin sadece büyük blok taşlarla inşa edilmiş olan yarım daire şeklindeki iki burcu ayakta olup, diğer kısımları harap ve belirsiz durumdadır. Aynı adla anılan mahallenin hemen üst tarafındadır. Mahallenin yolu Antakya - İskenderun yolunun 27. km'sinde, yoldan 4 km kadar batısında sarp bir tepe üzerinde yapılmıştır. Strabon'un bu kaleden bahsettiğine bakılırsa, tarihi çok eski olmalıdır. Kale önceleri Belen geçidinin girişini, Antakya kurulduktan sonra ise Selevkos başkentini koruma gayesine hizmet etti. Haçlılar döneminde de Antakya Prensliği'nin kuzeyde en önemli savunma noktasıydı. Birkaç defa el değiştirdikten sonra Tapınak Şövalyeleri'nin eline geçen kale 1268 yılında Baybars tarafından kuşatılarak zapt edildi. Birkaç katlı ve bir alay askeri barındıracak büyüklükte olan kale genel olarak harap olmaya yüz tutmuş olmakla birlikte, birçok mekanları sağlam durmaktadır. Günümüzde Bakras Kalesi Belen ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Payas ilçesinde, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi'nin batısındadır. Burada eskiden harap bir kale vardı. Sahilde inşa edilen Payas Limanı ile tersanesinin güvenliği için 1567 yılında kale ve hendeği tamamen sökülerek yeniden yapıldı, yapımı 1571 yılında tamamlandı. Son yüzyıl içinde hapishane olarak kullanıldı. Payas - Dörtyol arasında, Amanos Dağları eteklerinde 700 metre kadar yüksekte, sarp bir tepe üzerinde yapılmıştır. Halen harabe halindedir. Rabat Köyü'nden Gürlevik Yaylası'na giden yolun 12. km'sinden ayrılan bir patika ile ulaşılabilen kale 1290 yılında yapılmıştır. Kale kalıntıları, sık ağaçlar arasında kaybolmuş haldedir. Kale ile liman arasında, hemen aşağıdaki limanı korumak için 1577 yılında inşa edilmiştir. Eskiden "İskele kalesi" adıyla anılan bu yapı 360 derecelik görüş alanına sahip bir karakol kulesidir. Kırıkhan'ın kuzeyinde Alaybeyli Köyü'nün hemen önünde bir tepe üzerindedir. Bu kale Antakya Prensliği döneminde yörenin önemli kalelerinden biriydi. hem İskenderun Körfezi'nden gelen dağ yolunun doğu girişinin, hem de Belen Geçidi'nin kuzey girişinin güvenliğini sağlıyordu. 1268 yılında Baybars tarafından alındıktan sonra önemini yitiren kale uzun süre terk edilmiş halde kalmış, 19. yüzyıl sonlarında burada Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa tarafından İslam evliyası Bayezid-i Bistami adına bir cami ve ziyaret yeri yaptırılmıştır. Kalenin bazı bölümleri kısmen ayaktadır. Cami ve Bayezid-i Bistami'nin makamı her yıl binlerce ziyaretçi tarafından ziyaret edilir. İskenderun-Payas arasında eski anayol güzergahı üzerindedir. Helenistik dönemde veya Haçlılar döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Harap haldeki kalenin Yavuz Sultan Selim döneminde yeniden yapımına başlandı, ancak inşaat Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlanabildi. Kısmen ayakta olan kale halen askeri bölge içindedir. Amanos Dağları üzerinden aşarak İskenderun Körfezi ile Kırıkhan Ovası'nı birbirine bağlayan eski dağ yolu üzerinde, Değirmendere yakınında sarp bir tepe üzerindedir. Harap halde ve sadece birkaç duvarı ayakta olan kalenin Haçlılar dönemine ait olduğu ve yolun güvenliğini sağlamak amacıyla y
apıldığı sanılmaktadır. Kale Şuğlan, Çıvlan, Şıvlan gibi adlarla da anılmaktadır. Arsuz ilçesinin 30 km kadar güneyinde Kale köyünde Selçuklular zamanında yapıldığı tahmin edilen bir kale bulunmaktadır. Kale denize paralel olarak yüksekliği 10 metre olan bir tepe üzerinde inşa edilmiştir. Kalenin hangi tarihte yapıldığına dair bilgi yoktur. Ancak köyün adından da anlaşıldığı gibi eski zamanlarda bu köyde bir kalenin olduğu bilinmektedir. Kalenin adının ise Arsuz Kalesi olduğu tahmin edilmektedir. Kale denizden gelebilecek saldırılara karşı büyük bir beton duvarla üstü kapatılmıştır. Günümüzde kale yıkılmış ve yok olmuş durumdadır. Ancak kalenin kalıntılarını görmek mümkündür. Şu an Erdal Ata Hatay Valiliği görevini yürütmektedir. 2014 Türkiye yerel seçimleri sonucunda Lütfü Savaş Hatay Büyükşehir Belediye başkanlığı görevini yürütmektedir. 2015 genel seçimleri sonucu Hatay'ı temsilen TBMM'de AKP'den 5 milletvekili (Adem Yeşildal, Orhan Karasayar, Mehmet Öntürk, Fevzi Şanverdi, Hacı Bayram Türkoğlu), CHP'den 4 milletvekili (Hilmi Yarayıcı, Mevlüt Dudu, Serkan Topal, Birol Ertem) ve MHP'den ise 1 milletvekili (Mehmet Necmettin Ahrazoğlu) seçilmiştir. Hatay ilinde, Hatay Büyükşehir Belediyesi, Altınözü, Antakya, Arsuz, Belen, Defne, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Payas, Reyhanlı, Samandağ ve Yayladağı ilçe belediyeleri olmak üzere toplamda 15 belediye bulunmaktadır. Hatay ilinin güvenliği, Hatay il Emniyet Müdürlüğü ve Hatay İl Jandarma Komutanlığı birimleri tarafından sağlanmaktadır. İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı 15 İlçe Emniyet Müdürlüğü ve 2 Polis Merkezi Amirliği bulunmaktadır. İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı 15 İlçe Jandarma Komutanlığı ve bunlara bağlı 9 Jandarma Karakol Komutanlığı mevcuttur. 2007 yılının istatistiklerine göre ilde 16 anaokulu; 147 lise, meslek lisesi, Anadolu lisesi ve dengi okul; ve 635 ilköğretim okulu bulunmaktadır. İlköğretim okullarında 9.045 öğretmen 232.191 öğrenciye, liselerde ise 3.325 öğretmen 56.841 öğrenciye eğitim vermektedir. Bu verilere göre ilköğretim okullarında öğretmen başına ortalama 25.7 öğrenci, liselerde ise öğretmen başına ortalama 17.1 öğrenci düşmektedir. İlin yüksek öğretim merkezi 10 Kasım 1992'de faaliyete geçen Mustafa Kemal Üniversitesi'dir. Üniversite kurumları 13 fakülte (eğitim, fen edebiyat, güzel sanatlar, iletişim, ilahiyat, iktisadi ve idari bilimler, mühendislik, mimarlık, su ürünleri, tıp, diş hekimliği, veterinerlik, ziraat), üç enstitü (fen bilimleri, sağlık bilimleri, sosyal bilimler), dört yüksekokul (beden eğitimi , sağlık, fizik tedavi ve rehabilitasyon, bilişim teknolojisi), 11 meslek yüksekokulu ve 19 araştırma ve uygulama merkezinden oluşmaktadır. 2006-2007 öğretim yılı itibarıyla üniversitede 708 akademik personel, 575 idari personel ve 14.439 öğrenci bulunmaktadır. İlin ikinci üniversitesi olan İskenderun Teknik Üniversitesi kısa adıyla İSTE , Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 31.3.2015 tarihinde çıkardığı 6640 sayılı bir yasayla Hatay'ın İskenderun ilçesinde kurulmuş teknik üniversitedir. "İskenderun Teknik Üniversitesi"ni oluşturan fakültelerin çoğu Mustafa Kemal Üniversitesi'nden ayrılarak yeni üniversiteye bağlanmıştır. *Metropol ilçelerin merkeze uzaklıkları, kaymakamlık ile valilik arasındaki uzaklıktır. Kaynak: Hatay il merkezi, bağlı mahalle ve köylerinde elektrik, su, telefon ve kanalizasyon şebekesi mevcuttur. İlçelerde merkez ve bağlı mahallelerde su ve kanalizasyon şebekesi vardır. Bazı köylerde su şebekesi olmasıyla beraber birçok mahallede su ve kanalizasyon şebekesi yoktur. Ancak Hatsu'nun köylere su ve kanalizasyon şebekesi götürme çalışmaları devam etmektedir. 15 İlçe merkezi, bağlı mahalle ve köylerde elektrik ve telefon hattı bulunmaktadır. Fakat bazı köylerde telefon hattı mevcut değildir. Tedaş Hatay İl Müdürlüğü'ne bağlı 14 İlçe Tedaş İşletme Şefliği bulunmaktadır. Türk Telekom Hatay İl Müdürlüğü'ne bağlı ise 7 Telekom İlçe İşletme Şefliği ve Hatsu Genel Müdürlüğü'ne bağlı ise 13 Hatsu İlçe İşletme Şefliği mevcuttur. Hatay ilinde, 14 devlet hastanesi, 12 özel hastane ve 2 araştırma hastanesi olmak üzere toplamda 28 hastane bulunmaktadır. İlde; 1 halk sağlığı merkezi, 15 toplum sağlığı merkezi, 14 acil servis, 14 poliklinik servisi, 6 rehabilitasyon merkezi, 32 aile sağlığı merkezi, 44 sağlık ocağı ve 7 ambulans istasyonu ile 270 eczane bulunmaktadır. Hatay - Adana otobanı 191 km, Hatay - Osmaniye otoyolu 134 km, Hatay - Gaziantep otobanı 200 km, Hatay - Erzin otoyolu 121 km, Hatay - Dörtyol otoyolu 102 km, Hatay - İskenderun otoyolu 63 km ve Hatay - Arsuz otobanı 93 km'dir. Hatay ilinde 3 sınır ve gümrük kapısı bulunmaktadır. Bunlar Cilvegözü, Yayladağı ve Altınözü ilçesindeki Karbeyazı sınır kapılarıdır. Günümüzde Suriye iç savaşı nedeni ile sınır kapıları düzenli olarak çalışmamaktadır. Hatay’ın Büyükşehir Belediyesi Basketbol Kadın takımı, 2016-2017 sezonunda Euro Cup Women’de Avrupa 3.sü olmuştur. Ayrıca FB’yi finalde yenerek, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı almıştır. 2017-18 sezonunda da Euro Cup Women'de Avrupa 3.sü olmuştur. 2017-2018 Sezonu sonunda, Hatayspor 2. Ligden 1.lige yükselmiştir.. Basketbol kadınlarda Hatay Büyükşehir Belediyesi süper ligi 3.sırada tamamlamıştır. Ayrıca Futbol 3.liginde Payasspor ve Erzin Belediyespor ligde kalırken, Kırıkhanspor küme düşmüştür. kadınlar 3.liginde 4 takımı vardır. Voleybol erkekler 1.liginde Hatay BŞB ve Payas Bld.2011, kadınlar 2.liginde Antakya Bld.ve Defne Gençlik devam etmektedir. Ayrıca basketbol ve voleybol bölgesel liglerinde 6 takım yer almıştır. Ziraat Türkiye Kupası‘na Hatay’ın 3.ligindeki takımı Kırıkhanspor 2.turda aynı ilin 3.lig takımı Payasspor’a elenmiştir. Payasspor 3.turda Amed Sportif Faaliyetler’e elenmiştir. Diğer 3.lig takımı Erzinspor 2.turda Osmaniyespor’u elemiş, 3.turda Fatih karagümrük’e elenmiştir. 2.lig takımı Hatayspor ise 3.turda Ergene Meşespor’u elemiş, 4.turda G.M.Manisaspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri:5 Temmuz Stadyumu (12.390), Antakya Atatürk Stadyumu (8.765), Kırıkhan şehir Stadyumu (6.500), Antakya Spor Salonu (4.000), İskenderun Spor Salonu (2.000), Hatay Jimnastik Salonu (500), Antakya Olimpik Yüzme Havuzu (1.000). Isparta (il) Isparta, Türkiye'nin güneybatısında yer alan il. Akdeniz Bölgesi'nin kuzeyindeki Göller Bölgesi'nde bulunan Isparta; batıda Burdur, kuzeyde Afyonkarahisar, doğuda Konya, güneyde ise Antalya ile çevrilidir. 30°01' ve 31°33' doğu boylamları ile 37°18' ve 38°30' kuzey enlemleri arasında kalır. Büyük İskender kral olduktan sonra (MÖ 356 - MÖ 323), Anadolu'nun batısı Yunan egemenliği altına geçti. İskender öldükten sonraki 36 yıl dahi bölge Atina'ya bağımlı kaldı. Bu yıllarda Mora yarımadasında yaşamakta olan Ispartalılarla Atina Yunanları, Anadolu'nun batısına göç etmeye başladılar. Mora Yarımadası Ispartalılarından büyükçe bir topluluk geldi, bugün Isparta ilinin yer aldığı bölgeye yerleşti. Kente de kendi ülkelerinin adını yani Isparta adını verdiler. Isparta ili topraklarının yaklaşık %40'ı orman ve fundalıklarla kaplıdır. %20'si çayır ve mera, %16'sı ekili ve dikili araziler, %24'ü ise tarıma elverişli olmayan çıplak kaya, molozluklar ve göller bölgesi olması sebebiyle su yüzeylerinden oluşur. Ekime elverişli toprakların büyük kısmında gül yetiştiriciliği yapılmaktadır. Isparta İli Nüfusu: 427.324'dür. Bu nüfusun %77,3'ü şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 8.946 km²'dir. İlde km²'ye 48 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 313'dür.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,32 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 1.058 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 13 İlçe, 22 belediye, bu belediyelerde 217 mahalle ve ayrıca 203 köy vardır. Isparta ili nüfusu: 433.830'dur. Bu nüfusun % 78'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 8.946 km²'dir. İlde km²'ye 48 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 325’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,52 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 13 İlçe, 22 belediye, bu belediyelerde 217 mahalle ve ayrıca 203 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 4,06)- Yenişarbademli (-% 7,83). Ekonomi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. 2001 yılı itibarıyla ildeki iktisadi faaliyetlerin %25'i tarım, %24'ü çiftçilik ve hayvancılık, %17'si devlet hizmetleri, %16'sı ulaştırma-haberleşme, %14'ü ticaret, %13'ü sanayi, %12'si imalat sanayinden oluşmaktadır. Isparta'da ilk ve orta düzeyde özel ve devlete bağlı birçok eğitim kurumu hizmet vermektedir. Bunun yanı sıra Süleyman Demirel Üniversitesi de 1992 yılından bu yana hizmet vermektedir. Üniversite bünyesinde Hukuk Fakültesi, Tıp Fakültesi, Mimarlık-Mühendislik Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi gibi birçok bölüm bulunmaktadır. Kentte 77.252 Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencisi bulunmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu'nun Ocak 2016'da açıkladığı İllerde Yaşam Endeksi'nde yaşam kalitesinde birinci, eğitimde ikinci sırada yer aldı. 2017-2018 Sezonu sonunda, Isparta’nın futbol liglerindeki tek takımı Isparta Davraz Spor, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL)'da grubunu 2.sırada tamamlamıştır. Voleybol erkekler 1.liginde Eğirdir Elmaspor ligde kalmıştır.Kadın futbol 3.lig ve bölgesel lig takımlarından 4'ü devam etmektedir. Isparta Davraz Spor, Ziraat Türkiye Kupası birinci turunda Bucak Belediye Oğuzhanspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri:Atatürk Stadyumu (10.000), SDÜ Atatürk Kapalı Spor Salonu (2.000)ve Davraz Kayak Merkezi Mersin (anlam ayrımı) Mersin, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Kastamonu (il) Kastamonu, Türkiye'nin kuzey kesiminde, Karadeniz Bölgesi'nde yer alan ildir. İlin komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Sinop, Çorum, Çankırı, Karabük ve Bartın illeri oluşturmakta olup, ilin ayrıca kuzeyde Karadeniz'e kıyısı bulunmaktadır. İlin merkezi aynı isimli Kastamonu şehridir. Kastamonu ismine ilişkin bilimsel bir etimolojik çalışma bulunmamakla birlikte, kentin ismine dair birkaç farklı görüş ifade edilmektedir. Bu görüşler içerisinde en y
aygın kabul görüleni ise Bizans İmparatorluğu döneminde bölgede hüküm süren Komnenos hanedanlığına atfen gerçekleştirilen isimlendirme en kabul görenidir. Bu isimlendirme kökeninde ise "Komnenlerin Kalesi" anlamına gelen "Kastra-Komnen" ifade yatmaktadır. Hanedanlığın o döneme ait yazılı kayıtlarında Kastamonu ismi "Castamon" olarak yer almaktadır. Bunun haricinde kabul gören başka bir görüşe göre de Kastamonu kelimesi, Sümer dilinde kullanılan Sümerlerin bir kolu olan "Gas" halkının yaşadığı şehir (Tuman/Tumanna Sümer dilinde şehir demektir) anlamına gelen "Gastumanna" ("Gasların şehri") kelimesinden geldiği ifade edilmektedir. Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi'nin batı kesiminde yer alan Kastamonu ilinin doğusunda Sinop, batısında Bartın ve Karabük, güneyinde Çankırı ve güneydoğusunda Çorum illeri ile sınırı bulunmaktadır. İlin kuzey kısmının tamamı ise Karadeniz'e kıyı oluşturmakta olup, ilin sahil şeridi uzunluğu 170 km'dir. Kastamonu sahip olduğu bu sahil şeridi uzunluğu ile Karadenize en uzun kıyısı olan il konumundadır. 13.108 km² alan üzerinde yer alan Kastamonu, Türkiye topraklarının %1,7'sini oluşturmaktadır. İl merkezinin denizden yüksekliği 780 metredir. İlin ortalama olarak deniz seviyesinden yüksekliği 775 m'dir. İlin en yüksek noktasını ise 2.565 m ile Çatalılgaz Tepesi oluşturmaktadır. İl genelinde dağlar denize paralel olarak uzanmakta olup, Türkiye'nin Karadeniz'e doğru uzanan çıkıntısının büyük bir kısmını kapsamaktadır. İl genelinde iki çeşit iklim tipi hüküm sürmektedir. İlin kuzeyinde Türkiye'de Karadeniz iklimi görülürken, ilin güney kesimlerinde Karasal iklim görülmektedir. Kıyıya paralel olarak uzanan Küre Dağları, Karadeniz ikliminin iç kısımlarda görülmesini önlemektedir. Kastamonu'da yağışın aylara dağılımı genel olarak düzenlidir. Kış döneminde yağışlar yıllık yağışın %18'ini, yaz yağışları ise %27'sini oluşturmaktadır. Yağışların büyük bir bölümü ise bahar aylarında yağmaktadır. genelinde kıyıya yakın bölgelerde sık yağış rastlanmaktadır. İl genelinde en az yağış Aralık-Şubat döneminde gerçekleşirken, en çok yağışlar Nisan-Mayıs ayları arasında gerçekleşmektedir. Kastamonu merkezde yıllık sıcaklık ortalaması 9,8 °C düzeyindedir. Bu ortalama ile Kastamonu kendisine komşu diğer illere göre daha düşük bir sıcaklık ortalamasına sahip olup, bunun nedeni morfolojik yapıdır. Kastamonu'da diğer komşu illere göre tek iklim tipi yerine iki iklim tipi de etkili olmaktadır. Kastamonu genelinde 1950 ile 2015 yılları arasında ortalama sıcaklık ve yağış miktarları şu şekildedir: İl genelinde sıcaklığın 42.2 °C ile en yüksek düzeyde ölçüldüğü tarih 30 Temmuz 2000 tarihi olup, Kastamonu'da -23.7 °C ile en düşük sıcaklığın ölçüldüğü tarih ise 15 Ocak 1950 olmuştur. Bir günde Kastamonu'ya düşen en yüksek yağış miktarı 3 Mayıs 1953 tarihinde gerçekleşmiş olup, söz konusu tarihte 104.7 kg/m² yağış düşmüştür. Kastamonu ilinin yüz ölçümünün %74,6'sı dağlık ve ormanlık, %21,6'sı plato ve %3,8'i ovalardan oluşmaktadır. Bu dağılım göz önünde bulundurulduğunda ilin genel olarak tarıma elverişli geniş alanları bulunmamaktadır. Vadilerin etrafında yer alan küçük ovalar bu tür işlemlerin gerçekleştirildiği önemli alanlar olarak işlem görmektedir. İl genelinde oldukça zengin bitki örtüsü gözlemlenebilmektedir. Devrekani ilçesi dolaylarında orman örtüsüne pek rastlanmamakla birlikte, burada da belirli aralıklarla da olsa ağaç, çalı ve orman kalıntıları görülebilmektedir. Eğilimin daha yumuşak olduğu bu kesimlerde kestane rengi toprakların geniş alanlarda hüküm sürdüğü gözlemlenebilmektedir. Kıyıdan iç kesimlere ilerlendiğinde ve yükselti arttığında kayın ve köknar ağaçları yaygın bir şekilde görülebilmektedir. Podzolik toprakların yayım alanı olan bölgelerde, alt örtü durumunda bulunan eğreltiotu önemli bir yer tutmaktadır. İlin kuzey kesimlerinde Karadeniz'e kıyısı bulunan Cide ve İnebolu kesimleri arasında daha çok çam, köknar ve kayın türleri arasında yer alan ıhlamur, kestane, karaağaç, gürgen, mersin, kavak, dişbudak ve ahlat türleri yoğun bir şekilde gözlemlenebilmektedir. İl genelinde bozayı, kızıl geyik, kurt, vaşak, tilki, tavşan, karaca, sansar ve yaban domuzu gibi türlerin yaşam alanları mevcuttur. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) hazırlamış olduğu 2016 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre Kastamonu genelinde 376.945 nüfus tespit edilmiştir. Bu veriler ışığında nüfusun 184.585 kişisi erkek, 188.048 kişisi de kadın olarak tespit edilmiştir. Bir önceki yıla oranla %1,16 düzeyinde artan ilin nüfusu, 2015 verilerine göre toplamda 4.312 kişi artmıştır. İl genelinde nüfus yoğunluğun 29 km² olduğu Kastamonu'da, 2016 verilerine göre nüfusun %32,56'sı 0-24 yaş arası genç nüfustur. 0-14 yaş: %16.85 (erkek 32,435/kadın 31,070) 15-24 yaş: %15.71 (erkek 31,555/kadın 27,659) 25-54 yaş: %38.02 (erkek 72,651/kadın 70,670) 55-64 yaş: %12.92 (erkek 23,885/kadın 24,812) 65 yaş ve üzeri: %16.50 (erkek 27,513/kadın 34,695) Kastamonu ili nüfusu: 372.373'dür. Bu nüfusun % 62,79'u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 13.064 km²'dir. İlde km²'ye 29 kişi düşmektedir. (Bu sayı Abana'da 142’dir.) İlde yıllık nüfus % 1,21 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 20 İlçe, 20 belediye, bu belediyelerde 162 mahalle ve ayrıca 1.065 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Hanönü (% 1,45)- İhsangazi (-% 6,09). Kastamonu'nun 1965 yılından günümüze kadar ortaya çıkan nüfus bilgileri şu şekildedir: Kastamonu ili genel itibarıyla göç veren bir il konumunda olsa da, özellikle son yıllarda aldığı göç ile nüfusta artış yaşamıştır. En son 2016'da gerçekleştirilen nüfus sayım sonuçlarında Kastamonu ili 18.898 göç vermesine rağmen, ile göç eden 20.577 kişi ile ‰4,46 (Binde 4,46) bir göç alış artış hızı yakalamıştır. Kastamonu nüfusuna kayıtlı olan ancak diğer illerde yaşayan Kastamonu nüfusu yüksek düzeyde bulunmaktadır. Bu iller içerisinde İstanbul, en çok Kastamonu nüfusuna kayıtlı kişinin yaşadığı il konumundadır. 2016 ADNKS verilerine göre İstanbul'da, Kastamonu il genelinde yaşayandan fazla Kastamonulu yaşamaktadır. Söz konusu yılda gerçekleştirilen sayım sonuçlarına göre 557.166 kişi İstanbul'da ikamet etmektedir. Bunun haricinde il nüfusuna kayıtlı olup başka illerde ikamet eden ayrıca 179.382 kişi daha yaşamaktadır. Bu veriler ışığında Kastamonu ili de dahil Türkiye genelinde Kastamonu nüfusuna kayıtlı 1.113.493 kişi yaşamaktadır. Kastamonu'nun arkeolojik bazı kazı ve yüzey araştırmaları sonucunda Eski Taş Çağı döneminden günümüze kadar kesintisiz bir kronolojiye sahip olduğu gözlemlenmektedir. Bu bölge üzerinde pek araştırma olmaması nedeniyle Kastamonu üzerine bilgiler de özellikle erken tarih için yetersiz bir durumdadır. Bu bölgede gerçekleştirilen belirli sayıdaki araştırmalarda da ilin Eski Taş Çağı dönemi ile birlikte Cilalı Taş Devri, Bakır Çağı ve Erken Tunç Çağı dönemlerine kadar kesintisiz bir yerleşimin gerçekleştiğini göstermektedir. Son dönemlerde ilin Cide ve Şenpazar ilçelerinde yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarında bölgenin Orta Taş Çağı döneminde de yerleşim gördüğü elde edilen bulgularla belirlenmiştir. Kastamonu’nun bilinen geçmişi, Hitit İmparatorluğu ile başlar. Hititlerden sonra Frigya ve Lidya Krallıklarının egemen olduğu bu topraklar MÖ 4. yüzyılda Perslerin eline geçmiştir. MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender Anadolu ile birlikte Kastamonu topraklarını da Makedonya’ya katmıştır. İskender’den sonra yöreyi ele geçiren Pontus Krallığı MÖ 1. yüzyılda Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Uzun yıllar Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Kastamonu MS 395 yılında İmparatorluğun bölünmesiyle bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğu'na katılmıştır. Bugün Kastamonu ve çevresindeki illeri de içine alan ve Romalılar devrinde adına Paflagonya (Pophlagonia) denilen bölgede yer almaktadır. Romalılar devrinde Taşköprü’nün (Pophlagonia) eyalet merkezi olduğu zamanlar Kastamonu küçük bir kasaba olup, Bizans devrinde ve özellikle imparatorluk hanedanlarından olan Komnenler soyunun memleketi olan şehrin iktidarları döneminde gelişmeye başlamıştır. Bu hanedan zamanında buraya bir kale yapılmış ve Komnenler'in kalesi anlamında “Kastra Komneni” denilmiştir. Bu kelimenin Türkmenlerin bölgeye yerleşmesiyle zamanla (“Kastamoni”, "Kastamonu") bugünkü şekline dönüşmüştür. Moğol istilası önünde Türkistan ve İran’dan kaçan Türklerin, ikinci büyük göç dalgasından da en fazla etkilenen şehirlerin başında Kastamonu gelmiş ve İç Anadolu’da Moğollara karşı tutunamayan birçok Türk boyu Ilgaz Dağları'nın kuzeyine yani Kastamonu’ya sığınmıştır. Yirmi dört Oğuz boyunun neredeyse tamamı Kastamonu çevresinde yurt tuttuğu gibi, Alpı, Alpağut, Dânişmendli, Kıpçak, Karluk, Çiğil, Yağma gibi Türk boyları da Kastamonu’ya yerleşmişlerdir. Kastamonu’da hâlen birçoğu yaşatılan Kayı, Bayat, Çavundur, Kınık, Îğdir, Afşar, Kıyık, Büğdüz, Bayındır, Çepni, Karaevli gibi yer adları Oğuz iskânının mahiyetini çok iyi ifade etmektedir. 1260’lı yıllarda İbn Sa'd bu kente ""Türkmenlerin Başkenti"" adını vermiştir. Yine onun kaydına göre, bu tarihlerde Kastamonu bölgesinde 100 bin çadır halkı yığılmıştır. Kastamonu’nun ilk defa Türklerin eline geçmesi Danişmentliler zamanında Danişmend Ahmed Gazi'nin oğlu Gümüştekin Gazi devrinde “1105 yılında” gerçekleşmiştir. 100 yıla yakın bir zaman Danişment idaresinde kalan şehir ve çevresi 15 yıl süre ile tekrar Bizanslılara geçmiş, 1213'de Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın emriyle Selçuklu kumandanı Hüsamettin Çobanbey tarafından zaptedilmiştir. Moğollar tarafından bölgenin ikinci kez zaptına memur edilen Şemsettin Yaman Candar kumandasındaki ordu 1292 yılında Kastamonu’ya giderek Muzafferettin Yavlak Arslan birliğini bozguna uğratmış kendisi de öldürülmüştür. Muzafferettin Yavlak Arslanın oğlu Mahmutbey, babasının intikamını almak için mücadeleye girmiş ve Şemsettin Yaman Candar’ı buradan batıya sürmeyi başarmıştır. Şemsettin Yaman Candar’ın ölümünden sonra Süleyman Paşa tarafından 1309 y
ılında Kastamonu yeniden zaptedilmiş, toprakları genişletilerek “Candaroğulları Beyliği”ni kurmuş ve Çobanlar hakimiyetine son vermiştir. Osmanlı devletinin kuruluş sürecinde Bizans'a karşı düzenlenen seferlerde Kastamonu'daki yerleşik Türkler, Osmanlı Beyliğine yoğun bir destek vermişlerdir. 1333’lerde Kastamonu’ya uğrayan ünlü gezgin İbn Batuta, ""Kastamonu (Anadolu'daki) şehirlerin en büyük ve en güzellerindendir… Hiçbir ülkede fiyatları bu şehirden daha ucuz bir yer görmedim."" şeklindeki açıklamalarıyla şehrin büyüklüğüne ve hayat şartlarının elverişliliğine ışık tutmuştur. İsfendiyarbeyden sonra “İsfendiyaroğulları” adını da alan Kastamonu beyliği 1460 yılında Osmanlı İdaresine girinceye kadar önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuş, birçok ilim adamı yetiştirmiş, Osmanlılar zamanında da bu özelliğini devam ettirmiştir. Kastamonu, Fatih Sultan Mehmet’in 1460 yılında Sinop’la birlikte bu şehri alarak Candaroğulları Beyliğini ortadan kaldırmasından sonra Osmanlı Devletine katılmıştır. Osmanlı döneminde Kastamonu, uzun süre Bolu Eyaletine bağlı kalmış ve Bolu Sancağı hükmüyle yönetilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Eyalet merkezi haline getirilmiştir. Kastamonu Ulusal (Milli) Mücadele sırasında lojistik destek açısından en güvenilir bölge olması nedeniyle büyük yarar sağlamıştır. Özellikle İstiklal Yolu adı verilen yol ile İnebolu'dan başlayarak Kastamonu üzerinden Ankara'ya yiyecek, giyecek, para, cephane ve silah gönderimi yapılmıştır. Ve Kurtuluş Savaşı'nda cepheye en çok asker gönderen ildir. Türk egemenliğine geçtikten sonra hiç düşman istilasına uğramamış olan Kastamonu, Çanakkale ve İstiklâl savaşında en fazla şehit veren illerimizden biridir. İl, Çanakkale Savaşında 2.527 şehit verdi. Meşhur "Çanakkale Türküsü", Kastamonu'lu Aşık Yorgansız Hakkı'ya aittir. Kastamonu ili kendi içerisinde 20 ilçeye ayrılmıştır. Söz konusu ilçelere bağlı olan 1.058 adet köy mevcuttur. Kastamonu köy sayısı bakımından Türkiye’de en fazla köye sahip ikinci il konumundadır. İl genelinde ise toplamda 3.532 adet yerleşim alanı mevcuttur. İl genelinde en büyük mülki amir validir. İl genelinde kanun, tüzük, yönetmelik ve hükumet kararlarının ilanı ve uygulanmasını sağlamakla yetkili olan valiler, bakanlıklardan gelen talimat ve emirleri de yürütmekle görevlidir. 21 Mayıs 2014 tarihinden bu yana valilik görevini yürüten Şehmus Günaydın, 31 Mayıs 2016'da yayımlanan yeni vali kararnamesi ile birlikte Isparta valiliğine atanmıştır. Bu süreçte o güne kadar Derince Kaymakamı olarak görev yapan Mesut Yıldırım'da aynı kararname ile birlikte Kastamonu Valisi olarak atanmıştır. 2017 başında emeklilik kararı alan Yıldırım 20 Ocak 2017 tarihi itibarıyla emekli olarak valilik makamından ayrılmıştır. Bu gelişmenin ardından Gaziosmanpaşa kaymakamı Yaşar Karadeniz 2 Mart 2017 tarihinde vali vekili olarak Kastamonu'ya atanmıştır. Kastamonu ili 1920 yılında bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilmektedir. TBMM'de üç milletvekilliği ile temsil edilen Kastamonu ilinde tek seçim bölgesi bulunmaktadır. Türkiye genelinde çok partili siyasi sistemde 1946 ile 2015 yılları arasında gerçekleştirilen on dokuz farklı seçimde ili temsilen on beş farklı siyasi partiden 111 milletvekili mecliste bulunmuştur. 1946 yılında gerçekleştirilen ilk çok partili seçimlerde on bir milletvekili ile mecliste temsil edilen Kastamonu, ilerleyen yıllarda il genelinde yaşanan göçün de etkisi ile mecliste temsil gücünde kayıplar yaşamıştır. İl 2011 genel seçimlerinden başlamak üzere güncel olarak üç milletvekili ile temsil edilmektedir. Türkiye genelinde son olarak Kasım 2015'te gerçekleştirilen genel seçimlerde il genelinde oyların %59.9'unu elde eden Adalet ve Kalkınma Partisi mümkün olan üç milletvekilliğin tamamını elde ederek adayları 26. dönem TBMM üyesi olarak meclise göndermiştir. 1 Kasım 2015 Pazar günü yapılan seçimlerin ardından seçilen 26.Dönem Kastamonu milletvekilleri şu şekildedir: İl genelinde mevcut olan yirmi ilçede de son olarak 2014 yılında gerçekleştirilen yerel seçimlerde, merkez ilçe de dahil yirmi ilçenin on dört tanesini Adalet ve Kalkınma Partisi, dört tanesini Milliyetçi Hareket Partisi, bir tanesini Cumhuriyet Halk Partisi ve bir tanesini bağımsız adaylar kazanmıştır. Tarihçesi binlerce yıl öncesine dayanan önemli uygarlıklar merkezi olan ve kültür şehri olarak gelişen Kastamonu zengin tarihi ile arkeolojik bakımdan zengin illerimizden biridir. Kastamonu, Anadolu Türk-İslâm kültürü'nün önemli merkezlerinden biridir.Bu kültür, yörenin Türkler tarafından fethinden sonra Beylikler-Selçuklu-Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde inşa edilen ve bir kısmı günümüze kadar gelen mimarî eserler ve yer isimleri yanında halkın günlük yaşantısında etkili örf-adet ve geleneklerde de kendini göstermektedir. İlin görülmeye değer başlıca tarihî-kültürel eserleri arasında camiler,külliyeler, medreseler, türbeler ve kale bulunmaktadır. Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi ilin en büyük ve en önemli dini turizm merkezidir. Hisarardı semtinde yer alan külliye; Camii, Türbe, Asa Suyu,Şadırvan, Kütüphane ve Ahşap Konaklardan meydana gelmektedir. Külliyede M. 1575-1900 yılları arasında yapılanmalar ile genişlemiştir. Buna ek olarak Karanlık Evliya Türbesi, Aşıklı Sultan Türbesi, Atabey Gazi Türbesi, Hepkebirler Türbesi, Müfessir Alaaddin Türbesi, Hatun Sultan Türbesi, Şeyh Mehmet Efendi (Sacayaklı Sultan) Türbesi, Yılanlı Külliyesi, Nasrullah Külliyesi ve içerisinde yer alan Münire Medresesi (Bayraklı Medrese), Benli Sultan Külleyisi diğer başlıca turizm noktaları arasında yerini almaktadır. Taşköprü ilçesinde Pompeipolis (Zımbıllı) harabeleri ve hâlen kullanılan-ilçeye ismini veren tarihî "taşköprü", Kastamonu Endüstri Meslek Lisesi yanında Ev-Kaya mezarı, İsmailbey Şehinşah kaya mezarları, Arslantaş mezar odası, Tekkeşin ve Ömerli köyleri arasında Kalenderağa kaya mezarları, Emirler köyünde Berat kaya mezarları, Kayalı köyünde İnönü mağaraları, Kavak köyünde Arı kayası, Baltacıkuyucağında Molla Ahmet kayası, Pınarbaşında Ilgarini Mağaraları arkeolojik alanlardan bir kaçıdır. Kastamonu Arkeolojik ve Etnoğrafya Müzesi Batı Karadeniz bölgesinin Millî Sanat ve kültür kalıntılarının toplandığı bir müzedir. Müze binası Mimar Kemalettin tarafından 1909 yılında planı çizilmiş ve 1910 yılında İttihak ve Terakki Kulübü olarak inşa edilmiştir. İstiklal Savaşı yıllarında Kastamonu Gençlik Teşkilatı, sonra İstiklal Mahkemesi olarak kullanılmıştır. Daha sonra Halk Fırkası ve Türk Ocağı burada faaliyetini sürdürmüştür Mustafa Kemal Atatürk’ün 23 Ağustos 1925’te Kastamonu’yu ziyaretinde Şapka ve Kıyafet İnkılabı bu binada ilan edilmiştir. Atatürk’ün şapka devrimini Kastamonu’da gerçekleştirme kararını ve bunun sebebini kendi sözleriyle şöyle özetliyor: “Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar; ya üniformayla veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, Türkiye beni öyle görür, yadırgamazlar. Üstelik, bu vilayetin hemen hepsi, asker ocağından geçmişlerdir, itaatlidirler, munistirler. Bunun için şapkayı orada giyeceğim.” der. Bina 1940 yılında Eski Eserler Deposu olarak kullanılmıştır. 1952 yılında da Müze Müdürlüğü haline getirilmiştir. Müzede Jeolojik fosil kalıntıları ile Prehistorik çağlardan zamanımıza kadar gelen çeşitli medeniyetlerin kültür kalıntıları ve etnoğrafik eserler teşhir edilmektedir. Batı Anadolu ağzı kullanılmaktadır. Kastamonu il genelinde birçok ilk ve orta dereceli okul bulunmaktadır. İlde Millî Eğitim Müdürlüğü ile merkez ilçe hariç her ilçede İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü bulunmaktadır. İl Millî Eğitim Müdürlüğü aynı zamanda merkez ilçe Millî Eğitim hizmetlerini de yürütmektedir. 2015 verilerine göre il genelinde Millî Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı 403 ilköğretim okulu ile lise bulunmaktadır. Bu eğitim kurumlarından 5 tanesi Abana'da, 6 tanesi Ağlı'da, 22 tanesi Araç'ta, 8 tanesi Azdavay'da, 6 tanesi Bozkurt'ta, 22 tanesi Cide'de, 7 tanesi Çatalzeytin'de, 12 tanesi Daday'da, 10 tanesi Devrekani'de, 43 tanesi Doğanyurt'ta, 3 tanesi Hanönü'nde, 8 tanesi İhsangazi'de, 46 tanesi İnebolu'da, 13 tanesi Küre'de, 5 tanesi Pınarbaşı'nda, 8 tanesi Seydiler'de, 13 tanesi Şenpazar'da, 43 tanesi Taşköprü'de, 32 tanesi Tosya'da ve 91 tanesi de Kastamonu merkez ilçede yer almaktadır. Kastamonu'daki Türkiye'nin ilk resmi lisesi ve Anadolu'da açılan ilk lise olan Abdurrahman Paşa Lisesi, 2 Mayıs 1885'te Osmanlı İmparatorluğu döneminde açılmış bir eğitim kurumudur. Abdurrahma Paşa Lisesi I. Dünya Savaşı yıllarında lise bölümünde sınıfların birçoğunu açamadığı için 1916-1917 ile 1917-1917 ders yıllarında mezun verememiştir. Kastamonu'da bulunan Kastamonu Üniversitesi sahip olduğu on üç fakülte, iki enstitü, üç yüksek okul ve on bir meslek yüksek okulu ile ilin en önemli üniversitesi konumundadır. 01 Mart 2006 tarih ve 5467 sayılı kanun ile kurulan Kastamonu Üniversitesi, 2006 yılına kadar Gazi Üniversitesi'nin diğer illerde bulunan okul ve kampüslerinin bir bölümünü oluşturmaktaydı. 2015 verilerine göre ilde öğrenim gören üniversite öğrenci sayısı 20.450, öğretim elemanı sayısı da 704'tür. Kastamonu ekonomisi geniş ölçüde tarıma dayalı bir konumdadır. İl genelinde sanayi son yıllarda gelişim göstermekte olup, ilde birkaç yerde Organize Sanayi Bölgeleri bulunmaktadır. Türkiye'nin orman bakımından en zengin alanlarından biri konumunda olan Kastamonu'da, ormancılık gelişmiş bir durumdadır. Kastamonu il genelinde arazilerin %59'unun ormanlık ve fundalık olması, kışların uzun ve sert geçmesi, arazi yapısının engebeli olması, birinci sınıf tarım arazisinin olması, sulama imkanlarının yetersizliği bitkisel üretimde çeşitliliği azaltmaktadır. Tarım arazilerinin darlığı tarla bitkileri üretimini kısıtlamakta, ilkbahar geç don olayları meyveciliğin ekonomik olmasını zorlaştırmaktadır. İl genelinde en çok buğday, arpa, mısır, pirinç, nohut, şekerpancarı, patates ve sarımsak ekimi gözlemlenmektedir. Meyve olarak da üzüm, elma ve erik
, kiraz, armut çoğunluğu oluştururken, bunun haricinde son dönemlerde ceviz elde ediminde artış yaşanmaktadır. Kastamonu açısından sarımsak önemli bir ürün olup, Türkiye üretiminin yaklaşık dörtte biri bu ilde gerçekleştirilmektedir. İl geneli topraklarında bulunan selenyum minerali nedeniyle Kastamonu sarımsağının tat ve kalitesi diğer bölgede yetişen sarımsaklara göre daha iyi sonuç verebilmektedir. İlin Taşköprü ilçesinde üretilen sarımsağın coğrafi işaret tescil belgesi bulunmaktadır. Kastamonu geçmişten bu yana kadar varlığını bozulmadan sürdüren doğal alanların varlığı ve organik tarım için elverişli tarım arazileri ile organik tarım açısından yüksek potansiyele sahiptir. Bu nedenle sarımsak, pirinç, üryani eriği, siyez bulguru gibi yerel marka ürünlerinin organik tarıma kazandırılarak daha fazla katma değer amaçlanmaktadır. Tarımsal faaliyetlerin yanı sıra hayvancılıkta toplum arasında yaygın bir konumdadır. Özellikle büyükbaş hayvan yetiştiriciliği önemli bir faaliyet konusudur. Yetiştiriciliği gerçekleştirilen sığır, manda gibi büyükbaş hayvanların sütünden, etinden ve derisinden faydalanılmaktadır. Günümüzde güncel olarak artık pek kullanılmasa da eski yıllara büyükbaş hayvanlar tarımsal faaliyetlerin icrasında sıklıkla kullanılmaktaydı. Bunun yanı sıra keçi, koyun gibi küçükbaş hayvan yetiştiriciliği de gerçekleştirilmektedir. Bunların haricinde kümes hayvanı yetiştiriciliği ile arıcılıkta yaygın olarak görülebilmektedir. İl genelinde 2013 verilerine göre 315.069 büyükbaş, 132.059 küçükbaş, 290.000 kanatlı hayvan ile 56.922 arı kovanı bulunmaktadır. Kastamonu sanayisi son dönemlerde gelişim göstermekte olup, bu gelişim ile beraber yatırımcılara önemli imkanlar sunmaktadır. Sanayi yapısı içinde tarım ve orman ürünlerine ilişkin sektörler ön plana çıkmaktadır. İl genelinde küçük ve orta ölçekli firmaların birbirleriyle ve tamamlayıcı bir şekilde üretim yapmalarını sağlamak adına üç adet organize sanayi bölgesi mevcuttur. Bunlar ilin merkezinde diğer ikisi de Tosya ve Seydiler ilçelerinde yer almaktadır. İlin ticari hayatının en yoğun yaşandığı ilçeler Merkez, Tosya, Taşköprü ve İnebolu ilçeleridir. İl genelinde 2013 yılı verilerine göre $110 milyon düzeyinde ihracat gerçekleştirilmiş olup, ihracat ürünlerinde en yüsek payı demir dışı metal cevheri oluşturmuştur. Bunun dışında atık ve hurdalar, plastik ürünler, giyim eşyası, kum, kil, tahta plaka (kontrplak, yonga, levha, sunta), maden, taş ocağı ve inşaat makinaları da ihracatı gerçekleştirilen ürünler arasında yer almaktadır. Aynı yılın verilerine göre Kastamonu genelinde $29 milyon düzeyinde ithalat gerçekleştirilmiştir. İthal edilen ürünler arasında kaldırma ve taşıma tezgâhları çoğunluğu oluştururken, bunun haricinde elektrik motoru, jeneratör, suni ve sentetik elyaf, iplik ve dokunmuş tekstil, sentetik kauçuk ve plastik malzemeleri gibi ürünler bulunmaktadır. İl belli yeraltı madenlerine de sahip olmaktadır. Kastamonu il genelinde bakır madeni olmak üzere civa, kuvarsit, kromit, feldspat, boksit ve mermer madenleri rezervleri bulunmaktadır. Bunların haricinde demir, manganez, taşkömürü, linyit ve grafit madenlerinin muhtemel rezervleri tahmin edilmektedir. İlin özellikle Küre ilçesi içerisinde yoğun miktarda bulunan bakır madenleri ilin en önemli gelir kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Kastamonu'da futbol, basketbol, hentbol, voleybol gibi çeşitli spor dallarında birçok takım ili üst liglerde temsil etmiş ya da günümüzde de etmektedir. İl genelinde en sevilen spor dalı futboldur. 2015-2016 Sezonu Hentbol Challenge Cup'da Kastamonu Belediyesi GSK kadın takımı, Avrupa 2.si olmuştur. Kastamonu Belediye GSK, 2016-17 Hentbol Kadınlar Süper Kupa şampiyonu oldu. Kastamonuspor ilin futbol takımıdır. 1967 yılında kurulmuş ve 1967-1969 yılları arasında 2. ligde mücadele etmiştir. 1969'da 3. lige düşen kulüp, 1969-1977 yılları arasında 3. ligde mücadele etmiş ve 1977'de Amatör Lige düşmüştür. 1984-85 sezonunda yeniden 3. lige alınan kulüp, o tarihten sonra uzun yıllar 3. ligde mücadele etmiştir. 2012-2013 sezonunda ise Bölgesel Amatör Lige 2013-2014 sezonunda ise Kastamonu 1. Amatör Küme'ye düşmüştür. 2014-2015 sezonu öncesinde yeniden yapılanmaya giden takım, Bölgesel Amatör Lig ekiplerinden Tosya Belediyespor ile güç birliğine giderek Kastamonuspor 1966 ismi ile yoluna devam etmiştir. Söz konusu sezon BAL'da şampiyon olan takım, tekrar 3. Lig'e yükselme başarısını göstermiştir. 2015-2016 sezonunda mücadele verdiği 3. Lig'de de şampiyon olan takım 1969 yılında veda ettiği 2. Lig'e şampiyon olarak yeniden yükselme başarısı göstermiştir. Kulüp 2016-2017 sezonunda 2.Lig'de mücadele edecektir. İlin 2015-2016 sezonunda bu yana BAL temsilcisi olarak Kastamonu İl Özel İdare Köy Hizmetlerispor bu ligde mücadele etmektedir. 2017-2018 Sezonunda, Kastamonuspor 1966, 2. Ligde sezonu 11.sırada tamamlamıştır. Türkiye Kadınlar Basketbol 1. Ligi'nde mücadele eden Ferko Ilgaz M.R. Kastamonu BSK, 2017-18 sezonu sonunda 2.lige düşmüştür. İlin voleybol branşında en başarılı ekiplerinden biri olan Bozkurt Belediyespor, Bozkurt ilçesini Türkiye Erkekler Voleybol 1. Ligi'nde temsil etmiş, üç sezon boyunca mücadele verdiği ligde 2009-2010 sezonunda son iki sırada yer alarak küme düşmüştür. Bir sonraki sezonda yer alması gereken Türkiye Erkekler Voleybol 2. Ligi'ne de katılmayan Bozkurt Belediyespor liglerden çekilmiştir. Kastamonu'nun hentbolda en üst ulusal ligde yer alan takımı Kastamonu Belediyespor'dur. Kastamonu Belediyespor Türkiye Bayanlar Hentbol Süper Ligi'nde mücadele etmektedir. Kulüp tarihinin en başarılı dönemini 2015-2016 sezonunda mücadele ettiği Avrupa kupalarında finale kalarak elde etmiştir. Hentbol Kadınlar Challenge Kupası'nda finale yükselen Kastamonu ekibi, 30 Nisan 2016 tarihinde İstanbul'da Haldun Alagaş Spor Salonu'nda oynanan ilk mücadelede İspanya temsilcisi Rocasa Gran Canaria ACE takımına 29-25 yenilmiş, 7 Mayıs 2016'da oynanan rövanş mücadelesinde de rakibine bu sefer deplasmanda 33-29 yenilerek kupada ikinci olmuştur. Bunun haricinde hem erkeklerde hem de kadınlarda alt liglerde de hentbol takımları bulunan Kastamonu'da, hentbol mücadeleleri Kastamonu Atatürk Spor Salonu'nda gerçekleştirilmektedir. Kastamonu Belediyespor haricinde ilin alt liglerde de temsilcileri bulunmaktadır. Türkiye Bayanlar Hentbol 1.Ligi'nde mücadele eden Kastamonu Artsam Koleji SK 2015-2016 sezonunda Play-Off mücadeleleri sonucunda grubu ikinci tamamlayarak 2016-2017 sezonundan itibaren Süper Lig'e katılmış, o sezon küme düşmüştür. Kastamonu Artsam Koleji SK'nın 2017-18 sezonu sonunda tekrar Süper Lig'e yükselmesi ile birlikte Kastamonu ili ligde iki takım ile temsil edilecektir. Bu takımların haricinde Türkiye Bayanlar Hentbol 2. Ligi'nde de Kastamonu Gençlik SK ili temsil etmektedir. 2017-2018 sezonunda Kastamonu Belediyesi GSK, Hentbol Avrupa Şampiyonlar Ligi ön elemeyi kaybederek, EHF Cup da 3.olmuştur..turdan devam etmiş ve 3.tura geçmiştir. Önemli spor tesisleri: Kastamonu Gazi Stadyumu (4.033), Atatürk Spor Salonu (1.064), Ilgaz Kayak Merkezidir. Kastamonu iline, İstanbul'dan karayolu ile ulaşım E-80 ve D-100 karayolları Gerede üzerinden ve devamında D-030 karayolu ile de Karabük ve Araç üzeriden ulaşım sağlanabilmektedir. İl, İstanbul'a 500 km, başkent Ankara'ya ise 240 km mesafededir. İlin Karadeniz'e 170 km'lik bir sahil şeridi mevcut olup, bu sahil şeridi boyunca ilin altı ilçesi yer almaktadır. İnebolu'da küçük tonajlı gemilerin yük alıp boşaltabilecekleri bir liman bulunmaktadır. Bunun haricinde Cide, Abana ve Çatalzeytin ilçelerinde de küçük limanlar mevcuttur. İl sınırları içerisinde yapımı 1959gyılındaerçekleştirilen Kastamonu Havalimanı yolcu yetersizliği sebebiyle kısa süre sonra kapatılmış, 1990 yılında da dönemin siyasi gelişmeleri doğrultusunda ""her ile bir havalimanı"" sloganı ile bakımı yapıldıktan sonra 1994 yılı itibarıyla tekrar hizmete açılmıştır. Ancak ikinci açılışında da buraya gerçekleştirilen birkaç deneme uçuşu haricinde alan kullanılmayarak tekrar atıl konuma düşmüştür. 2011 yılın içerisinde T.C. Ulaştırma Bakanlığı ile Kastamonu Valiliği arasında yapılan mutabakat sonucunda tekrar bakıma alınan alan, 2013 yılında tekrar hizmete açılarak, Kastamonu ile İstanbul arasında direkt uçuşlara başlanmıştır. Bunun haricinde Kastamonu ile diğer iller arasında da aktarmalı şekilde bağlantı sağlanmıştır. İl merkezine uzaklığı 10 km olan havalimanına günümüzde Türk Hava Yolları ve Pegasus Hava Yolları tarifeli seferler düzenlemektedir. Kırklareli (il) Kırklareli, Türkiye'nin Marmara Bölgesi'nin Trakya yakasında, doğuda Karadeniz, güneyde Tekirdağ, batıda Edirne ve kuzeyde Bulgaristan'nın Burgaz ili ile çevrili il. Kırklareli'nin bilinen ilk sakinleri tüm Trakya bölgesinde olduğu gibi Traklardır. MÖ 6. yüzyılda Yunanistan'a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kuran İran soylu kavim Perslerin eline geçen bölge, MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender önderliğindeki Makedonlar, MÖ 2. yüzyılda ise Romalıların hakimiyetine girer. Roma İmparatorluğu'nun 4. yüzyılda ikiye bölünmesiyle Doğu Roma İmparatorluğu'nun payına düşen Kırklareli, bu dönemde birçok Bulgar ve Peçenek istilası görmüştür. Şehrin Bizans dönemindeki adı "kırk kilise" anlamında "Saranta Ekklesies"'tir. 13. yüzyılda kısa bir Haçlı işgalinin ardından 1368 senesinde, Balkanlarda yayılan Türklerin egemenliğine girmiştir. Osmanlılar şehrin adını "Kırk Kilise" şeklinde Türkçeleştirmişlerdir, bu Bizans dönemindeki adının birebir tercümesidir. Bir görüşe göre Kırk Kilise ile kastedilen kırk adet kilise değil, "kırk azizler kilisesi" olsa gerektir (III. yüzyılın sonunda Sivas'ta din uğruna şehit olan kırk azizler efsanesi Anadolu Hristiyanlığının en popüler konularından biridir). Osmanlı döneminde Edirne Vilayeti'ne bağlı bir sancak merkezi olan Kırklareli, 93 Harbi'nde (1878) Rus, Balkan Harbi'nde (1912) Bulgar ve de I. Dünya Savaşı'ndan sonra (1920-1922) Yunan işgali yaşamış, Türk Kurtuluş Savaşı'nın Türkler açısından zaferle sonuçlanmasıyla birlikte 10 Kasım 1922'de Türk
topraklarına katılmıştır. 1924 yılında Kırkkilise milletvekili Dr. Fuad Bey (Umay) Meclis'teki müzakerelerden birinde, şehrin adının halk dilinde ve resmi olmayan kullanımlarda Kırklareli veya Kırklarili şeklinde geçtiğini belirterek şehrin adının "Kırklareli" olarak değiştirilmesine yönelik bir teklifte bulunmuştur; isim değişikliği teklifi 20 Aralık 1924'te TBMM'de kabul edilmiş ve ilgili kanun 14 Ocak 1925'te Resmî Gazate'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. "Kırkkilise" olan adında kilise sözcüğü geçtiği için değiştirilmiştir. Kuzeye doğru çıkıldıkça giderek sarplaşan ve Türkiye Trakyası'nın en yüksek noktasını teşkil eden 1031 m rakımlı Mahya Dağ'nin de bulunduğu Yıldız Dağları'na varılan ilin genelinde kara iklimi hüküm sürer. İlin en önemli akarsuyu Ergene, Kırklareli'nin güneyinde tarıma elverişli, dolayısıyla birçok yerleşim biriminin bulunduğu bir plato yaratmıştır. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 21 belediye, bu belediyelerde 107 mahalle ve ayrıca 179 köy vardır. İlçeleri; Babaeski, Demirköy, Kırklareli, Kofçaz, Lüleburgaz, Pehlivanköy, Pınarhisar, Vize. Kırklareli İli Nüfusu: 351.684'dür. Bu nüfusun %81,0'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 6.459 km²'dir. İlde km²'ye 54 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 60'dır. Lüleburgaz’da 143) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,36 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 231 m.'dir. Kırklareli ili nüfusu: 356.050'dir. Bu nüfusun % 81,46'sı şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 6.459 km²'dir. İlde km²'ye 54 kişi düşmektedir. (Bu sayı Lüleburgaz'da 143’dür.) İlde yıllık nüfus artışı % 1,24 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 21 belediye, bu belediyelerde 107 mahalle ve ayrıca 179 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 1,42)- Kofçaz (-% 5,07). İlin güneyinde tekstil ve gıda alanında yaklaşık 20.000 işçiyi istihdam eden sanayi üretim ağır basarken, kuzeyinde başat olarak buğday ve ayçiçeği ekimiyle tarım başlıca geçim kaynağı olma özelliğini sürdürmektedir. Türkiye'nin en büyük cam fabrikalarından Trakya Cam Sanayi ve Kırklareli Cam ile, Türkiye'deki ilk şeker fabrikası olan halen faal durumdaki Alpullu şeker. 2017-2018 Sezonu sonunda, Kırklareli’nin 2. Ligdeki takımı SBS İnşaat Kırklareli Spor grubunu 10. tamamlamıştır. Ayrıca BAL’da Lüleburgaz Spor takımı küme düşmüştür. Voleybol bölgesel liglerinde 3 takımı vardır. Ziraat Türkiye Kupası 3. turunda SBS İnşaat Kırklareli Spor Niğde Belediyespor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Atatürk Stadı (3.750) ve Merkez Atlatizm Pisti (3.000)' dir. Kırklarelinde Halk oyunları ekipleri yörenin çeşitli folklor oyunlarını oynarlar. Bu oyunlardan birkaçı şunlardır: Kırklareli Kırklareli, eski ismi Kırk Kilise (Yunanca: Σαράντα Εκκλησιές "Saranta Eklesies"; Bulgarca: Лозенград "Lozengrad"), Kırklareli ilinin merkezi olan şehirdir. Kırklareli tarih boyunca konumu itibarıyla birçok antik yerleşim merkezine sahip bir ildir. Buzul çağı sonlarında uzunca bir süre sular altında kaldığı anlaşılan Kırklareli ve civarında insana dair ilk maddî belgeler neolitik dönem özelliklerini vermektedir. Daha sonra bilinen ilk yerleşik kabilelerden ismini alan Trakya, Kırklareli de dahil olmak üzere Roma dönemi ortalarına kadar kısmen veya tamamen bağımsızlıklarını küçük birer krallık veya prenslik olarak devam ettirebilmişlerdir. Bir geçiş bölgesi olması nedeniyle Roma ve Bizans dönemlerinde pek çok istilalara uğrayan Kırklareli ilk defa I. Murat zamanında 1363 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Bu tarihten itibaren uzunca bir barış süreci yaşayan Kırklareli Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sıralarında Bulgar ve Yunan işgaline maruz kalarak büyük eziyet ve sıkıntılar yaşadıktan sonra 10 Kasım 1922’de nihai özgürlüğüne kavuşmuştur.Kırklarelinin halkı ise genellikle Bulgaristan ve Yunanistan, ayrıca Boşnak, Arnavut gibi diğer Avrupa muhacırlarından oluşmaktadır. Paleolitik Çağ : MÖ 1 Milyon - MÖ 12.000 İnsanların Trakya'ya ilk olarak yaklaşık 1.000.000 yıl önce geldiği düşünülmektedir. Günümüzden 14.000 yıl öncesine kadar süregeldiği kabul edilen ve kültür tarihinin en uzun dönemi olan bu süreç "Eski Taş Çağı" ya da "Avcılık ve Toplayıcılık Dönemi" olarak adlandırılmaktadır. Bu dönem boyunca av ve yenebilir bitki, yemiş toplayıcılığına dayalı bir beslenme düzeni ve göçebe bir yaşam biçimi hakim olmuş, kalıcı barınaklar yapılmamıştır. Oldukça uzun olan bu süreç içerisinde, dünya iklimi ile birlikte Trakya'nın ikliminde de önemli değişiklikler olmuş, birbiri ardına kuru soğuklardan yağışlı sıcağa kadar değişen iklim dönemleri, on binlerce yıl bölgeye hakim olmuştur. Bu dönemde, insanların el becerilerinde önemli gelişmeler olmuş, aletlerin büyük bölümü çakmak taşından ya da ağaç ve kemiklerden yapılmıştır. Bu döneme ait, Trakya'da bilinen en eski ve önemli buluntular, İstanbul yakınlarındaki Yarımburgaz Mağarası, Eskice Sırtı ile Ağaçlı Kumluğu'ndan gelmektedir. Yapılan arkeolojik kazılardan, Balkanlar ve Yakın Doğu'nun en uzun ve süreli tabakalaşmasının burada olduğu saptanmıştır. Yarımburgaz Mağarası'nda, Marmara Bölgesi'nin doğal çevre değişimini çok açık bir şekilde sergileyen jeolojik katmanlar ile birlikte, yaklaşık 600.000 yıl öncesine ait kültür katları da çok iyi korunmuş olarak bulunmuştur. Neolitik Çağ : MÖ 5800 - MÖ 4800 Dünya ikliminin günümüz koşullarına yakın bir duruma gelmesi ile birlikte, yaklaşık 8000 yıl önce Trakya'nın doğal çevre ortamı ve bitki örtüsü de bugünküne benzer özellikler kazanmış, insanlar değişen çevre koşullarına, gelişen teknolojileri ile uyum sağlamışlardır. Bu değişim, Anadolu'da 10 - 12 bin yıl kadar önce başlamıştır. İnsanlar ilk kez buğday, arpa, mercimek gibi tahılları tarıma alıp koyun, keçi, sığır ve domuz gibi hayvanları evcilleştirerek çiftçiliğe başlamış; ahşap, kerpiç ve taştan ilk kalıcı konutları yapmışlardır. Ancak bu gelişmelerin, çok zengin doğal çevre olanaklarına sahip olan Trakya'da Anadolu'dan daha sonra, yaklaşık olarak günümüzden 7000 yıl önce başladığı görülmektedir. Dönemin başlarından itibaren beslenmede su ürünleri, avcılık ve yaban yemiş toplayıcılığı da çiftçiliğin yanında devam etmiştir. Bölgede bilinen en eski çiftçi yerleşmeleri Enez yakınlarındaki Hoca Çeşme ile İstanbul yakınlarındaki Fikirtepe'dir. Hoca Çeşme'de yapılan arkeolojik kazılar, MÖ 6200 yıllarında tarihlenen ve tümü ile Orta Anadolu özellikleri gösteren, tarım ve hayvancılık yapan bir topluluğun ilk olarak burada yerleştiğini, daha sonra bunların yerel koşullara uyum sağlayarak, Bulgaristan'da bilinen kültürleri oluşturduğunu ortaya koymuştur. Hoca Çeşme'nin en eski katmanları, Balkanlarda şimdiye dek bilinen en eski neolitik kültürü oluşturmaktadır. Trakya'nın Neolitik Dönem kültürlerini en iyi yansıtan merkezlerden biri de Kırklareli'ye 3 kilometre uzaklıktaki Aşağıpınar tarih öncesi yerleşim alanıdır. Burada şimdiye kadar rastlanan en eski kültür katı MÖ 5800 yıllarına tarihlenmektedir. Anadolu Kronolojisi'ne göre "Son Neolitik", Balkan Kronolojisi'nde ise "Orta Neolitik Çağ"'a, Karanavo II döneminde tarihlenen bu ilk yerleşim Demir Çağı'na dek süregelecek olan Trakya kültürünün de temellerinin atıldığı bir süreci temsil etmektedir. Bu dönem yapıtları, kalın ahşap direklerden oluşan bir çatı sistemine sahiptir. Yine bu direklerin arası dallarla örülmekte ve kalın bir kerpiç toprağı ile sıvanmış duvarlar yapılmaktaydı. Çok odalı olan yapıların içlerinde, ayrıca dallar ile örülmüş bölme duvarları, kil sekiler, ocak, fırın ve ambar gibi işlevsel alanlar da bulunmaktaydı. Bunların yanı sıra bazı yapıların içine kült amaçlı (dinî) olduğu düşünülen küçük bir bölüm, dokuma tezgâhına ayrılmış bir alan ile çok sayıda tahıl taneleri bulunmuştur. Yanarak kömürleştiği için günümüze kadar gelebilen tahıl tanelerinin incelenmesinden, MÖ 5800 yıllarında Aşağıpınar insanlarının iki tür buğday, arpa, burçak ve mercimek ekip biçtikleri, büyük bir olasılıkla da yağı için badem depoladıkları anlaşılmaktadır. Beslenmede ayrıca domuz, koyun, keçi ve sığırın yanı sıra geyik, karaca ve yaban sığırı avının da önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Şiddetli bir yangın ile tahrip olduğu anlaşılan Aşağıpınar'ın ilk tabakası her bakımdan Balkan Neolitik Kültürlerinin özelliklerini taşımaktadır. Ancak bu en alt tabaka, Anadolu kökenli çiftçi-köylülerin aradan geçen 300-400 yıl içinde Trakya'nın yerel koşullarına uyum gösterdiğini ortaya koymuştur. Artık bu topluluklar evlerini kerpiç ya da taş yerine meşe ağaçları, saz ve kamış kullanarak yapmaya başlamış, köylerde evler bitişik olarak değil, bağımsız birimler durumuna getirilmiştir. Yine bir değişiklik de evcil hayvanların arasında koyun ve keçinin yerini, Trakya ortamına daha yugun olan sığırın almş olmasıdır. Kalkolitik Çağ: MÖ 4800 - MÖ 3200 Anadolu'da genel olarak tarım ve hayvancılığa dayalı yaşam biçiminin giderek geliştiği, daha kompleks toplumsal düzenin oluşmaya başladığı ve uzmanlk alanlarının belirlendiği, köy topluluklarının kentleşme ürecine girdiği bu zaman dilimi, "Trakya tarih öncesi kültürleri"nin de en gelişmiş ve görkemli dönemidir. Bu dönemin ilk başlarında, Orta Balkanlar'dan Anadolu içlerine kadar yayılan, parlak yüzeyli, siyah renkli çanak-çömleği ve ilginç insan biçimli heykelcikleri ile belirginleşen büyük kültür bölgesi, zaman içinde daha çok yeni özelliklerin hakim olduğu küçük gruplara bölünmektedir. Tunç Çağı: MÖ 3200 - MÖ 1200 Anadolu ve Yakın Doğu'da MÖ 3. bin yıl, kentleşme hareketinin başladığı, yavaş yavaş şehir devletlerinin oluştuğu bir süreci temsil etmektedir. Batı Anadolu'da en iyi Truva ile tanınan bu kent kültürleri, artık yavaş yavaş çömlekçi çarkını kullanmakta, yeni oluşan yönetici snıf, toplmuun diğer kesimlernden ayrı olarak, sur ile çevrili, küçük de olsa bir iç şehirde oturmaktadır. Ekonomiyi denetleyen bir ruhanî sınıfın da ortaya çıktığı, anıtsal tapınak yapıları ile belirginleşmektedir. Demir Çağı: MÖ 13. - MÖ 6. yüzyıl Tunç Çağı gelişim süreci içinde, geniş boyutlu iliş
kilerin kurulduğu, büyük göçlerin yaşandığı ve ticaretin ortaya konduğu bir devir olarak dikkat çekmektedir. Yakın Doğu'nun büyük bölümünde olduğu gibi, Anadolu ve Ege'de de Tunça Çağı, bütün bu bölgeleri yakıp yıkan bir göç dalgasının etkisiyle sona ermiştir. Anadolu'da Hitit, Ege'de Miken uygarlıklarına son veren ve yaklaşık 300 yıl süren bir "karanlık çağ"ı başlatan bu göç dalgasının, Anadolu'yu etkileyen bir bölümünün Kırklareli-Trakya üzerinden geldiği sanılmaktadır. MÖ 513-512 tarihinde, [Persler]'in [İskit Seferi]'ni mütekip Kırklareli topraklarına girdiği ve uzun bir süre [tarih kayıtlarına göre otuzdört yıl] burada kaldığı kesin olmakla birlikte, Trakya'da satraplık oluşturduğu yönünde bilgi de bulunmaktadır. Bu satraplığın merkezi, bugün Kırklareli'nin bir ilçesi olan Vize'dir. Odrisler'in oluşturduğu yeni yapılanmayla birlikte, Trakya ve Kırklareli'de [Bu cümlenin düzeltilmesini yazarına bırakalım. Ancak, çok anlamsız ve yuvarlak bir cümledir! Ayrıca, o tarihte Kırklareli'nin yerinde herhalde henüz ormanlar vardır!] yaşam biçimi ve kültürel yaşamda da değişiklikler olmuştur. Eski teokratik oluşumun yerine, soylu savaşçıların odağını oluşturduğu bir sistem geçmiştir. Bu durum soyluluk belirtisi olan bir atlı kavramı çevresinde odaklanarak, sanatta da kendini göstermiştir. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Kırkkilise sancağının bir kazası olan Kırkkilise, Rus işgaline kadar kaymakamlıkla yönetilirken, R: 1295 ; M: 1879/80 başında mutasarrıflık merkezi olmuş ve Lüleburgaz, Babaeski, Midye, Ahtapolu, Vize ve Tırnova kazaları buraya bağlanmıştır. Kasabanın dört tarafı 120.000 dönümden fazla üzüm bağları ile çevrilmiştir. Kasabada 4.326.000, köylerinde 663.000, Pınarhisar ve Üsküp’te 2.130.000, toplamda 7.119.000 kiye şarap elde edilirdi. Hükumet konağı, adliye, jandarma, posta ve telgraf daireleri,hapishane, 3 kışla, 1 topçu kışlası, asker hastanesi ve redif deposu vardı. Kasabada 8 cami vardır. Bunların en büyüğü "Büyük Cami", diğerleri, "Karakaş Cami, Bayezid Cami, Kapan Cami, Hacı Zekeriya Cami, Pehlivan" "Ağa Cami, Küçük Cami" ve "Kışla Cam"i’dir. Kırkkilise’de biri 60, diğeri 20 beygir gücünde 2 un fabrikası vardır. Çalışan 45 işçi yılda 109.000 çuval yani 8.300.000 kiye un üretirdi. Bene ve Büyükdere köylrinde de su ile çalışan 26 beygir gücünde 2 un fabrikası vardı. Kırkkilise kasabasında şayak, fanila, çul, çuval üretmeye yarayan 45 ve Mandıra köyünde 3 tane halı tezgahı vardı. Bunlarda 191 işçi yılda 4150 zira şayak, ve fanila ile 6360 adet çul, çuval ve halı üretirdi. Kırklareli, Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara Bölgesi'nin Trakya kesiminde yer almaktadır. Dünyadaki konumu itibarıyla, 41 derece, 13 dakika, 34 saniye ve 42 derece, 05 dakika, 03 saniye kuzey enlemleri ile 26 derece, 54 dakika, 14 saniye ve 28 derece, 06 dakika, 15 saniye doğu boylamları arasında bir yerdedir. Kuzeyinde Bulgaristan; doğusunda Karadeniz; güneydoğusu ve güneyinde Tekirdağ (Saray, Çorlu, Muratlı ve Hayrabolu); batısında ise Edirne, güneyi ve güney batısında (Uzunköprü, Havsa ve Lalapaşa ilçeleri) bulunmaktadır. Toprakları, kuzeyden Bulgaristan sınırını oluşturan Revze Deresi Vadisi, doğudan Karadeniz, güneyde Ergene Irmağı ana vadisi ve batıdan ise Ergene Irmağı'na karışan Teke Deresi'nin su bölüm çizgisi olan sırtlarla kuşatılmıştır. Yüz ölçümü 6650 km² olup, il merkezinin denizden yüksekliği 203 metredir. Başlıca akarsuları Ergene Nehri ve Rezve Deresi'dir. Bitki örtüsü olarak ormanlık ve step özelliği göstermektedir. İlde sanayi daha çok D-100 karayolu etrafında ve özellikle Lüleburgaz’da yoğunlaşmıştır. Kırklareli’nde sanayi artan bir hızla gelişmektedir. 1987-2001 döneminde yüzde 6,7 ile sanayi, ilin en hızlı büyüyen sektörü olmuştur. Kırklareli’nin İstanbul ve Avrupa’ya yakın olması bunun temel nedenlerindendir. Kırklareli’de toplam 224 sanayi tesisi bulunmaktadır. Bunların yüzde 87’si Merkez, Babaeski ve Lüleburgaz ilçelerinde geri kalan yüzde 13’ü diğer ilçelerde yer almaktadır. Merkezde 64, Babaeski’de 38, Demirköy’de 2, Kofçaz’da 1, Lüleburgaz’da 94, Pehlivanköy’de 2, Pınarhisar’da 9, Vize’de 14 sanayi tesisi mevcuttur. Kırklareli ilinde, "gıda ürünleri ve içecek imalatı", "tekstil ürünleri imalatı", "kimyasal madde imalatı" ile "metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı" sektörleri öne çıkmaktadır. Gıda ürünleri ve içecek imalatı sektöründe, unlu mamuller ve öğütülmüş tahıl ürünlerini içeren imalatlar dışında, “süthane işletmeciliği ve peynir imalatı”, “çiftlik hayvanları için hazır yem imalatı”, rafine sıvı ve katı yağların imalatı” ile “kakao, çikolata ve şekerleme imalatı”; tekstil ürünleri imalatı sektöründe, “giyim eşyası dışında hazır tekstil ürünleri imalatı” ile “dokumanın aprelenmesi”; kimyasal madde ve ürünleri imalatı sektöründe, “farmasötik preparat imalatı”, “boya, vernik benzeri kaplayıcı maddeler ile matbaa mürekkebi ve macun imalatı” alt sektörleri önde gelmektedir. Metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatında, cam imalatı önemli bir yer tutmaktadır. Gıda, içki ve tütün imalatı yapan 92; tekstil, giyim ve deri imalatı yapan 58; orman ürünleri ve mobilya üretimi yapan 15; kâğıt, kâğıt ürünleri ve basım imalatı yapan 2; kimya, petrol, kömür, kauçuk ve plastik ürün imalatı yapan 13; taş ve toprağa dayalı 19; metal eşya, makine ve teçhizat imalatı yapan 17; diğer imalat yapan 8 tesis bulunmaktadır. Bu tesislerde 19 bin dolayında kişi çalışmaktadır. 500’ün üzerinde çalışanı olan 8 tesisi bulunmaktadır. Bu 8 tesiste toplam çalışanların yüzde 37’si istihdam edilmektedir. 1000 ve daha fazla kişi çalışan 2, 500-999 kişi çalışan 6, 250-499 kişi çalışan 14, 100-249 kişi çalışan 27, 50-99 kişi çalışan 16, 10-49 kişi çalışan 74, 10’dan az kişi çalışan 54 tesis bulunmaktadır. Türkiye'nin önemli sanayi tesislerinin bir bölümü Kırklareli’nde yer almaktadır. Cam, gıda, tekstil, ilaç alanında önemli tesisler bulunmaktadır. Bunların arasında Türkiye'nin ilk şeker fabrikası Alpullu Şeker Fabrikası, Danone, Saray Gıda, ACT Tekstil, Akın Tekstil, Edip İplik, Konteks Mensucat, Tüp Merserize, Zorlu Linen, Gossard Tekstil, Eczacıbaşı İlaç, Kırklareli Cam, Trakya Cam, Trakya Otocam, Trakya Çimento, Trakya Döküm, 2002 TEKSTİL, BURGAZ RAKI, AKMAYA AŞ ve Anadolu Efes Pilsen ilk akla gelenlerdir. Bu tesislerin hem ülke hem de il ekonomisine büyük katkıları olmaktadır. Üretilen mamüllerin önemli bir kısmı ihraç edilmektedir. İlin yüz ölçümü 655.000 hektar olup, arazi varlığının yüzde 41’i kültür arazisi, yüzde 37’si orman, yüzde 11’i çayır-mera geriye kalan yüzde 11’i ise kültür dışı arazidir. 268.311 hektar tarım arazisinin yüzde 17’sinde sulu tarım, geriye kalan yüzde 83’ünde de kuru tarım yapılmaktadır. Türkiye genelinde olduğu gibi Kırklareli'ne de çiftçi aile sayısına göre arazi dağılımı dengeli değildir. Bu bakımdan tarımla uğraşan aile sayısı fazla olduğundan ilde daha çok küçük işletmeler bulunmaktadır. Tarımsal işletmelerin yapısına baktığımızda, işletmelerin toprak büyüklüğü bakımından 50-200 dekar arasında yoğunlaştığı, çoğunluğunun hem hayvancılık, hem de bitkisel üretimi birlikte yaptıkları görülmektedir. Tarım yapılan arazinin 45.229 hektarlık yani yüzde 17’lik bölümünde de sulama yapılabilmektedir. Bu alanın 33.230 hektarı yani yüzde 73’ü devlet, 11.999 hektarı yani yüzde 27’si çiftçi imkânları ile sulanmaktadır. İlin tarımsal yapısıı içinde hububat, ayçiçeği, şeker pancarı, mısır, yemeklik tane baklagiller, bağ önemli rol oynamaktadır. Tarım ürünlerinde, ağırlıklı bitkisel ürünlerimiz buğday ve ayçiçeğidir. 2005 yılında 140.300 hektar buğday ekilmiş olup toplam 597.250 ton ürün elde edilmiştir. Böylece dekar başına ürün miktarı 425 kg olmaktadır. Bitkisel üretim içinde ikinci ağırlıklı ürünümüz ayçiçeğidir. 2005 yılında 66.500 hektar alana ayçiçeği ekilmiş olup, toplam 146.190 ton ürün elde edilmiştir. Böylece dekar başına ürün miktarı 220 kg olmaktadır. Kırklareli’nin, Türkiye ayçiçeği ekimindeki ve üretimindeki payı yıllara göre pek fazla değişmemekte ve takriben yüzde 12 civarında olmaktadır. Hububat ve ayçiçeğinden sonra ağırlıklı ürünlerimiz sırasıyla şeker pancarı, mısır ve patatestir. Sulanabilir sahalar içerisinde ikinci ürün ekilişi yıllara göre bir artış göstermektedir. İkinci ürün olarak hububat hasadı sonrası silajlık mısır, kuru fasulye ve hasıla biçilen ayçiçeği ile güzlük ekilişlerde macar fiğ sonrası ayçiçeği ve mısır ekilişleri yapılmaktadır. İlde bağ bahçe tarımı işlenebilir arazinin yüzde 2’sinde yapılmaktadır. Bu sahanın yüzde 84’ünde sebzecilik, yüzde 12’sinde bağcılık ve yüzde 8’inde meyvecilik yapılmaktadır. İl düzeyinde 95.795 adet büyük baş, 228.013 adet küçük baş ve 359.312 adet kümes hayvanı mevcuttur. Hayvancılık nispeten fenni usullerle yapılmaktadır. Büyük baş hayvan mevcudunun yüzde 97’sini kültür ırkı ve melezleri, yüzde 3’ünü ise yerli ırk teşkil etmektedir. Hakim ırk Holstein’dir. İl bazında 19.342 adet hayvancılık işletmesi mevcut olup, işletmeler daha çok küçük aile işletmeciliği şeklindedir. Hayvansal ürün olarak yılda 2.620 ton et, 202.418 ton süt ve 30 milyon adet yumurta üretilmektedir. İlde İğneada, Kıyıköy, Beğendik ve Limanköy Karadeniz sahilinde yer alan yerleşim yerleridir. Buralarda 1.139 ruhsatlı balıkçı tarafından 232 adet kayıtlı tekne ile balıkçılık yapılmaktadır. Bunun dışında baraj ve göletler ile alabalık tesislerinde de balıkçılık faaliyetleri sürdürülmektedir. İlde su ürünleri yönünden önem arzeden Hamam, Mert ve Pedina gölleri olmak üzere üç adet tabii göl, Kırklareli, Armağan ve Kayalı barajları olmak üzere üç adet baraj ile 34 adet gölet mevcut olup, buralar balıklandırılmıştır. Kültür balıkçılığı kapsamında faaliyette bulunan 5 tesis bulunmaktadır. 1965 yılına kadar Kırklareli yoğunluğu ülke ortalamasının üzerinde olmuştur. Bunun nedeni ilin mübadele ve muhaceret yoluyla Balkan ülkelerinden aldığı göçtür. 1940-1945 yılları arasında II. Dünya Savaşı nedeniyle Kırklareli’nin nüfusu azalmış, 1950-1955 arasında ise yeniden yurt dışından gelen göçmen ai
leler ile nüfus artmaya başlamıştır. 1960’a kadar yüksek olan nüfus yoğunluğu bu yıldan itibaren il dışına göçün başlamasıyla beraber 1965'ten sonra azalmaya başlamıştır. Kırklareli fethedildikten sonraki uzun yıllar, Vize sancağına "liva" bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiş, sonra kendisi de sancak yapılmıştır. Sultan Mecit zamanında ilçe haline getirilmiş ve bu durum 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbine kadar devam etmiştir. Rusların tahliyesinden sonra Kırklareli mutasarrıflık olmuştur. İdari bağımlılık olarak önceleri merkezi Manastır olan Rumeli Eyaletine bağlı iken sonra Silistre Eyaletine bağlanmış, daha sonra da Edirne Vilayetinin bir livası haline getirilmiştir. Kırklareli 1924 yılında il olmuştur. Bugün, Kırklareli’nin Babaeski, Demirköy, Kofçaz, Lüleburgaz, Pehlivanköy, Pınarhisar ve Vize olmak üzere yedi ilçesi, 26 belediyesi ve 178 köyü bulunmaktadır. Kırklareli’nde okuma yazma oranı 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre yüzde 93’tür. 1970’de 71, 1975’de 75, 1980’de 80, 1985’de 86, 1990’da 88 olan okuma yazma oranı 2000 yılında yüzde 93’e çıkmıştır. 2000 sonuçlarını ilçelere göre değerlendirdiğimizde okuma yazma oranının ilçe merkezleri için Merkez’de 94, Babaeski’de 94, Demirköy’de 92, Kofçaz’da 96, Lüleburgaz’da 95, Pehlivanköy’de 94, Pınarhisar’da 94, Vize’de 92, bucak ve köylarde yüzde 91 olduğu görülmektedir. İlde 2005-2006 öğrenim yılında toplam 299 okulda, 60.986 öğrenci eğitim görmekte ve 2.394 öğretmen görev yapmaktadır. Okul öncesi eğitimde, üç bağımsız anaokulu, iki kız meslek lisesi bünyesinde uygulama anasınıfı bulunmaktadır. 99‘u da ilköğretim okulu bünyesinde anasınıfı olmak üzere toplam 104 okul öncesi eğitim kurumunda 111 öğretmen görev yapmakta ve 3.140 öğrenci eğitim görmektedir. Okul öncesinde okullaşma oranı yüzde 26'dır. İlde 151 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Öğrenci sayılarının yetersiz olması nedeniyle 105 köyümüzün okulu kapalıdır. Bu okullarımızın öğrencileri taşımalı eğitim uygulamasından yararlanmaktadır. İlköğretimde ikili öğretim yapan okulumuz bulunmamaktadır. İlköğretimde 1.401 öğretmen görev yapmaktadır. İlköğretim okulu öğrenci sayısı 37.139’dur. Bir dersliğe 21, bir öğretmene 26 öğrenci düşmektedir. İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 96'dır. İlde 19’u genel lise, 18’i mesleki ve teknik lise olmak üzere toplam 37 lise bulunmaktadır. Orta öğretim kurumlarında 801 öğretmen görev yapmaktadır.Orta öğretimde eğitim ve öğretime devam eden öğrenci sayısı 15.169’dur. Bir dersliğe 27, bir öğretmene 19 öğrenci düşmektedir. Orta öğretimde okullaşma oranı yüzde 62'dir. Kırklareli'nde yüksek öğretim faaliyetleri, Trakya Üniversite'sine (Edirne) bağlı yüksek okulların varlığından dolayı uzun senelerdir devam etmektedir. 2007 yılında Kırklareli Üniversitesi kurularak, bu yüksekokullar Kırklareli Üniversite'si bünyesine aktarılmıştır. Kırklareli Üniversitesi'nin önümüzdeki senelerde Kırklareli'nin ekonomisine de büyük katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Merkez ve beş ilçemizde 12 halk kütüphanesi bulunmaktadır. Kırklareli, tarihi yapılar bakımından zengin bir kültür mirasına sahip illerden biridir. Bu eserler arasında camii, hamam, çeşme, şehitlik, külliye, köprü ve türbeler yer almaktadır. Keza Türkiye'de en çok tümülüs grubu il sınırları içinde, özellikle Vize ilçesinde bulunmaktadır. Ayrıca, birçok dolmen de ilde yer almaktadır. Kale ve kule kalıntıları da ilin kültür zenginliğini arttırmaktadır. Höyük ve tümülüs kazılarına devam edilmektedir. Bu kazılar Kırklareli’nin yakın zamana kadar hiç bilinmeyen erken dönemlerine ait yeni bilgileri ortaya çıkarmaktadır. Vize Çömlektepe’de yapılan kazıda tüm Trakya’da şimdiye kadar bilinen tek antik tiyatro açığa çıkarılmıştır. İstanbul’un Türkler tarafından fethi sırasında kullanılan top güllelerinin bir bölümü Demirköy ilçesinde bulunan Dökümhane’de imal edilmiştir. Burada yapılan kazılar büyük bir uygarlığı ortaya çıkaracaktır. İl merkezinde bir müze bulunmaktadır. 1999 yılında 12.915, 2000 yılında 11.730, 2001 yılında 10.249, 2002 yılında 11.677, 2003 yılında 15.524, 2004 yılında da 14.723 kişi müzeyi ziyaret etmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın taşra teşkilatı olarak faaliyetini sürdürmektedir. Bu doğrultuda ildeki kültür hizmetinin yaygınlaştırılması, geliştirilmesi ile ilgili araştırma ve planlamaları yapmak, her türlü kültürel, sanatsal etkinliği gerçekleştirmekle yükümlü olan İl Kültür Müdürlüğü, Kırklareli Müzesi ve 9 adet halk kütüphanesinden oluşan toplam 10 bağlı birimde hizmet vermektedir. Müdürlük, her yıl düzeni olarak tiyatro gösterileri, çeşitli konserler ve sergilere evsahipliği yapmakta, güncel konularda konferanslar, paneller, açık oturumlar vb. kültürel etkinlikler düzenlemektedir. İl Kültür Müdürlüğü, önceleri Valilik Binası'nda hizmet vermekte iken, 1994 yılında, İstasyon Caddesi altında bulunan, metruk haldeki Gümrük (Oktavra) Binası'nın Kültür Bakanlığı tarafından restore ettirilmesiyle kazanılan yeni binasına taşınmıştır. Kırklareli Müzesi binası, 1894 yılında Mutasarrıf Neşet Paşa ve Belediye Başkanı Hacı Mestan Efendi zamanında yaptırılmıştır. 20 Aralık 1930'da Büyük Önder Atatürk tarafından ziyaret edilen bina, 1962 yılına dek fiilen Belediye Binası olarak kullanılmış, 1970'li yıllarda ise tamamen boşaltılarak terk edilmiştir. 1983 yılında başlayan ve çeşitli aralıklarla devam eden restorasyon çalışmaları 1993 yılında tamamlanmıştır. Tarihî binanın müze olarak düzenlenmesi çalışmaları ise Aralık 1990 tarihinde başlatılmış ve 14 Ocak 1994 tarihinde Kırklareli Müzesi resmen ziyarete açılmıştır. Bodrumu hariç iki katlı betonarme olan yapının dört cephesinde kemerli pencereler yer almakta olup, girişte dört sütuna oturan cumba vardır. Arkeoloji ve etnografya seksiyonları üst katta yer almakta, giriş katında ise kültür ve tabiat sergisi salonu bulunmaktadır. Kırklareli Müzesi'nde hâlâ 553 etnografik, 1189 arkeolojik, 1995 adet de sikke olmak üzere, toplam 3737 adet kayıtlı eser mevcuttur. Devlet Planlama Teşkilatı'nın 2003 verilerine göre, Kırklareli sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında 81 il içerisinde 11. sırada bulunmaktadır. Eğitim sektörü gelişmişlik sıralamasında 7, sağlık sektörü gelişmişlik sıralamasında 15, imalat sanayi gelişmişlik sıralamasında 14. sırada yer almaktadır. İlçeler sıralamasında, 872 ilçe içinde Lüleburgaz 35, Merkez 106, Babaeski 147, Pınarhisar 214, Vize 219, Demirköy 259, Pehlivanköy 262 ve Kofçaz 460. sırada yer almıştır. Kırklareli'nde gezip görülebilecek doğal yerler arasında göl ve barajlar, mağara, tabiatı koruma alanları, orman içi dinlenme ve mesire yerleri ile plajlar bulunmaktadır.Peynir, yoğurt, sucuk ve köftesi cok lezzetlidir. Kırklareli'nde Hamam, Pedina, Mert, Erikli ve Saka gölleri ile Kırklareli,Armağan ve Kayalı barajları bulunmaktadır. Merkezde Bedre, Demirköy'de Dupnisa Mağarası, Pınarhisar'da Pekmezdere, Vize'de Domuzdere, Kaptanın, Kıyıköy ve Yenesu mağaraları bulunmaktadır. Dupnisa mağarasının içinin yaz aylarında bile çok soğuk olduğu biliniyor. Demirköy ilçesinde Saka Gölü Longozu Tabiatı Koruma Alanı ve Vize İlçesinde Kastro Körfezi Tabiatı Koruma Alanı bulunmaktadır. Demirköy'de İğneada, Vize'de Panayır "Panayır İskelesi", Poliçe Plajı ve Kıyıköy plajları bulunmaktadır. Kırklareli'ndeki Osmanlı mirası arasında cami, hamam, imaret, şehitlik, çeşme,arasta, köprü ve türbeler yer almaktadır. Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul'u fethetmek için kullandığı bir kısım topların döküldüğü Fatih Dökümhanesi'nde ise düzenleme çalışmaları hâlen devam ediyor. Demirköy ilçesinde bulunan ve İstanbul'un fethi sırasında kullanılan topların döküldüğü dökümhanenin çevresi teller ile koruma altına alınmış ve çevre temizliği yapılmıştır. Dökümhanede üniversiteler tarafından gerçekleştirilen kazı çalışmalarına yaz aylarında devam edilmektedir. Fatih Dökümhanesi'nden günümüze fırın bacası ve temel seviyesinde duvarlar kalmıştır. Dökümhanenin dönemin bölgedeki en modern işletmesi olduğu varsayılmaktadır. Dupnisa Mağarası'nın daha rahat ziyaret edilebilmesini sağlayacak tedbirler alınmıştır. Kırklareli Valiliği tarafından hazırlanan "Dupnisa Mağarası Düzenleme Sistemi Projesi" uygulaması tamamlanmıştır. Proje ile mağaranın aydınlatması sağlanmış ve gezi yolları ve giriş bölümü çevre düzenlemesi yapılmıştır. Kastamonu Kastamonu, Kastamonu ilinin merkezi olan şehirdir. Gökırmak'ın bir kolu olan Karaçomak Deresi vadisinde kurulu bulunan şehrin denizden yüksekliği 774 metredir. Evliyalar şehri olarak da bilinen Kastamonu Anadolu'daki en eski şehirlerden biridir, antik çağ ve Türk-İslâm dönemine ait birçok tarihi eser vardır. Kastamonu Kalesi, Atabey Camii, Şeyh Şaban-ı Veli Türbesi, Yanık Sultan Türbesi, Nasrullah Camii, saat kulesi ve buna benzer birçok tarihi eser mevcuttur. Çivisiz yapı mimari olarak yapılan Mahmut Bey Camide buradadır. Kastamonu kent merkezinde ayrıca Türkiye'de açılan ilk "Kent Tarihi Müzesi" bulunmaktadır. Kastamonu Saat Kulesi, Sultan II. Abdülhamit zamanında, şehrin doğusunda bulunan yamaç üzerine Kastamonu Valilerinden Abdurrahman Nureddin Paşa tarafından 1884-1885 yıllarında yaptırılmıştır. Kulenin saati de Avrupa'dan getirtilmiştir. Kastamonu'da yapılan çekme helvası tüm ülke içinde meşhurdur. Bizans yöneticilerinden olan Komnenos soyu adına yaptırılan bir kale iken, sonra dan kalenin yanına kurulan ilin adı oldu. Latince castrum'dan gelen kastra söylemi, daha sonra komnenos'la birleştirilip Kastamonu halini almıştır. 1948 yılında Kastamonu ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılar araştırmalarda Germeç ve Gölköy'de ele geçen Yontma taş devrine ait çakmaktaşı el baltaları Kastamonu ve çevresinin tarih öncesi devrini MÖ 50 binlere kadar gerilere götürmektedir. Paphlagonia diye isimlendirilen bölgenin sınırları doğuda Kızılırmak, batıda Sakarya Nehri, güneyde Frigya ve Galatya ile çevrilidir. Kuzeyde ise Karadeniz yer alır.Strabo'ya göre Parthenius nehri bölgenin batı sınırını çiziyordu, doğusunda da Halys nehri vardı. Günümüzde Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı ve Karabük bu bölgede yer alırken, Çorum, Bolu, Zonguld
ak ve Samsun illerinin bir bölümü bölgenin içinde kalmaktadır. Paflagonya halkı tarihte çok rol oynamamalarının yanı sıra Anadolu'nun en eski milletlerindendir. Kaşkaların yaşadığı topraklar, Kuzey Anadolu'da bugünkü Orta Karadeniz bölgesi ve civarına denk düşer. Hitit belgelerinde savaşçı ve yağmacı zorlu bir göçebe halk olarak geçmektedir. Kaşkalar zaman zaman Hititlere birçok kez saldırmış, onların ülkesini baştan aşağı istila ederek Nensa (Niğde) şehrine kadar dayanmışlardı. Kaşkaların Paflagonya halkından farklı olduğu ve onların doğudaki komşularından geldiği düşünülmektedir. MÖ (1400-1390) Senelerindeki Hititlerin vaziyetini gösteren bulgulardan anlaşılan duruma göre, Kaşkaların galibiyeti kısa sürmüş, Hitit hükümdarı IV. Tuthaliya ölünce yerine geçen oğlu Subbiluliuma Kaşkalarla ciddi bir mücadeleye girmiş ve bölge Hitit İmparatorluğu eline geçmiştir. Hititlerden sonra Frigya ve Lidya Krallıklarının egemen olduğu bu topraklar MÖ 4. yüzyılda Perslerin eline geçmiştir. MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender Anadolu ile birlikte Kastamonu topraklarını da Makedonya’ya katmıştır. İskender’den sonra yöreyi ele geçiren Pontus Krallığı MÖ 1. yüzyılda Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Uzun yıllar Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Kastamonu MS 395 yılında İmparatorluğun bölünmesiyle bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğuna katılmıştır. Bugün Kastamonu ve çevresindeki illeri de içine alan ve Romalılar devrinde adına Paflagonya (Pophlagonia) denilen bölgede yer almaktadır. Romalılar devrinde Taşköprü’nün (Pophlagonia) eyalet merkezi olduğu zamanlar Kastamonu küçük bir kasaba olup Roma döneminde şehir "Timonion "ismi ile anılmaktaydı. Kastamonu ili ve civarı 10. yüzyılda Bizans imparatoru II. Basileios tarafından Trakyalı general Manuil Erotikos Komnenos'un denetimine verilmiştir. Komnenos 978 yılında imparatora karşı ayaklanan Bardas Skleros'a karşı İznik kentini başarıyla savununca imparatorun dikkatini çekmişti. Komnenos daha sonra Bizans imparatoru olacak olan I. İsaakios Komnenos'un babasıdır. Oğlu tarafından kurulan Komnenos Hanedanı Bizans'ı ve çöküşüne kadar Trabzon İmparatorluğu'nu yönetmiştir. Manuil Komnenos o zamana kadar "Timonion" ismi ile anılan şehrin savunması için bir kale yaptırmıştır. Kale, "Kastra Komnenon" (Komnenos'un Kalesi) olarak adlandırılmıştır. İsim daha sonra Türkçeleşerek Kastamonu şekline dönüşmüştür. 13. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalan Kastamonu, 1227-1309 yılları arasında Hüsamettin Çoban'ın yöredeki Türkmen topluluklarını toplayarak kurduğu Çobanoğulları Beyliğinin yönetimi altına girmiştir. Hüsamettin Çoban'dan sonra yerine oğlu Alp Yörük ve daha sonra torunu Yavlak Arslan geçmiştir. Çobanoğlu Yavlak Arslan Anadolu Selçukluların taht kavgasına karıştığı için 1292 yılında öldürüldü. Onun yerine oğlu Mahmut Bey geçmiştir. O sıralarda Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti İlhanlılar ile savaşmaktaydı. Moğollara esir düşen Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud candarlarından komutan Temür Yaman Candar tarafından kurtarıldı. Bunun üzerine sultan Temür Yaman Candar'a Kastamonu yöresini hediye etti. Ancak bölge o zamanlar halen Çobanoğullarının elindeydi. Temür'ün ölümünden sonra yerine geçen oğlu Candaroğlu Süleyman Paşa, 1309 yılında Kastamonu şehrini ele geçirerek Çobanoğlu Beyliğine son verdi. İlhanlıların denetimi altında yaşayan Selçuklu Sultanı II. Mesud 1308 yılında ölünce Süleyman Paşa bölgeyi bir süre İlhanlılara bağlı olarak idare etti. İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır 1335 yılında öldüğünde İlhanlı denetiminden çıktı. Candaroğlu Süleyman Paşa, Safranbolu ve Sinop'u ele geçirmişti. Candaroğulları denizciliğie önem vermekteydi Sinop'a bir tersane kurmuşlardı. Süleyman Paşa Sinop'un yönetimini oğlu I.İbrahim'e Safranbolu'yu da küçük oğlu Ali'ye verdi. Süleyman Paşa'nın ölümünden sonra oğulları Candaroğlu Beyliği'nin yönetimi için savaştılar. İbrahim 1339'da galip gelerek Kastamonu'nun yönetimini ele geçirdi. İbrahim Bey 1346 yılında öldüğünde yerine kuzeni Adil geçti. Adil bey 1361 yılında ölünce yerine oğlu Kötürüm Bayezid geçti. Bayezid Sivas bölgesini yöneten Kadı Burhaneddin ile iki kez savaştı. Bayezid 1383 yılında Osmanlı Sultanı I. Murat'dan destek alan oğlu II. Süleyman ile yaptığı savaşta Kastamonu'yu kaybetti. Bayezid Kastamonu'yu terkedip Sinop'a yerleşti ve böylelikle Candaroğulları Beyliği ikiye bölünmüş oldu. Kötürüm Bayezid 1385 yılında öldü ve yerine oğlu İsfendiyar Bey geçti. Kastamonu'yu yöneten Candaroğlu II. Süleyman beyliği sırasında Osmanlı Sultanı II. Murat'a bağlı kaldı. Osmanlı'nın 1386 ve 1389 yaptığı Avrupa seferlerine askerleri ile katıldı. Sultan Murat'ın yerine geçen I. Bayezid babası kadar barışçı olmadı 1391 yılında Kastamonu'ya bir sefer düzenledi.  Candaroğlu II. Süleyman öldürüldü ve Kastamonu'daki Candaroğlu hükmü sona erdi. Bu arada Sinop'ta hüküm süren Candaroğlu İsfendiyar Osmanlılarla bir çatışmadan çekinerek Sinop'un kendisine bırakılması koşuluyla Osmanlılara bağlılığını bildirdi. Böylece Candaroğullari Beyliği, Sinop'ta İsfendiyar Bey kolundan devam etti. İsfendiyar Bey Ankara Savaşı (1402) öncesinde Timur İmparatorluğu'nun kurucusu Timur'la görüşerek ona bağlandı, Timur adına para bastırdı. Kastamonu, Kalecik, Tosya, Çankırı Samsun ve Bafra'yı da alarak beyliği en geniş sınırlarına ulaştırdı Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilip esir düşünce Yıldırım Bayezid'in oğulları Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet arasında taht kavgası başladı. İsfendiyar Bey bu süreç boyunca kavgadan faydalanmaya çalıştı. Dağılan Osmanlı birliği, 1413 yılında, I. Mehmet Han (Çelebi Mehmet) tarafından yeniden sağlandı. Bu mücadeleden galip çıkan I. Mehmed ile iyi ilişkiler kurdu. 1417'de onun Karaman (1415-16) ve Eflak (1416-17) seferlerine oğlu Kasım Bey komutasında yardımcı kuvvetler gönderdi. Bu sefer sonrasında Kasım Bey, beyliği öbür oğlu Hızır Bey'e bırakmak isteyen babasına karşı ayaklanarak Osmanlılara sığındı. I. Mehmed'in desteğini alan oğlu Kasım Bey'e Tosya, Çankırı ve Kalecik'i vermek zorunda kalan İsfendiyar Bey, I. Mehmed'in ölümünden (1421) sonra II. Murad ile şehzadeler arasında başlayan taht kavgalarından yararlanarak bu yerleri geri aldı. Aynı yılın sonbaharında II. Murad'ın üzerine kuvvet göndermesi karşısında Sinop'a kaçtı ve barış istedi. Osmanlı iç kavgaları yeniden yoğunlaşınca, bunu fırsat bilerek Taraklı Borlu'ya (bugün Safranbolu) değin ilerledi. Ama 1423'te yönetimi kesin olarak ele geçiren II. Murad'a Taraklı Borlu'da yenildi ve barış istedi. Osmanlılara her yıl asker gönderme ve vergi verme koşuluyla Kastamonu ve Küre-i Nuhas'ın (bugün Küre) yönetimi kendisine bırakıldı. 1425'te torunu Hatice (Halime) Hatun'u II. Murad'a vererek Osmanlılarla arasındaki anlaşmazlığa evlilik yoluyla gidermeye çalıştı. Sonraki yıllarda, antlaşmaya bağlı kalarak bütün koşulları yerine getirdi. İsfendiyar Bey 1439'da öldü ve yerine oğlu Candaroğlu II. İbrahim Bey geçti. İbrahim Bey'in 1443 yılındaki ölümünden sonra yerine oğlu İsmail Bey geçti. İbrahim Bey'in diğer oğlu Candaroğlu (Kızıl) Ahmed Bey babasının ölümünün ardından beyliğin başına geçen büyük kardeşi İsmail Bey’e karşı geldi, fakat başarılı olamayınca Osmanlılar’a sığındı. Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında Anadolu Beyliklerini birleştirmek için Trabzon Seferi'ne çıktı. Fatih ile birlikte sefere katılan Kızıl Ahmed Sinop'u ele geçirdi. Fatih, Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmak ve 50,000 duka altını vergi vermesi karşılığında bölgede desteği bulunan Kızıl Ahmed'i Sinop beyliğine atadı. Fatih, Trabzon seferi dönüşü Kastamonu’yu ele geçirdi ve Kızıl Ahmed'i görevinden alarak Mora valiliğine atamak istedi. Kızıl Ahmed görevi yerine gitmeyip önce Bolu üzerinden Karamanoğlu İbrahim Bey’in yanına kaçtı. Osmanlılardan korkan Karamanoğlu İbrahim onu himaye etmeyince Akkoyunlu Uzun Hasan'a sığındı. Uzun Hasan Osmanlılara karşı kullanabileceğini düşündüğü Kızıl Ahmed'e Van gölü kıyısında toprak vererek himayesine aldı. Kızıl Ahmed, Uzun Hasan'ın 1464'te yaptığı Karaman seferine 500 kadar savaşçı ile katıldı. II. Bayezid zamanında affedilerek kendisine Bolu sancağı dirlik olarak verildi. Kızıl Ahmed, 1500 yılında yapılan Modon seferine katılmış kendisine timar olarak verilen Filibe'de ölmüştür. Candaroğulları'nın Sinop'ta kurdukları tersanenin Osmanlı Devleti'ne katılması ve geliştirilmesi, Osmanlı Donanması'na güç kattı. Kastamonu'nun Küre ilçesindeki bakır ocakları, Beylik daha Osmanlı Devleti'ne ilhak olmadan önce, Osmanlı Devleti'nin top üretimi için faydalandırılmıştır. Candaroğlu döneminde Kastamonu ve bölgesinde bulunan bakır ve demir madenleri işletilip Karadeniz'in en önemli limanlarından olan Sinop'tan yüklenerek Ceneviz ve Venedikli tacirler aracılığı ile satılıyordu. Candaroğulları bu ticarette üzerinde iki balık bulunan ve "Dârü's-saâde-i Sinop" (Sinop Sarayı) yazan bakır paraları kullanıyorlardı. Kastamonuda bulunan hamamlar, kervansaraylar, hanlar, camiler ve medreselerin çoğu bu dönemde yapılmıştır. Kastamonu, 1461 yılından 1922 yılına kadar Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Kastamonu, uzun süre Bolu Eyaletine bağlı kalmış ve Bolu Sancağı hükmüyle yönetilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Eyalet merkezi haline getirilmiştir. Kastamonu Ulusal (Milli) Mücadele sırasında lojistik destek açısından en güvenilir bölge olması nedeniyle büyük yarar sağlamıştır. Özellikle İstiklal Yolu adı verilen yol ile İnebolu'dan başlayarak Kastamonu üzerinden Ankara'ya yiyecek, giyecek, para, cephane ve silah gönderimi yapılmıştır. Ve Kurtuluş Savaşı'nda cepheye en çok asker gönderen ildir. Türk egemenliğine geçtikten sonra hiç düşman istilasına uğramamış olan Kastamonu, Çanakkale ve İstiklâl savaşında en fazla şehit veren illerimizden biridir.İl, Çanakkale Savaşında 2.527 şehit verdi. Meşhur "Çanakkale Türküsü",Kastamonu'lu aşık Yorgansız Hakkı'ya aittir Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk 23 -31 Ağustos 1925 tarihleri arasında 9 günlük bir Kastamonu gezisi yapmıştır. Bu gezi sırasında İnebolu'da Şapka Devrimi o
larak anılan kılık ve kıyafet devrimini açıklamıştır. Bölgede 1943'te yaşanan Tosya-Ladik depremi 4 bin insanın hayatına mal olmuştur. Bölgede büyük yıkıma yol açan 7.2 şiddetindeki depremi bizzat yaşayan Kastamonulu şair-yazar Rıfat Ilgaz depremin dehşetini Tosya Zelzelesi adlı şiirinde ""çocuğunu emziren kadının soğudu memesinde sütü"" dizeleri ile anlatmıştır. 1963 yılında Kastamonu Şeker Fabrikası kurularak ilde bulunan ekonomiye büyük canlılık getirmiştir. İlde iki çeşit iklim hüküm sürer. Kuzeyinde Karadeniz iklimi güneyinde ise İç Anadolu'nun kara iklimi görülür. Kıyıya paralel olarak uzanan İsfendiyar Dağları, Karadeniz ikliminin iç kısma girmesini önler. Kıyılarda yağış daha fazladır. Senede 20 gün kar yağar, 40 gün toprak karla örtülüdür. Sıcaklık -26,9° ile +38,7 °C arasında seyreder. Senelik yağış miktarı bölgelere göre 450 mm ile 1215 mm arasında değişir. İl bitki örtüsü bakımından çok zengin sayılır. İl topraklarının % 67’si orman ve fundalıklarla, %29’u ekili-dikili alanlarla, %6,5’i çayır ve meralarla kaplıdır. %1,5'i tarıma elverişsiz topraklardır. Ormanlarda kayın, köknar, çam, karaağaç, gürgen, kestane ve ıhlamur ağaçları bulunur. Azdavay-Devrekâni arasında ise çam ağaçları çoğunluktadır. Kastamonu'da Birçok İlçenin Kendine Özel Futbol Ve Hentbol Takımları Bulunmaktadır. Özellikle Hentbolda Bayanlar Süper Ligin'de 1 Takımı Bulunmaktadır. Bunun Dışında İlin Profesyonel Tek Futbol Takımı Kastamonuspor 1966 üst üste iki kez şampiyon olarak Bölgesel Amatör Ligden, 3.Lig 3.Gruba ve daha sonra da 2. Lig Kırmızı Gruba yükselmiştir. Ayrıca Bölgesel Amatör Ligde'de İli " Kastamonu İl Özel İdare " Temsil Etmektedir. Kocaeli Kocaeli, Türkiye'nin bir ilidir.Türkiye'nin en büyük sanayi ve ticaret şehirlerinden biridir İstanbul ve Bursa ilinden sonra Marmara Bölgesi'nin üçüncü en büyük ilidir. 2016 itibarıyla 1.830.772 kişilik nüfusa sahiptir. Adını 1320 yılında İzmit yöresini fetheden Akça Koca'dan almaktadır. İstanbul, Sakarya, Bilecik, Bursa ve Yalova illeriyle komşudur. Megara ve Atinalılar körfezde Astakus adlı bir yerleşim kurmuş kent daha sonra Skylax kenti ve körfezi Olbia olarak anmıştır. Pausanias, Astakus'u Trakyalı bir soylunun adı olarak anarken Yunan mitolojisinde deniz tanrısı Poseidon ile su perisi Olbia’nın oğlunun aynı adı taşıdığı bilinmektedir. Kocaeli, 2 Eylül 1993'te çıkarılan 504 sayılı kanun hükmünde karaname ile büyükşehir unvanı kazandı. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu. Kocaeli ili, Marmara Bölgesi'nin Çatalca-Kocaeli Bölümü'nde, 29° 22'—30° 21' doğu boylamı, 40° 31'—41° 13' kuzey enlemi arasında yer alır. Doğu ve güneydoğusunda Sakarya, güneyinde Bursa illeri, batısında Yalova ili, İzmit Körfezi, Marmara Denizi ve İstanbul ili, kuzeyde de Karadeniz'le çevrilidir. İl merkezi İzmit'in doğusundan geçen 30° doğu boylamı Türkiye saati için esas kabul edilir. Kocaeli ilinin yüzölçümü 3.505 km²'dir. Asya ile Avrupa'yı birleştiren önemli bir yol kavşağında bulunmakta­dır. Doğal bir liman olan İzmit Körfezi işlek bir deniz yoludur. İlin kuzeybatı yüzündeki İstanbul il sınırı, Darıca ile İstanbul arasında akan Kemiklidere'nin doğusundan geçer. Güneybatıda İstanbul-Kocaeli sınırı İzmit Körfezi'nin karşı kıyısında Yalova topraklarıyla son bulur. Bursa sınırını Samanlı Dağları'nın tepelerinden geçen hat oluşturmaktadır. İlde çok sayıda küçük dere vadisi vardır. Ovalar genellikle akarsuların yığıntılarıyla oluşmuş küçük alüvyal düzlükler niteliğindedir. Karadeniz'e dökülen akarsuların oluşturduğu vadiler, Kocaeli Yarımadası'nın yeni bir biçim almasına yol açan tektonik hareketlerin öncesinde ortaya çıkmış, buna karşılık Marmara Denizi'ne dökülen akarsu vadileri bu hareketlerin sonrasındadır. Kocaeli Yarımadası'nın bugünkü biçimi, İzmit Körfezi ve Sapanca Gölü gibi tektonik çöküntüler, Karadeniz gibi çanaklaşmalar ve deniz yüzeyindeki değişmelerle belirlenmiş yarımadanın kıyı kesimlerinde denize taraçalar oluşmuştur. Bu arada akarsuların aşağı çığırlarında da genişleyen alüvyal dolgu tabakalar ve kıyı birikim kuşakları oluşmuştur. Daha önce de belirtildiği gibi yarımadadaki su bölümü çizgisi, İzmit Körfezi'ne çok yakın bir kesimden geçmektedir. İl topraklarından kaynaklanan suların bir bölümü Ka­radeniz'e, bir bölümü de Marmara Denizi'ne ulaşır. Kocaeli Yarımadasında uzanan dağların sırtı İzmit Körfezi ve Mar­mara'ya daha yakın olduğundan Karadeniz'e dökülen akar­sular daha uzundur. Gebze'nin Tepecik mahallesi yakınlarından doğan 71 km uzunluğundaki Riva (Çayağzı) Deresi İstanbul Boğazı giri­şinin doğusunda Karadeniz'e dökülür. Ağva Deresi de denen Göksu Deresi Karayakuplu mahallesi yakınlarından çıkar ve Ağva'da Karadeniz'e ulaşır. Yine Karadeniz'e dökülen Yulaflı Deresi'nin uzunluğu 43 km'dir. Üzerinde İstanbul kentine su sağlayan Darlık Barajı bulunan Darlık Deresi de il toprak larından doğar. Denizli mahallesinden doğup Karadeniz'e dö­külen Kocadere'nin uzunluğu 50 km'dir. İl topraklarından doğup, il sınırları içinde Karadeniz'e dökülen başlıca akarsu Kandıra ilçesindeki Sansu'dur. Sakarya Nehri'ne Karadeniz'e dökülmeden önce katılan son akarsu olan Kaynarca Deresi de Kandıra ilçesinden doğar. Samanlı Dağları'ndan doğan Kirazdere İzmit kentinde körfeze dökülür. Bu dere üzerindeki Kirazdere Barajı'nın yapımı 1997'de tamamlanmıştır. Gebze ilçesindeki Dilovası Deresi'nin uzunluğu 12 km'dir. Pelitli kö­yünün güneyinden ve Tavşanlı mahallesinün kuzeyinden geçerek İzmit Körfezi'ne dökülür. 542 km burhan dereside vardır. Batı bölümündeki 7 km'si Kocaeli sınırları içerisinde kalan Sapanca Gölü'nün yüzölçümü 47 km²'dir. Uzuntarla, Maşukiye ve Eşme Beldelerine sınırdır. İzmit kentine su sağlayan Kirazdere Barajı'nın ardında yer alan yapay göl ise 1,74 km²'lik bir alanı kaplar. Bir başka yapay göl de Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından kentin su ihtiyacını karşıla­mak için yaptırılan barajın ardında su toplanması sonucu oluşan Yuvacık Baraj Gölü'dür. Körfez kıyılarıyla Karadeniz kıyısında ılıman, dağlık kesimlerde daha sert bir iklim hüküm sürer. Kocaeli ikliminin, Akdeniz iklimi ile Karadeniz iklimi arasında bir geçiş oluştur­duğu söylenebilir. İl merkezinde yazlar sıcak ve az yağışlı, kışlar yağışlı, zaman zaman karlı ve soğuk geçer.Karlı günler sayısı ortalama 12 gündür. Kocaeli'nin Karadeniz'e bakan kıyıları ile İzmit Körfezi'ne bakan kıyılarının iklimi arasında bazı farklılıklar göze çarpar. Yazın körfez kıyılarında bazen bunaltıcı sıcaklar yaşanırken Karadeniz kıyıları daha serindir- İl merkezinde ölçülen en yüksek hava sıcaklığı 44,1 °C (13 Temmuz 2000), en düşük hava sıcaklığı -8,3 °C (23 Şubat 1985), yıllık ortalama sıcaklık ise 14,8 °C'dir. Karadeniz kıyısında yıllık ortalama yağış miktarı 1.000 mm'yi aşar. Bu miktarı güneye doğru gidildikçe azalır, İzmit'te 800 mm'nin de altına düşer (784,6 mm). Samanlı Dağlan'nın kör­feze bakan yamaçlarında iklim Karadeniz kıyılarına benzer. Yağış miktarı da bu kesimde farklıdır. Rüzgârlar kışın kuzey ve kuzeydoğudan, yazları ise kuzeydoğudan eser. Kocaeli'nde bitki örtüsü, genelde Marmara Bölgesinin özelliğini taşımakla birlikte, kıyısıyla dağlık alanlar arasında önemli farklılıklar görülür. Ayrıca kuzeyden güneye doğru gidildikçe Karadeniz kıyısına özgü bitki topluluklarının yerini Akdeniz bitkileri almaya başlar. Samanlı Dağları ile Karadeniz kıyısı ardındaki alanlar sık ve nemcil ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlar daha çok kayından oluşur; bazı kesimlerde kayına gürgen, kestane ve meşe de karışır. Samanlı Dağlan'nın yüksek kesimleri iğneyapraklılarla örtülüdür. İzmit Körfezi'nin kuzey ve doğu­sunda Akdeniz iklimine özgü makilere rastlanır. Eskiden kör­fezin kuzey kıyılarında yaygın olan zeytinlikler kent ve sanayi alanı elde edilmesi amacıyla yok edilmiş durumdadır. Tahrip edilen ormanlık alanlar step bitkileri ve yalancı makilerle kaplıdır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Futbolda Kocaeli Birlik Spor 3.lige düşmüştür. Darıca Gençler Birliği ise 2.lige çıkmıştır. Kocaelispor ve Gölcükspor 3.ligdedir. BAL’da Gebzespor 3.lige çıkmıştır. Kadın futbol liglerinde 2 takımı vardır. Basketbol kadınlarda 1. Liginde İzmit Belediyespor finalde. Voleybolda erkekler 2.liginde 3, bölgesel liglerde de 2 takımı vardır. Ziraat Türkiye Kupası’nda Kocaeli’nin futboldaki 3.lig takımı Darıca Gençlerbirliği 2. turda ayni ilin takımı Gölcükspor’u elemiş, 3.turda Menemenspor’a elenmiştir. Diğer 3.lig takımı Kocaelispor ise 2.turda Düzcespor’a elenmiştir. 2.lig takımı Kocaeli Birlikspor ise 3.turda Edirnespor’a elenmiştir. Böylece kupaya katılan 4 Kocaeli takımı, 3.tur sonunda elenmiştir. Kocaeli'nin en önemli stadyumları: Kocaeli Stadyumu (33.000), Gebze Alaettin Kurt Stadyumu (26.000)dur. 16.500 kişilik İsmetpaşa Stadyumu yıkılmıştır. Kocaeli'nin en önemli spor salonları: Kocaeli Atatürk Spor Salonu (2.500) ve Şehit Polis R.Topaloğlu Spor Salonu (5.000)'dur. Diğer önemli spor tesisleri: Gebze Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu (750), Kocaeli B.B. Olimpik Buz Sporları Salonu (3.600), Kocaeli Kartepe Hipodromu (500), Kartepe Kayak Merkezi. Kocaeli İl Nüfusu: 1.830.772'dir (2016). İlin yüzölçümü 3.397 km²'dir. İlde km²'ye 539 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 8310 kişi ile Darıca’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı %2,85 olmuştur. Kocaeli il nüfusu: 1.883.270 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 3.397 km²'dir. İlde km²'ye 554 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 8615 kişi ile Darıca’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı %2,85 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 12 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 474 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Başiskele (%5,55)- Kandıra (% 0,58) Bütün ilçelerde nüfus artmıştır. Kocaeli'nin on iki ilçesi bulunmaktadır. Bu ilçeler Başiskele, Gölcük, Karamürsel, Kandıra, Kartepe, İzmit, Derince, Körfez, Dilovası, Gebze, Çayırova, Darıca'dır. Bu ilçelerde toplam 474 mahalle bulunmaktadır. İlde 597 okul öncesi, 328 ilkokul, 310 ortaokul, 114'ü genel 98'i meslek ve teknik toplam 212 lise bu
lunmaktadır. Bunun yanı sıra Kocaeli Üniversitesi ve Gebze Teknik Üniversitesi'ne de ev sahipliği yapmaktadır. İstanbul ile İzmir'i birbirine bağlayacak olan Otoyol 5 projesi, Gebze'den başlamaktadır. İzmit Körfezi'nin iki yakası arasında Osman Gazi Köprüsü bulunmaktadır. Şehrin hava ulaşımı, 1999 yılında açılması planlanan fakat 17 Ağustos Gölcük Depreminden dolayı 16 yıl sonra 2015 yılında gecikmeli açılmıştır. Günümüzde Cengiz Topel Havalimanı'ndan Kocaeli-Trabzon uçak seferi yapılmaktadır. Şehir ulaşımında Büyükşehir Belediyesi Otobüsleri ve özel halk otobüsleri, Gebze-Harem dolmuşları ve taksiler kullanılmaktadır. İzmit ilçesinde Akçaray adlı tramvay Sekapark-Otogar arasında hizmet vermektedir. Kütahya (il) Kütahya, Türkiye Cumhuriyeti'nin Ege Bölgesi'nde yer alan bir ilidir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 13 İlçe, 27 belediye, bu belediyelerde 219 mahalle ve ayrıca 548 köy vardır. Kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilememekle beraber, tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanmaktadır. Eski kaynaklara göre, Kütahya'nın antik çağlardaki adı Kotiaeon, Cotiaeum ve Koti şeklinde geçmektedir. İl topraklarına yerleşen en eski halk Friglerdir. MÖ 1200'lerde Anadolu'ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğunun topraklarına girdiler ve bir devlet olarak örgütlendiler. MÖ 676 'da Kimmeler, Frigya Kralı III. Midas'ı bozguna uğratarak Kütahya ve çevresine egemen oldular. Alyattes'in Lidya Kralı olduğu dönemde Kimmer egemenliği yerini Lidya yönetimi aldı. MÖ 546'da Persler Lidya Ordusunun yenilgiye uğratarak Anadolu'yu istila etti. MÖ 334'te Biga Çayı yakınlarında Persleri yenilgiye uğratan İskender yörede üstünlük kurdu. Büyük İskender'in MÖ 323'te ölümü ile Kütahya ve yöresi komutanlarından Antigonos'a geçti. MÖ 133'te Roma yönetimine girdi. Piskoposluk merkezi haline getirildi. 1071'de Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Alp Arslan'a yenilen Bizans İmparatoru Romanus Diogenes tutsaklık dönüşü Kütahya'ya getirildi ve gözleri kör edildi. 1078'de Anadolu Selçuklu Devletini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah Kütahya'yı da ele geçirdi. 1097'de Haçlıların saldırısına uğradı. II. Kılıç Arslan kaybedilen topraklarla birlikte Kütahya'yı geri aldı. II. Kılıç Arslan'dan sonra taht kavgaları nedeniyle tekrar Bizans'ın eline geçen şehir, son olarak I. Alâeddin Keykubad zamanında (1233) Selçuklu topraklarına dahil oldu. 1277'de II. Gıyaseddin Keyhüsrev Kütahya yöresini Germiyanoğlu Süleyman Şah kızı Devlet Hatun'u Osmanlı Sultanı I. Murat'ın oğlu Yıldırım Bayezid'a verdi. (1381) Germiyanoğulları Beyliğinin toprakları Devlet Hatun'un çeyizi olarak Osmanlılara verildi. (Kütahya ve çevresi dahil) 1402 Ankara Savaşında, Bayezid'i ağır bir yenilgiye uğratan Timur, Kütahya'yı alarak II. Yakup Bey'e geri verdi. Kütahya daha sonra Osmanlılara geçti ve Sancak Merkezi oldu. 1381'de Kütahya ve yöresinin Osmanlılar'a çeviz olarak verilmesiyle Yıldırım Bayezid burada vali olarak görev aldı. I. Murad Kosova Seferi'ne giderken, Anadolu'nun muhafazası için çeşitli yerlere valiler tayin ederken; Bayezid'in yerine de "Sarı Timurtaş Paşa"'yı tayin etti. Kütahya, Yıldırım Bayezid'in Rumeli'ye geçtiği sırada 1391 senesinde Karamanoğulları tarafından istila edildiyse de Yıldırım, Gelibolu'dan geri dönüşünde Karamanoğulları'nı uzaklaştırdı. 1402'de Ankara Savaşı'ndan sonra Timurlenk tarafından Germiyanoğlu II. Yakub Bey'e iade edilen topraklar II. Yakub Bey'in vefatına kadar Germiyanoğulları'nda kaldı. 1428'de II. Yakub Bey'in vasiyetiyle Kütahya ve tüm Germiyanoğulları toprakları nihai olarak Osmanlılar'a geçti ve valiliğine de Kara Timurtaş Paşa oğlu Umur Bey'in oğlu Osman Çelebi tayin edildi. Kütahya, Fatih Sultan Mehmed zamanında İshak Paşa'nın tayinine kadar bir vilayet olarak idare edildi ve o zaman merkezi Ankara olan Anadolu Beylerbeyliği'ne bağlı bulundu. İshak Paşa 1451 senesinde Karaman ve Menteşeoğulları sıkıntılarını hallettikten sonra Kütahya'da kaldı ve bu tarihten itibaren 1826'da Anadolu Beylerbeyliği'nin ortadan kaldırılmasına kadar Kütahya, Anadolu Beylerbeyliği'nin merkezi oldu. Anadolu Eyaleti; Kütahya, Saruhan (Manisa), Aydın, Kastamonu, Menteşe (Muğla), Bolu, Ankara, Karahisar-ı Sahip (Afyonkarahisar), Çangırı (Çankırı), Teke (Antalya), Hamit (Isparta-Burdur), Sultanönü (Eskişehir), Karesi (Balıkesir) ve Bursa Sancağı olmak üzere on dört sancağa ayrılmıştır. Kanûni zamanında Anadolu Eyaleti'nin hası on yük akçe yani bir milyon akçe tutuyordu. Yine bu teşkilat gereğince Anadolu Eyaleti 299 zeamet ve 7166 tımara bölünmüş olup tımar ve zeamet askerleriyle beraber 17,000 donanımlı süvari içeriyordu. Sultan II. Beyazıt'ın zamanında Şah İsmail yanlısı Şahkulu Kütahya'da ayaklandı. Bu isyan 1511 yılında bastırıldı. Anadolu'daki Celâli ayaklanmaları keşmekeşleri içerisinde hükûmet batı Anadolu'yu muhafaza için vezir Hafız Ahmed Paşa'yı Anadolu Eyaleti merkezi olan Kütahya'ya gönderdi (Ağustos 1601). Ahmed Paşa'nın Deli Hasan'a dayanacak kuvveti yoktu, bu yüzden Kütahya Kalesi'ne çekildi. Deli Hasan ve beraberindekiler Hafız Paşa'yı üç gün kadar Kütahya'da muhasara ederek sıkıştırdılarsa da şiddetli bir kışan ve karın çok fazla yağmasından dolayı muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kaldılar fakat kale haricindeki evleri yağmaladılar. Anadolu Eyaleti valisi Can Mirza Paşa 1657 tarihinde Osmanlı Devleti'ne isyan eden Abaza Hasan Paşa'ya katıldığı için Kütahya halkı paşanın üç yüz kadar askerini katletmişler ve hükûmet tarafından Anadolu Eyaleti'ne tayin edilen Konakçı Ali Paşa'ya yardım etmişlerdir. Can Mirza Paşa Kütahya ahalisinden intikam almak için epey müddet şehri muhasara eylediyse de halkın fevkalâde gayretine binaen muvaffak olamamıştır fakat Kütahya'yı kurtarmak için hükûmet tarafından gönderilen askeri mağlup etmiştir. Buna rağmen şehri elde edememiştir. 1788'de Ruslarla yapılan savaşlar sırasında vali ve sancak beylerinin seferde bulundukarı sırada kendi namlarına vilâyet ve sancağı idare eden mütesellimler yolsuzkluk ve rüşvetler ile halkı soymakta idiler. Savaş devam ettiği için bu rezalet de aynı oranda artmıştı. İşte bu savaş durumunda Kütahya'ya yedi-sekiz mütesellim gelip gitmiş ve her birinin zulüm ve haksızlıkları memleketi harap duruma düşürmüş; bunun haberi de kulaktan kulağa yayılarak İstanbul'a kadar gitmişti. Tam bu sırada Dersaadet sakinlerinden uçarı biri kendi gibi bir oğlan ve birkaç bişiyi daha kendine uydurup yanına alarak sahte emir ve senetlerle İstanbul'dan Kütahya'ya gitmiş ve emirlerini okutarak mütesellimliğini ilân etmiştir. Mütesellimlerin sık sık değişmesi sebebiyle Kütahya halkı başta bu kişiyi mütesellim zannederek inanmışlar ve sonra elindeki emirlerin yazılış tarzından ve kendisinin münasebetsiz halinden şüpheye düşerek durumu İstanbul'a bildirmişlerdir. Mübaşir marifetiyle İstanbul'a çağrılan sahte mütesellim, kendisinin İstanbul'dan değil ordudan mütesellim olarak gönderildiğini söylediyse de foyası meydana çıkmıştır. Uşak voyvodası Acemoğlu Ahmed, zulmüne binaen voyvodalıktan azledilmiş ve idamı için Anadolu Eyaleti valisi Çandarlızâde İznikli Ali Paşa görevlendirilmişti. İdam edileceğini haber alan Acemoğlu kaçtığından bütün eşyası zabt ve müsadere edilerek kendisi de takibe alındı (1793). Ali Paşa, Acemoğlu'nun arkasından kendi kardeşi Osman Bey'i gönderdiyse de Osman Bey Acemoğlu'na mağlup olduğundan Ali Paşa bizzat kendisi hareket ederek Banaz Kalesi'nde Acemoğlu'nu muhasara etti. Banaz'ın etrafı hendek ve su ile çevrili olduğu için muhasaranın bir müddet devam etmesi gerekiyordu. Vakit kış olduğundan Ali Paşa'nın maiyetindeki askerler bu durumu bahane ederek dağıldılar ve paşa az bir askerle meydanda kaldı. Ali Paşa bu müşkül vaziyet üzerine muhasarayı kaldırarak çekildi ve vaziyeti de İstanbul'a bildirdi. Payitahttan gelen emirde ilk baharda Acemoğlu'nun hakkından gelinmesi üzere hazırlanması İznikli Ali Paşa'ya bildirildiyse de işi halledememiş olması devletçe olan şöhretini olumsuz etkilediğinden Karaman Eyalet valisi Azımzâde Abdullah Paşa ile yer değiştirmişlerdir. İznikli Ali Paşa gibi nüfuzlu ve kıymetli bir vezirin on beş bin asker, top ve cephane ile bu işi halledememiş olması devletin haysiyetine de dokunduğundan Acemoğlu meselesi, batı Anadolu'da nüfuzu olan Karaosmanoğulları'na havale edildi. Acemoğlu, sığındığı Banaz Kalesi'nde iyice zor duruma düştü ve kurtulmaktan ümidini keserek bulunduğu mahalli terk ederek kaçtı ve Şaphane ile Simav arasındaki Köpenez Köyü'ne geldi. Acemoğlu burada Simav ve Gediz Voyvodası Nasuhoğlu Nasuh Ağa tarafından yakalanarak idam edildi ve başı önce Karaosmanoğulları'na oradan da İstanbul'a gönderilerek teşhir edildi. Germiyanzâde Hacı Süleyman Ağa Kütahya eşrafından olup Kütahya mütesellimi iken halka zulümler ederek para almış ve şikâyet üzerine kendisinden yüz otuz bin küsur kuruş tahsil edilmesine karar verilerek bir mübaşir Kütahya'ya gönderilmişti. Hacı Molla bu paradan on dokuz bin kuruşunu vermiş ve geri kalanı için de kefaletle yükümlendirilmişti. Hacı Molla, kalan bu borcunu vermemek için her çareye baş vurmuş ve bu hal; aleyhdarları tarafından türlü türlü şekillerle İstanbul'a aksettirilmişti. Hacı Molla halkın nefretini kazanmış gaddar bir adam olduğu için halkın bu seferki şikâyeti etkili olmuştu. Hacı Molla Süleyman Ağa, mütesellimliği zamanında bir hayli ocak söndürmüş bir şahıstı. Hatta memleket müftüsü Hoca Mehmed Efendi'yi aralarındaki soğukluğa binaen bir gece çiftliğinde öldürttüğü gibi Kütahya eşrafından Kapıcıbaşı Hasan Ağa'nın da katline teşebbüs etmiş ve bu haline binaen hükûmetçe idamı düşünülmüş fakat firar edip bir tarafa gizlenerek kendisini bir şekilde af ettirmişti. Hacı Molla son defaki vaziyeti dolayısıyla tek duramayarak etrafı karıştırmaya başladığından bu defa Kütahya halkı hep beraber bir olarak kendisini şikâyet etmişlerdir. Bunun üzerine 1814 Haziranı'nda öldürülmesine karar çıkarak durumu Anadolu Valisi'ne iletilmiştir. Nasuh Ağa, Gediz ve çevresinin voyvodası idi. 1816 senesinde Hurşid Ahmed Paşa'nın Anadolu Eyaleti valiliği esnasında kendisinden şikayet olunarak Hurşid Paş
a'nın kendisini yola getireceği sırada diğer bir vilâyete tayin edildiğinden Anadolu valiliği Sivas Valisi Alaaddin Paşa'ya verilmişti. Nasuhoğlu hakkında merkezi hükûmete iletilen şikayetlerin arkası kesilmediği için idamına karar çıkmış ve derhal işi düzeltmesi için Alaaddin Paşa'ya emir olunmuştu. Sivas'tan Kütahya'ya gelmekte olan Alaaddin Paşa'yı ilk valiliğinde mütesellimi olmasından dolayı karşılama için Nasuh Ağa, oğlu ve yeğenlerini göndermişti. Alaaddin Paşa tedbirsizlik ederek bu karşılayıcıları durdurarak Kütahya Kalesi'ne gönderdiğinden bunu haber alan Nasuhoğlu akıbetini anlamış ve derhal asker ve zahire tedarikiyle kendisini müdafaaya karar vermiştir. Beceriksiz bir vezir olan Alâaddin Paşa ahalinin nefretini kazanacak hallere teşebbüs ile gayrimeşru para toplamaya başlayarak İstanbul'dan bu hallere son vermesini tavsiye eden emirlere kulak asmayarak sermayesiz kârından vazgeçmediğinden ve Nasuh Ağa işini de yüzüne gözüne bulaştırdığından valilikten azledilerek rütbesi de kaldırılarak memleketi Sivas'ta ikamete memur edildi. Anadolu valiliğine Karahisar-ı Sahip mutasarrıfı mirimiran Hasan Paşa'ya vezirlik rütbesi de verilerek Nasuhoğlu işinin bitirilmesi emredildi. Hasan Paşa altı bin asker, havan ve obüs topları ve saire ile Nasuhoğlu üzerine yürüdü ve Nasuhoğlu'nun Eğrigöz (Emet), Dağardı, Simav ve Demirci'de bulunan malları müsadere edilip kendisi de sıkıştırılarak kaçmaya teşebbüs ettiyse de yakalanıp idam edildi. Nasuhoğlu'nun firar etmeden evvel kıymetli eşyalarını Şaphane ve Sındırgı taraflarına gönderdiği haber alınarak Demirci'de bulunan zevcesi ve oğlu Süleyman çağrılarak mevzuu araştırılmıştır. Nasuhoğlu Nasuh'un öldükten sonra bıraktıkları satılarak mevcudu on bir bin kuruş ve büyük-küçük hayvanların bedelleri yirmi dört bin kuruş tutmuştur ve zamanına göre epey bir servettir. Nasuhoğlu, Anadolu valilerinden Mustafa ve Alâettin Paşa'ya mütesellimlik ederek bu yüzden ve voyvodalıktan zengin olmuştur. Uşaklı Acemoğlu Ahmet'i yakalayan kişi Nasuh Ağa'dır. Devlete karşı isyan eden meşhur Tepedelenli Ali Paşa'nın 1820 senesinde Yanya'da Hurşid Ahmed Paşa tarafından şiddetli muhasara ve tazyik edilmesi üzerine Ali Paşa'nın oğlu Veli Paşa ve onun oğulları mirimiran Mehmed Paşa ile Selim Sırrı Bey; Hurşid Ahmed Paşa'nın karargâhına ve Tepedelenli'nin diğer oğulları olan Ahmed Muhtar ve Salih Paşalar da İşkodra Mutasarrıfı Mustafa Paşa'ya sığınarak onların yalvarmasıyla idam edilmekten kurtulmuşlardı. Mültecilerden Veli Paşa ve oğulları Mehmed Paşa ile henüz 18 yaşında olan Selim Sırrı Bey Kütahya'da ikamete memur edilmişler, Ahmet Muhtar ve Salih Paşalar da Ankara'ya gönderilmişlerdi. Tepedelenli ailesini tamamen söndürmeye karar veren meşhur Halet Efendi, Ali Paşa'nın evlatlarının sürgünde iken boş durmayıp babalarını kurtarmak için Yanya taraflarına adam gönderdiklerini, Arnavut askerini tehdit ve ahaliyi isyana teşvik ettiklerini; bu durumun da padişahın gazabını iyice artırdığını öne sürerek Tepedelenli oğullarının îdamına karar çıkarttırmıştır. Ağustos 1821'de Kütahya vali kaymakamı Reşit Paşa, ansızın konaklarını basmak suretiyle Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'yı idam ederek başlarını İstanbul'a gönderdi ama küçük olan Selim Sırrı Bey öldürülmedi. Ankara'da bulunanlar da aynı akıbete düştüler. Mehmed Paşa'nın eşi, beşikte bıraktığı oğlu İbrahim Fehman Bey ve Selim Sırrı Bey İstanbul'a gönderildiler. Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'nın cesetleri Kütahya'da Saray Camii arkasındaki mezarlığa defnedilmiştir. Kabirleri geniş ve yüksek bir kısımda olup caminin tam arkasına tesadüf eder. Kitabesi yerinden düşmüştür. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa Konya'da iken o sırada Anadolu Vali vekili olan Reşid Mehmed Paşa alelacele Konya'ya gelmiş, Mısır Ordusu ile şiddetli bir savaşa girerek Mısır Ordusu'nu bozmuş ise de hava karlı ve dumanlı olduğundan kendi askerleri zannıyla Mısır Ordusu arasına girerek esir olmuştur. Osmanlı Ordusu dağılmış ve hiçbir direnişle karşılaşmayan Mısır Ordusu Kütahya'ya kadar gelmiştir. Reşid Mehmed Paşa'nın esir olmasından dolayı Anadolu Valisi ve Karahisar-Menteşe Sancakları mutasarrıfı Mehmed Emin Rauf Paşa ikinci defa sadrazamlığa davet edilmiştir. Rauf Paşa, Kütahya'dan hareket ederken hükümet işlerini devretmek üzere halkın itimat ettiği, şehrin ileri gelenlerinden olan Dürrîzade Hacı Reşid Ağa'yı mütesellim tayin ederek alelacele Mısır Ordusu gelmeden 1833'te Mart ayında İstanbul'a hareket etmiştir. İbrahim Paşa Kütahya'ya gelir gelmez Kütahya'nın da diğer işgal olunan memleketler gibi Mısır'a ilhak edildiğini ve mütesellim Reşid Ağa'nın halkın güvendiği bir isim olmasından dolayı mütesellimlikte devam edeceğini ilan eden bir ilan ile Mısır ordusu karargâhından bir emirname gönderildi (Mart 1832). 1848 Fransız Devrimleri Avrupa'nın her tarafına sirayet ederek hemen her yerde mutlak idareye karşı hareketler görülmüştü. Lajos Kossuth liderliğindeki Macarlar bir müdafaa komitesi teşkil ederek Avusturyalılar'ı Macaristan'dan çıkardılar. Bunun üzerine Macaristan'a savaş açan Avusturya ordusu Macar ordusu karşısında yenildi. Avusturya Ruslar'dan yardım istedi ve Macar ordusu teslim oldu, birçok Macar subayı idam edildi. Bu olaylar üzerine binlerce Macar ve Leh Osmanlı'ya sığındı. Kütahya'ya sığınanlar arasında Lajos Kossuth ve eşi, Lajos Batthyány, birkaç general beraberinde elliye yakın Macar ve on kadar Leh bulunuyordu. Mültecilerle ilgilenmek üzere Süleyman Refik Bey isminde bir miralay memur edildi. Bir buçuk sene kadar Kütahya'da kalan tüm mülteciler Eylül 1851'de Gemlik'e sevk edildi ve yol masrafları ile ihtiyaçları için gerekli paralar verildikten sonra gemilerle Birleşik Krallık'a gönderildiler. Avusturya Hükûmeti mültecilerin serbest bırakılmasını protesto ettiyse de ehemmiyet verilmedi. Osmanlı'nın bu tutumu Avrupa'da iyi fikirler uyandırdı ve Kırım Savaşı'nda bunun faydası görüldü. Kütahya 1867'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi iken, II. Meşrutiyetten sonra bağımsız bir sancak oldu. Millî Mücadele yıllarında, Ocak 1921'de Çerkez Ethem düzenli ordu çatışmasına sahne olan Kütahya, 17 Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde TBMM Batı Cephesi ordusunun yenilmesi üzerine Yunanların işgaline uğradı. Büyük Taarruz'a kadar işgal altında kalan Kütahya, 30 Ağustos 1922'de kurtuldu. Kütahya 8 Ekim 1923'de Vilayet durumuna getirilmiştir. Kütahya'da gerçekleştirilen folklorik bir olaydır. Kaynağını Osmanlı Devleti'nde Surre Alayı'nın Kütahya'dan geçerken çocukların bu alaydan şeker, çikolata, para vs. istemesinden alan olay günümüzde de Ramazan aylarında yörede gerçekleştirilmektedir. Küpecik, Kütahya'da Ramazan aylarında gerçekleştirilen folklorik bir olaydır. Kütahya’da uzun bir zamandan beri devam edegeln bir oyundur ve çocuklar tarafından Ramazan ayında oynanır. Çocuklar Küpecik tekerlemesini okuyup evleri gezerek para, şeker ve çikolata benzeri şeyler toplarlar. Küpecik geleneğinde, uygulamaya katılan çocuklar, akşamın sonuna kadar topladıkları para, çikolata, şeker gibi unsurları grup tarafından belirlenen başkan tarafından eşit ölçüde paylaşırlar. Dağıtım işlemi bittikten sonra ertesi gün için anlaşan çocuklar evlerine dağılırlar. Yeni doğan bebek üç günlük iken sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kâmet okunarak çocuğa isim verilir. İsim verme işini evin en büyüğü yapar. Bebek on beş günlük olunca akrabalar ve yakınlardan toplanan başı tülbentli eski sırmalı bohçalar ile yatak yapılır. Anneanne beşik düzeni hazırlar, baba da büyük cevizli veya fındıklı lokum döktürür. Anne yemek yapar, ailece beşik götürülür. At arabası gelir, at süslenir; bebeğin beşiği kurulur, örtüleri örtülür, eşyaları konur, arabacı da onları götürür. Arkasından anne, baba ve kardeşler gider, beraberce yemek yenir, yakınlar bebeği görür, takılarını taktıktan sonra geri giderler. Daha sonra doğu mübarekesi başlar, gelin sabahlıklarını giyer, yatağa çıkar, bebek erkekse başına kırmızı kurdele; kız ise pembe kurdele bağlanır. Kayın valide baharatlı doğu şerbeti kaynatır, davetlilere büyük porselen fincanda sıcak olarak ikram edilir, arkasından yandan çarklı kahve verilir. Sonra çaylar ve lokum tutulur. Gelin, gelen bütün misafirler için yatağa çıkar ve bu gelenek kırk gün devam eder; gelin ve bebek kırk gün evden çıkmaz. Kırk günün sonunda gelin bebeğiyle beraber anneanneye gider. Akşam damat gelir, gelinin annesi hepsine bohça hazırlar ve hediyeler verilir. Doğu için hazırlanan yatağın aynısı sünnette de yapılır. Sünnet evinde erkekler, komşu evinde bayanlar oturur. Sünnet çocuğu ve mahalle çocukları fayton ile gezdirilir. Eve gelindiğinde sünnet olacak çocuk faytondan inmez, babası gelip çocuğa ne istediğini sorar; söz alındıktan sonra çocuk arabadan iner. Çocuk indikten sonra hazır bulunan sünnetçi tekbirlerle sünneti yapar, sünnet merasimine gelenler çocuğa para verir, paralar sünnet şapkasına konur, sünnet çocuğu arada paraları sayarak avunur. Kurbanlıklar iki, üç gün öncesinden alınır, bahçesi olanlar bahçesine koyar; bahçesi olmayanlar ise bahçesi olan komşularına bırakır, çocuklar kurbanlıkları besler ve bakar. Bayram sabahı namazdan sonra kurbanlar kesilir, önce ciğeri kavrulur, kahvaltı yapılır. Kurban eti yenesiye kadar başka bir şey yenmez. Mahallede nişanlı kızlar varsa onlara oğlan tarafından at arabasıyla kurbanlık süslenmiş, boyanmış, alnının ortasına gremse altın bağlanmış koç gönderilir. Bayramdan önce kızın annesi baklava yapıp hazırlar. Kesilen kurbanın bir budu kırmızı şılak bir kâğıtla süslenir, baklava tepsisi üzerine sırmalı bohça örtülür, at arabasıyla tepsi ve et düğün okuyucusu kadınla damat evine gönderilir. Götüren kadına bahşiş verilir. Daha sonra tepsi geriye boş gönderilmez, çikolata; badem şekeri ve çeşitli çerezlerle doldurularak kız evine iade edilir, gelin kız bunları arkadaşlarına dağıtır. Evde kesilen kurban eti hemen parçalanıp mahalledeki hâli vakti yerinde olmayan fakirlere derhal dağıtılarak sofralarına yetiştirilir. Kurban etinden büyük bir tencere kavurma yapılır, bayram ziyaretine gelenlere i
kram edilir. El öpmeye gelen kız çocuklarına ufak mendil, oğlan çocuklarına büyük mendil ile beraber yanında para verilir. Bu yüzden bayramdan önce kutu kutu mendil ve çorap alınır. Çocuklar aldıkları paraları bakkallarda, parklarda, panayırlarda harcarlar. Kız isteme günü erken kalkılır, sabah erkenden işler bitirilir. Gelinlik kızı olan evlere çat kapı habersiz dünür gelir. Görücüler temiz odaya alınır. Görücüler önce kızın annesine bakar, konuşmasını, hareketlerini izlerle sonra evin düzenine, etrafa bakıp göz gezdirirler. Görücülük başka birisinin tavsiyesi üzerine olur. Kız temiz bir kıyafet giyer, önce el öper, sonra kahve ikram edip gider. Dünürcüler boşalan kahve fincanlarını ellerine tutarlar, anneye vermezler, tekrar görmek için kızın gelmesini beklerler. Kız beğenilirse kaş-göz işaretleriyle anlaşılarak kız istenir. Damat adayı kız isteme sırasında evde bulunmaz, nikahtan önce kız evine gelmez, evlenecek kıza dışarıda uzaktan gösterilir. Mahallenin genç kızları ve yeni gelinler düğünlerde arkadaş dikişli, bazısı siyah çizgisi olan ince ipek çorak giyerler. Bu çoraplar teli kaçmasın diye özenle giyilir. Giyince arka çizgisinin düzgün olmasına dikkat edilir. Sonra başka düğünlerde giymek için saklanır. İpek çorap çok ince olduğu için bazen tel kaçar, tel kaçan çoraplar tamir ettirilip tekrar giyilir. Düğünlerde sivri burun, tığ topuk ayakkabı giyilir, topukları aşınınca tamirciye götürülür, tamirci topuğa çelik takar. Taş kaldırım sokaklarda bu topuklularla yürümek zor olduğu için taştan taşa sekerek dikkatli yürünür. İç çamaşırı olarak yazın ince, kışın kalın çiçekle pazenden dikolta dikilir. Yazın askılı, kışın omuzlu giyilir. Geceklikler de bu kumaşlardan dikilir. Hemen herkes giysisini evinde dikiş makinasında diker. Şalvarlar yazın Nazilli basmadan, pijamalar kışın pazenden dikilir. Şehir merkezinde Kırklar Tepesi denilen mevkiide yemek yapılır. Adağı olan kişi bir gün önceden gelip Sultanbağı soğuk çeşme bahçesine çadır kurar. Bir koyun kesilir, ciğeri olduğu gibi kuşlar yesin diye ağaca asılır. Koyunun geri kalan etleri pişirilir, kemiklerinden ayrılır, etin suyuyla da ayrıca "Tutmaç Çorbası" adı verilen naneli bir çorba pişirilir. Kırklarda aş olduğunu duyanlar buraya gelir, mevlid okunur, mevlidden sonra kabını alan herkes çorbadan alır. Gelenler ufak maltızlarını yakarak çay demlerler, kahvaltılıklarla beraber çaylar içilir. Yemekten sonra orada bulunan ceviz ağaçlarına salıncaklar kurulur, ip atlanır top oynanır; büyükler sohbet eder. Bu gelenek yılda bir defa yapılır. İlkbaharda tellâl adı verilen kişi sokak sokak gezerek sokak başlarında durur, mahalleliyi mânilerle Müderris Bahçesi'ne davet ederdi. "Nazilliler yellensin, gözlemeler tellensin, çarşamba günü hanımlar ve beyler Müderris'te eğlensin" diye yüksek sesle bağırırdı. Müderris Bahçesi şimdiki Hamidiye Mahallesi'nde yamaçta, yeşillikler içerisinde çeşmeleri bulunan bir yerdi. Üst tarafında birçok su değirmeni bulunur, Aksu Çayı buradan geçerdi. Müderris günü herkes o bahçeye gider, yöresel bir yiyecek olan Gökçimen hamursuzu, haşhaşlı gözleme, un helvası yapılır; un helvasının içerisine ağaçların çiçekleri atılırdı. Baharın gelişi burada kutlanırdı. Günümüzde Müderris Bahçesi'nin büyük bir bölümü kalmamıştır. Kütahya'nın Fethi 6 Mayıs günü olduğu için hıdırellez aynı gün kutlanır be aynı gün ayrıca "gavur küfürü" yapılır. "Gavur küfürü" geleneği Hıristiyanların Paskalya kutlamalarına karşı yapılan bir gelenek olup günümüzde kaybolmuşken hıdırellez ve Kütahya'nın Fethi kutlamaları her yıl 6 Mayıs günü yapılır. Kış eğlencelerinde erkekler bir evde toplanır, sohbet ederler, yorgunluk atarlar. Bazı evlerde çekme helva yapılır. Çekilen helvalar büyük bakır tepsiye yayılır, arasına yüzük konur. Tepsinin etrafına toplanılır, üç parmak arasına alınıp yenen helvanın içinden yüzüğün kime çıkacağı beklenir. Yüzük kime çıkarsa bir dahaki sefere onun evinde toplanılır. Bayanlar bir komşu evinde çocukları ile toplanır. Gençler ve çocuklar bir köşede oturur, ağabey veya ablalarından biri onlara masal anlatır. Sonra fincana yüzük saklanır, fincan oyunu oynanır. "Yattı kalktı" oyunu oynanır, herkese bir meyve ismi verilir. "Elma yattı armut kalktı" denir, yatmayana ufak cezalar verilir. Bayanlar kendi aralarında sohbet eder, el işi dantel veya örgü işi yaparlar. Kuzinesi olan evlerde mısır kaynatılır, kuzine içerisine patates atılır, kabak kaynatılır, çaylar demletilir. Bahçesinde ağacı olanlar gelincik elması, yağ armudu, döngel gibi meyveler ikram eder. Oyalar saf ipekten yapılır, ipek ince bükülür. İnce işçilikle yapılan oyalar kolalanmış gibi durur. Oyalar, "mırgı dânesi" denilen dânelere çekilir. Dânelerin kenarları yollu, sulu desen ve çiçek desenli olur. Çok ince olan bu dâneler iki kişi tarafından katlanır, cam kutulara konur. Yapılan her çeşit oyanın bir ismi olur. O isimlerden basıları: Zerrangadah, Züleha Sümbül, Üzerik Oyası, Meclis Kuruldu, Yıldız Oyası, Ay Çiçeği, Malak Sattıran, Çörekotu, Cimcik Oyası, Fermene Oyası, Fasulya Çiçeği, Hıyar Çiçeği, Kasımpatı Oyası, Beyaz Zambak, Kemerli Sümbül, Gönül Dolabı, Küpeli Oyası, Elifli Badem, Hanımeli Oyası, Menekşe Oyası, Şafak Yıldızı, Gül Oyası, Kestane Çiçeği, Yanı Kuzulu, Fakir Baktı Zengin Kaptı, Kiremit Sattıran, Tefebaşı Oyası, Açık Oturum, Ilıca Çiçeği, Cici Kızlar, Paşa Nişanı, Yedidağ Çiçeği, Torun Yumruğu, Belirgat Oyası, Sümbül Oyası, Vazo Oyası, Karanfil Oyası, Hanım Kirpiği Oyası, Mecnun Yuvası Oyası, Hercâi Menekşe Oyası, Çifte Sümbül Oyası, Yeni Dünya Oyası, Elti Eltiye Küstü Oyası, Kütahya Oyası, Selânik Oyası. Kütahya'nın yemek kültürünün temelini buğday ürünleri, hamurlular ve süt ürünleri oluşturur. Tereyağlı-yoğurtlu cimcik, kıymalı sini mantısı, tereyağlı-yoğurtlu kaçamak, tereyağlı peynirli cevizli belirgat, haşhaşlı gözleme, suda haşlama mantı, mercimekli mantı, kulak aşı, mercimekli tosunum, tepside haşhaşlı katmer, kıymalı-peynirli-ıspanaklı şibit, sodalı hamursuz, Kütahya höşmerimi, şibitli tavuk tiridi, papatesli dolamber böreği, namaz lokması, Gökçimen hamursuzu, tahinli çörek, kıymalı su böreği, sarma hamur dolması, cevizli gelin çöreği. Sıkıcık, miyane, oğmaç, yoğurt çevirme çorbası (düğün çorbası), kızılcık tarhanası, tutmaç, tarhana, tekke, çene çarpan ve paça çorbası. Ilıbada (labada) dolması, etli yaprak sarma, zeytinyağlı soğan dolması, etli lahana sarması. Göveç (güveç), Kütahya usulü kavurma, küp eti, kuzu kaburga kebabı. Hekmane erik hoşafı, güllaç, kaymak baklavası, Kütahya usulü höşmerim, pelûze, çekme helva, yufka tatlısı, su muhallebisi, gelincik şurubu (şerbeti). Kütahya'da ilk çini örnekleri 14. yüzyılın sonlarında görülmeye başlanırken çinide asıl ilerleme İznik'in çini sanatının zirvesinde olduğu 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlar. Özellikle İstanbul'un çini ihtiyacını karşılamak için Kütahya'da çini atölyeleri kurulmuş, Osmanlı'nın gerileme dönemiyle beraber İznik'te çinicilik de aynı hızda gerilemeye başlamıştır. 18. yüzyılda çinicilik sanatının İznik'te tamamen kaybolmasıyla Kütahya bu alanda faaliyet gösteren tek yer olmuştur. Osmanlı'da çiniciliğin en güzel ve son örnekleri Hafız Mehmed Emin Efendi'nin elinden çıkmıştır. Kütahya'da musikinin başlangıcı 14. yüzyıla dayanır. Mevlevîhânelerin, tarihimizde çeşitli güzel sanatların özellikle de musikî sanatı ile ilgili eğitim yerleri olması kaynaklarda sıkça anılmıştır. Kütahya Mevlevîhânesi'nin de bu konuda aynı işlevi gördüğü buradan yetişen sanatkâr ve bestekârların musiki tarihimize mâl olmuş çalışmalarından anlaşılmaktadır. Germiyanoğlu II. Yakub'un "Çöğür" denilen bir sazı da çok iyi çaldığı bilinmektedir. Ahmet Yakupoğlu, akademide okuduğu yıllarda Neyzen Halil Dikmen'den "ney", yine Neyzen Nurullah Kılınç Bey ile Süleyman Erguner'den musiki dersleri aldı. Kütahya'ya döndükten sonra "Çini Beldesi" Kütahya'ya aynı zamanda "Neyzenler Beldesi" sıfatını kazandırmış, kırkın üstünde neyzen yetiştirmiştir. Türk halk ozanı Hisarlı Ahmet ise halk müziği dalında birçok parçayı bestelemiş olup eserlerini Kütahya'ya mal etmiştir. Kütahya ili Ege Bölgesi'nin İç Batı Anadolu Bölümü içinde yer alır. Ege Bölgesi'nin bu bölümü, İç Anadolu Bölgesi ile Asıl Ege Bölümü arasında bir eşik durumundadır. İç Anadolu çanağından Ege ovalarına, veya Güney Marmara havzalarından İç Anadolu'ya geçişte bu eşik aşılır. Eşiğin bariz karakteri, ortalama yükseltisi 1200 m. civarındaki yaylalardan ibarettir. Sahanın 3/4'ünden fazlasını 1000–1500 m. yükseltiler arasındaki dalgalı düzlükler teşkil eder. Bu sebepten saha, coğrafya dilinde "Kütahya Yaylaları" diye anılır. Bu yaylalar içinde, kabaca kuzeybatı-güneydoğu istikametinde açılmış çukur sahalar ile eşik üzerinde yükselen bir takım dağ ve tepe dizileri bölgeyi çeşitlendiren diğer yüzey şekilleridir. Kütahya ili gerek fizikî coğrafya şartları gerek beşerî ve iktisadî coğrafya şartları bakımından Ege, Marmara ve İç Anadolu bölgeleri arasında bir geçiş teşkil eder. Bu üç bölgeden birine doğrudan doğruya bağlanamayacağı gibi, bunlardan müstakil olarak da düşünülemez. Nitekim, bölge sıcaklık şartları bakımından daha çok İç Anadolu Bölgesi'ne, karasallık derecesi bakımından Asıl Ege bölümüne, yağış rejimi, kuraklık devresinin süresi ve iklim tipi bakımından daha çok Marmara Bölgesi'ne yakınlık gösterir. Bitki örtüsü bakımından diğer üç bölgenin de özelliklerini taşıyan Kütahya ilinde jeomorfolojik karakter olarak, İç Anadolu karakteri hâkimdir. Buna karşılık toprakların dağılşı bakımından İç Anadolu'dan ayrılır ve Ege ile Marmara bölgelerine yakınlık gösterir. İrtifa kuşakları itibarıyla İç Anadolu Bölgesi ile olan münasebeti, İç Anadolu'nun hububat ziraati ve ekstansif hayvancılık karakterinin bu sahaya aksetmesini icap ettirir. Ancak bölgede toprakların işletme bakımından bölünüşü, İç Anadolu'dan farklıdır ve bu bakımdan saha daha çok Ege Bölgesi'ne benzer. Nihayet Kütahya Ovası ve çevresi ziraî nüfus çoğunluğu bakımından Asıl Ege Bölümü'ne, mesken şekilleri itibarıyla daha çok Ege ve Marmara Bölgeleri'ne yaklaşır. Yerleşme coğrafyası bakımından
ise sahada İç Anadolu karakteri hâkimdir. Kütahya ve çevresine bu farklı özellikleri, coğrafî mevkiî vermektedir. Sahip bulunduğu değişik fizikî ve beşerî şartlar, Ege, Marmara ve İç Anadolu bölgeleri arasında yer alan bu bölgeye ayrı bir coğrafi ünite karakterini kazandırmıştır. İçinde bulunduğu İç Batı Anadolu Bölümü gibi, sahaya şahsiyetini kazandıran bu değişik özelliklerdir. İç Batı Anadolu Bölümü'nün bir parçası olan Kütahya ve çevresi, kendisine bu farklı özellikleri kazandıran coğrafî mevkiî dolayısıyla, aynı zamanda stratejik bir mahiyete haizdir. Zira Kütahya, Ege, Marmara ve İç Anadolu Bölgeleri'ne hâkim durumda olan İç Batı Anadolu eşiği üzerinde yer alır. Bu eşik, diğer üç bölgeden gelen tabiî yolların birleştiği, diğer bir ifadeyle bu bölgelere giden yolların tevzi olunduğu bir yerdir. İç Batı Anadolu eşiği, Anadolu üzerinde kurulacak bir hakimiyette, veya Anadolu'nun müdafaasında tarih boyunca stratejik önemini daima muhafaza etmiştir. Kütahya ve çevresinin iklimi Ege, Marmara ve İç Anadolu Bölgeleri arasında bir geçiş tipidir. Diğer bir ifadeyle iklim bakımından her üç bölgenin de özelliklerini taşır. Sıcaklık şartları daha çok İç Anadolu'yu andırmakla beraber, İç Anadolu Bölgesi'nde hâkim olan step ikliminin dışında kalır ve Ege ile Marmara Bölgesi gibi, kurak iklimlerle nemli iklimler arasındaki geçiş iklimi tipine girer. Sıcaklığın dağılışı: Kütahya ve çevresinin kış mevsiminde en az soğuyan yerleri, yükseltisi 1000 m. nin altında olan Kütahya, Köprüören, Tavşanlı ve Aslanapa Ovaları'dır. Dağlık sahaların kuzey yamaçlarında sıcaklığın düşüşü, güney yamaçlara nispetle daha serindir. Kütahya Ovası ile Aslanapa Ovası arasında yer alan dağların güney yamaçlarından Aslanapa Ovası'na inişte sıcaklıkta bir artış görülür. Bu iki ova arasındaki Yellice, Bakırdağ ve Gümüşdağı bir alçak sıcaklık adacığı durumundadır. Kütahya ve çevresinde sıcaklığın dağılışında dikey yönde görülen farklılık, kendinin sahanın doğusu ile batısı arasında da hissettirir. Emet dolaylarında sıcaklık artışı görülür. Aynı yükseltilerde sahanın doğusu ile batısı arasındaki farklı ısınma, bölgenin coğrafî mevkisinin bir neticesidir. Doğudan İç Anadolu'ya açık oluş, kış mevsiminde buraları İç Anadolu'nun karasal tesiri altına sokar. Bölgenin batı kesiminin kışın daha az soğuması ise, Marmara ve Ege denizlerine açık vadiler boyunca deniz tesirinin buralara kadar sokulmasının bir neticesidir. Yaz mevsiminde Kütahya Ovası ve çevresinin en fazla ısınan yerleri Tavşanlı Ovası ile Porsuk vadisidir. Yaz aylarındaki yüksek sıcaklıklar bölgeye kuzeydoğudan Porsuk kanalıyla İç Anadolu tesirinin, kuzeybatıdan ise Kirmasti ve Adırnaz Vadileri yoluyla Ege ve Marmara tesirinin sokulmasıyla ilgilidir. Buna karşılık gerek İç Anadolu gerek Ege ve Marmara bölgelerinin tesir sahası dışında kalan Kütahya ve Köprüören Ovaları'yla bunları çevreleyen yaylaların 1000–1250 m. yükseltiye kadar olan kesimleri yazın biraz daha az ısınırlar. Anlaşılacağı üzere Kütahya ve çevresinin kışın en az soğuyan, yazın da en çok ısınan kesimleri ovalık sahalarla, bunları çevreleyen alçak yaylalardır. Yağışın dağılışı: Kütahya ve çevresinde her taraf aynı şekilde yağış almaz. Yağışın farklı dağılışı üzerinde en büyük rolü yükselti oynar. Bölgenin en yağışlı kısımları, Kütahya'nın güneyinde uzanan Gümüşdağı, Yellice Dağı kuzeyde Yeşildağ ve batıda Türkmen Dağı'dır. Dağlık kısımlardan eteklere doğru yağış tedricen azalır. Yellice ve Gümüşdağı'nın güney eteklerinde yağıştaki azalma, kuzey eteğe nispetle daha fazladır. Bölgenin en az yağış alan yerleri olarak, alçak yaylalar kesimiyle ovalık sahaları dikkati çeker. Köprüören'den batıya doğru gidildikçe yağışlarda yine bir azalma görülür. Batı istikametinde yağıştaki bu azalma kısmen Tavşanlı ile Kütahya arasındaki yükselti farkından (Kütahya:950, Tavşanlı: 850 m.) kısmen de Kütahya'nın gerisinde yükselen dağlık kütleden ileri gelir. Bu dağlık kütle Kütahya için bir yağmur duvarı teşkil eder. Tavşanlı'nın etrafı Kütahya'ya nispetle daha açıktır. Bölgede en yağışlı ay Aralık, en kurak ay Ağustos'tur. Ağustos'tan itibaren yağışlar artmaya başlar ve en yüksek seviyeye Aralık-Ocak aylarında ulaşır. Mevsimlik yağışlar içinde en büyük paya %39 ile kış ayları sahiptir. İlkbahar yağışlarının oranı %29, Sonbahar yağışlarının ise %19'dur. En kurak mevsim yazdır. Bununla beraber %13'e varan yaz yağışları oranı bölgede yaz kuraklığının hafiflemiş olduğunu aksettirir. Bölgede yağışlar umumiyetle sağanak karakterinde değildir. Sağanak yağışlarının, bütün yağışlara oranı %3'ü bulmaz. Kar yağışlı günlerin yıllık ortalama sayısı 19 gündür. Kar en fazla Ocak, Şubat ve Mart aylarında yağar. Kışın sahanın karasal şartların tesirinde kalması dolayısıyla, kar kolay ortadan kalkmaz ve yılın ortalama 31 günü karla örtülü geçer. Rüzgar durumu: Kütahya Ovası ve çevresinde hâkim rüzgarlar kuzey kesimde (kuzey, kuzeydoğu, kuzeybatı) toplanmıştır. Bu kesimden esen rüzgarlar, bütün yönlerden esen rüzgarların yıl içinde %52'sini, ilkbaharda %51'ini, yazın %72'sini, sonbaharda %47'sini teşkil ederler. Bu husus, Türkiye'nin bütününü tesiri altında bulunduran yüksek ve alçak basınç merkezlerinin durumuyla ilgilidir. Türkiye senenin büyük bir kısmında, bilhassa yaz mevsiminde sahası genişlemiş ve Balkanlar'a kadar sokulmuş olan subtropikal yüksek basınç sahası ile, Basra Körfezi üzerinde teşekkül etmiş ve zaman zaman Anadolu içlerine kadar bir oluk şeklinde sokulan alçak basınç sahasının tesiri altındadır. Kışın ise basınç merkezlerinin durumu değişir. Bu mevsimde rüzgar rejimini tayin eden Arabistan ve Afrika üzerindeki yüksek basınç sahaları ile Orta Avrupa üzerinden Karadeniz'e doğru seyreden gezici alçak basınçlardır. Kütahya Ovası ve çevresi de kışın bu sistem içine girdiğinden, kış mevsiminde bölgede güney yönlü rüzgarlar hakim duruma geçer. Bölgede rüzgar hızları şiddetli değildir. Kuzey kesimden esen rüzgarlar çoğunlukla hafif rüzgarlardır. Kütahya'da yaz ve bilhassa sonbahar rüzgar bakımından sâkin geçer. İç Batı Anadolu eşiği üzerinde yer alan bu bölgenin yüzey şekilleri bakımından bariz karakterini, üzerinde bir takım dağ ve tepe dizilerinin yer aldığı muhtelif yükseltilerdeki yaylalar ile bunlar içinde gelişmiş ovalar teşkil eder. Gerek dağ ve tepe dizileri, gerek çukur sahalar, eşiğin umumi gidişine uygun olarak kuzeybatı-güneydoğu istikametinde uzanırlar. Kütahya yaylalarında farklı yükseltilerde iki kademe ayırt edilir. Bunlardan alçak yaylalar 1000-1250 metrelere, yüksek yaylalar ise 1250-1450 metrelere tekabül eder. Eşik üzerindeki başlıca dağ ve tepe dizileri, Kütahya Ovası'nın hemen güneyinde yarı kristalize kalker ve metamorfik şistlerden müteşekkil Yellice Dağı (1764 m.) ve Gümüşdağı (1901 m.); kuzeyinde serpantinlerden meydana gelmiş Yeşildağ (1533 m.); bölgenin batısında kısmen yarı kristalize kalker, mermer ve kısmen de volkanik elemanlardan müteşekkil Türkmen Dağı (1829 m.) güneyinde Murat Dağı (2312), Şaphane Dağı (2121 m.) ve batısında Eğrigöz Dağı (2181 m.) ve bunların uzantılarındaki tepelerdir. Alüvyonlarla kaplı Kütahya, Köprüören, Tavşanlı, Altıntaş, Aslanapa, Gediz, Simav, ve Örencik Ovaları eşiğin alçak kısımlarını teşkil ederler. Gerek dağ ve tepe dizileri gerek çukur sahalar eşik üzerinde az yer tutarlar. Eşik büyük kısmıyla neojen yaylalarından müteşekkildir. Kütahya yaylaları Porsuk Nehri ve tâbileri ile Kocasu tarafından derince parçalanmıştır. Yaylanın yüzeyi ile Porsuk Nehri'nin tabanı arasında 100–150 m.lik seviye farkı vardır. Kütahya Ovası deniz seviyesinden ortalama olarak 930 m. yükseklitktedir. Kuzeybatı ucu ile güneydoğu ucu arasındaki uzunluğu 25 km.dir. Bu istikamette ova, yer yer daralır ve genişler. Ovanın en fazla genişlediği yer Kütahya şehrinin kurulduğu yayla kenarı ile Porsuk Nehri'nin ovayı terk ettiği yer arasındadır. Burada ovanın genişliği 5,5 km. kadardır. İkizhöyük-Siner mahalleleri arasında genişlik 1 km.ye iner. Güneydoğuya doğru ova yeniden genişler ve Alayunt ile Ağaçköy arasında 3 km.yi bulur. 93 km²'lik bir saha kaplayan ova, bir taban seviyesi ovası olup eski ve yeni alüvyonlardan meydana gelmiştir. Eski alüvyonlar daha çok ovanın kuzeybatı ucunda bulunurlar. Felent Çayı eski alüvyonları parçalamış ve kenarlarında yüksekliği yer yer 50m. yi bulan taraçalar halinde kalmasına sebep olmuştur. Ovanın büyük kısmı ise yeni alüvyonlarla kaplıdır. Daha çok kum ve çakıllardan meydana gelen yeni alüvyonlar kenarda 5 m. orta kısımlarda ise 40 m. kalınlığa sahiptir. Kütahya Ovası'nın suları Porsuk ve tâbileri tarafından akıtılır. Porsuk'un kuzeybatıdan gelen kolu olan Felent Çayı, ovanın batı tarısını kabaca doğu-batı istikametinde kateder. Fenet Çayı, Enne ve Civli mahalleleri arasonda dar bir boğaz arasında akmakta ve Civli'den itibaren vadisini genişleterek ovaya girmektedir. Ovanın doğu yarısını ise Porsuk kuzeybatı-güneydoğu istikametinde kateder. Porsuk ovaya güneydoğudan dar bir boğaz içinde girer ve kuzeyde yine dar bir boğazla terk eder. Kütahya Ovası batısındaki Yoncalı çukurluğundan hafif tepelik bir eşik ile ayrılır. Yoncalı çukurluğunun orta kısmında kuzey-güney yönünde uzanan kırık hattı boyunca yer yer sıcak çamur ve sıcak su kaynakları mevcuttur. Yoncalı ılıcası burada kurulmuştur. Yoncalı çukurluğu dar bir eşikle Köprüören çukurluğuna bağlanır. Deniz seviyesinden 1000 m. yüksekliğindeki Köprüören çukurluğu Felent Çayı'nca katedilir; bu çukurluğun kuzeyinde Kükürt, Ağızören ve Gümüşgölcük çukurları sıralanır. Köprüören alçak sahasından daha batıdaki Tavşanlı Ovası'na, volkanik tüflerin teşkil ettiği bir eşik aşılarak geçilir. Köprüören ve Kütahya Ovaları'ndan daha alçakta bulunan Tavşanlı Ovası'nın deniz seviyesinden yüksekliği 840 m. civarındadır. Kütahya Ovası'nın güney kenarı, kuzey kenara oranla daha dik oluşu ile dikkati çeker. Ovadan kuzeydeki yaylalara tatlı bir eğimle geçildiği halde, güney kenarın bir kırık hattına tekabül etmesi sebebiyle, bu geçiş dik meyilledir. Ova tabanı ile yayla yüzeyi arasındaki fark güneyde 400–500 m. kuzeyde ise 200–250 m.dir. Kütahya Ov
ası'nın güney çerçevesi, kuzeye oranla dağların daha geniş yer kaplaması ile dikkati çeker. Güney çerçeveye dağlık vasfını kazandıran Gümüşdağ ve Yellice Dağı, Demirciören-Kütahya kırık hattı sebebiyle ovadan, arada dar bir yayl düzlüğü bırakarak, birden yükselirler ve kabaca kuzeybatı-güneydoğu istikametinde uzanırlar. Bu iki dağ kütlesi, Kütahya şehrinin güneybatısına tekabül eden esimde, eski Kütahya-Gediz yolunun geçtiği bir boyun noktası ile birbirinden ayrılırlar. Yellice Dağı'nın kuzey mailesinde, ova ile dağ arasında dar bir sahada görülen yayla sathı, güney mailede daha geniş sahalar kaplar. Dağın güney eteklerinden başlayan yaylalar Aslanapa Ovası'na nkadar devam eder. Porsuk ve kolları tarafından oldukça derin bir şekilde parçalanmış olan bu yaylalar üzerinde kalkerlerden meydana gelmiş münferit tepeler yer alır. Kütahya ve çevresi akarsu havzaları bakımından Marmara, Karadeniz ve Ege'ye bağlıdır. Bölgede dışa akışı olmayan yer yoktur. Sahanın suları Kirmasti, Kocasu (Adırnaz) ve Simav ve Emet suları Marmara Bölgesi'ne (Simav Çayı Sındırgı Çaygören Barajı'na, Emet Çayı Mustafakemalpaşa Çayı vasıtasıyla Uluabat Gölü'ne dökülür), Porsuk Çayı Sakarya Nehri vasıtasıyla Karadeniz'e, Gediz Nehri de Ege Denizi'ne dökülür. Akarsular içinde en büyük pay Porsuk Çayı'na aittir. Porsuk çayı ve kolları bu bölgenin yaklaşık olarak üçte ikisinin sularını boşaltır. Bölgedeki akarasular umumiyetle kısa boylu akarsulardır. Bölgeye girdiği nokta ile terk ettiği nokta arasında yaklaşık 70 km. uzunluğa sahip olan Porsuk Çayı ve Kocasu haricinde, sahanın en uzun akarsuyu Felent Çayı'dır. Akarsularda akımın en yüksek olduğu ay Mart, en az olduğu ay da Ağustos'tur. Bölgede akım üzerinde etkin olan yağışlardan çok sıcaklıktır. Zira akımın azamiye ulaştığı Mart ayı, bölgede yağışların Aralık ayından Nisan'a kadar devamlı bir alçalma gösterdiği devre içinde kalır. Mart ayında akımı artıran yağışlardan ziyade, sıcaklığın artmasına bağlı olarak karların erimesidir. Ağustostaki akımın düşüklüğü ise, Ağustos'un en sıcak ay olması dolayısıyla, buharlaşmanın fazlalığı ve en kurak ay olması ile ilgilidir. Akarsuların beslenmesinde yeraltı suyu da rol oynar. Kütahya ve çevresi, kahverengi orman toprakları, kireçsiz kahverengi orman toprakları, kahverengi topraklar, kestane rengi topraklar, rendzina toprakları ve alüvyal topraklar gibi çeşitli toprak tiplerine sahiptir. Bunlar içinde en yaygın olanı, bölge topraklarının üçte ikisini teşkil eden kahverengi orman topraklarıdır. Bu toprak tipi daha ziyade serin ve orta derecede nemli olan orman sahalarının topraklarıdır. Bölge, büyük kısmıyla böyle bir iklimin karakterlerini taşır. Kütahya ili bitki örtüsü bakımında Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu Bölgeleri'nin özelliklerini taşır. Bölgenin hâkim bitki topluluğu kuru ormanlar olmasına rağmen, Marmara yoluyla Karadeniz'in nemli tesirine açık kesimlerinde, bilhassa dağlık kesimlerin uzey mailelerinde ve vadi içlerinde yarı nemli bir bitki topluluğu; Ege ve Marmara yoluyla Akdeniz tesirinin sokulduğu kesimlerinde ve bu yerlerin bilhassa mahfuz vadi yamaçlarında Akdeniz birki örtüsünün bazı elemanları yer alır. Nihayet bölgenin hâkim bitki topluluğu olan kuru ormanları, İç Anadolu'nun step sahası dışında kalan yerlerinin kuru ormanları ile büyük bir benzerlik gösterir. Kütahya ili bitki örtüsünün bu çeşitliliği, birinci derecede iklimle ilgilidir. Zira bölge Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinde hüküm süren iklimlerin birbiri içine girdiği bir sahaya tekabül eder. Bununla beraber bazı kesimlerin bitki örtüsünü, birinci derecede toprak şartları tayin etmiştir. Örneğin orman örtüsünden mahrum olan Köprüören kuzeyindeki alçak yaylalar sahası, iklimden ziyade toprak şartlarının yarattığı bir step görünüşündedir. Kütahya ilinin bitki ötüsünü, yarı nemli ormanlar sahası, kuru ormanlar sahası, Akdeniz maki elemanlarının sokulduğu kesimler ve toprak şartlarının yarattığı step sahası olarak gruplandırmak mümkündür. Bitki örtüsünü kuru ormanların teşkil ettiği yerler, dağlık kütlelerin 1500–1600 m. den yüksekteki kısımları haricinde, bölgenin bitki örtüsüyle kaplı yerlerinin hemen tamamında yaygındırlar. Buraları büyük kısmıyla Kütahya'nın yüksek yaylalar kesimine tekabül eder. Kuru ormanların hâkim ağaç cinslerini karaçam, meşe türleri (saçlı meşe, mazı meşesi, Lübnan Meşesi) ve ardıç türleri meydana getirir. Yıllık yağış tutarı 600–800 mm.ler, Temmuz sıcaklıkları 17-19 derece arasında değişen yüksek yaylalar sahasında hüküm süren iklim şartlarına iyi intibak etmiş olan karaçam, kuru ormanların en yaygın elemanıdır. Kış sıcaklıkları, bu ağaç türünün yetişemeyeceği düşük değerlere erişemez. Bu sahaların hâkim toprak tipini de kahverengi orman toprakları teşkil eder. Karaçam ormanları, bilhassa Yellice ve Gümüşdağı kütlelerini çevreleyen yüksek yaylalar üzerinde kesintisiz olarak devam ederler ve doğudaki yaylaları kaplayan aynı mahiyetteki ormanlarla birleşirler. Bölgenin kuzeyindeki Yeşildağ kütlesi ve eteğindeki yaylalar ve tepelik sahalar da karaçam ormanları ile kaplıdır. Bu ormanların alt katını ardıç çalılıkları teşkil eder. Doğudaki yüksek yaylalarda karaçam ormanları, araya sapsız meşelerin girmesiyle karışık orman karakterini kazanır. Köprüören ve Kütahya ovaları ile Yeşildağ kütlesi güneyindeki tepelik saha arasında kalan yaylalar, bugün bitki örtüsünden tamamen mahrumdur. Ancak sahaya bu görünümü kazandıran iklim şartları değildir. Köy yoğunluğunun fazla olduğu bu sahada, bitki örtüsünün geniş ölçüde ortadan kaldırılmış olduğu muhakkaktır. Bununla beraber buranın step görünümünü kazanmasında zemini kaplayan kahverengi toprakların rolü de büyüktür. Türkiye'nin büyük kesiminde olduğu gibi Kütahya'da da geçimini sağladığı nüfus oranı bakımından tarım başta gelir. Kırsal nüfusun çoğunlukta olması da bunu gösterir. Kütahya'da tarımın ilk göze çarpan karakteri, ekim alanları içinde tahıla ayrılan sahaların fazla yer tutmasıdır. Ekim alanlarının çok büyük bölümü tahıl ekimine ayrılmıştır. Tahıl türleri arasında buğday birinci, arpa ikinci sırayı alır. Diğer tahıl ürünleri fazla önem taşımaz. Baklagiller üretiminde Kütahya ili söz sahibi değildir. En fazla fasulye (merkez ilçede) ve nohut (Emet ilçesinde) ekilir. Endüstri bitkileri arasında en çok şeker pancarı ekilir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında kurulan Uşak Şeker Fabrikası'nın o yıllarda Kütahya il sınırları içerisinde olması bu tarımı teşvik etmiştir. Daha sonra Kütahya'da da şeker fabrikasının kurulmasıyla pancar ekimi daha da hızlanmıştır. Şeker pancarından sonra en fazla ekilen endüstri bitkileri afyon kapsülü ile ayçiçeği ve kenevirdir. Fakat bunlar şeker pancarını çok geriden izlerler. Kuru sebzelerden en fazla patates ekimine önem verilir. Tahıl üretiminde önde gelen Merkez ve Altıntaş ilçeleri bağcılık bakımından geri durumda, buna karşılık Emet, Gediz ve Simav ilçeleri ileri durumdadır. Meyve ağaçları sayısı ve üretimi bakımından elma başta gelir. İkinci sırada yer alan vişne, ilin ün yaptığı ürünler arasındadır. Ceviz ve kestane ağaçlarının çokluğu da kendini gösterir. Çilek yetiştiriciliği de gelişmiştir. Kütahya'da yaygın olan madenlerin başında linyit kömürü gelir. İlin kuzeyinde bulunan linyitlerin işletilmesi Kütahya-Balıkesir demir yolunun yapılması ile kolaylaşmıştır. İşletilen yataklardan biri Değirmisaz havzası olup aynı adlı istasyona 2,5 km uzaklıkta kalitesi iyi fakat rezervi az bir yakıttır. İkinci ve önemli yataklar Tavşanlı kuzeyinde Tunçbilek mevkiinde bulunur ki, işletmeye açıldıktan sonra 1943'te 15 km'lik bir demir yolu ile ana hatlar bağlanarak taşıma işleri kolaylaştırılmıştır. Bu yataklar Tunçbilek termik santralini besler. Seyitömer linyitleri biraz daha aşağı kaliteli olup ekskavatörle çıkartılabilir durumdadır. Bor yatakları Emet ilçesinde bulunur. Şap (alunit) yatakları Gediz-Şaphane ilçelerinde bulunur. Krom Türkiye'de ilk olarak Kütahya'nın kuzeybatısıyla Uludağ arasındaki yörede bulunmuş ve 1960'a doğru işletilmeye başlanmıştır. Daha sonraları buradaki ocaklar cevherin tükenmesi sonucunda terk edilmiştir. Günümüzde en önemli krom yatakları Tavşanlı ilçesinde bulunur. Antimon yatakları Gediz-Hisarcık arası ile Simav-Tavşanlı arasında; Bakır-Kurşun-Çinko Simav, Emet, Merkez ve Domaniç'te; çimento ham maddeleri Tavşanlı sahasında; Demir Emet ve Simav'da; Diatomit Merkez ilçede; Feldspat Simav'da; Fluorit Tavşanlı'da; Gümüş Merkez ilçeye bağlı Gümüşköy'de; Jips (alçı taşı) Gediz-Çavdarhisar arasında; Kalsit merkez ilçede; Kaolin merkez ilçe, Altıntaş, Gediz, Emet, Hisarcık ve Tavşanlı'da; Kum-Çakıl Simav'da; Kükürt Simav'da; Manganez merkez ilçe, Emet ve Tavşanlı'da; Manyezit merkez ilçe ve Tavşanlı'da; Talk merkez ilçe ve Tavşanlı'da bulunur. İlin yeraltı zenginlikleri bakımından sıcak su kaynakları da Kütahya turizminde büyük rol oynamaktadır. Bu sıcak su kaynaklarından bazılarının çam ormanları içinde yer alışı bu turistik önemi daha da artırmaktadır. İlin büyük merkezlerine yakın olmaları nedeniyle Harlek ve Yoncalı Kaplıcaları daha fazla önem taşır. Simav ilçesinde Eynal, Çitgöl ve Naşa alanlarında suyun çok yüksek sıcaklıklarda çıkması bu suyun kaplıca, kaplıca tesisi-sera-ilçe ısıtılması ve endüstriyel alanlarda kullanımına imkan vermiştir. Gediz ve Murat Dağı'ndaki sular da yüksek sıcaklıklarda olup kaplıca ve kaplıca tesislerinin ısıtılmasında kullanılır. Bunların haricinde Emet, Dereli, Tavşanlı Göbel, Hisarcık ve Şaphane'de de termal turizm ve ısıtma amaçlı kullanılan su kaynakları vardır. Kütahya İli Nüfusu: 573.642'dir. Bu nüfusun %76,08'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 11.634 km²'dir. İlde km²'ye 49 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 106'dır.) İlde yıllık nüfus artış oranı %0,38 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 958 m.'dir. Kütahya ili nüfusu: 572.256'dır. Bu nüfusun % 76,98'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 11.634 km²'dir. İlde km²'ye 49 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 106’dır.) İlde yıllık nüfus % 0,24 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez il
çeyle beraber 13 İlçe, 28 belediye, bu belediyelerde 223 mahalle ve ayrıca 548 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 1,13)- Çavdarhisar (-% 4,83). İlde yükseköğretim kurumu olarak Dumlupınar Üniversitesi bulunmaktadır. İl merkezinde 1966 yılında kurulmuş Kütahyaspor adlı faal bir spor takımı bulunmaktadır. Şu an da BAL'da mücadele etmekte olan kulüp, il içersinde Mavi Şimşekler olarak da bilinmektedir. Takım maçlarını merkezdeki 11.495 seyirci kapasiteli Dumlupınar Stadyumu'nda oynamaktadır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Kütahya’nın Futbol BAL’da 4 takımı vardı: Kütahyaspor, TKİ Tavşanlı Linyitspor, ve Tavşanlı Moymulspor ligde kalırken Dumlupınar Ünv. S.K. küme düşmüştür. Voleybol kadınlar 2.liginde ise Kütahya Voleybol yer almaktadır. Ziraat Türkiye Kupası 1.turunda TKİ Tavşanlı Linyitspor, ayni ilin takımı Kütahyaspor’u elemiş, 2.turda Denizli Kızılcabölükspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Dumlupınar Stadyumu ve DPÜ Kapalı Olimpik Yüzme Havuzu'dur. Kütahya Kütahya (Latince: Cotyaeum), İçbatı Anadolu Bölümü'nde Kütahya ilinin merkezi şehirdir. Eski kaynaklara, sikke ve yazıtlara göre Kütahya’nın antik dönemdeki adı “Kotiaeion” (Cotiaeion)'dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon bu adın, “Kotys’in Kenti” anlamına geldiğini belirtmektedir. Kotys, Trakya’da yaşayan Odrisler’den olup, Romalılar’ın MS 38'de Anadolu’ya gönderdiği bir komutanın adıdır. Kütahya Müzesi’nde bulunan bir sikkede bu ad “Koti” olarak geçmektedir. Kütahya adı, eskisine benzetilerek Türkler tarafından verilmiştir. Şehrin nüfusu 2013 yılına göre 249.558'dir.1927'de 17.000 olan nüfusu, 1990'da 131.000'e, 2000'de 167.000'e, 2008'de 213.000'e 2010'da 235.000'e çıkmış, 2014'te 228.000'e gerilemiştir. Kent'in günümüzdeki belli başlı görülmesi gerekli yerleri Kütahya Kalesi, Cumhuriyet Caddesi (Yeni adı Sevgi Yolu) kentin merkezinde bulunan simgesi haline gelmiş çiniden yapılmış olan Vazo ve tarihi Germiyan Sokağı, Saat Kulesi, Zafertepe Anıtı, Tarihi Hükümet Konağı (şu an Adliye olarak kullanılmaktadır), Frig Vadileridir. Kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilememekle beraber, tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanmaktadır. Eski kaynaklara göre, Kütahya'nın antik çağlardaki adı Kotiaeon, Cotiaeum ve Koti şeklinde geçmektedir. İl topraklarına yerleşen en eski halk Friglerdir. MÖ 1200'lerde Anadolu'ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğunun topraklarına girdiler ve bir devlet olarak örgütlendiler. MÖ 676'da Kimmerler, Frigya Kralı III. Midas'ı bozguna uğratarak Kütahya ve çevresine egemen oldular. Alyattes'in Lidya Kralı olduğu dönemde Kimmer egemenliği yerini Lidya yönetimi aldı. MÖ 546'da Persler Lidya Ordusunu yenilgiye uğratarak Anadolu'yu istila etti. MÖ 334'te Biga Çayı yakınlarında Persleri yenilgiye uğratan İskender yörede üstünlük kurdu. Büyük İskender'in MÖ 323'te ölümü ile Kütahya ve yöresi komutanlarından Antigonos'a geçti. MÖ 133'te Roma yönetimine girdi. Piskoposluk merkezi haline getirildi. 1071'de Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Alp Arslan'a yenilen Bizans İmparatoru Romanus Diogenes tutsaklık dönüşü Kütahya'ya getirildi ve gözleri kör edildi. 1078'de Anadolu Selçuklu Devletini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah Kütahya'yı da ele geçirdi. 1097'de Haçlıların saldırısına uğradı. II. Kılıç Arslan kaybedilen topraklarla birlikte Kütahya'yı geri aldı. II. Kılıç Arslan'dan sonra taht kavgaları nedeniyle tekrar Bizans'ın eline geçen şehir, son olarak I. Alâeddin Keykubad zamanında (1233) Selçuklu topraklarına dahil oldu. 1277'de II. Gıyaseddin Keyhüsrev Kütahya yöresini Germiyanoğlu Süleyman Şah kızı Devlet Hatun'u Osmanlı Sultanı I. Murat'ın oğlu Yıldırım Bayezid'a verdi. (1381) Germiyanoğulları Beyliğinin toprakları Devlet Hatun'un çeyizi olarak Osmanlılara verildi. (Kütahya ve çevresi dahil) 1402 Ankara Savaşında, Bayezid'i ağır bir yenilgiye uğratan Timur, Kütahya'yı alarak II. Yakup Bey'e geri verdi. Kütahya daha sonra Osmanlılara geçti ve Sancak Merkezi oldu. 1381'de Kütahya ve yöresinin Osmanlılar'a çeyiz olarak verilmesiyle Yıldırım Bayezid burada vali olarak görev aldı. I. Murad Kosova Seferi'ne giderken, Anadolu'nun muhafazası için çeşitli yerlere valiler tayin ederken; Bayezid'in yerine de Sarı Timurtaş Paşa'yı tayin etti. Kütahya, Yıldırım Bayezid'in Rumeli'ye geçtiği sırada 1391 senesinde Karamanoğulları tarafından istila edildiyse de Yıldırım, Gelibolu'dan geri dönüşünde Karamanoğulları'nı uzaklaştırdı. 1402'de Ankara Savaşı'ndan sonra Timurlenk tarafından Germiyanoğlu II. Yakub Bey'e iade edilen topraklar II. Yakub Bey'in vefatına kadar Germiyanoğulları'nda kaldı. 1428'de II. Yakub Bey'in vasiyetiyle Kütahya ve tüm Germiyanoğulları toprakları nihai olarak Osmanlılar'a geçti ve valiliğine de Kara Timurtaş Paşa oğlu Umur Bey'in oğlu Osman Çelebi tayin edildi. Kütahya, Fatih Sultan Mehmed zamanında İshak Paşa'nın tayinine kadar bir vilayet olarak idare edildi ve o zaman merkezi Ankara olan Anadolu Beylerbeyliği'ne bağlı bulundu. İshak Paşa 1451 senesinde Karaman ve Menteşeoğulları sıkıntılarını hallettikten sonra Kütahya'da kaldı ve bu tarihten itibaren 1826'da Anadolu Beylerbeyliği'nin ortadan kaldırılmasına kadar Kütahya, Anadolu Beylerbeyliği'nin merkezi oldu. Anadolu Eyaleti; Kütahya, Saruhan (Manisa), Aydın, Kastamonu, Menteşe (Muğla), Bolu, Ankara, Karahisar-ı Sahip (Afyonkarahisar), Çangırı (Çankırı), Teke (Antalya), Hamit (Isparta-Burdur), Sultanönü (Eskişehir), Karesi (Balıkesir) ve Bursa Sancağı olmak üzere on dört sancağa ayrılmıştır. Kanûni zamanında Anadolu Eyaleti'nin hası on yük akçe yani bir milyon akçe tutuyordu. Yine bu teşkilat gereğince Anadolu Eyaleti 299 zeamet ve 7166 tımara bölünmüş olup tımar ve zeamet askerleriyle beraber 17,000 donanımlı süvari içeriyordu. Sultan II. Beyazıt'ın zamanında Şah İsmail yanlısı Şahkulu Kütahya'da ayaklandı. Bu isyan 1511 yılında bastırıldı. Anadolu'daki Celâli ayaklanmaları keşmekeşleri içerisinde hükûmet batı Anadolu'yu muhafaza için vezir Hafız Ahmed Paşa'yı Anadolu Eyaleti merkezi olan Kütahya'ya gönderdi (Ağustos 1601). Ahmed Paşa'nın Deli Hasan'a dayanacak kuvveti yoktu, bu yüzden Kütahya Kalesi'ne çekildi. Deli Hasan ve beraberindekiler Hafız Paşa'yı üç gün kadar Kütahya'da muhasara ederek sıkıştırdılarsa da şiddetli bir kışan ve karın çok fazla yağmasından dolayı muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kaldılar fakat kale haricindeki evleri yağmaladılar. Anadolu Eyaleti valisi Can Mirza Paşa 1657 tarihinde Osmanlı Devleti'ne isyan eden Abaza Hasan Paşa'ya katıldığı için Kütahya halkı paşanın üç yüz kadar askerini katletmişler ve hükûmet tarafından Anadolu Eyaleti'ne tayin edilen Konakçı Ali Paşa'ya yardım etmişlerdir. Can Mirza Paşa Kütahya ahalisinden intikam almak için epey müddet şehri muhasara eylediyse de halkın fevkalâde gayretine binaen muvaffak olamamıştır fakat Kütahya'yı kurtarmak için hükûmet tarafından gönderilen askeri mağlup etmiştir. Buna rağmen şehri elde edememiştir. 1788'de Ruslarla yapılan savaşlar sırasında vali ve sancak beylerinin seferde bulundukarı sırada kendi namlarına vilâyet ve sancağı idare eden mütesellimler yolsuzkluk ve rüşvetler ile halkı soymakta idiler. Savaş devam ettiği için bu rezalet de aynı oranda artmıştı. İşte bu savaş durumunda Kütahya'ya yedi-sekiz mütesellim gelip gitmiş ve her birinin zulüm ve haksızlıkları memleketi harap duruma düşürmüş; bunun haberi de kulaktan kulağa yayılarak İstanbul'a kadar gitmişti. Tam bu sırada Dersaadet sakinlerinden uçarı biri kendi gibi bir oğlan ve birkaç bişiyi daha kendine uydurup yanına alarak sahte emir ve senetlerle İstanbul'dan Kütahya'ya gitmiş ve emirlerini okutarak mütesellimliğini ilân etmiştir. Mütesellimlerin sık sık değişmesi sebebiyle Kütahya halkı başta bu kişiyi mütesellim zannederek inanmışlar ve sonra elindeki emirlerin yazılış tarzından ve kendisinin münasebetsiz halinden şüpheye düşerek durumu İstanbul'a bildirmişlerdir. Mübaşir marifetiyle İstanbul'a çağrılan sahte mütesellim, kendisinin İstanbul'dan değil ordudan mütesellim olarak gönderildiğini söylediyse de foyası meydana çıkmıştır. Uşak voyvodası Acemoğlu Ahmed, zulmüne binaen voyvodalıktan azledilmiş ve idamı için Anadolu Eyaleti valisi Çandarlızâde İznikli Ali Paşa görevlendirilmişti. İdam edileceğini haber alan Acemoğlu kaçtığından bütün eşyası zabt ve müsadere edilerek kendisi de takibe alındı (1793). Ali Paşa, Acemoğlu'nun arkasından kendi kardeşi Osman Bey'i gönderdiyse de Osman Bey Acemoğlu'na mağlup olduğundan Ali Paşa bizzat kendisi hareket ederek Banaz Kalesi'nde Acemoğlu'nu muhasara etti. Banaz'ın etrafı hendek ve su ile çevrili olduğu için muhasaranın bir müddet devam etmesi gerekiyordu. Vakit kış olduğundan Ali Paşa'nın maiyetindeki askerler bu durumu bahane ederek dağıldılar ve paşa az bir askerle meydanda kaldı. Ali Paşa bu müşkül vaziyet üzerine muhasarayı kaldırarak çekildi ve vaziyeti de İstanbul'a bildirdi. Payitahttan gelen emirde ilk baharda Acemoğlu'nun hakkından gelinmesi üzere hazırlanması İznikli Ali Paşa'ya bildirildiyse de işi halledememiş olması devletçe olan şöhretini olumsuz etkilediğinden Karaman Eyalet valisi Azımzâde Abdullah Paşa ile yer değiştirmişlerdir. İznikli Ali Paşa gibi nüfuzlu ve kıymetli bir vezirin on beş bin asker, top ve cephane ile bu işi halledememiş olması devletin haysiyetine de dokunduğundan Acemoğlu meselesi, batı Anadolu'da nüfuzu olan Karaosmanoğulları'na havale edildi. Acemoğlu, sığındığı Banaz Kalesi'nde iyice zor duruma düştü ve kurtulmaktan ümidini keserek bulunduğu mahalli terk ederek kaçtı ve Şaphane ile Simav arasındaki Köpenez Köyü'ne geldi. Acemoğlu burada Simav ve Gediz Voyvodası Nasuhoğlu Nasuh Ağa tarafından yakalanarak idam edildi ve başı önce Karaosmanoğulları'na oradan da İstanbul'a gönderilerek teşhir edildi. Germiyanzâde Hacı Süleyman Ağa Kütahya eşrafından olup Kütahya mütesellimi iken halka zulümler ederek para almış ve şikâyet üzerine kendisinden yüz otuz bin küsur kuruş tahsil edilmesine karar verilerek bir mübaşir Kütahya'ya gönderilmişti. Hacı Molla bu paradan on dokuz bin kuruşunu vermiş
ve geri kalanı için de kefaletle yükümlendirilmişti. Hacı Molla, kalan bu borcunu vermemek için her çareye baş vurmuş ve bu hal; aleyhdarları tarafından türlü türlü şekillerle İstanbul'a aksettirilmişti. Hacı Molla halkın nefretini kazanmış gaddar bir adam olduğu için halkın bu seferki şikâyeti etkili olmuştu. Hacı Molla Süleyman Ağa, mütesellimliği zamanında bir hayli ocak söndürmüş bir şahıstı. Hatta memleket müftüsü Hoca Mehmed Efendi'yi aralarındaki soğukluğa binaen bir gece çiftliğinde öldürttüğü gibi Kütahya eşrafından Kapıcıbaşı Hasan Ağa'nın da katline teşebbüs etmiş ve bu haline binaen hükûmetçe idamı düşünülmüş fakat firar edip bir tarafa gizlenerek kendisini bir şekilde af ettirmişti. Hacı Molla son defaki vaziyeti dolayısıyla tek duramayarak etrafı karıştırmaya başladığından bu defa Kütahya halkı hep beraber bir olarak kendisini şikâyet etmişlerdir. Bunun üzerine 1814 Haziranı'nda öldürülmesine karar çıkarak durumu Anadolu Valisi'ne iletilmiştir. Nasuh Ağa, Gediz ve çevresinin voyvodası idi. 1816 senesinde Hurşid Ahmed Paşa'nın Anadolu Eyaleti valiliği esnasında kendisinden şikayet olunarak Hurşid Paşa'nın kendisini yola getireceği sırada diğer bir vilâyete tayin edildiğinden Anadolu valiliği Sivas Valisi Alaaddin Paşa'ya verilmişti. Nasuhoğlu hakkında merkezi hükûmete iletilen şikayetlerin arkası kesilmediği için idamına karar çıkmış ve derhal işi düzeltmesi için Alaaddin Paşa'ya emir olunmuştu. Sivas'tan Kütahya'ya gelmekte olan Alaaddin Paşa'yı ilk valiliğinde mütesellimi olmasından dolayı karşılama için Nasuh Ağa, oğlu ve yeğenlerini göndermişti. Alaaddin Paşa tedbirsizlik ederek bu karşılayıcıları durdurarak Kütahya Kalesi'ne gönderdiğinden bunu haber alan Nasuhoğlu akıbetini anlamış ve derhal asker ve zahire tedarikiyle kendisini müdafaaya karar vermiştir. Beceriksiz bir vezir olan Alâaddin Paşa ahalinin nefretini kazanacak hallere teşebbüs ile gayrimeşru para toplamaya başlayarak İstanbul'dan bu hallere son vermesini tavsiye eden emirlere kulak asmayarak sermayesiz kârından vazgeçmediğinden ve Nasuh Ağa işini de yüzüne gözüne bulaştırdığından valilikten azledilerek rütbesi de kaldırılarak memleketi Sivas'ta ikamete memur edildi. Anadolu valiliğine Karahisar-ı Sahip mutasarrıfı mirimiran Hasan Paşa'ya vezirlik rütbesi de verilerek Nasuhoğlu işinin bitirilmesi emredildi. Hasan Paşa altı bin asker, havan ve obüs topları ve saire ile Nasuhoğlu üzerine yürüdü ve Nasuhoğlu'nun Eğrigöz (Emet), Dağardı, Simav ve Demirci'de bulunan malları müsadere edilip kendisi de sıkıştırılarak kaçmaya teşebbüs ettiyse de yakalanıp idam edildi. Nasuhoğlu'nun firar etmeden evvel kıymetli eşyalarını Şaphane ve Sındırgı taraflarına gönderdiği haber alınarak Demirci'de bulunan zevcesi ve oğlu Süleyman çağrılarak mevzuu araştırılmıştır. Nasuhoğlu Nasuh'un öldükten sonra bıraktıkları satılarak mevcudu on bir bin kuruş ve büyük-küçük hayvanların bedelleri yirmi dört bin kuruş tutmuştur ve zamanına göre epey bir servettir. Nasuhoğlu, Anadolu valilerinden Mustafa ve Alâettin Paşa'ya mütesellimlik ederek bu yüzden ve voyvodalıktan zengin olmuştur. Uşaklı Acemoğlu Ahmet'i yakalayan kişi Nasuh Ağa'dır. Devlete karşı isyan eden meşhur Tepedelenli Ali Paşa'nın 1820 senesinde Yanya'da Hurşid Ahmed Paşa tarafından şiddetli muhasara ve tazyik edilmesi üzerine Ali Paşa'nın oğlu Veli Paşa ve onun oğulları mirimiran Mehmed Paşa ile Selim Sırrı Bey; Hurşid Ahmed Paşa'nın karargâhına ve Tepedelenli'nin diğer oğulları olan Ahmed Muhtar ve Salih Paşalar da İşkodra Mutasarrıfı Mustafa Paşa'ya sığınarak onların yalvarmasıyla idam edilmekten kurtulmuşlardı. Mültecilerden Veli Paşa ve oğulları Mehmed Paşa ile henüz 18 yaşında olan Selim Sırrı Bey Kütahya'da ikamete memur edilmişler, Ahmet Muhtar ve Salih Paşalar da Ankara'ya gönderilmişlerdi. Tepedelenli ailesini tamamen söndürmeye karar veren meşhur Halet Efendi, Ali Paşa'nın evlatlarının sürgünde iken boş durmayıp babalarını kurtarmak için Yanya taraflarına adam gönderdiklerini, Arnavut askerini tehdit ve ahaliyi isyana teşvik ettiklerini; bu durumun da padişahın gazabını iyice artırdığını öne sürerek Tepedelenli oğullarının îdamına karar çıkarttırmıştır. Ağustos 1821'de Kütahya vali kaymakamı Reşit Paşa, ansızın konaklarını basmak suretiyle Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'yı idam ederek başlarını İstanbul'a gönderdi ama küçük olan Selim Sırrı Bey öldürülmedi. Ankara'da bulunanlar da aynı akıbete düştüler. Mehmed Paşa'nın eşi, beşikte bıraktığı oğlu İbrahim Fehman Bey ve Selim Sırrı Bey İstanbul'a gönderildiler. Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'nın cesetleri Kütahya'da Saray Camii arkasındaki mezarlığa defnedilmiştir. Kabirleri geniş ve yüksek bir kısımda olup caminin tam arkasına tesadüf eder. Kitabesi yerinden düşmüştür. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa Konya'da iken o sırada Anadolu Vali vekili olan Reşid Mehmed Paşa alelacele Konya'ya gelmiş, Mısır Ordusu ile şiddetli bir savaşa girerek Mısır Ordusu'nu bozmuş ise de hava karlı ve dumanlı olduğundan kendi askerleri zannıyla Mısır Ordusu arasına girerek esir olmuştur. Osmanlı Ordusu dağılmış ve hiçbir direnişle karşılaşmayan Mısır Ordusu Kütahya'ya kadar gelmiş, Kaplıcalar'da ordugâh kurmuştur. Reşid Mehmed Paşa'nın esir olmasından dolayı Anadolu Valisi ve Karahisar-Menteşe Sancakları mutasarrıfı Mehmed Emin Rauf Paşa ikinci defa sadrazamlığa davet edilmiştir. Rauf Paşa, Kütahya'dan hareket ederken hükümet işlerini devretmek üzere halkın itimat ettiği, şehrin ileri gelenlerinden olan Dürrîzade Hacı Reşid Ağa'yı mütesellim tayin ederek alelacele Mısır Ordusu gelmeden 1933'te Mart ayında İstanbul'a hareket etmiştir. İbrahim Paşa Kütahya'ya gelir gelmez Kütahya'nın da diğer işgal olunan memleketler gibi Mısır'a ilhak edildiğini ve mütesellim Reşid Ağa'nın halkın güvendiği bir isim olmasından dolayı mütesellimlikte devam edeceğini ilan eden bir ilan ile Mısır ordusu karargâhından bir emirname gönderildi (Mart 1832). 1848 Fransız Devrimleri Avrupa'nın her tarafına sirayet ederek hemen her yerde mutlak idareye karşı hareketler görülmüştü. Lajos Kossuth liderliğindeki Macarlar bir müdafaa komitesi teşkil ederek Avusturyalılar'ı Macaristan'dan çıkardılar. Bunun üzerine Macaristan'a savaş açan Avusturya ordusu Macar ordusu karşısında yenildi. Avusturya Ruslar'dan yardım istedi ve Macar ordusu teslim oldu, birçok Macar subayı idam edildi. Bu olaylar üzerine binlerce Macar ve Leh Osmanlı'ya sığındı. Kütahya'ya sığınanlar arasında Lajos Kossuth ve eşi, Lajos Batthyány, birkaç general beraberinde elliye yakın Macar ve on kadar Leh bulunuyordu. Mültecilerle ilgilenmek üzere Süleyman Refik Bey isminde bir miralay memur edildi. Bir buçuk sene kadar Kütahya'da kalan tüm mülteciler Eylül 1851'de Gemlik'e sevk edildi ve yol masrafları ile ihtiyaçları için gerekli paralar verildikten sonra gemilerle Birleşik Krallık'a gönderildiler. Avusturya Hükûmeti mültecilerin serbest bırakılmasını protesto ettiyse de ehemmiyet verilmedi. Osmanlı'nın bu tutumu Avrupa'da iyi fikirler uyandırdı ve Kırım Savaşı'nda bunun faydası görüldü. Kütahya 1867'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi iken, II. Meşrutiyetten sonra bağımsız bir sancak oldu. Millî Mücadele yıllarında, Ocak 1921'de Çerkez Ethem düzenli ordu çatışmasına sahne olan Kütahya, 17 Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde TBMM Batı Cephesi ordusunun yenilmesi üzerine Yunanların işgaline uğradı. Büyük Taarruz'a kadar işgal altında kalan Kütahya, 30 Ağustos 1922'de kurtuldu. Kütahya 8 Ekim 1923'te Vilayet durumuna getirilmiştir. Kütahya'da yaşamış olan milletler ve devletler şunlardır: Kütahya'da gerçekleştirilen folklorik bir olaydır. Kaynağını Osmanlı Devleti'nde Surre Alayı'nın Kütahya'dan geçerken çocukların bu alaydan şeker, çikolata, para vs. istemesinden alan olay günümüzde de Ramazan aylarında yörede gerçekleştirilmektedir. Küpecik, Kütahya'da Ramazan aylarında gerçekleştirilen folklorik bir olaydır. Kütahya’da uzun bir zamandan beri devam edegeln bir oyundur ve çocuklar tarafından Ramazan ayında oynanır. Çocuklar Küpecik tekerlemesini okuyup evleri gezerek para, şeker ve çikolata benzeri şeyler toplarlar. Küpecik geleneğinde, uygulamaya katılan çocuklar, akşamın sonuna kadar topladıkları para, çikolata, şeker gibi unsurları grup tarafından belirlenen başkan tarafından eşit ölçüde paylaşırlar. Dağıtım işlemi bittikten sonra ertesi gün için anlaşan çocuklar evlerine dağılırlar. Yeni doğan bebek üç günlük iken sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kâmet okunarak çocuğa isim verilir. İsim verme işini evin en büyüğü yapar. Bebek on beş günlük olunca akrabalar ve yakınlardan toplanan başı tülbentli eski sırmalı bohçalar ile yatak yapılır. Anneanne beşik düzeni hazırlar, baba da büyük cevizli veya fındıklı lokum döktürür. Anne yemek yapar, ailece beşik götürülür. At arabası gelir, at süslenir; bebeğin beşiği kurulur, örtüleri örtülür, eşyaları konur, arabacı da onları götürür. Arkasından anne, baba ve kardeşler gider, beraberce yemek yenir, yakınlar bebeği görür, takılarını taktıktan sonra geri giderler. Daha sonra doğu mübarekesi başlar, gelin sabahlıklarını giyer, yatağa çıkar, bebek erkekse başına kırmızı kurdele; kız ise pembe kurdele bağlanır. Kayın valide baharatlı doğu şerbeti kaynatır, davetlilere büyük porselen fincanda sıcak olarak ikram edilir, arkasından yandan çarklı kahve verilir. Sonra çaylar ve lokum tutulur. Gelin, gelen bütün misafirler için yatağa çıkar ve bu gelenek kırk gün devam eder; gelin ve bebek kırk gün evden çıkmaz. Kırk günün sonunda gelin bebeğiyle beraber anneanneye gider. Akşam damat gelir, gelinin annesi hepsine bohça hazırlar ve hediyeler verilir. Doğu için hazırlanan yatağın aynısı sünnette de yapılır. Sünnet evinde erkekler, komşu evinde bayanlar oturur. Sünnet çocuğu ve mahalle çocukları fayton ile gezdirilir. Eve gelindiğinde sünnet olacak çocuk faytondan inmez, babası gelip çocuğa ne istediğini sorar; söz alındıktan sonra çocuk arabadan iner. Çocuk indikten sonra hazır bulunan sünnetçi tekbirlerle sünneti yapar, sünnet mera
simine gelenler çocuğa para verir, paralar sünnet şapkasına konur, sünnet çocuğu arada paraları sayarak avunur. Kurbanlıklar iki, üç gün öncesinden alınır, bahçesi olanlar bahçesine koyar; bahçesi olmayanlar ise bahçesi olan komşularına bırakır, çocuklar kurbanlıkları besler ve bakar. Bayram sabahı namazdan sonra kurbanlar kesilir, önce ciğeri kavrulur, kahvaltı yapılır. Kurban eti yenesiye kadar başka bir şey yenmez. Mahallede nişanlı kızlar varsa onlara oğlan tarafından at arabasıyla kurbanlık süslenmiş, boyanmış, alnının ortasına gremse altın bağlanmış koç gönderilir. Bayramdan önce kızın annesi baklava yapıp hazırlar. Kesilen kurbanın bir budu kırmızı şılak bir kâğıtla süslenir, baklava tepsisi üzerine sırmalı bohça örtülür, at arabasıyla tepsi ve et düğün okuyucusu kadınla damat evine gönderilir. Götüren kadına bahşiş verilir. Daha sonra tepsi geriye boş gönderilmez, çikolata; badem şekeri ve çeşitli çerezlerle doldurularak kız evine iade edilir, gelin kız bunları arkadaşlarına dağıtır. Evde kesilen kurban eti hemen parçalanıp mahalledeki hâli vakti yerinde olmayan fakirlere derhal dağıtılarak sofralarına yetiştirilir. Kurban etinden büyük bir tencere kavurma yapılır, bayram ziyaretine gelenlere ikram edilir. El öpmeye gelen kız çocuklarına ufak mendil, oğlan çocuklarına büyük mendil ile beraber yanında para verilir. Bu yüzden bayramdan önce kutu kutu mendil ve çorap alınır. Çocuklar aldıkları paraları bakkallarda, parklarda, panayırlarda harcarlar. Kız isteme günü erken kalkılır, sabah erkenden işler bitirilir. Gelinlik kızı olan evlere çat kapı habersiz dünür gelir. Görücüler temiz odaya alınır. Görücüler önce kızın annesine bakar, konuşmasını, hareketlerini izlerle sonra evin düzenine, etrafa bakıp göz gezdirirler. Görücülük başka birisinin tavsiyesi üzerine olur. Kız temiz bir kıyafet giyer, önce el öper, sonra kahve ikram edip gider. Dünürcüler boşalan kahve fincanlarını ellerine tutarlar, anneye vermezler, tekrar görmek için kızın gelmesini beklerler. Kız beğenilirse kaş-göz işaretleriyle anlaşılarak kız istenir. Damat adayı kız isteme sırasında evde bulunmaz, nikahtan önce kız evine gelmez, evlenecek kıza dışarıda uzaktan gösterilir. Mahallenin genç kızları ve yeni gelinler düğünlerde arkadaş dikişli, bazısı siyah çizgisi olan ince ipek çorak giyerler. Bu çoraplar teli kaçmasın diye özenle giyilir. Giyince arka çizgisinin düzgün olmasına dikkat edilir. Sonra başka düğünlerde giymek için saklanır. İpek çorap çok ince olduğu için bazen tel kaçar, tel kaçan çoraplar tamir ettirilip tekrar giyilir. Düğünlerde sivri burun, tığ topuk ayakkabı giyilir, topukları aşınınca tamirciye götürülür, tamirci topuğa çelik takar. Taş kaldırım sokaklarda bu topuklularla yürümek zor olduğu için taştan taşa sekerek dikkatli yürünür. İç çamaşırı olarak yazın ince, kışın kalın çiçekle pazenden dikolta dikilir. Yazın askılı, kışın omuzlu giyilir. Geceklikler de bu kumaşlardan dikilir. Hemen herkes giysisini evinde dikiş makinasında diker. Şalvarlar yazın Nazilli basmadan, pijamalar kışın pazenden dikilir. Şehir merkezinde Kırklar Tepesi denilen mevkiide yemek yapılır. Adağı olan kişi bir gün önceden gelip Sultanbağı soğuk çeşme bahçesine çadır kurar. Bir koyun kesilir, ciğeri olduğu gibi kuşlar yesin diye ağaca asılır. Koyunun geri kalan etleri pişirilir, kemiklerinden ayrılır, etin suyuyla da ayrıca "Tutmaç Çorbası" adı verilen naneli bir çorba pişirilir. Kırklarda aş olduğunu duyanlar buraya gelir, mevlid okunur, mevlidden sonra kabını alan herkes çorbadan alır. Gelenler ufak maltızlarını yakarak çay demlerler, kahvaltılıklarla beraber çaylar içilir. Yemekten sonra orada bulunan ceviz ağaçlarına salıncaklar kurulur, ip atlanır top oynanır; büyükler sohbet eder. Bu gelenek yılda bir defa yapılır. İlkbaharda tellâl adı verilen kişi sokak sokak gezerek sokak başlarında durur, mahalleliyi mânilerle Müderris Bahçesi'ne davet ederdi. "Nazilliler yellensin, gözlemeler tellensin, çarşamba günü hanımlar ve beyler Müderris'te eğlensin" diye yüksek sesle bağırırdı. Müderris Bahçesi şimdiki Hamidiye Mahallesi'nde yamaçta, yeşillikler içerisinde çeşmeleri bulunan bir yerdi. Üst tarafında birçok su değirmeni bulunur, Aksu Çayı buradan geçerdi. Müderris günü herkes o bahçeye gider, yöresel bir yiyecek olan Gökçimen hamursuzu, haşhaşlı gözleme, un helvası yapılır; un helvasının içerisine ağaçların çiçekleri atılırdı. Baharın gelişi burada kutlanırdı. Günümüzde Müderris Bahçesi'nin büyük bir bölümü kalmamıştır. Kütahya'nın Fethi 6 Mayıs günü olduğu için hıdırellez aynı gün kutlanır be aynı gün ayrıca "gavur küfürü" yapılır. "Gavur küfürü" geleneği Hıristiyanların Paskalya kutlamalarına karşı yapılan bir gelenek olup günümüzde kaybolmuşken hıdırellez ve Kütahya'nın Fethi kutlamaları her yıl 6 Mayıs günü yapılır. Kış eğlencelerinde erkekler bir evde toplanır, sohbet ederler, yorgunluk atarlar. Bazı evlerde çekme helva yapılır. Çekilen helvalar büyük bakır tepsiye yayılır, arasına yüzük konur. Tepsinin etrafına toplanılır, üç parmak arasına alınıp yenen helvanın içinden yüzüğün kime çıkacağı beklenir. Yüzük kime çıkarsa bir dahaki sefere onun evinde toplanılır. Bayanlar bir komşu evinde çocukları ile toplanır. Gençler ve çocuklar bir köşede oturur, ağabey veya ablalarından biri onlara masal anlatır. Sonra fincana yüzük saklanır, fincan oyunu oynanır. "Yattı kalktı" oyunu oynanır, herkese bir meyve ismi verilir. "Elma yattı armut kalktı" denir, yatmayana ufak cezalar verilir. Bayanlar kendi aralarında sohbet eder, el işi dantel veya örgü işi yaparlar. Kuzinesi olan evlerde mısır kaynatılır, kuzine içerisine patates atılır, kabak kaynatılır, çaylar demletilir. Bahçesinde ağacı olanlar gelincik elması, yağ armudu, döngel gibi meyveler ikram eder. Oyalar saf ipekten yapılır, ipek ince bükülür. İnce işçilikle yapılan oyalar kolalanmış gibi durur. Oyalar, "mırgı dânesi" denilen dânelere çekilir. Dânelerin kenarları yollu, sulu desen ve çiçek desenli olur. Çok ince olan bu dâneler iki kişi tarafından katlanır, cam kutulara konur. Yapılan her çeşit oyanın bir ismi olur. O isimlerden basıları: Zerrangadah, Züleha Sümbül, Üzerik Oyası, Meclis Kuruldu, Yıldız Oyası, Ay Çiçeği, Malak Sattıran, Çörekotu, Cimcik Oyası, Fermene Oyası, Fasulya Çiçeği, Hıyar Çiçeği, Kasımpatı Oyası, Beyaz Zambak, Kemerli Sümbül, Gönül Dolabı, Küpeli Oyası, Elifli Badem, Hanımeli Oyası, Menekşe Oyası, Şafak Yıldızı, Gül Oyası, Kestane Çiçeği, Yanı Kuzulu, Fakir Baktı Zengin Kaptı, Kiremit Sattıran, Tefebaşı Oyası, Açık Oturum, Ilıca Çiçeği, Cici Kızlar, Paşa Nişanı, Yedidağ Çiçeği, Torun Yumruğu, Belirgat Oyası, Sümbül Oyası, Vazo Oyası, Karanfil Oyası, Hanım Kirpiği Oyası, Mecnun Yuvası Oyası, Hercâi Menekşe Oyası, Çifte Sümbül Oyası, Yeni Dünya Oyası, Elti Eltiye Küstü Oyası, Kütahya Oyası, Selânik Oyası. Kütahya'nın yemek kültürünün temelini buğday ürünleri, hamurlular ve süt ürünleri oluşturur. Tereyağlı-yoğurtlu cimcik, kıymalı sini mantısı, tereyağlı-yoğurtlu kaçamak, tereyağlı peynirli cevizli belirgat, haşhaşlı gözleme, suda haşlama mantı, mercimekli mantı, kulak aşı, mercimekli tosunum, tepside haşhaşlı katmer, kıymalı-peynirli-ıspanaklı şibit, sodalı hamursuz, Kütahya höşmerimi, şibitli tavuk tiridi, papatesli dolamber böreği, namaz lokması, Gökçimen hamursuzu, tahinli çörek, kıymalı su böreği, sarma hamur dolması, cevizli gelin çöreği. Sıkıcık, miyane, oğmaç, yoğurt çevirme çorbası (düğün çorbası), kızılcık tarhanası, tutmaç, tarhana, tekke, çene çarpan ve paça çorbası. Ilıbada (labada) dolması, etli yaprak sarma, zeytinyağlı soğan dolması, etli lahana sarması. Göveç (güveç), Kütahya usulü kavurma, küp eti, kuzu kaburga kebabı. Hekmane erik hoşafı, güllaç, kaymak baklavası, Kütahya usulü höşmerim, pelûze, çekme helva, yufka tatlısı, su muhallebisi, gelincik şurubu (şerbeti). Kütahya'da ilk çini örnekleri 14. yüzyılın sonlarında görülmeye başlanırken çinide asıl ilerleme İznik'in çini sanatının zirvesinde olduğu 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlar. Özellikle İstanbul'un çini ihtiyacını karşılamak için Kütahya'da çini atölyeleri kurulmuş, Osmanlı'nın gerileme dönemiyle beraber İznik'te çinicilik de aynı hızda gerilemeye başlamıştır. 18. yüzyılda çinicilik sanatının İznik'te tamamen kaybolmasıyla Kütahya bu alanda faaliyet gösteren tek yer olmuştur. Osmanlı'da çiniciliğin en güzel ve son örnekleri Hafız Mehmed Emin Efendi'nin elinden çıkmıştır. Kütahya'da musikinin başlangıcı 14. yüzyıla dayanır. Mevlevîhânelerin, tarihimizde çeşitli güzel sanatların özellikle de musikî sanatı ile ilgili eğitim yerleri olması kaynaklarda sıkça anılmıştır. Kütahya Mevlevîhânesi'nin de bu konuda aynı işlevi gördüğü buradan yetişen sanatkâr ve bestekârların musiki tarihimize mâl olmuş çalışmalarından anlaşılmaktadır. Germiyanoğlu II. Yakub'un "Çöğür" denilen bir sazı da çok iyi çaldığı bilinmektedir. Ahmet Yakupoğlu, akademide okuduğu yıllarda Neyzen Halil Dikmen'den "ney", yine Neyzen Nurullah Kılınç Bey ile Süleyman Erguner'den musiki dersleri aldı. Kütahya'ya döndükten sonra "Çini Beldesi" Kütahya'ya aynı zamanda "Neyzenler Beldesi" sıfatını kazandırmış, kırkın üstünde neyzen yetiştirmiştir. Türk halk ozanı Hisarlı Ahmet ise halk müziği dalında birçok parçayı bestelemiş olup eserlerini Kütahya'ya mal etmiştir. Kütahya'da bulunan Dumlupınar Üniversitesi fiziki yapı ve büyüklüğü bakımından Türkiye'nin en önde gelen üniversitelerinden biridir. Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya il merkezinde: Evliya Çelebi ve Germiyan Kampüsü olmak üzere iki kampüse, 10 ilçede de ayrı bina ve kampüs alanlarına sahiptir. Evliya Çelebi Kampüsü, 7500 dekarın üzerinde(7.887.684 m²) bir alana sahiptir. Kütahya, Yellice Dağı'nın (eski adı Acemdağı) kuzey eteğinde, Kütahya Ovası'nın güney kenarında kurulmuştur. Bah'tan gelen Katar Suyu, ovanın ortasından geçer ve şehrin 3 km kuzeybatısında olabilir. Sakarya Nehri'nin büyük bir kolu olan Porsuk Çayı'na katılır. Şehir, ovadan başlayarak, güneye doğru yükselen bir yerde kurulmuştur. Alayunt, Balıkesir demiryolu istasyonunda yüksekli
ği 935 m olan yer, çarşı kesiminde 970 m'ye yükselir. Şehrin, iç kale kalıntılarının bulunduğu Hisar Tepesi'nde yükselti 1000 m'yi aşar. Şehir, bu tepe ile Hıdırlık Tepesi arasından bir dere vadisi boyunca yer alır. Şehrin eski çekirdeği, Hisar Tepesi önündedir ve önemli tarihî anıtlar bu kesimde bulunur. Evler, tepelerin yamacına yaslandığı gibi, özellikle yeni semtler ovaya doğru da yayılır. Yeni semtlerde sokaklar ve caddeler, düz ve geniş eski semtlerde ise dar, taş kaldırımlı ve çok defa da yokuşludur. Kütahya batıda Tavşanlı üzerinden Bursa'ya (Marmara Bölgesi) ve Balıkesir'e, (Ege kıyıları) güneybatıda Çavdarhisar ve Gediz üzerinden Ege Bölgesi'ne güneydoğuda Afyon üzerinden Konya'ya ve Akdeniz kıyılarına, kuzeydoğuda Eskişehir ve Bilecik yörelerine bağlanır. Bu durumu, şehrin, Osmanlılar devrinde canlı bir konak yeri ve önemli bir yönetim merkezi seçilmesine sebep olmuştur. 19. yüzyıl sonlarında Anadolu demiryolları yapılırken, Kütahya doğrudan doğruya bu yol üzerinde yer almadı, kısa bir şube hattıyla ana hatta bağlandı. Cumhuriyet devrinde demiryolunun Balıkesir'e uzatılması, şehrin canlılığını arttırdı. Burada bulunan tuğla ve kiremit ocakları ile un fabrikasına, Cumhuriyet devrinde şeker fabrikası (1954) ve azot fabrikası (1961, genişletme 1966) katıldı, çinicilik yeniden canlandırıldı. Kütahya şehir nüfusu 19. yüzyıl sonlarında 27.000-35.000 arasında tahmin ediliyordu. Bu sırada yapılan demir yolunun Kütahya'ya uğramadan Alayunt'tan geçmesi ve şehre ancak kısa bir yol uzatılması şehrin gelişmesini frenledi, sanatları geriledi. 1921'de Yunan işgaline uğrayarak 13 aydan fazla işgal altında kaldı. Cumhuriyet döneminde Kütahya-Balıkesir demir yolunun ve iyi kara yollarının yapılması Kütahya'yı kalkındırdı. Gerçekte Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımı olan 1927 sayımında 17.300 olarak sayılan nüfus 1950'ye kadar fazla değişmedi (19.500). 1950'den sonraki yıllarda hızlı hamleler gösterdi (1955: 27.000; 1960: 39.700) Kütahya ilinde yayın yapan yerel TV, radyo ve gazeteler bulunmaktadır. Yerel TV kanalları Yerel radyolar Diğer radyolar Yerel gazeteler Malatya Malatya, Türkiye'de yer alan şehir ve ülkenin 81 ilinden biri. Ülkenin en kalabalık 27. şehri olan Malatya, 2016 itibarıyla 781.305 kişilik nüfusa sahiptir.Doğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük şehridir ve bölgenin Yukarı Fırat Bölümü’nde bulunur. Güney ve orta Anadolu bölgelerinin hemen hemen kesişme noktasında bulunması nedeniyle sosyal yapısı çeşitlilik ve zenginlik gösterir. İlk olarak Hitit döneminde kurulmuştur. O günden bugüne el değiştirerek yıkılıp yeniden yapılarak günümüze kadar gelmiştir. Malatya, kayısı diyarı olarak bilinir. İlde yetişen kayısılar, dünya genelinde ünlüdür ve kuru kayısı üretiminin % 80'ini Malatya Ovası’nda bulunan kayısı bahçeleri sağlar. Büyükşehir yasası ile 2014 yerel seçimlerinin ardından büyükşehir statüsüne kavuşmuştur. Aynı zamanda Malatya 2 Cumhurbaşkanı çıkarmış tek şehirdir, bu kişiler, İsmet İnönü ve Turgut Özal'dır. Malatya'nın adı Kültepe tabletlerinde "Melita" olarak, Hitit tabletlerinde "Maldia" olarak geçmektedir. Malatya'nın isim kökü Hititçede bal anlamına gelen "melid"den türediği ve Hitit kitabelerinde "öküz başı ve ayağı" ile ifade edildiği belirtilmiştir. "Melit+ava" ise "bal ülkesi" anlamına gelmektedir. Sonra bu isim "Meliddu", "Melide", "Melid", "Milid", "Milidia", "Melitea" olarak kitabelerde geçmiştir. Malatya'yı ele geçiren Araplar, şehre "Malatiyye" ismini vermişlerdir. Türklerin Malatya'yı fethetmesiyle isim bugünkü halini almıştır ve 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla ismi Malatya olarak resmileşti. Eski çağ coğrafyacılarından Strabon, Malatya'yı, kesin olarak belirtmemekle birlikte, Kommagene sınırında Kapadokya Krallığı’nın (MÖ 280-212) on valiliğinden biri olarak göstermiştir. Malatya, Doğu Anadolu'nun ve Fırat Nehri'nin en stratejik konumunda yer alan bir yerleşim yeridir. Bu konumu nedeniyle ilk yerleşmeler MÖ 6000'lere gitmektedir. Ayrıca bölge önemli ticaret yolları üzerinden olduğundan dolayı sürekli savaşılmış bir yerdir. Sürekli iki devlet arasında çekişmelere neden olmuştur. Bu durum sonrası şehir her savaş sonrası yağmalanmış, savunma ve istilalardan korunmak için şehir merkezi 2 kez değişim geçirmiştir. Bu gibi nedenlerden dolayı Malatya'nın tarihinin araştırılması çok zordur. Malatya'nın sınırları içerisinde birçok höyük bulunmaktadır. Bunlardan en eski yerleşmenin görüldüğü yer ve ayrıca Malatya'nın ilk yerleşim alanı olan Arslantepe Höyüğüdür. İlk yerleşim alanı suyun kenarına kurulmuş bir verimli tarım alanıdır. Yaklaşık 6000 yıl kullanıldı. Yaklaşık olarak 35250 m'lik bir alandır. Bugün ilk yerleşim yeri olan Arslantepe Höyüğü, Orduzu beldesinin Arslantepe mahallesinde bulunmaktadır. Malatya'nın tarihi ana hatlarıyla dört büyük döneme ayrılabilir: Malatya 5 milyon yıl önce denizdi. Hititler MÖ 2000 yıllarının başında bu bölgede hüküm sürmeye başlamışlardır. MÖ 1750 yıllarında Kuşsara Kralı Anitta, Anadolu'yu tek bir yönetim altında toplayarak siyasi birliği sağlamış ve Malatya'yı da bu birliğe dâhil etmiştir. II. Murşili, Muvattalli ve III. Hattuşili dönemlerinde Malatya, Hitit merkezine bağlı kalmıştır. Asur Kralı Sanherib (MÖ 705-MÖ 681) döneminde Asur egemenliğine giren Malatya, daha sonra Med ve Perslerin hâkimiyetine girmiştir. MÖ 4. yüzyılda Makedonya Kralı İskender'in Anadolu'yu ele geçirmesinden sonra, Malatya Helenistik kültürün etkisinde kalmıştır. Bu tarihten sonra Malatya sırasıyla, Medlerin, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların egemenliği altına girmiştir. Kuruluş ve isim itibarıyla başlangıçtan zamanımıza kadar büyük bir değişikliğe uğramadan gelen Anadolu şehirlerinden birisidir. Kültepe vesikalarında "Melita" şeklinde görülen Malatya'dan Hitit vesikalarında "Maldia" olarak bahsedilmektedir. Asur İmparatorluk devri vesikalarında ise "Meliddu, Melide, Melid, Milid, Milidia" olarak geçmektedir. Urartu kaynaklarında ise "Melitea" denilmektedir. Malatya kelimesinin Hititçe "bal" anlamına gelen "Melid"den türediği anlaşılmaktadır. Hitit hiyeroglif kitabelerinde Malatya şehri, bir öküz başı ve ayağı ile ifade edilmektedir. 1515 yılından itibaren Osmanlı yönetimi altına giren Malatya, Harput Vilayeti’ne bağlı iken, Cumhuriyetle birlikte (20 Nisan 1924 Anayasası 89. maddesi ile) il olmuştur. İl olduktan sonraki ilk belediye başkanı, Hasanbey Caddesi'ne de ismi verilen son Osmanlı beyi Hasan Derinkök'tür. Malatya ili 1927-1931 yıllarında; Adıyaman, Kâhta, Arapgir, Akçadağ, Hekimhan, Pütürge ve Kemaliye (Eğin) ilçelerinden oluşuyordu. Toplam nüfusu 258.331 olup merkez nüfusu köylerle birlikte 56.528’di. Vali Mehmet Tevfik Bey, belediye başkanı Mehmet Naim Karaköylü idi. Belediye binası Emir Ahmedoğlu Hanı’ndaydı. Şehirde Cumhuriyet Halk Partisi, Türk Ocağı, Türk Hava Kurumu, Kızılay kurumlarının birer şubesi bulunmaktaydı. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Malatya'da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı. Malatya, Doğu Anadolu bölgesinin batı bölümünde yer almaktadır. Doğuda Elâzığ (98 km) ve Diyarbakır (251 km), güneyde Adıyaman (185 km), batıda Kahramanmaraş (219 km), kuzeyde Sivas (245 km) ve Erzincan (363 km) illeri ile çevrilidir. İl genelinde yer alan dağların başlıcaları Malatya Dağları, Nurhak Dağları, Akçababa Dağları, Yama Dağı iken, başlıca akarsular Söğütlü Çayı, Morhamam Çayı, Kuruçay, Tohma Suyu, Sultansuyu, Sürgü Suyu, Beylerderesi, Mamıhan ve Şiro Çayı'dır. Ayrıca Beydağları'nın o muazzam görüntüsü, o uzantısı şehre ayrı bir güzellik katmaktadır. İl, İç Anadolu, Akdeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin arasında tampon bir bölge olma özelliğini de taşımaktadır. Malatya ili, deprem kuşağı bakımından ikinci büyük fay kuşağında yer alır. Bölgenin dağlık ve dinamik bir yer hareketliliğine maruz kalması sonucu depremler sık sık meydana gelir. Yani kıvrımlı bir arazi şekli yaygındır. Malatya'nın deniz seviyesinden yüksekliği 960 metredir (merkez). Malatya ilinde karasal iklim koşulları hüküm sürer. Evvel çok çetin kış ayları yaşanıyor olsa da, Malatya'daki su potansiyeli sebebiyle son yıllarda inşa edilen barajlar il genelinde iklimi fazlaca yumuşatmıştır. Bölge iklim koşullarına göre oldukça ılıman bir iklim hüküm sürmektedir. Orduzu-Pınarbaşı gölleri meşhurdur; piknik ve dinlenme merkezidir. Ayrıca Fırat'ın büyük bir bölümü de Malatya'nın doğusundan geçmektedir. Pütürge ilçesinin Şiro Çayı da meşhur akarsularındandır ve bu akarsu balığıyla ünlüdür. Malatya il topraklarının % 54’ü çayır ve meralarla, % 31’i ekili ve dikili arazi ile kaplıdır. Ormanı azdır, ormanlık alanı % 10’dur. Geniş Malatya Ovası, bozkır görünümündedir. Akarsu çevreleri orman gibi uzayan kayısı bahçeleri ile kaplıdır. Malatya Toroslarında en çok meşe, vadi yamaçlarında ardıç ağaçlarına rastlanır. Platolar çayır bakımından zengindir. Bu topraklar, akarsular tarafından taşınan, depolanan materyaller üzerinde oluşan genç topraklardır. Üzerlerindeki bitki örtüsü iklime bağlıdır. Bulundukları iklime uyabilen her türlü kültür bitkisinin yetiştirilmesine elverişli ve üretken topraklardır. Alüvyal topraklar Malatya ilinde daha çok Fırat Nehri ile Tohma Çayı boyunca uzanmaktadır. Toplam alanları 20.236 hektardır. Bunun 19.703 hektarı birinci sınıf, 442 hektarı yetersiz drenajlı ve ikinci sınıf, 95 hektarı ise kötü drenajlı üçüncü sınıf arazilerden oluşmaktadır. Bu topraklar genellikle orta derin veya sığdır. Ağır killi topraklardır ve profilleri iyi gelişmemiştir. Malatya’da bu topraklar Kürecik bucağının batısında ve güneyinde ve Arapgir ile Arguvan arasında bulunurlar. 75.080 hektarlık ölçümleri ile ilde % 6,1′lik yer tutan Bazaltik toprakların %26’sı toprak işlemeli tarıma uygundur. %66′lık kısmı meradır. Malatya İl Nüfusu: 781.305'dir (2016). İlin yüzölçümü 12.259 km²'dir. İlde km²'ye 64 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 321 kişi ile Battalgazi’dir) İlde yıllık nüfu
s artış oranı %1,09 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre 13 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 717 mahalle bulunmaktadır. Malatya il nüfusu: 786.676 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 12.259 km2'dir. İlde km2'ye 64 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 327 kişi ile Yeşilyurt’tur) İlde yıllık nüfus artış oranı %0,69 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 13 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 717 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Yeşilyurt (% 2,43)- Pötürge (-% 5,42) Malatya, ekonomik olarak bölgenin en gelişmiş şehridir. Ekonomi başlıca kayısıya dayanır. Malatya'da bulunan birçok kayısı fabrikası istihdam sağlar. Bunun yanında, tekstil fabrikaları ekonomiye can verir. Malatya'da iki organize sanayi bölgesi bulunmaktadır ve üçüncü organize sanayi bölgesinin altyapı ihaleleri tamamlanmıştır. Ayrıca Malatya'nın teşvik paketi kapsamında bazı büyük şirketler, bölgeye yatırım yapmışlardır. Buna Eczacıbaşı'nın yapım aşamasında olan nükleer tıp fabrikası örnektir. Ayrıca Malatya'da sanayi sitelerinde bulunan küçük işletmeler de Malatya ekonomisine can verir. İnönü Üniversitesi de ticaretin ve kentin büyümesinde etkili olmuştur. Malatya'da birden fazla hidroelektrik santralleri bulunmaktadır. Bunlardan biri Karakaya Barajı'ndadır. Tarım genelde Malatya Ovası’nda yapılır ve başlıca ürün kayısıdır. Dünyanın kayısı ihtiyacının yüzde 80'i Malatya'dan karşılanmaktadır. Dağlık kesimlerde küçük ve büyük baş hayvancılığı yapılmaktadır ancak şehrin ekonomisine fazla bir katkısı olmamakla birlikte damızlık koyun keçi yetiştiricileri birligi ve süt birliği ve damızlık sıgırcılık birligi de bulunmaktadır Malatya, bölge için önemli bir kültür sanat merkezidir. Buna müze ve sonradan açılan alışveriş merkezi büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Ayrıca, devlet tiyarosunun açılması, kültür ve kongre merkezinin açılması, Malatya kültür ve sanatını önemli ölçüde değiştirmiştir. Malatya Merkez Mücelli Caddesinde caminin giriş kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre yapımı1793 tarihli Yusuf Ziya Paşa Camii bulunmaktadır. Malatya merkezinde yaklaşık 100 yıllık tarihi olan bir cami bulunmaktadır. Adı Hacı Yusuf Taş Cami olan eser halk arasında Yeni Cami olarak bilinir. Son yıllarda restore edilmiştir. Bir diğer cami de Ulu Cami'dir.Ulu Cami’nin tarihi yedinci yüzyıla kadar uzanmaktadır. Ulu Cami’yi Araplar, Malatya ilimizin 8 km kadar kuzeyinde bulunan Battalgazi ilçesinde inşa etmişlerdir. Eski kaynaklardan öğrenilen bilgiye göre yıkılan Ulu Cami, Anadolu Selçuklu zamanında 1224 yılında yeniden inşa edilmiştir. İçli köfte, analı kızlı, kayısı tatlısı, ekşili köfte, mercimekli köfte, kulak çorbası, tavşanlı yufka, kaburga dolması, tava, kâğıt kebabı, kalbur hurması, bilik, pirpirim cacığı, yapraklı köfte, kiraz yaprağı köftesi, saç kavurması, kürt sarması, ıspanaklı ekmek, baklalı pilav ve kömbe. Kentin ilçelerinden biri olan Battalgazi’de ise Selçuklular ve Osmanlılar döneminden kalma eserler bulunmaktadır. Devlet tiyatroları Malatya şubesinin açılmasıyla Malatya bölgedeki kültür alanında da önemli bir aşama kaydetmiş ve çevre illerden gelen sanatseverler sayesinde kültür turizmi önemli bir ivme kazanmıştır. Gürpınar Şelalesi de ülkemizdeki sayılı doğa harikalarından birisi ve turistlerin uğrak mekânlarındandır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Evkur Yeni Malatyaspor, Süper ligi 10.sırada tamamlamıştır. BAL’da 2, kadınlar futbol liglerinde 1 takımı daha vardır. Voleybol erkek liglerinde 3 takımı vardır. Basketbol ve hentbol liglerinde takımı yoktur. Evkur Yeni Malatyaspor, Ziraat Türkiye Kupası’na 3. Turdan başlayarak İnegölspor ve Ofspor takımlarını elemiştir. 5.turda Osmanlıspor A.Ş.'ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Yeni Malatya Stadyumu (27.044), Malatya Spor Salonu (3.200), Atatürk Spor Salonu (1.500) ve Atletizm Pisti'dir. Malatya'nın ilk valisi Vehbi Bey'dir. Vehbi Bey'den bu yana ilde 39 vali idarede olmuştur. Şu an görevde olan yeni vali Mustafa Toprak'tır. Malatya Valiliği, 1925 yılında yapılan binada hizmet vermektedir. Bu bina Malatya'da bulunan İnönü Kapalı Çarşısı'nın üst tarafındadır. Ülkenin önemli üniversitelerinden olan İnönü Üniversitesi başta olmak üzere birçok ilk ve ortaokul mevcut olup Fatih projesiyle birçok okula akıllı tahta ve öğrencilere verilen tablet bilgisayarlarla desteklenen eğitim modernizyasyonu tüm ülkede olduğu gibi Malatya eğitimine projenin ilk yılından büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca 91.000 Dev Öğrenci Projesi ile daha da iyi eğitim verilmeye başlanan Malatya'da il halkının ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde okul vardır. Halkın eğitim düzeyi iyi derecededir. Ayrıca ikinci bir üniversite ile ilgili çalışmalar başlamıştır. Malatya'da şehir içi ulaşım halk otobüsleri, dolmuşlar ve trambüsler ile yapılmaktadır. Trambüs; Malatya çevreyolu üzerinde MAŞTİ - İnönü Üniversitesi üzerinde kurulmuş olan elektrik ile çalışan 36 km uzunluğunda 55 adet istasyon bulunan bu istasyonlardan, 11 tanesi turnikeli 44 tanesi normal biniş istasyonu olan Maşti (Yeşilyurt belediyesinden) başlayarak Yeni Devlet Hastanesi, Köy Garajı, Emeksiz, Battalgazi Kavşağı, Tandoğan, Araştırma Hastanesi ve İnönü Üniversitesine kadar devam eden seyir hattı ile Türkiye'de ilk kez Malatya'ya kurulan toplu taşıma sistemidir. Malatya'da karayolu ulaşımı TCK tarafından yapılan şehirler arası devlet yollarından sağlanmaktadır. Bu yollardan en önemlisi Kayseri'den gelen ve Elâzığ'a giden D 300 karayoludur. Bunun dışında Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki konumundan dolayı üç bölgeye komşu kavşak noktasındadır. Bu nedenle her yöne açılan yolları vardır.Ayrıca uluslararası havalimanıyla Almanya'nın frankfurt ve diğer Avrupa şehirlerine ulaşım sağlanmaktadır. Her gün İstanbul, Ankara ve İzmir'e uçuş bulunmakla beraber yaz sezonlarında Antalya uçuşları mevcuttur. Bu yollar: Malatya'da havayolu ulaşımı Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından Malatya Akçadağ da bulunan Erhaç Havalimanı ile sağlanmaktadır. Malatya'da demiryolu ulaşımı TCDD tarafından yapılan demiryolları ile sağlanmaktadır. Dört ilçede TCDD garı bulunmaktadır. Bu ilçeler: Ayrıca demiryolu güzergahları: Malatya - Elâzığ demiryolu hattında bulunan Fırat demiryolu köprüsü Türkiye'nin en uzun köprüsü olmakla beraber önemi büyüktür. Kaynak: Manisa Manisa (Latince: Magnesia, Osmanlıca: مغنیسا), Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on dördüncü şehri. 2016 TÜİK verilerine göre 1.396.945 kişi Manisa'da yaşamaktadır. Anadolu Yarımadası'nın batısında, Ege Bölgesi'nin ortasında yer alır. Doğudan Uşak ve Kütahya, Güneyden Aydın ve Denizli, Kuzeyden Balıkesir ve Batıdan İzmir ile komşudur. 27°08’ ve 29°05’ doğu boylamları ile 38°04’ ve 39°58’ kuzey enlemleri arasında yer alır. 17 ilçesi bulunur. Toplam nüfus bakımından İzmir'den sonra Ege Bölgesinin 2. büyük ili ve ticaret merkezidir. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile büyükşehir olmuştur.. "Şehzadeler Şehri" olarak da adlandırılan yerleşim, mesir macunu, sultaniye üzümü ve Manisa Tarzanı ile tanınır. Antik çağda "Magnesia", Roma İmparatorluğu döneminde tam ismiyle "Magnesia ad Sipylum" olarak anılmıştır. Şehir, Spil Dağının eteklerinde kurulmuştur. Gediz Nehrinin büyük bir bölümü il sınırları içerisinden geçmektedir. Manisa'nın tarihi Yontma Taş Devri'ne kadar uzanır. Antik kaynaklar şehrin kurucuları olarak, bugünkü Yunanistan’ın Teselya Bölgesi'ndeki Pelion Dağı civarında yaşayan Magnetleri işaret etmektedir. Magnetler, Batı Anadolu'ya göç ettiklerinde önce Menderes Nehri kıyısındaki Magnesia’yı, daha kuzeye giden bir kolu da Sipylos Dağı eteğindeki Magnesia’yı kurmuşlardır. Magnesia şehrini Menderes Magnesia’sından ayırt etmek için Magnesia ad Sipylum adını kullanmışlardır. Strabon tarafından Katakekaumene (Yanık Ülke), olarak anılan Kula yakınlarında 1,1 milyon yıl ile 12 bin yıl arası süreçte gerçekleşen volkanik patlamalar nedeniyle oluşmuş geniş bir arazi vardır. Yapılan araştırmalar bölgede Yontma Taş Devri'nden kalma 15 bin ile 25 bin yıl öncesine ait ayak izleri bulunmuştur. Manisa sırasıyla Hititler, Frigler, İyonyalılar, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Saruhanoğulları ve Osmanlıların hâkimiyetinde kalmıştır. Hitit döneminde bölgenin Arzava adıyla anıldığı düşünülmektedir. Dönemin en önemli eseri Kybele Kaya Anıtıdır. MÖ 13. yüzyıla ait eser, bölgeye yapılan bir Hitit seferi sırasında yapılmıştır. MÖ 1200'lerde Trakya ve Boğazlar üzerinden Anadolu'ya gelen Frigler, MÖ 8. yüzyıl ortalarından itibaren günümüz Manisa topraklarının büyük bölümünde kısa süreli bir hakimiyet kurdu. Tunç Çağı'nın sonlarından başlayarak MÖ 6. yüzyıla kadar Manisa ve Aydın çevresinde hüküm süren Lidya Krallığı'nın başkenti, bugün Salihli ilçesi sınırlarında yer alan Sardes kentidir. Tarihteki, ilk parayı basan ve kullanan Lidya Krallığıdır. Altın-gümüş karışımı "elektrum" madeninden basılan bu ilk sikkelerin üzerinde Lidya Krallığının arması olan aslan başı bulunuyordu. Günümüzde Salihli ve Akhisar ilçeleri arasında kalan Bintepeler bölgesinde Lidyalılar'a ait tümülüsler ve kral mezarları bulunmuştur. Antik ticaret yolu olan Kral Yolu da İran ve Mezopotamya'dan başlayarak il sınırları girer ve Lidya Krallığı'nın merkezi Sardes şehrinden geçerdi. Lidya Krallığı MÖ 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu ile yapılan savaşta yenilerek, Krallığının başkenti Sardes ele geçirilmiş ve bu yenilgi sonrası Lidya Krallığı dönemi sona ermiştir. Büyük İskender'in Asya seferi sırasında, MÖ 334-333 yıllarında Manisa'nın da içinde olduğu Batı Anadolu bölgesi Makedon Krallığı topraklarına katıldı. İskender'in MÖ 323 yılında ölümünden sonra Manisa, generalleri tarafından idare edilmiş ve MÖ 301 yılından gerçekleşen İpsos Savaşı sonrasında da Lysimakhos'un hakimiyetine geçmiştir. MÖ 281 yılından gerçekleşen Korupedyon Muharebesi sırasında Lysimakhos'un ölmesi üzerine Manisa'nın içinde olduğu tüm bölge Seleukos İmparatorluğu topraklarına katıldı. MÖ 190 Magnesia Savaşı sonrasında Roma topraklarına katılan Manisa, Romalılar tarafından müttefikleri olan
Pergamon Krallığı'na bırakıldı. Bu dönemde II. Attalos tarafından Philadelphia kuruldu. MÖ 133 yılında varisi olmayan III. Attalos'un vasiyeti üzerine Pergamon Krallığı ile birlikte Manisa'da Roma hakimiyetine geçti. MS 395'te Roma'nın ikiye bölünmesiyle Manisa ve civarı Bizans topraklarında kaldı. Bu döneminde Manisa piskoposluk merkezi olmuş ve Sardes, Philadelphia, Thyateira yerleşimleri önemli bir konumda bulunmuştur. Bizans hakimiyetinde ilin büyük bölümü ve merkezi Thrakesion theması içerisinde yer almıştır. Latinler'in Konstantinopolis'u işgali sırasında İznik İmparatoru III. İoannis hükümdarlığının büyük bölümünde Manisa'da yaşadı. Bu dönemde Manisa merkez ve çevresi büyük ölçüde gelişme gösterdi. 1071 yılında meydana gelen Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında Türk akınları Manisa yakınlarına kadar uzanmıştır. Selçuklu komutanı Çaka Bey tarafından Manisa ve çevresi denetim altına alınmış ancak Dorileon Muharebesi (1097) sonrasında yeniden Bizans egemenliğine geçmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti dağılmasıyla başlayan Anadolu Beylikleri döneminde, 14. yüzyıl başlarında Manisa çevresinde Saruhan Bey tarafından kurulan bir beyliktir. Saruhanoğulları Beyliği, Afşar boyunun Saruhanlı kolundandır. Bazı kaynaklar Er Saru veya Saruhan adlı bir Harezm emirin Selçuklu Devleti'nde görev yaptığını iddia ederler. Bu şahsın oğlunun adının Alpağı olduğu ve Saruhan Bey'in de Alpağı'nın oğlu olduğu söylenmektedir. Saruhan Bey, beyliğini kurduktan sonra 1313 yılında ele geçirdiği Manisa'yı başkent yaparak topraklarını genişletmiş, donanma kurarak Yunanistan sahilleri ve Trakya kesimine seferler yapmış, çevresindeki beylik ve devletlerle ittifaklar kurmuş, donanma sayesinde elde ettiği ganimetlerle ekonomik durumu düzeltip cami, medrese ve kütüphaneler yaptırmıştır. 1366/67 yılında yapılan "Manisa Ulu Cami" Saruhanlılar döneminden günümüze kadar ulaşabilen en önemli eserdir. Yıldırım Beyazıt’ın Anadolu birliğini sağlamak amacıyla 1390 yılında giriştiği Batı Anadolu harekatı esnasında Saruhan Beyliği'nin başında bulunan Hızırşah, Yıldırım’ı karşılayarak barış yoluyla Manisa’yı Osmanlılara teslim etmiş; şehre hâkim olan Yıldırım Bayezit ise şehrin doğu kesimlerinin yönetimini Hızırşah’a bırakıp Manisa’yı da Karesi Beyliği ile birleştirerek oğlu Ertuğrul’un idaresine vermiştir. Timur'un Anadolu'ya girip Yıldırım Bayezit’i Ankara Savaşı'nda mağlup etmesi üzerine, daha önce Timur'a sığınan Hızırşah'ın kardeşi Orhan Bey, Manisa'ya gelip bağımsızlık simgesi olarak 1403 yılında adına para bastırmıştır. Ancak Timur güçlerinin ayrılması üzerine tekrar Hızırşah'ın yönetimi ele geçirdiği, Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu olarak kabul edilen I. Mehmed'in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle 1405-1406 yıllarında giriştiği Batı harekatı sırasında Hızırşah, I. Mehmed tarafından yakalanarak öldürülmüş, kardeşi Orhan Bey'in de 1412 yılında ölümünden sonra Saruhan Beyliği kesin olarak Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Manisa, 1412 yılında Osmanlı egemenliğine girdikten sonra, Saruhan Sancağı adıyla anılarak, idari bir birim haline getirilmiştir. Şehir, özellikle 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesini kazandıkları önemli siyasi eğitim merkezlerinden biri haline gelmiştir. Manisa’da II. Murad, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi sonraları tahta da oturan Osmanlı padişahlarının da içerisinde olduğu 16 şehzade bu dönemlerde sancak beyliği yapmışlardır. Manisa ve çevresinde Osmanlı idaresi altında nispeten sakin bir dönem geçmekle birlikte 17. yüzyılda Kalenderoğlu, Birgili Cennetoğlu gibi isyancılar ile Yusuf Paşa ve İlyas Paşa gibi devlet görevlilerinin saldırı ve yağma hareketlerine maruz kaldı. 1833 yılında kısa süreli Kavalalı İbrahim Paşa komutasındaki Mısır egemenliği görüldü. Manisa şehri Yunan ordusu tarafından 26 Mayıs 1919'da işgal edildi ve 8 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusu tarafından geri alındı. Yunan ordusu Batı Anadolu'dan geri çekilirken yakıp yıkma taktiği uyguladı. Orta Doğu tarihçisi Nettleton Fisher konu hakkında, ""Geri çekilen Yunan ordusu bir yakıp yıkma politikası benimsedi ve önüne gelen bütün savunmasız Türklere karşı vahşilikler uyguladı."" yazdı. İskoçyalı tarihçi Kinross Yunan geri çekilişini, "" Zaten onun (Yunan ordusu) önünde bulunan çoğu mahalle harap içindeydi. Tarihi kutsal şehir Manisa'da 18 bin binadan sadece 500'ü ayakta kalabilmişti."" sözleriyle tasvir etmiştir. Bu çekilme sırasında 5 Eylül 1922 gecesi başlayan ve 8 Eylül'e kadar devam yangın ise "1922 Manisa yangını" olarak adlandırılır. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Manisa'da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı. Manisa’nın komşu illere olan uzaklıkları, Aydın 156 km, Balıkesir 137 km, Denizli 208 km, İzmir 36 km, Kütahya 317 km ve Uşak 195 kilometredir. Önemli merkezlere olan uzaklığı ise kilometre olarak Adana 884 km, Ankara 563 km, Antalya 428 km, Bursa 286 km, Gaziantep 1.089 km, İstanbul 525 km, Konya 534 km, Kayseri 832 kilometredir. İl alanı doğal açıdan kuzey ve kuzeydoğudan Demirci Dağları ve uzantıları, doğudan Kula - Gördes - Uşak platoları, güneyden Bozdağ kütlesi, batıdan Spil Dağı, Yamanlar Dağı uzantıları, Menemen Boğazı ve Yunt Dağı'nın uzantılarıyla kuşatılmış durumdadır. İl topraklarının %54.3'ü dağlardan oluşmaktadır. Bunu %27.8 ile platolar ve %17.9 ile ovalar izlemektedir. İlin başlıca akarsuları kollarıyla birlikte Gediz Nehri ve Bakırçaydır. Ege bölgesinin önemli doğal iki gölünden biri olan Marmara Gölü, bu ildedir.Demirköprü Barajı ise sadece ildeki değil, tüm Bölgedeki önemli barajlardandır. Diğer barajlar ise Afşar Barajı ve Sevişler Barajıdır İlde çevre illere ulaşım içerisinden geçen birçok kara yolu ve demir yolu hatları ile sağlanmaktadır. Şehir içerisinde ise toplu taşıma ilçelerin kendi içinde ve ilçeler arasında olmak üzere hem Manisa büyükşehir Belediyesine ait araçlarla hem de Özel Toplu Taşıma araçları ile 250'den fazla hat üzerinden yapılmakta olup Büyükşehir Belediyesinin başlatmış olduğu ulaşımda dönüşüm kapsamında en son model araçlarla ve Manisa Kart adı verilen elektronik kart sistemi ile il genelinde yapılmaktadır. Ege bölgesinin batı kesiminde geniş bir alanı kaplayan Manisa ilinde, batı kesimlerinde ve Gediz Nehri havzası boyunca karasal nitelikli Ege-Akdeniz iklimi hakim olmakla, özellikle doğu ve dağlık bölgelerinde İç Anadolu'nun karasal ikliminin etkileri de görülür. İlin batısından doğusuna gidildikçe, toprak, iklim ve topografya gibi çevre koşulları aşamalı olarak değişmeye başlar. Bu değişime bağlı olarak, bitki örtüsü de değişir. Bitki örtüsü batıdan doğuya doğru sırayla, ova bitkileri, makiler, ormanlar ve alpin bitkilerinden oluşur. Ancak bunların aşamaları birbirlerini düzenli bir biçimde izlemez. Dağlarda egemen bitki örtüsü ormanlar ve makilerdir. İlde ortalama sıcaklık 16.8 °C'dir. En sıcak aylar, ortalama sıcaklığın 30 °C'nin üzerine çıktığı Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Yıllık sıcaklık ortalaması kışın (Ocak Ayı) 6 °C'nin altına düşmez. Yılda ortalama 25 gün don(lu) geçer. Yılda ortalama 107.5 gün sıcaklık 30 °C'nin üzerindedir. Ortalama olarak yılın 91 günü yağışlı geçmektedir. Yıllık ortalama yağış miktarı m² ye 750.3 kg'dır. En fazla yağış Aralık, Ocak ve Şubat aylarında görülür. Genel bitki örtüsü makidir. Osmanlı döneminde şehzadelerin de yerleştiği merkezlerden biri olması nedeniyle şehir nüfusu artmaya başlamıştır. 1531 tarihli tahrir defterine göre yerleşimde otuz yedi mahalle bulunurken, 1575 yılında kırk iki mahalle bulunmaktaydı. 16. yüzyılın başlarına kadar sadece Müslüman nüfusun yaşadığı Manisa'ya ilk gayrimüslim nüfusu bu yüzyıl başlarında İspanya'dan gelen Yahudiler oluşturmaktaydı. 1531 yılında 88 Yahudi hane şehirde yaşamaktayken bu rakam 1575 tarihinde 117 haneye çıkmıştır. Aynı dönemde şehre yakın Horos adlı köyde şehzadelerin sarayında hizmet eden Rum nüfusta (1521 yılında 7 hane, 1575 yılında 22 hane) bulunmaktaydı. 17. yüzyılda Celali isyanları nedeniyle köy ve nahiyelerde yaşayan halkın emniyetli buldukları merkeze gelmesiyle Manisa nüfusu daha da artmaya başladı. Bu yüzyılda Yahudi nüfusta azalma görülürken, Rum ve Ermeni nüfusta artış görüldü. 1660-1661 sayımında, Manisa'nın nüfusu 3684 haneye ulaşmıştı. Elli iki mahallesi bulunan şehrin içinde; iki Ermeni (172 hane), bir Yahudi (73 hane) bir de Rum (62 hane) mahallesi bulunmaktaydı. Bu dönemde 18.000 olarak tahmin edilen şehir nüfusunun takriben 1200'ü gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. 1770’lerde Rumlar, bölge ayanlarından Karaosmanoğulları’nın çiftliklerinde çalışmaya başlamış ve zamanla Manisa'da en kalabalık gayrimüslim topluluk olmuştur. 1842-1843 sayımında şehirde 7.569 Türk, 2.523 Rum, 1.126 Ermeni ve 412 Yahudi erkek yaşamaktaydı. 1899-1900 yılı salnamesine göre şehirde; 24.079 Müslüman Türk, 5.953 Rum, 2.488 Ermeni, 1578 Yahudi, 146 Protestan ve 338 katolikten oluşan 34.572 kişi bulunmaktaydı. 1919-1922 yılları arasındaki işgal ve yaşanan tahribat sonrasında nüfusunda azalma görülen Manisa, Cumhuriyet’in 1927 yılındaki ilk nüfus sayımında 28.635 kişilik nüfusa sahipti. 1900'lü yılların ortalarından itibaren şehir nüfusu artmaya başlayıp olup, günümüzde Türkiye'nin en yoğun göç alan şehirlerinden birisi konumundadır. Manisa il nüfusu: 1.413.041 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 13.339 km2'dir. İlde km2'ye 106 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 332 kişi ile Şehzadeler’dir) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,15 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre 17 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1088 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Yunusemre (% 4,24)- Selendi (-% 1,85) Manisa Büyükşehir Belediyesi şehrin tüm karar yetkisini elinde bulundurmaktadır. Şehrin yönetimi 3 ana organda toplanmıştır. 1. Belediye Başkanı (her 5 yılda bir partili sistem ile seçilir.), 2. Büyükşehir Belediye Meclisi, 3. Büyükşeh
ir belediye encümeni. Manisa'nın mevcut belediye başkanı MHP'den Cengiz Ergün'dür. Manisa Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı 17 ilçe bulunmaktadır. Şehirde bulunan Celal Bayar Üniversitesi, bölgenin sosyal ve kültürel beklentilerine ve gereksinimlerine cevap verecek araştırma merkezlerini de açmış ve bunları işlevsel hale getirmiştir. Bugün 5 fakültesi, 4 yüksek okulu, 15 meslek yüksek okulu, 3 enstitüsü ve 9 araştırma merkeziyle 17 yerleşkede eğitim ve öğretime devam eden Celal Bayar Üniversitesi, 1156 akademik personeli, 732 idari personeli ve 26500 öğrencisiyle, Ege Bölgesi'nin en büyük 3 üniversitesinden biridir. Manisa, Türkiye'nin gelişmiş organize sanayi bölgelerinden birisine sahiptir. Liman, tren yolu gibi ulaşım yollarına yakınlığında ötürü birçok sanayi şirketinin üretim tesisi kurduğu şehir, 2005 yılında Financial Times tarafından dünyanın en iyi yatırım kenti seçilmiştir. Bu sebeple Vestel, Indesit, Bosch, Schneider, E.C.A., Eczacıbaşı, Ülker, Keskinoğlu, Ferrero gibi birçok marka ve firma, Türkiye'deki üretim üslerini Manisa'da kurmuştur. Manisa, Ege Bölgesinin İzmir'den sonra ikinci büyük sanayi ve ticaret merkezidir. Manisa, 2011 yılında gerçekleştirdiği 7.116.049.087 TL ihracatla Türkiye'nin en çok ihracat yapan 7. şehri konumuna gelmiştir. Gediz Nehri kıyısında kurulu olan Manisa'da, tarım önemli geçim kaynaklarından biridir. Tarımsal faaliyetlerin başında üzüm üretimi gelmektedir. Özellikle Sultani cinsi üzüm üretiminde ülke tarımında önemli bir paya sahiptir. Bunun yanı sıra il sınırları içerisindeki zeytin üretimi de önemli bir yere sahiptir. Asıl adı Ahmet Bedevi olan Manisa Tarzanı'nın nüfus kayıtlarındaki ismi Ahmeddin Carlak'tır. 1888'de Bağdat'da doğup Türk ordusunda askerlik yapan Carlak, daha sonra millî mücadeleye katıldı, kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Manisa'ya gelip yerleşen Bedevi, belediyede temizlik işçisi olarak göreve başladı ve daha sonraları bahçıvan yardımcısı ve itfaiye eri olarak çalıştı. Manisa'yı yeşillendirmek için özellikle Spil Dağı çevresinde adım attığı her yere ağaç fidanı ve tohumları diken Bedevi, yaz kış demeden üstsüz olarak giydiği siyah şortla dolaşmaasından dolayı Manisa Tarzanı adını aldı. Spil'de bir kulübede yaşamını sürdürürken 31 Mayıs 1963'te yaşamını yitirdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan Manisa'da hastalandığında saray doktorları bir türlü tedavi edemezler ve sonunda Merkez Efendi'nin, 41 çeşit baharat karışımından hazırladığı mesir macunuyla şifa bulur. Padişah da olayı kutlamak için kalan macunu halka dağıtır. Bu olay da gelenekselleşir ve Hafsa Sultan adını taşıyan halk arasında Sultan Camii olarak bilinen cami ve külliyenin çatılarından mesir macunu saçılarak "Mesir Festivali" olarak kutlanır. Mesir şenliği 477 yıldır (2017 itibarıyla, 21-24 Mart Nevruz Bayramında) devam edip yaşatılmaktadır. 2017-2018 Sezon sonunda, Futbolda Akhisar Belediyespor, Süper Ligi 11. sırada tamamlamıştır. Manisaspor ise 1. lig den 2.lige düşmüştür. 3. Ligdeki Manisa BŞB ise 2.lige çıkmıştır. 3.ligde 1 , BAL’da 3, kadın liglerinde 5 takımı daha vardır. Basketbol erkeklerde Akhisar Belediyespor 1., Manisa Belediye ise 2. ligdedir. Voleybol süper ligde kadınlarda Seramiksan ligi 10.sırada erkeklerde Jeopark Kula Belediye ise 9.sırada bitirmiştir. Kadınlar 1.ligindeki 3 takımdan Alaşehir Bld. 2.lige düşmüştür. Manisa BŞB, Salihli Bld. 1.ligdedir. Hentboldaki tek takımı 2. lig erkeklerde Salihli Belediyespor’dur. Ziraat Türkiye Kupası’nda Manisa’nın BAL takımı Turgutluspor 1.turda Utaş Uşakspor’u elemiş, 2.turda Tire 1922 Spor’a elenmiştir. 3. Lig takımı Manisa BŞB 2. turda Bergama Belediyespor’a elenmiştir. 1. lig takımım aynı ilin takımı Grandmedical Manisaspor, 3.turda Arsinspor’u, 4.turda hatayspor’u elemiştir. 5.turda Beşiktaş'a elenmiştir. Teleset Mobilya Akhisar Spor ise 4.turda Anagold 24 Erzincanspor’u, 5.turda Ankara Demirspor'u, son 16 turunda Boluspor'u, Çeyrek finalde Kayserispor'u, yarı finalde Galatasaray'ı elemiştir. Finalde Fenerbahçe ile karşılaşmış ve maçta 3-2 galip gelerek 2018 Ziraat Türkiye Kupası'nı kazanmıştır. Önemli spor tesisleri: Manisa 19 Mayıs Stadyumu (16.597), Spor Toto Akhisar Stadyumu (12.139), Yıldırım Beyazıt Spor Salonu (2.500) ve Atatürk Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu (2.200)dur Yerel TV Kanalları Yerel Radyo Kanalları: Şehzadeler Şehzadeler, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. 12 Kasım 2012'de TBMM'de kabul edilen 6360 sayılı kanun ile Manisa merkez ilçesinin ikiye bölünmesi sonucu ilçe olmuştur. Kahramanmaraş Kahramanmaraş, eski ve halk arasındaki adıyla Maraş, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on sekizinci şehri. 2016 itibarıyla 1.112.634 nüfusa sahiptir. Kurtuluş Savaşı'nda işgale direnişi nedeniyle TBMM tarafından 5 Nisan 1925'te şehre İstiklal Madalyası verildi. Maraş olan adı, 7 Şubat 1973'te Kahramanmaraş olarak değiştirildi. Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, ise Seyahatnamesinde Maraş halkı için, "Kelimatları lisan-ı Türkidir ve ekseriya halkı Türkmendir" der. Maraş ve çevresi başta Oğuzların Avşar, Bayat ve Beydili boyları çoğunlukta olmakla birlikte hemen hemen 24 Oğuz boyunun tamamı mevcuttur. Dövme dondurmasıyla meşhurdur. Kahramanmaraş'ın dövme dondurması yerel şirketlerin azmi ve katkısıyla ünü tüm dünyaya yayılmış ve birçok dünya şehirlerinde dondurma şubeleri açılmıştır. Japonya'dan ABD'ye, Avustralya'dan Dubai'ye kadar birçok ülkede şehrin ve dondurmanın yerel firmalarca tanıtımı yapılmaktadır. 2012'de çıkarılan 6360 sayılı kanun ile büyükşehir oldu. Aynı zamanda Kahramanmaraş Türkiye'nin elektrik ihtiyacının %14'ünü karşılamaktadır. Şehrin adı Hititler döneminde Markasi olarak geçmektedir. Kahramanmaraş'ın Kurtuluş Savaşı'ndan önceki adı Maraş'tır. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş, daha sonra ise TBMM'nin kararıyla 7 Şubat 1973'te 'Kahraman' unvanı verilmiştir. Aynı zamanda Maraşspor'un ismi de Kahramanmaraşspor olarak değiştirilmiştir. Tekir Vadisi, Döngel Köyündeki mağaralarda yapılan araştırmalarda ele geçen buluntular yörede insan yerleşiminin Üst Paleolitik Çağda başladığını; Neolitik, Kalkolitik ve Eski Tunç Çağlarında da sürdüğünü göstermektedir. 2009 yılında Kahramanmaraş merkezde yapılan kazılar esnasında da M.S. 300-400 yıllarına ait olan Germanicia Antik Kenti'ne dair birtakım mozaikler bulunmuş ve üzerlerinde çalışmalara başlanmıştır. Asur yazıtlarında adı "Markasi" veya "Markas" olarak geçen şehir, bir Geç Hitit devleti olan Gurgum Krallığı'nın başkenti oldu. MÖ 711 yılında Asurlular tarafından Gurgum Krallığı ilhak edilince, Markas vilayet merkezi yapıldı. Daha sonra Persler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar şehre hakim olmuşlardır. Maraş'a Kurtuluş Savaşı sırasında halkın gösterdiği direnişten dolayı 7 Şubat 1973'den itibaren TBMM tarafından Kahramanlık unvanı verilerek adı Kahramanmaraş olarak değiştirildi. 11. yüzyılın sonlarında Anadolu'ya kesin olarak yerleşen Türklerin egemenliğinde kaldı. 1243'te Moğol İşgaline uğrayan Maraş,II.Anadolu Beylikleri devrinde Dulkadiroğulları'nın oldu.12 Haziran 1515 tarihinde Turnadağ Muharebesi ile Osmanlı egemenliğine geçen Maraş, 1515-1919 yılları arasında Osmanlı egemenliğinde kaldı.Mütareke Döneminde önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından işgal edildi. Kahramanmaraş'ın Kurtuluş Savaşı'ndaki yeri özellikle Türk-Fransız Cephesi ve Maraş Savunması maddelerinde daha detaylı olarak anlatılmaktadır. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Kahramanmaraş'ta sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı. Kahramanmaraş'ın merkezi Ahir Dağı'nın eteklerine kurulmuştur. Bu yüzden şehir merkezi engebelidir. Şehrin merkezi dışında kalan bazı bölgeler düzlük olsa da geneli engebeli bir yapıya sahiptir. Kahramanmaraş iklim yapısında diğer illerden farklıdır. Çünkü Kahramanmaraş'ın il haritası onu 3 bölgeye birden sokmaktadır. Bu sebeple değişken bir iklime sahiptir ancak genelde Akdeniz iklimi hakimdir. Kahramanmaraş'ın bulunduğu bölge şehir merkezi o bölgede olduğundan Akdenizdir. Diğer şehirlerle konumu ise yukarıdaki görseldeki gibidir. Kahramanmaraş İl Nüfusu: 1.112.634'dür (2016). İlin yüzölçümü 14.520 km²'dir. İlde km²'ye 77 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 187 kişi ile Dulkadiroğlu’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,46 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre 11 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 693 mahalle bulunmaktadır. Kahramanmaraş il nüfusu: 1.127.623 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 14520 km2'dir. İlde km2'ye 78 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 191 kişi ile Dulkadiroğlu’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,35 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 11 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 693 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Onikişubat (% 2,82)- Andırın (-% 3,37) Kahramanmaraş, iki resmî ve iki de özel OSB'ye sahiptir. Özellikle tekstil ve iplik sanayiinde Türkiye ve Ortadoğu'da önde gelen bir merkez durumuna gelmiştir. Şehirdeki 5. OSB'nin yapımına karar verilmiş olup çalışmalar sürmektedir. Tomsuklu mevkiine yapılacak yeni OSB yaklaşık 25 bin dekar (dönüm) genişliğinde yapılacak ve bu büyüklüğü ile Türkiye'nin en büyük sanayi OSB'si olacaktır. Kahramanmaraş sınırları içerisindeki Uludaz Tepesi Türkiye'de en çok uğurböceği kolonisini barındırmaktadır. Bu bölgede 2007 yılından beri amatör dağcılar ve profesyonel dağcılık kulüpleri tarafından ve belediyenin desteği ile Uludaz Uğur Böcekleri Festivali düzenlenmektedir. En çok bilineni dondurmasıdır. Dondurmasının yanı sıra biberi, ezmesi, tarhanası, kurabiyesi, çemeni, çöreği ve köpük sucuğu da Kahramanmaraş'ta sıkça tüketilen lezzetler olup hediyelik olarak il dışına götürülmektedir . Kahramanmaraş, yüzyıllar boyu önemli şairler yetiştirmiş ve edebiyatımıza en çok k
atkıda bulunmuş illerden biridir.Halen şiirin ve şairlerin başkenti olarak anılmaktadır. Son yıllarda Kahramanmaraş'ta başlayan Şiir Festivallerinde ünlü şair ve yazarlar şiir dinletileri sunmakta, vefat etmiş olan Kahramanmaraşlı şairler anılmaktadır. Son olarak TRT'de iki sezon yayınlanmış Yedi Güzel Adam adlı dizi TRT'nin ve Kahramanmaraş milletvekillerinin de desteğiyle Kahramanmaraşta çekilmiştir. Dizi, aynı yıllarda Maraş Lisesinde okumuş olan ve Türk edebiyatının 1960-80'li yıllarına damga vurmuş yedi şair ve yazarı anlatmaktadır. Türkçenin Kahramanmaraş ilinde kullanılan şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre, iki ayrı grupta yer alır: Kahramanmaraş Akdeniz Bölgesinin doğusunda bulunmakta ve hem kara hem de demir yolu ulaşımında güneyden ve Akdeniz'den gelen yolları doğuya ve kuzeye bağlayan önemli bir noktadır. Birçok ilden otobüs seferlerinin bulunduğu otobüs terminali kent merkezindedir.Yeni otobüs terminali kent merkezine 4 Km uzaklıktadır. Kahramanmaraş tren istasyonu ile demiryolu ulaşımı sağlanmaktadır. Türk Hava Yolları İstanbul (Atatürk Havalimanı) - Kahramanmaraş arasında haftanın her günü direk karşılıklı günlük 2 sefer haftada 14 sefer düzenlemektedir.THY ile birlikte PEGASUS havayolları da haftanın 4 günü İstanbul (Sabiha Gökçen Havalimanı) - Kahramanmaraş arasında karşılıklı sefer düzenlemektedir. Ayrıca Anadolu Jet ile Ankara-Kahramanmaraş arasında haftanın her günü direk karşılıklı seferler ile havayolu ulaşımı sağlanmaktadır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Kahramanmaraş Spor A.Ş. 2. Ligi 11.sırada tamamladı. Ayrıca Futbol BAL ve kadınlar liginde birer takımı küme düştü, voleybol erkekler 1.lig takımı 1920 Maraşspor da küme düştü. Voleybol liglerinde 2 takımı daha var. Kahramanmaraş Spor A.Ş. , Ziraat Türkiye Kupası 3. turunda Tokatspor’u, 4.turda Çaykur Rizespor A.Ş.’yi elemiştir. 5.turda Başakşehir A.Ş.'ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: 12 Şubat Stadyumu (14.600), Osman Sayın Spor Salonu (1.000), Batıpark Karakucak Güreş Sahası (2.500), 12 Şubat Yüzme Havuzu (750). Muş (il) Muş, Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan bir ildir. Merkez, Bulanık, Malazgirt, Varto, Hasköy ve Korkut ilçeleri ile birlikte, Muş İli Nüfusu: 406.501'dir. (2016 sonu). Geçimini genellikle tarım ve hayvancılık ile sağlayan halkın büyük bir bölümü köylerde ikamet etmektedir. İl merkezinin denizden yüksekliği: 1334 m.'dir. Bölgenin denize uzak ve yüksek olması nedeniyle karasal iklimin etkisi görülür. Çok geniş bir bölge olması ve yükseklik farklarına bağlı olarak iklim özellikleri farklılaşır Başlıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. İrili ufaklı fabrikalar da mevcuttur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 23 belediye, bu belediyelerde 107 mahalle ve ayrıca 366 köy vardır. Muş İli Nüfusu: 406.501'dir. Bu nüfusun %51,98'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 8.650 km²'dir. İlde km²'ye 47 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 69, Hasköy İlçesinde 99’dur.) İlde yıllık nüfus artış oranı %-0,54 olmuştur. Muş ili nüfusu: 404.544'dür. Bu nüfusun % 52,89'u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 8.650 km²'dir. İlde km²'ye 47 kişi düşmektedir. (Bu sayı Hasköy'de 99’dur.) İlde yıllık nüfus % 0,48 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 23 belediye, bu belediyelerde 110 mahalle ve ayrıca 366 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 0,64)- Korkut (-% 2,37). Muş Alparslan Üniversitesi 2007 yılında kurulmuştur. Daha öncesinde ise çevredeki diğer üniversitelere bağlı olarak ilde yükseköğretim kurumları mevcuttu. 2017-18 Sezonu sonunda, futbol liglerindeki tek takımı Muşspor FC, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL)'deki grubunu 9.tamamlamıştır. Ayrıca futbol kadın 3.liginde 2 takımı, voleybol 2.liginde erkeklerde 2, kadınlarda 1 takımı bulunmaktadır. Voleybol erkekler bölgesel liginde de 5 takımı yer almıştır. Küme düşen ya da yükselen takım olmamıştır. Muşspor FC, Ziraat Türkiye Kupası birinci turunda Dersimspor’u elemiş, 2.turda Kars 36 Spor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Muş Şehir Stadı (2.250), Atatürk Spor Salonu (1.500) ve Muş Kapalı Yüzme Havuzu (500)'dur. Muş Muş, Muş ilinin merkezi olan ve ile ismini veren şehirdir. Ayrıca Muş ilinin merkez ilçesidir. Muş şehri, Muş ilinin batısında yer almaktadır. Çavuş Dağı'nın kuzeydoğu eteklerinde kurulmuş olan kentin tarihsel çekirdeği kalenin çevresidir. İstasyonun yer aldığı Muş Ovası'na doğru sekiler halinde gelişen kentin eski ve yeni kısımları arasında 200 metre yükseklik farkı vardır. Muş ovası'nın kenarında kurulan bu Doğu Anadolu şehri, lalesi ve üzümü ile tanınır. Kent ve daha çok il Selçuklu dönemi eserleri; Malazgirt Savaşı ve Alparslan ile özdeşleşmiştir. Muş şehri, 1929 yılında Bitlis vilayetinden ayrılarak müstakil bir il olarak, il merkezi konumu haline gelmiştir. 2008 yılı itibarıyla merkez nüfusu 70 bin dolaylarındadır. Coğrafi açıdan, Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Murat-Van Bölümü içerisinde yer alır. Muş ili ve şehri ayrıca Doğu Anadolu Bölgesi Kalkınma Projesi içinde yer almaktadır. Muş merkez ilçesi, kuzeyden Varto; doğudan Bulanık, Hasköy ve Korkut ile komşudur. Malazgirt ilçesi ile sınırı yoktur. Solhan ve Kulp ile de sınırdaştır. Muş isminin nereden geldiğine yönelik farklı tezler vardır. Ancak bunlardan en çok kabul göreni, Muşkilerden geldiğine yönelik olanıdır. "Muşki" kavmi, Muş güneyi dağlarında barınmışlar ve kuvvetli bir ihtimalle de bugün Kızıl Ziyaret tepesinde bulunan kaleyi de onlar yapmışlardır. Bu kale daha sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından yıkılmıştır. Muş çevresinde bulunan birçok tarihi eserde "Muşkiler"in alameti olduğu söylenen yonca kabartmasına rastlamak mümkündür. Asur kaynaklarına göre Muş yöresi MÖ 13. yüzyılda Urartulara bağlı "Nairi" ülkesinin sınırları içerisindeydi. Daha sonraki kaynaklarda "Taron" adıyla geçen yöre sırasıyla İskit, Med, Pers, Makedon, Selevkos, Roma, Part, Arsakes ve Bizans yönetiminde kaldı. Birkaç kez Romalılar ile Partlar ve Bizanslılar ile Sasaniler arasında el değiştirdi. Daha sonra Emevilerin ve Abbasilerin egemenliğine girdi. Daha sonra göçebe Türkmen topluluklar yöreye yerleşmeye başladı. Türkmenler geldiğinde yörede Ermeniler vardı. Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Selçuklu toprağı haline gelen Muş kenti, Sökmenoğulları (Ahlatşahlar) daha sonra da Eyyubiler egemenliğine girdi. Şehir 13. yüzyılda Anadolu Selçuklularınca imar edildi. Kısa süre sonra Moğollar (İlhanlılar) tarafından yağmalanan şehir daha sonra da Timurlularca yağmalandı. Karakoyunlu ve Akkoyunlu egemenliğinin ardından kısa süre Safevilere bağlanan kent, Safevilerin karşısında yer alan Şerefhanların etkisiyle 1514'de Osmanlı egemenliğine girdi. 19. yüzyıl sonlarında Bitlis vilayetine bağlandı. Osmanlı döneminde nüfusun nispi çoğunluğunu Ermeniler oluşturuyordu. 1916-1917 yılında Rusların ve Ermenilerin nüfuz bölgesi olan şehir, Ermeni tehcirine sahne oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında 1920 yılında yörede "Hallo Ayaklanması" yaşandı. Bu olaylardan sonra 1924 yılında şehir, il merkezi yapıldı. Daha sonra Şeyh Said Ayaklanması yaşanan yörede, kısa süreliğine tekrar Bitlis'e bağlanan şehir, 1929'da tekrar il merkezi oldu. 1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Muş Sancağı'nda yaşayan kişi sayısı 99.560 kişidir. Bunların çoğunluğu (%54) Ermenilerden oluşmaktadır. Muş'taki toplam Ermeni nüfusu 53.776 kişiyi bulmaktadır. Muş'taki Kürt ve Türk nüfusu ise toplam 42.647 kişidir (%43). 19. yüzyılın sonlarında çoğunluğunu Ermeniler'in oluşturduğu şehrin nüfusu 27 bin civarındaydı. Savaşlar ve kıtlık nedeniyle sürekli azalan bir nüfus seyri izleyen şehrin 1950'deki nüfusu 7.050'ydi. 1955'te 10.888'e, 1965'te 15.687'e, 1970'te 23.058'e yükselmiştir. Aniden yükselişe geçmesinin nedeni il merkezi olması nedeniyle ilçelerden ve özellikle Varto'dan gelen göçlerdir. 1980'de şehir nüfusu 40 bini, 1990'da 45 bini, 2000 de de 67 bini aştı. Bu kadar hızlı nüfus artışının sebebi yine kırsaldan gelen göçtür. 2007 sonunda nüfus 70 bine yaklaşmıştır. Nüfusun çoğunluğu Kürt kökenlidir. Kentte diğer önemli nüfusu da Türkler (büyük bir kısmı yerli, kalanı ise Karapapaklar ve Balkan Muhacirleri), Araplar ve Sünni Zazalar oluşturur. Muş kenti, ekonomik açıdan geri kalmış şehirlerdendir. İklimsel ve coğrafi özellikler sebebiyle ekonomik gelişme gösterememektedir. Muş ilinde sanayi gelişmemiştir. Kent ekonomisinde sanayi ve ticaret tüm sektörün %10'unu, hizmet sektörü ise %70'ini oluşturmaktadır. Merkez köyler de katıldığında hizmet sektörü yerini tarım sektörüne bırakır. Merkez ilçe genelinde ekonomik yapı temelde tarım ve hayvancılıka dayalıdır ve halkın büyük kısmı kırsal alanda yaşadığı için, merkez ilçe nüfusu düşüktür. Tarım ve hayvancılık da büyük ölçüde geleneksel yöntemlerle yapıldığı için verim çok düşüktür. Muş ovasında yetiştirilen ürünler, şekerpancarı, nohut ve tahıldır. Bunun yanında tütün üretimi de yapılmaktadır. Muş‘ta kişi başına düşen gelir 578 Dolar’dır. Karasal ve sert bir iklime sahip olan Muş kentinde, hayvancılığa dayalı sanayi geliştirilmesi ve üniversiteye önem verilmesi planlanmaktadır. Ancak hayvancılığın geliştirilmesi ve hayvancılıktan verim alınması için çalışmalar yapılması da gündeme gelmektedir. Kurulan Muş Alparslan Üniversitesi'nin kente canlılık katması beklenmektedir. Şeker fabrikası bölgenin önemli sanayi tesisidir. Süt ürünleri, un, yem, çivi ve tel fabrikası yanında kırsal kesimdeki el tezgâhlarında dokunan halılar ekonomiye katkıda bulunur. Şehirde Muş Alparslan Üniversitesi faaliyet göstermektedir. Özellikle Ön-lisans programlarında kontenjanları fazla olup fakülteleri yeni açılmıştır. Eğitim Fakültesi Fen Edebiyat Fakültesi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İslami İlimler fakültesi gibi fakültelerin yanı sıra Fen Bilimleri Enstitüsü ve Sosya
l Bilimler Enstitüsü kurulmuş olup ülke genelinde önemli bir yere sahiptir. 9000'e yakın öğrenci mevcudu ile şehrin ekonomisine ve kültürüne önemli katkılar sunmaktadır. Muş lalesi, şehrin önemli tanıtım objesidir. Muş lalesi, Muş'un Türkiye çapında markalaşmasına öncülük eden bir kültürel değeridir. Muş lalesi Nisan sonu ile Mayıs başlarında çiçek açar ve 15 günlük kısa bir ömrü vardır. Bu dönem zarfında Muş ve çevresi görülmeye değerdir. Her yıl Mayıs ayında festival düzenlenir. Muş üzümü de meşhur ürünüdür. Üzümcülüğün gelişmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Muş yöresi, Halkoyunları açısından halay bölgesine girer. Tipik Doğu Anadolu halay oyunları bu yörede de görülür. Kent merkezinde çokça eski eserlere rastlamak mümkündür. Yıldızlı Han, Muş kent merkezinde yukarı çarşıda yer alır. 1307'de yapıldığı kayıtlara geçmiştir. Selçuklu dönemi eseridir. Bir bölümü yıkılmıştır. Aslanlı Han diğer bir Selçuklu eseridir. Bu hanın yanında Alaeddin Bey Çeşmesi ile Alaeddin Bey camisi yer alır. Alaeddin Bey Hamamı ve Ulu Cami ile Hacışeref Camisi diğer eski camilerindendir. Şehir merkezinde önemli türbeler de vardır. İbrahim Samidi ve Şeyh Muhammed-i Mağribi gibi. Şehir silüetine, Alaeddin Bey damgasını vurmuştur. Merkez ilçede bulunan diğer kültürel varlıklar şunlardır; Dere Kilisesi, Surp Karabet Manastırı, Hasbet Kalesi, Mercimek Kalesi, Muşet Kalesi, Alaeddin Cami, Hacı Şeref Cami ve Şadırvanı, Ulu Camii(Muş), İbrahim Samidi Türbesi, Kesik Baş Türbesi, Şeyh Halil Türbesi, Şeyh Muhammed-i Mağribi Türbesi, Alaeddin Bey Hamamı, Dere Hamamı, Arslanlı Han, Yıldızlı Hanı, Alaeddin Cami Çeşmesi, Murat Köprüsü. Mercimek Kalesi Höyüğü de Merkez İlçede bulunan kültürel varlıklar içerisindedir. Murat Köprüsü Muş-Varto yolu üzerindedir. 12 gözlü olup 143 metredir. Çengilli köyünde bulunan Surp Garapet Manastırı adlı kilise ise yıl içindeki günleri simgelediği yönünde bilinen 360 odadan oluşmaktadır. Sivil Mimarlık örneği yapıları ise, Anadolu Lisesi ve Atatürk İlkokulunun binaları örnek gösterilebilir. Öte yandan, Tahsin Saraç Evi bir diğer örnektir. Van ve Bitlis'i batıdaki Buğdan Geçidi üzerinden Bingöl'e bağlayan karayolu şehirden geçer. Bu yol bir noktada Hınıs üzerinden Erzurum'a bağlanır. Ayrıca şehrin en önemli ulaşım araçlarından biri de Muş Havalimanı'dır. (IATA: MSR, ICAO: LTCK) 1992 yılında hizmete giren havalimanı şehir merkezine 18 km uzaklıktadır. Şehire demiryolu ile ulaşmak da mümkündür. Buradan Van Gölü Ekspresi geçer. Nevşehir (il) Nevşehir, Türkiye'nin İç Anadolu Bölgesinde yer alan bir ildir. Nevşehir, Muşkara adlı bir köy iken, şehir halini almaya başlamasından sonra, 18 yüzyılda Osmanlıca "yeni kent" anlamındaki bugünkü adını almıştır. Nevşehir, 6429 sayılı yasa ile Nevşehir 20 Temmuz 1954 tarihinde il haline getirildi. Kırşehir ve Kırşehir'e bağlı Mucur, Avanos, Hacıbektaş (1945'te ilçe oldu), Kayseri'ye bağlı Ürgüp (1935'te ilçe oldu), Niğde'ye bağlı Arapsun (1948'de Gülşehir adını aldı) Nevşehir'in ilçeleri haline getirildi. Kozaklı ve Hamamorta köyleri Avanos'a bağlı birer köy iken birleştirilerek 1954'te Kozaklı adıyla ilçe olarak Nevşehir'e bağlandı. Kırşehir 1957'de tekrar il yapıldı. Mucur ilçesi ile beraber Nevşehir'den ayrıldı. Daha önceleri Melegübü ismi ile anılan bir bucak merkezi olan Derinkuyu 1 Nisan 1960'ta ilçe durumuna getirildi. Acıgöl kasabası ise 4 Temmuz 1987'de ilçe olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 23 belediye, bu belediyelerde 122 mahalle ve ayrıca 153 köy vardır. Nevşehir İli Nüfusu: 290.895'dir. Bu nüfusun %77,31'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 5.485 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 237'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,44 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 1197 m.'dir. Nevşehir ili nüfusu: 292.365'dir. Bu nüfusun % 78,03'ü şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 5.485 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 237’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 0,51 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 23 belediye, bu belediyelerde 125 mahalle ve ayrıca 153 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 2,37)- Hacıbektaş (-% 2,09). 2017-2018 Sezonu sonunda, Nevşehir Gençlik, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL)'den 3.lige çıkmıştır. Voleybol bölgesel ligdeki 3 takımından Ürgüpspor erkek takımı 2.lige yükselmiştir. Nevşehir Gençlik, Ziraat Türkiye Kupası ilk turunda Karaman Belediyespor’u, 2.turda Mersin İdmayurdu’nu elemiş, 3.turda Çaykur Rizespor A.Ş.’ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Nevşehir Gazi Stadyumu (7503), Damat İbrahim Paşa Spor Salonu (1.500), Y.Olimpik K.Yüzme Havuzu (500). Türkçenin Nevşehir ilinde kullanılan şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre şöyledir: Nevşehir (anlam ayrımı) Niğde (il) Niğde, Türkiye'nin İç Anadolu Bölgesi’nin güneydoğusunda ve Kapadokya bölgesinde yer alan merkezi Niğde kenti olan idari birimdir. Rakımı 1.229 m olan Niğde ilinin 2016 nüfusu 346.114’tür. Aksaray, Nevşehir, Kayseri ve Konya illerine komşu olan Niğde, güneyde Bolkar Dağları ile Mersin ilinden, güneydoğu ve doğudan Aladağlar’ın oluşturduğu doğal sınırlar ile de Adana ilinden ayrılır. Çamardı ve Ulukışla ilçeleri Akdeniz bölgesinde kalmaktadır. Termal kaynakları, ören yerleri, zengin tarihi dokusu, doğal güzellikleri, dağ ve kış turizm olanakları kenti turizm merkezi yapan önemli unsurlardır. Halkın esas geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Elma ağacı sayısında Niğde ili ülke sıralamasında ilk sırada yer alır. Ülke genelinde patates üretiminin ise % 25’lik bölümü bu ilde üretilir. Ancak Niğde Merkez Organize Sanayi, Bor Deri Organize Sanayi, halı fabrikası ve diğer küçük sanayi kolları Niğde halkı için önemli istihdam alanlarıdır. Geleneksel el sanatları bakımından Niğde önemli bir ildir. Niğde ilinde üretilen halılar dünyanın birçok ülkesinde müşteri bulmaktadır. Niğde İli'nin en eski adının Nahita ya da Nakita olduğu öne sürülmektedir. Bu ada ilk kez İbn Bidi'de rastlanmıştır. Nakida adı kimi zaman Nekide olarak da kullanılmış, 14. yüzyılda aynı sözcük arap harfleriyle Nîkde, daha sonra da nîkde olarak okunacak biçimde yazılmıştır. Cumhuriyet'ten sonra bu ad, Niğde'ye dönüştürülmüştür. Niğde'nin antik tarihine ait bilgileri bölgede yapılan Bahçeli Köşk Höyüğü, Altunhisar Pınarbaşı Höyüğü, Çamardı Cellaler Höyüğü, Güllüdağ Örenye ve Divaralı Höyüğü kazılarından elde edebiliyoruz. Bu bilgilere dayanarak Niğde Tarihi MÖ 7000-5500'lü yıllardan itibaren başlatmamız mümkün olabilmektedir. Niğde yöresi, Hititlerin döneminde Tabal Konfederasyonu içinde bulunması nedeniyle, "Tabal Toprakları" diye anılıyordu. Tabal'ın geç Hititler dönemi merkezi Tuvanuva'da (Tyana) bugünkü Kemerhisar'dı. 19. yüzyılda Niğde sancağı olaysı bir siyasal yaşam geçirmiş İç Anadolu'da daha çok kuzeyde etkili olan yerel ayaklanmalar'dan zarar görmemiştir. Ürgüp'ün Muşkara adlı köyünden çıkıp Osmanlı devletine sadrazam olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa doğum yerine ve çevresine bayındırlaştırıken Niğde kalelerinin muhafızlarına ait haklarıda Nevşehir'e verdi. Böylece yörede ağırlık Ürgüp ve Nevşehir'e doğru kaydı. Niğde yöresi, Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde eyaleti Karaman Nevşehir Livası içinde yer almaktaydı. Niğde 1849'da sancak merkezi oldu. 1860'da Niğde'nin 6 kazası vardı: Merkez, Kırşehir, Ürgüp, Nevşehir, Aksaray ve Yahyalı. 1867'de vilayet nizam namesinde de Niğde, Konya Vilayeti'ne bağlı bir sancak gözükmektedir. Konya Vilayetinin Niğde'den başka bir Konya Merkez İçel, Hamidabad (Isparta) ve Tekke (Antalya) olmak üzere toplam 5 sancağı vardı. Niğde sancağının toplam 5 kazası ise Niğde Merkez kaza, Nevşehir, Kırşehir, Ürgüp (Nahiye olan Yahyalı Ürgüp'e bağlıydı) ve Aksaray'dan oluşmaktaydı. 1877'deki kayıtlarda Niğde Sancağı'nın 1867 deki durumunu koruduğu görülüyor. Bu dönemde Niğde sancağının ‘da kaza sayısında bir değişikli olmamakla birlikte Kırşehir'in yerine Bor kazasını sancağa bağlandığı görülmektedir. Niğde Sancağı, 1892 ve 1903'te yine Konya Vilayetine bağlı kaldı. Ne var ki sancağın toplam kaza sayısı 5'ten 8'e yükseldi. Bu kazalar şunlardır: 1- Niğde Merkez Kaza, 2- Bor, 3- Nevşehir, 4- Ürgüp, 5- Aksaray, 6- Maden (Çamardı), 7- Şücaeddin (Ulukışla) ve 8- Arapsun (Gülşehir). Niğde İkinci Meşrutiyet'ten sonra bağımsız sancak durumuna getirildi. Bu dönemde Niğde, bağımsız sancağın kazaları Maden dışında aynı kaldı. Niğde Millî Mücadele yılarının oldukça dingin illerindedi. Yöre yabancı güçlerinin işgaline uğramadığı gibi, bir iki cılız gösterinin, Kuva-i Milliye karşıtı güçlü bir eylemede tanık olmamıştı.Yöredeki başlıca askeri etkinlik Adana Kuva-i Milliysi'ne verilen lojistik destekle sınırlıydı. İlçelerden Ulukışla'da ise Fransızlar işgal teşebbüsünde bulunmuş ama yerel örgüt tarafından püskürtülmüşlerdir. 30 Ekim 1918 Mondoros Mütarekesi günlerinde Niğde aynı adlı bağımsız sancağın merkeziydi. Merkez kaza ile birlikte 7 kazası vardı. Bunlar: Aksaray, Bor ve Ulukışla ile bu gün Nevşehir İline bağlı olan Gülşehir (Arapsun) Nevşehir ve Ürgüp idi. Toplam nüfusu 290.000 dolayında olan sancağın nüfusça en büyük 2 kazası Merkez kaza ile Aksaray'dı. Cumhuriyetin İlanı ile Niğde Konya Vilayetinden ayrılarak müstakil vilayet statüsüne kavuşması en önemli gelişmedir. Millî mücadele ile başlayarak, Cumhuriyetle devam eden dönem ve istikrar bütün Türkiye'de gibi Niğde'de bayındırlık, eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel alanlarda büyük gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyeti gönülden benimseyen, her zaman onun devamını destekleyen ve desteğinin devam ettiren illerin başında gelen Niğde ili, Cumhuriyetin ilanın top atışıyla kutlayan ilk ilidir. 1923 yılında Niğde il olarak cumhuriyet idaresine bağlanmıştır. Nevşehir İlçesi 1954'de il olarak Niğde'den ayrılmıştır. Aksaray ilçesi 15.
06.1989 gün ve 3578 sayılı kanun ile Niğde'den ayrılarak il statüsü kazanmıştır. Aynı kanunla Çiftlik ve Altunhisar bucakları da ilçe statüsü alarak Niğde iline bağlanmıştır. 1992 yılında, daha önce Selçuk Üniversitesine bağlı, Niğde'deki fakültelerin ayrılmasıyla Niğde Üniversitesi kurulmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 29 belediye, bu belediyelerde 138 mahalle ve ayrıca 132 köy vardır. Niğde İli Nüfusu: 351,468'dir. Bu nüfusun %77,09'u şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 7.234 km²'dir. İlde km²'ye 49 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 97’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,55 olmuştur. Niğde ili nüfusu: 352.727'dir. Bu nüfusun % 77,42'si şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 7.234 km²'dir. İlde km²'ye 49 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 97’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 0,36 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 29 belediye, bu belediyelerde 138 mahalle ve ayrıca 132 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 1,65)- Ulukışla (-% 3,73). Niğde İç Anadolu Bölgesi’nin güneydoğusundadır. Üç tarafı Toroslar’ın genç kıvrım dağları ile çevrilidir. Güneyi Orta Toroslar içerisinde yer alan Bolkarlar ve Aladağlar' ın kuzeye doğru kıvrımlanarak sokuldukları alan ile batısı ise Konya ovası ile birleşik Emen ovası sınırlanır. Matematiksel olarak 37 derece 25 dakika güney (S), 38 derece 58 dakika kuzey (N) paralelleri ile; 33 derece 10 dakika batı (W) ve 35 derece 25 dakika doğu (E) meridyenleri arasında yer alır. Kuzeybatıda Aksaray, kuzeyde Nevşehir, kuzeydoğuda Kayseri, batı ve güneybatıda Konya illeri ile komşu olan Niğde ili, güneyde Bolkar dağları ile Mersin, güneydoğu ve doğuda Aladağlar’ın oluşturduğu doğal sınırlar ile Adana illerinden ayrılır. Bu sınırlar içinde yaklaşık 779,522 hm² yüzölçümüne sahiptir. Kuzeyde Misli Ovası ve güneyde Bor Ovası bir kenara bırakıldığında, son derece yüksek, dağlık ve akarsularca yarılmış arızalı bir görünüme sahiptir. Deniz seviyesinden olan yükselti Bor Ovası'nda 1000 metreyi bulurken, bu değer Misli Ovası kuzeyinde 1350 metreye ulaşır. Niğde'ye yüksek bir görünüm kazandıran yüksek dağlık ve tepelikleri, oluşum ve gelişimleri itibarıyla üç grupta değerlendirilebilir. Niğde İlinin kuzeydoğusunda geniş yer kaplayan Misli Ovası ile, güneybatıda yer alan Bor Ovası iki büyük birimi oluşturur. Her iki ova içinde Niğde merkezinin yer aldığı kuzeydoğu- güneybatı doğrultulu bir depresyonla birbirlerine bağlanır. Tektonik çöküntü ile oluşan bu ovalar, önce volkanik alanlardan çıkan piroklastik metaryellerle sonra dan dağlık alanlardan gelen alüvial dolgularla doldurularak, alüviel dolgu ovaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Pleistosen'den itibaren akarsularca yarılan bu alanlar, dağlık alanların kenar kesimlerinde plato karakterini almıştır. Kenarlarında geniş alanlar boyunca uzanan birikinti koni ve yelpazeleri dikkat çekicidir. Kuzeybatıda Melendiz Dağı ve Göllüdağ ile çevrili olan Melendiz Ovası, geriye aşınılma batıdan bölgeye sokulan Melendiz suyu ve kolları ile yarılarak boşaltılmış geniş bir düzlük alandır. Diğer taraftan dağlık alanlar arasında akarsu vadileri boyunca uzanan akarsu boyu ovaları da görülmektedir. Güneyde Tabur Dağı önlerinde bulunan Kılan Ovası, doğuda Hanağzı dere boyunca uzanan ova ile Kemerhisar güneyindeki Ovacık Ovası başlıcalarıdır. Karasu Deresi, Çiftehan çayı, Ecemiş Suyu, Uluırmak başlıca ana akarsuları oluştururlar. Karasu : Aktaş yakınlarından doğarak, kuzey-güney doğrultusunda uzanırken Gümüşler'den Kereci Deresi ni, Niğde Şehir merkezini geçtikten sonra uzantı deresi ni alır. Yer altı ve kaynak sularıylada beslenen Karasu'da Bor ovasında kaybolur. Üzerinde Akaya barajı yer alır. Çiftehan Çayı: Seyhan Nehri’nin kollarından biri olan Çiftehan Çayı, Adana-Ankara karayolu ve demiryolunun kenarından akarak ili terk etmektedir. Çaya Torosların eteklerinden yüzeye çıkan Şekerpınarı kaynak suyu ve birçok dere katkıda bulunur. Bunlardan bazılarının suları yazın tamamen kurur. Çay bir süre sonra Ömerli ve Kırkgeçit derelerini bünyesine alarak Çakıt Suyu adını alır. Çakıt Suyu Ulukışla Pozantı arasında Çakıt Vadisi’ni meydana getirerek Orta Toros Dağları’nı kuzey-güney doğrultusunda yarmıştır. Ecemiş Suyu: Kaynağını Aladağ‘dan alır. Kuzeydoğu –Güneybatı doğrultusunda ilerlerken, Çamardı yakınlarında İçkuyu Deresini alarak Yelatan Güneyinde İl sınırlarından çıkarak, Seyhan kolu Güngör Deresine karışır. Uluırmak: Melendiz dağlarında doğduktan sonra, Asmasız ve Ramat kısımlarından gelen kaynak suları ile beslenir. Çiftlik ve Melendiz Ovasını geçerek Ihlara Vadisine ulaşır. Niğde ilindeki, göller bakımından zengin olmamakla birlikte oluşum ve gelişimleri birbirinde farklı göllere de sahiptir. Aladağlar ve Bolkarlar üzerinde buzul aşılımıyla oluşmuş sirk gölleri yer almaktadır. Akgöl, Alagöl, Çinigöl, Yedi Göller, Karagöl başlıcalarıdır. Hasandağı, Göllüdağ üzerinde volkanik krater gölleri yer alırken kuzeydeki Narlıgöl ise volkanik çöküntü maar gölü olarak oluşturulmuştur. Narlıgöl yer altından sıcak su kaynaklarıyla beslenmesi nedeniyle minarelce zengin, suları acı bir göldür. Diğer taraftan akarsu yatakları önünde sulama amacıyla inşa edilen setlerin gerisinde de suların toplanmasıyla baraj göller oluşmuştur. Melendiz Dağlarından gelen Kırkpınar ve Baldıra dereleriyle beslenen Gebere Barajı 1939-1941 yılları arasında inşa edilmiş. Gümüşler Barajı'na, hemen gerisindeki dağlık alanlarda inen sular toplandığı içinde bol miktarda aynalı sazan balığı yaşamaktadır. Karasunun aşağı mecrası üzerine kurulu olan Akkaya Barajı, Koyunlu, Dikilitaş, Azatlı, Hacıbeyli ve Murtaza Gölleri de sulama amacıyla yapılmış diğer göllerdir. Niğde'de Orta Anadolu'nun tipik kara iklimi görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Yağışların kar hali kışın, yağmur haline ise ilkbaharda rastlanmaktadır. Sıcaklık: En sıcak ay ortalaması temmuz ayına, en soğuk ay ortalaması ise ocak ayına rastlanır. Gerek mevsimler arasındaki sıcaklık farkı, gerekse gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı, kara ikliminin en karakteristik örneğidir. Niğde'de yapılan gözlemlere göre en yüksek ortalama sıcaklık 29,4 derece ile Temmuz ayına, en düşük ortalama sıcaklık ise -4,6 derece ile Ocak ayına rastlar. Yağışlar: Niğde'de yıllık yağış ortalaması 330 mm'dir. Yağışın en fazla olduğu ay ortalam 47 mm ile nisan, en az olduğu ay ise ortalama 4,5 mm ile Ağustos ayıdır. Nemlilik: Niğde'de ortalama nispi nem %56'dır. Nemin en fazla olduğu ay %80 ile şubat, en düşük ay %28 ile ağustos ayıdır. Niğde ilinin ekonomisi tarıma dayanır. Faal nüfûsun %70’i tarımla geçinir. Sanâyileşme son senelerde gelişmeye başlamıştır. Niğde'nin Çiftehan beldesi kaplıcalarıyla tanınan turizm merkezidir. Niğde, Anadolu’nun buğday ambarı sayılan 10 il arasında yer alır. Türkiye’de en çok elma bu ilde sazlıca kasabasında yetişir. Elmadan sonra patetesi meşhurdur Niğde ili beyaz baş lahana üretiminde 2. sıradadır. Niğde'de Bor İlçesi'nde Kaynarca lahanası üretilmektedir. Lahana tarımı Kaynarca Köyü civarında yoğunlaşmıştır. Bunlara ilâveten baklagiller, ayçiçeği, patates, buğday, arpa, çavdar, fasulye, nohut, sarımsak ve şekerpancarı da yetişir. Sebzecilik önemli değildir. Fakat meyvecilikte ileri durumdadır. Merkez ilçe, Bor, Çamardı ve Kemerhisar’da geniş elma bahçeleri vardır. Misket elması meşhurdur. Bağcılık da önemli yer tutar. İç Anadolu’da üzüm yetiştirmede en önde gelen illerdendir. Gübreleme, sulama, modern tarım araçlarının kullanılması ve ilâçlama hızla artmaktadır. Her çeşit üründe verim seneden seneye artmaktadır. Küçükbaş hayvancılığı önemlidir. Büyükbaş hayvan sayısı da artmaktadır. Niğde ilinde orman varlığı çok azdır. Orman ve fundalıklar il topraklarının %3’ünü kaplar. En çok rastlanan ağaç türü kayın, meşe, çam, dışbudak ve köknardır. Daha çok Aladağların eteklerinde olan ormanlar 2400 hektar arâziyi kaplar. Senede 4 bin m³ sanâyi odunu ile 5 bin ster yakacak odun elde edilir. Niğde ili mâden bakımından oldukça zengin sayılır. Başlıca mâden rezervleri demir, çinko, kurşun, civa, volfram, bakır, kükürt, gümüş, altın, antimon, kaolin ve alçıtaşıdır. Fakat işletilen mâden yatakları demir, çinko, antimon, kaolin ve alçıtaşıdır. Ulukışla’daki alçıtaşını Azot Sanâyi A.Ş. işletir. Senede yaklaşık 100 bin ton alçıtaşı çıkarılmaktadır. Niğde ili ıç Anadolu ile Kuzey ve Batı Anadolu’yu güney ve doğuya bağlayan önemli demiryolu ve karayollarının kavşak noktasıdır. Türkiye'nin dörtyanı ile ulaşım irtibatı vardır. Demiryolu bakımından, Batı Anadolu’yu doğu ve güney illerimize, Suriye ve Irak’a bağlayan demiryolunun üzerindedir. Konya-Adana demiryolu, Niğde’nin güneyinde Kardeş Gediğinde ikiye ayrılır. Bir kol Adana’ya bir kol Kayseri’ye gider. Ulukışla-Bor-Niğde Kayseri’ye giden demiryolu üzerindedir. Ankara’yı Adana’ya bağlayan E-5 karayolu Ulukışla’dan geçer. Burada ikiye ayrılıp, biri İçel’e diğeri Niğde’ye gider Niğde ilinde sanâyi 1980 senesinden sonra ve bilhassa son senelerde gelişmeye başlamıştır. 1964’te 10 kişiden fazla işçi çalıştıran sanâyi işyeri 3 iken, günümüzde bu sayı 50’yi aşmıştır. Başlıca sanâyi kuruluşları; çimento fabrikası, Bor şeker Fabrikası, un fabrikaları, peynir-tereyağ fabrikası, Niğde Meyve suyu ve Gıdâ Sanâyii A.ş., beton direk fabrikası, biriket-tuğla fabrikaları, Ulukışla Alçıtaşı ışletmesi, otomobil yedek parça (rotbaşı, rotel ve rot çubuğu) îmâl eden fabrika ve Birko Halı Fabrikası. Ayrıca Niğde'de Tekir markalı su fabrikası da mevcuttur. Aynı marka adı altında doğal maden suyu üretim tesisi inşaatı da son hızla sürmektedir. Türkiye'de üretilen en eski gazlı içeceklerdendir. Üretimine 1962 yılında İsmet Olcay tarafından 44 metrekarelik bir dükkânda başlandı. Niğde gazozu bugün Niğde Meşrubat ve Gıda Sanayi Ticaret Limited Şirketi tarafından yıllık 8 milyon şişenin üzerinde bir kapasiteye sahip fabrikada üretilmektedir. Az şekerlidir ve frambuaz aroması içerir. Niğde doğal güzellikleri, kültürel varlı
kları ve termal kaynakları ile turizm açısından önemli cazibelere sahiptir. 1976'da yapılmıştır. Antik Çağa ait eserlerle, Selçuklu ve Osmanlı devrine ait 12 bin eser sergilenir. Akmedrese de müze olarak kullanılmaktadır. Bor ilçesinin Kemerhisar bucağı yakınındaki şehir kalıntıları, Hititlere ait ve MÖ 2000 yılında önemli bir merkez olan Tuvana şehrine aittir. Niğde'nin 40 km kuzeyinde Bozköy ve Kömürcü köyleri arasında Göllüdağ'da bir Hitit şehridir. Şehir kalıntıları 3 km²'dir ve surlarla çevrilidir. MÖ 8. asırda yangın neticesi yıkılmış ve bir daha yapılmamıştır. Savaş ve tapınak kalıntıları vardır. Roma ve Bizans devrinde Ihlara Vadisinde kayalara oyulmuş kilise ve manastırlar olup, bâzısı bir saatte gezilecek kadar büyüktür. Kemerhisar-Bahçeli kasabaları arasında Roma devrinden kalma su kemerleridir. Bahçeli kasabasındadır. Etrafı mermerle çevrili Roma devrine ait bir havuzdur. Niğde'ye 8 km mesafede, Gümüşler kasabasındadır. Roma devrinde yapılmıştır. Selçuklu Sultanı Birinci Alâaddin Keykubat yaptırmıştır. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde onarım gördüğü kitabe ve motiflerden anlaşılmaktadır. En son Fatih devrinde İshak Paşanın emriyle tâmir ettirilmiştir. Safevî ve Akkoyunlu tehlikesi sona erince kale tamir ettirilmemiştir. Kale üç surla çevrilmiştir. Fakat birçok yeri yıkılmış olan kalenin bedenlerinin bir kısmı evlerin duvarı olmuştur. Bugün tepenin kuzeydoğusunda bir hisarı içine alan kısım ayakta kalabilmiştir. Birinci Alâaddin Keykubâd zamânında Niğde Sancakbeyi Zeyneddin Başara tarafından 1233'te yaptırılmıştır. Selçuklu sanatının günümüze kadar en iyi korunmuş eserlerinden olup, mihrap ve minberi çok güzel bir sanat âbidesidir. Niğde'nin en eski camisi olup Mîmar Sıddık bin Mahmud ve kardeşi Gazi yapmıştır. Sarı ve kül renkli kesme taştan yapılan câminin doğu kapısı son derece güzel geometrik motiflerle süslüdür. Cami süslemeleri bakımından Selçuklu devrinin en kıymetli eserlerinden biridir. Damalı minaresi camiye ayrı bir güzellik katmaktadır. Caminin kapısı yılın belli bir zamanında sabahın ilk ışıklarının kapıya vurmasıyla kapıda bir kız silüeti görülür. Rivayete göre caminin mimarı hükümdarın kızına aşık olur ve kızın güzelliğini motiflere işler. Moğol asıllı Sungur Bey tarafından 1335'te yaptırılmıştır. On sekizinci asırda geçirdiği yangından sonra yeniden yapılmıştır. Mîmarî özelliği ve taş işçiliği şahane olan caminin süslemeleri çok zengindir. İlk yapıldığında iki minareliydi. Caminin yanında Sungur Bey'e ait sekiz köşeli bir türbe vardır. Sungur Bey Camii yakınında olup 1413'te yaptırılmıştır. Kare plânlı bir camidir. Alâaddin Tepesi'nin doğusunda olup 1452'de yapılmıştır. Arife Hanım tarafından tamir ettirildiği için Hanım Camii olarak bilinir. Karamanoğulları devri eseridir. Bor ilçesindedir. Karamanoğlu Alâaddin Bey tarafından 1410'da yaptırılmıştır. Cami dikdörtgen biçimindedir. Karamanoğlu Alâaddin Ali Bey tarafından 1409'da yaptırılmıştır. Adını kapısındaki beyaz mermerden alır. Selçuklu mîmarî tarzının çok güzel bir örneğidir. Ali Bey Medresesi de denir. 1936'da restore edildikten sonra arkeoloji müzesi olarak kullanılmaktadır. Geometrik motiflerle süslü giriş kapısı çok güzeldir. Moğol İlhanlı valisi Sungur Bey zamânında, Dördüncü Kılıç Arslan'ın kızı Hüdavend Hâtun tarafından 1312 senesinde yaptırılmıştır. Sekizgen plânlı yapı içten kubbe, dıştan piramit çatı ile örtülüdür. Doğusunda bulunan taçkapı yıldız geçmeler ve çeşitli motiflerle süslenmiştir. Hüdavend Hatun Kümbetinin yanındadır. 1344'te ölen Hakkı Besvap için yaptırılmıştır. Kare plânlı yapı içten kubbe, dıştan piramit çatı ile örtülüdür. Türbenin kapısı geometrik, bitki ve örgü motiflerinden meydana gelen kuşaklarla çevrilidir. Emîr-ül-ümerâ Seyfeddîn Sungur Ağa tarafından 1335 senesinde yaptırılmıştır. Günümüzde İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. On beşinci asra ait Osmanlı eseridir. Ali Paşa tarafından yaptırılan camiyi oğlu Murad Paşa genişletmiştir. 1909'da tamir gören caminin yanında türbe ve çeşme vardır. Ulukışla ilçesinde yer almaktadır. 1615-1616 yıllarında Osmanlı sadrazamlarından Mehmet Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğundan günümüze kadar yaşayan en büyük kervansaraylardan olma özelliğini taşımaktadır. 2006-2007 yıllarında Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. On altıncı asır Osmanlı eseridir. Tek kubbelidir. İnce işçilikli ve sedef kakmalı minber Sungur Bey Camiinden getirilmiştir. Kalenin eski batı burcu üzerine yapılmış bulunan saat kulesi 19. yüzyıla tarihlenir. Niğde’nin sembolü olarak da kabul edilir. Kitabesi olmadığı icin hakkında fazla bilgi yoktur. Nigde'de, 1800’lü yılların başlarında yapılmış il, ilçe ve köylerde birçok kilise bulunmaktadır. Mimari yapı tarzları birbirine çok yakındır. Dikdörtgen, basit haç planlı, üç nefl i, üç apsisli, yarı açık narteksli,kırma çatılı ve yontu taştan yapılmış bazilikalardır. Mimarisine büyük önem verilen çatı kaplamaları çeşitlilik arz eder. İç bezemelerindeki kalem işlerinde geç dönem Türk-Barok üslubunun izleri görülür. Bugün bir kısmı sosyal amaçlı kullanılan kiliselerin, bulundukları yerler; Yukarı Kayabaşı, Sungurbey Mahallesi Rum kilisesi, Eski saray mahahallesi. Ermeni Kilisesi, Kumluca, Hamamlı, Konaklı, Fertek, Küçükköy, Yeşilburç, Ballıköy, Hançerli, Hasaköy ve Dikilitaş, Altunhisar, Ovacık, Uluağaç, Kiçağaç, Tırhan, vb. yerlerde geç Osmanlı döneminde yapılmış kiliseler mevcuttur. Çok güzel manzaraları olan bu dağ yaz ve kış ayrı güzelliklere sahiptir. Kayakevinin bulunduğu bu dağ, kış sporlarına müsâittir. Dağcılık tesisleri ve alabalık üretme çiftliği vardır. Bor ilçesinin Bahçeli kasabasında yeşillik ve sulak bir mesire yeridir. Suyu bol, manzarası güzel ve yeşil bir yayladır. Fağda bulunur ama yüksek değildir. Çok büyük bir yayla olup düzlüğü de türkülere ilham kaynağı olmuştur. Niğde'de bulunan en büyük yüzölçümüne sahip yayladır. Sulardan oluşan sarkıtlarla ve elektrikli aydınlatmasıyla Görülmeye değer bir tarihi eserdir. Niğde'nin Ulukışla ilçesine bağlı Çiftehan köyündedir. Niğdekültürü, iç anadolu bölgesinin Konya ve Kayseri illerinden ve Doğu Akdeniz bölgesinin Adana ve Mersin illeri kültürlerinden etkilenmiştir. Kadınlar biri günlük ev elbisesi diğeri "kişilik" denen husûsî günlerde giymek üzere bulundurdukları iki türlü elbise giyerler. Eskiden başlarına yazma örter, boyunlarına değirme alır, üzerlerine bindallı giyerlerdi. Ayağa ise "kaloş kundura" giyilirdi. Erkekler başlarına püsküllü fes giyerlerdi. Gövdeye yakasız mintan ve bunun üzerine cepken giyilirdi. Cepken kolsuzdur. Omuz başları kol gibi uzanır. Göğsü işlemelidir. Şalvarın cep ağızları ve yanları işlemelidir. Çoraplar yünden ve ayağa ise kaloş ayakkabı, yemeni veya çarık giyilirdi. Niğde ili halk oyunları ve halk türküleri bakımından da çok zengindir. Müzik; yumuşak, içli ve coşkuludur. Niğde'de “Halay”a "Alay" denir ve en çok tutunan oyundur. Diğer oyunları ise; Niğde Bağları, Çekin Alay Düzülsün, Hop Cilveli, Hop Dündarlı, Develi, Ansam, Hora, Tombili, Ufacık, Menberli, Sarıyıldız, Naciye, Kanacak, 3 Ayak ve Topal Koşma'dır. Niğde yöresine özgü bazı yemek ve tatlılar aşağıda listelenmiştir: Niğde tavası, söğürme, soğan çoğanı, cevizli erişte, tandır ve çanak fasulyesi, zomu, mangır çorbası, oğma çorbası, öfeleme çorbası, düğcük çorbası, yoğurtlu çorba, sütlü çorba, nohutlu çorba, pancar çorbası, erişte pilâvı (Kesme Pilavı) ve çorbası, tarhana çorbası, kuskus pilavı ve çorbası, üzüm baranası, kabak köftesi, kabak musakkası, ditme, tirit, söğürme, valu söğürme, tatlı havu, ayvan baranası, soğan yahnisi, ekkabağı, papara, yumurtalı taze fasulye, kaygana, maklube ve püresi en meşhur yemeklerindendir. Paluza, Aşı çorbası, Kaşık Kayganası, Kuru kayısı tatlısı, köfter tatlısı, cimcik tatlısı, sarı kiraz reçeli. Prof. Dr. Leyla Karahan'ın Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması adlı çalışmasına göre Türkçenin Niğde ilinde kullanılan şivesi Batı Anadolu ağızları içindedir ve Ankara, Haymana, Balâ, Şereflikoçhisar, Çubuk, Kalecik, Kırıkkale, Kızılırmak, Çorum, Yozgat, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Şarkışla, Gemerek bölgelerinde konuşulan ağız ile aynı alt sınıftadır.. 2017-2018 Sezonu sonunda, futbol 2.lig takımı Niğde Belediyespor, grubunda 9.olmuştur. BAL’da 2005 Azatlıspor, küme düşmüştür. Voleybol erkekler bölgesel ligde Niğde Gençlik Spor yer almıştır. Niğde Belediyespor, Ziraat Türkiye Kupası 3. turunda SBS İnşaat Kırklarelisporu elemiş, 4.turda Kasımpaşa A.Ş.’ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Niğde 5 Şubat Stadı (5.000), Bor 100.Yıl Spor Salonu (1.500), Niğde K. Yüzme Havuzu (600). Niğde Niğde, Niğde ilinin merkezi olan şehirdir. Niğde İli'nin en eski adının Nahita ya da Nakita olduğu öne sürülmektedir. Bu ada ilk kez İbn Bibi'de rastlanmıştır. Eski CHP Niğde Milletvekili Dr. Avram Galanti ise Niğde kitabında:“Niğde’nin en eski ismi Anahita’dır. Anahita, bir ilahenin ismidir ki, kameri ve bereketi temsil eder.” demektedir. Nakida adı kimi zaman Nekide olarak da kullanılmış, 14. yüzyılda aynı sözcük Arap harfleriyle Nîkde okunacak biçimde yazılmıştır. Cumhuriyet'ten sonra bu ad, Niğde'ye dönüştürülmüştür. Yaklaşık 10.000 yıllık bir târihî geçmişe sahip olan Niğde’de yapılan arkeolojik araştırmalar, Paleolitik Çağ’a değin uzanan buluntular vermiştir. Yazılı tarih döneminde ise Niğde’de sırasıyla: Asur Ticaret Kolonileri, Hititler, Tabal Geç Hitit Devleti, Frigyalılar, Persler, Makedonya Krallığı, Kapadokya Krallığı, Romalılar, Bizans İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti, Eretna Beyliği, Karamanoğulları Beyliği ve Osmanlı Devleti hüküm sürmüştür. Niğde, Osmanlı hâkimiyetine 1470 yılında girmiştir. Niğde'de Orta Anadolu'nun tipik kara iklimi görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Yağışların kar haline kışın, yağmur haline ise ilkbaharda rastlanmaktadır. En sıcak ay ortalaması temmuz ayına, en soğuk ay ortalaması ise ocak ayına denk gelir. Gerek mevsimler arasındaki sıcaklık farkı, gerekse gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı, kara ikl
iminin en sıcak örneğidir. Niğde'de yapılan gözlemlere göre sıcaklık ortalaması 37,7 derece ile temmuz ayına, en düşük sıcaklık ise (-)21 derece ile şubat ayına rastlar. Nisan, Mayıs ve Haziran ayının ilk yarılarına kadar sağanak halinde, bazen de ayrı sürekli yağış yapan şartları görünür. Niğde'de yağış ortalaması 0.9 mm'dir. Yağışın en fazla olduğu ay 78,5 mm ile nisan, en az olduğu ay ise, 0,2 mm ile temmuz ayıdır. Niğde'de ortalama nispi nem %56'dır. Nemin en fazla olduğu ay %80 ile şubat, en düşük olduğu ay %30 ile ağustos ayıdır. Niğde ilinin ekonomisi tarıma dayanır. Özellikle patates,elma,şeker pancarı üretimi ile ön plana çıkan tarım faaliyetlerinin yanı sıra; halı, şeker, meyve suyu, un, çimento ve kimya sanayilerinin önemli bir bölümü Niğde ilinde mevcuttur. Niğde; doğal güzellikleri, kültürel varlıkları ve termal kaynakları ile turizm açısından önemli cazibelere sahiptir. Günümüzden itibaren 10 bin yıllık kesintisiz bir yerleşim merkezi olan Niğde'de bu süreç içinde Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı döneminden günümüze ulaşmış birçok tarihi eser mevcuttur. Roma döneminden günümüze ulaşan en önemli tarihi eserler Roma havuzu ve o havuzun suyunu eski kent merkezi olan Kemerhisar’a (Tyana) taşıyan su kemerleridir. Bizans döneminden günümüze ulaşan en önemli kültür varlığı Gümüşler Manastırıdır. Selçuklu döneminden ise günümüze ulaşan en özenli tarihi eserler arasında Alâeddin Camii , Sungurbey Camii, Ak Medrese ve Hüdavent Hatun türbesini sayabiliriz. Osmanlı dönemi eserleri arasında en önemli kültür varlığı büyük Türk şairi Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirinin esin kaynağı Ulukışla Öküz Mehmet Paşa kervansarayıdır. 1976'da yapılmıştır. Antik Çağa ait eserlerle, Selçuklu ve Osmanlı devrine ait 12 bin eser sergilenir. Akmedrese de müze olarak kullanılmaktadır. Gümüşler Manastırı, Niğde'ye 8 km mesafede, Gümüşler kasabasındadır. Roma devrinde yapılmıştır. Niğde Kalesi, bir höyük olan Alaaddin Tepesi’nin kuzey kısmı üzerine inşa edilmiştir. İnşa kitabesi olmadığı için yapım tarihini kesin olarak bilinmemekle; muhtemelen IX. yüzyılda Bizanslılar zamanında inşa edilmiştir. Esas şeklini ise Anadolu Selçuklu hükümdarları "II. Kılıçarslan" (1155–1192), "II. Rüknettin Süleyman Şah" (1196–1204) ve "I. Alâeddin Keykubat" (1220–1237) dönemlerinde almıştır. Yapı, iç kale ile onu çevreleyen ve konut alanlarını kuşatan kalın bir surla dış kaleden oluşmaktadır. İç kale ve surlar, şehrin doğu tarafında yer alan ve fazla yüksek olmayan, kuzey-güney doğrultusunda uzanan tepenin üzerine inşa edilmiştir. Bu tepeye daha sonra üzerinde bulunan Alâeddin Camii’nden dolayı “Alâeddin Tepesi” adı verilmiştir. Kale bugün fonksiyonunu kaybetmiş olup; burada "iç kale", "Alâeddin Camii" (1223) "Hatıroğlu Çeşmesi" (1267–68) ve "Rahmaniye Camii" (1747) ile Alâeddin Tepesi bulunmaktadır. Kalenin eteklerine sonradan ev ve dükkanlar yapılmıştır. Niğde Kalesi’nin kapalı mekanlarındaki Geleneksel Yaşam Sergileri, yerli ve yabancı ziyaretçiler tarafından ücretsiz olarak gezilebilmektedir Niğde’de iç kalenin güneybatı köşesindeki burcun yarısı yıkılıp içi doldurularak, üstüne Saat Kulesi (1901–2) yapılmıştır. Dıştan minare görünümünde olan saat kulesi, dört bölümden oluşur. Kaide ve gövde ongen planlıdır. Saat kulesi yapma geleneği Avrupa’da 14. yüzyılda başlamasına rağmen, Osmanlı topraklarında 18. yüzyılda görülmeye başlar. Anadolu’da ilk örneklerine XIX. yy. başında görülür. Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının 25.yılında (1901–2) valilere gönderilen fermanla Anadolu’da saat kulesi yapma geleneği hızlanır. Zamanın mimari üslubunu yansıtan saat kulelerinden yalnızca elli (50) tane günümüze gelmiştir. Birinci Alâaddin Keykubâd zamanında Niğde Sancakbeyi Zeyneddin Başara tarafından 1233'te yaptırılmıştır.Selçuklu sanatının günümüze kadar en iyi korunmuş eserlerinden olup, mihrap ve minberi çok güzel bir sanat abidesidir. Niğde'nin en eski camisi olup Mîmar Sıddık bin Mahmud ve kardeşi Gazi yapmıştır. Sarı ve kül renkli kesme taştan yapılan caminin doğu kapısı son derece güzel geometrik motiflerle süslüdür. Cami süslemeleri bakımından Selçuklu devrinin en kıymetli eserlerinden biridir. Damalı minaresi camiye ayrı bir güzellik katmaktadır. Caminin kapısı yılın belli bir zamanında sabahın ilk ışıklarının kapıya vurmasıyla kapıda bir kız silueti görülür. Rivayete göre caminin mimarı hükümdarın kızına aşık olur ve kızın güzelliğini bu motiflere işler. İlhanlı döneminde Niğde Valisi olan Sungur Bey tarafından 1335'te yaptırılmıştır. On sekizinci asırda geçirdiği yangından sonra yeniden yapılmıştır. Mîmarî özelliği ve taş işçiliği süslemeleri çok zengindir. İlk yapıldığında iki minareli olan caminin yanında Sungur Bey'e ait sekiz köşeli bir türbe vardır. Sungur Bey Camii yakınında olup 1413'te yaptırılmıştır. Kare plânlı bir camidir. Alâaddin Tepesi'nin doğusunda olup 1452'de yapılmıştır, Rahmaniye veya Kale camii olarak da adlandırılır. Arife Hanım tarafından tamir ettirildiği için Hanım Camii olarak bilinir. Karamanoğulları devri eseridir. Karamanoğlu Alâaddin Ali Bey tarafından 1409'da yaptırılmıştır. Adını kapısındaki beyaz mermerden alır. Selçuklu mîmarî tarzının çok güzel bir örneğidir. Ali Bey Medresesi de denir. 1936'da restore edildikten sonra arkeoloji müzesi olarak kullanılmıştır. Geometrik motiflerle süslü giriş kapısı çok güzeldir. Taç kapısı üzerindeki inşa kitabesine göre, 712H./1312–13 M. yılında yapılmıştır. Moğol İlhanlı valisi Sungur Bey zamanında Anadolu Selçuklu hükümdarı IV. Rukneddin Kılıç Aslan’ın kızı Hüdavend Hatun yaptırmıştır. Günümüze bazı onarımlar görerek gelen türbe, orijinal özelliğini korumaktadır. Yapı, tek katlı ve sekizgen planlı türbeler grubuna girer. Yapı inşasında sarımtırak renkte ince yönü trakit taşı; kapı ve pencerelerin söve, kemer ve lentolar ile kasnaktaki kuşak ve kitabelerde beyaz mermer kullanılmıştır. Kasnaktaki sivri kemerli alınlıklardaki bezemelerle, pencerelerdeki fi gürlü süslemelerde ve pencere şebekelerinde daha ince dokulu ve sert olan kırmızımtırak renkte taş; iç mekânın kubbe kasnağında sağır sivri kemerlerde siyah kesme taş kullanılarak oldukça zengin malzemeye yer verilmiştir. Yapının inşasında oldukça temiz ve itinalı bir işçilik görülür. Türbe, sekiz kenarlı bir kaide üzerinde sekizgen gövde olarak yükselmekte ve üstte On altı kenarlı kasnağa dönüşerek içten kubbeye, dıştan da sekiz kenarlı piramidal külahla kapatılmıştır.Türbe yapı bakımından olduğu kadar, bitkisel, geometrik ve özellikle figürlü plastik bezemeleri bakımından özeldir. Hüdavend Hatun Kümbetinin yanındadır. 1344'te ölen Hakkı Besvap için yaptırılmıştır. Kare plânlı yapı içten kubbe, dıştan piramit çatı ile örtülüdür. Türbenin kapısı geometrik, bitki ve örgü motiflerinden meydana gelen kuşaklarla çevrilidir. Emîr-ül-ümerâ Seyfeddîn Sungur Ağa tarafından 1335 senesinde yaptırılmıştır. Günümüzde İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. 17. yüzyıla ait Osmanlı eseridir. 1670 yılında Murat Paşa tarafından yaptırılan camiyi oğlu Ali Paşa genişletmiştir. 1909'da tamir gören caminin yanında türbe ve çeşme vardır. Saruhan mahallesi Bor caddesi üzerindedir. Yapının inşa kitabesi yoktur, Fakat XVI. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze bazı onarımlarla gelen camii, orijinal özelliğini büyük ölçüde korumakta ve işlevini devam ettirmektedir. Yapı, tek kubbeli camiler sınıfındadır. Dıştan 17.10x17.10 m ölçülerinde harim, kuzeyinde 5.40x17.10 m ölçülerinde üç kubbeli son cemaat yeri ve kuzeybatı köşesinde yer alan tek şerefeli minareden oluşur. Daha önce yıkılan son cemaat yeri aslına uygun yeniden inşa edilmiştir. Cephe duvarlarında ve kubbe kasnağında sarımtırak ince yonu trakit taşı, minare de kül renginde mihrapta ise kül rengi kesme taş kullanılmıştır. İtinalı işçilik göze çarpar. Cephe duvarları oldukça yüksek tutulmuştur. Yapının bütün duvarlarında iki sıra pencere açılarak monotonluk giderilmeye çalışılmıştır. Son cemaat yeri köşelerden pandantiflerle geçilen üç kubbeyle örtülmüştür. Harime girişi sağlayan 1.15x2.10 m ölçülerinde cümle kapısı kuzey duvarının ortasına yerleştirilmiş, basık kemer ve söveler mermerden yapılmıştır. İç mekana aydınlık, her duvarda eşit şekilde sekizi alt sırada, sekizi üst sırada ve biri de kubbe kasnağında olmak üzere on yedi pencereyle sağlanmıştır. Camiide aşırı süsleme yoktur. Dikkati çeken bezeme mihrap ve müezzin mahfilindedir. Ordu (il) Ordu, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık otuzuncu şehri. 2016 itibarıyla 750.588 nüfusa sahiptir. Karadeniz Bölgesinde,Orta ve Doğu Karadeniz bölümünde yer alan ilin kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Tokat ve Sivas illeri, batısında Samsun, doğusunda Giresun ili vardır. Büyükşehir statüsünde olan Ordu ili, 19 ilçeden oluşmaktadır. Yüz ölçümü bakımından en büyük 57. ildir.Bölümü Doğu Karadeniz'dir. Osmanlı döneminde, 1920 yılında, bağlı olduğu Trabzon Vilayeti'nden ayrılmış, 4 Nisan 1920 tarihinde il statüsüne kavuşmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre 19 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 741 mahalle bulunmaktadır. İl merkezinden doğuya gidildikçe Gülyalı, batıya sahil kara yolundan gidildikçe Perşembe, otobandan gidildikçe Fatsa ilçelerine ulaşılır. Ordu ili MÖ 400 yılından önce şehir merkezinin 5 kilometre dışında olan halk arasında Bozukkale olarak bilinen bölgede 'Kotyora' (Kut Yöresi) adıyla kurulmuştur. Kotyora (Cotyora), "Kut Yöresi" anlamına gelmektedir. Ordulu yazar Mithat Baş'ın araştırma ve kaynaklarına göre; Ordu, Osmanlı arşivlerindeki belgelere göre Türkler tarafından kurulmuş bir yerleşkedir. İlk çağ ve Orta çağda bugünkü Ordu’nun kurulduğu yerde aynı adla anılan antik bir kalıntı yoktur. Günümüzde Ordu yakınlarında Bozukkale olarak adlandırılan antik “Kotyora”nın Ordu ile hiçbir tarihi bağlantısı bulunmamaktadır. Ordu adı, 1396 yılında Hacı Emiroğlu Süleyman Bey tarafından Giresun'u fethetmek için toplanan 12 bin kişilik kuvvetin, günümüzdeki Eskipazar mevkiinde toplanması sonucu verilmiştir. Karadenizli Yazar Özhan Öztürk'e göre ise Kotyora adı bölgenin eski sakinleri ola
n Kolhislilerden (Tzan/Lazlardan) mirastır. Kotyora kelime anlamı itibarıyla Koto (Eski Lazca: Çanak, çömlek) + uri (Lazcada aidiyet belirtir) Kotoyuri, "çömlekçi; çanak, çömlek yapılan yer" anlamına gelir. Bölgenin eski sakinleri olan Tzan/Can/Zan (Lazların) Antik ve Orta Çağ kaynaklarıyla sabit varlığı ve bölgeye Canik (Tzanika/Zanik: Tzan/Can/Zan: Lazların eski ulusal isimleri + ika bölge, ülke, toprak = Tzan/Laz Bölgesi) ismini ve başka pek çok toponim bırakmaları şehre de Kotyora ismini verdiklerini destekler niteliktedir. Ayrıca 1831'de ise Fatsa sınırlarından itibaren Ordu, Ulubey, Gölköy yöreleri tamamen Mesudiye ve Aybastı ilçeleri Erzurum eyaletine bağlı Şarkikarahisar livasına, Fatsa'nın iç ve batı kısımlarıyla Ünye, Canik (Samsun) livasına bağlanmıştır. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ve akabinde 2013 yılında çıkarılan 6447 sayılı kanun ile Ordu'da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı. Ordu il merkezi 41° kuzey paraleli ve 37° ve 38° doğu meridyenleri arasında, Karadeniz Bölgesi'nin, Orta ve Doğu Karadeniz bölümünde yer almaktadır. İlin kuzeyini Kuzey Anadolu dağlarının kıyı sıraları kaplamaktadır. Kıyılara yakın tepelerle başlayan bu dağlar içeri doğru gittikce yükselir. Ordu, Giresun ve Sivas ilinin birbirlerine komşu olduğu kesimde 3.000 m yi bulmaktadır. İlin en yüksek tepesi Giresun sınırına yakın olan Aşut Obası'ndaki Gönderiç Tepesi'dir. Ulugöl, Gölköy ilçe merkezine 17 km. mesafede bulunan bir krater gölüdür. 26.5 hektar büyüklüğündeki alan, Tabiat Parkı’dır. Doğal yapısı itibarıyla yüksek peyzaj değerine sahiptir Özellikle güz mevsiminde yaprakların sararmasıyla oluşan renk armonisi görenleri büyülemektedir. Alan içerisinde üç adet heyelan set gölü bulunmakta; göllerden birisi büyük diğer ikisi ise sazlıkla kaplı küçük yapıda göllerdir. Büyük gölde Abant Alası türü balık yaşamaktadır. Ordu'daki diğer doğal varlıklar; Perşembe Yaylası, Hoynat Adası, Ohtamış Şelalesi, Fatsa Gaga Gölü, Çambaşı Yaylası, Kabadüz Ablak Taşı, Çiseli Şelalesi ve Geçilmez Kanyonu ile Boztepe'dir. Ordu ilinde Karadeniz iklimi görülmektedir. Ancak arkadan geçen dağ yükseltilerinin azalmasıyla kışın soğuk günlerin sayısı bir iki günle sınırlıdır. İlin iç kesimdeki ilçelerine yükseltinin artmasıyla beraber soğuk bu bölgelerde daha şiddetlidir. Kışın iç kesimlerdeki ilçelerde 6 ay boyunca kar yağar. Bunlara Çambaşı yaylası, Beşiktaşı yaylası ve Sarı obası yaylası örnek olarak gösterilir; kar buralarda mayıs ayına kadar erimez. Ordu İl Nüfusu: 750.588'dir (2016). İlin yüzölçümü 5.861 km²'dir. İlde km²'ye 128 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 501 kişi ile Altınordu’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı %2,97 olmuştur. Ordu il nüfusu: 742.341 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 5.861 km2'dir. İlde km2'ye 127 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 521 kişi ile Altınordu’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı -% 1,10 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre 19 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 741 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Altınordu (% 3,99)- Aybastı (-% 24,59) Ordu ilinin ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanır. İl Türkiye fındık üretiminin %51'ini sağlamaktadır. Nüfusun %70'inin geliri ise fındıktan karşılanır. Son zamanlarda fındık fiyatlarının 2000 li yılların bile altına düşmesinden dolayı alternatif tarım ürünü arayışları başlamıştır. Bu bağlamda kivi, soya gibi ekonomik değeri yüksek tarım ürünlerine yönelim başlamıştır. Sanayi bakımından fazla gelişmemiş olsa da Türkiye'de alternatifi bulunmayan ve dalında tek olan ÇAMSAN POYRAZ Laminant Parke Fabrikası bugün evlerde kullanılan laminant parkenin ve diğer ahşap içerikli ürünlerin büyük çoğunluğunu tek başına karşılar. Ayrıca SAGRA Çikolata ve Fındık Fabrikası çikolata sanayiinde tek sayılabilir. Bugün evlerimizde yediğimiz Sarelle,Sagra,Tadelle ve birçok çikolata ürünü burada üretilir. Ayrıca fabrikada fındık yağı da üretilmektedir. İlde irili ufaklı fındık fabrikaları dağınık bir şekilde istihdama katkıda bulunmaktadır. Az da olsa çimento ve kâğıt sanayii de istihdama katkıda bulunur. Fabrikalar: İlde birçok tiyatro ve sinema bulunmakta ve düzenli kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Ordu her ne kadar coğrafya kitaplarında Orta ve Doğu Karadeniz bölgelerinde toprağı olan ve her iki bölgeye ait bir il olarak geçmekteyse de hemen hemen bütün kültürel özellikleriyle Doğu Karadeniz Bölgesi'ne ait bir ildir. İlde Türkmen/Çepni/Laz kültürü hakimdir. Ordu halk müziği ve geleneksel halk oyunları çevre illerle benzerlikler göstermektedir. Bağlama ,kemençe, davul-zurna,davul-klarnet (yöresel tabirle gırnata) gibi çalgıların bir arada kullanıldığı yörede oyunlar ilçeden ilçeye değişmekle birlikte karşılama ve horon ağırlıklıdır. Klarnet yani gırnata çalgısı davul ile birlikte daha çok Vona (Perşembe), Ordu Merkez, Gülyalı, Kabadüz, Ulubey ilçelerinde daha çok Ordu Karşılaması, Giresun Karşılaması, Giresun Sallaması, Gürcü Horonu, Perşembe Erkek Horonu, Sarhoş Karşılaması gibi oyunlara eşlik etmektedir. Kültürel özellikler açısından Ordu ve ilçeleri benzer özellikler gösterse de pek çok farklılıklar da içermektedir. Horon daha çok kıyı ilçelerinin ve Ordu Merkez ilçenin güneyinde kalan Ulubey, Kabadüz, Gürgentepe, Gölköy, Mesudiye ilçelerinin halk oyunudur. Kıyı ilçeleri olarak da Ünye'nin bazı köyleri, Fatsa, Vona (Perşembe), Gülyalı ilçelerinde icra edilir. Karşılama oyunları Ordu ilinde en çok oynanan oyun türlerinden biridir. Bu oyunda da daha çok Bolaman, Vona(Perşembe), Ordu Merkez, Gülyalı, Kabadüz, Ulubey, Gürgentepe, Gölköy, Mesudiye (kısmen) ilçelerinde çokça icra edilir. Karşılama ad olarak Ordu Karşılaması olarak bilinir ve figürleri Giresun karşılaması'ndan farklıdır. Ancak yörede Giresun Karşılaması da icra edilmektedir. Karşılama müzikleri genellikle Giresun ile aynı özelliklere sahiptir. Ordu'da Oy Gemici Gemici, Fındık Toplayan Kızlar, Bağlamam Perde Perde gibi türkülerle karşılama oyunları bolca icra edilir. İç ilçelerde ise Tokat kültürü hakimdir. En çok etkilenmiş ilçe Akkuş'tur, ancak Korgan, Kumru, Çatalpınar, Kabataş ve Aybastı'da da Tokat yöresinin kültürü görülmektedir. Bu nedenle halk oyunu olarak halay oynanmaktadır, kemençe ve diğer Doğu Karadeniz kültür unsurları bulunmamaktadır. Yöre Ordu-Giresun ağzının etkilediği bölge içerisindedir. Ünye-Beşikdüzü (Vilayeti Çepni) arasında kullanılan ağız ortak bir ağızdır. Bu ağız Trabzon, Rize ve Artvin ağızlarıyla karıştırılmamalıdır. 33 ürün için coğrafi tescil başvurusunda bulunulmuştur. Türk Patent ve Marka Kurumu’nde incelenmekte olan 22 adet ürünler ise şöyle:  Ordu Çakıldak Fındığı, Ordu Kestane Balı, Ordu Perşembe Ceviz Helvası, Ordu Kokulu Üzüm Şerbeti, Ordu Tostu, Ordu Melocan Kavurması, Ordu Sakarca Kavurması, Ordu Galdirik Kavurması, Fatsa Yalıköy Köftesi, Ordu Fırın Fasulyesi, Ordu İncir Reçeli, Ordu Kuru Yufkası, Ordu Kabağı Kavurması, Ordu Kivisi, Ordu Dut Pekmezi, Kumru Fındık Macunu, Ünye Taşı, Ünye Beyaz Bentoniti, Kabataş Helvası, Kabataş Köy Peyniri, Ordu Su Böreği, Ünye Pidesi. Zengin turizm potansiyeline sahip ilde, kıyı, yayla turizmi, trekking, yamaç paraşütü gibi etkinliklere imkân sağlayacak unsurlar mevcuttur. Yason Burnu'nun yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağıdır. Zengin yöresel mutfağını tanımak ve Karadeniz'in lezzetli balıklarını tatmak için bu yöreyi mutlaka gezerek görmelisiniz. Eski adı Grekçe: "Κοτύωρα" Cotyora, Kotyora olan şehir, tarihte sırasıyla Kaşkaların, Medlerin, Perslerin, Pontus Krallığı'nın, Roma İmparatorluğu'nun, Doğu Roma İmparatorluğu'nun, Danişment Beyliği'nin, tekrar Doğu Roma İmparatorluğu'nun, Trabzon İmparatorluğu'nun, Anadolu Selçuklu Devleti'nin, tekrar Trabzon İmparatorluğu'nun, Hacıemiroğlu Beyliği'nin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetiminde olmuştur. Osmanlı Döneminin büyük bölümünde önce Rum Eyaletine bağlı Karahisar-ı Şarkı sancağına, daha sonra Erzurum Vilayetine bağlı Karahisar-ı Şarkı sancağına bağlı kaza olarak yönetilen yöre, 16. yüzyılın 2. yarısında Trabzon Eyaletine bağlı bir kaza, 19. yüzyılın 2. yarısında kısa bir süre sancak oldu. 1920'de Trabzon Merkez sancağından ayrılan Giresun sancağına bağlanan kent, 1921'de ayrı bir sancağın merkezi, 1924'te Ordu ilinin merkezi oldu. Boztepe, bir tarafında Ordu manzarası bir tarafında uçsuz bucaksız Karadeniz manzarasına sahip, bir tarafında yemyeşil tepelere hakim, ziyaret edenleri büyüleyen bir yerdir. Her yıl binlerce turist ağırlar. Özellikle yaz aylarında insanlar sırf manzarayı görmek için bu tepeye çıkarlar. Boztepe'de yiyecek içecek gibi ihtiyaçları karşılayacak restoran vs. bulunmaktadır. Ayrıca çam ormanları arasında piknik alanları mevcuttur. Kış aylarında yağan kar Boztepe'ye güzel bir görünüm verir. Boztepe'de çoğunlukla yamaç paraşütü gibi aktiviteler yapılmaktadır. Yakın tarihte turizm açısından çok önemli yerlere geleceğine inanılıyor. Ayrıca Boztepe-Ordu arasında yapılmış bir teleferik de bulunmaktadır. Bu sayede Boztepe'ye teleferik ile çıkıp inilebiliyor. 20 Mart 2010 tarihinde bu projenin temeli atılmış ve 8 Temmuz 2011 tarihinde hizmete açılmıştır. Teleferik kalkış istasyonu çevre düzenlemesi; 317 araç kapasiteli otopark alanı ve insanların sürekli sirkülasyon yaptığı sokak şeklinde tasarlanmıştır. Bu alanda Teleferik istasyonu ve kabin depolama yapıları hemen deniz kenarında yer almaktadır. Bu alanda sokak şeklinde yapılan tasarımın deniz tarafında kafeterya, ana yol tarafında ise Turizm Danışma Bürosu, Kafeterya ve ürün satışı bölümlerini içeren bir yapı daha yer almaktadır. Yine bu alan içinde 6 adet el sanatları dükkanı, oturma grupları, çocuk oyun alanı ve deniz kenarında iskele de yer almaktadır. Arazi eğimine göre Boztepe varış istasyonunda yapılacak tesis tamamen coğrafi ve yöresel mimari anlayışla tasarlanmıştır. Burada 2 bölümlü olarak düşünülen tesisin 200 m²’lik Pide Salonu bölümü sol tarafta yer almaktadır. Sağ tarafta ana restoran bulunmakt
adır. Ana restoranın alt katı 232 m² , üst katı ise 371 m² olarak 2 katlı olarak tasarlanmıştır. Maliyeti toplam 9 milyon 100 bin TL. Alt istasyon ile üst istasyon arasındaki yükseklik toplam 500 m. Teleferik, alt istasyondan üst istasyona kadar toplam 2350 m. hat uzunluğu ile 7 adet direkle geçilir. Proje, 8’er kişilik oturaklı kabinlerle, saatte çıkışta 900 kişi, inişte de 900 kişi olmak üzere toplam 1800 kişiyi taşıyabilme kapasitesine sahip. Ordu'nun 19 ilçesi bulunmaktadır. İldeki tek üniversite olan Ordu Üniversitesi, 2006 yılında kuruldu. 2017-2018 Sezonu sonunda önceki yıllarda Süper Ligde de yer alan Orduspar yerel lige düşmüştür. Diğer Ordu takımı Yeniordu Spor 3.Ligde yer alırken, Fatsa Belediyespor da 3.lige yükselmiştir. Ayrıca BAL’da 1, kadın futbol liglerinde de 4 takımı vardır. Basketbolda İEF Açı Koleji Spor kadın takımı 1.lige yükselmiştir. Voleybol liglerinde 4 ve hentbol liglerinde 1 takımı daha vardır. Yeni Orduspor, Ziraat Türkiye Kupası 1. turunda Arsinspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: 19 Eylül Stadyumu (11.024), Durugöl Recep Kara Spor Salonu (3.000), Durugöl Olimpik Kapalı Yüzme  Havuzu (500). 22.000 kişilik yeni stadyumun yapımı sürmektedir. Ordu Ordu şu anlamlara gelebilir: Reel sayılar Matematikte reel sayılar (gerçel ya da gerçek sayılar) kümesi, oranlı sayılar (rasyonel sayılar) kümesinin evrim sürecinden elde edilen bir varsayım kombinasyonudur. Reel sayılar kümesi formula_1 sembolüyle gösterilir. Her oranlı sayı (rasyonel sayı) bir gerçek sayıdır; virgülden sonra bloklar halinde tekrar eden ondalık açılımı vardır (0 dahil). Örneğin, eşitliğinde olduğu gibi. Burada dikkat edilmesi gereken, ondalık basamaklardaki rakamların bir süre sonra bloklar halinde periyodik tekrar etme özelliğidir. Bu şöyle ispatlanabilir: m, n iki tamsayı (n negatif) olsun. m/n oranlı sayısı ondalık ifade edilmek istendiğinde, m 'yi n 'ye bölerken (bölme algoritmasını varsayımı uygularken) ilk adımda kalan 0 ile n arasında olacaktır. Kalanın yanına sıfırlar ekleyip bölmeye devam edilecek ve bir sonraki adımda kalan yine 0 ile n arasında olacaktır. Sonsuz adımda sonlu sayıda değer alabilen kalanlar, bir süre sonra aynı değeri alacak ve kendini tekrar edecektir. Oranlı sayılardan gerçek sayıları elde etme işlemiyse oranlı sayılara ondalık açılımındaki rakamların devirsel tekrar etmediği sayıların eklenmesi olarak düşünülebilir. Bu tür sonradan elde ettiğimiz gerçek sayılara oransız sayılar veya irrasyonel sayılar denir. Düzlemde herhangi bir doğru parçası alıp buna da birim (br) uzunluk diyelim. Tam sayılarla bu doğru parçasının katları birebir eşlensin. Alınan bir doğrunun üzerinde bu tam sayı uzunlukları ve olası tüm oranları (oranlı sayılar) işaretlensin. Gösterilebilir ki, herhangi iki oranlı sayı arasında sonsuz çoklukta oranlı sayı vardır. Demek oluyor ki, alınan doğru üzerinde birbirlerine istenildiği kadar yakın ve oranlı sayıları temsil eden iki nokta (oranlı nokta) arasında , sonsuz çoklukta oranlı nokta vardır. Bu tür noktaların, dolayısıyla uzunlukların varlığını ispatlamak için, kenar uzunluğu 1 birim (br) olan bir karenin köşegen uzunluğunu (x) sayı doğrusu üzerinde işaretleyelim. x uzunluğu, oranlı bir sayı değildir, yani p ve q birer tam sayı olmak üzere p/q şeklinde gösterilemeyen bir sayıdır; bu sayı formula_3 olarak gösterilecektir. Kabul edelim ki x=p/q olsun. Bundan başka, bu kesrin artık kısaltılamayan bir kesir olduğunu farz edelim, yani p ve q aralarında asal olsunlar. Başka bir deyişle, bunların 1'den başka ortak bölenleri bulunmasın. Pisagor teoremi sayesinde x=2=p/q elde edilir. Dolayısıyla 2q=p olur. p ve q aralarında asal olduğu için 2, p 'yi bölmek zorundadır. Böylece eşitliğin sağ tarafı 4'e bölünür. Sol tarafının da dörde bölünmesi gerekeceğinden q da 2'ye bölünmek zorunda kalır. Hem p hem de q sayıları 2'ye bölünebiliyorsa, aralarında asallık kabulüyle çelişkili bir sonuç bulunmuş olur. O halde x 'in oranlı bir sayı olduğu kabulünden vazgeçmek gerekecektir. Bu ispat, bir Pisagorcu olan Hippasus'a atfedilmektedir (MÖ 5. yüzyıl). İrrasyonel sayıların varlığının ilk antik Yunan matematikçi Pisagor'un okulu tarafından anlaşılmış olduğu görüşü yaygındır. Fakat Pisagor bu sayıların evrenin düzenine aykırı olduğunu düşünmüş ve öğrencilerine bu sayıların varlığını açıklamayı yasaklamıştır. Rivayete göre Hippasus'u o öldürtmüştür. İrrasyonel Sayılar ile oranlı sayılar kümesinin birleşimi Gerçel sayılar kümesini oluşturur. Bu kümeye reel sayılar veya gerçel sayılar da denir. Geometride karşılaşılan bazı büyüklüklerin anlamlandırılabilmesi için Klasik Yunan Dönemi'nde, yaygın inanca göre Pisagor ve öğrencileri tarafından sayı kavramına dâhil edilmişlerdir. Anlatılanlara göre Pisagor doğadaki tüm büyüklükleri rasyonel sayılarla ifade edilebileceğini söylemekteydi. Fakat bulduğu hipotenüs eşitliğinin bir sonucu olarak x = 2 gibi bir değerlerle karşılaştı. Uzun yıllar boyu bu tür sayıların uzun kesirlerle ifade edilebileceğini iddia etti ve göstermeye çalıştıysa da, öğrencilerinden birinin bu gibi sayıların kesinlikle kesirli bir biçimde gösterilemeyeceğini ispat etmesiyle ikna oldu ama hayatı boyu bunun bir sır gibi gizlenmesi için çalıştı ve doğada gerçel sayıların yeri olmadığını söylemeye devam etti. Gerçel sayılar kümesi R harfi ile ifade edilir. Adolf Hitler Adolf Hitler (20 Nisan 1889, Braunau am Inn - 30 Nisan 1945, Berlin), Avusturya doğumlu Alman politikacı, siyasi lider, teorisyen ve devlet adamı, yirminci yüzyılın en bilinen diktatörü. 1919’da Alman İşçi Partisine ("Deutsche Arbeiterpartei"; DAP) üye olmasıyla başlayan politik yaşamı, bu partinin 1920’de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine ("Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei"; NSDAP) dönüşmesiyle devam etti ve 1921’de parti başkanlığına yükseldi. Hitler’in Şansölye seçilmesi için önündeki engel 1925’ten 1932’ye kadar "vatansız" statüde olmasıydı. Bu engeli kaldırmak adına, dönemin İçişleri Bakanı ve aynı zamanda Thule Cemiyeti’nin üyelerinden olan Bakan Dietrich Klagges’in yaptığı atamayla, Berlin’de bulunan Brunswick temsilciliğine atanarak devlet memuru statüsü kazandı ve Alman vatandaşlığına geçti. Bu şekilde 1933’te Şansölye seçilmesinin önündeki en büyük engel olan "vatansızlık" statüsü ortadan kalktı. 1933’te, ülkede kurulan yeni koalisyon hükûmetinin başkanlığına atanmasıyla Şansölye ("Reichskanzler") oldu. 1934’te, Cumhurbaşkanı’nın ("Reichspräsident") makamını devraldı ve "Führer" (Lider) adında bir devlet başkanlığı makamı yarattı; devlet ve hükûmet başkanlıklarını "Führer und Reichskanzler" unvanını kullanarak bir arada yürüttü. Nasyonal sosyalizmin kurucusu olup Almanya’yı 12 yıl boyunca bu öğretiyle yönetmiştir. Bir politikacı ve asker olmanın yanı sıra ressam ve yazar idi. Hitler, Almanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran’dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, antisemitizm, anti-komünizm ve anti-kapitalizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler Almanya içerisindeki düzeni yeniden tesis etti ve güçlü bir ülke yarattıktan sonra, saldırgan bir dış politika izleyerek Alman “yaşam alanı”nı ("Lebensraum") genişletmek amacıyla Polonya’ya saldırdı. Yıldırım savaşı ("Blitzkrieg") taktikleri ve Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa′nın büyük bölümünü ve Asya’nın bir kısmını işgal etti. ABD’nin II. Dünya Savaşı’na Müttefikler’in tarafında katılması ve Kızıl Ordu’nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyet güçlerinin 23 Nisan 1945’te Berlin'e girmesi ile Almanya’nın yenilgisi kesinleşmişti. Hitler; işgal altındaki Berlin’de, eşi Eva Hitler (Eva Braun) ile yer altı sığınağında ("Führerbunker") 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi -vasiyeti üzerine- takipçileri tarafından yakıldı. Alfred Jodl’ın 7 Mayıs 1945’te imzalayıp ertesi gün yürürlüğe giren teslim belgesiyle Büyük Alman İmparatorluğu son buldu. Hitler’in saldırgan dış politikası, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ana nedeni olarak kabul edilir. Onun Yahudi karşıtı politikaları ve ırkçı ideolojisi, aşağı ırk mensubu olarak gördüğü en az 5.5 milyon insanın ölümüne neden oldu. Adolf Hitler, 20 Nisan 1889 tarihinde Almanların yoğunlukta olduğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı Yukarı Avusturya’nın Braunau am Inn kasabasında o sıralarda gümrük memuru olan Alois Hitler (1837-1903) ve Alois’in üçüncü eşi (aynı zamanda ikinci dereceden kuzenidir ve evlenmek için kiliseden izin alınmıştır.) Klara Pölzl’ün (1860-1907) oğlu olarak doğmuştur. Alois’in altı çocuğundan dördüncüsüdür. Avusturya vatandaşı olarak doğan Adolf daha sonra 1925'te Avusturya vatandaşlığından çıkmıştır. İsmi Eski Almancada ‘asil kurt’ (Adolf = Adel + wolf) anlamına gelen Adolf, akrabaları arasında kısaca ‘Adi’ ismiyle biliniyordu. (Adolf Hitler, yakın çevresiyle arasında, 1920’lerin başlarından itibaren ‘Wolf’ takma adını kullandı. Hatta bu durum Avrupa kıtasındaki çeşitli merkezlerin isimlerinde de etkili oldu. Doğu Prusya’da Wolfsschanze, Fransa’da Wolfsschlucht, Ukrayna’da Werwolf gibi.) Yasal olarak Hitler soyadı ile dünyaya gelen Adolf’un baba tarafından gelen atalarının erkek bireyleri ‘Hiedler’ soyadına sahiplerdi. Amerikalı gazeteci William L. Shirer, "Nazi İmparatorluğu" adlı kitabında, Hitler’in soyağacı ve soyadı konusunda şunları yazmaktadır: “Hitler’in büyükbabası, Johann Georg Hiedler, gezici bir değirmenciydi. Aşağı Avusturya’da köy köy gezerdi. 1824’te ilk evlenmesinden beş ay sonra bir oğlu oldu. Ama ne çocuk ne annesi yaşadı. On sekiz yıl sonra Duerrenthal’da çalışırken, Strones köyünden kırk yedi yaşında bir köylü kadın olan Maria Anna Schicklgruber ile evlendi. Bu evlenmeden beş yıl önce, 7 Haziran 1837’de Maria’nın gayrimeşru bir çocuğu olmuş, adını Alois koymuştu. Bu çocuk sonradan Adolf Hitler’in babası oldu. Alois’in babasının, her ne ka
dar kesin kanıtlar yoksa da Johann Hiedler olması ihtimali çoktu. Ne olursa olsun, Johann kadınla evlenmiş, ama bu gibi olaylara uygulanan geleneğe aykırı olarak, çocuğu meşrulaştırmak zahmetine katlanmamıştı. Çocuk, Alois Schicklgruber olarak büyüdü. Anna 1847’de öldü, Johann Hiedler bu ölümden sonra otuz yıl ortalıktan yok oldu. Seksen dört yaşında Waldviertel’de Weitra kasabasında yeniden ortaya çıktı. Bu sefer adını Hitler diye yazıyordu. Bir noterle üç şahit huzurunda kendisini Alois Schicklgruber’in babası olarak kaydettirdi.” İlk tahsilini doğduğu kasabada yaptı. Orta tahsiline Linz şehrinde başladı. Linz’de başladığı lisede ise 1. sınıfı yeniden tekrarlamak zorunda kaldı. O sıralarda, ilerde memur olmasını isteyen babasıyla zıtlaşıyor, ressam olmak istediğini söylüyordu. Sevmediği dersleri asıyor, hiç ilgilenmiyordu. İleride öğretmenlerini çok sert biçimde eleştirmiş, sadece tarih öğretmenini çok sevdiğini ve ona çok şey borçlu olduğunu belirtmiştir. Çizimlerine ve resimlerine çok güvenen Adolf, bu konudaki direnişine hiç ara vermiyordu. (I. Dünya Savaşı’na katılmasından önce, Hitler’in 2000’den fazla çizimi ve resmi vardı.) Hitler, "Kavgam"’da şöyle anlatır: Hitler, ressam olma konusunda inat ediyor, bir sanatçı olma hayallerinde kendisine çok güveniyordu. Sanatçılık onun için tam anlamıyla bir idealdi. Buna rağmen babasının “yaşam mücadelesi” konusundaki öğütlerinde haklı olduğunu düşünüyordu. Oğlunun güvenle para kazanabileceği iyi bir mesleğe sahip olması gerektiğine inanan babasına hak veriyordu: On üç yaşında tüberkülozdan babasını kaybetti (3 Ocak 1903). Daha sonra ağır bir ciğer hastalığı geçirmiş, doktorun tavsiyesiyle bir yıl kadar okuldan ayrı kalmış, sonra da maddi sorunlar nedeniyle okula geri dönememiştir. Annesine bakma sorumluluğuyla inşaatta işçi olarak çalışmaya başladı. Bu dönem boyunca çizimlerine devam etti. Okuduğu kitaplar içindeki antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) ise o zamanlar ortaya çıktı. İlk başlarda bu fikre karşı çıksa da Yahudilerin birbirlerini kültür, sanat, politika, iş hayatı gibi bütün alanlarda kayırdıklarını düşünmeye başlayınca, Yahudileri sevmemeye başladı. Kendisi bu konuyu şöyle izah eder: Annesinin hastalığı ortaya çıktığında geçim kaynakları neredeyse kurumak üzere olan Hitler, kendisine bağlanan yetim aylığıyla geçiniyordu. Bu yüzden Viyana’ya gitme kararı aldı. 1907 yılında başvurduğu Viyana Güzel Sanatlar Akademisi tarafından ressamlığa uygun olmadığı gerekçesi ve yeteneklerini mimarlık alanında geliştirmesi öğüdüyle reddedildi. Adolf, bu öğüdü yerine getirmeyi çok istemesine rağmen bunun için teknik alt yapısı ve lise diploması olması zorunluydu. On dokuz yaşına geldiğinde annesini göğüs kanserinden dolayı kaybetti (21 Aralık 1907). Annesiyle hep ayrı bir bağı olduğundan söz eder ve o öldüğünde babasının ölümünden daha fazla üzüldüğünü anlatır. Annesinin ölümünden sonra, Hitler'in tek isteği Güzel Sanatlar Akademisi’ne girebilmekti. 1908’de bir kez daha başvurduğu akademinin, onu yeniden reddetmesinin ardından umutlarını da yitirmiş bir şekilde tamamen parasız kaldı. Yetim maaşının kendi payına düşen kısmını da kardeşi Paula’ya veren Hitler, 21 yaşındayken halasından kalan az miktardaki miras parasının da bitmesiyle 1909’da evsizler yurduna yerleşti. Posta kartlarından kopyaladığı manzara resimlerini, dükkanlara ve turistlere satarak geçinmeye çalışan Hitler, 1910 yılında, çalışan fakir adamların kaldığı bir eve yerleşti. Hitler Viyana’dayken, ilk kez içinde Doğu Avrupa’daki birçok Ortodoks Yahudi (Hitler’e göre ırkçı teorilerle karışık, geleneksel dinci ve önyargılı, geniş bir Yahudi kitlesi) için antisemitist düşünceler barındırmaya başladı. Zamanla Lanz von Liebenfels’in ırk ideolojileri ve antisemitizm hakkındaki yazılarından ve Viyana Belediye Başkanı, aynı zamanda Hristiyan Sosyal Partisi’nin kurucusu ve tarihin en şiddetli demagoglarından Karl Lueger ve pan-Cermenist Georg Ritter von Schönerer gibi politikacıların yarattığı polemiklerden etkilendi. Daha sonra "Kavgam" ("Mein Kampf") adlı kitabında, dine bağlı antisemitizm karşıtlığından, nasıl tam tersi bir zemine (antisemitizmi ırkçı zeminde desteklemeye) geçiş yaptığını anlattı. Babasından kalan mal varlığının son parçasıyla Mayıs 1912’de, Münih’e gitti. Her zaman gerçek Almanya’da yaşamak istemişti. Mimariyle ve Houston Stewart Chamberlain’ın yazılarıyla daha da ilgilenmeye başladı. Hitler Yahudileri, kendi tanımladığı ari ırkın doğal düşmanları olduğunu iddia etmeye başladı ve Avusturya’daki krizden de onları sorumlu tuttu. Aynı zamanda kendi antisemitizmini Marksizm karşıtlığı ile birleştirerek, sosyalizmin ve özellikle de liderleri arasında birçok Yahudi bulunduran Bolşevizmin keskin hatlarını tanımladı. Almanya’nın uğradığı askeri bozgundan 1917 Devrimlerini sorumlu tutarak, Yahudileri Alman İmparatorluğu’nun askeri yenilgisinin ve sonuç olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerin de suçlusu kabul etti. Çokuluslu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Parlamentosundaki oturumları uzunca bir süre inceledikten sonra, demokratik parlamenter sistemin aşağılığına ve bayağılığına ilişkin sabit bir inanç geliştirdi. Bu da kendi politik görüşlerinin temelini biçimlendirdi. Münih’e gitmesi, bir süreliğine Avusturya’daki askerlik görevinden de kaçmasını sağladı fakat sonrasında Avusturya ordusu tarafından tutuklandı. Yapılan fiziksel inceleme ve pişmanlık savunması sonrasında askerlik için elverişsiz sayıldı ve Münih’e dönmesine izin verildi. Buna rağmen Ağustos 1914’te Almanya I. Dünya Savaşı’na girdiğinde acilen Bavyera Kralı III. Ludwig’den Bavyera alayında savaşmak için izin ricasında bulundu. İsteği kabul edildi ve Hitler gönüllü olarak Bavyera ordusuna katılmış oldu. Hitler, Batı Cephesi'nde Albay Julius List komutasındaki 16. Bavyera Yedek Piyade Alayı’na (“List Alayı”) verilmiştir. Birinci Ypres Muharebesi, Somme Muharebesi, Arras Muharebesi ve Passchendaele Muharebesi’ne katılmıştır. Fransa ve Belçika’da, 16. Bavyera Yedek Alayı karargahında haberci olarak aktif hizmette bulunan ve düşman ateşine maruz kalan Hitler, yanındaki diğer askerlerin aksine yemeklerden ya da zor koşullardan asla şikayet etmedi. Bunun yerine sanat ya da tarih hakkında konuşmayı tercih eden Hitler, şiirler yazdı, ordu gazetesi için bazı karikatürler ve eğitsel çizimler yaptı. Görevini yaparken gösterdiği sürati ve başarısı nedeniyle ilki Aralık 1914’te İkinci Sınıf Demir Haç ve diğeri de 4 Ağustos 1918’de ve onbaşı düzeyindeki bir askere nadir olarak verilen bir onur olan Birinci Sınıf Demir Haç olmak üzere iki askeri nişan aldı. Madalyaya onu aday gösteren subayın –Teğmen Hugo Gutmann– Yahudi olması ironik bir rastlantıdır. 18 Mayıs 1918'de Siyah Gazi Nişanı aldı. Hitler alayı terk etmek istememesine rağmen, gene de ‘liderlik özelliklerinin yeterli çerçevede olamadığı’ gerekçesiyle rütbesi yükseltilmedi. Bazı kaynaklara göre ise yükseltilmemesinin asıl nedeni Alman vatandaşı olmamasıydı. Alay karargahındaki görev mevkisi çokça tehlike içermesinin yanı sıra ona sanat çalışmalarını sürdürmesi için de zaman veriyordu. Ekim 1916’da Fransa’nın kuzeyinde bacağından yaralanan Hitler, Mart 1917’de ön saflardaki görevine geri döndü. 15 Ekim 1918’de savaşın sona ermesinden kısa bir süre önce, Hitler zehirli gaz saldırısından dolayı geçirdiği geçici körlük nedeniyle, savaş meydanındaki askerî hastaneye götürüldü. David Lewis ve Bernhard Horstmann gibi bazı psikologlara göre ise bu geçici körlüğün sebebi geçirdiği bir histeri kriziydi. Hitler, hayatının amacının Almanya’yı kurtarmak olduğuna iyice ikna olmuştu. Uzun zamandır Almanya’ya hayran olan Hitler, hâlâ Alman vatandaşı olmamasına rağmen savaş sırasında da tutkulu bir vatansevere dönüştü. Alman ordusu hâlâ düşman topraklarını tutmaktayken, Kasım 1918’de Almanya’nın teslim olmasıyla şoka uğradı. Birçok Alman milliyetçisi gibi o da savaş alanında değil masada yenilmelerini tasvir eden ‘sırtından bıçaklanma efsanesine’ inandı. Buna neden olan politikacılar daha sonra ‘Kasım Hainleri’ olarak adlandırıldılar. Viyana’da komşusu olan Dietrich Eckart vasıtasıyla Adolf Josef Lanz ile 1914’te tanışan Hitler aynı yıl List Cemiyeti’ne üye oldu. Nitekim, Hitler’in kişisel kütüphanesindeki okültik kitapların II. Dünya Savaşı sonrasında muhafaza edildiği ABD Kongre Kütüphanesi’ndeki kitaplarından yazarı Guido von List olan "Deutsch-Mythologische Landschaftsbilder" adlı kitabın üzerinde "Sevgili Armanen Kardeşim Adolf Hitler’e" ithafı mevcuttur. "Armanen" tabirinin ilk olarak Guido von List tarafından ortaya atılmış olması ve sadece List Cemiyeti üyelerine ithafen yazılmasından ötürü Hitler’in List Cemiyeti’ne üye olduğu düşünülmektedir. I. Dünya Savaşı’ndan 2 yıl sonra Adolf Hitler, 31 Mart 1920 tarihinde ordudan aldığı resmî emirle sivil hayata geçti. Ünlü tarihçiler Alan Bullock ve Ian Kershaw’ın ortaya çıkarttığı ve resmî olarak da bilindiği gibi Hitler aynı gün Münih’te ünlü Thierschstrasse adlı konuttaki 41 numaralı odaya taşındı. Bu odanın hemen yanında ise Thule Cemiyeti’nin kurucusu Baron Sebottendorf’un sahibi olduğu ve daha sonra Hitler’in üzerine hibe ettiği dönemin Almanya’daki en popüler milliyetçi gazetesi olan "Völkischer Beobachter"’ın ofisi bulunmaktaydı. Hitler, Sebottendof’la Münih’te bizzat tanıştıktan sonra önce Alman İşçi Partisine, daha sonra ise 555-7 üye numarasıyla Thule Cemiyeti’ne katıldı. Hitler Münih Devrimi’ne katılmış ve bir ara sosyalist bir aktivist olmuştur. Daha sonra Yüzbaşı Karl Mair başkanlığındaki Bayerische Reichswehr Gruppennkommando Nr.4'te, yani Bavyera Ordusu'nun İstihbarat Şubesi'nde eğitim alıp karşı devrim eylemlerinde bulunmuştur. I. Dünya Savaşı’ndan ve Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, hiçbir resmî eğitimi ve iş kariyeri olmadığı için mümkün olduğunca uzun süre için ordu içinde kalmaya çalıştı. Hitler bu sıralarda 1914'ten beri dostluk kurduğu ve manevi babası olarak tanımladığı Dietrich Eckart vasıtasıyla Nazilerin baş öğretmen olarak tanımladıkları Rudolf von Sebottendorf'un kurduğu ve Nazizmin doğduğu Thule Cemiyeti'n
e üye oldu ve kısa bir süre sonra Nazilerin okültik lider olarak tanımladığı Adolf Josef Lanz'ın 1905-1917 yılları arasında yayınladığı "Ostara" dergisini okumaya ve beyaz ırkın üstün olduğu düşüncesi, antisemitizm ve antikomünizm fikirlerine sahip olmaya başladı. Kış mevsimini Avusturya sınırı yakınlarında Traunstein’daki esir kampında gardiyanlık yaparak geçirdi. 1919’un ilkbaharında Münih’e döndü. Münih’te kısa süren Sovyet rejiminin sorumlularını incelemek amacıyla, 2. Piyade Alayı tarafından kurulmuş olan tahkikat komisyonuna bilgi topluyordu. Hizmetlerinden dolayı Ordu bölge komutanlığındaki Siyasi Şube Basın ve Haberler Bürosu’nda kendisine yeni bir iş verildi. Ordu, tutucu görüşlerini yaymak amacıyla askerler için "siyasi eğitim" kursları açtı. Hitler bu kurslardan birinin dikkatli bir öğrencisiydi. Bir gün derste Yahudiler için iyi bir kelime kullanılınca hemen derse müdahale etti ve tam tersine Yahudileri kötüleyen uzun bir nutuk çekti. Bu sırada Yahudiler üzerine çektiği nutuktan üstleri çok memnun kaldılar ve onu Münih alayına "Bildungsoffizier" (eğitim subayı) tayin ettiler. Başlıca görevi, tehlikeli fikirlerle, barışçılıkla, sosyalizmle ve demokrasi ile savaşmaktı. Böylece Hitler, söz söyleme yeteneğini denemek fırsatını elde etti. Çünkü söz söylemek, kendi görüşüne göre, başarılı politikacılığın ilk şartıydı. 1919 yılının Eylül ayında bir gün Ordu Siyasi Şubesi’nden bir emir aldı: Münih’te Rudolf von Sebottendorf'un kurduğu Thule Cemiyeti tarafından kurulan Alman İşçi Partisi adında küçük bir siyasi grubu inceleyecekti. Hitler, incelemeye memur edildiği partinin toplantısındaki konuşmacılardan birini tanıyordu. Bir hafta önce, ordu eğitim kurslarının birinde, Gottfried Feder adında bir inşaat mühendisinin konferansını dinlemişti ve bu konferanstan çok memnun kalmıştı. Feder’in bu parti toplantısındaki konuşması bittikten sonra Hitler kalkıp gidecekti. Bu sırada bir profesör ayağa kalktı ve Feder’in ileri sürdüğü fikirlerin doğru olup olmadığını ele aldı. Bavyera’nın Prusya’dan ayrılmasını, Avusturya ile birlikte bir Güney Alman ulusunu teşkil etmesini teklif etti. Bu fikir o sıralarda Münih′te çok yaygındı. Ama bu fikrin burada açıklanması Hitler’i çok kızdırdı ve ayağa kalkarak verdiği cevap o kadar sert oldu ki dinleyiciler şaşkın yüzleriyle bu bilinmeyen genç konuşmacıya bakarken, profesör salondan çıkıp gitmişti. Dinleyicilerden biri Hitler’in yanına koştu ve eline küçük bir broşür sıkıştırdı. Bu kişi demircilik işi ile uğraşan Anton Drexler'di. Drexler’e nasyonal sosyalizmin siyasi teşkilatlanma açısından gerçek kurucusu denilebilir. Hitler, ertesi gün kendisine gönderilen Alman İşçi Partisi’ne kabul edildiğini bildiren bir kartı alınca çok şaşırdı. Hitler aslında kendi partisini kurmak istiyordu. Bu yüzden bu fikrini bir mektup ile bildirmek üzereyken içinde bir merak uyandı ve çağrıldığı komite toplantısına gitmeye ve kendilerine neden partilerine katılmak istemediğini şahsen anlatmaya karar verdi. Toplantıya gitti ve iyi karşılandı fakat katılmama isteğini söyleyemedi. Toplantıdan sonra kışlasına döndü. İki gün boyunca uzun uzadıya düşündü ve sonra bu tanınmamış partiye katılmaya karar verdi. Adolf Hitler böylece mühendis Gottfried Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan "Alman İşçi Partisi" ("Deutsche Arbeiterpartei, DAP") isimli bir partiye yedinci üye olarak katıldı. Hitler, 1920 yılının başlangıcında partinin propagandasını eline aldı. 24 Şubat 1920’de Alman İşçi Partisi’nin adı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi "(Nationalsozialistische Deutsche Arbeiter Partei, NSDAP)" olarak değiştirildi. NSDAP’nin taraftarlarına komünistler ve sosyal demokratlar tarafından küçümseme maksadıyla kısaca “Nazi” ismi verildi. Sebottendorf, Thule'nin Almanya'daki en büyük propaganda aracı olan ve sahibi olduğu "Völkischer Beobachter" gazetesini Thule Cemiyeti riyasetine katılan ve Führer olarak seçtiği Hitler'in üzerine devretti. Bu arada Joseph Goebbels bu gazetenin tamamen parti bülteni halini almasını sağladı. Gazetede partisinin fikirlerini açıklayan makaleler yayımladı. Gazetenin patronu olan Hitler, partinin üst basamaklarına kadar ilerleyip 29 Temmuz 1921'de liderlik makamına geldi. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Almanya’yı Versay Antlaşması’nın getirdiği güçsüzlükten kurtarmaktı. Sonra da Hitler 1926’da taktik nedenlerden ötürü, bu maddeleri "değişmez" ilan etti. Alman vatandaşlığının yalnız Alman kanını taşıyanlarda olması gerektiği önemli başlıklardan biriydi. Benito Mussolini’nin Roma Yürüyüşü’nü taklit ederek 8-9 Kasım 1923’te Münih’teki Bavyera hükümetini devirmeye yönelik Birahane Darbesini düzenledi. Düzenli orduya karşı paramiliter birlikler oluşturmak ve meşru yönetimi yıkmak suçundan yargılanmaya başladı. 1 Nisan 1924’te 5 yıllık hapis cezasına çarptırıldı. O dönem Tibet’te araştırmalar yapan Rudolf von Sebottendorf Ekim 1924’te Almanya’ya döndü. Sebottendorf'un 4 Ekim 1924’te Bavyera Halk Mahkemesi hakimlerinden Georg Neidhardt'a yazdığı 4 sayfalık mektubun akabinde bilindiği gibi 20 Aralık 1924 günü hakim Neidhardt'ın da kararıyla Hitler Bavyera Halk Mahkemesi tarafından "kamu düzeni ve halk için tehlike oluşturmadığı ve meşru yönetimi devirmeye yönelik faaliyetlerde bulunan paramiliter teşkilatlarla bağlantısı olmadığı" gerekçesiyle serbest bırakıldı. Bu dönemde Rudolf Hess aracılığıyla "Mein Kampf" ("Kavgam") adlı kitabı yazan Hitler, hapisteyken otobiyografisini ve fikirlerini içeren bir kitap yazmış olması neticesinde, kendisine partinin geleceğe dönük hedeflerini topluma açıklayabilme olanağı sunmuştu. Kitap, partinin bundan sonraki faaliyetlerine yön verdi. Hitler hapisten çıktıktan sonra partiyi yeniden düzene soktu. Partisi 1929 yılına kadar başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930 seçimlerinde %18 oy ile SPD’den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler’in oyları Katoliklerden çok Protestanlardan, şehirlilerden çok kırsal kesimden ve işçilerden çok orta-üst tabakadan geldi. 1925’te kendi isteği ile Avusturya vatandaşlığından çıkan Hitler halen Alman vatandaşı değildi ve seçimlere adaylığını bile koyamaması tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Bu onun için büyük bir sorundu. 25 Şubat 1932’de Brunswick Devleti’nin nasyonal sosyalist olan İçişleri Bakanı, Hitler’i Berlin’deki Brunswick temsilciliğine Ataşe tayin ettiğini açıkladı. Bu komik manevra ile Hitler otomatik olarak bir Brunswick ve dolayısıyla Alman vatandaşı oldu ve Almanya Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymaya hak kazandı. Bu engeli kolaylıkla atlatan Hitler kendisini büyük bir enerjiyle seçim kampanyasına attı. 13 Mart 1932’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine NSDAP’nin adayı olarak katılan Hitler’in rakipleri, 1925’ten beri Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan bağımsız aday Paul von Hindenburg, KPD’nin adayı Ernst Thälmann ve Stahlhelm/DNVP’nin adayı Theodor Duesterberg idi. Hitler seçimlerde 11.339.446 oy aldı, bu sayı %30.1’e tekabül etti. Karşısındaki en güçlü rakibi olan Hindenburg ise 18.651.497 oy aldı. Hindenburg’un aldığı oylar %49.6’ya tekabül etti, buna rağmen Cumhurbaşkanlığını çok ufak bir farkla (%0.4) kaçırmış oldu ve seçim ikinci tura kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu 10 Nisan 1932’de gerçekleştirildi. Hitler bu turda 13.418.547 (%36.8) oy aldı. Hindenburg ise 19.359.983 oy aldı ve %53’lük bir oran elde ederek Cumhurbaşkanı seçildi. Hitler, bu seçimlerden ikinci olarak ayrıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birkaç ay sonra, 31 Temmuz 1932’de, parti üçüncü kez genel seçime katıldı. Seçim sonuçlarından yine parlamentoda çoğunluğu sağlayabilen bir parti çıkmadı. Toplam oyların %37’sini alan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, parlamentoda çoğunluğu sağlayamamakla birlikte en çok sandalye sayısına sahip partiydi. 1933 yılının Ocak ayında, komünistlerin bir genel grevle tüm ekonomiyi işlemez hale getirerek bir “devrimci durum” yaratacakları ya da ülkede iç savaş çıkacağı konusundaki endişeler o derece derinleşmişti ki, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg Hitler’i, Katolik Merkez Partisi’yle bir koalisyon kurarak istikrarlı bir hükümet kuracağı umuduyla şansölye atadı. Ancak Katolik Merkez Partisi ile bir anlaşma sağlanamadı. Buna karşın Alman Ulusal Halk Partisi’nin (DNVP) desteğini alan Hitler, 5 Mart 1933 tarihinde ülkeyi yeniden bir genel seçime götürdü. Hitler, yürüttüğü seçim kampanyasında Alman kamuoyundan büyük ölçüde destek gördü. Öte yandan Hitler, hiçbir şekilde Marksist bir sosyalist olmadığını, gerçekte Alman milliyetçisi ve ulusal toplumun eşitliğini sağlamayı amaçlayan bir politik görüşün rehberliğinde, Alman halkının özgürlüğü ve Alman İmparatorluğu’nun yükselmesi için çalışacak bir politikacı olduğunu çok net bir şekilde, gereken yerlere anlatabilmişti. Nasyonal sosyalizmin özetini, onun bu amaçları oluşturuyordu. Hitler seçim kampanyası sırasında endüstri, finans ve sigorta devlerinden büyük miktarda mali destek sağladı. 27 Şubat 1933 akşamı Reichstag’ta bir yangın çıktı. Bu yangının NSDAP’nin polis örgütü olan Gestapo tarafından başlatıldığı da iddia edilmesine rağmen polis soruşturması daha çok komünistler üzerinde yoğunlaştı. Ertesi gün, Hitler Hindenburg’a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı. İzleyen günlerde NSDAP ve DNVP dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durduruldu. 5 Mart 1933 günü yapılan seçimlerde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin oyları %44 düzeyine çıkmıştı. Nasyonal sosyalist olmayan Alman Ulusal Halk Partisi’nin ve diğer milliyetçi veya muhafazakâr partilerin oyları düşmüş olmakla birlikte, parlamentoda çoğunluk sağlanabiliyordu. Seçimlerin hemen ertesinde parlamentodan bir “yetki kanunu” çıkartıldı. Bu kanun, Reichstag’ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile kabineye devrediyor, ve çalışmalarına bu süre için ara veriyordu. Ancak böyle bir kanun için parlamentoda üçte iki çoğunluk kararı gerekmektedir. Bu çoğunluk kararının nasıl sağlandığı Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza
Mahkemesi tutanaklarına da geçmiştir. Oylamanın yapılacağı gün parlamento SA tarafından kuşatılmış, bazı sosyal demokrat parlamenterler içeri alınmamıştır. Zaten 81 komünist parlamenter de seçimlerden önce gözaltına alınmıştı. Adolf Hitler, 21 Mart 1933 tarihinde Potsdam’daki Garnizon Kilisesi’nde düzenlenen bir törenle göreve başladı. “Potsdam Günü” ("Tag von Potsdam") adıyla anılacak bu olay, nasyonal sosyalist hareket ile eski Prusya elitleri ve ordu arasındaki birliği göstermek için yapıldı. Hitler bir frak giymiş halde ortaya çıktı ve alçak gönüllülükle Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’u selamladı. 23 Mart 1933 günkü parlamento oturumunda “Halkta ve İmparatorlukta Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Yasa” ("Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reich") adındaki yetki tasarısı kabul edildi. Almanya’da parlamenter demokrasi böylece sona erdi. Yeni nasyonal sosyalist rejimin politik düzenlemeleri doğrultusunda, Alman halkının en önde gelen temsilcisi halini alan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi tarafından Üçüncü Reich ilan edildi. Artık gerçek seçim yapılmayacak ve parlamento üyelerini Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi seçecekti. Hitler’in geniş yetkilere sahip olduğu “Führer makamı”nın meşru temeli, yalnızca bu yetki yasasıdır. Parlamentonun kendisine geniş yetkiler sunmasının sonucunda Hitler, 23 Mart 1933’ten sonra Alman İmparatorluğu’nun tek lideri oldu. Parlamentonun ya da günlük işlerde Cumhurbaşkanı Hindenburg’un baskısından kurtuldu ve onu etkisiz bıraktı. Çünkü bu kararnameyle yasama ve yürütme erklerini eline almıştı. 1933 senesi içerisinde çıkarılan yasalar aracılığıyla diğer partileri yasakladı. Büyük bir propaganda faaliyeti yürüterek ve olağanüstü hitabet ve ikna kabiliyetini kullanarak bütün Alman halkını nasyonal sosyalizmin bayrağı altında birleştirdi. Kendisini, Almanların yanılmaz büyük lideri ilan etti ve Alman halkı da onu destekledi. Bundan sonra Alman halkı, ölümüne kadar Hitler’in peşinden gitti. Halka, ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtaracağına söz verdi ve bu yolda çalışmalarına başladı. Almanya’da aşırı artış gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi. 2 Ağustos 1934’te Paul von Hindenburg vefat etti. Bunun üzerine Hitler Cumhurbaşkanlığı makamını da üstlendi. Onun Cumhurbaşkanlığı makamına yükselişinin halkın onayına sunulması için 19 Ağustos 1934 tarihinde bir referandum düzenlendi ("Volksabstimmung über das Staatsoberhaupt des Deutschen Reichs"). Referandumun sonucunda %89.93 “evet” oyu çıkarak Hitler’in Cumhurbaşkanı olmasına, bununla birlikte Şansölyelik görevini de sürdürmesine halk tarafından onay verildi. Adolf Hitler’in bir gecede pek çok üst düzey SA elemanının öldürülmesini emrettiği ve en azından 85 kişinin SS subayları tarafından katledildiği gecenin adıdır. 30 Haziran 1934'ü 1 Temmuz 1934'e bağlayan gecedir. Adolf Hitler’in ordunun güvenini kazanmak için böyle bir emir verdiği ileri sürülmektedir. Operasyondan sonra Hitler ordu üzerinde tam otorite kurmayı başarmış, önce Avrupa, sonra da dünya fethi için güçlü bir Alman ordusu yaratma hazırlıklarına hız vermiştir. Tarihçiler tarafından Üçüncü Reich için bir dönüm noktası olduğu ileri sürülmektedir. Hitler, ülkedeki bütün aksaklıkların nedeni olarak Yahudileri ve Çingeneler gibi bazı azınlıkları gösteriyordu. Alman halkının bir kısmını bu ve benzeri demagojik söylemlerine inandırmayı başararak büyük destek aldı. Almanya’yı ekonomik anlamda Yahudi sermayesinden arındırmanın yanı sıra politik ve kültürel alanlardan da defetmek için harekete geçti. Yahudileri toplama kamplarında topladı. Çalışabilecek durumda olanlar ayrıldıktan sonra diğerleri gaz odalarında öldürülüp cesetleri fırınlarda yakıldı. Bu faaliyetler sadece Almanya'da değil, daha sonra işgal edilen bütün ülkelerde de gerçekleştirildi. Bu şekilde Avrupa'da milyonlarca Yahudi öldürüldü. Hitler'in erken öjeni politikaları Brandt Operasyonu adlı bir programda fiziksel ve gelişimsel engelli çocukları hedef aldı ve daha sonra ciddi zihinsel ve fiziksel engelli yetişkinler için bir ötanazi programı onaylandı, şimdi T4 Operasyonu olarak anılacaktır. Hitler, iktidara gelmesinin hemen ardından Alman ekonomisinin düzenlemesini hedef almıştır. Gerek I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının, gerekse de 1929 yılındaki genel ekonomik buhranın sonucunda Alman ekonomisi ciddi sıkıntılar içindeydi. Yaşanan hiper enflasyon, aşırı boyutlara varan işsizlik ve bunlara bağlı olarak sanayideki kapasite düşüklüğü, Hitler’in izlediği ekonomi politikalarıyla kısa sürede kontrol altına alınmıştır. Hitler’in iktidara geldiği 1933 yılını izleyen yıllardaki Alman ekonomisinde gözlenen gelişmeler, çoğu kez Hitler’in olağanüstü başarısı olarak kabul edilir. Hitler’in iktidarın tüm kontrolünü ele geçirmesinin hemen ardından tüm sendikalar kapatılmış, tüm çalışanlar bir “işçi birliği” çatısı altında toplanmış, işçi aidatları, genel bütçeye aktarılmıştır. Ücret artışları ve bunun sonucu olan grev olasılığının kalktığı ekonomide, doğal olarak bir istihdam artışı yaşanmıştır. İş gücü maliyetinin düşmesi ve iş dünyasındaki barış ve istikrar, iş gücü talebini artırmıştır. Teknolojik ve askeri alanlarda büyük yatırımlar yapmıştır. Adolf Hitler Katolik bir ailede dünyaya gelmişti. Onun bir Katolik olarak yaşayıp öldüğü iddia edilse de, bu kesin bir ihtimal değildir. Çünkü Alman ırkının üstünlüğünü kutsayan, ulusal mitlerle süslü, Cermen topluluklarına ait Hristiyanlık öncesi pagan inanışlarını benimsemiş olabileceği ihtimali üzerinde de durulmaktadır. Hitler’in dinî inancı ne olursa olsun, onun döneminde Almanya’nın politik çıkarları gereği Vatikan’la olan ilişkileri hep olumlu yönde olmuştur. Alman ekonomisinin canlandırılmasının ardından Hitler, izleyeceği dış politikanın temelini oluşturan askeri stratejisini hayata geçirmeye yönelmiştir. Bu stratejinin ilk adımında Alman kara, deniz ve hava kuvvetlerinin, Versay Antlaşması ile getirilen sınırlamalardan kurtulmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda büyük tonajlı savaş gemileri ve denizaltı, zırhlı kara savaş araçları üretimine geçilmiş, kara ordusunun mevcudu artırılmıştır. Almanya’nın yeniden silahlandırmasını önlemek için Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya, 11-14 Nisan 1935 tarihleri arasında Stresa’da görüşmüş ve Stresa Cephesi oluşturulmuştur. Fakat 18 Haziran’da Birleşik Krallık, Almanya ile anlaşarak Birleşik Krallık Donanmasının toplam tonajının %35’e (420.595 ton) kadar denizaltı dışındaki savaş gemilerine sahip olmasını kabul edince Stresa Cephesi çökmüştür. Japonya Büyükelçiliği Askerî Ataşesi Korgeneral Hiroshi Ōshima ile nasyonal sosyalist Almanya'nın Abwehr Başkanı Wilhelm Canaris'in girişimleriyle 25 Kasım 1936 tarihinde Komintern'in uluslararası komünizm hareketinin kendi ülkelerine bulaştırmamak için Anti-Komintern Paktı imzalanmıştır. Avusturya'nın ilhakı (Anschluss) 12 Mart 1938’de Hitler’in hayalindeki Büyük Almanya’yı oluşturma çabalarının ilk adımı olmuştur. Avusturya’nın ilhakını (Almancadaki karşılığı "Anschluss") Versay Antlaşması gereği 15 yıldır Milletler Cemiyeti’nin kontrolünde olan Saar bölgesinin Almanya'ya verilmesi, Çekoslovakya'nın Südet bölgesinin Almanya'ya verilmesi, Almanya’nın Çekoslovakya’yı işgali ve en sonunda Polonya’nın işgali takip etti. İlhaka giden yolun başlangıcı Almanya'nın yasa dışı Avusturya Nasyonal Sosyalist Partisi'nin Avusturya tarafından tanınması ve hükümet ortaklığının kabul edilmesi yolundaki baskıları oluşturdu. 1938'de Avusturya Şansölyesi Kurt Schuschnigg, bağımsızlığı korumak ümidiyle son bir hamle yaparak Almanya'yla birleşme ya da bağımsızlık üzerine bir referandum yapmaya karar verdi. O zaman Almanya Schuschnigg’e iktidarı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ne devretmesi için baskı yaptı. Bu çok iyi planlanmış darbe sonucu Avusturya Nasyonal Sosyalist Partisi Viyana'da 11 Martta kontrolü ele geçirince Alman orduları Avusturya'ya girdiğinde hiçbir direnişle karşılaşmadı. Avusturya'nın ilhakına uluslararası tepki yumuşak oldu. Versay Antlaşması’na göre Avusturya ve Almanya'nın birleşmesi yasaklanmıştı ve bunu gözetmekle görevli I. Dünya Savaşı’nın İtilaf Devletleri sadece diplomatik protesto ile yetindiler. Bağımsız Avusturya ancak II. Dünya Savaşı sona erdiğinde yeniden ortaya çıkmıştır. Hitler'in ikinci stratejik hedefi, Almanca konuşan nüfusun yaşamakta olduğu bölgelerin, Alman topraklarına katılmasıdır. Bu stratejik evrenin adımları, 12 Mart 1938'de, Avusturya’nın ilhak edilmesiyle başlamıştır. Ardından ikinci adım olarak Çekoslovakya toprakları içindeki Südet bölgesidir. Hitler’in baskısıyla 29 Eylül 1938 günü imzalanan Münih Anlaşması’yla Südet bölgesi Almanya’ya veriliyor. Konferans; Alman, İtalyan, İngiliz ve Fransız başbakanlarının katıldığı, Çekoslovakya’nın temsilci bulundurmadığı bir anlaşmadır. Antlaşmanın hayata geçirilmesi konusunda Hitler, hiç zaman kaybetmemiştir. 1 Ekim 1938’de yine silah kullanılmaksızın, uluslararası anlaşmalara dayanılarak, nüfusunun %50’den fazlasını Almanların oluşturduğu Südet bölgesi Almanlarca işgal edilecektir. 15 Mart 1939'da ise Çekoslovakya’nın kalanını da topraklarına ekleyeceklerdir. Fransa ve İngiltere, buna sessiz kalmışlardır. Çünkü Avrupa çapında yeni bir savaş istemiyorlardı. Çek endüstrisinin Almanya'ya katılmasıyla, Almanya'nın savaş hazırlıklarını daha da kolaylaştırmıştır. Hitler, Wehrmacht'ı güçlendirdikten sonra ideolojisi gereği Alman milleti için oluşturması gereken "Lebensraum"un temellerini atmaya başladı. Öncelikle Avusturya ile birleşimi gerçekleştirdi. Hemen ardından Münih Anlaşması ile Südet bölgesini elde etti. Daha sonra anlaşmaya uymayarak Çekoslovakya'nın geri kalanını müttefiki Macaristan ile işgal etti. Litvanya'dan Memel bölgesini istedi ve aldı. En son yapılması gereken Doğu Prusya ile ana toprakların birleştirilerek Prusya'nın toprak bütünlüğünün garanti altına alınması idi. 24 Ağustos 1939 tarihinde Sovyetler ile anlaşarak ortak bir şekilde Polonya'nın ve Doğu Avrupa'nın bölüşülmesini sağladı. 1 Eylül akşam
ı Danzig şehrinin Almanya'ya ilhakı için Polonya'ya bir nota verdi ve nota reddedildi. Bunun üzerine Hitler Polonya'ya askerî müdahalede bulundu. İlerleyen süreçte Birleşik Krallık ve Fransa da Almanya'ya savaş ilan etti, böylece II. Dünya Savaşı fiilen başlamış oldu. Almanya, 1 Eylül sabahı herhangi bir savaş ilanı olmaksızın Polonya'ya saldırdı. Alman planına göre Batı Cephesi'nden kaydırılan birlikler sayesinde 1 ay içinde Polonya işgal edilecek ve hemen ardından ordu bütün gücünü batıya çevirecekti. Savaş boyunca Wehrmacht generallerinin kullandığı Blitzkrieg taktiklerinin ilk örnekleri Polonya'da görülmüştür. Kısa sürede Alman birlikleri Varşova'yı ele geçirmiştir. Ülkenin doğusunu ise Almanlar ile anlaşan Sovyetler ele geçirmiştir. Almanya Polonya'yı ele geçirdikten sonra askeri güç ve yığınağını batıya kaydırdı. Ancak Müttefik generalleri arasında Almanya'nın saldırıp saldırmayacağı veya Fransa'ya saldırırsa nereden saldıracağı tam olarak kestirilemiyordu. Almanlar ise ikinci bir Marne Bozgunu yaşamamak için deniz kıyısından saldırmayı öngören Schlieffen Planı'nı tekrar kullanmayacaktı. Alman Genelkurmayı Müttefikler'e kendilerinin yenileştirilmiş bir Schlieffen Planı'nı kullandıklarını düşündürmek için Hollanda'yı da işgal bölgesine kattı. Ancak esas vurucu darbe Ardenler bölgesinden saldıracak zırhlılardı. Nitekim Müttefikler Ardenler bölgesindeki ormanlık alanın herhangi bir zırhlı saldırısını engelleyeceğini veya kısıtlayacağını düşünüyordu. Ancak planlar boşa çıktı. BEF ve Fransız ordusu 20 günde Almanlara yenildi. BEF ve Fransa'ya ait 1.400.000 kadar askeri İngiltere'ye esir olmaktan Dunkerque Tahliyesi'yle kurtardı. Bunun üzerine zaten bir çıkartmaya sert bir şekilde direnecek olan Birleşik Krallık ana topraklarının güvenliğini sağladı. Kısa bir süre sonra Fransız ordusu teslim oldu ve işbirlikçi Vichy Fransası kuruldu. Almanya, sırası ile Polonya, Danimarka-Norveç, Fransa cephelerinde galip geldikten sonra Çelik Paktı'ndan askeri bir darbe ile ayrılan Yugoslavya'ya bir cezalandırma saldırısı uyguladı, ardından işgal etti. Daha sonra müttefiki İtalya Krallığı ile savaşta olan Yunanistan'ı Bulgaristan ile birlikte işgal etti. Hitler, I. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesinde Alman komünistlerin büyük etkisi olduğunu düşünüyor ve Sovyetler'in ise esas kışkırtıcı olduğunu ima eden hareketlerde ve konuşmalarda bulunuyordu. Başarısız Birahane Darbesi sonrasında cezaevinde iken yazdığı politik görüşlerini öne süren "Kavgam"da açık açık Alman ırkının yaşayabilmesi için "Lebensraum"unu doğuya doğru genişletmesi gerektiğini söylemiştir. Stalin ise pek çok sorunu görmezden gelerek Müttefikler'in de kibirli davranışları sonucu Molotov-Ribbentrop Paktı'nı imzalamış ve Nazi Almanyası ile birlikte Doğu Avrupa'yı işgal etmişti. Ancak Hitler tarafından Kızıl Ordu'nun bazı sorunları Kış Savaşı sırasında ortaya çıkmıştı. Viyana Diktası ile Romanya'da faşist bir yönetim kurulmuş olan Bulgaristan ise Yunan Makedonyası ile Dobruca'nın bir kısmı karşılığı Mihver Devletleri safında savaşa girmişti. Finlandiya ise Kış Savaşı ile aksak bir barışa sahip ve kaybettiği toprakları geri almak ister bir durumda idi. Ayrıca Kızıl Ordu'nun agresif hareketleri sürekli sınır ülkelerinde daha radikal hükümetlere yol açıyordu. Alman ordusu kısa sürede Doğu Cephesi'ne bütün gücünü yığdı. 1941 yazı sonunda bir savaş ilanı olmaksızın ilk Alman birlikleri Sovyetler'e saldırdı ve dört sene sürecek olan Doğu Cephesi Savaşları başladı. Almanya'nın müttefiki İtalya, Libya'da başlarda İngilizlere karşı başarı alıyormuş gibi gözükse de daha sonradan Libya'nın çok önemli mevkilerinden birini kaybetmiş ve başarısızlığa uğramıştı. Bunun üzerine Alman Genelkurmayı İtalya'ya yardım etme kararı aldı. Esasen Afrikakorps efsanevi komutan Erwin Rommel ile başarılı olsa da sürekli desteklenen İngiliz Ordusu -ki Afrikakorps öncelikli bir cephede değildi, öncelik Doğu Cephesi'ndeydi- ve Japonya ile imzaladığı anlaşma gereği Almanya'nın Pearl Harbor baskınından sonra ABD'ye savaş ilan etmiş olmasıyla ve bunun sonucu ABD'nin Vichy Fransası'na saldırmasıyla sıkıştı. Ayrıca İngilizlerin, Almanların Enigma şifreleme sistemini çözmesi ile Afrika'ya göndereceği yardımların güzergahı ve saati önceden biliniyor ve Kuzey Afrika limanlarına ulaşamadan Akdeniz'deki hakim konumdaki İngiliz donanmasınca imha ediliyordu. Belli bir süre sonra ise Tunus üzerinden Sicilya ve Güney İtalya'nın savunmasına atandı. Ancak Müttefikler başarılı Sardinya, Anzio ve Sicilya çıkartmalarından sonra Roma'ya doğru ilerlemeye başlayınca İtalyan Hükûmeti kayıtsız şartsız teslim oldu. Buna rağmen yenilen İtalyan Ordusu'nun artıkları Roma'nın kuzeyinde bazı savunma hatları kurdular. Savaş burada durgun bir şekilde geçti. Amerika'nın savaşa girmesi güç dengelerini değiştirmişti. Müttefikler İtalya'da savaşı kazanmış, ancak Almanya'ya karşı gerçekçi bir ilerleme kazanmamış hatta durdurulmuştu. "Kara Avrupası"'na farklı noktalardan saldırılması gerekiyordu. Başlarda yaklaşan Sovyet işgaline karşı Balkanlar'a bir çıkarma düşünüldüyse de daha sonra Fransa'da karar kılınmıştır. 1944 yılı yazında Müttefikler Normandiya Kıyıları'ndan dört sahilden çıkarma yapmış, Caen ve Cherbourg gibi bölgelere ise hava indirme tümenleri ile saldırmışlardı. Kanlı mücadelelerden Sonra Alman Ordusu Müttefik ordusunu Alsas-Loren ve Belçika sınırlarında durdurabildi. Ardenler gibi belli başlı karşı taarruzlarda bulunabilse de tam anlamıyla bir yenilgi aldı ve Almanya'nın insan ve kaynak gücü tükendi. Müttefikler yavaş yavaş Almanya'yı batıdan işgal etmeye başladı. Doğu Cephesi'nde dengeler, Almanya'nın İtalya'da ve Fransa'da savaşa girmesi ile değişti. Değişen dengeler sonucunda Sovyetler hızlı bir ilerlemeye başladı. Stalingrad'da esir düşen asker sayısının da fazla olması nedeniyle Alman Ordusu güçsüz bir konuma geldi. Sırasıyla Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya taraf değiştirdi. Yugoslavya topraklarında ise partizan gruplar belli başlı bölgelerde yönetimi ele geçirdiler. 1945 baharında ise Sovyet birlikleri Polonya'yı ele geçirdi ve Pomeranya'da ilerlemeye başladı. 16 Nisan'da başlayan Berlin Muharebesi 2 Mayıs'ta sonuçlandı. Reichstag'ta Sovyet bayrağı dalgalanıyordu. Hitler 30 Nisan 1945'te intihar ederek yaşamına son vermişti. Hitler'in genel olarak ele alınan en önemli özelliği insanları çabuk etkileyebiliyor olmasıydı. Bu, nasyonal sosyalizm propagandasıyla birleştirilerek halka sunuluyordu. Hitler'in üstün bir insan olduğu lanse ediliyor, konuşmalarındaki tavırlarıyla bunu, onu dinleyen kitleye hissettirmeye çalışıyordu. Çoğu NSDAP yöneticisinin onu saplantılı bir biçimde benimsemesi ve bu yöneticilerin halkla bir araya geldiklerinde kendi iç yapılarının Hitler'e bağımlı olduğunu bariz şekilde göstermesi yapılan propagandanın etkilerindedir. Nazi Almanyası Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hermann Göring, Hitler için şöyle demiştir: "Vicdansızım ben. Benim vicdanım Adolf Hitler'dir." Hitler, mücadeleci bir kişilik sergilemeye çalışıyor ve üstün niteliklere sahipmiş izlenimi vermek için vücut dilini etkin bir biçimde kullanıyordu. Sert bakışlar, ani hareketler ve uzun konuşmalar propaganda amacı ile yapılan ayrıntılardı. Kendisini yanılmaz, hata yapmaz bir lider olarak göstermeye çalışıyor, eskiden savunduğu görüşleri halen sıkı sıkıya savunduğunu belirtiyordu. Goebbels onun için şöyle demiştir: "Führer hiç değişmez. Çocukken nasılsa şimdi de öyledir." Saplantılarla dolu hayatında sanata çok önem vermiş, özellikle resim konusunda kendisini otorite olarak kabul etmiştir. Annesinin ölümünden sonra sulu boya resimler yaparak otel odalarında yaşadığı biliniyor, kazandığı parayla müzeleri geziyor, umarsızca parasını tüketiyordu. Opera müziğine saplantılı derecede hayrandı. Gençliğiyle ilgili anılarında anlatmış olduğuna göre, harçlığının bir kısmını düzenli aralıklarla operaya gitmek için harcamaktaydı. Alman opera bestecisi Richard Wagner'a tutkuyla bağlıydı. Hitler’in Wagner takıntısı 12 yaşında başladı. Besteci, onun üzerinde oldukça etkili olmuştu. Adolf Hitler, kitabı "Kavgam"’ın ilk bölümünde şöyle yazmıştı: "12 yaşıma geldiğimde, hayatımdaki ilk operayı gördüm, Lohengrin. Bir anda bağımlısı oldum. Bavyera Ustası (Richard Wagner) için olan gençlik coşkum sınır tanımıyordu." Ölümsüzlük hissi Hitler'in başka bir saplantısıdır. Bu fikre, ondan önce doğan kardeşlerinin ölmüş olması yüzünden kapılmış olabilir. Diğerleri ölürken kendisinin hayatta kalması özel olduğu hissini uyandırmıştır. Kendisini "ilahi koruma" altında görmesini sağlayan dayanaklardan biri de I. Dünya Savaşı'nda cephedeyken içinden bir sesin yerinden kalkıp başka bir yere gitmesini söylemesidir. Bu içsel sesten sonra bir bombanın terk ettiği cepheye düşmesi ve oradaki arkadaşlarının ölmesi inandığı düşünceyi saplantılı hale getirmesine sebep olmuştur. Hitler'e 42 kez suikast girişiminde bulunulmuştur. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisinin kesinleşmesi ve ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945'te Berlin'de eşi Eva Braun'la birlikte intihar etmeye karar verirler. Kendilerini bir odaya kaparlar ve önce Eva Braun içinde siyanür bulunan bir kapsülü ısırır ve zehir saniyeler içinde etkisini gösterir, hemen ardından ise Hitler bir siyanür kapsülünü ısırır ve eş zamanlı olarak tabancayla sağ şakağına ateş eder. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri bombaların neden olduğu bir çukura yerleştirilip yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir. İntihar etmeden önce yanındaki generallere "Cesedimi Rusların eline asla vermemelisiniz, beni Moskova'da heykel yaparlar." demiştir. Rus güçleri içeri girip cesetleri bulduğunda ise diş kayıtlarıyla yapılan otopside teşhis edilen Hitler'in ve Eva Braun'un cesetleri, bir çeşit türbe haline gelmelerini önlemek için bir süre dolaştırıldıktan sonra, gizli Sovyet departmanı SMERSH tarafından Magdeburg’daki yeni başmerkezlerinde gömüldü. 4 Nisan 1970'de bir Sovyet KGB ekibi taraf
ından, Magdeburg'da bulunan SMERSH'in tesisinde bulunan mezardan Hitler ve Braun'un kalıntılarını çıkarılarak tamamen yakıldı ve külleri Elbe Nehri'nin bir kolu olan Biederitz nehrine döküldü. Hitler’in ölümün ardından yıkıma devam etmeleri için emirler bırakmış ve vasiyetnamesinde diğer NSDAP liderlerini görmezden gelerek Karl Dönitz'i Almanya Cumhurbaşkanı, Joseph Goebbels'i de Almanya Şansölyesi olarak göstermişti. Buna rağmen Joseph Goebbels ve eşi Magda Goebbels de 1 Mayıs 1945'te intihar etti. Hitler, iki vasiyetnamesinden ilki olan siyasi vasiyetnamesinde “"Almanya'nın bütün milletler ve Alman ulusu için zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemesi"” gerektiğini belirtmekteydi. Hitler'e göre Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. İkinci vasiyeti olan özel vasiyetnamesinde ise tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye, eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını ifade etmiştir. Çoklu kalıtım Çoklu kalıtım ("multiple inheritance") bir sınıfın iki veya daha fazla üst sınıftan miras almasını sağlar.Pratikte karışıklıklara (miras alınan iki farklı sınıfta aynı isimde değişkenlerin bulunması gibi) sebep olabildiği için C++ içinde kullanılabilen bu yapı C# içinde kaldırılmış ve yerine arayüz (interface) mantığı getirilmiştir. Örnek: // Böyle bir kodda C classı işlemini yaparken hem A dan hem de B den deger devralır. Sakarya Sakarya, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık yirmi ikinci şehri. 2016 yılı sonu TÜİK verilerine göre İl Nüfusu: 976.948'dir. 16 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 665 mahalle bulunmaktadır. Marmara Bölgesi'nin Çatalca-Kocaeli Bölüm'ünde yer alır. Sakarya'nın kuzeyinde Karadeniz, batısında Kocaeli, Bursa, doğusunda Düzce ve güneyinde de Bolu ile Bilecik bulunmaktadır. Sakarya Nehri, Sakarya'nın Karasu ilçesinde Karadeniz'e dökülür. Sakarya'da ekonomisinde tarımın önemli bir yeri vardır. Hendek, Karasu ve Kocaali ilçelerinde fındık yetiştiriciliği mevcuttur. Ayrıca mısır tarımı da yapılmaktadır. Sakarya'da sanayi son zamanlarda gelişmeye başlamıştır. Son yıllarda kurulan sanayi kuruluşları bu sanayileşmeyi daha da artırmıştır. Sakarya, bir milyona yaklaşan toplam nüfusuyla İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Balıkesir'in ardından Marmara Bölgesi'nin en büyük beşinci şehridir. Sakarya ili adını; aşağı havzasında bulunduğu, topraklarında Karadeniz'e dökülen ve il topraklarını G-K doğrultusunda ortadan ikiye bölerek kat eden Sakarya Nehrinden alır. Sakarya Nehri'nin ise adını nereden aldığına ilişkin bilgiler Frigler dönemine değin uzanmaktadır. Sakarya adının nereden geldiği ile ilgili görüşler şunlardır: Anadolu birliğini ilk kuran Hititlerle Sakarya'nın da tarihi başlar. İç karışıklıklar sonucunda bölünen Hititlerden sonra bölgede Frigler hakim olmuştur. Frigya hakimiyeti sona erdiğinde bölge Lidyalıların eline geçmiştir. MÖ 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu Lidya Krallığı'nı yıkarak Anadolu'ya hakim olmuştur. Makedonya Kralı Büyük İskender MÖ 4. yüzyılda Persleri yenerek Anadolu'ya hakim oldu. Büyük İskender'in ölümünden sonra Bitinya Kralığı bağımsızlığını ilan ederek Sakarya'nın da bulunduğu bölgede hakimiyetini ilan etti. MÖ 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu Bitinya Krallığı'na son vererek bölgeyi topraklarına kattı. Roma İmparatorluğu ikiye bölündüğünde (MS 365), Bitinya bölgesi Bizans İmparatorluğu'na kaldı. İstanbul'u ele geçirmek gayesiyle gelen İslam orduları bölgeyi fethetmişlerdir. Bu hakimiyetler kalıcı olmamıştır. Bölgeye zaman zaman Sasaniler de akınlar düzenlemiştir. Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah Sakarya dahil tüm Anadolu'yu kontrol altına aldı. İznik'in başkent olduğu Türkiye Selçuklu Devleti kuruldu. Birinci Haçlı Seferinde İznik'i terk ederek başkenti Konya'ya taşıdı. Sakarya ahalisi yeniden Bizans'ın kontrolüne girdi. Yapılan kazılar ve bulguların tarihi bilgileri sayesinde; bölgede MÖ 300 ile 395 yılları arasında başkenti Nikomedia (İzmit) olan Romalıların Bitinya eyaleti bulunmaktaydı. Kandıra, Kaynarca, Hendek, Karapürçek ve Taraklı’da rastlanan bazı bulgularca da bölgenin miladın hemen öncesi ve sonrasında Bitinyalıların egemenliğinde yaşadığı kesinleşmektedir. Bölgede inşa edilen Seyifler, Harmantepe, Tersiye, Paşalar, Çobankale, Mekece kaleleriyle, I. Justinianus’un 562 yılında Sakarya Nehri’nin üzerine yaptırdığı Beşköprü önemli tarihi kalıntılardır. 13. yüzyılın sonlarına doğru Konur Alp, bugünkü Adapazarı Havzası'nı fethederek Türk hakimiyetini yeniden sağladı. Orhan Gazi zamanında yapılan bu fetihlere ithafen Sakarya ve çevresinde padişah adına Orhan Camii'ler yapılmıştır. İlk olarak batı Türkistan ve Azerbaycan'dan gelen göçebe Türk boyları buralarda köyler ve kentler kurmuşlardır. Adapazarı, Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü'nden çıkan Çark Suyu arasında kalan yarımada biçimindeki kara parçası üzerinde kurulmuştur. 1563 yılına ait bir vesika ve 1581 yılında Akyazı Ada Kadılığı'na yazılan ve bu yöreden nahiye diye bahseden bir ferman şehrin tarihini anlatan ilk belgelerdendir. Adapazarı yöresi başkent yakınında olduğu için üretim fazlası her şey İstanbul'a gönderilirdi. Özellikle tarım, hayvancılık ürünleri ve kereste açısından Sakarya çevresi önemliydi. İstanbul, İzmit ve Kefken tersanelerine yakınlığı çevreden çokça kerestenin üretilmesine neden olmuştur. Osmanlı kumandanlarından Karamürsel Alp, Karamürsel'de kurduğu tersanenin kereste ihtiyacını Karasu-Adapazarı arasındaki ormanlardan karşılıyordu. Kereste işlerini takip için Adapazarı'nda Kereste Eminliği kurulmuştu. Elde edilen tomruklar Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz'e, oradan İstanbul'a Tersane-i Amireye ulaştırılıyordu. Gemi küreği yapım işi Karasu'ya verilmişti. Tomrukların tamamı başkente gönderilmez, Sakarya ağzında (Yeni mahalle) gemi yapım ve onarımı yapılırdı. Sakarya'dan Tophaneye top arabalarının ahşap parçaları hazırlanır ve gönderilirdi. Evliya Çelebi Sakarya yöresinden "ağaç denizi" olarak bahseder. Yöreyi gezen Fransız kontu A.De. Moustier 1862 yılında şunları yazmıştır: "Adapazarı nehrin kenarında 10.000 kişilik bir kent. Ceviz ağacı bol fakat kesilenlerin yerine yenileri dikilmiyor. Bu gidişle Adapazarı ağaçsız kalacak." Adapazarı'nda o yıllarda ceviz ağacından tabanca ve tüfek kabzası yapılmaktaydı. İkinci Beyazıt Köprüsü: Osmanlı zamanından kalan köprü tarihi açıdan önemlidir. Geyve ilçesinde Alifuatpaşa kasabasında II. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Sakarya Nehri üzerine yapılan köprü 15 gözlüdür, uzunluğu 196,5 genişliği 5,5 metredir. Adapazarı yöresi Kurtuluş Savaşı'na; Ali Fuat Cebesoy, Hasan Cavit Bey, Sırrı Bey, Çerkez Sait Bey, Metozade Hüseyin Bey, Koçzade Mahmut Bey, Abdurrahman Bey, Kaymakam Tahir Bey, Cevat Bey, Kazım Kaptan, Halit Molla ve İpsiz Recep gibi kahramanlarıyla katkıda bulunmuştur. İlçede ilk müfrezeyi kurma görevi Yüzbaşı Ramiz, Yüzbaşı Rauf, Doktor Raik'e verilmiştir. Onlar da Meto Hüseyin ve Mehmet Bey'in katkılarıyla bu görevi yerine getirdiler. Geyve, Hendek ve Adapazarı'nda Kuva-yı Milliye teşkilatı aynı zamanda kuruldu. Bölgenin önde gelenleri Ankara’ya Mustafa Kemal’e bağlılık telgrafı çektiler. Bölgede Ermeni ve Rum çeteciler ile mücadele için Türk milis güçleri oluştu. Akyazı, Hendek ve Sapanca çevresinde Kazım Kaptan kuvvetleri, Kaynarca yöresinde Halit Molla, Kandıra ve Karasu çevresinde İpsiz Recep, Ermeni ve Rum çeteleri ile mücadele ettiler. Anzavur Ahmet üçüncü ayaklanmasında Adapazarı üzerinden Geyve boğazını ele geçirmek için saldırmış, Çerkez Ethem tarafından bozguna uğratılmışlardır. Hendek’i ele geçiren Anzavur, Ethem tarafından püskürtülmüştür. İzmit’i işgal eden 11. Yunan Tümeni, 24 Mart’ta Sapanca ve Kırkpınar'ı, 25 Mart tarihinde Adapazarı'nı işgal etti. Millî kuvvetler Yunan ilerleyişini durdurmak amacıyla Sakarya Nehri üzerindeki ahşap olan Tavuklar ve Taşlık köprülerini yaktı. Nehri geçen ilk Yunan birlikleri milis güçlerce geri püskürtüldü. Bölgeyi işgalden kurtarmak amacıyla yeni bir kolordu kurulup başına Albay Kasım Bey atandı. Yunan kuvvetleri Bursa’ya doğru çekilmek amacıyla Adapazarı’na toplanmaya başladılar. Çekilme sırasında şehrin yakılmasını önlemek için tedbirler alındı. 21 Haziran sabahı erkenden üç kol halinde Millî kuvvetler Adapazarı’na girdi. Küçük çatışmalarla şehir kurtarıldı. Kazım Kaptan, Osman Kaptan ve Molla Halit güçleri şehirde asayişi sağladı. 25 Mart tarihinden, 21 Haziran'a kadar 3 ay süren işgalden kurtuluşu için Sakarya’da 21 Haziran Kurtuluş Günü olarak kutlanmaktadır Sakarya, 1954'te il oldu. 14 Ocak 2000'de çıkarılan 593 sayılı kanun hükmünde kararname ile büyükşehir unvanı kazandı. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları valilik binası merkez kabul edilerek yarıçapı 20 kilometre olan dairenin sınırlarına genişletildi. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu. İlin topoğrafyası üç ana kısımda incelenir: 1. Kuzeydeki alçak tepelik alanlar, 2. Orta kısımda Adapazarı ovası düzlüğü, 3. Güneyde engebeli dağlık alanlar. Kuzey Anadolu Fay hattının kuzeyinde olmak üzere, batıdan Kocaeli platosu Sakarya nehrine kadar ilerler. Çam Dağı kütlesi hariç kuzey Kısımlar Kocaeli platosunun devamı durumundadır. "Adapazarı ovası" (Akova) Sakarya nehrinin taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur. İzmit körfezi ve Sapanca Gölünün devamı olan Adapazarı ve Düzce ovaları tektonik oluşumlu ovalardır. Ovada 400 metreye kadar alüvyon çökeller yer alır.. İl topraklarının %34'ü ovalar, %44'ü platolar, %22'si dağlar tarafından oluşturulur. "Samanlı Dağları", Bolu dağlarının devamı olarak il topraklarından Marmara denizine kadar uzanır. Köroğlu dağları ile Samanlı dağlarını birbirinden Geyve Boğazı ayırır. Çok yüksek olmayan Samanlı dağları İzmit körfezi ile Gemlik körfezi arasında
uzanır. İlin en yüksek dorukları Keremali Dağı (1543 m) ve Karadağ'dır(1467 m). "Keremali Dağı": 1543 m ile ilin en yüksek dağıdır. Hendek ile Akyazı arasında bulunur. Zirvesinde yaylalar ve Keremali türbesi bulunur. "Çam Dağı": Düzce ovasında kesintiye uğrayan Akçakoca ve Bolu Dağlarının il topraklarındaki uzantısıdır. Hendek, Karasu, Kocaali ilçeleri arasında yer alır. Ortalama 880 m olan yüksekliği Fındıklıtepe'de 900m'yi bulur. İlde başka dağlık alan yoktur. Kocaeli platosu üzerindeki tepelikler en fazla 250 metreye kadar çıkarlar. "Yaylalar": İldeki Samanlı dağları, Karadağ, Oflak Dağı ve Keremali dağı üzerinde yer alan yaylalar şunlardır: Dikmen Yaylası (Hendek), Çiğdem Yaylası (Hendek), Turnalık Yaylası (Hendek), Keremali Yaylası (Akyazı), Sultanpınar Yaylası (Akyazı), Karagöl Yaylası (Taraklı), Soğucak Yaylası (Sapanca). "Adapazarı Ovası", Akova da denilen alan Sakarya nehrinin biriktirdiği verimli alüvyonlarla kaplıdır. 620 km² büyüklüğüyle Marmara'nın büyük ovalarındandır. Ova, Sakarya ekonomisine önemli katkı sağlar. Yaklaşık 30 m yüksekliğe sahiptir ve merkezi kısmına Sakarya şehri kurulmuştur. Mısır, şeker pancarı, buğday, kabak, patates ekimi yapılır. "Pamukova", Sakarya nehrinin Adapazarı ovasından önce, Geyve boğazının güneyinde oluşturduğu, 170 km² büyüklüğündeki ovadır. Akdeniz iklimi etkisi altındaki ovada çoğunlukla meyvecilik ve sebzecilik yapılır. Sakarya'nın içinden aktığı ovada sulanan tarlalarda; buğday, şeker pancarı, soğan, salçalık biber, domates, bağ, ayva ,şeftali, çilek, armut yetiştirilir. "Söğütlü Ovası", 30 km uzunluk 20 km genişliğindeki ova ilin en çukur kısmıdır. Sakarya sık taşkın yapar, yeraltı suyu seviyesi de yüksektir. Ova dranaj kanalları açıldıktan sonra tamamen kullanılmaya başlanmıştır. Sakarya Nehri: Kaynağını Eskişehir topraklarından alan nehrin uzunluğu 824 km'dir. İl sınırlarında 159 km'lik kısmı yer alır. Sakarya merkezin 4 km doğusundan geçen nehir önce Mudurnu Çayını, Seyifler Kalesi yanında Çark suyunu alır, Karasu Yenimahalle'den Karadeniz'e dökülür. "Çark Suyu": Sapanca Gölünün fazla sularını taşıyan Çark 45 km uzunluğundadır. Sapanca gölünden doğar, Ferizli-Seyifler köyünde Sakarya Nehri ile birleşir. Son yıllarda Sapanca Gölünün suları insan faaliyetleri amacıyla yoğun kullanıldığı için fazla bir akışı yoktur. Belediyenin akışı sağlamak amacıyla Sakarya Nehrinden su taşıma projesi gerçekleşmiş, Kent içindeki Çark deresi çorak görünümden kurtulmuştur. "Dinsiz Çayı": Mudurnu çayının koludur, uzunluğu 34 km'dir. Hendek sınırlarından doğar, Fabrika dere, Balıklı dere, Bıçkıdere ve Gürcüdere'yi alarak Mudurnu Çayıyla birleşir. "Mudurnu Çayı": Ardıç dağının güney yamaçlarından doğar, Bolatça Çayı ve Dinsiz çayını alarak Hendek'te Sakarya Nehri ile birleşir. "Darıçayırı Deresi": Hendek'in Kocadöngel Mahalleninden bu isimle doğar, Darıçayırı (Karasu) beldesinden geçtikten sonra Tuzla Mahallesinde Sakarya ile birleşir. "Maden Deresi": Çamdağının Hendek kısmından doğar, Kuzeye doğru akışa geçer. Uzunluğu 30 km olan Maden Deresinin aşağı kısmında oluşan kanyon vadi özellikle yazın turist çeker. "Melen Çayı": Yığılca'dan Küçük Melen olarak doğar, Efteni Gölüne döküldükten sonra diğer kollarını alarak gölden Büyük Melen adıyla çıkar. Efteni Gölüne kadar 61 km, gölden sonra 63 km uzunluğundadır. 30 km'si Düzce-Sakarya sınırını oluşturan çay, Melenağzı köyünde Karadeniz'e ulaşır. Cumayeri Dokuzdeğirmen köyü ile Kocaali Beyler Köyü arasında 12 km'lik kısmında rafting yapılmaktadır. Üzerinde Melen Barajı yapılmakta olan çaydan Büyük Melen Projesi ile İstanbul'a içme suyu gönderilmektedir. Sapanca Gölü: Sakarya ile Kocaeli illeri arasında uzanan tektonik oluşumlu tatlı su gölüdür. Kuzey Anadolu Fay Hattı etkisiyle oluşan göl,16 km uzunluk, 5 km genişliğe sahiptir. Denizden yüksekliği 33 m olan gölün en derin yeri 53 m, ortalama derinliği 36 m'dir. Göl suları Kocaeli'de sanayide, Sakarya'da içme suyu olarak kullanılmaktadır. Acarlar Longozu: Karasu ve Kaynarca ilçeleri sınırlarında yer alan kıyı set gölüdür. Uzunluğu 7,5 km, genişliği 0,9 km olan göl, 1976'da Yaban hayatı Koruma sahası, 2004 yılında Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ilan edilmiştir. Doğası, bitki ve kuş türleriyle ziyaretçi çekmektedir. Taşkısığı Gölü, (Çaltıcak Gölü), Sakarya ili, Adapazarı ilçesi sınırlarında yer alır. Yüzölçümü 90 hektar olan gölün suları tatlıdır. Göl yakınlarına doğalgaz çevrim santrali yer alır. Poyrazlar Gölü: Sakarya kent merkezinde 7–8 km uzaklıkta, Karasu yolu üzerindedir. Sakarya nehrinin biriktirdiği alüvyonlar sebebiyle oluşmuş alüvyal set gölüdür. Doğal sit alanı olan göl çevresi mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Akgöl: Karasu ve Ferizli ilçeleri arasında kalan alüvyal set gölüdür. Balık açısından zengin olan gölün kıyılarından torf çıkarılır. Fazla sularını Sakarya nehrine boşaltır. "Küçük Akgöl": Sakarya merkezin 12 km kadar uzakta eski Karasu yolu üzerindedir. Doğal ormanlarla çevrilidir. Küçükboğaz gölü: Karasu-Kocaali yolu üzerinde oluşmuş kıyı set gölüdür. Çevresi mesire yeri olarak değerlendirilir. Gökçeören Gölü: 25 ha alana sahip olan göl, merkezin 7–8 km KB yönünde yer almaktaydı. Fazla derin olmayan ve kışın genişleyip yazın çekilen göl 1967 yılında kurutularak tarım arazisine çevrilmiştir. Sakarya ilinin Karadeniz kıyılarında Türkiye'de Karadeniz iklimi , güney kısmında Marmara tipi Akdeniz iklimi etkilidir. Kuzeyde Fındık yetiştirilirken, güney ilçelerinde bir kısmı zeytin bahçesi olan meyve bahçeleri yaygın olması bunun göstergesidir. İl merkezinin güneyinde yer alan Samanlı dağları ve Keremali dağları Karadeniz iklim etkisinin güneye ulaşmasına engel olur. İlin güney bölümüne İznik Gölü yönünden Akdeniz hava kütleleri ulaşır. Yağış Kuzeyden güneye doğru azalır: Karasu'da 1000 mm, Merkezde 840 mm, Geyve'de 600 mm'ye düşer. Hakim rüzgar yönü KKB'dır. Bağıl nem ortalaması %72'dir . Yıllık sıcaklık ortalaması 14,2 °C'dir. Ocak ayının fazla soğuk olmaması (5.9 °C), Temmuz sıcaklıklarının yüksek olamaması (23.3 °C), yıllık sıcaklık farkının düşük olması (17.4 °C), Karadeniz iklimi etkisindendir. Yağışın mevsimlere dağılışı: %31 kışın, %26 sonbahar, %22 ilkbahar, %21 yaz. Bu dağılım Karadeniz yağış rejiminin özeliklerini yansıtır. Yağışın %95,9'u normal, %3,7'si sağanak şeklindedir. Yıllın 133 günü yağışlıdır. Sakarya'da iklimin etkisiyle nemcil Karadeniz Ormanları hakimdir. İl topraklarının %37'si (179.516,5 ha) korunmuş, %5'i (23.191,5 ha) bozulmuş olmak üzere %42'si (202.708,0 ha) orman alanıdır. Ağaç türlerinden; kayın, gürgen, meşe, dişbudak, kestane, ıhlamur, kavak, kızılağaç, bulunur. Ağaççık ve çalı türlerinden; taflan, defne, üvez, kızılcık, ormangülü, şimşir, yabani fındık, mürver, kocayemiş bulunur. Orman alanının dışında az da olsa makiler bulunur. Maki türlerinden; kocayemiş, şimşir, akdiken, ardıç, çobanpüskülü, kermez meşesi, böğürtlen, dikenli mersin, ayı üzümü ve ormangülü yetişir. Sakarya ormanlarında yaban hayvanlarından; geyik, karaca, ayı, kurt, domuz, tilki, çakal, sansar, porsuk, tavşan, sülün, keklik, bıldırcın, üveyik, güvercin, sığırcık, kirpi, saksağan, şahin, doğan, baykuş, yaban kazı, ördek yaşar. Sakarya'da kuzey-güney doğrultuda; Batı Pontid, Armutlu-Almacık-Arkotdağ ile Sakarya zonu birimleri bulunur. Batı Pontid zonunda; Paleozoyik, Permo-Triyas, Genç Kampaniyen-Orta Eosen yaşlı kırıntılar, karbonatlar, volkanitler bulunur. Bu zamanlarda oluşan kaya gurupları açısal uyumsuzlukla sıralanırlar. Gurupların temeli Ordovisyen zamanlı sığ deniz, delta çökelleri (Kocadöngel formasyonu), bunun üzerinde akarsu çökelleri (Kurtköy formasyonu) ile sığ deniz çökeli olan kumtaşı şeyller oluşturur. Ferizli formasyonu yoğun demir mineralleri bulunan lagün-şelf çökellerini temsil eden karbonat ve kırıntılardan oluşur. Tüm birimler miyosen yaşlı bazalt, Pliyosen yaşlı kırıntılar, yamaç molozu ile alüvyonlarla örtülüdür. İlde 1. jeolojik zamandaki Hersiniyen dağ oluşumu ve 3. zamandaki Alpin Orojenezi etkili olmuştur. Hersiniyen kıvrımları Devoniyen ve Silüriyen tortulları üzerinde gerçekleşmiştir. Güneyde metamorfizma oluşmuş, kuzeyde metamorfizma çok az görülmüştür. İl genelinde Alp orojenezi Kuaternere kadar sürmüştür. Tektonik etkilerle Adapazarı Ovası çökmüş, Kuzey Anadolu Fayı bu devirde oluşmuştur. Fayın güneyindeki bloklar çökmüş, kuzey taraflar yükselmiştir. Fay hareketleri neticesinde Adapazarı ovası sürekli çökmekte olan sübsidans havza haline gelmiştir. İzmit körfezinden Hendek'e kadar devam eden geniş düzlük alan nehir çökelleriyle kaplıdır. Sakarya merkez, Sakarya Nehri, Çark Suyu, Mudurnu Çayı, Uludere'nin getirdiği bu nehir çökelleri üzerinde kurulmuştur. Adapazarı Ovasının kuzey kenarlarında dik kenarlı tepeler başlar. Ovanın güney ve kuzeyinde bulunan aynı seviyedeki tabakaların yaş ve yapılarının farklı olması ovanın tektonik çöküntü alanı (graben) olduğunun göstergesidir. Sakarya Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde yer aldığı için 1. derece deprem bölgesidir. Arazinin genç nehir çökellerinden oluşur ve yeraltı suyu seviyesi yüksektir. Bu iki olgu zemin sıvılaşmasına neden olmakta ve depremin etkisini artırmaktadır. Tarihte önemli depremlerden zarar görmüştür: İlde yer alan Sakarya Nehri, Mudurnu Çayı, Darıçayırı Deresi, gibi akarsular zaman zaman taşkınlara neden olmaktadır. Ani sağanak yağış ve kar erimelerinde seller oluşmaktadır Özellikle son yıllarda Karasu limanı yapımından sonra Karasu sahilinde dar bir kıyı şeridinde şiddetli olarak görülmektedir. Liman yapımından sonra kıyı kenar çizgisi içine yapılmış evler yıkıldı. Bu süreçte kıyının 100 metreye yakın gerilediği tespit edilmiştir. Önlem olarak önce kıyıya dik mendirekler yapıldı. Fayda etmediği görülünce yeni bir kararla kıyıya paralel açıkta mendirekler yapılmaya başlandı. Kararı alınan 27 mendirekten 7'si yapıldı, yapılanların erozyonu durdurduğu görüldü. Sakarya bölgesi 19. yüzyıl boyunca üç büyük savaşın sebep olduğu muhacir akınına uğramıştır. 1853-56 Kırım savaşı, Şeyh Şamil'in mücadelesi 1850-1860 Kafkas Savaşı, 1877-78 Osmanlı-Rus harbi
Sakarya'nın bağlı bulunduğu İzmit mutasarrıflığına yoğun göçe sebep olmuştur. Sakarya ilinde demografik yapısı şu unsurlardan oluşmaktadır: Yerli halktan Manavlar, Yörükler, Kafkasya halklarından; Çerkesler, Abhazlar, Acaralı Gürcü, Mohti Lazlar, Hemşinliler,Kırım Tatarları, Balkanlar ve Rumeli göçmenleri; Boşnak, Arnavut, Pomak, Sırp ve Bulgaristan ile Yunanistan'dan göçen "Muhacirler". Doğu Karadeniz'den gelen Karadenizliler, Abdallar, Romanlar, az miktar da olsa Rum, Ermeni, Arap bulunmaktadır. Hemen tamamını Müslüman nüfusun oluşturduğu halkın; %93.1 Hanifi, %3.6 Alevi, %3.3 Şafii mezhebine mensuptur. Nüfusun ilk yerleştirilmesi sırasında zorunlu iskân siyaseti uygulanmıştır. Farklı etnik guruplar karışık yerleştirilmiştir. Daha sonra bu siyaset terk edilse de, yeni muhacirler yakınlarının yanlarına yerleştiklerinden, kendi kültürlerini yaşamış, bir bütünleşme gerçekleşmemiştir. 1950'li yıllardan sonra Sakarya'nın gelişen ulusal ulaşım ağının üzerinde bulunması, köyden kente göç, şehir merkezlerinde yeni iş alanlarının oluşması bütünleşmeyi başlatmıştır. 1999 depremi Sakaryalıların bütünleşmesinde yeni bir ivme kazandırmıştır. Taraklı, Geyve, Pamukova ve Kaynarca'da muhacirlerin fazla olmaması geleneksel Manav kültürünün değişmeden zamanımıza kadar gelmesini sağlamıştır. Çok kültürlü yapı; yemek kültürü, evlenme, ölüm, sünnet törenlerinde, halk oyunlarında, geleneksel el sanatlarında kendini gösterir. İlde yapılan dokuz yüzden fazla yemek türü bu çeşitliliğin bir başka göstergesidir. Çerkes, Abhaz, Acaralı Gürcü, Hemşinli, Boşnak, Arnavut, Tatar, Roman, Arap, Balkan Muhacirleri zorunlu dış göçle Sakarya'ya gelmişlerdir. Sınırları Osmanlı Devleti olarak düşünüldüğünde bu göçler iç göçe daha çok benzer. Türkiye sınırları dışından gelenlerin bazıları önce başka illere yerleşmiş, daha sonra Sakarya'ya gelmiş nüfustan oluşur. Sakarya'daki göçlerin bir kısmı ise güncel mevsimlik iç göç olayıdır. Çoğunlukla fındık tarımının yapıldığı Karasu, Kocaali, Akyazı ve Hendek gibi ilçeler bu göçe muhataptır. Mevsimlik tarım işçilerinin çoğunluğu Güneydoğu Anadoludan fındık hasadında çalışmaya gelirler. Yerleşme amaçlı güncel göçlerden de Sakarya kendine düşen payı almaktadır. 1950'lerde başlayan iç göç, doğudan batıya, iç bölgelerden kıyılara doğrudur. Sakarya'da gelişen sanayisi ve verimli topraklarıyla göçmen çekmektedir. 2007 rakamlarına göre il nüfusu; %40 Manav, %21 Karadeniz Türkmenleri Çepniler, %9 Balkan ve Rumeli Türkleri, %7 Gürcü, %5 Laz, %4 Kürt, %2 Abhaz, %1 oranında Çerkez, Roman, Boşnak, Arnavut, Yörük kültürüne sahip nüfustan oluşur. Sakarya İl Nüfusu: 976.948'dir (2016 sonu). İlin yüzölçümü 4.824 km²'dir. İlde km²'ye 203 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 986 kişi ile Serdivan’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı %2,49 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre 16 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 665 mahalle bulunmaktadır. Sakarya il nüfusu: 990.214 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 4.824 km2'dir. İlde km2'ye 205 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 1.027 kişi ile Serdivan’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,36 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre 16 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 665 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Arifiye (% 6,57)- Adapazarı (-% 0,73) Sakarya, 1987-1998 yılları arasında Türkiye'nin refah düzeyi artan illeri içinde yer almıştır. Kaldı ki bu gelişme istatistikleri Sakarya'da her yıl üretilen, Gayri Safi Millî Hasıla'yı tam anlamıyla yansıtmamaktadır. Sakarya'da faaliyet gösteren ve büyük çaptaki firmalarımız Türkiye'nin en büyük 500 kuruluşu içinde yer almaktadır. İlimizde üretim yapan dev kuruluşların (Otoyol, Toprak Grubu, Pilsa, Yazakisa, Goodyear, Noksel) yönetim merkezleri Sakarya'da olmadığından, ürettikleri GSMH'ler İlin yıllık üretim değerleri içinde görülmemektedir. Sakarya'da 2012 yılında ekonominin sektörel dağılımı şu şekildedir:Tarım:%17, sanayi:%24, hizmetler:%59. Sakarya'da (2012) millî gelir 14.064 $, istihdam oranı %47.7, işsizlik %10.2'dir. Sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre Türkiye 18.si, Kişi başına düşen GSYİH sıralamasında 33.dür. Türkiye GSYİH içinde 1.1'lik paya sahiptir. 2013 yılında %26 ile ihracatını en fazla artıran il olarak, 1 milyar$ üzerinde ihracat yapan iller arasına katılmıştır. Sakarya en fazla ihracat yapan 9. şehir olmuştur. 2012 verilerine göre 1.8 milyar ihracat, 1.1 milyar dolar ithalat yapılmıştır. 2012 için ihracatın ithalatı karşılama oranı %159 oranında gerçekleşimiş, böylece il aldıklarından daha fazlasını yurt dışına satmıştır. Sanayi faaliyet kolunun il ekonomisine katkısı %25 oranındadır. Günümüzde sanayi yatırımlarını teşvik, düzenli şehirleşme ve istihdam sorunlarını çözümlemeye yönelik etkili bir kalkınma aracı olarak görülen Organize Sanayi Bölgesi kurulması çalışmaları 1976 yılından itibaren Sakarya'da devam eden Organize Sanayi Bölgesi 1993 yılında nihayet bulmuştur. Sakarya'da son yıllarda özellikle otomotiv, tekstil ve gıda sektörlerinde büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bu sektörlerde önümüzdeki yıllarda da hızlı bir büyüme beklemekteyiz. Otomotiv devi olan Toyota, Otoyol, Otokar ve Tırsan firmalarının önemli yatırımlarını ilimizde yapmaları, beraberinde ilimiz otomotiv yan sanayi üreticilerinin de hızla büyümelerini sağlayacaktır. Gıda sektöründe özellikle Süt ürünleri ve Tavukçuluk alanında önemli yatırımlar gerçekleşmiştir. Ülker grubunun Pamukova ve Akyazı ilçelerinde, Şenpiliç A.Ş. Geyve ilçesinde, Köy-tür A.Ş. Kaynarca ilçesinde yapmış olduğu yatırımlar İlimizde mevcut diğer üreticiler için de bir ivme kazandırmıştır. Tekstil sektöründe de son yıllarda İlimizde önemli yatırımlar gerçekleşmiştir. Bunun en önemli sebeplerinin başında Sakarya'nın Tekstilin önemli merkezleri olan İstanbul ve Bursa illerine olan yakınlığıdır. Sakarya, otomotiv ve yan sanayi, tekstil, gıda, orman ürünleri, elektrik-elektronik, yapı-inşaat malzemeleri, süs bitkiciliği gibi alanlarda yatırıma uygun konumu ile Türkiye'nin önemli bir yatırım merkezidir. Sakarya'da kamunun da önemli yatırımları bulunmaktadır. TÜVASAŞ, Tank-Palet fabrikası, Şeker fabrikası, EBK kombinası ve TZDK bu açıdan önemlidir. 2012 yılında İSO'nun açıkladığı ilk 500 arasında Sakarya'da üretim yapan 14 firma yer almıştır. Bu firmalar ve ilk 500 listesindeki sıralamaları şöyledir: Toyota 29, Ak gıda 43, Otokar 87, Şenpiliç 96, Asaş alüminyum 154, Federel-Mogul 176, Tırsan 178, Yazaki otomotiv 220, Durak fındık 242, B-plas plastik 305, Balsu 342, Sırmagrup 362, Tüvasaş 375, Çamsan ağaç 400. Sakarya'da faal olan üç organize sanayi bölgesinde, 773 hektar üzerinde 133 tesis kuruludur. Bu tesislerde 13.800 kişi çalışmaktadır. Sakarya 1. organize sanayi bölgesi Adapazarı ilçesi Hanlı beldesinde otaban kenarında kurulmuştur. 161 hektar alanda 1993 yılında faaliyete başlamıştır. II. organize sanayi bölgesi Hendek ilinde, 350 hektarlık alan üzerinde 1997 yılında kurulmuştur. III. sanayi bölgesi 1999 yılında 254 hektar alan üzerinde Söğütlü ilçesinde kurulmuştur. Karasu ve Ferizli OSB inşaatları halen devam etmektedir. Kaynarca OSB'nin fizibilite çalışmaları tamamlanmış, inşaatı henüz başlamamıştır. Sakarya'da ayrıca 10'u faal, 1'i inşa halinde 11 Küçük Sanayi Sitesi bulunmaktadır. Sakarya il topraklarının %50'si tarım alanı, %42'si orman ve fundalık, %2'si çayır-mera, %6'sı tarım dışı alandır. İlde %50'lik tarım arazilerinin kullanımı şu şekilde gerçekleşir. Tarla arazisi: %43.3, Fındıklık: %28.2, Kavak: %4.3, sebze bahçesi: %3.4, meyve bahçesi: %2.8, bağ: %1.6, zeytin: %0.2, diğerleri: %17.3. Tarım faaliyet kolunda il ekonomisine %51 ile hayvansal üretimin katkısı en fazladır. Meyve üretimi %29.2, tarla bitkileri %13.6, sebze üretimi %5.9, su ürünleri %0.3 oranında tarımsal ekonomiyi oluşturur. 2012 yılı verilerine göre ilde; 170.000 büyük baş, 60.000 küçükbaş, 19.900.000 kanatlı yetiştirilmektedir. 549 arıcı 47.583 kovanda arıcılık yaparak yaklaşık 1000 ton bal üretmiştir. 22 adet olan Alabalık işletmelerinde üretim kapasitesi 737 ton/yıldır. Türkiye'de tarımın GSMH'ye katkısı %8.1 iken, Sakarya'da bu oran %17 ile oldukça yüksektir. İl topraklarında güney ilçelerde sebze-meyve, orta kesimlerde mısır gibi tarla üretimi ve sebzecilik, kuzey ilçelerde fındıkçılık yaygındır. Ayrıca 2016-2017 sezonunun 8 ayında üreticiler tarafından serbest piyasaya sunulan yaklaşık 375 bin 559 ton kabuklu fındığın, 101 bin 36 tonu Sakarya'daki üreticiler tarafından piyasaya sunulmuştur. Böylelikle bu sezonda en çok fındık üreten şehir olmuştur. "Demir": Karasu, Ferizli ilçeleri sınırları içinde Çam Dağında demir madenine rastlanmıştır. Bu alandan bir miktar üretim yapılmıştır. "Kurşun, çinko, bakır": Çam Dağı bu madenler açısından önemli potansiyel barındırır. Osmanlı devletinin son yıllarında Maden Deresinde gümüşlü kurşun üreten Fransız firma ya ait kalıntılar bulunmaktadır. "Mermer": Merkez, Sapanca ve Akyazı ilçelerinde mermer yatakları bulunur. Harmantepe köyü çevresindeki maden yataklarında menekşe rengi ve koyu kırmızı mermerler çıkarılır. Akyazı Dokurcun çevresinde siyah mermer yatakları bulunur. Adapazarı Taşkısığı köyünde siyah mermer çıkarılmaktadır. "Kum, çakıl": Erenler'de Sakarya Nehri'nden, Akyazı'da Mudurnu Çayı'ndan, Geyve'de Karacasu'dan, Hendek'te Mudurnu Çayı'ndan inşaat ve yol stabilize işlerinde kullanılabilecek kum ve çakıl çıkarılmaktadır. Sakarya nehri kenarlarında kum ocakları doğaya zarar vermesi nedeniyle kapatılmaya çalışılmaktadır. "Manganez": Alaçam Deresi civarında bulunmaktadır. "Titanyum": Karasu sahillerindeki kumullarda zengin rezervlere ulaşılmıştır. "Termal kaynaklar": Taraklı, Geyve ve Kuzuluk sahalarında jeotermal kaynaklar yer alır. Daha çok sağlık turizminde kullanılan kaynaklardan, Kuzuluk'ta jeotermal enerji ile konut ısıtma projesi hazırlanmıştır. Sakarya'da Türkiye kurulu gücün %3,64'üne karşılık gelen lisanslı 14 adet elektrik enerji santrali bulunur. Santraller yılda Türkiye tüketiminin %7,07'sine karşılık gelen 18.074 GW elektr
ik üretirler. Sakarya Türkiye'de elektrik üretiminde İzmir'den sonra ikinci sırada gelir. İzmir yıllık 24.075 GW, Sakarya 18.074 GW üretim, 2.603 GW tüketim yapar. Sakarya bu değerlerle tükettiği elektrikten %629 daha fazla üretim yapar. "Sakarya Müzesi": Sakarya merkezde, tren garı karşısında yer alır. 1910-1915 yılları arasında üç katlı olarak yapılmış olan binada Mustafa Kemal ile annesi 1922 yılında 3 gün konaklamışlardır. 1993 yılında ziyarete açılan müzede, tarih öncesi çağlar, Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi eserleri sergilenmektedir. "Deprem Kültür Müzesi": 2004 yılında Sakarya merkezde hizmete girmiştir. 450 m² alana sahip müzede; 1967 ve 1999 depremlerine ait, deprem öncesi ve sonrası fotoğrafları, deprem simülasyonu, sismograf, depremlerde yıkılan binaların inşaat yöntemleri ve depremle ilgili diğer eşyalar sergilenmektedir. Ali Fuat Paşa Kuvayı Milliye Müzesi: Geyve ilçesi Alifuatpaşa beldesinde bulunur. Belde ve müze Kurtuluş savaşı komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un adını taşımaktadır. İlde kültürel olarak Manav, Kafkas, Rumeli ve Karadeniz etkileri görülür. Kafkasya halklarından Sakarya'da yaşayan Abhaz, Çerkes, Gürcü, Hemşin ve Laz halkları; Çerkez tavuğu, sızbal, agudırşışı, abısta, haluja, karalahana çorbası, ısırgan çorbası, mıhlama, hamsili pilav ve laz böreği gibi pek çok yemek türleriyle kültürlerini yaşatmaya devam eder. Sakarya'da Rumeli yemeklerinden kentin simgesi haline gelen; ıslama köfte ile boza, Boşnak böreği, Pomak pastırması, Arnavut ciğeri, damat paçası, kaçamak, lutuka, çiğer sarma, kaymakçina, preşa, prazenika, gurnik gibi yemekler yapılmaktadır. Manav meşhur yemekleri ise şunlardır: Tereyağlı keşkek, gözleme, cizleme ve bazlama, uhut tatlısı, kabak tatlıları, incir uyutması, sütlü üzüm. İlde çeşitli turizm faaliyetleri yapılacak alanlar bulunur. Deniz, akarsu, göl, yayla, termal, orman, doğa, flora turizmi kaynakları yer alır. "Deniz turizmi"; İlin kuzeyindeki Karasu ve Kocaali ilçelerinde gelişmiştir. Sakarya ilinin yaklaşık 60 km uzunluğundaki Karadeniz kıyısı, bir tek çakıl taşının bulunmadığı ince kum yer aldığı kumsallarla kaplıdır. Bu alan, Türkiye’de kesintisiz uzanan en uzun kumul sistemidir. Yatırımın yapılabileceği her alanda deniz turizmi gelişebilir. Yazlık ikinci konutlar, oteller, pansiyonlarla yaz mevsiminde yoğun bir nüfus ağırlanır. "Göller": Sapanca Gölü, mesire yeri, ve su sporları açısından önemlidir. Acarlar Longozu, mesire yeri ve eko turizm açısından, Poyrazlar Gölü mesire yeri, Akgöl mesire alanı ve balık tutma açısından ilgi çekmektedir. "Akarsular": Sakarya Nehri kıyılarında kır lokantaları, dinlenme tesisleri yer alır. Özellikle denize döküldüğü Karasu Yenimahalle'de yoğunluk daha fazladır. Maden deresi tarihi kalıntıları, şelalesi ,mağaraları, yürüyüş parkurlarıyla ve serin ortamı ile yazın sıcak günlerinde uğrak yeridir. Çark deresi şehir içinde yapılan Mesire alanı ile ilgi çeker. Doğançay ve Aygır deresi doğal yürüyüş alanlarıyla hafta sonları İstanbul ve yakın çevreden ziyaretçi çeker. "Kaplıcalar": Fay hattının geçtiği tüm alanlarda olduğu gibi Sakarya'da da fazla miktarda termal alan yer alır.Kuzuluk kaplıcaları, Marmara bölgesine hitap edecek kadar konaklama tesislerinin bulunduğu turizm alanıdır. Taraklı, Hacıyakup köyündeki kil hamamı, Akyazı'da bulunan Çökek kaplıcası, Geyve Ilıcaköy Gazlı Suyu ile Ahibaba köyündeki Acısu içmesi ziyaretçilerin uğrak yerlerindendir. "Yaylalar": Soğucak, Kırca, Acelle, Çiğdem yaylalarında şenlikler düzenlenir. Bunun yanında ilde ziyaretçi çeken diğer yaylalar şunlardır: Keremali, Katırözü, Kirpiyan, Sultanpınar, Yanık, Sulucaova, Yörükyeri, Çilekli, Akar, Haydarlar-Kuloğlu, Dikmen, Hamzapınar, Belengerme, İnönü, Güzlek, Karagöl ve Turnalı. İl genelinde 21 turistik işletmede, 3402 yatak kapasitesi bulunur. İlde cümbüş, ud, keman, klarnet, davul ve darbuka halk çalgısı olarak kullanılmaktadır. Yörede oynanan başlıca halk oyunları şunlardır; konak getirme, karşılama, ince hava, Geyve-taraklı zeybeği, karagözlüm, ada kasabı, kadın karşılaması, argat sallaması, Geyve-Taraklı çiftetellisi, allı yazma, elmayı top top yapalım, Taraklı karşılaması, Karşıdan gelir sarı, Geyve-Taraklı kasabı, Korudere ve Taraklı zeybeği, kocakarı kocaadam, gelin bindirme, gelin indirme, Türkmen alayı, zöbek. "Temcit Geleneği"; Taraklıya özgü ilginç bir gelenektir. Ramazan ayında sahura kalkmadan önce erkekleri rahatsız etmeden, kadınların temcit pilavı pişirmeye çağrılmasıdır. Minarelerden genç erkekler ilahi ve kafiyeli güzel sözler söyleyerek bu görevi yerine getirirler. Genç erkekler gönlündeki kızlara seslerini duyurmaları yanında büyüdükleri de kabul edilmiş olur. Sakarya'da yıl boyunca yapılan geleneksel olarak şenlik ve festivaller şunlardır: Ali Fuat Cebesoy'u anma, Sakarya Üniversitesi bahar bayramı, Adapazarı tiyatro günleri, Taraklı Hıdırlık pilav şenliği, Geyve kiraz festivali, Karapürçek-Akbalık yağlı güreşleri, Sapanca şiir akşamları, Yeşilyurt yaylası şenlikleri, Karasu Turizm ve Fındık festivali, Çiğdem yaylası şenlikleri, Dikmen yaylası şenlikleri, Soğucak yayla şenlikleri, Sünnet Şöleni ve Selman Dede’yi Anma Etkinliği, Şeyhler Köyü Hacet Bayramı, Kocaali Turizm Kültür ve Fındık Festivali, Sakarbaba Etkinlikleri, Pamukova-Karakucak Güreşleri, Pamukova Panayırı. Sakarya'da 153'ü spor kulübü, 8 gençlik kulübü, 5 okul kulübü, 10 ihtisas spor kulübü olmak üzere toplam 176 spor kulübü yer alır. İl kürek, kano ve su altı hokeyinde millî takıma sporcu vermektedir. İlde 1 stadyum, 106 semt futbol sahası, 14 çim zeminli stat, 13 spor salonu, 5 bireysel çalışma spor salonu, 2 kamp eğitim merkezi olmak üzere 146 spor tesisi yer alır. Olimpik yüzme havuzu ve 5 bin kişilik yeni bir kapalı spor salonu açılmıştır. "Sakaryaspor"; ilin futboldaki temsilcisidir. 1965 yılında Türkiye 2. futbol liginin kurulmasıyla Adapazarı'nda bulunan İdman Yurdu, Ada Gençlik, Gençler Birliği, Güneşspor kulüpleri birleşerek kurulmuştur. "Olimpiyat Hazırlık Merkezi" Kano ve Kürek alanlarında Sapanca Gölü kıyısında faaliyetlerini sürdürmektedir. 2017-2018 Sezonu sonunda, futboldaki takımı: Sakaryaspor A.Ş. 2.ligi 4.sırada bitirmiştir. 3 BAL takımı ve kadınlar 3.ligindeki 2 takımı ligde kalmıştır. Basketbol erkekler süper liginde Sakarya Büyükşehir Basketbol, 8.olmuştur. Sakaryaspor voleybolda kadınlar 1.liginde kalırken, hentbol erkekler 1.liginde küme düşmüştür. Futsal Türkiye finallerine 2 takımı katılmıştır. Ziraat Türkiye Kupası’na 3.turdan başlayan Sakaryaspor A.Ş., Eyüpspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Yeni Sakarya Stadyumu(28.154), Sakarya Spor Salonu (5.000), Kentpark Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu (500) Sakarya'nın on altı ilçesi vardır. Sakarya'da 889 okul, 6.456 derslik, 9.242 öğretmen ile 181.301 öğrenciye hizmet verilmektedir. Derslik başına ilköğretimde 28, ortaöğretimde 26, Mesleki eğitimde 38 öğrenci düşmektedir. 2013 yılı verilerine göre açıköğretime yerleşenler; %3,2, ön lisansa yerleşenler; %25,8, lisans programına yerleştirilen öğrenciler;%24,9 olmak üzere toplamda sınava giren öğrencilerin %53,97'si üniversiteye yerleşmiştir. Sakarya Üniversitesi; 1992 yılında kurulmuştur, ilin tek yükseköğretim kurumudur. 13 fakülte, 4 enstitü, 4 yüksekokul, 14 meslek yüksekokulu ve Devlet Konservatuvarı yer alır. Yarısı lisans (41.651), 26526 ön lisans, 9835 yüksek lisans ve 1673 doktora öğrencisi olmak üzere, yaklaşık 80.000 öğrencisi bulunmaktadır.. Sakarya'da ilk gazete Teorik adlı Ermeni vatandaşın çıkardığı Ermenice olan "Yergir" (Memleket) gazetesidir. 1919 yılında "Adapazarı" gazetesi yayın hayatına başlamıştır. 1916 yılında "Zurna" adlı bir mizah gazetesinin yayınlandığı söylenir. "Halkevi" gazetesi 1943'te, "Bize Göre " 1947'de, "Yeni Sakarya" gazetesi 1950 yılında yayınlanmaya başlanmıştır. 1954 yılında ise "Sakarya Postası" ile "Demokrat Sakarya" yayınlanmaya başlanmıştır. 1986'da "Sakarya Gün" (Yenigün) yayına başlamıştır. Günümüzde Sakarya'da yayın hayatına devam eden gazeteler şunlardır: İlçelerde ise şu gazeteler yayınlanmaktadır: Hendek şafak gazetesi, Sakarya Kuzey (Karasu), Güncel Sapanca, Yeni Ses (Sapanca) Ferizli'de Gündem. Sakaryada aylık yayınlanan dergiler şunlardır: Zafer, Irmak, Çark, Nabız, Haber Kokteyl. Sakarya'da ayrıca 13 radyo ve iki televizyon kanalı yayın yapmaktadır. Sakarya Radyoları: Adapazarı Akyazı Karasu Almanlara yaptırılan İzmit-Ankara arası 486 km'lik demiryolu inşaatı 1888-1890 arasında bitirilmiştir. Bu demiryolundan 9 kilometrelik hatla Arifiye'den Adapazarı'na bağlantı sağlanmıştır (1899). Günümüzdeki İstanbul'u Anadoluya bağlayan demiryolu Sakarya topraklarından geçer. Arifiye'den Türkiye'nin demiryolu ulaşımı olan her noktasına gidilebilmektedir. YHT'den önce her gün Haydarpaşa-Adapazarı karşılıklı tren seferleri yapılırdı. Hızlı tren inşaatı gerekçesiyle seferler durduruldu. YHT çalışmaya başladığında ise Adapazarı istasyonu kaldırılmış oldu. Sakarya'dan Anadolu'ya gitmek için artık Arifiye istasyonu kullanılacak. Arifiye-Sakarya merkez arasında kalan hat Sakarya Büyükşehir Belediyesine bırakıldı. Bu hatta ADARAY adıyla şehir içi raylı sistem kuruldu. Demiryolundan Sakarya-İstanbul'a arası 141 km, Sakarya-Ankara arası 436 km'dir. Sakarya'daki 3.657 km uzunluğundaki karayolu şu sınıflara aittir; 372 km devlet yolu, 70 km TEM, 197 km il yolu, 3.016 km il yolu. Sakarya halen deniz yolu için olarak 40 km uzaklıktaki İzmit körfezi limanlarını kullanmaktadır. Sakarya Nehir Taşımacılığı Projesi'nin hedefi Sakarya nehrini ve Sapanca Gölünü kullanarak Karadeniz ve Marmara denizini birleştirmektir. Sakarya nehri ile Sapanca gölü açılacak bir kanal ile birleştirilecek. Sapanca Gölü İle İzmit körfezi arasında kanal açılacaktı. Böylece Sakarya nehri ağzından, Karadeniz'den giren gemiler İzmit körfezine geçebileceklerdi. Osmanlılardan önce Roma ve Bizans zamanında da düşünülmüş bir projedir. Bölgeden getirilecek mermer ve kerestenin kolay taşınması hedeflenmişti. Proje Osmanlılar zamanında yedi kez gündeme gelmiştir. Her birinde ortaya çıkan engellerl
e sonuca ulaşmamıştır. Kanal İstanbul kararı alınmadan önce Sakarya nehri projesi hala gündemde tazeliğini koruyordu. Sakarya'ya 30 km mesafe uzaklıkta olan Cengiz Topel Havalimanı en yakın havaalanıdır. Sabiha Gökçen Havalimanı 110 km, Yeşilköy Atatürk Havalimanı 170 km uzaklıktadır. Tekirdağ Tekirdağ, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık yirmi üçüncü şehri. 2016 itibarıyla 972.875 nüfusa sahiptir. Marmara Bölgesi'nin Trakya yakasında bulunur; doğuda İstanbul, güneyde Marmara Denizi ve Çanakkale, batıda Edirne, kuzeyde Kırklareli ve kuzeydoğuda Karadeniz ile çevrilidir. 2012 yılında nüfusu 750.000'i geçen 14 adet il TBMM'de kabul edilen kanun ile büyükşehir statüsü kazandığı için Türkiye'nin 30 büyükşehrinden biridir. 30 Mart 2014'te yapılan yerel seçimlerin ardından resmen büyükşehir belediyeciliği ile yönetilmeye başlamış; hizmet sahası 6.313 kilometrekare olarak tüm il sınırlarıdır. Bu kanunla 3 adet yeni ilçe kurulmuştur. Bunlar; Süleymanpaşa, Kapaklı ve Ergenedir. Bu ilçelerle birlikte toplam ilçe sayısı on birdir. Tekirdağ, Bizans döneminde Bisanthe (Βισανθη) ve sonraları Rodosto (Ρωδοστο) adıyla anılmıştır. Kenti ele geçiren Türkler, şehre önceleri Rodosçuk, 18. yüzyıldan itibaren de Tekfur Dağı demeye başlamışlardır. Tekfur Ermeniceden alıntı bir sözcük olup Osmanlı Türkçesinde Hristiyan hükümdarlara verilen bir sandır. Aslı tagovar, anlamı ise "taç taşıyan"dır. Cumhuriyetin ilanından sonra "tekfur" sözcüğü atılarak yerine sesçe benzeşen "tekir" getirilmiştir. Tekirdağ'ı bir Yunan kolonisi olarak kurulduğu kabul edilegelmiştir. Sisam Adasından gelen kolonicilerin ilk olarak kurduğu şehir ""Bisanthe"" adıyla bilinir. Bu ad ile bizans kelimesi arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Bu isim kent, Trak kökenli Odris Krallığı yönetimi altına girdiğinde de kullanılmıştır. Bu görüşü kabul edenler Roma İmparatorluğu döneminde şehrin ""Rhaedestus"" olarak yeniden adlandırıldığını öne sürer. Fakat Bisanthe şehrinin, Tekirdağ merkezde değil, merkeze bağlı Barbaros beldesinde olduğunu savunan yeni görüşler de vardır. Pliny adıyla da bilinen Romalı tarihçi Gaius Plinius Secundus, Bisanthe şehrinden ve bu şehirden ayrı ""Resisto"" adında başka bir şehirden söz eder. Bu doğrultuda Bisanthe ismini değil de Resisto/Resisthon adı Tekirdağ'ın bilinen ilk ismi olarak kabul edilebilinir. Önceleri Roma kökenli Rhaedestos ismi ile anılan şehir, Doğu Roma İmparatorluğu dönemine denk gelen Ortaçağ boyunca bu isimde gelen ""Rodosto"" adı ile bilinir. Osmanlılarda şehri ilk aldıklarında yine bu ismimden türetilmiş ""Rodosçuk"" ismini kullanır. Ama daha sonra şehir ""Tekfurdağı"" ismi ile anılmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ise kentin güneybatısında yer alan Tekir Dağı vesilesiyle şehrin adı ""Tekirdağ"" olarak resmileştirilmiştir. Tekirdağ'da insan yerleşimi ile ilgili en eski kalıntılara Karansıllı köyü dolaylarındaki Yatak, Kuştepe ve Malkara yakınlarındaki Balıtepe adlı buluntu yerlerinde rastlanmıştır. Bunlar Alt Paleolitik Çağ'a ait aletlerin bulunduğu açıkhava buluntu yerleridir. Tipolojik olarak bir milyon yıl ile 250 bin yıl önceleri arasına tarihlenebilirler. Tekirdağ'ın hemen doğusunda bulunan Menekşe Çatağı ise Kalkolitik Çağ'dan Helenistik Dönem'e kadar yerleşilmiş bir buluntu yeridir. Tekirdağ'ın eski tarihi Trakya'daki diğer illere paralellik gösterir; ilk olarak Traklar tarafından iskan edilen bölge, Makedon, Pers, Roma ve Bizans egemenliğinin ardından 1357'de I. Murat tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1703 yılında Avusturya İmparatorluğu'na karşı bağımsızlık mücadelesi veren asi Macar prensi Rakoczi'ye de ev sahipliği yapmış olan Tekirdağ, Osmanlı döneminin sonlarında Edirne vilayetine bağlı bir sancak merkezi idi. 93 Harbi'nde (1878) Rus, Balkan Harbi'nde (1912) Bulgar ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra (1920-1922) Yunan işgali yaşayan il, Kurtuluş Savaşı ile gelen zaferin ardından 13 Kasım 1922 tarihinde kalıcı olarak Türk topraklarına katıldı. Tekirdağ'ın bu dönemine ait buluntular çeşitli Trak tümülüsleri ile "Bisanthe" ve "Heraion Teikhos" antik kentleridir. Dönem boyunca bölgede Trak boyları ve Marmara kıyılarında Yunan koloniciler etkili olmuştur. Bölgedeki (yalnızca Tekirdağ merkez) tümülüsler şunlardır; Tekirdağ, merkezde yer alan başlıca antik kentler deniz kıyısında olmakla beraber 2 tanedir. Roma imparatorluğunun önemli karayollarından Egnatia Yolu'nun geçtiği bölge, özellikle Doğu Roma İmparatorluğu döneminde başkent Konstantinopolis'in tahıl ihtiyacını bir kısmını karşılıyordu. Bu dönemin önemli kentleri Resisto (Tekirdağ) ve artık Bisanthe olarak değil de Panion (Barbaros) olarak adlandırılan kentlerdir. Panion kenti bunun yanında, Doğu Roma döneminde bir ara Theodosiopolis olarak isimlendirilmiştir. Plinius'un M.S. 1. yüzyılda Resisto/Resisthon olarak andığı Tekirdağ şehri, Prokopius tarafından Rhaidestos/Rhaedestos şeklinde kayda geçer. İmparator I. Justinianus tarafından 6. yüzyıl restore edilen kent, dönem dönem Balkanlardan gelen akıncılar tarafından yağmalanır. Bulgarlar tarafından 813 ve 1206 yıllarında yapılan yıkımlar buna örnektir. Bölgede yapılan 1206 yılındaki Bulgar-Latin savaşı adını kentten alır: "Rodosto Savaşı" Çimpe Kalesinin alınmasıyla Avrupa Kıtasına ayak basan Osmanlılar, Tekirdağ'ı ilk kez Orhan Gazi döneminde 1357'de şehzade I. Murad ile fethederler. Bizans'ın kenti tekrar alması sonrasın da ise I. Murad bu kez padişah olarak 1367 yılında şehri 2.kez fethetmek zorunda kalır. Tekirdağ fethi sırasında 9 mahalleye sahip iken, kent Osmanlı dönemi boyunca gelişerek 17. yüzyılda 22’si Müslüman, 2'si Ermeni ve 6'sı Rum mahallesi üzere 30 mahalleli bir hale gelmiştir. Şehirdeki Ermeni mahalleleri özellikle Celali isyanları sebebiyle Anadoludan göç ettirilen Ermenilerce kurulmuştur. Transilvanya Prensi Macar II.Ferenc Rákóczi ve arkadaşlarının Tekirdağ'a sürgün edildiği ve mezarlarının burada bulunduğu, Cevdet Paşa'nın Osmanlılar başlıklı tarih kitabında yazmaktadır. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Edirne Vilayeti Tekfurdağı Sancağı’nın merkezi olan kasabada 42 mahalle ile Ereğli, İnecik ve Naip nahiyelerinden başka 23 köy ve toplamda 41432 karışık nüfus bulunur. Kasaba merkezinde 9 cami, 12 tekke, 3 türbe, 1 hükumet konağı, telgrafhane, askerlik dairesi, aşar ambarı, ortaokul, vergi dairesi, karantina, liman, belediye dairesi, 2 depo, 55 çeşme, 4 şadırvan, 2 un fabrikası, 1 çömlek ve kiremithane, 20 yel değirmeni vardır. Camilerden ilki deniz kenarındaki İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Eski Gümrük Cami, ikincisi Cağalazade Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Paşa Cami, üçüncüsü Sinan Ağa tarafından yaptırılan Orta Cami, dördüncüsü Eski Cami, beşincisi Bigos Cami, altıncısı Şaban Oğlu Cami, yedincisi Salhiye Cami, sekizincisi Hasan Efendi Cami ve dokuzuncusu Hacı Hürmüz Cami’dir. Doğu Trakyanın, 93 Harbi (1877-1878) ile Ruslar, Birinci Balkan Savaşı (1913) ile Bulgarlar tarafından işgal edilen Tekirdağ, son olarak 20 Temmuz 1920 'de Yunanlar tarafından işgale uğrar. Bu işgal 13 Kasım 1922'de Türk ordusunun kentte girmesine kadar sürmüştür. Kurtuluş Savaşı sonrası 20 Ocak 1921'de çıkarılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince Tekirdağ il olmuş. Fakat Tekirdağ'ın il merkezi olarak ilanı 15 Ekim 1923 tarihinde gerçekleşmiştir. Bunun dışında bu dönem içinde söz edilmesi gereken bir olayda; Harf Devrimi neticesinde yurt genelinde sembolik yazı dersleri vermeye başlayan Atatürk, 23 Ağustos 1928'de Tekirdağ'a gelip bir yazı dersi vermesidir. Bu günü anmak amacıyla her 23 Ağustos, merkez ilçe olan Tekirdağ'da ""Harf İnkılabı Yıldönümü Kutlamaları"" adı altında kutlanır. Ayrıca kenttin etnik yapısında değişikliğe yol açan Lozan Mübadelesi ve 1934 Trakya Olayları yine bu dönem içinde gerçekleşmiştir. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Tekirdağ'da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı. Tekirdağ, ilin batısında yer alan en yüksek tepesini 945 m. rakımlı Ganos Dağı (Işıklar Dağı)'nın oluşturduğu Tekir Dağları hariç genelde düzlüktür. Kuzeyde ilin en önemli akarsuyu olan Ergene nehri bulunur. Ergene yarattığı alüvyonlu ovaların verimliliğiyle il nüfusunun büyük bir kısmını çevresindeki yerleşimlere toplamıştır. Tekirdağ'ın bitki örtüsü Marmara Denizi kıyısında makilik, dağlık alanlarda ormanlık, diğer yerlerde ise step özelliği gösterir. Tekirdağ'ın iklimi, Akdeniz iklimi ve karasal iklimnin bir karışımıdır. Sahil yöresinde Marmara Denizi'nin etkisiyle nemli bir bölgedir. Alçak tepelerde oluşan bölgenin, ana yükseltisi kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda Marmara Denizi'ne paralel uzanan Tekir Dağları'dır. Tekirdağ merkezin ve ilin en yüksek noktası ise bu alanda bulunan Ganos Dağı(965m)'dır. Büyük akarsulardan yoksun olan bölgede, küçük akarsular mevcuttur. Ganos Dağlarındaki meşelikler ve kimi yerlerde bulunan kızılçam ve karaağaç toplulukları başlıca orman varlığını oluşturur. Genel iklim özellikleri Akdeniz iklimi ve Karasal iklimin bir birleşimidir. Marmara Denizi çevresinde görülen bu iklime Marmara iklimide denir. Bir tür geçiş iklimi olan bu iklimde yazlar kurak ve sıcak, bahar ve kış ayları yağışlı geçer. Yağışlar kış aylarında kar şeklinde görülür. Tekirdağ ile ilgili resmi sıcaklık ve yağış bilgiler aşağıdaki tabloda verilmiştir. İklim konusundaki aynı kaynaktan diğer bazı bilgiler; Tekirdağ il nüfusu: 1.005.463 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 6.190 km²'dir. İlde km²'ye 162 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 1.836 kişi ile Çerkezköy’dür) İlde yıllık nüfus artış oranı % 3,35 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre 11 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 355 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Çerkezköy (% 7,94)- Hayrabolu (-% 0,38) Tekirdağ ilinin toprakları çok verimlidir ve 1. sınıf tarım arazisidir. Uçsuz bucaksız düz verimli ovaları yeşil ovaları vardır. Türkiye'nin yağlık ayçiçek ve
buğday üretiminin büyük bölümünü karşılar. Tekirdağ ilinin batısında Malkara ve Hayrabolu ilçelerinde tarım ve hayvancılığın ekonomi degeri cok yüksektir. Tekirdağ ilinin doğusu, Çorlu ,Ergene, Çerkezköy,Kapaklı ilçeleri bölgesinde sanayi, endüstri ve tarım ekonomisi çok yüksektir. Özellikle Çorlu ,Ergene, Çerkezköy ve Kapaklı ilçeleri burada bulunan yüzlerce ve yapılmakta olan onlarca (2008 yılında 1.100 adet fabrika, 2014 yılında: 1.605 adet fabrika 6 yılda fabrika artış oranı yaklaşık Yüzde 50 artmış) fabrika vardır. Tekirdağ merkezdeki başlıca tarım ürünleri ayçiçeği ve buğdaydır. Buna paralel olarak un ve yağ sanayisi gelişmiştir. Diğer başlıca tarım ürünleri merkez ilçede yer alan 2500 adet kiraz ağacı (il genelinde 50 bin) ile kuru soğandır. İlde üretilen soğanın %60'ı merkez ilçede üretilir. 1931 yılında kentte kurulan Tekel İçki fabrikası ise içki üretimini başlatarak, şehirde yeni bir üretim sektörünün doğmasını sağlamıştır. Üretilen rakılar, "Tekirdağ Rakısı" adı altında ülkenin en iyisi olarak bilinir. Ayrıca dünyanın önde gelen ekonomi derilerinden biri olan Forbes, 2016 yılında "İş Yapmak ve Yaşamak İçin İdeal Şehir" araştırmasında Tekirdağ'ı, İstanbul, Ankara ve İzmir ardından 4. sıraya yerleştirdi. Tekirdağ'da görülmeye değer sayısız eser bulunmaktadır.İlginç ziyaret noktaları arasında Macaristan'ın Avusturya'ya karşı mücadele etmiş bağımsızlık kahramanı Ferenc Rakoczi'nin 1720-1735 yılları arasında (başka bir deyişle, Osmanlı'nın Macaristan'ı kaybetmesinden sadece 35 yıl kadar sonra) Osmanlı İmparatorluğu'na sığındığı dönemde kaldığı 17. yüzyıl Türk evi sayılabilir. Ev bugün müze kimliğini taşımakta olup, Macaristan hükümetinin mülkiyetinde ve Türkiye'yi ziyaret eden Macarların vazgeçilmez uğrak yeri konumundadır. Ayrıca Namık Kemal'in doğum yeri olup adına düzenlenmiş Namık Kemal Evi müzeleştirilmiştir. Şehir merkezinde Atatürk'ün birebir boyutlarındaki tek heykeli bulunmaktadır. Her sene Haziran ayında Tekirdağ Kiraz Festivali adı altında ortalama 1 hafta süren etkinlikler düzenlenmektedir. İlk olarak 1962'de "Kiraz Cümbüşü" adıyla başlayan festival , günümüzde kent merkezi için önemli bir turistik faaliyettir. 6 Aralık 2012 tarihli ve 28489 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun doğrultusunda büyükşehir olmuştur. Ayrıca aynı kanunla Süleymanpaşa, Ergene ve Kapaklı ilçeleri kurulmuştur. Belde belediyelerinin tamamı kapanmıştır. Kanunla oluşan değişikliler ilk yerel idare seçimlerinden sonra uygulanmaya başlanmıştır. Şehirdeki mahalleler alfabetik sırayla: 100. Yıl, Aydoğdu, Çınarlı, Değirmenaltı, Ertuğrul, Eski Cami, Gündoğdu, Hürriyet, Karadeniz, Orta Cami, Turgut, Yavuz ve Zafer mahalleleridir. Ayrıca Tekirdağ merkeze bağlı toplam 4 belde vardır. Tekirdağ il merkezi (Süleymanpaşa) nın diğer ilçe merkezlerine uzaklıkları şöyledir. Süleymanpaşa: 1 km,Çorlu: 37 km, Ergene 45 km, Çerkezköy : 62 km,Kapaklı 68 km Saray :82 km, Muratlı : 25 km , Hayrabolu : 52 km, Malkara : 60 km, Marmara Ereğlisi : 38 km, Şarköy : 84 km. 2017-2018 Sezonu sonunda, Tekirdağ’ın futboldaki takımları Ergene Velimeşe Spor 3.ligde kalırken, Tekirdağspor küme düşmüştür. Ayrıca BAL’da ve kadın futbol liglerinde ikişer takımı yer almıştır. Çorlu Belediyesi, basketbol 2.ligine çıkmıştır. Erkekler Voleybol 2. Liginde Tekirdağ Gençlik Hizmetleri takımı vardır. Malkara 14 Kasım SK kadınlar hentbol 2.ligine yükselmiştir. Futsal Türkiye finaline 2 takımı katılmıştır. Ziraat Türkiye Kupası’nda, Ergene Velimeşe Spor, ilk turda Kasımpaşa Erokspor’u, 2. turda ilin diğer takımı Tekirdağspor’u elemiş, 3.turda Hatayspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Namık Kemal Stadyumu (4.300), Atatürk Kapalı Spor Salonu (1.500), Tekirdağ Olimpik  Yüzme Havuzu (750) Tekirdağ Belediyesi ile kardeş şehir protokolü imzalayan şehirler aşağıda belirtilmiştir. Süleymanpaşa Süleymanpaşa, Türkiye'nin Tekirdağ ilinin bir ilçesi. 12 Kasım 2012'de TBMM'de kabul edilen 6360 sayılı kanun ile Tekirdağ merkez ilçesinin kaldırılması sonucu ilçe olmuştur. XIV. Yüzyılda Trakya'da savaşan Osmanlı Ordusu'nun ilk komutanı Süleyman Paşa'dan dolayı bu ismi almıştır. Şanlıurfa Şanlıurfa, eski ve halk arasındaki kısa adıyla Urfa, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık dokuzuncu şehri. 2016 sonu itibarıyla 1.940.627 nüfusa sahiptir. Doğuda Mardin, batıda Gaziantep, kuzeyde Adıyaman, kuzeydoğuda Diyarbakır illeri ve güneyde Suriye ile sınırı vardır. Şehrin eski isimleri Ur, Urhoy, Urhei, Orhei, Orhayi, Ruhai, Ruhha, Ar-Ruha, Reha ve Edessa'dır. Kurtuluş Savaşında gösterdiği başarının hatırasından dolayı 1984 yılında "Şanlı" unvanını almıştır. Şanlıurfa'nın 13 ilçesi vardır. Ortalama yükseltisi 518 metre olan Şanlıurfa, 19.451 km'lik yüz ölçümü ile Türkiye'nin en büyük yedinci ilidir. 1919 yılında, önce İngilizlerin, daha sonra Fransızların işgaline uğrayan Urfa, 11 Nisan 1920'de Urfalı milisler tarafından işgalden kurtarılmış; Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ilinin adının "Şanlıurfa" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 6 Aralık 1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır. 2016 yılında ise Şanlıurfa halkının Türk Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı TBMM tarafından bu kente İstiklal Madalyası verilmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2011 yılına ilişkin "Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları" dikkate alınarak nüfusu 750.000’i aşan Şanlıurfa, 12 Kasım 2012 tarihli ve 6360 sayılı kanun ile büyükşehir oldu. Urfa ve civarında Cilalı Taş Devri'nden beri yerleşilmektedir. Göbeklitepe Höyüğü, MÖ 11000 yıllarında kullanılan Dünya'nın bilinen en eski mabetinin bulunduğu yerdir. Urfa Kur'an, İncil ve Tonah (Eski ahit/Tevrat)'ta geçen İbrahim peygamberin, doğum yeri olarak kabul edilir ve anısına Camii de bulunmaktadır. Ayrıca Peygamber Eyüp'ün de (İncil ve Eski ahitte "Job") doğum yeri olarak kabul edilir. Urfa kent merkezinin altında bugünkü Balıklıgöl'ün kuzeyinde yapılan bir keşif sonucu, Urfa kent merkezi tarihinin MÖ. 9500'e Çanak-Çömleksiz Neolitik Döneme kadar uzandığı görülmüştür. 11.500 yıllık tarihi süreç içerisinde Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedon (Hellenistik Dönem), Roma, Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altında yaşamıştır. Urfa, 1094 yılında Büyük Selçuklu hâkimiyetine girmiştir. 1098'de Haçlı Edessa Kontluğu, daha sonra sırasıyla Eyyubiler, Memluklular, Karakoyunlular, Timurlular Devleti, Akkoyunlular, Safeviler ve en son da 1516'da Yavuz Sultan Selim'in memlükleri mercidâbık savaşında yenmesiyle Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Önceleri Rakka Eyaleti sınırları içerisinde yer alan Urfa, 1876'da Halep Vilayetine bağlanmış, 1916'da ise bağımsız bir sancak olmuştur. I. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlıların elinde olan Urfa, 1919 yılında önce İngilizler, daha sonra da Fransızlar işgal edilen şehir, 11 Nisan 1920'de düşman işgalinden kurtarılmıştır. Cumhuriyet sonrasında 1924'te il olmuştur. 2010 yılında ise seçim öncesinde Şanlıurfa'nın büyükşehir belediye haline getirilmesi planlanmış ve 2012'nin son çeyreğinde diğer 13 il gibi Büyükşehir belediyesi haline gelmiştir. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Şanlıurfa'da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı. Şanlıurfa il nüfusu: 1.985.753 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 19.242 km²'dir. İlde km²'ye 103 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 231 kişi ile Eyyübiye’dir) İlde yıllık nüfus artış oranı % 2.33 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre 13 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1.380 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Karaköprü (% 11,20)- Suruç (-% 0,12): Şehrin ekonomik faaliyetleri başta tarım olmak üzere hayvancılık, turizm ve sanayi ürünleridir. Şanlıurfa tarım olarak verimli topraklara sahiptir. Harran Ovası'da bunların başında gelir. Tarımsal faaliyetlerde fıstık tarımı, pamuk tarımı, mercimek, buğday vb. tahıl tarımı gelişmiştir. Son beş yılda sulama kaynaklarının da gelişmesiyle mısır tarımı da önem kazanmıştır. Şehirde sera tarımı da gelişmiş Karaali sera bölgesinde kış mevsiminde biber, domates ve patlıcan tarımı yapılarak hem şehre hem de Türkiye'nin dört bir tarafına yetiştirilen ürünler gönderilmektedir. Hayvancılık olarak daha çok küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Ve koyun sütünden peynir, yoğurt, süt vs. elde edilmektedir. Özellikle Siverek peyniri meşhurdur. İlde Sanayi son 15 yıllık dönemde Organize Sanayi bölgelerinin de gelişmesiyle çok sayıda fabrika kurulmuştur. Başta tekstil fabrikaları olmak üzere çırçır fabrikaları, ayakkabı üretim fabrikaları , deterjan fabrikaları, iplik fabrikaları, cam fabrikası, plastik fabrikası, Tarımsal olarak da fıstık fabrikaları, salça fabrikaları ve zeytinyağı fabrikaları bulunmaktadır. Balıklıgöl, (Aynzeliha ve Halil-Ür Rahman Gölleri) Şanlıurfa şehir merkezinin güneybatısında yer alan ve İbrahim Peygamberin ateşe atıldığında düştüğü yer olarak bilinen bu iki göl, kutsal balıkları ve çevrelerindeki tarihi eserler ile Şanlıurfa'nın en çok ziyaretçi çeken yerlerindendir. Kent merkezi Ortadoğu tarzında son derece canlı bir Kapalıçarşı etrafında gelişmiştir. Geleneksel mimari doku kısmen yozlaşmış olmakla birlikte, sokak aralarında birçok yerde çarpıcı güzelliğe sahip eski yapılara rastlanır. En güzel eski evlerden biri Şurkav (Şanlı Urfa Kültür ve Araştırma Vakfı) tarafından restore edilen Şurkav Kültür Evi'dir. Şanlıurfa'ya 20 km'lik bir mesafede, Örencik Köyü yakınlarında tarihi MÖ. 11 bin yıllarına uzanan, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu Göbeklitepe Höyüğünde Cilalı Taş Devri'nden kalma bi
r mabet vardır. Arkeologlar tarafından Dünyanın en eski mabedi olarak tanımlanmaktadır. Birleşik Krallık'ın Stonehenge dikili taşlarından 6 bin yıl daha önce inşa edilmiştir. İnsan tarihinde din ve medeniyet teorilerini yeniden düzenleyerek, önce din ve mabed sonra medeniyetin ortaya çıktığına işaret etmektedir. Ayrıca Göbeklitepe ve diğer bölgelerden çıkarılan tarihi eser ve buluntular 2015 yılında açılan Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmeye başlanmıştır. MÖ. 2000 yılında Ur şehrinin bir ticari kolu olarak kurulduğuna inanılan Harran'ın Sümerce veya Akatça kervan veya geçit yeri anlamına gelen "Harran-U” kelimesinden türediği düşünülmektedir. Moğol İstilasında yıkılan tarihi Harran Üniversitesinin harabeleri ile tarihi Harran evleri görülebilir. Şanlıurfa’da Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan Selahattin Eyyubi Camisi’nin bulunduğu yerde Piskopos Nona tarafından 457 yılında yaptırılan Aziz Yuhannes (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyordu. Bu yapı aynı zamanda Adalet Sarayı olarak da kullanılmıştır. Selahattin Eyyubi döneminde bu kilisenin üzerine 900–1250 yılları arasında Selahattin Eyyubi Camisi yapılmıştır. Kilise kesme taştan dikdörtgen planlı ve üç nefli ve bazilika plan düzeninde yapılmıştır. Kilisenin üzeri içten beşik tonoz, dıştan da düz dam ile örtülüdür. Neflerin orta bölümü yan neflerden daha geniş ve daha yüksektir. Girişi batı yönünde olup, burada yedi bölümlü bir narteks bulunmaktadır. Camiye çevrildikten sonra narteks son cemaat yeri olarak kullanılmaktadır. Bu bölüm altı yuvarlak sütuna dayanmaktadır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bu pencerelerin kenarlarında yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır. Ayrıca yarım sütunların başlıkları üzerindeki haç taşıyan azizler ve kuş figürleri de yapının camiye çevrilmesinden sonra sıva ile kapatılmıştır. Bunun dışında yapı içerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır. Kilisenin apsisi yarım kubbelidir. Bunlardan orta apsis yan apsislere beşik tonozlu koridorlarla bağlanmıştır. Apsisler Suriye bazilikalarında görüldüğü gibi dışarıya çıkıntılı olmayıp, düz bir duvar şeklindedir. Yan apsislere bitişik olarak beşik tonozlu pastoforium (papaz hücreleri) eklenmiştir. Bu kilise ile ilgili eski fotoğraflarda yanında mezarlık bulunduğu ve kilisenin de düz bir çatı ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Yapı uzun yıllar harap durumda kalmış, bir ara elektrik santrali olarak kullanılmış ve 28 Mayıs 1993’te onarılarak Selahattin Eyyubi Camisi olarak ibadete açılmıştır. Urfa merkezindeki camilerin en eskilerindendir. Eski bir sinagog iken MS 435-436'da ölen Piskopos Rabula tarafından St. Stephon Kilisesi'ne dönüştürülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunların çok olması nedeni ile "Kızıl Kilise" olarak da adlandırılan yapının yerine, 1170-1175 yıllarında Nurettin Zengi tarafından inşa edilmiştir. Anadolu'daki çok ayaklı camiler grubunda olup, payeler üzerinde kıble duvarına paralel üç sıra çapraz tonozlarla örtülü, yatık dikdörtgen planlıdır. On dört sivri kemerli avluya açılan ve payeler üzerine duran çapraz tonozlarla örtülü son cemaat yeri, Anadolu'da ilk kez Şanlıurfa Ulu Cami'nde kullanılmıştır. Yapının sekizgen çan kulesi bugün minare olarak kullanılmaktadır. İbrahim'in Doğduğu Mağara ve Mevlid-İ Halil Camii İbrahim, Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağarada doğmuştur. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimlerin "Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir" demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini ister. Sarayın putçusu Azer'in hanımı bu mağarada gizlice İbrahim'i dünyaya getirir. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır. İbrahim'in doğduğu mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve birçok hastalığı iyileştirdiğine inanılır. Eyyüp peygamberin, MÖ 2100 yılında Suriye'de Şam ile Ramla arasında üst diyarı denilen ülkenin Desniye köyünde dünyaya geldiği rivayet edilmektedir. Cüzzam hastalığına tutulan Eyyüp Peygamber, Rahime adlı karısı ile mağarada çile çekmeye devam ederek Allah'a ibadetten vazgeçmez. Bütün ıstıraplarına rağmen Allah'a asi olmaz. Sonunda, Eyyüp Peygamber imtihanı kazanır, Allah tarafından belirtilen şifalı su ile yıkanarak iyileşir, hanımı ile kendisine mal ve evlat ihsan edilerek daha sonra uzun müddet yaşar. Şanlıurfa merkezinde bulunan Eyyüp peygamberin çile çektiği mağara, Eyyüp Peygamber Makamı olarak ziyaret edilmektedir. Harran'a 45 km mesafede, bir ören yeri olup mevcut kalıntılar Roma Devrine aittir. Yüzlerce kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Bu yapıların bazı duvar ve temel kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir. Şuayb şehri harabeleri arasında bir mağara, Şuayb Peygamberin makamı olarak bilinmektedir. MÖ 855 yılında Asur kralı III. Salmanassar tarafından zapt edildiği zaman Şitamrat adını taşıyordu. Yunanlar bunu değiştirerek Urima adını vermişlerdir. Süryaniler ise Kal'a Rhomeyta ve Hesna the Romaye adlarını kullanmışlardır. Şehir Arapların eline geçtikten sonra Kal'at-ül Rum adı takılmıştır. 2. yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez Romaion Koyla adını almıştır. 1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan mahalleleri beş gün süreyle yağmalandı. 1290 yılında bu kez Memluk Sultanı Eşref tarafından feth edildi. Ve son kez Memlükler tarafından tamir edilen şehre Kal'at-ül Müslimin adı verildi. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir, zamanımızda da kullanılan Urumgala ve Rumkale adlarını alarak 1954 yılında ilçe haline getirilmiştir. Bozova ilçesi Yeniköy Mezrası civarında bulunan bu mağaralar Roma döneminden kalmıştır. Yapılan çeşitli kazılarda Roma dönemine ait madeni paralara rastlanmıştır. ve aynı zamanda İNBAŞI ve KAHXNIK ) mağaralarıda çok eski bir tarihe dayanır. 2017-2018 Sezonunu, Şanlıurfaspor, 2.ligde, Karaköprü Belediyespor 3.ligde tamamlamıştır. Futbolda BAL’da 2 ve kadın liglerinde 1 takımı daha vardır. Basketbol E. 2.liginde 1, bölgesel liglerinde 2 takımı yer almıştır. Voleybol erkek 1.liginde Haliliyespor, 2. Liginde 2 takımı bulunmaktadır. Voleybol bölgesel liglerine 6 takımı katılmıştır. Ziraat Türkiye Kupası’nda, Karaköprü Belediyespor ilk turda Kilis Belediyespor’u elemiş, 2.turda Tarsus İdmanyurdu’na elenmiştir. Şanlıurfaspor 3.turda Pazarspor’u elemiş, 4.turda Orhangazispor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri:Şanlıurfa GAP Stadyumu (28.965), 11 Nisan Spor Salonu (5.000), Şanlıurfa Hipodromu (1.500)'dir. Ayrıca ilde yarı olimpik 11 adet yüzme havuzu vardır. İlin 13 ilçesi vardır. Kentte şehiriçi ulaşım otobüslerle sağlanmaktadır. İlde sadece bir havalimanı vardır. Bu da Şanlıurfa GAP Havalimanı'dır. Uşak (il) Uşak, Ege bölgesi'nde Batı ve Orta Anadolu'yu birbirine bağlayan İç Ege Bölümü'nde Gördes - Uşak Platosu üzerinde bulunan il. Uşak karayoluyla; İzmir'e 211 km, Ankara'ya 368 km ve İstanbul'a 491 km uzaklıktadır. Merkez ilçenin nüfusu 206.234 (TÜİK-2016) olarak tespit edilmiştir. 2016 yılı verilerine göre il nüfusu 358.736'dir. Uşak ilinde merkez ilçeyle beraber 6 ilçe, 6 belde ve 256 köy vardır. Uşak yöresi tarihin bilinen dönemlerinden beri bir yerleşim bölgesidir. Kentin bilinen en eski adı Temenothytiadır. Kent bu adı "Herakliler"den "Aristomakhos"un oğlu "Temenos"tan almıştır. Temenos, Roma İmparatorluğu dönemi sikkeleri üstündeki "Temenos Oikistes" (Kurucu Temenos) ya da "Ktistes" yazıtları ve Temenos tasvirleriyle bilinmektedir. Temenothyria, "Flavuslar"dan sonra Flaviopolis adını almıştır. İl merkezi Uşak'ın eski adı Uşşak'tır. Uşşak kelimesi iki anlama gelmektedir. Uşşak kelimesi "Aşıklar Diyarı" anlamına gelmektedir. Evliya Çelebi ünlü Seyahatname'sinde bu adı Aşıklar Diyarı olarak yorumlamıştır. Bunun yanı sıra "Anadolu'daki tarihi yer adları" kitabında Uşak isminin buradaki "Obsekion" kentinin isminden türediği yazılmaktadır. Uşak'ta saz ve söz ustası birçok aşık yaşamıştır. Aşıklar halk arasında dilden dile yayılan söylencelere de konu olmuştur. Bunlardan biri Evren Dede söylencesidir. Anlatılanlara göre bir zamanlar Uşak'ın Banaz ilçesinin günümüzde Evren Dede koruluğu denilen bölgesinde, türküler çalıp söyleyen bir Türkmen koca yaşamaktadır. Ezgiler o kadar güzeldir ki; ezgiyi duyan sese doğru koşar ve Evren Dede susmadıkça da yanından ayrılamaz. Bir gün gelir ve artık koruluktan ses gelmez olur. Koruluğa gidenler ise, Evren Dede'den hiçbir iz bulamazlar. Ama Uşak'lılar onun sazından gelen nağmelerin koruluğa sindiğine ve hala rüzgar estikçe onun sazının nağmelerinin duyulduğuna inanırlar. Ele geçen buluntular, Uşak ve çevresinin MÖ 4. binden itibaren iskan edildiğini gösterir. Kalkolitik çağ olarak adlandırılan bu devri takip eden Bronz çağında da bölgede yaşam devam etmiştir. MÖ 2. binde Anadolu'da ilk siyasi birliği kuran Hititler'in batısındaki Uşak, bu medeniyete sınır olmuştur. Afyon ve Kütahya illeri bu medeniyetin batıdaki son yerleşim alanlarıdır. MÖ 620 tarihindeki "Kimmer"i istilasından önce ve Hititler'den sonraki Frig medeniyetinin de batısında kalan bu bölge, aynı tarihlerde Lidya hakimiyetinde idi. Lidya Kralı "Krezüs"ün, Pers İmparatoru "Sirus"'a yenilmesinden sonra Uşak bölgesi Pers hakimiyetine geçti. Büyük İskender'in Anadolu' ya geçerek Persler' i yenilgiye uğratmasıyla Uşak' ta Makedonya krallığı denetimine geçti. Daha sonra Bergama Krallığı topraklarına katılan yerleşim, MÖ 189'da konsül Gnaeus Manlius Vulso' nun Galatlar'a düzenlediği seferde Roma topraklarına katıldı. Roma İmparatorluğu' nun MS 395 yılında ikiye bölünmesiyle Uşak, Bizans egemenliğine girdi. 1069/1070 yılında Emir Afşin komutasındaki orduların Üsküdar' a kadar olan akını sırasında Uşak'ta kısa süreli Selçuklu egemenliğine yaşandı. 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Türkler hızla Anadolu içlerine yayılmaya başladı. Uşak ve yöresi de Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından 1076'da Bizans'tan alındı. I. Haçlı Sefe
rine kadar Uşak Selçuklu egemenliğinde kalmış, 1097 yılında meydana gelen Dorileon Muharebesi (1097) sonrasında Uşak ve yöresi 10̈98 yılında Bizans egemenliğine geçti. Haçlı seferlerinden sonra Konya'yı kendilerine merkez edinen Selçuklular yeniden toparlanmaya başladılar. 1182'de Uşak ve yöresini yeniden ele geçirdiler. Ancak bu sıralarda Selçuklular'ın taht kavgasıyla uğraşmasından yararlanan Bizans bölgeyi yeniden ele geçirdi. Uşak ve çevresi Selçuklu egemenliğini altına ancak I. Alaeddin Keykubad zamanında 1233'te girdi. Germiyanoğulları, Uşak ve Kütahya illerinin tarihinde önemli bir paya sahiptir. Germiyanoğulları, III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Anadolu Selçuklu Devleti'nin batı sınırına yerleşmiştir. Germiyanoğulları, II. Gıyaseddin Mesud döneminde Anadolu Selçuklu Devleti ile mücadeleler girişmiş ve Selçuklu Devletinin parçalanmasıyla Uşak' ın da içinde olduğu geniş bir bölgeye egemenlik kurmuştur. 1390-1402 yılları arasında Osmanlı idaresinde bulunan Uşak, Ankara Savaşından sonra 1429 yılına kadar Germiyanoğulları beyliğinin yönetiminde bulundu. Germiyanoğlu II. Yakub Bey' in vasiyeti üzerine Uşak' la birlikte tüm beylik toprakları Osmanlı Devleti'ne katıldı. Osmanlılar döneminde Uşak, Anadolu eyaletinin Kütahya Sancağı'na bağlı bir kazaydı. 1867 yılında merkezi Bursa olan Hüdavendigâr Vilayetine bağlanan Kütahya Sancağı'nın kazası oldu. 1908 yılında Kütahya Sancağı mutasarrıflık yani bağımsız sancak oldu. Uşak'ta bu tarihlerde sancak yapılan diğer yerlerin arasına katılmak için ya da Aydın sancağına bağlanmak için çabaladıysa da kaza olarak kaldı. Eşme ilçesi ise önce Anadolu eyaletine bağlı Saruhan sancağına bağlıydı. Manisa merkezli bu sancak, 1847 yılında Saruhan, Biga (merkezi Çanakkale ve Karesi (merkezi Balıkesir) sancaklarından oluşan Saruhan vilayetine, 1867 yılında merkezi İzmir olan Aydın vilayetine bağlanmıştır. Uşak, Osmanlı döneminde Suhte ve Celali isyanları dönemleri hariç tutulursa sakin ve barış içinde yaşadı. Celali isyanlarının devamında 1603-1610 yıllarında "Büyük kaçgunluk" olarak adlandırılan dönemde "Hayalioğlu" adlı Celali reisi Uşak ve çevresinde yıkıma sebep oldu. Suhte ve il erleri Celaliler' e karşı mücadelede bulundular. Bu dönemde Celali tehditlerine karşı Uşak şehrinde "Şah İshak" kalesi inşa edildi. 18. yüzyılın sonlarına doğru Uşak Voyvodası Acemoğlu olayı patlak verdi. Osmanlı güçleri Uşak ve civarında halka zulüm ve baskı yapan Acemoğlu Ahmed üzerine harekete geçti. Uşak' ın Öksüz köyü yakınlarında yapılan savaşta Osmanlı güçlerinin yenilerek çekilmesiyle Acemoğulları Uşak' a yerleşti. 1795 yılında Acemoğlu' nun öldürülmesiyle Uşak' ta denetim sağlanabildi. 19. yüzyılın sonlarına doğru Hacı Muradoğlu adındaki bey isyan ederek Şah İshak kalesine çekilmiş ancak öldürülmesiyle isyan bastırılmıştır. 1916 yılında da Uşak ve civarında çete faaliyetleri yaşandığı kayıtlarda görülmektedir. Köylüler, devlet görevlilerine ve Celaliler'e karşı Suhteler'le güç birliği etti. "Hayalioğlu" adında bir Celali, Uşak çevresini kasıp kavurduğunda Suhteler, il erleri ile birleşerek Celaliler'e karşı çıktılar. 18. yüzyılda ayanların güç kazanması, bunların halka baskı yapmasına da neden oluyordu. Bunun Uşak'taki örneği de Uşak ayanı "Çevreoğlu Ahmed" olayıdır. 1778'de Banaz ve Uşak kadılarının merkeze gönderdikleri mektuba göre Çevreoğlu Ahmed ve kardeşi "Kadı Süleyman" ile yardakçılarından "Çöyke Mustafa" uzun süreden beri halka baskı yapmaktaydılar. "Harmende Aşireti"nin vekillerinden "Osman" öldürülmüş, mal ve hayvanlarına el konmuştu. "Caber ve Çakal Aşiretleri"ne de baskı yaparak bunları İzmir'de oturmaya zorlamışlardı. Ayrıca gelen geçen yolculara da saldırıyorlardı. Ulu Göben Köyü'nün pazarına giden bir Hristiyanı öldürüp, beraberindeki Hacı Mustafa'yı ve başkalarını da yaralamışlardı. Buna benzer daha birçok olaya sebebiyet vermişlerdi. Bu olaylar üzerine Anadolu Beylerbeyi olaya müdahale etmek ve devlet otoritesini yeniden kurmak üzere görevlendirilmişti. Ancak Çevreoğlu'nu yargılayacak mahkeme her nedense bir türlü toplanamadı ve Çevreoğlu'nun etkinliği bir süre daha devam etti.Yine 18. yüzyılda İbrahim Kethüda, Anadolu Beylerbeyi'ne bağlı kethüdalık görevinde iken önce Antep'te ardından Hayfa'da çıkan isyanları bastırmaya memur edilir. Kendisine verilen emirleri yerine getirip, isyanları bastıran İbrahim Kethüda ya,hizmetlerinden dolayı Sancakbeyliği rütbesi uygun görülür. Ancak bu görevi kabul etmeyen İbrahim Bey, Uşak'ın güneyine düşen toprakların tımarına razı olur. İstanbul Hükümeti'nin tutumuna karşı Mustafa Kemal önderliğinde başlayan, "Milli Kurtuluş Harekatı", yurdun dört köşesinden destekleniyor ve yer yer Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kuruluyordu. Uşak'ta da İbrahim Tahtakılıç başkanlığında Uşak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Yunanlar İzmir'e asker çıkarmışlar ve Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlamışlardı. Bu sıralarda Uşak da hummalı bir faaliyet içindeydi. Halk, Uşak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni destekliyordu. "Alaeddin Tiritoğlu", mahallen teşkil edilen ve kendisinin idare ettiği ufak bir milli kuvvetin kumandanı idi. Ayrıca 1920 yılında kurulan "Uşak Hücum Taburu"ndan başka, ihtiyat erlerinden 250-300 kişilik silahlı "Uşak Milli Piyade Taburu" kuruldu. Kısa bir süre sonra merkez, bucak ve köylerden dört bölüklü "Uşak Süvari Alayı" meydana getirildi. Bu sıralarda Uşak'ta bulunan Kuva-yi Milliye ve 23. Fırka (tümen) komutanı İzzettin Çalışlar, ilerleyen Yunan kuvvetlerine karşı koymak için İnay İstasyonu'na Uşak Hücum Taburu'ndan bir bölük göndermişti. Ayrıca cephe komutanlığı, Simav mıntıkasında toplanmış Yunanlar'a karşı taarruza geçen kuvvetlerin, Uşak'ta bulunan birliklerle ve Uşak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin yardımıyla desteklenmesini emretmişlerdi. Bu emir üzerine "23. Fırka Kumandanlığı", diğer kuvvetlerle birlikte, Jandarma Yüzbaşı İsmet İnönü kumandasındaki Uşak Hücum Taburu'nu Demirci'ye göndermişti. Çok az olan cephane ve bombalar da bu taburla birlikte yollanmıştı. Bu sebepten Uşak Cephesi zayıflamıştı. Fırkanın Uşak cephesinde kalan 68. ve 69. alayları, er, at, silah ve giyim itibarıyla zayıf idi. Elde güvenilecek ihtiyat kuvveti olarak yalnız Uşak Milli Piyade Taburu ile Uşak Milli Süvari Alayı kalmıştı. 27 Ağustos 1920 günü düşman kuvvetleri, Alaşehir'den seri bir hareketle Uşak istikametinde taarruza geçtiler. Uşak'taki 23. Tümen'in 1500 mevcudu vardı. Tümen, Uşak'ı örtmek ve müdafaa etmek için Sarayköy-Karakuyu-Karahasan köyleri hattında mevzilenmiş ve sol yanı ile Selikler köyüne kadar uzanmıştı. Kurban Bayramı izni yüzünden Uşak'ta mevcutları az olan Uşak Milli Piyade ve atlı bölükleri bırakılmıştı. Bunlar da Sarayköy üzerine ilerleyen Yunan kuvvetlerine karşı cephe almak üzere o istikamete kaydırılmışlardı. Yunanlar Sandıklı Köyü-Saray Köyü hattına yanaştı. Bu suretle Uşak muharebesi başladı. Yunanlar, "Musa" çetesinin kılavuzluğu ile gece karanlığında Sarayköy ve Külköy arasında bulunan yüksek kayalara çıkmaya muvaffak oldular. Daha o gün, Demirci muharebelerinden dönen 44 ve 108 mevcutlu iki tabur ile Uşak'ta bulunan bir hücum bölüğünün geceleyin Yunanlara karşı yaptıkları taarruzla, bu tepeleri ele geçirmek mümkün olmadı. 28 Ağustos sabahı muharebe, düşmanın üstünlüğü ile devam etti. Düşman en az 12000 piyade ve kuvvetli topçu ve süvari birlikleri ile taarruzun ağırlığını Karakuyu ile Külköy arasında bulunduruyordu. Yunanlar yerli halkın direnmesine rağmen 29 Ağustos 1920 tarihinde Uşak'ı işgal ettiler. Uşak'ın işgal altında kaldığı tam iki sene içinde Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Garp Cephesi'ni kuvvetli bir hale getirdi. Garp Cephesi Kumandanı İsmet İnönü, İnönü Savaşları'nı kazandı. Ordular Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan ordusunu yendi. Bunu Mustafa Kemal Paşa'nın Afyon-Dumlupınar Meydan Muharebesi zaferi takip etti. Mustafa Kemal Paşa'nın idare ettiği Türk kuvvetleri 30 Ağustos 1922 tarihinde Murat Dağları'nın doğu eteklerinde Çal Köyü mıntıkasında Yunan ordularının büyük kısmını kuşatarak yok etti. Türk ordularının imha hareketinden kurtulabilen ve "General Franko" kumandasında toplanan I. ve II. Yunan piyade tümenleriyle, bir süvari tugayı ve meşhur "Palantras Müfrezesi", I. kolordunun taarruzu karşısında 30 ve 31 Ağustos günlerinde Hallaçlar-Kaplangı dağı hattında kesin bir mağlubiyete uğratıldı. General Franko, 1 Eylül 1922 günü ümitsiz bir halde Uşak'ın "Kapaklar-Kusura Deresi-Elma Dağı" hattında tutunmaya çalıştı. Sonra da Karlık istikametinde ilerleyen 6. Tümenin önünde tutunamayarak kaçtı. Birlikler, 1 Eylül 1922 günü ikindi vakti Uşak ovasında şehre doğru süratle ilerlerken, şehir yanıyordu. Bu sırada şehre ilerleyen birliklerin başında Kumandan İzzettin Çalışlar bulunuyordu ve 2 Eylül 1922'de Uşak işgalden kesinlikle kurtuldu.1 Eylül Uşak'ın kurtuluşu olarak kutlanır. Uşak için gurur kaynağı olan konulardan biri de Yunan başkomutanı Trikopis' in, Eylül 1922'de Atatürk'ün komutasında bulunan Kafkas Tümen Komutanı Halit Bey tarafından Uşak'ta yakalanmasıdır. 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Muharebesi'nde bozguna uğrayan Yunan Ordusu'nun büyük bir kısmı, Dumlu, Büyükoturak, Banaz, Kızılhisar ve Kapaklar üzerinden Uşak'a doğru çekilirken Yunan orduları başkomutanı General Trikopis'in de içinde bulunduğu büyük bir birlik, Comburt Ovası'nı geçerek 2 Eylül 1922 günü Aşağıkaracahisar köyüne gelmişti. Aynı gün 5. Kafkas Tümeni'ne mensup birlikler, muhtelif savaşlar vererek ve Elma Dağı'nın güneydoğusunda bulunan Göğem Köyü'nün doğu yakasına yaklaştığında, Karacahisar ve "Çamyuva (Mıngırap") köylerinin yanmakta olduğu haberini almışlardı. Bir müddet sonra küçük rütbeli bir Yunan subayı, tümen kumandanının yanına gelerek General Trikopis'in teslim olmaya karar verdiğini söyledi. "5. Kafkas Fırkası Kumandanı Halit Bey", Liva Komutanı Hopalı Ali Rıza Bey'e Yunan subayının getirdiği haberi bildirdi ve gidip Yunanlar'ı teslim almasını emretti. 2 Eylül 1922 gecesi saat 22:30 sıralarında Süvari Bölüğü Komutanı Sivaslı Yüzbaşı Ahmed Bey, esir generaller ile maiyetlerini Bölmeli Tepe'deki "(Ç
akmaklı Tepe)" 5. Kafkas Fırkası Komutanı Albay Dadaylı Halit Bey'in (Halit Akmansü) yanına getirdi. Yunan komutanının Uşak’ta Atatürk'ün huzuruna çıkarıldığı ev şu an müze olarak ziyarete açıktır. 15 Temmuz 1953 tarihine kadar Kütahya'nın ilçesi olan Uşak, kendisine bağlı Sivaslı, Ulubey, Banaz ve Karahallı bucaklarının ilçe haline getirildiği düzenlemeyle il olmuştur. Aynı tarihe kadar Manisa'nın ilçesi olan Eşme ilçesi de (Güre, Sirge ve İnay bucaklarıyla birlikte), Uşak'a bağlanmıştır. Bu yıldan sonra Kütahya ili Gediz ilçesinden 13 köy ve Altıntaş ilçesinden 3 köy; Manisa ili Selendi ilçesinden 1 köy ve Afyonkarahisar ili Sandıklı ilçesinden 1 köy Uşak'a bağlanmıştır. Atatürk Uşak'a ilk defa 2-3 Eylül 1922 tarihinde komutan olarak, ikincisi 16 Ekim 1925 tarihinde cumhurbaşkanı olarak ve üçüncü defa ise 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte gelmiştir. Ayrıca Atatürk'ün eşi Latife Hanım da İzmir'deki Uşaklı tüccarlar ailesi olan Uşşakizadelerdendir. Uşak'ta Lidya, Frigya, Hellen, Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok uygarlığın izleri görülebilmektedir. Uşak'la ilgili geçmişe ait bilgilerden birini, ünlü gezgin Katip Çelebi, Cihannüma isimli eserinde verir: "Uşak, Kütahya’dan batıya bir merhale Murat Dağı yakınında, bir dere içinde kaleli bir kasaba, 150 adet köyü bulunan mamur bir kazadır. Kasabası geniş bir ovanın doğusuna düşüp köyleri o ovada bulunmaktadır. Seccade ve halısı meşhurdur." Bir diğer gezgin Evliya Çelebi ise Uşak halısı hakkında bilgiler verir. Seyahatname'de, Uşak halısının çok kıymetli olduğu ve değişik bölgelere ihraç edildiği yazılıdır. Evliya Çelebi Uşak'ta Rum ve Ermeniler'in kalabalık bir nüfusa sahip olduğundan da bahseder. Tarih boyunca Uşak'ta Türklerle birlikte Rum ve Ermeniler dostluk içinde yaşamışlar. Wilhelm Von Bode ve Ernest Kühnej adlı iki Alman araştırmacı Uşak halıcılığına dair yaptıkları ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde birkaç basımı yapılan eserde; gerek Hollanda ve gerek Birleşik Krallık'taki yüksek sınıfa mensup ailelerin evlerinde 18. yüzyıldan kalma Uşak halılarının bütün odaları kaplamakta olduğundan bahsederler. Bugün de Berlin Bergama Müzesi'nde sergilenmekte olan 15. yüzyıla ait madalyon tipli büyük halı Uşak halılarının o dönemdeki değerine bir örnek teşkil eder. Uşak ili komşu iller olan Kütahya ve Afyonkarahisar gibi Ege Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesi arasında bir geçit oluşturan İç Batı Anadolu Bölümü üzerinde yer alır. Genel olarak ilin kuzey, kuzeydoğu ve doğu kesimleri dağlarla ve güneybatısı yüksekliği 1000 metrenin altında olan ovalarla kaplıdır. Uşak'ın kuzeyinde Kütahya iline bağlı Şaphane, Gediz ve Dumlupınar ilçeleri, doğusunda Afyonkarahisar iline bağlı Sinanpaşa ve Hocalar ilçeleri, güneyinde Denizli iline bağlı Çivril, Bekilli, Çal, Güney ve Buldan ilçeleri, batısında ise Manisa iline bağlı Sarıgöl, Alaşehir, Kula ve Selendi ilçeleri bulunmaktadır. İl toprakları 5341 km²'lik yüzölçümüyle Türkiye alanının yaklaşık % 0,7'sini kaplar. Murat Dağı, Bulkaz Dağı ve Ahır Dağı ilin kuzey, kuzeydoğu ve doğudaki doğal sınırını oluşturur. Bu dağlar il topraklarını Kütahya ve Afyonkarahisar'dan ayırır. İl topraklarında ağırlıklı yeri platolar tutar. Dağlar, il topraklarının % 37'sini kaplar. Uşak'taki dağlar ilin kuzey, kuzeydoğu ve doğu kesiminde bir silsile halinde bulunmaktadır. Uşak-Kütahya sınırındaki Murat Dağı 2312 metre yüksekliğiyle ilin en yüksek kesimini oluşturur. İlin ikinci yüksek dağı Sivaslı ilçesinin doğusunda, yüksekliği 1990 metre olan Bulkaz Dağı'dır. Bu dağın doğu kesimleri Afyonkarahisar ili sınırları içinde kalır. Uşak Ovası'nın kuzeyinde yer alan Elma Dağı'nın yüksekliği ise 1805 metredir. İl alanının % 57,5 gibi büyük bir bölümünü kaplayan platolarda yer yer tepelik alanlara rastlanır. Uşak ilindeki dağlar şunlardır: Bunların dışında Eşme ilçesinde yükseklikleri 1000-1200 metre civarında olan Kemer, Omurbaba, Ahmetler ve Kurtdağı tepeleri ormansız ve çıplak tepelerdir. Karahallı ilçesinde önemli özelliği olan dağ yoktur. Ulubey ilçesinde ise son yıllarda Türkiye'nin en büyük altın madenlerinin (105 ton rezerv) tespit edildiği 1200 m. yükseltili Kışla Dağı bulunmaktadır.Kanyonunuda bulunmaktadır. Bu kanyonun özelliği, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Grand (Büyük) Kanyon'dan sonra Dünyanın 2. büyük kanyonu olmasıdır. Uşak il topraklarının % 5,5'ini ovalar kaplar. Uşak ilinde ovaların en önemlileri, Büyük Menderes'in kollarından olan Banaz Çayı etrafında gelişen 900 m. yükseltili Banaz Ovası ile bunun batısındaki 880 m. yükseltili Uşak Ovası'dır. Ayrıca Sivaslı Ovası (930 m.) ve Sirge Ovası (410 m.) da Uşak'taki ovalardan bazılarıdır. Uşak'ta iki önemli ırmak vardır. Bunlar Büyük Menderes'in kolu olan Banaz Çayı ve Gediz Nehri'dir. Ayrıca Banaz Çayı ve Gediz Irmağı'na katılan çok sayıda küçük akarsu vardır. Uşak, Akdeniz yağış rejiminin etkili olduğu bir alandadır. Yağışlar en çok kış aylarında görülür. Yaz ayları ise kuraktır. İlde yağışlar ilçelere göre de farklılık gösterir. En çok yağış alan ilçe Banaz, en az yağış alan ilçe ise Eşme'dir. Uşak'ta egemen olan rüzgarlar; günbatısı, gündoğusu ve karayeldir. İl merkezinde ortalama rüzgar hızı saniyede 2,8 metredir. Batı rüzgarları Uşak'ta en hızlı esen rüzgarlardır. Bu rüzgarların hızı saniyede 29,6 metreye kadar yükselir. Uşak, Ege ve İç Batı Anadolu Bölgeleri arasında geçit yeri olduğundan bitki örtüsünde de her iki bölgenin özellikleri göze çarpar. Ancak Uşak, Ege Bölgesi'ne göre daha soğuk olduğundan Ege Bölgesi'nin tipik bitki örtüsü olan zeytine pek rastlanmaz. İlde, dağlarda çok sık ormanlara rastlanır. Çok çeşitli ağaç türlerinin olduğu bu ormanlarda yaygın ağaç türleri; meşe, karaçam, kızılçam, dişbudak, ahlat, karaağaç, çınar ve ardıçtır. 1924 Türk Ticaret Salnamesinde Uşak merkezinin nüfusu 15 bin, Uşak kazasına bağlı nahiye ve köylerin (150 civarında köy ve Karahallı, Ulubey ve Banaz Nahiyeleri) nüfusu ise 70 bindir. Buna göre 1924' te Cumhuriyet' in 1. yılında Uşak ta 85 bin kişi yaşamaktadır. 1926 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Devleti Salnamesinde ise Uşak' ın nüfusu 91.298 kişi olarak verilmektedir. Cumhuriyet Devrinin ilk nüfus sayımı 28 Ekim 1927 de yapılmıştır. Bu sayım sonuçlarına göre Uşak Kazası' nın toplam nüfusu 88.463 olarak tespit edilmiştir. Bunun 40.965 i erkek. 47.678 i kadındır. Yine aynı nüfus sayımı sonuçlarına göre merkez nüfusu 16 887' dir. İlçe sayısının az olması, merkez ilçenin gelişen sanayisiyle göç alması ve ilçelerde nüfus artışının az oluşu nedeniyle merkez ilçenin genel nüfus içindeki payı sürekli artmıştır. 1965 yılında nüfusun % 37' si merkez ilçede yaşarken 2014 yılında bu oran % 66 seviyesine yükselmiştir. Merkez ilçe ağırlıklı bir nüfusa sahip Uşak, bu ağırlığını diğer alanlarda da hissettirmektedir. 2016 yılı verilerine göre il nüfusunun %19,36’i 15 yaşın altında; %69,44’i 15-64 yaş arasında; %11,21’i 65 yaş üstü nüfusu oluşturmaktadır. Uşak İli Nüfusu: 358.736'dır. Bu nüfusun %74,38'i şehirlerde yaşamaktadır (2016 sonu). İlin yüzölçümü 5.555 km²'dir. İlde km²'ye 65 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 147’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,61 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 60 mahalle ve ayrıca 256 köy vardır. Uşak ili nüfusu: 364.971'dir. Bu nüfusun % 74,43'ü şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 5.555 km²'dir. İlde km²'ye 65 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 147’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 1,74 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 12 belediye, bu belediyelerde 62 mahalle ve ayrıca 256 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 3,07)- Ulubey (-% 2,47). Cumhuriyet'in ilk sayımından günümüze kadar Uşak Merkez nüfusu: Görüldüğü gibi 1950'li yıllara kadar Türkiye'nin nüfus artış eğiliminin benzeri bir artışa sahip Uşak 20.000'in altında nüfusa sahipti. 1950 sayımında, o tarihte bağlı bulunduğu Kütahya il merkezini nüfus olarak geçmiş (Uşak: 19.636, Kütahya: 19.448) ve 1953 yılında il olmuştur. 1955 sayımından itibaren ülkede görülen kentleşme atılımıyla birlikte hızla göç almış ve büyümüştür. Nüfusu son 50 yılda 6 kat; son 20 yılda ise yaklaşık 2 kat artmıştır. İlçelerinden Banaz ilçe merkezi, en hızlı büyüyen ilçedir. Banaz 1935'te 662 nüfuslu bir bucak merkeziyken; 1953'te ilçe olmuş, 1955'te 2304 nüfusuyla Uşak ilinin en küçük ilçe merkezi olmuştur. Ankara - İzmir karayolu üzerinde yer alması sebebiyle diğer ilçeler göre daha hızlı gelişmiştir. 2016 yılında merkezinin nüfusu 16.553 kişi olmuştur. Eşme ilçesi esas geçim kaynağı olan tarım nedeniyle daha yavaş bir büyüme sergilemektedir. Son yıllarda ilçede gelişen kanatlı et üretimi ve hayvancılık sayesinde yeniden büyümeye başlamıştır. 1970'te 6.200 olan ilçe merkezi, 2016'da 15.004'e nüfusa ulaşmıştır. Karahallı ilçe merkezi 1953'te ilçe olduğu tarihte Uşak'ın en büyük ilçe merkezi iken, 2007 sayımına göre en küçük ilçe merkezi durumuna gelmiştir. (1955: 4.922; 2016: 4.010) Bu durumun başlıca sebebi, ekonomisinde tarımdan çok dokumacılığın önemli olması ve ülkede gelişen teknolojiye karşın, ilçede geleneksel üretimin rekabet edememesi dolayısıyla ilçenin göç vermesi. Bu durumu önlemek için son yıllarda ilçeye Organize Sanayi Bölgesi yapımına başlanmıştır. Özellikle İstanbul ve Bursa'ya göç etmiş Karahallılar ilçeye yatırım yapmaya başlamıştır. Sivaslı ilçesi Banaz'dan sonra 2. sırada nüfus artışına sahip ilçedir. Özellikle ilçede çilek tarımının başlatılmasıyla ilçe büyümeye başlamıştır. İlçe olduğu tarihte 3000 kadar nüfusa sahip olan Sivaslı günümüzde 7036 nüfusa sahiptir. Ayrıca ilçe 5 tane kasaba barındırmaktadır. Ulubey ilçesi ise Karahallı'dan sonra en fazla nüfus kaybeden ilçedir. 2000'lere kadar 19.000 - 20.000 olan ilçe nüfusu, 2016'da 13.135'e düşmüştür. Bunun başlıca nedeni il merkezine olan göçler olarak gösterilebilir. İlçe merkezi ise 1955'ten bugüne kadar 5000 civarında değişen durağan bir nüfusa sahiptir. Uşak ilinde ekonomik hayat; tarımsal faaliyetler, hayv
ancılık ve süt ürünleri imalatı, tekstil ve deri ürünleri imalatı, gıda ürünleri imalatı, madencilik, seramik ürünleri imalatı oluşturmaktadır. Tarımsal faaliyet olarak tarla bitkileri, meyve ve sebze üretimi ele alındığında; fiğ vb yeşil ot, arpa, buğday, şekerpancarı ve mısır başlıca tarla ürünlerini oluşturmaktadır. Meyvecilikte üzüm üretimi ön plana çıkmaktadır. Bunun yanı sıra elma, kiraz, vişne ve armut diğer önemli meyvecilik ürünleridir. Kuruluşundan itibaren geçiminin önemli bir kısmını topraktan elde eden Uşak, tarihi gelişimi içinde halısı, kilimi ve buna benzer el sanatlarıyla da tanınmıştır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Uşak Şeker Fabrikası'nın kurulmasıyla bir sanayi şehri görünümüne kavuşmuştur. Dokuma, tabakçılık, trikotaj ve toprak sanayisi ile irili ufaklı imalathane ve fabrikaları da içinde barındıran bir ekonomiye sahiptir. Uşak, Türkiye'de ilk sanayi kuruluşlarının ortaya çıktığı illerden biridir. Uşak'ta imalat sanayiinin kurulmasında belirleyici rolü halıcılık oynamıştı. Bölgede dış pazara yönelik üretimin gelişmesi ister istemez halı dokumacılığında kullanılan girdilerin bölgede üretilmesini gerektiriyordu. Halıyla ilgili girdilerin bir bölümü geleneksel yöntemlerle yapılıyordu. Ancak üretimin artmasıyla geleneksel olarak üretilen girdiler talebi karşılayamıyordu. Bu durum fabrikasyon üretimi zorunlu hale getiriyordu. Uşak'lı tüccarlar ilk yün ipliği fabrikasının yapımına giriştiler. İlk olarak 1905'te Bıçakçızade Biraderler ve Mehmet Zeki Kumpanyası İplik Fabrikası açıldı. Bunu 1917'de açılan Hamzazadeler ve Şürekası Şayak Fabrikası izledi. 20. yüzyıl başlarında Türkiye'de çok az sayıda fabrika olduğu düşünülürse, Uşak'ta iplik fabrikalarının Uşak'lı girişimciler tarafından kurulması ve yaşatılması dikkat çekicidir. 1913 yılında yapılan sanayi sayımına göre Türkiye'de yün ipliği üreten ve yün dokumacılığı yapan 13 kuruluş vardı ve bunun üçü Uşak'taydı. Alaşehir-Afyon demiryolunun 1869 yılında tamamlanmasıyla İzmir Metropolü ile Uşak arasında ulaşım kolaylaşmış ve kilim ve halı ticareti daha da canlanmıştır. Bu yüzden Uşak garının tarihi çok eskilere dayanır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Uşak, Türkiye'nin sanayileşme hamlesine önderlik eden bir il olmuştur. Türkiye'nin ilk şeker fabrikalarından biri olan Uşak Şeker Fabrikası1926'da işletmeye açılmıştır. Uşak Şeker Fabrikası, Cumhuriyet tarihindeki ilk özel yatırımdır. 1970'lerden sonra Uşak imalat sanayiinde yeniden bir canlanma olmuştur. Büyük bir bölümü yerel sermaye tarafından gerçekleştirilen ve imalat sanayiinin çeşitli alanlarına dağılan çeşitli yatırımlar gerçekleştirilmiştir. Uşak kamu yatırımı almadan büyüyen bir ildir. Bu durum, halkın ticarete olan ilgisine bağlanabilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'nin sanayileşme hamlesine öncülük eden Uşak, bu görevine zaman içinde de devam etmiştir. Ana üretim konusunu tekstil, deri ve seramik oluşturmaktadır. Hali hazırda Türkiye'de tüketilen zig derinin % 60'ı, gazlı sargı bezinin % 91'i, pelüş battaniyenin % 90’ı, yün ipliğin % 65’i, seramiğin % 22’si Uşak’ta üretilmektedir. Şehirde son tespit edilen durumlardan biri de; Türkiye'nin ve Avrupa'nın en zengin altın maden yataklarının Uşak'ta olmasıdır. Eşme'de el yapımı kilim, Sivaslı ilçesinde; çilek üretimi çok yoğundur. Banaz ilçesi de kiraz üretimi konusunda öncüdür. Sivaslı, Eşme ve Banaz'da Haziran ayı içerisinde festivaller düzenlenir. Uşak eskiden beri kültür ve eğitim çalışmalarına önem vermiş bir ildir. 1671 yılında Uşak'a gelen Evliya Çelebi, eserinde burada "alim ve ileri gelenlerin" çok olduğundan bahsetmiştir. Cumhuriyet'in ilanından önce Uşak'ta faaliyet gösteren 26 medrese ve çok sayıda mektep bulunmaktaydı. Uşak ili Uşak üniversitesi ve kaliteli eğitim veren liselerini bulundurması bakımından da önemli bir ilimizdir. Uşak Fen lisesine her yıl çevre ilçe ve illerden pek çok öğrenci gelmektedir. Bazı meraklıların ve halk müziğine gönül vermiş birkaç Uşaklının sayesinde birçok Uşak halk türküsü radyo repertuarlarında bulunmaktadır.bunlardan bazıları arpalar hasır oldu,aşağıdan gelir yörük evleri,aşağıdan geliyor fadimem,aşağıdan geliyor gül ayşe,ay bulutta,ayağında mesi var,ayşe dedim adına,bahçenin harımıyım,bahçenizde güren var,binnaz kızı naz kızı,çattılar kazan taşını,çay başında çırpınıyor baykuşlar,çeşmeden döndü geliyor,çeşmeden dudu geçti,ekinler ekilirken,evlerinin önü kuyu,evlerinin önünde bulgur dibeği,evren köyün alt yanında bostanı,ey su yolu,feslikanım dam başında,karanfil oylum oylum,göç dereden gece geçtim,gül kurusu kalburda,hadi gidem garadaşa,hani benim yemenim,harman yeri düz düze,islicenin çeşmeleri,ince karanfildir kavganın başı,islamoğlu,karşı karşı evimiz,kiremitte buzmusun,küp dibinde bulgurum,meleme koyunum vaz geç kuzundan,nazoğlunun biber gibi benleri,ormandan gel,pabucumun beli kırık sürürüm,paşa beyin merdivenden inişi,penceresi yeşil perde,portakalın sarısı(memduh bey)siyah keten carım var,sizin dükkân bizim dükkân demirden,uzun uzun kamışlar,vardım takmak hanına,yılan aktı kamışa,yordu beni evinizin yokuşu vs.. Uşak'ta Batı Anadolu ağzı kullanılmaktadır. İlden E-23 karayolu geçmektedir. Bu açıdan Uşak önemli bir yerdedir. Tarihi ve doğal zenginliklere sahip olmasına rağmen tesis azlığı ve yetersiz tanıtım nedeniyle turizm sektörü Uşak'ta yeterince gelişememiştir. İl merkezindeki mesireliklerin yanında Banaz ilçesinde Evrendede ve Çokrağan, Sivaslı ilçesinde de Evrenli (Doğal Park) Mesire Yeri bulunmaktadır. ayrıca Ulubey Kanyonu, ABD'nin Arizona Eyaleti sınırları içerisinde bulunan Büyük Kanyon'dan sonra dünyanın en büyük 2. kanyonudur. Uşak ilinin Ulubey ilçesi sınırları içerisinde bulunan kanyon. ABD'nin Arizona Eyaleti sınırları içerisinde bulunan Büyük Kanyon'dan sonra dünyanın en büyük 2. kanyonudur. Bugüne kadar bilinmeyen kanyon, Ulubey Çayı ve Banaz Çayı boyunca devam eden bir ana kanyon ile buna bağlanan onlarca büyük yan kanyonlardan oluşur. Ulubey çayı, bütün kanyonu adeta saklı bir cennete çevirmiştir. Akse Çamlığı 70 hektar genişliğindedir. Uşak'a uzaklığı 4,5 km olup Kurtbaba mevkiinde bulunmaktadır. Mesire yerinin asli ağaç türü kızılçamdır. Çamların yaş ortalaması 50-100 yıl arasında değişmektedir. Topografik durum açısından fazla arızalı değildir. Birkaç kuru dere ile vadilere ayrılmış durumdadır. Çamlığın yolu her araç için her zaman gidiş ve gelişe müsaittir. Yunan başkumandanı General Trikopis'in esir alındığı tepeyi ve bu tepede dikilen zafer anıtını görüş sahası içine alan bu çamlık Uşak'a 15 km uzaklıktadır. 1961 yılında bölmeli tepeye anıt inşa olunurken bu çamlığa da valilik ve İller Bankası'nca üç adet dinlenme evi yaptırılmıştır. Merkeze 3 km uzaklıkta ve Uşak-Sorkun yolu üzerinde, dere yolu bağları arasındadır. Bir zamanlar Evliya Çelebi'nin de ziyaret edip beğendiği tarihi bir mesireliktir. Yenileme çalışmaları 2009 yılında bitmiş, alan genişletilmiş ve çevre düzenlemesi yapılmıştır. Uşak'a en yakın bir su başı olan ve Ankara-İzmir asfaltının dibinde bulunan bu mesirelik meyilli bir dere içindedir. Ilıcaksu'dan Değirmenderesi'ndeki su değirmenleri yararlanmaktadır. İzmir yolunun 5. km'sinde, yeşillikler ve çiçekler içinde bir dinlenme yeridir. Parkta Uşak yemeklerini tatma imkânının yanında spor yapma ve kayığa binme gibi aktiviteler de mümkündür. Bölme beldesi etrafinda Şakşak, Kocal, Küçükçeşme, Cingöz, Kocaçeşme, Üyücek ve Aşıgöz mevkileri piknik alanı olarak kullanılmaktadır. Banaz'daki Hamamboğazı, Ulubey'deki Aksaz ve Merkez ilçedeki Emirfakı ve Örencik köyü'ndeki kaplıcalar, Uşak'ta yer alan kaplıcalardır. Banaz'daki Hamamboğazı kaplıcası konaklamaya ilkbahar ve yaz aylarında uygundur. Prehistorik çağlardan beri değişik medeniyetler tarafından iskan edilmiş olan Uşak ilinin hemen her tarafında bu medeniyetlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Özellikle Hellenistik, Roma ve Bizans Çağı eserleri bölgenin en zengin arkeolojik buluntularıdır. Ulubeyli Sülümenli Harabeleri, Sivaslı Selçikler Köyü Harabeleri, Sivaslı Payamalanı ve Banaz Ahat Köyü Harabeleri bu yerler arasındadır. Karahallı ilçesindeki Clandras Köprüsü yanında Çanlı Köprü, Halıpazarı Köprüsü ve Beylerhanı Köyü sınırları içindeki Beylerhan KöprüsüUlucak Köyü sınırları içerisinde yer alan Çatal (Değirmen) köprüsü Uşak'ın tarihi köprüleridir. Uşak Ulu Camii 1419 yılında Germiyanoğlu Beyi II.Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. Mendepazarı'nda bulunan Karaali Camii 1519 yılında inşa edilmiştir. Burma Camii 16. yüzyılda inşa edilmiştir. Çakaloz Camii 19. yüzyılda inşa edilmiştir. 2017-2018 Sezonu sonunda, Uşak'ın futboldaki 2 takımından Utaş Uşakspor A.Ş. 2.lige yükselmiştir. BAL’daki Uşak Vefaspor ise küme düşmüştür. Basketbol erkekler süper ligindeki takımı Muratbey Uşak 1.lige düşmüştür. Ayrıca kadınlar hentbol 1.liginde Genç Uşakspor, 2.liginde Gazi Pasifik SK küme düşmüşlerdir. Uşak'ın 4 takımı Voleybol kadınlar bölgesel liginde yer almıştır. "Ziraat Türkiye Kupası"’na ilk turdan katılan Utaş Uşakspor A.Ş., Turgutluspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Uşak 1 Eylül Stadyumu (5.944), Uşak Yeni Spor Salonu (3.000), Uşak Osman Çağlı Olimpik Y. Havuzu (1.000) Uşak Uşak, İç Anadolu ve Ege Bölgesi arasında bir geçiş bölümünü teşkil eden İç Batı Anadolu eşiği üzerinde yer alan Uşak ilinin merkez şehridir. Antik dönemdeki adı "Temenothyrea" olan Uşak, İç Ege Bölgesinde Batı ve Orta Anadolu'yu birbirine bağlayan bölgede yer almaktadır. Uşak ve çevresinin MÖ 4000 yılından itibaren yerleşime açıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle Bronz çağında yerleşimin daha yaygınlaştığı görülmektedir. M.Ö. 2000 de Anadolu’da ilk siyasi birliği kuran Hititlerin, M.Ö. 1000 de ise Friglerin batı sınırını oluşturan Uşak ve çevresi bu kültürlerden ziyade İon kültürünün etkisi altında kalmıştır. MÖ. 7. Yüzyılda Kral Gyges’in Lidya İmparatorluğunu ele geçirmesi ile topraklarının büyük kısmı Lidya’da kalan Uşak, MÖ. 620’de tamamen Lidya’nın egemenliğine girmiştir. MÖ. 546’da Lidya’nın tarihten silinmesi sonucu bölge Perslerin hakimiyetine girmiştir. Pers egemenliği MÖ. 334 yıl
ına kadar devam etmiştir. Bu tarihte Makedonyalı Büyük İskender’in Anadolu seferi sonucu bölge tüm Anadolu gibi Büyük İskender’in hakimiyetine girmiş, İskender’in ölümünden sonra ise bölge, Büyük İskender’in generallerinden Antigonos’un payına verilmiştir. Daha sonra bir süre Bergama krallığına bağlanan Uşak ve çevresi M.Ö. 189 yılında Roma hakimiyetine geçmiş, Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması neticesinde Doğu Roma sınırları içinde kalan Uşak, MS. 12. yüzyıla kadar Bizans hakimiyetinde kalmıştır. 1071’den sonra yöre, zaman zaman Selçuklular ile Bizanslılar arasında el değiştirmiş, 1176 yılında Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan ile Bizans İmparatoru Manuel Komnenos arasında yapılan Miryakefalon (Kumdanlı) Savaşı sonucunda Selçuklulara geçmiştir. Beylikler döneminde Germiyanoğulları’na tabi olan Uşak ve çevresi, 1391 de Yıldırım Bayezid’in Germiyanoğulları hakimiyetine son vermesi ile Osmanlılara dahil olmuş, Fetret Devrinde beylikler tekrar canlanmış, 1429 yılında Germiyanoğulları’nın son hükümdarı II. Yakup Bey’in vasiyeti ile Osmanlı Devletine kalmıştır. Uşak, Osmanlı hakimiyetine girdikten bir süre sonra yapılan idari taksimata göre Anadolu Eyaleti'ne bağlı Kütahya Sancağı'nın bir kazasıdır. 29 Ağustos 1920'de Yunan kuvvetlerince işgal edilen Uşak, işgalden 1 Eylül 1922 günü kurtuldu. Osmanlı devrinde Hüdavendigar Vilayetinin Kütahya Sancağına bağlı bir kaza olan Uşak, 20 Nisan 1924 tarihli 491 Sayılı Teşkilat-i Esasiye Kanunu ile yapılan idari düzenlemede yine Kütahya Vilayetinin bir kazası olarak kaldı. 9 Temmuz 1953 tarih ve 6129 Sayılı kanunla vilayet haline getirilen Uşak ilinin merkez ilçesi oldu. Şehrin kuzeydoğusundaki Aybeğ mahallesi en eski yerleşim yeridir. Bu mahallenin güneyine doğru şehir gelişmiştir. Cihannüma adlı eserinde Kâtip Çelebi Uşak'tan, dere içinde (Dokuzsele çayı) kaleli bir kasaba olarak bahsetmiştir. Evliya Çelebi de seyahatnamesinde Celali eşkıyalarına karşı şehir halkınca kale surlarının yeniden inşa edildiği belirtilmiştir. Seyahatnamede yazılanlara göre ticaretin oldukça geliştiği şehirde; 2 hamam, 370 dükkân, 7 han, 1 lonca hanı, 4 cami, 10 mescit ve 7 kahvehane bulunmaktaydı. 1520 yılında 10 mahalle bulunan Uşak'ta 1570 tahririne göre 12 mahalle bulunmaktaydı. Bu mahalleler; "Aybeğ" ya da diğer adıyla Karaoğlu Ahmed, "Cami" sonrasında Cuma(günümüzde Küme), "Hacı Hasan" (günümüzde Ünalan), "Kassab Hasan", "Meşhed", "Süleyman Fakih" ya da diğer adıyla Derviş Mehmed, "Burhan Fakih" (günümüzde Özdemir), "Cedid", "Hacı Yayarlu", "Hacı Sıddık", "Memi Çelebi" ve "Hacı Hızır" dır. 1570 kayıtlarına göre bu mahallelerde toplam 493 hane yaşamaktaydı. 1676 tarihindeki avârız kayıtlarına göre kazadaki 9 mahallede, 383 nefer ve 72 askeri nüfus olmak üzere 455 hane bulunmaktadır. 16. yüzyılda gayrimüslim nüfusun yaşamadığı Uşak kasabasında, 1676 avarızına göre Rum ve Ermenilerden oluşan 10 gayrimüslim hane bulunmaktaydı. 1792-93 yıllarında yerleşim, Uşak Voyvodası Acemoğlu Seyyid Ahmed'in isyanına sahne oldu. 1795 yılında Acemoğlu'nun öldürülmesiyle Uşak'ta denetim sağlanabildi. 1844 temettuat tahririne göre yerleşimde; Aybeğ, Kamer, Cuma (Cami), Eslice, Sabah, Hacı Hızır, Karaağaç, Burhan Fakih, Müslüman ve gayrimüslim nüfusun yaşadığı Hacı Hasan mahalleleri olmak üzere 9 mahalle bulunmaktaydı. 19. yüzyılın sonlarına doğru Hacı Muradoğlu adındaki bey isyan ederek Şah İshak kalesine çekilmiş ancak öldürülmesiyle isyan bastırılmıştır. 1894 yılında meydana gelen ve "Koca Yangın" olarak adlandırılan felakette Aybeğ mahallesi haricinde yerleşim tamamıyla yanmıştır. 1898 yılında Uşak'ı İzmir'e bağlayan demiryolu inşa edilmiştir. 29 Ağustos 1920 tarihinde Yunan kuvvetleri Uşak'ı ele geçirdi. Şehir, Kurtuluş Savaşı sonucunda 1 Eylül 1922'de Türk kuvvetlerince geri alındı. Cumhuriyet döneminde Kütahya'nın ilçesi olan şehir, 15 Temmuz 1953 tarihinde yeni kurulan Uşak ilinin merkez ilçesi olmuştur. 1890 tarihli Hüdavendigar vilayeti salnamesinde Uşak kasabasının toplam nüfusu 12.684, 1898 yılı salnamesinde 12.841 olarak belirtilmiştir. 1898 salnamesine göre nüfusun; 10.637'si müslüman, 1.548'i Rum ve 656'sı Ermenilerden oluşmaktaydı. 1924 Türk Ticaret Salnamesinde Uşak merkezinin nüfusu 15.000 olarak belirtilmiştir. Cumhuriyet Devri'nin ilk nüfus sayımı 28 Ekim 1927'de yapılmış olup, bu sayıma göre Uşak merkezinin nüfusu 16.887 olarak belirlenmiştir. Merkez ilçenin 1 belde, 90 köyü ve 19 mahallesi bulunmaktadır. 2016 yılı verilerine göre merkez nüfusu 298.705 kişidir. Yöreye ait geleneksel yemekler arasında, Tarhana Çorbası, Yumurta Sızdırması, Ciğerli Bulgur, Döndürme, Arap aşı, Keşkek, Alacatene, Köpük Helva, Höşmerim ve Tahin Helva yer almaktadır. Uşak'ta her yıl Nisan ayında Türkiye genelinde cirit müsabakaları düzenlenmektedir. Uşak’ın konumu İç Batı Anadolu eşiğinde olduğundan zeybek oyunlarından ve Teke yöresinden etkilenmiştir. Zeybek oyunlarından daha çok Yörük zeybeği oynanmaktatır. Uşak'ta el sanatları olarak halıcılık ve kilimcilik ön plana çıkmaktadır. Uşak ilinin köylerinde 1970'li yıllarda kullanılan yöresel sözler, deyişler ve sık kullanılan atasözlerinin yer aldığı "Uşak İli Köyler Sözlüğü" isimli bir kitap da mevcuttur. Uşak ilinde ilk ve orta öğretim ile mesleki ve teknik eğitim olmak üzere 127 adet okul-kurum bulunmaktadır. 17 Aralık 2006 yılında Uşak Üniversitesi kurulmuştur. İl merkezinde, Uşak (Tekstil) Organize Sanayi Bölgesi ve Karma (Deri) Organize Sanayi Bölgesi bulunmaktadır. Uşak Organize Sanayi Bölgeleri ve Küçük Sanayi Siteleri ile bir sanayi şehridir. İlde üretim yapan başlıca sanayi tesislerinin üretim konularına bakıldığında, iplik, ham ve baskılı bez, elyaf, battaniye, deri, seramik ve halı üretimi ön plana çıkan faaliyet konularıdır. İlde 1926 yılında kurulan Uşak Şeker Fabrikası bulunmaktadır. Uşak merkez şehri E-96 Ankara-İzmir karayolu üzerinde bulunmaktadır. Karadeniz, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan İzmir’e giden tüm araçlar Uşak’tan geçmektedir. Afyon-Uşak-İzmir demiryolu da il merkezinden geçmekte olup 1897 yılından bu yana hizmet veren hat, hızlı tren projesi kapsamına alınmıştır. Şehir merkezine 7 km uzaklıkta Uşak Havalimanı bulunmaktadır. Havalimanı ilk olarak 1998 yılında hizmete açılmış ancak talep yetersizliğinden 2001 yılında kapatılmıştır. 2006 yılından itibaren sivil hava uçuşlarına açılmıştır. Uşak Havalimanından İstanbul-Uşak arasında haftada 5 gün geliş-gidiş şeklinde seferler düzenlenmekte iken, 02 Ekim 2011 tarihi itibarıyla seferler Ankara-Uşak arası olarak değiştirilmiş, ancak talep yetersizliği nedeniyle tarifeli uçuşlar iptal edilmiştir. Ancak 10 Ocak 2014 ile 28 Mart 2014 tarihleri arasında Sabiha Gökçen Havalimanı-Uşak Havalimanı geliş-gidiş şeklinde tekrar tarifeli seferlere başlanmıştır. Zafer Havalimanı'nın açılması nedeniyle günümüzde tarifeli seferler yapılmamaktadır. Uşak ilinin iklimi Ege ve İç Anadolu bölgeleri arasında bir geçiş özelliği gösterir. Daha çok kara iklimi hüküm sürer. Yazları sıcak, kışları uzun ve sert geçer. Senelik yağış miktarı 430 mm ile 700 mm arasındadır. Yağışların çoğu kışın yağar. Yazın yağış oldukça azdır. Uzun Yıllar İçinde Gerçekleşen Ortalama Değerler (1960 - 2012) Uşak il merkezinde tarihi eser olarak; Kalkeolotik dönemden Bizans Döneminin sonuna kadar çeşitli devrelere ait taş eserler, pişmiş toprak eserler, cam eserler, altın ve gümüşten yapılmış çeşitli ziynet eşyaları, bronz eserler, bronz, altın sikkeler ve Karun Hazinelerinin sergilendiği "Uşak Arkeoloji Müzesi", Uşak yaşantısını gösteren düzenlemeler ile etnografik nitelikteki eserler, Atatürk'ün Uşak'ta kaldığı yıllardaki anısına istinaden düzenlenen ve Atatürk’e ait pek çok eser ile Uşak ve yöresine ait halı ve kilim gibi eserlerin sergilendiği "Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi", Tiritoğlu Mehmet Paşa tarafından bir Fransız mimara 1898 tarihinde yaptırılan "Paşa Hanı", İtalyan bir mimar tarafından 1901 yılında iki katlı ve taş kullanılarak yapılan ve 1980’li yıllarda restore edilerek sarraflar çarşısı haline getirilen "Bedesten", yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Germiyan Beyliği devrinin mimari özelliğini taşıyan "Ulu Cami", yapılış tarihi bilinmeyen "Burma Cami" ile Aybey, Işık, Karaağaç ve Kurtuluş Mahallelerinde rastlanabilen, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış olan ve Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyan evler bulunmaktadır. Kurtuluş savaşını sembolize eden ve Türkiye'nin kompozisyon olarak en büyük Kurtuluş Savaşı anıtı 2001 yılından bu yana il merkezinde yer almaktadır ve bu anıta ait yapım hikâyesini anlatan ve anıtı yapan Prof. Tankut Öktem'in düşüncelerini paylaştığı, içinde pek çok belgenin de yer aldığı bir kitap da mevcuttur. Yozgat (il) Yozgat, Türkiye'nin İç Anadolu Bölgesi'nde yer alan bir ildir. Çekerek, Aydıncık ve Kadışehri ilçeleri ise Karadeniz Bölgesi'nde kalır. Yozgat İli Nüfusu: 421.041'dir. Bu nüfusun %74,31'i şehirlerde yaşamaktadır (2016 sonu). İlin yüzölçümü 13.690 km'dir. İlde km'ye 31 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 50’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %0,38 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 14 İlçe, 36 belediye, bu belediyelerde 219 mahalle ve ayrıca 572 köy vardır. İl merkezinin denizden yüksekliği, 1317 m.'dir İlin asıl adı "Bozok" olup, 1927 yılında ismi "Yozgat" olarak değiştirilmiştir. Oğuzların; "Bozok" koluna mensup Türkmenlerin bu bölgeye akınıyla birlikte, yöre "Bozok" ismiyle anılmıştır. 1800'lü yıllara doğru bu ismin yanı sıra "Yozgat" adı da telaffuz edilmiştir. "Yozgat" adının menşei konusunda ise, değişik söylentiler ileri sürülmektedir. Bir rivayete göre, Yozgat Saray Köyü'nden (bugün itibarıyla kasaba) itibaren aşağıdan yukarıya doğru kat kat yükselmektedir. Bu kat kat yükselişinden ve rakımının yüksekliğinden dolayı önceleri "Yüz kat" denmiş, zamanla bu isim söylene söylene "Yozgat" halini almıştır. Diğer bir rivayete göre; Aşiret Reisi Ömer Cabbar Ağa'nın yüzü çopurdu. Bu yüzden kendisine Çopur veya Çapar Koca derlerdi. Söylentiye göre Cabbar Ağa, sürülerini bir yaz günü yaylakta otlatırken karşısı
na Hızır çıkıyor ve davar sahibi Cabbar Ağa'dan içmek için süt istiyor. Güler yüzlü Ömer Ağa hemen misafirine ikramda kusur etmeyerek, gönül hoşluğu ile sütü ikram eder. Hızır sütü içtikten sonra çok memnun kalır ve Cabbar Ağa'ya "Çobanoğlu, yozuna yoz katılsın, memleketinin adı Yoz-Kant olsun" diyor. Bu sözü söyleyerek kayboluyor. Temeli böyle olan Yoz-Kant söylene söylene Yozgat halini alıyor. İsmin kaynağı hakkında her ne kadar tatmin edici bir bilgi yoksa da uzun yıllar bu bölgenin böyle anıldığı bilinmektedir. 2. Dönem Kütahya Mebusu Cemil Bey tarafından verilen bir takrir ile Yozgat ismi Bozok olarak değiştirilmiş, bilahare 23 Haziran 1927 tarihinde Bozok Mebusu Süleyman Sırrı Bey ve arkadaşlarının verdiği bir takrirle Bozok ismi tekrar Yozgat olarak değiştirilmiştir. Yozgat adı nasıl Bozok'tan dönüşmüştür, pek anlaşılabilir, bir bilimsellik taşımamaktadır. Bugünkü Yozgat ili bölgesi ve komşu yörelerin Osmanlı Türkleri devrindeki adı. Burası Osmanlı öncesi Kara Tatar Türkleri ve az oranda Moğol topluluğunun yaşadığı bir yer idi. Ankara Savaşı'ndan sonra Türkistan hakanı Timur, buradaki Türk ve Moğol topluluklarını Orta Asya'ya taşımıştır. 15. asrın başında Boz-Ok Türkmenleri, Dulkadırlı Türkmenleri adıyla burayı yurt tuttular. Bunlardan işaret edilmeyen birçok oymak da Dulkadırlı'dan idiler. Kazakistan'da Bozok adlı tarihi yerleşim yeri bulunmuştur. Arkeolojik kazılarda buradaki eski yerleşimden birçok eşya çıkmıştır. Yozgat ili, tahminen 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Yozgat çevresinde ilk siyasi birliğini kuran devlet Hititlerdir. Hititler döneminde, bugün Çorum sınırları içinde bulunan Hattuşaş antik şehri kurulmuştur. Osmanlı son döneminde Bozok Sancağı olarak geçmektedir. Yozgat, İç Anadolu Bölgesi'nin Orta Kızılırmak Bölümü'nde Bozok Platosu üzerinde yer almaktadır. Ankara–Sivas karayolu ile Samsun-Kayseri-Mersin karayolları Yozgat'tan geçmektedir. Bu yollar, uluslararası taşımacılıkta önemli bir yere sahiptir. Ülkemizden ve Avrupa ülkelerinden Ortadoğu'ya yapılan ticaret, bu yolların önemini daha da artırmaktadır. Kuzeyde; Çorum, Amasya, Tokat, doğuda; Sivas, güneyde; Kayseri, Nevşehir, batıda; Kırşehir, Kırıkkale illeri ile komşudur. İlin doğusu ile batısı arasında yaklaşık 8 dakikalık bir fark vardır. Yozgat, alan bakımından Türkiye'nin 15. ilidir. İzdüşüm alanı 13597 km, gerçek alanı ise 14123 km'dir. İl geneli fazla dağlık değildir. Yozgat 14 ilçeden oluşmaktadır. Bunlar; Akdağmadeni, Aydıncık, Boğazlıyan, Çandır, Çayıralan, Çekerek, Kadışehri, Saraykent, Sarıkaya, Şefaatli, Sorgun, Yenifakılı, Yerköy ve Yozgat. İlin nüfusu 2000 yılına kadar sürekli artmış, fakat bundan sonra düşüşe başlamıştır. 1960-2008 yılları arası ilin nüfusu %20,33 artmıştır. Bu dönemde yıllık nüfus artış hızı ortalama %0,42 olmuştur. İlin yaş ortalaması oldukça gençtir. Özellikle 10-14 ve 15-19 yaş grubunun nüfusa oranı yüksektir. Yozgat ili nüfusu: 418.650'dir. Bu nüfusun % 74,58'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 13.690 km'dir. İlde km'ye 31 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 50’dir.) İlde yıllık nüfus % 0,57 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 14 İlçe, 33 belediye, bu belediyelerde 219 mahalle ve ayrıca 572 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 2,50)- Sarıkaya (-% 3,68). İlde, yüksek lisans düzeyinde eğitim veren Bozok Üniversitesi vardır. Bunun yanı sıra ilde Fen lisesi, Yozgat Endüstri Meslek Lisesi, Anadolu Öğretmen lisesi, Turizm Otelcilik Meslek lisesi ve Anadolu lisesi bulunmaktadır. Yozgat kalkınmada birinci derecede öncelikli yöreler kapsamındadır. 1998 yılında çıkarılan 4325 sayılı kalkınmada öncelikli illerde istihdam yaratılması ve yatırımların teşvikine yönelik kanun ile Yozgat Sanayisi bir nebze de olsa canlılık kazanmış, Organize Sanayi Bölgesi (OSB) tahsis başvurularında doluluk yaşanmıştır. 2001 yılında yaşanan ekonomik krizle birlikte OSB’de faaliyet gösteren firma sayısında ciddi bir düşüş yaşanmış, sonrasında çıkarılan 5084 sayılı kanun da 4325 sayılı kanun kadar etki oluşturamasa da yeni yatırımların oluşmasına sebep olmuştur. Yozgat ilinde ağırlıklı üretim; gıda, konfeksiyon, metal işleme, tuğla ve hazır beton gibi üretim kollarıdır. İlin ekonomisi büyük oranda tarıma dayalıdır. Yer şekilleri %98,8 oranında tarıma imkan vermektedir. İlde, yarı kurak iklim şartlarından dolayı, kuru tarım yaygınlaşmış ve ürün çeşitleri azalmıştır. İlde yoğun olarak, tahıllar ve baklagiller yetiştirilmektedir. Bunların yanı sıra sulu tarım alanlarında şekerpancarı, ayçiçeği, patates ve soğan türü ürünler yetiştirilmektedir. Sulanabilir alanlar sınırlı olduğu için, il tarımında sebze üretiminin önemi azdır. İklimin sert oluşu ve depolama olanaklarının azlığından dolayı, meyve üretimi büyük boyutlarda değildir. Elma, armut, kayısı, vişne, üzüm, ayva, badem ve ceviz yetiştirilen başlıca meyvelerdir. Başıbüyüklü Köyü tarımda çok gelişmiş olup Yozgat nüfusunun yaz aylarında bütün sebze ihtiyacını karşılamaktadır İl ekonomisinde tarımın yanı sıra hayvancılıkta önemli bir gelir kaynağıdır. Bozkırların geniş yer kaplaması küçükbaş hayvancılığın yaygınlaşmasına ortam hazırlamıştır. Hayvancılık genelde tarımsal faaliyetlerle bir arada yapılmakta olup, mera hayvancılığı biçimindedir. Son yıllarda hayvan soylarının ıslahı çalışmaları ve hayvansal ürünleri değerlendirmeye yönelik sanayi faaliyetleri ile hayvancılık alanında canlanma olmuş, modern işletmeler kurulmaya başlamıştır. İlde, küçükbaş hayvanlardan; akkaraman koyunu, kıl ve tiftik keçisi, büyükbaş havyanlardan sığır ve manda gibi cinsler beslenmektedir. Deri üretimi Yozgat'ın önemli gelir kaynaklarındandır. Son yıllarda kümes hayvancılığında da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Küçük ölçekli tavuk çiftliklerinde, modern yöntemlerle üretim yapılmakta olup, özellikle 1995 yılından itibaren yumurta üretiminde belirgin artışlar olmuştur. İl topraklarının %18,24'ünü kaplayan ormanlar Akdağmadeni, Aydıncık, Çandır, Çayıralan, Çekerek, Kadışehri ve Saraykent'te yoğunlaşmıştır. Boğazlıyan ve Yenifakılı ilçelerinde ise orman örtüsü neredeyse hiç yoktur. İlde ormanları işletmek ve korumak üzere toplam üç işletme müdürlüğü mevcuttur. Orman alanlarına bağlı olarak ormancılık yapılmaktadır. Yozgat karayolu üzerinde bulunması ve özellikle Hattuşaş (Hitit Medeniyeti Başkenti)'ın yakın olması ve Hattuşaş ile Kapadokyayı birbirine bağlayan Atatürk yolunun il merkezinden geçmesi nedeniyle yabancıların uğrak yeridir. Bozok yaylası olarak da adlandırılan ve ilkçağlardan beri yerleşim yeri olan Yozgat, bozulmamış doğası, misafirperver sıcakkanlı insanları, çok güzel misafir anlayışları, sahip olduğu tabiat güzellikleri, mesire yerleri, yüksek ovaları, tarihi, kültürel, turistik değerleri ve kaplıcalarıyla gezilip görülmesi gereken en güzel illerimizden biridir. Türkiye'nin ilk Milli Parklarından olan çamlık Milli Parkı, Akdağ Ormanları, Şebekpınarı Mesire alanı, Kazankaya Vadisi, ve Gelingüllü barajı gibi yerler Yozgat'da Batı Anadolu ağzı kullanılmaktadır. spor, dinlence ve piknik alanlarıdır. Şehrin yöresel yemekleri testi kebabı, arabaşı, madımak ve tas kebabıdır. Parmak çörek Yozgat'a mahsus özel bir ekmek türüdür. Yozgat'ın en tanınmış ormanı Yozgat Çamlığı'dır. Milli Park olup devlet tarafından korunmaktadır. Endemik bitki türü olarak, dünyada sadece Yozgat ve Kastamonu'da Bulunan İspir Meşesi ve Yozgat Adaçayı (Salvia Yosgadensis) bulunmaktadır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Yozgat’ın futbol BAL’da takımı Yozgat 1959 FK, grubunda 3. olmuştur. Voleybol erkekler 2.liginde Sorgun Gençlik 1.lige yükselmiştir. Hentbol erkekler 1.liginde Yozgat Bozokspor, lide 6. olmuştur. Hentbol kadınlar takımı Yozgat Aile ve Sosyal Pol.GSK 2.lige yükselmiştir. Ziraat Türkiye Kupası’na ilk turdan katılan Yozgat 1959 FK , ilk turda MKE Kırıkkalespor’u elemiş, 2.turda Çorum Belediyespor’a elenmiştir Önemli spor tesisleri: Yozgat Bozok Stadı (8.260), Rıza Kayaalp Spor Salonu (2.500), Yozgat Olimpik Yüzme Havuzu (500). Yozgat Yozgat, Yozgat ilinin merkezidir. Yozgat İç Anadolu'nun merkezinde bulunan başkent Ankara'ya 217 kilometre uzaklıkta bulunan bir il. Yozgat'ın merkez ilçesinin 2014 yılı itibarıyla nüfusu 79.611'dir. Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biri olduğu düşünülen yörede Alişar Höyüğü'nde yapılan kazılarda MÖ 3000 yıllarına ait eserler bulunmuştur. Hititlerin yerleşim merkezlerinden de biri olduğu bilinmektedir. Yozgat bölgesi birçok medeniyetlerin hakimiyetinde kalmıştır. MS 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu, Doğu Roma yani Bizans’ın egemenliğine geçmiştir. Dönem dönem Sasani’ler bölgeye akınlar yapmış ancak hakimiyet sağlayamamışlardır. Timur’un Anadolu’dan ayrılması ile bölge sıkıntı çekmeye başlamış 1408 yılında Çelebi Mehmet tarafından Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde Yozgat ve çevresinde Celal isimindeki bir Türkmen tarafından çıkarılan ve Celali İsyanları olarak bilinen isyan kontrol altına alınmıştır. 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde yörede bazı nüfus değişimleri yapılmış, Halep Türkmenlerinden Bozulus aşiretine bağlı Mamalu Türkmen oymakları yöreye yerleştirilmiştir. Zonguldak (il) Zonguldak, Türkiye'nin ili. Karadeniz kıyısında bulunan il, özellikle limanıyla Türkiye'nin Karadeniz ülkeleriyle arasındaki deniz ticaretinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Türkiye'nin en zengin taşkömürü madenlerini barındırır. Fakat son dönemlerde gelirini tek yön olan taşkömüründen kazanması sebebiyle şehir her geçen gün gerilemektedir. 1995 yılında Karabük'ün il olması sebebiyle sanayi yönünden geri düşmesi şehirden dışarı göçü hızlandırmıştır. Şu anda halen aşırı oranda göç vermektedir. İl genelinde 10 anaokulu, 324 ilköğretim okulu, 59 genel - mesleki lise olmak üzere toplam 389 okulda eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Bülent Ecevit Üniversitesi; Tıp Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ereğli Eğitim Fakültesi olmak üzere 5 fakülte, 3 enstit
ü, 2 yüksekokul, 6 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuvarından oluşmaktadır. Üniversite bünyesinde 32 profesör, 32 doçent, 259 yardımcı doçent, 106 öğretim görevlisi, 43 okutman, 256 araştırma görevlisi, 8 uzman olmak üzere toplam 736 akademik personel görev yapmaktadır. Yöre mutfağında ağırlık unlu (buğday ve mısır unu) mamullerden yapılan yemek türlerindedir. Zonguldak ormanlarında belki dünyanın en lezzetli kestanesi kuzu kestanesi yetişmekte olup, mevsiminde toplanan kestane suda haşlanarak tuzlama bütün olarak fırında kavrulmasıyla kavşak, çizilerek ateşte pişirilmesiyle kebap (kömme) biçiminde değerlendirildiği gibi kurutularak da saklanır. Türkiye'de sadece Kdz.Ereğli'de yetişen Osmanlı Çileği, orman altı bitki örtüsü içinde yer alan dağ çiçeği, kızılcık (kiren), kuşburnu, böğürtlen, fesleğen, nane, defne, karayemiş, ahlat yöre mutfağında değişik kullanma biçimlerinde değerlendirilmektedir. Tarihi sonsuz ve sınırsız olarak bilinir. Istanbul'a yakın bir ilimiz olmasıyla çok verimli bir ilidir. Yöresel Ağız Tadı Çaycuma Yoğurdu Kdz.Ereğli Osmanlı Çileği Kdz.Ereği Pidesi Devrek Simidi-Cevizli Ekmek Beyaz Baklava Merkez Çağlı Köyü Yaylaları Zonguldak İli Nüfusu: 597.524'dür. Bu nüfusun %71,97'si şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 3.342 km²'dir. İlde km²'ye 179 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 465’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %0,27 olmuştur. Zonguldak ili nüfusu: 596.892'dir. Bu nüfusun % 72,48'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 3.342 km²'dir. İlde km²'ye 179 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 465’dir.) İlde yıllık nüfus % 0,11 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 ilçe, 25 belediye, bu belediyelerde 176 mahalle ve ayrıca 380 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Kozlu (% 1,89)- Kilimli (-% 3,08). Merkez ilçeyle beraber 8 ilçe 25 belediye, 176 mahalle ve 380 köy vardır. İlçeler ; 2017-2018 Sezonu sonunda, Futbol takımı Zonguldak Kömürspor, 2.ligde kalmıştır. Ayrıca Futbol BAL’da 2 takımı, kadınlar futbol liglerindeki 2 takımı da ligi tamamlamıştır. Voleybol erkekler 2. ligde de bir, voleybol ve hentbol bölgesel liglerinde toplam 3 takımı yer almıştır. Ziraat Türkiye Kupası'nda Zonguldak Kömürspor 3.turda İst.Tuzlaspor'a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Karaelmas Kemal Köksal Stadyumu (13.795), Zonguldak Site Spor Salonu (1.500), BEÜ Olimpik Yüzme Havuzu (250) Zonguldak Zonguldak, Zonguldak ilinin merkez ilçesi ve aynı isme sahip şehri. Karadeniz kıyısında bulunan şehir, özellikle limanıyla Türkiye'nin Karadeniz ülkeleriyle arasındaki deniz ticaretinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Türkiye'nin en zengin taşkömürü madenlerini barındırır. Zonguldak ismi Fransızca ve Türkçe karışımı bir kelimedir. Kömürü ilk zamanlar Fransızlar işletiyordu. Fransa kömür havzasını sahiplenmişti ve orayı kullanmak ve haritada göstermek için isim belirlemek istedi. Bölge,alan kelimelerinin Fransızca karşılığı 'zone' kelimesidir. Kömür havzasının bulunduğu çevrede denizden yüksekliği en çok olan yer 'Göldağı'dır. Kömür havzasının yerini belirlemede en yüksek rakımlı yer yani Göldağı baz alındı. Bölge(alan) Göldağı anlamında 'Zonegöldağ' ismi kulanıldı. Halk arasında Zonegöldağ kulanımıyla günümüzdeki Zonguldak halini aldı. Arkeolojik kanıtlara göre MÖ 2500'lere uzanan bir geçmişi bulunan bölgeye ilk yerleşenler Hattiler, daha sonra ise Hititler olmuştur. Yörenin ilk sakinleri Frig boylarından oluşan Bithin, Mariandyn ve Migdon adlı göç topluluklarıdır. MÖ 7. yüzyılda başlayan Batı Anadolu'dan Karadeniz'e Yunan kolonizasyonu sürecinde yörede de ticaret amaçlı limanlar kurulmuştur. MÖ 334'e kadar Perslerin egemenliğinde kalan bölge, Büyük İskender'in Anadolu seferinin ardından kısa bir süre için Makedonyalı subaylarca yönetilmiştir. Pers şatrapı Mithridates'in yöre halkının desteğiyle Batı Karadeniz Bölgesi'nde kurduğu Pontus Devleti'nin parçası olan Zonguldak, Roma İmparatorluğu'nun bu devleti MS 1. yüzyılda yıkmasına dek sürmüş, Roma'nın ikiye bölünmesinin ardından sonra da Doğu Roma toprağı olmuştur. Zonguldak Ereğli bölgesi Hristiyanlığın ilk yayıldığı yerlerden biri olma özelliği kazanmış, bu dönemde İsa'nın havarilerinden Adreas bugün de görülebilen Kutsal İbadet Mağaraları'nda ilk ayinleri düzenlemiştir. Yöreye Anadolu Selçuklu ordusu 1084 yılında gelmiş ve yöreyi fethetmiştir. Daha sonra ise yöreyi Cenevizliler ele geçirmiştir, beylikler döneminde ise Candaroğulları bölgede hakimiyet kurmuştur. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’yı almasıyla birlikte Zonguldak ve çevresi tamamen Osmanlıların eline geçmiştir. II. Mahmut döneminde, 1829 yılında bölgede ilk kömür bulunmuştur. 1848'de ise ilk kömür ocakları açılmıştır. Bu ocakları Belçikalı ve Fransız şirketler işletmiştir. Zonguldak limanı I. Dünya Savaşı'nda Sarıkamış'a gidecek malzemelere ev sahipliği yapmış, Kurtuluş Savaşı'nda ise SSCB ile ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra 1919 yılında Fransız şirketlerinin haklarını korumak bahanesiyle Fransız askerleri önce Zonguldak’ı, ardından da Karadeniz Ereğli’yi işgal etmiştir; ancak Zonguldak ve çevresindeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine bağlı güçlerin karşı koymasıyla tehlikeye düşmüşler ve 21 Haziran 1920'de de bölgeyi terketmişlerdir. Zonguldak, Batı Karadeniz Bölgesi'nde, Karadeniz’e batı ve kuzeyden kıyısı olan bir ildir. 3.481 km²lik yüzölçümüyle Türkiye topraklarının binde altısını kaplar. Karadeniz kıyılarından başlayan il toprakları, kuzeyden Karadeniz, kuzeydoğudan Bartın, doğudan ve güneydoğudan Karabük, güneyden Bolu, batıdan ve güneybatıdan Düzce illeriyle çevrilidir. Zonguldak il merkezi kuzeydoğudan Kilimli ve güneybatıdan Kozlu belediyeleri sınırları ile sınırlandırılmıştır. Çalışma alanında topoğrafik eğim % 5 - 10 arasında değişmektedir. Genel olarak çalışma alanı hemen hemen yılın bütün aylarında yağış altındadır. Karadeniz ikliminin tipik göstergesi olan bu durumun yeraltı su seviyesini önemli ölçüde etkileyeceği açıktır.  Bölgedeki önemli sanayii tesislerinin başında Türkiye Taşkömürü Kurumu yer almaktadır. 1830-1848 yılları arasındaki arama ve işletmecilik faaliyetleri hakkında çok ayrıntılı bilgi olmamakla birlikte; 1843 yılına ait resmi belgelerde, Ereğli ve Amasra'da üretilen vapur kömürünün İstanbul'da pazarlamasından ve gerekli düzenlemelerin yapılmasından sonra devlet hazinesine sağlayacağı katkıdan söz edilmektedir. 1848'de yapılan inceleme ve düzenlemelerle, Ereğli ve Amasra arasında taşkömürü bulunan yerler saptanarak havza sınırları ilk kez tanımlanmıştır. İlk olarak Osmanlı padişahı II. Abdülhamid döneminde dile getirilen Filyos Vadisi'nde demirçelik fabrikaları ve liman projelerini içeren ve Batı Karadeniz Bölgesi'nin kurtuluşu olarak lanse edilen Filyos Vadisi Projesi için müracaat eden 21 firmaya yer tahsisleri 2008 yılının Mart ayının ilk haftasında yapılmış ve projenin hayata geçirilmesi için gerekli çalışmalara başlanmıştır. Bölgenin diğer başlıca sanayi alanları tarım ve hayvancılık, enerji, taş ve toprağa dayalı ürünler olarak sıralanabilir. Aksaray (il) Aksaray, 15.06.1989 gün ve 3578 sayılı kanun ile Niğde den ayrılarak il statüsü kazanmıştır. İç Anadolu Bölgesi'nde Niğde'nin kuzeybatısında, Konya'nın doğusunda, Ankara'nın güneydoğusunda yer almaktadır. 396.673 nüfusa (2016) ve 7.626 km² yüz ölçümüne sahiptir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 7 İlçe, 22 belediye, bu belediyelerde 153 mahalle ve ayrıca 177 köyü vardır. Hitit tabletlerinde Kurşura, İlk Çağ'da Garsaura olarak anılan şehir, Kapadokya Kralı Archeleos zamanında yeniden inşa edilerek Archeleos'un şehri anlamında Archelais adı verilmiştir(Caesar- Kayseri, Herakleia-Ereğli gibi). Türkler Anadolu'ya geldikten sonra ismi Türk diline çekimleyerek Aksaray olarak anmaya başlamış, bazı Osmanlı arşivlerinde Aksara olarak da geçtiği olmuştur. Yaklaşık bin yıldır tarihi adını muhafaza edegelmiştir. Halk arasında ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde II. Kılıçarslan'ın yaptırdığı beyaz saraydan ismini aldığı gibi bir yakıştırma da dolaşmaktadır, resmi ve tarihi dayanağı yoktur. İlkçağ'da Arkhelais adını taşıyan kenti, son Kapadokya kralı Arkhelaos'un Garsuara adlı yerleşmeyi geliştirerek kurduğu sanılmaktadır. Roma İmparatoru Cladius I kente koloni ayrıcalığı tanıdı. Ayrıcalık, Anadolu'daki birçok önemli yolun kavşak noktasında bulunan kentin daha da gelişmesine yol açtı. Bizans ile Müslüman Araplar arasında birçok kez el değiştiren şehir Malazgirt Meydan Muharebesi'nin (1071) ardından Türkler'in egemenliğine girdi. Şehirde günümüze kadar gelemeyen Danişmendliler eserleri vardı. Şehirde Danişmend parası basılmıştır. Günümüze ulaşan Danişmendli eseri, kümbet şeklindeki, Hıcıp yakınındaki Bekar Sultan Türbesi'dir. Şehir Arap akınlarıyla virane hale gelmişti. Kılıç Arslan II (1155-1192), yıkık durumdaki Aksaray'ı bir İslam kenti olarak yeniden kurdu, kentin çevresini surla çevirdi, camii, medrese, çarşı, hamam vb. yaptırdı. Azerbaycan'dan getirdiği din bilgini, zanaatkar ve tüccarları kente yerleştirdi. Ticaret yolları üzerinde bulunan Aksaray, Anadolu Selçuklu Devleti'nin önemli merkezlerinden biri olarak gelişti. Selçuklu'lardan sonra Karamanoğulları'nın eline geçti. Bir süre Eretna Beyliği'nin egemenliğinde kalan (1341-1365) ve 1 yıllığına Kadı Burhanettin Devletinin eline geçen kent, Karamanoğulları yeniden egemen oldu. 1396'da Yıldırım Bayezid tarafından ele geçirildiyse de Timur istilasından sonra yeniden Karamanoğulları'nın eline geçti. 1467'de Fatih Sultan Mehmet döneminde Aksaray kesin olarak Osmanlı topraklarına katıldı. Aksaray, Cumhuriyet dönemi'nde 1920'de il durumuna getirildi. 1933'te çıkartılan hususi kanunla ilçe olarak kendisinden çok daha küçük olan Niğde'ye bağlandı. Aksaray 1989'da yeniden il oldu. 14. yüzyıl İbn-i Battuta'nın kaleminden kayda geçen bilgiler:"Sultan Bedreddin'in yanında çok kısa süre kalarak Aksaray'a hareket ettik. Burası Bilâd-ı Rûm'un en güzel ve sağlam şehirlerindendir. Her yandan akarsular
ve bağlarla çevrilidir. Şehirden üç kanal geçer ve bunlar evlerin içinden akar. Şehrin içinde üzüm bahçeleri, bağlar ve bostanlar vardır. Aksaray'ın koyun yününden üretilen zarif halı ve kilimlerinin dünyada bir benzeri daha yoktur. Bunlar, Şam, Mısır, Irak, Hindistan, Çin ve diğer Türk ülkelerine ihraç edilir.""Aksaray"", Irak Sultanı'nın idaresi altındadır. Burada Eretna Beyliğinin naibi Şerif Hüseyin'nin zaviyesine indik. Eretna Beğ, Irak hükümdarının Bilâd-ı Rûm'daki genel valisiydi. Şerif Hüseyin ise Ahiler'den olup, beldede yoldaşları pek çoktur. Bize son derece ikram ve izzette bulunarak aynen diğerleri gibi dostça davrandı." 17. yüzyıl Evliya Çelebi'nin kaleminden kayda geçen bilgiler: İlk durağımız Ortaköy oldu. Aksaray Sancağı'nda yüzelli akçe payesiyle ayrı bir kazadır. Geniş ve ürünü bol bir kaza olup bağ, bahçe, cami ve mescidi olan gelişmiş bir köydür. Bu köye bağlı otuzaltı adet nahiye köyleri vardır. Buradan kuzey tarafa doğru gidip köylerden geçilir. Bir menzilde Harvadalı Köyü'ne inilir. Burası da meyvesi bol, verimli, güzel, hanı, hamamı ve cami olan bir Müslüman köyüdür. Aksaray nahiyeleri köylerindendir. Buradan da kuzeye doğru giderek Aksaray şehri vardır. Bu şehrin Şem'un Safâ'nın isteği ile yapıldığını söylerler. Hükümdardan hükümdara geçtikten sonra Herakl adlı kralın oğlu Helena'nın elinde iken, adı geçen kral, Arap kavminin üzerine sefer açmıştır. Binlerce pis askeri ile Şam üzerine giderken, Safraz denilen yerde yenilgiye uğramış ve kendisi de ölmüştür. Yerine, oğlu Mikale kıral olmuştur. Sonra bununda elinden Melik Mesud'un oğlu İzzeddin Kılıç Arslan 569 tarihinde burayı almıştır. Fetihten sonra bu şehirde nice büyük evliya oturduklarından, bu şehre birçok tarihçiler "Sâlihler yeri" demişlerdir. Kılıç Arslan'ın taht merkezi olması dolayısı ile ona büyük bir saray yaparlar. Saray giriş kapısının sağında ve solunda tunçtan iki adet heybetli arslan heykeli varmış. Bu saraya bir kötülük yapılmak istense, yapmak isteyen kişi, bu arslanların ağızlarından saçtığı kıvılcımlardan helâk olurmuş. Bu saray uzaktan bembeyaz göründüğünden, bulunduğu şehire de Aksaray demişler. Rumlar bu şehre halen Pegahelna derler. Şehir, sonra Karamanoğlu Yakub Bey'in eline geçmiş ve ondan da Yıldırım Beyazıt Hân'ın eline geçmiştir. Hâlen Osmanlı Devleti'nin elinde olup, Gâzi Süleyman Hân kaydı üzere Karaman Eyâleti'nde sancakbeyi merkezidir. Kanun üzere, yılda beyine yirmi kese gelir olur. Beş yüz askere sahip bir tuğlu mirlivadır. Alaybeyisi, çeribaşısı ve yüzbaşısı vardır. Kanun üzere cebeliler ile bin askeri olur. Yüzelli akçelik şerif kazadır. Kadısına senede beş kese gelir olur. Müftüsü, nakîbi, kethüdâ yeri, yeniçeri serdârı, kale dizdârı, muhtesibi, şehir subaşısı, âyân ve eşrâfı, saygın zâtları vardır. Geniş bir alanda, büyük bir ırmak kenarında dört köşeli, taş yapılı, sağlam yapılı bir kaledir. Şehrin ortasında yapılmıştır. Burç ve kuleleri çok yüksek değildir. Bütün burçları, dişleri ve bedenleri ile mazgal delikleri, hesaplı olarak düzenlenmiş kuleleri hep birbirine bakar. Kuşatma sırasında, her kulenin güçlü savaşçıları tüfek ile kuleleri korurlar. Hisarları tarafında beş kapısı vardır. Küçükkapı batıya bakar. Demirkapı kıbleye açılır. Keçikapısı da kıbleye doğru açılır. Ereğlikapısı güneye doğru, Konyakapısı da batı tarafına açılır. Bu kapıların nöbetçileri, vergi alan muhtesib kimselerdir. Kale içinde isyancılar zamanında buğday saklamak için ambar yapılmıştır. Cephaneliği yoktur. Ramazan ayında ve başka şenliklerde atılan büyük topları vardır. Eski bir ibâdet yeridir. Dört kemer üzerine kargir kubbeli bir camidir. Cami içinde oniki adet sütun ile iki adet sanat eseri kapı vardır. Minberi, müezzinler yeri sade ve güzeldir. Yuvarlak minaresi camiden uzak olup, cami kubbeleri kireçle örtülüdür. Şeyhler Mahallesi'nde, kubbeli, bir minareli camidir. Kireçle yapılmış, cemaati bol bir camidir. Başköprü yanında güzel bir camidir. bunlardan başka doksansekiz adet mescidi vardır. eski bir yapıdır. çeşitli bilimler yeridir. bu medresenin öğrencilerine ve hocalarına vakıf tarafından aydan aya aylık ve erzakları verilir. Ayrıca parasız görev yapan dersiâmları da vardır. Halkı fıkıhçı olup ferâiz ilmini atalarından beri okuya gelmişlerdir. Bu şehirde özel Kur'ân okulları yoktur. Fakat Kur'ân hâfızları pek çoktur. Şehir onyedinci örfi iklimdedir. Ortasından akan Uluırmak, imâreleri sulayıp Alâaddin köprüsünden geçer. Bursa gibi her evden su akar. Bu şehirde yedi binden fazla büyük evliyânın yattığı söylenmektedir. "Dâr'ül-ervâh" denilen bu yere nice defalar nur inmiştir. Üzüntülü olan bir kimse burayı ziyaret etse üzüntüsü gider. Aksaray'dan bir menzilde Saratlı Köyü'ne, oradan Ürgüp kazası içindeki Dübani'ye geldik. Halkı Müslümandır. Oradan Muşkara'ya ve sonra da Kayseri Kalesi'ne geldik. (Evliya Çelebi-Seyahatname) Fatih Sultan Mehmet döneminde ele geçirildiğinde defterlere vilayet olarak kaydedilen Aksaray, İstanbul'a yaptırılan zorunlu ev göçleri ve Osmanlı Devlet politikası nedeniyle gerilemiş, ilk olarak liva, daha sonraları ise kaza haline getirilmiştir. 1920 yılında vilayet yapılan Aksaray 13 yıl vilayetlik yapmış, 1933'de çıkarılan hususi kanunla nüfus ve gelişmişlik bakımından kendinden küçük Niğde'ye, kendi ilçesi olan Şereflikoçhisar da Ankara'ya bağlanmıştır. 1989 yılının 15 Haziran gününe kadar 56 yıl ilçe olarak kalmış olan Aksaray, bu tarihte eski hakkı iade edilmek suretiyle tekrar vilayet olmuştur. Aksaray ili nüfusu: 402.404'dür. Bu nüfusun %79,5'u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 7.659 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 82’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1.44 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 22 belediye, bu belediyelerde 153 mahalle ve ayrıca 178 köy vardır. 2017 yılı içinde yeni bir ilçe (Sultanhanı) kurulduğundan, nüfus artış oranları tam verilememiştir. İl sınırları içinde bulunan Aşıklıhöyük yenitaş dönemi kültürüne ışık tutarken, Acemhöyük ilk tunç çağda Asur ticaret kolonileri dönemini aydınlatır. İle 46 km. uzaklıktaki Ihlara Vadisi'nde hıristiyanlık dönemi dinsel mimarlık ve resim sanatını yansıtan önemli örnekler bulunur. Selime Kasabası yakınındaki küçük kilise ve katedral, Helvadere'deki yunan haçı planlı Kemerli kilise de bu dönemdendir. Anadolu Selçukluları zamanında önemli bir üs olan ilde, II. Kılıç Arslan zamanında yaptırılan Aksaray Kalesi'nden (1170) yalnızca sur kalıntıları görülebilir. Eğri (Kızıl) Minare (13. yüzyıl) kırmızı tuğladan, silindir gövdeli bir yapıdır. Gövde ince bir silmeyle iki bölüme ayrılmış, altı zikzak, üstü yeşil mavi çinilerle bezenmiştir. Karamanoğulları döneminden Ulu Camii (1431), dörtgen planlı mihrap duvarına dikey 5 sahınlı bir yapıdır. Mihrap önü kubbe, sahınlar tonoz örtülüdür. Yazılı kaynaklardan bilinen medreselerin bugüne ulaşan tek örneği Zinciriye Medresesi'dir (1336). Karamanoğulları döneminden olan yapı, tek katlı, dört eyvanlı planı, revaklı avlusu, çin mozaik bezemeli ana eyvanıyla, açık avlulu medreselere örnektir. Ana eyvanın yanlarında kubbeli odalar vardır. Kervan yolları üstündeki ilde, sultan hanlarının önemli örnekleri bulunur. Aksaray-Kayseri yolundaki Alayhan, Selçuklu sultan hanlarının ilk örneklerindendir (1192). Konya-Aksaray yolundaki Sultanhan (1229), bu yapı türünün klasikleşmiş bir örneği olarak nitelenir. Aksaray-Nevşehir yolundaki Ağzıkarahan (1231,1237) da anıtsal taçkapısı ve kuleleriyle kale görünümündedir. 2017-18 sezonu sonunda, futbolda 68 Aksaray Belediyespor BAL'da grup 2.si olmuştur. Futbol kadınlar 3.ligdeki Hasandağıspor 2.lige çıkmıştır. 68 Aksaray Belediyespor Hentbol kadınlar süper liginde, Metropol Akhisar SK 1.ligdedir. Ziraat Türkiye Kupası ilk turunda Yeşil Kırşehirspor'u elemiş, ikinci turda Kozan Bld.spor'a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: 7.000 kişilik Dağılgan Stadyumu, 2.500 kişilik Hasandağı Spor Salonu, 500 kişilik Aksaray Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu Aksaray Aksaray, Aksaray ilinin merkez ilçesi ile aynı ada sahip şehir. Aksaray şehrinin tarihi antik dönemlere kadar uzanmaktadır. Hititler devrinde "Garsaura" adıyla anılan yerleşim, son Kapadokya kralı Archelaos tarafından yeniden inşa edildi. Şehri yeniden inşa edilen krala nispetende kente "Archaleis" adı verildi. Kapadokya Krallığı'nın son bulmasıyla yerleşim Roma topraklarına katıldı. Claudius döneminde Roma kolonisi olan yerleşimden "Colonia Archelais" adıyla bahsedildi. Roma'nın ikiye ayrılmasıyla Bizans idaresine geçen yerleşim 1078 sonrasında civar yerleşimlerle birlikte Selçuklu hakimiyetine girdi. Selçuklular tarafından Kutalmışoğlu' nun idaresine verilen yerleşim daha sonra yeni kurulan Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına katıldı. Sultan II. Kılıç Arslan tarafından 1170 yılında şehir yeniden imar edilmiş ve yaptırdığı saray nedeniyle de yerleşim "Aksaray" adını almıştır. Sultanın çoğunlukla şehirde yaşaması ve sultan tarafından kente askeri tesisler inşa edilmesi nedeniyle de Dârüzzafer, Dârürribât ve Dârülcihâd unvanları da verildi. Anadolu Selçuklu Devleti'nin zayıflamasıyla yerleşim Karamanoğulları Beyliği egemenliğine geçti. Bir süre Eretna Beyliği ve Karamanoğulları arasında el değiştirdi. 1399 yılında Osmanlı idaresine geçen yerleşim 1402 Ankara Muharebesi sonrasında yeniden Karamanoğulları topraklarına katıldı. Karamanoğlu-Osmanlı mücadelesi sonrasında 1468'de kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Yerleşim Osmanlı-Karamanoğlu mücadelesinde büyük tahribata uğradığı gibi Osmanlı'nın egemen olmasıyla nüfusun önemli kısmi İstanbul'a nakledilmiştir. Zorunlu iskana tabi tutulan bu kitlelerin yerleşimiyle İstanbuldaki günümüz Aksaray semti kurulmuştur. 1530 yılı Osmanlı kayıtlarında Karaman Eyaleti'nin Niğde Sancağına bağlı müstakil bir liva olan Aksaray'da 37 mahalle bulunmakta olup, tahminen bu tarihte yerleşimde 5000-6000 arasında nüfus bulunmaktaydı. Osmanlı'nın ilk resmi nüfus sayımı sadece erkek nüfusun tespit edilmesi için yapılmış olup, bu sayıma göre Aksaray merkezde 2.322 erke
k bulunmaktaydı. 19. yüzyıl ortalarında yerleşimden Niğde sancağına bağlı bir kaza olarak bahsedilmiştir. 1868-69 tarihli salnamede yerleşimde 1020 hane bulunduğu kayda geçmiştir . Cumhuriyetin ilk yıllarıyla kurulan il teşkilatının merkez ilçesi oldu. 1933 yılında Aksaray ilinin kapatılmasıyla yeniden Niğde ilinin bir ilçesi oldu. 1989’da çıkarılan 3578 sayılı kanunla Aksaray ili yeniden kurulmasıyla bu ilin merkez ilçesi konumuna geldi. Bayburt (il) Bayburt, Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz Bölgesinde bulunan bir ildir. Yerli halkın önemli bir bölümünü Türkmen/Çepniler oluşturur. İl Nüfusu: 90.154'dür. Bu nüfusun %68,1'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 3.746 m²'dir. İlde km²'ye 24 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 26'dır.) İl merkezinin denizden yüksekliği: 1555 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 3 İlçe, 5 belediye, bu belediyelerde 28 mahalle ve ayrıca 170 köyü vardır. Bayburt şehrinin adı; eski Kafkas dillerden birini konuşan Urartu/Khaldiler'in bölgeye egemen olduğu dönemlerde, Khalt (Halti) halkı arasında gerçekleşen Hint-Avrupa dilli Mitanni göçmenlerinin sızmaları sonucunda verilmiştir. Khaltlar'ın arasına yerleşmek üzere bölgeye gelen grupların verdiği söyleniş şekliyle Bagbartu sözcüğü Mitannice'den gelmektedir. Bayburt tarihinin bilinen geçmişi Anadolu'nun köklü kavimlerinden Azzi ve Hayasalar'la başlar. Onu Hatti, Hitit ve Urartu izler. Günümüzde dahi; Karadeniz halkı, sahil boyunda yerleşenlerine (tamamen olmasa bile) Laz, iç ve dağlık kesimlerde yerleşenlerine Halt demektedir. Doğu Karadeniz'in iç kesimlerinde Yusufeli ile Şebinkarahisar arasındaki dağlık hat boyunca uzanan bölge; Urartu'nun Baş Tanrı'sı olan Khalt'ın izinden gidenlerin yurdu anlamına Haldia olarak tarih boyunca adlandırılmıştır. Bölge MÖ 7. yüzyılda ilkin Kimmer, ardından İskit akınlarına uğrar. Urartu yıkılır ve bölgeye gelen Kraliyet İskitler'i o döneme göre Anadolu'nun en büyük kenti olan Gymnias'ı kurarlar. Gymnias kentinin bugünkü Bayburt ilinin sınırları içinde ve kuzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Konuyla ilgili olarak daha detaylı bilgi için Anabasis'in "Onbinlerin dönüşü" adlı kitabına bakılabilir. İskit egemenliği Ortadoğu'da sona erdikten sonra, bir dönem Ermeni ve daha sonra bölgemizin ünlü tarihçisi Mahmut Goloğlu'nun deyişiyle "Anadolu'nun ilk millî devleti:Pontos" devleti sınırları içinde kalan Bayburt, Pontos devletinin Helen etkisiyle kimlik değiştirmesi ve ardından da Pontos'un Roma tarafından yıkılmasıyla yeni bir döneme geçmiştir. Bayburtun bir müddet Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdiği ve bu imparatorluğun ikiye ayrılması üzerine Doğu Roma toprakları içinde kaldığı bilinmektedir. Bizans İmparatorluğu teşkilatına göre ülke, bugünkü eyaletlere benzer bir takım temalara ayrılmıştı. Bayburt, Haldia Themasına bağlıydı ve bu eyaleti meydana getiren yedi piskoposluğun dördüncüsünü meydana getiriyordu. İmparator I. Justinianus tarafından kalesinin tahkim ve tamir edildiği bilinen Bayburt, Arap fetihleri sırasında Bagratlı Hanedanının hakimiyeti altında bulunmaktaydı. Bayburt ve yöresi, Türkmenlerinin Anadolu'da ilk yerleştikleri bölgelerdendir. Tuğrul Bey'in Anadolu seferi (1054) sırasında Bayburt, Çoruh nehri ve Karadeniz dağlarına (Parhar) uzanan sahalara akınlarda bulunan Selçuklu kuvvetlerinin hücumlarına maruz kaldı ise de fethedilemedi. Kesin Türk hakimiyeti Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra gerçekleşti. Şehir 1072'den 1202'ye kadar bazen Erzurum yöresinde hüküm süren Saltuklu Beyliği'nin bazen de Danişmentliler'in hakimiyetinde kaldı. Bir ara I. Aleksios'un kumandanı Theodoros Gabras tarafından işgal edildiyse de, kısa süre sonra yeniden Danişmentliler'in hakimiyetine girdi. (1098) Selçuklular 1202'de Saltuklu Beyliği'ne son verince Bayburt'u da ele geçirdiler. Bayburt'un asıl gelişmesi,Türkmen Şahı Süleyman Şah'ın kardeşi Erzurum Meliki Mugisuddin Tuğrul Şah ve oğlu Cihan Şah (1020-1230) döneminde oldu. Tuğrul Şah Bayburt kalesini yeniden inşa ve tahkim ettirdi. I. Alâeddin Keykubad tarafından Moğollara karşı sınırlar kuvvetlendirilirken Bayburt da Erzurum ile birlikte Konya'ya bağlandı. 1243 Kösedağ Muharebesi'nin ardından Moğolların Anadolu'yu istilası esnasında yapılan anlaşma gereği Bayburt, Selçukluların kontrolünde kaldı. Bu durum 1291'de burada Giyaseddin Mesud tarafından para bastırılmasından anlaşılmaktadır. Türkmen olan ve Türkçe konuşan, İlhanlılar ve Safaviler devrinde Tebriz-Trabzon yolu üzerinde bulunması sebebiyle daha da gelişen Bayburt, Ceneviz ve Venedik kervanlarının konakladığı bir yerdi. Moğolistan'a giderken buraya uğrayan Marko Polo şehirde zengin Gümüş madenlerinin bulunduğunu belirtir. Hatta İlhanlılar buradan yüklü bir vergi geliri temin ediyorlardı. Bu dönemde Darül Celal adı ile anılan ve iktisadi bakımdan canlılık kazanan şehir aynı zamanda bir kültür merkezi durumundaydı. Burada Mahmudiye ve Yakutiye medreseleri kurulmuş, Mevlevilik gelişme göstermiş, ayrıca ahilik teşkilatı da yayılmıştı. Son İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın ölümünden sonra (1334) Bayburt, Eretnaoğulları'nın eline geçti. Zaman zaman Erzincan Beylerinin hücumlarına uğrayan şehir, bir ara Mutahharten'in idaresine girdi. Fakat çok geçmeden Kadı Burhaneddin zamanında, Akkoyunlu beylerinden Kutlu Bey oğlu Ahmet Bey'in yardımı ile alındı ve Ahmet Bey'e ikta olarak verildi. Bir ara Karakoyunluların da eline geçen şehir sonra tekrar Akkoyunluların eline geçti ve uzun süre öyle kaldı. Bayburt yöresi 1501'de bir ara Türkmen,Safeviler tarafından alındı. Bu dönemde Trabzon valisi olan Yavuz tarafından bu bölgeye akınlar yapıldı (1507). Yavuz tahta çıktıktan sonra da çıktığı İran seferinde bir kısım kuvvetlerini Bayburt üzerine gönderdi. Ekim 1514'te Bayburt Şah İsmail'in elinden alındı. Bundan sonra Bayburt Erzincan ile birlikte Trabzon Beyi Bıyıklı Mehmet Paşa'ya verildi ve Sancak merkezi ilan edildi. Kanuni'nin İran seferi sırasında önemi daha da artan Bayburt kalesi 1541'de esaslı bir tamir gördü. 1553'te Türkmen, Şah İsmail'in oğlu Şah Tahmasb'ın akınlarına şahit olunduysa da, bundan sonra 19. yüzyıla kadar önemli bir olay yaşanmadı. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı esnasında Rus birliklerinin işgaline uğradı. 1878 ve 1916'da Ruslar tarafından yeniden işgal edilen Bayburt bu işgaller sırasında önemli oranda tahrip edildi. 1927'ye kadar Erzurum'a bağlı olan Bayburt bu tarihte Gümüşhane'ye bağlandı. 21.06.1989 tarihinde 3578 sayılı yasa ile il statüsüne kavuştu. Bayburt ili 40 derece 37 dakika kuzey enlemi ile 40 derece 45 dakika doğu boylamı, 39 derece 52 dakika güney enlemi ile 39 derece 37 dakika batı boylamı arasında yer alır. Doğu ve Güneydoğusunda Erzurum, batısında Gümüşhane, kuzeyinde Trabzon ve Rize, güneyinde Erzincan illeri ile çevrili Anadolu'nun kuzey-doğusunda Çoruh nehri kenarında ve denizden 1550 metre yükseklikte kurulmuş 3652 km² yüzölçümü olan bir ildir. Bayburt ve çevresi yeryüzü şekilleri bakımından genel olarak üç bölümden oluşmaktadır. Birincisi sahanın batı yarısını oluşturan Bayburt ovası, ikincisi akarsuların oluşturduğu vadiler ve üçüncüsü de yörenin etrafını çevreleyen ve doğu yarısında yer tutan dağlık alanlardır. Yaklaşık 900 km²'yi bulan Bayburt ovası 1450-1750 metre arasında değişen yüksekliktedir. Arazinin %45'ini oluşturan dağlık alanda; Pulur (2300 m), Otlukbeli (2520 m), Saruhan (2400 m), Çoşan (2963 m), Kop (2600 m), ve Çavuşkıran (2850 m) dağları güney kesimde batıda doğuya doğru sıralanır. Kuzey kesimde ise; Zülfe (2750 m), Kemer (2856 m), Soğanlı (2750 m), Haldize (3000 m), Kırklar (3350 m) dağları mevcuttur. Çoruh nehrinin çizmiş bulunduğu yayın orta bölümündeki sahanın doğusunda ise; Kaledere tepesi (2500 m) ve Ziyaret tepesi (2400 m) yer alır. İldeki Kop ve Soğanlı dağlarında çok sayıda yaylalar mevcuttur. Çoruh nehri ise 3239 metre yükseklikteki Mescit dağından doğarak güneydoğudan il sınırlarına girmekte ve Çoruh vadisine girerek ili terk etmektedir. İlin Soğanlı dağları üzerinde Haldizen (Balıklı Göl) ve Göloba (Atlı Göl) gibi bazı krater gölleri de mevcuttur. Bayburt ili nüfusu: 80.417'dir. Bu nüfusun % 67,1'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 3.746 km²'dir. İlde km²'ye 21 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 24’dür.) İlde yıllık nüfus % 10,80 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 3 İlçe, 5 belediye, bu belediyelerde 28 mahalle ve ayrıca 170 köy vardır. 2016 verilerinde % 14,77 artan nüfus, bir yıl sonra % 10,88 azalmıştır. Bu normal olmayan bir gelişmedir. Ekonomik hayat, tarihi gelişim içinde temel değiştirmemiştir. Ticaret ve sanayiin gelişmediği ilde tarım ve hayvancılık başlangıçtan beri ekonomiyi sürükleyici bir rol oynamıştır. Tarım ürünü olarak ilde hububat çeşitleri, yem bitkileri, şeker pancarı ve az da olsa meyve sebze üretimi yapılmakta, genelde ilin sebze ihtiyacı diğer illerden karşılanmaktadır. Arazinin büyük bir kısmı kıraç olup Çoruh vadisinde; Aydıntepe ve Sünür ovalarında sulu tarım yapılmaktadır. Hayvancılık ilin geçim kaynaklarından en önemlisidir. Arazi hayvancılık yapmaya çok elverişlidir. Mera hayvancılığı yapılmaktadır. Son yıllarda besi hayvancılığına doğru bir gelişme gözlenmektedir. Süt inekçiliği ıslah çalışmaları da devam etmektedir. İlimiz ilçe ve köylerinde arıcılık yapan aile sayısında büyük artış gözlenmekte, il sathında çok nefis kokulu bal üretimi yapılmaktadır. Bayburt ili çok eski transit ticaret yolu olan Trabzon-İran arasındaki "İpek ve baharat yolu"nun bir durağıdır. ekonomisi tarım, hayvancılık ve ticaret ağırlıklıdır. Tarım dışında kalan ekonomik yapısı, üretim yolu ile satışa arz şeklinde değil, dışarıdan getirip satışa sunma şeklinde gelişmiştir. Osmanlı döneminde bu kaleye Çinimaçin Kalesi ismi verilmiştir. Bunun da nedeni kalenin dış yüzeylerinde mor, yeşil ve firuze renkli çinilerin kullanılmış olmasıdır. Kalenin doğu kesiminde XVIII.-XIV. yüzyılda yapıldığı sanılan bir de kilise kalıntısı bulunmaktadır. Kalenin batı tarafında ise yağlı mağarası bulunmaktadır. İlin güne
y doğusunda merkeze 39 km mesafedeki Masat Köyü yakınında bulunan, yapılış şekli ve mimarisi ile çok eskilere dayandığı anlaşılan ve halk arasında Ali Baba diye geçen Türkmen türbesinin, Dede Korkut'a ait olduğu tezi şair Orhan Şaik Gökyay tarafından ortaya atılmıştır. Güvenç Abdal'ın talbi, Ali Baba veya Büyük Baba adıyla anılan türbeyi inceleyen Gökyay 1986 baskılı "Dede Korkut Hikayeleri" adlı kitabında türbenin fotoğraflarını da vererek Dede Korkut'a ait olduğunu ifade etmiştir. Türbe üzerinde eski Türkçe ile 718 tarihi okunmaktadır. Her yıl Temmuz ayının 3. haftasında uluslararası düzeyde dede Korkut Kültür ve Sanat Şöleni düzenlenmekte, şölen esnasında ilde Dede Korkut'la ilgili sempozyum, sergi, şiir gibi dallarda faaliyetler yapılmaktadır. Akkoyunluların kurucusu Turali bey oğlu Fahrettin Kutlu Bey tarafından yaptırılan caminin kapısı üzerindeki kitabeden 1538 yılında onarıldığı anlaşılmaktadır. Minaresi ise 1616 tarihi taşıyan tarihi bir kitabeye sahiptir. İran Şahı Tahmasp'ın işgali sırasında tahrip edilmiş ve bu olay kapı üzerindeki kitabede yer almaktadır. Kanuni döneminde 1538 yılında onarım görmüştür. Aydıntepe ilçesinde yer alan kent, tüf içerisinde, yüzeyden 2-2,5 metre derinde, başka yapı malzemesi kullanılmadan ana kayaya oyulmuş galeriler, tonozlu odalar ve bu odaların açıldığı daha geniş mekanlardan oluşmaktadır. Yaklaşık bir metre genişliğinde ve 2-2,5 metre yüksekliğinde tonoz örtülü galeriler yer yer her iki yanda genişlemektedir. 3-8 metrekareye yakın planlı odalar bu mekana açılmaktadır. Gözetleme mekanlarının oluşturduğu havalandırma amaçlı konik biçimdeki deliklerin galeri odaların aydınlatılması amacıyla duvarlara oyukların açıldığı görülmektedir. Bunun tarihi Halde şehrine ait olduğu söylendiği gibi, geç Roma veya erken Hıristiyanlık devirlerine ait olabileceği de söylenmektedir. bunların yanı sıra aydıntepe ilçesine bağlı GÜMÜŞDAMLA köyünde bulunan ve bu zamana kadar korunan sarkıç köprü ihtişamını kaybetmemiştir. Bayburt -Erzurum karayolunun 6 km'sinden ayrılarak 16 km daha yol aldıktan sonra ulaşılan Sırakayalar şelaleleri, ilin merkez Sırakayalar köyünün girişinde ve köy içinde olmak üzere iki tanedir. Yaz aylarında çevreleri mesire yeri olarak kullanılan her iki şelalede görülmeye değer doğal güzelliklere sahiptir. "Çimağıl Mağarası": İl merkezine 36 km mesafedeki Çimağıl köyünün Taşındibi mahallesindedir. Mahalleden sonra yaya olarak yaklaşık bir saatte ulaşılabilen mağara, 600 metre uzunluğunda ve 11 bölümden oluşmaktadır. Tavan yüksekliği yer yer 30 metreyi bulmakta, güzel sarkıt ve dikitlerin yanı sıra mağarada yer yer su birikintileri de vardır. "Helva Köyü Buz Mağarası": Helva Köyünde yer almaktadır. İl merkezinden 33 km mesafede, hemen köyün yamacında yer alan mağaranın içinde Buzdan oluşmuş sarkıt ve dikitler bulunmaktadır. Buz Mağarası görenleri hayrete düşürecek cinsten. Hava sıcaklıklarının yüksekliğine rağmen içerisine girenleri soğuk kış aylarına götüren mağara; buzdan sarkıt, dikitleriyle ve kalın buz tabakasıyla da ziyaretçilerini büyüleyen bir görünüme sahip. Geniş bir giriş kapısının olmasına rağmen doğal olan buzlarında erimenin görülmediği mağarayı yöre halkı, teknoloji öncesinde soğuk hava deposu olarak kullanmıştır.Doağl yollarla oluşan nadide güzelliklerdendir. Bu cami Bayburt Cumhuriyet Caddesi üzerinde, saat kulesi karşısında, eski Yakutiye Medresesinin bulunduğu alan üzerindedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Bayburt halkının yardımlaşması ile 1913-1915 yılları arasında yapılmıştır. Cami ve minaresi tamamen kesme taştan olup, işçiliği taş işleme sanatının güzel örneğidir... Bayburt kalesinin eteğinde, Çoruh Nehri’ne çok yakın bir noktada bulunan hamam 16. Yüzyılda Akkoyunlu Hacı Ferahşad Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Nice tarihî olaya şahitlik eden yapı çok kere tadilat görmüştür ancak içyapısı orijinalliğini korumaktadır. Günümüzde aktif olarak kullanılmasa da turistlerin ilgisini çeken bir mekândır. Bunlardan başka Bayburt'ta Yukarı Hinzeverek camii, Yakutiye Camii, Zahit Efendi Camii, Çarşı Hamamı, Kondolotlar Hamamı ve Şehit Osman Türbeleri gibi tarihi ve turistik değeri olan eserler de vardır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Futbol takımı Bayburt Grup Özel İdare, 3.Ligdedir. Ayrıca bu sezon, BAL’ da yer alan Aydıntepe Çatıksu Gençlik Spor, tekrar yerel lige düşmüştür. Aydıntepe Gençlerbirliği, erkekler voleybol bölgesel ligdedir. Bayburt Grup Özel İdare, Ziraat Türkiye Kupası ikinci turunda Rize Pazarspor’a elenmiştir. Bayburt'un önemli spor tesisleri:Bayburt Genç Osman Stadı (5.000), Merkez Kapalı Spor Salonu (1.000), Bayburt Kapalı Yüzme Havuzu-Y.olimpik (550) ve Kop Dağı Kış Sporları ve Kayak Merkezi. Bayburt Bayburt, Kuzeydoğu Anadolu'de bulunan ve Çoruh Nehri'ne yaslanan Türkiye'nin bir şehri ve Bayburt ilinin merkezidir. Eski adı Ermenice'de Papert (Բաբերդ), Baberc (Բաբերձ) ya da Baybert (Բայբերդ) olan şehrin adı 1930 reformlarıyla "Bayburt" olarak kabul edilmiştir. Bayburt yüzölçümü ve nüfusu itibarıyla Türkiye'nin en küçük illerinden biridir. Doğu Karadeniz sıradağlarının hemen güneyindeki Çoruh vadisinde yer alır. Kuzeyde Trabzon ve Rize ile doğuda Erzurum güneyde Erzincan ve batıda Gümüşhane illeri ile komşudur. İl, 3652 km kare yüzölçümüne sahiptir. Bayburt'un engebeli arazisinin jeolojik yapısı oldukça karışıktır. Kuzeyde ve doğuda Soğanlı dağlarının güney kesimlerindeki küçük alanlarda bol fosil bulunmaktadır. İlin yer altı zenginlikleri arasında gümüş, bakır, kurşun, çinko karışımı damarlar ile linyit rezervleri bulunmaktadır. İlin toplam alanının %45i dağlardan oluşur. Bayburt'u Karadeniz'den ayıran sıradağlar batıdan doğuya sırayla Zülfe (2750 m) Kemer (2856 m) Soğanlı (2750 m), Haldizen (3000 m), Kırklar (3350 m) dağları. Güneyde sıralanan dağlar ise Çavuşkıran (2850 m), Kop (2600 m), Çoşan (2963 m), Sarıhan (2400 m), Otlukbeli (2520 m) ve Pulur (2300 m) dağlarıdır. Bu iki dağ silsilesinin arasında Çoruh Nehri akmaktadır. Çoruh'un ana kaynağı Mescit Dağı'ndan gelmekte ve il sınırlarına Güneydoğudan girmektedir. Bu ana kol Masat vadisinde Maden bucağı yakınlarında Kop suyu ile birleşir. Irmak burada geniş bir alana yayılmış olup, Bayburt ovasının oluşumuna ve taşıdığı alüvyonlarla sulu tarıma olanak sağlar. Bayburt'tan geçmeden önce civarındaki birçok derenin de suyunu topladığından şehrin içinden oldukça coşkulu bir biçimde akar. Kale tepesi ile Duduzar tepesi arasında derin bir vadi oluşturduktan sonra Kale ardından yine düz bir biçimde devam eder. Düzeker ovasında ırmağın diğer önemli bir yan kolu olan Değirmencik suyunu alır. Daha sonra dirsek yaparak Çoruh ırmağı derin Çoruh vadisine girer. Doğuya doğru akışına devam ederek ili terk eder. Dağlarla çevrelenen ve ortasında akan Çoruh Irmağı'nın kollarıyla parçalanan Bayburt ovası yaklaşık 900 km kare civarındadır ve dört önemli bölümden meydana gelir. Batıda yer alan Mormuş düzlüğü kuzeyde Aydıntepe ovası kuzeydoğuda Değirmencik kesiminde yer alan Düzeker ovası ve güneydoğu bölümünde Keçevi düzü 1500–1700 m. Arasında yüksekliklere sahip ovalardır. Ekonomik hayat, tarihi gelişim içinde temel değiştirmemiştir. Ticaret ve sanayinin gelişmediği ilde tarım ve hayvancılık başlangıçtan beri ekonomiyi sürükleyici bir rol oynamıştır. Tarım ürünü olarak ilde hububat çeşitleri, yem bitkileri, şeker pancarı ve az da olsa meyve sebze üretimi yapılmakta, genelde ilin sebze ihtiyacı diğer illerden karşılanmaktadır. Arazinin büyük bir kısmı kıraç olup Çoruh vadisinde; Aydıntepe ve Sünür (Çayıryolu) ovalarında sulu tarım yapılmaktadır. Hayvancılık ilin geçim kaynaklarından en önemlisidir. Arazi hayvancılık yapmaya çok elverişlidir. Mera hayvancılığı yapılmaktadır. Son yıllarda besi hayvancılığına doğru bir gelişme gözlenmektedir. Süt inekçiliği ıslah çalışmaları da devam etmektedir. İlin ilçe ve köylerinde arıcılık yapan aile sayısında büyük artış gözlenmekte, il sathında bal üretimi yapılmaktadır. Bayburt ili çok eski transit ticaret yolu olan Trabzon-İran arasındaki "İpek ve baharat yolu"nun bir durağıdır. [[Türkiye ekonomisi|ekonomisi]] tarım, hayvancılık ve ticaret ağırlıklıdır. Tarım dışında kalan ekonomik yapısı, üretim yolu ile satışa arz şeklinde değil, dışarıdan getirip satışa sunma şeklinde gelişmiştir. Karaman (il) Karaman, İç Anadolu Bölgesi'nde yer alan ilin adıdır. 1989 yılında Orta Anadolunun gelişmesi maksadıyla alınan kararla Konya ilinden ayrılarak il olmuştur. Karaman'ın Merkez İlçe, Ayrancı, Kazımkarabekir İlçelerinde akdeniz iklimine benzer karasal iklim, Ermenek, Başyayla, Sarıveliler İlçelerinde Akdeniz İklimi görülür. Bu nedenle Karaman'da yetiştirilen bitki türleri çeşitlilik göstermektedir. Batı ve kuzeyinde Konya, güneyinde Mersin, güneybatısında Antalya illeri ile çevrilidir. Karaman, Anadolu'da Türkçenin Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından resmî dil ilan edildiği yerdir. Karaman İli Nüfusu: 245.610'dur. Bu nüfusun %79,12'si şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 8.678 km²'dir. İlde km²'ye 28 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 47'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,41 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 1.063 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 129 mahalle ve ayrıca 159 köy vardır. Karaman ili nüfusu: 246.672'dür. Bu nüfusun % 79,50'si şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 8.678 km²'dir. İlde km²'ye 28 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 47’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 0,43 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 130 mahalle ve ayrıca 159 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 1,14)- Kazımkarabekir (-% 3,01). 2017-2018 Sezonu sonunda, Karaman’nın liglerindeki tek takımı Karaman Belediyespor, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL) de grubunda 5. oldu. Karaman'ın voleybol kadın ve erkek bölgesel liglerinde 8 takımı yer almıştır. Karaman Belediyespor , Ziraat Türkiye Kupası birinci turunda Nevşehir Gençlik Spor’a elenmiştir. Ön
emli spor tesisleri: Kemal Kaynaş Stadyumu (2.250) ve Süreyya Ayhan Atletizm Pisti  (4.750)'dir. Karaman Karaman, Türkiye'nin İç Anadolu Bölgesi'nde yer alan aynı adlı ilin merkez ilçesi. Önemli bir ticaret, kültür ve sanat merkezidir. MÖ 8000'lerden itibaren iskân edilen Karaman ve yöresi; yer altı şehirleri, mağaralar ve inanç merkezlerine sahiptir. Karamanoğulları Beyliğinin bir süre başkentliğini yapmıştır. Yunus Emre, Şeyh Edebalı, Kazım Karabekir, Kemal Reis, Mevlana, Şair Ayni gibi pek çok Türk büyüğünü yetiştirmiş bir şehirdir. Ayrıca Atatürk'ün dedeleri, anne tarafından Sofuzade Feyzullah ve baba tarafından dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi'nin Karamanlı oldukları Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER tarafından "Hemşehrimiz Atatürk" adlı tezle ispatlanmıştır. Türkiye'nin 58. büyük ili olan Karaman, koyunlarıyla meşhurdur. Karaman, tarih bakımından önemli olan illerden birisidir. Bu nedenle gezilmesi gereken illerden birisidir. Terminal kent merkezine yaklaşık 3 km uzaklıktadır. Terminale belediye otobüsleri, dolmuş ve özel taksiler çalışmaktadır. Tren garı kent merkezine 1 km uzaklıktadır. Tren hattı Adana-Konya istikameti üzerindedir. Yeni yapılan Ankara-Konya hızlı tren hattı ile Ankara'ya bağlanacaktır. Bu hızlı tren hattının yapım çalışmaları başlamıştır. Rum Beldelerinin, birisi de Karaman topraklarıdır. Buralarda Türkmenler oturur. Karamanoğulları çevresindeki beyliklerin en güçlüsü ve en uzun ömürlü olanıdır. Konya'nın bir günlük güneyinde Rum Beldesinden birisi de Larende (Karaman)'dır. Evliya Çelebi, Karaman ve tarihi eserlerini incelemiş, Yunus Emre'nin de Karaman'da olduğunu belirtmiştir. Karaman Kalesinden, Aktekke (Mevlana'nın annesinin mezarının bulunduğu cami), Nuh Paşa Camii, Dikbasan Camii, Karabaş Veli Camii, Kirişçi Baba Camii ve bunlardan başka çok sayıda cami, medrese, çeşme, han, hamam ve imaretlerden bahseder. Evliya Çelebi bu tarihi eserlerden başka, büyük bir cadde üzerinde 470 dükkândan bahisle, Karamanlıların tarihlerde yaşantılarını ve binlerce evliyanın mevcudiyetini ve Yunus Emre'nin merkadinin (mezarının) Karaman'da olduğunu yazmaktadır. Katip Çelebi "Cihannüma"sında; Konya'nın kazalarını sıraladıktan sonra, Larende için "Konya'nın Doğu Cenubunda, arası bir menzil düz yerde kasaba ve kaladır. Akarsuyu, bağ, bahçeleri, camileri ve hamamları vardır. Katip Çelebi Karaman eyaletini şöyle yazmıştır. "Der beyan-ı Eyalat-ı Karaman: Osmanlılardan evvel bu yerlerde Al-i Karaman iskan etmekle, bu diyara Karaman denilmiştir. Daha evvel bu memleket, ta denizde sonra ererdi. 1289-1291 Hicri (1872-1874 Miladi) tarihli Konya Salnamelerinde Karaman Tarihi hakkında bilgi verildikten sonra, 88'inci sayfada şöyle deniliyor; "Karaman'da Kibar'ı Evliyaullahtan Tabduk Emre, Yunus Emre, Mader-i ve Birader-i Hz. Mevlana ve Kettaue Baba, Canbaz Kadı medfundurlar". 1294 Hicri (1877 Miladi) tarihli salnamede de şunları yazıyor: "Karamanda büyük küçük 41 camii, 82 mescit, 17 medrese, l kütüphane, 5 tekke, 12 zaviye, l rüştiye mektebi ve biri Ermeni, diğeri Rum 2 adet kilise ve 51'i İslam ve 2'si Rum olan 53 mektep, ikisi çift ve yedisi tek olmak üzere 9 hamam 115 çeşme ve şadırvan, 422 dükkân, 7 han, 5 adet bezirhane, 11 yağhane, 33 değirmen, l imaret, 11 sebil, 12 sarnıç, l buzhane, 4 karlık, l adet Kala-i atik mevcuttur." Karaman bugün Konya vilayeti dahilinde olup, evvelce Pizidi kıtasını teşkil eden ve sonra bir müddet emirlik halinde idare olunan Larende, Niğde, Ermenek, Konya, Kayseri, Akşehir, Beyşehir, Seydişehir ve Karahisar sancak ve kazalarını toplayan eyaletin ismidir. Bu eyaletin çok yeri dağlık ise de güzel üzüm, afyon yetişir ve tuzlaları vardır." Sems'ed-din Sami Bey (Kamus-ül A'lam'ında Karaman ilini) şöyle yazmıştır. Anadolu'nun orta kısımlarının güney cihetine verilen isim olup, Konya, Niğde, İçel sancaklarından ibarettir. Bu bölge, Selçuk Devletinin çökmesinden sonra, İstiklal kazanarak oralarda hüküm süren Karamanoğullarımn adı ile anılır. Bu hükümetin ilk teşekkülünde Larende Kasabası merkez olup, sonra yine Konya'yı terke mecbur olmuşlar, Larendeye çekilmişlerdir. Şimdi dahi Karaman ilinin merkezi Larende ad olunup, bu kasabaya Karaman dahi denilir." Karamanoğulları, Anadolu Türkmen Beyliklerinin en mühimi, en büyüğü, en kudretlisi ve en devamlısıdır. Karaman Türkmen Beyliği, 1250 yıllarından 1487'ye kadar takriben 237 yıl sürmüştür. Karamanoğlu 24 Oğuz boyundan biri olan, Oğuzların Avşar Boyu Beylerinden Ahmet Sadettin Bey'in oğlu Nuri Sofu Bey'den gelmişlerdir. 2,5 asırlık tarihleri sırasında, Karamanoğulları'mn toprakları zaman zaman büyüyüp küçülmüştür. Karaman Beyliği, Türkiye'nin şu illerine yayılmıştır: Konya, Karaman, Niğde, Aksaray, Kayseri, Ankara, Nevşehir, Mersin, Kırşehir illerinin tamamı, Antalya'nın doğu yarısı, Karamanoğullarının nüfuz ve tabiyetinde bulunmuştur. Karamanoğullan batıya doğru Antalya, Isparta, Afyon dolaylarında zaman zaman yukarıdaki sınırları da aşmışlar, akın mahiyetinde çok daha uzaklara gitmişler ve Bursa'ya da girmişlerdir. Yukarıda gösterilen topraklar 146,000 km² olup, o dönemde bu topraklar üzerinde 2 milyon insanın yaşadığı tahmin edilmektedir. Kırıkkale (il) Kırıkkale, Türkiye Cumhuriyeti'nin İç Anadolu Bölgesinde yer alan bir ildir. Şehrin adını nereden aldığına dair kesin bir bilgi yoktur. Kırıkköyü ile kentin merkezinde bulunan Kaletepe'nin kısaltılarak birleştirilmesinden ortaya çıktığı söylenir. Bu ismin halk tarafından yakıştırıldığı kanaati yaygın olmakla beraber bölgenin ismi Osmanlı arşiv belgelerinde "Kırıkkal" şeklinde geçmektedir. Kırıkkale, 21 Haziran 1989 târih ve 3578 sayılı yasa gereğince dönemim başbakanı Turgut Özal tarafından yapılan törenle il olmuştur. İlk vâlisi Fikret Güven, 17 Ağustos 1989 târihinde yapılan törenle il vâliliği görevine başlamıştır. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 9 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 85 mahalle ve ayrıca 185 köy vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli sanayi merkezlerinden birisi olan Kırıkkale, bünyesinde bulundurduğu önemli sanayi kuruluşlarıyla Savunma ve Petro-Kimya can damarı durumdadır. Önemli sanayi kuruluşları: İlin kuzeyinde Çamlıca, Karakaya ve Kırıkkale tepeleri bulunur. Topraklarının denizden ortalama yüksekliği 700 m. olup kuzeybatıdan güneydoğuya doğru Koçu Dağı uzanmaktadır. Bu dağ, 4×7 km boyutlarındadır. Yığlıtepe, deniz seviyesinin 1278 m. üstündedir. Güney-güneydoğuda Denek Dağ Sırası bulunmaktadır. Bu dağ sırası Çoruhözü Vâdisi'nin güneyinde uzanmaktadır. İl yüzölçümünün küçük bir bölümünü ovalar oluşturur. Kuzeydeki Çamlıca ve Karakaya tepeleriyle güneydeki Denek Dağı’nın arasında Kırıkkale Ovası uzanmaktadır. Kırıkkale ilinde yerleşimin önemli bölümü buradadır. Ovanın en geniş yeri, Çoruhözü Deresi’nin Kızılırmak’a aktığı noktadır. İl sınırları içerisindeki yaylalar, deniz seviyesinin 1200-1600 m üzerindedir. Şehrin en önemli akarsuyu Kızılırmak'tır. 94 km'lik bir bölüm şehir sınırları içinde yer alır. Kentin güney ve batısından geçer. Kent, Kızılırmak'la yerleşim olarak birleşmiş durumdadır. Kızılırmak, Yeşil Vadi Projesi'yle koruma altına alınmıştır. Kapulukaya Hidroelektrik Santrali bu ırmak üzerinde kurulmuş olup faaliyetlerini sürdürmektedir. Şehirde Sulakyurt-Danacı Göleti'yle Ahılı deresi üzerinde sulama amaçlı bir gölet vardır. Enerji amaçlı kullanılan Kapulukaya Barajı'nın ardında suların birikmesiyle oluşmuş -isimsiz- yapay bir göl bulunur. Çoruhözü: İzzettin-Balışeyh arasında demiryoluna paralel olarak merkezden geçer ve Kızılırmak'a karışır. Derenin aktığı yerlerde su, tarımsal sulamada kullanılır. Okun Deresi : Elmadağ'ın güneyinde akan suların oluşturduğu Balaban ve Sarılıöz çaylarının Kılıçlar Köyü'nde birleşmesinden oluşur ve Kızılırmak'a karışır. Delice Irmağı : Delice ilçesi ile Çorum toprakları arasında akar. Bozköy ovasını sular ve Kızılırmak'a karışır. Irmağın il sınırlarındaki uzunluğu 54 km'dir. İç Anadolu Bölgesi'nde Orta Kızılırmak Bölümü'nde yer alan Kırıkkale, doğuda Çorum, Yozgat, güneyde Kırşehir, batıda Ankara, kuzeyde Çankırı illeri ile komşudur. Cumhuriyet sonrasında, 1927 yılında, yapılan ilk nüfus sayımında Kırıkkale adına rastlanılmamıştır. Ancak o dönemde Ankara’nın ilçesi konumunda olan Keskin’in nüfusu 48.934 kişidir. 1935 yılından 2009 yılına kadar yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre, Kırıkkale’nin şehir ve köy nüfusu gelişimi aşağıda belirtilmiştir. Kırıkkale İli Nüfusu: 277.984'dir. Bu nüfusun %89,63'ü şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 4.791 km²'dir. İlde km²'ye 58 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 468'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %2,85 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 746 m.'dir. Kırıkkale ili nüfusu: 278.749'dür. Bu nüfusun % 89,96'sı şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 4.791 km²'dir. İlde km²'ye 58 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 468’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 0,28 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 9 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 85 mahalle ve ayrıca 185 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Yahşihan (% 7,33)- Karakeçili (-% 3,43). Silâh-San bünyesinde kurulmuştur. 1991 yılında gerekli işlemleri yapıldıktan sonra faaliyete geçirilmiştir. 15 ve 20. yüzyıllar arasında Osmanlı ve Avrupa ülkelerine ait silâhlar Tophane'den, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden ve askerî fabrikalardan toplanarak teknik ve tarîhi özellikleri tespit edildikten sonra müze hâline getirilen, Silah Fabrikası'nın büyük salonunda gösterime açılmıştır. Kırıkkale, 9 ilçe (merkez dahil), 11 belde ve 185 köy ile tipik bir Orta Anadolu ilidir. İlde 20 belediye teşkilatı mevcuttur. Bunlardan 1’i İl belediyesi, 8’i ilçe belediyesi, 11’ü ise belde belediyesidir. Ayrıca 13 mahalli idare birliği bulunmaktadır. Kırıkkale'nin bazı önemli merkezlere uzaklığı şöyledir, 2017-2018 Sezonu sonunda, Kırıkkale’nin BAL’da iki takımından Türk Metal Kırıkkale Spor grubunu 5.sırada tamamlarken MKE Kırıkkalespor küme düşmüştür. Voleybol ve hentbol bölgesel liglerinde birer takımı v
ardır. Ziraat Türkiye Kupası birinci turunda Türk Metal Kırıkkale Spor Bartınspor’a, MKE Kırıkkalespor Yozgat 1959 FK’ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Başpınar Stadyumu (16.000), Başpınar Spor Salonu (2.500), Olimpik Yüzme Havuzu (1.000) dur. Kırıkkale Kırıkkale, Kırıkkale ilinin merkezi olan ilçedir. 1941 yılında belediye statüsüne kavuşmuştur. Kırık köyü arazileri üzerine kurulmuş, gelişmiş ve büyümüştür. 1920'lerde Mühimmat Fabrikasının temellerinin atılması, DDY buradan geçmesi gibi unsurlar şehrin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Mühimmat Fabrikasının üretime geçmesiyle şehir göç almaya başlamış ve 12 hanelik Kırık köyü, 1929 yılında bucak yapılarak “Kırıkkale” biçiminde kullanılmıştır. Kırıkkale 1929'da 3000 nüfusa sahip tipik bir Anadolu kasabasıdır. İlk yerleşimler TCDD güzergahında; bugün aynı adı taşıyan Fabrikalar Mahallesi, Ovacık Mahallesi, Kurtuluş ve Hüseyin Kahya Mahallelerinde oluşmaya başlamıştır. Şehrin kurulmasında ve gelişmesinde bir planlılık görülmez. 1935 Genel Nüfus Sayımında Şehrin nüfusu 4599’a yükselir. MKEK Fabrikalarında çalışmak üzere çevre illerden insanlar buraya göç etmeye başlar. Cumhuriyetin ilk yılları olması nedeniyle “sanayi” şehrin büyümesine öncülük yapar. Kırıkkale’ye yerleşen insanlarımız gelişigüzel yerleşerek ev ve işyerlerini kurma gayreti içerisinde olurlar. Bu plansız gelişme bugün bile İli olumsuz etkilemektedir. İlçe merkezinde 26 mahalle mevcuttur. Batman (il) Batman (Kürtçe: Êlih), Türkiye Cumhuriyeti'nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan bir ildir. İl Nüfusu: 576.889'dur. Bu nüfusun %81'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 4.477 m²'dir. İlde km²'ye 129 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 658'dir.) İl merkezinin denizden yüksekliği: 570 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 126 mahalle ve ayrıca 284 köyü vardır. Dicle'nin aktığı topraklarda zengin tarihi geçmişi koruyan Batman ve antik kenti Hasankeyf; üç bini aşkın mağarası, orta çağdan kalma tarihi köprüsü, eski çarşısı, camii minareleri ve tarihsel anıtlarıyla bir doğa harikasıdır. Dünyaca ünlü sanat tarihçi Tahsin Acet Batmanlıdır. 1990 yılına kadar çok hızlı bir gelişme yaşayan Batman, 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Beşiri Kozluk ve Sason ilçeleri Siirt'ten, Hasankeyf ve Gerçüş ilçeleri Mardin'den alınıp Merkeze bağlanarak Türkiye'nin 72. ili olma unvanına kavuşmuştur. Batman tarihi itibarıyla yeni bir şehir olmasına karşın yerleşim alanında kurulan şehirlerin tarihi Sümerlere kadar uzanır. İluh Tepesi'nin bulunduğu alanda bir Sümer şehir yerleşiminin bulunduğu, ancak bataklık bir arazi üzerine kurulu olduğundan şehrin zaman içerisinde yeraltına göçtüğü düşünülmektedir.Ayrıca "İluh Tepesi" olarak adlandırılan Arazi, araştırmalar sonucunda doğal olmadığı ve yapay bir tepe olduğu kanıtlanmıştır. Batman'ın adını "batmak" teriminden bu nedenle almış olabileceği düşünülmektedir. 1940 yılında Batman civarında petrol bulunmuştur. Batman'ın iklim özellikleri Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde oluşundan dolayı genel anlamda "Uzak Akdeniz İklimi" kapsamındadır. Yıllık ortalama yağış miktarı 750–1000 mm civarındadır. Kışlar bazen sert ve soğuk geçmektedir. 1 Ocak 2007 tarihinde termometreler -24 dereceyi göstermiştir. İlkbahar aylarında Beşiri ve Batman ovalarında bol otluk olup İç Anadolu ve Doğu Anadolu'dan mevsimlik "Küçükbaş ve Büyükbaş Hayvan" besiciliği göçü almaktadır. Ölçülen en yüksek sıcaklık 48.8 derece ile 10 Temmuz 1962'de kayda geçmiştir. Yazlar sıcak geçmektedir. Yaz aylarında bazen şiddetli yağışlarda görülmektedir. Batman ekonomisi genel anlamda kırsal alanda Hayvancılık ve tarım üzerindedir, genel olBatman merkezdegenel olarak ekonomi ticaret,sağlık,inşaat ve tarım sayesinde dönmektedir.Kentte elit ve alt gelirli kesim arasında uçurumdan bahsedilebilir.İş olanakları fazla olmasında rağmen vasıflı eleman sıkıntısı yaşanmakta bundan dolayı da il genelinde yüksek işsizlik rakamlarından söz edilebilir.Organize sanayii bölgesinde önemli gelişmeler kaydedilmekte son üç yıl nezdinde,Üretime dayalı sanayii alanında gelişmelere gebe bir kent.Batman kendi öz imkanları sayesinde bir zamanlar Gaziantep ve Diyarbakıra olan bağımlılığını minimize etme çabasındadır. Nüfusun, yaklaşık %63'ü Batman Merkezde yaşamaktadır. Kent nüfusunun önemli bölümünü Kürt nüfus oluşturmaktadır. Ayrıca ilde az oranda Arap, Türk ve diğer etnik gruplardan insanlar yaşamaktadır. Batman ili nüfusu: 585.252'dir. Bu nüfusun %81,4'ü şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 4.477 km²'dir. İlde km²'ye 131 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 673’dür.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,45 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 11 belediye, bu belediyelerde 126 mahalle ve ayrıca 284 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez(% 2,33)- Beşiri (-% 3,99). Batman ve yöresinde genellikle Güneydoğuya has bütün yemekler bulunmakta ve tüketilmektedir.Kebap ve sulu yemekler tüketim fazla olan yemeklerdir. Güveç(Tirşik), Mehîr, İmam bayıldı(Buxenûç),İçli Köfte(kutilk), Sac Böreği (Şamborek), Yeşil Mercimek Çorbası(Hebenîsk), Kuru Dolma(Dolmê hışk), Mirtoxî, Gebol, Avşork...vb. Daha sayamadığımız yörenin kendine has yemekleridir. Merkezde ünlü ciğerci,büryancı ve kavurmacılar bulunmaktadır.Tatlı olarak kadayıf,baklava gibi tatlılar tüketilmektedir.Hamur işleri olarak lahmacun tüketimi fazladır. Yöreye has yemeklerin sayısı oldukça fazladır. Batman'a Türkiye'nin her bölgesinden ulaşım mümkündür.Bölgenin birçok yerel otobüs firması ilk kalkış olarak Batman merkezi seçmekte bundan dolayı birçok firmayla ulaşım mümkündür.Batman Merkez ulaşımda bölgesine açılan bir noktadır.Son yıllarda yapılan Lüks ve Büyük bir Havalimanı sayesinde hem batı illerine olan sefer artmış hem de fiyatlar azalmış durumda,Hava yolu direk bağlantı ile İstanbul,Ankara,İzmir ve yaz aylarında Antalya'ya ulaşım mevcuttur.Demiryolları bakımından meşhur Kurtalan Ekspress'in Kurtalandan önceki son durağıdır. 2017-2018 Sezonu sonunda, Futbol takımı Batman Petrol Spor A.Ş., 3.Ligdedir. Hentbol erkeklerde Batman Belediyespor, süper lige yükselmiştir. BAL (1), Kadın futbol 3.lig (2), KBBL (1), voleybol erkeler 2.lig (1) takımı daha bulunmaktadır. Batman Petrol Spor A.Ş., Ziraat Türkiye Kupası ikinci turda Siirt Özel İdare Spor’u , 3.turda Süper lig takımı Göztepe’yi elemiştir. 4.turda Denizlispor'u elemiştir. 5.turda A.Konyaspor'a elenmiştir. Batman'ın önemli spor tesisleri: Yeni Batman Stadyumu (15.715), 19 Mayıs Kapalı Spor Salonu (2.000), Batman Atletizm Pisti (750) Batman (anlam ayrımı) Batman, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Şırnak (il) Şırnak Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan bir ildir. Nuh Peygambere'a ait olduğu öne sürülen bir türbe, Şırnak'ın Cizre ilçesinde bulunur. Tufandan sonra Nuh'un ilk yerleştiği şehir olduğu rivayet edilir. İl, Irak ve Suriye'ye komşudur. Şırnak, 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Siirt ilinden ayrılarak Türkiye'nin 73. ili olmuştur. Aynı kanunla Siirt'in Eruh ilçesine bağlı Güçlükonak bucağı bu ilin ilçesi olmuş, ayrıca Mardin'in İdil, Cizre ve Silopi ilçeleri buraya bağlanmıştır. Ağustos 2015 tarihinden itibaren Şırnak il merkezi ve Cizre, İdil ve Silopi ilçelerinde çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar 3 Haziran 2016'da son bulmuştur. İsminin Şehr-i Nuh'tan geldiği söylenir. Şırnak'ın Kürtçe'de karşılığı Şirnex'dir. Şırnak ilinin yedi ilçesi vardır, Şırnak ili nüfusu: 503.236'dır. Bu nüfusun % 73,26'sı şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 7.078 km²'dir. İlde km²'ye 68 kişi düşmektedir. (Bu sayı Cizre'de 302’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 4,02 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 7 İlçe, 19 belediye, bu belediyelerde 90 mahalle ve ayrıca 192 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Uludere (% 7,09)- Beytüşşebap (-% 0,27). 2017-2018 Sezonunu, Siirt’in futbol 3.ligdeki temsilcisi Cizrespor, gubunda 8.olmuştur.. Ayrıca BAL’da ve kadın futbol liglerinde birer takımı vardır. Voleybol 2. Liglerinde 3 takımı kalmıştır. Hentbol erkeklerde Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü Spor, 1.lige, Genç Yıldızlar SK da 2.lige yükselmiştir. Ayrıca, Şırnak'ın 6 voleybol, 1 hentbol takımı bölgesel liglerde yer almıştır. Cizrespor, Ziraat Türkiye Kupası 2. turunda Yüksekova Belediyespor’u elemiş, 3.turda A.Ç.Giresunspor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Şırnak Şehir Stadı (3.050), Cizre İlçe Spor Salonu (2.000). Şırnak Şırnak, eski adıyla Nuh, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Şırnak ilinin ve merkez ilçesinin yönetim merkezi olan şehirdir. Şırnak, tarihsel olarak çok eski bir geçmişe sahiptir. Şehrin geçmişi Kâtip Çelebi’nin 17. yüzyılda yazdığı 'Seyahatnâme' ve tarihî rivayetlere göre Nuh Tufanı öncesine dayanır. Bu rivayetlere göre Cizre, tufandan sonra ikinci kez Nuh ve oğulları tarafından inşa edilirken Cizre’nin kızgın sıcağından korunmak için Şırnak, yazlık ve yaylak olarak inşa edilmiştir. Şırnak, Nuh'un gemisi kalıntılarının olduğu öne sürülen Cûdi Dağı’nın kuzeyinde 'Şehr-i Nûh' adıyla kurulmuş, önceleri "Şerneh", daha sonraki yıllarda ise "Kürdara Şırnak" adını almıştır. Şırnak, tarihte birçok önemli devletin başkentini kendi topraklarında barındırmıştır. Aynı zamanda Guti (Qurtie) imparatorluğunun başkenti olan "Bajarkard", Silopi ilçesi topraklarındadır. İl sınırları içinde bulunan Cûdi Dağı’nın isminin Gutilerden geldiği düşünülmektedir. İl merkezinde 2015 yılında çatışmalar başlamıştır. Çatışmalarda birçok kişi yaralanmış ve yaşamını yitirmiştir. Şırnak ili 37°31 kuzey enlemleri ve 42°28 doğu boylamları arasında yer almaktadır. Yüzölçümü 7.172 km², ortalama 1.400 metre rakımı ile deniz seviyesinden oldukça yüksek olan Şırnak ili Güney Doğu Anadolu Bölgesi içinde kalır. Ayrıca şehirdeki bazı aileler Irak Zaho şehriyle akrabadır. Sindi aşiretine mensup bazı köyler vardır. Ekonomisi madencilik, tarım ve ticarete dayalıdır. Kırsal kesimd
e başlıca gelir kaynağı hayvancılıktır. Yaylacılık metoduyla çok sayıda küçükbaş hayvan beslenir. Tereyağı, peynir, yün, kıl ve tiftik başlıca hayvani ürünleridir. Mardin, Hakkâri ve Siirt'e karayolu ulaşımı vardır.İstanbul'dan Şırnak'a ortalama otobüsle seyahat süresi 24 saattir. Nusaybin'den başlayan tren yolu hattı da bulunur. Şırnak Şerafettin Elçi Havalimanı açılmıştır. Bartın (il) İl Nüfusu: 192.398'dir. Bu nüfusun %49'u şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 2.330 m²'dir. İlde km²'ye 83 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 137'dir.) İl merkezinin denizden yüksekliği: 12 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 8 belediye, bu belediyelerde 47 mahalle ve ayrıca 265 köyü vardır Bartın, Türkiye'nin Karadeniz Bölgesi'nde Batı Karadeniz Bölümünde küçük bir ildir. 1991 yılında Zonguldak ilinden ayrılarak Türkiye'nin 74. ili olmuştur. Doğusunda Kastamonu, güneyinde Karabük, batısında Zonguldak illeri, kuzeyinde Karadeniz bulunur. Orman bakımından zengin olan ilin büyük bir kısmı Küre Dağları Millî Parkı sınırları içerisinde yer almaktadır. Bartın Çayı Türkiye'de üzerinde taşımacılık yapılan tek akarsudur. "Parthenia"dan Bartın’a dönüşen adın kaynağı "Parthenios"dur. Bartın Irmağının antik çağdaki adı olan Parthenios; Yunan mitolojisinde,Tanrıların Babası Okeanos’ un çocukları olan yüzlerce tanrıdan birisi ve “Sular Tanrısı “ dır. ”Sular İlahı veya Muhteşem Akan Su “anlamlarına gelir. Romalılar devrinde Bartın Çayına Parthenius deniliyordu. Çayın kıyısında kurulan şehre ise Parthenia adı verildi. Bu isim zamanla Bartın’a dönüşmüştür.Bartın ili, tarihi Paphlagonia antik kentlerinden Sesamos (Amasra), Kromna (Kurucaşile) ve Erythinoi (Çakraz)'ı sınırları içerisinde bulundurmaktadır Batı Karadeniz Bölgesinin, 410 53' kuzey enlemi ile 320 45' doğu boylamı arasında yer alır. Kuzeyini 59 km'lik sahil şeridiyle Karadeniz çevrelerken, doğuda Kastamonu, doğu ve güneyde Karabük, batıda ise Zonguldak illeriyle komşudur. Yüzölçümü 2143 km²’dir. İl merkezinin rakımı 25 m'dir. Bartın 4 ilçeden oluşur, Bartın ilinde kullanılan Türk şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre, iki ayrı grupta yer alır: Bartın ili nüfusu: 193.577'dir. Bu nüfusun %50,1'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 2.330 km2'dir. İlde km2'ye 83 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 139’dur.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 0,62 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 8 belediye, bu belediyelerde 48 mahalle ve ayrıca 265 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez(% 1,12)- Kurucaşile (-% 2,32). 2017-2018 Sezonu sonunda, Futbol takımı Bartınspor Bölgesel Amatör Lig (BAL) grubunda 3. olmuştur. Bartın Polisgücü kadın voleybol takımı 1.ligdedir. Ayrıca, Basketbol ve Voleybol bölgesel liglerinde de birer takımı bulunmaktadır. Bartınspor , Ziraat Türkiye Kupası ilk turda T.M.Kırıkkale Spor’u elemiş, 2.turda Y.Altındağ Belediyespor’a elenmiştir. Bartın'ın önemli spor tesisleri: Bartın Atatürk Stadyumu (5.000), Ömer Tepesi Spor Salonu (750), Bartın Kapalı Yüzme Havuzu-Y.Olimpik (500). Bartın Bartın, Karadeniz Bölgesi'nin batı bölümünde yer alan ilin merkezidir. Şehirden geçen Bartın Çayı'ndan denize gemiyle gidilebilir. Türkiye'de deniz trafiğine uygun tek deredir. Adını, kenarında kurulduğu Bartın Çayı'nın antik çağdaki isminden (Parthenios) alan kent, tarihi Paphlagonia antik kentlerinden Sesamos (Amasra), Kromna (Kurucaşile) ve Erythinoi (Çakraz)'ı sınırları içerisinde bulundurmaktadır. Romalılar devrinde Bartın Çayına Parthenius deniliyordu. Çayın kıyısında kurulan şehre ise Parthenia adı verildi. Bu isim zamanla Bartın’a dönüşmüştür. 7 Eylül 1991 tarihinde il statüsüne kavuşan Bartın'ın dört ilçesi (Merkez, Amasra, Ulus ve Kurucaşile), Kozcağız, Hasankadı, Arıt, Abdipaşa ve Kumluca beldeleriyle birlikte 260 köyü vardır. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 3 belde, 178 köy ve 2144 mahalleden oluşmaktadır. Bartın sonradan il olduğu için Türkiye'nin nüfus bakımından en küçük illerinden biridir. Şehirde 1 Yerel televizyon kanalı ve 2 yerel radyo kanalı vardır. Yerel Kanallar Yerel Radyolar Yerel Gazeteler Iğdır (il) Iğdır, Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nde ve Türkiye'nin en doğusunda yer alan bir ildir. Merkezi Iğdır kentidir. Doğu Anadolu Bölgesi'nin Erzurum - Kars Bölümü'nde yer almaktadır. 27 Mayıs 1992 tarihinde Kars ili'nden ayrılarak Türkiye'nin 76. ili olmuştur. 4 ilçe, 8 belediye ve 157 köyden oluşur. Önemli bir kültür kavşağında bulunan il Ermenistan, Azerbaycan ve İran ile sınır komşusudur ve Türkiye'nin üç ülkeyle sınırı olan tek ilidir.. Türkiye'nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'nın yüz ölçümünün üçte biri, il merkezine bağlı Suveren köyü'nün sınırları içindedir. Ayrıca Ağrı Dağı, ilin her köşesinden rahatlıkla görülebilmektedir. TBMM'ye her seçimde 2 milletvekili göndermektedir. Halkın temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Iğdır'ın kuzey ve kuzeydoğu sınırını, Aras Nehri ve bu nehrin oluşturduğu Türkiye-Ermenistan sınırı oluşturmaktadır. Doğusunda Türkiye-Azerbaycan'ın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti sınırı ve güneydoğusunda Türkiye-İran sınırı yer almaktadır. Güneyinde Ağrı ili (Doğubayazıt ve Taşlıçay ilçeleri) bulunmaktadır. Bu sınır kabaca doğu-batı doğrultusunda uzanan ve Doğu Torosların doğudaki uzantısı olan Karasu-Aras sıradağlarından oluşmaktadır. Bu dağlar doğuya doğru uzanırken aynı zamanda Yukarı Murat-Van Bölümü ile Erzurum-Kars Bölümü arasında sınır oluşmaktadır. Bu dağların doğuya, Ağrı volkanına kadar devam eden uzantısı üzerinde sırasıyla "Kızılcaziyaret Dağı" (2887 m.), "Durak Dağı" (2811 m.), "Zor Dağı" (3196 m), "Pamuk Dağı" (2639 m.) bulunmakta ve en doğu uçta ise Büyük Ağrı (5137 m.) ve "Küçük Ağrı" (3896 m.) volkanik dağları bulunmaktadır. Durak Dağları üzerinde Balık Gölü (2250 m.) bulunmaktadır. Iğdır'ın batısında Aras Irmağı'na katılan Gaziler Deresi'nin batı bölümü, Kars ili, Kağızman ilçesi ile olan sınırını oluştururken kuzeybatısında da yine Kars ilinin Digor ilçesi bulunmaktadır. Iğdır ili tamamen Aras Nehri'nin havzası içerisinde bulunmaktadır. İl sınırları içerisinde Aras Nehri'ne katılan önemli akarsular batıda Gaziler Çayı, Buruksu Çayı, doğuda ise Aşağı ve Orta Karasu çaylarıdır. Tuzluca çevresinde Bazaltik ve kahverengi topraklar geniş yayılış alanına sahipken, Iğdır Ovası'nda alüvyal topraklar, Doğu Iğdır Ovası ve Dil Ovası'nda tuzlu topraklar hâkimdir. Iğdır'ın iklimi Doğu Anadolu tipi Karasal İklimi'dir. Iğdır ilinin ovalık kesimleri, Doğu Anadolu Bölgesi'nin öteki kesimlerinde görülen şiddetli kara ikliminden fazlaca etkilenmez. Bunun en önemli nedeni çevresinde bulunan Ağrı Dağı gibi yüksek alanlara göre alçakta olmasıdır. Kuytu konumuyla mikroklima oluşturan Iğdır Ovası'nda yer alan Iğdır kentinde yıllık ortalama sıcaklık 11,6 °C'dir. Oysa yalnızca 170 km uzaklıktaki Kars'ta bu ortalama 4,2 °C'dir. Ovada kışlar, Erzurum-Kars yaylasına göre daha yumuşak, yazlar ise daha uzun ve sıcak geçer. Kentte kışın -30 °C'ye kadar düşen ve yazın da 41 °C'yi aşan hava sıcaklıklarına rastlanır. Kuytuluğu yüzünden Türkiye'nin en az yağış alan yörelerimizden biridir. Özellikle yarı kurak iklime sahip olması bitki örtüsü Doğu Anadolu'nun tipik bitkisel örtüsü olan bozkır olmasına yol açmıştır. Orman açısından Türkiye'nin en yoksul bölgelerinden biridir. Orman örtüsü bakımından fakir olmasının nedeni, topraklarının Azonal (Taşınmış) Toprak grubuna girmesidir. Kireç oranı nispeten yüksek olan bu topraklarda alkalik oranı fazladır. Bu yüzden ovada genellikle tuzcul bitkiler görülür. Bölgede, donlu günler sayısı, Kasım ve Mart aylarında 14 günü aşarken Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 24 günün üzerine çıkmaktadır. Bu yüzden don olaylarına kış mevsiminde sıkça rastlandığı görülür. Nisan ve Ekim aylarında ise don olaylarına daha seyrek rastlanır. Iğdır Rasat İstasyonu'nun 23 yıllık verilerine göre, bölgede yıllık ortalama basınç, 916 minibardır. Bölgede en fazla batı kaynaklı rüzgarlar esmektedir. Bunları, kuzeyden esenler takip etmektedir. Nisan ayından itibaren bölgeyi etkisi altına alan ve yaz mevsimi boyunca sık esmeleri ile dikkat çeken kuzey, doğu, batı ve güney yönlü yağışsız sıcak hava dalgaları mutlak yaz kuraklığına neden olmaktadır. Iğdır Rasat İstasyonu'nun 16 yıllık ölçüm sonuçlarına göre, bölgede havanın yıllık ortalama bağıl nem değeri %63'ü bulmaktadır. Bağıl nem oranı, yıl içinde en yüksek değerini Aralık ayında (%73), en düşük değerini de Temmuz ayında (%53) ulaşmaktadır. Yıllık toplam 98.8 açık güne sahip bulunan Iğdır'da, bu gibi günlerin yıl içinde en çok görüldüğü ay Ağustos (16.3 gün), en az görüldüğü ay ise Nisan'dır (4 gün). Bölgede açık günler en fazla Haziran ile Ekim arasındaki aylarda görülür. Buna karşılık yılda 65.8 günü bulan kapalı havalar, 10 günün üzerindeki ortalamasıyla en çok Aralık, Ocak ve Şubat aylarında görülmektedir. Iğdır Ovası, tarih öncesi çağlardan bu yana önemli bir yerleşim merkezi olduğundan, kültürel faaliyetler doğal vejetasyonu önemli ölçüde değiştirmiş ve ovanın geniş bir bölümü tarım alanı haline getirmiştir. Ovanın sulanabilen kısımlarında, genellikle endüstri bitkileri yetiştiriciliği ile meyvecilik faaliyetleri ön plandadır. Kâzım Karabekir, anılarında 18 Mayıs 1920'de Iğdır'a ayak bastığında merkezde 400 civarı ev bulunduğunu belirtir. Cumhuriyet Dönemi'nin ilk nüfus sayımı yapılan 1927 yılında 3,716 olan merkez ilçe nüfusu, 1940'ta 9,465'i bulmuş ancak II. Dünya Savaşı'nın olumsuz etkileri nedeniyle 1950'de 7,826'ya düşmüştür. 1956 yılından itibaren Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün başlattığı sulama projeleri sonucu artan tarımsal etkinlikler şehir merkezinde nüfusun artmasına yol açmıştır. Bu yüzden ilk kez 1960'ta 10,000'i aşan şehir merkezinin nüfusu, 1970'te 21,420'ye, 1975'te 29,542'ye yükselmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 öncesin
de yaşanan olaylardan dolayı 1980'de yeniden 24,352'ye düşen nüfus, bu dönemden sonra hızla artmaya başlamış ve 1985'te 29,460'a, 1990'da 35,858'e, 1997'de 45,941'e ve 2000'de 59,900'e, 2007 senesinde de 75,927'e yükselmiştir. Şehrin genel nüfusu ise 2000 sayımlarına göre 168,634'tür. Türkiye İstatistik Kurumu'na göre 2007 nüfusu 181,866'dır. İl merkezi son yıllarda Tuzluca ilçesinden küçük bir göç almıştır. İldeki nüfus artış hızı ise %4,22'dir. Nüfusun yaklaşık %25'i tarım, %23'ü hayvancılık, % 33'ü ticaret ve sanayi ve %19'u da diğer sektörlerde çalışmaktadır. Şehrin en büyük nüfus yapısını Azeriler ve Kürtler oluşturur. Günlük konuşmada genellikle Azerice ve Kürtçe kullanılmaktadır. Iğdır İli Nüfusu: 192.785'dir. Bu nüfusun %63,6'sı şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 3.664 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 106'dır.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 0,18 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 860 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 7 belediye, bu belediyelerde 36 mahalle ve ayrıca 161 köy vardır. Iğdır ili nüfusu: 194.775'dir. Bu nüfusun % 63,9' u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 3.664 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 107’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,03 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 7 belediye, bu belediyelerde 36 mahalle ve ayrıca 161 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Karakoyunlu (% 2,34)- Tuzluca (-% 0,84). Eskiden kervan yolları üzerinde önemli bir durak olan Iğdır ilinde, ekonomi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Aras Nehri'nin suladığı ova, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki en önemli bitkisel üretim alanlarından biridir. Iğdır, bahçeden bahçeye geçiş yapan evleri ile ünlüdür. Bu bahçelerde kayısı ve elma ağaçları vardır. tarım için elverişli olup şeker pancarı, pamuk, karpuz, domates gibi çeşitli meyve ve sebzeler yetiştirilmektedir. İlin en büyük tarım işletmesi olan Kazım Karabekir Tarım İşletmesi Dil Ovası kısmındadır. Bölgede ilk kez Urartular döneminde tarım başlamıştır. Geçmişte ovada yetiştirilen dut ağacının sayısının giderek azalması ipek böceği yetiştiriciliğini zamanla ortadan kaldırmıştır. Ovada önemini kaybeden bir diğer ürün olan çeltik ise 1970'li yıllara kadar yetiştirilmiş ama sıtma olaylarının artmasından dolayı terk edilmiştir. Iğdır Ovası'nda çeşitli bitkilerin yetiştirilmesine yönelik denemelere işgal yılları sırasında Ruslar tarafından başlanmıştır. Ovada şeker pancarı üretimi, Erzurum Şeker Fabrikası'nın 1956'da kurulmasından sonra başlamıştır. Ancak ovada üretilen şeker pancarının şeker oranı düşüktür. Bunun nedenleri; toprakların yoğun olarak kullanılması sonucu potasyum eksikliğinin artması, pancar yapraklarının Ağustos ayında kuruyup yeniden yaprak vermesi, pancar ekiminin seyrek olarak yapılması, söküm dönemindeki olumsuz hava koşulları, pancar yapraklarının söküm öncesinde otlatılması ve söküme yakın bilinçsizce su verilmesidir. Ekonomik değeri yüksek olan bitkilerin ekilmesinin yanı sıra hayvancılığın geliştirilmesi çalışmaları da işgal yıllarına rastlar. Hayvan soylarının iyileştirilmesi ve mandıraların kuruluşu yine aynı dönemde gerçekleşmiştir. I. Dünya Savaşı'nın ardından Rus işgalinin kalkmasıyla pazarla bağlantısı kesilen yörenin ekonomik yaşamı 1950'lere dek süren durgunluğa girdi. 1950 yılından sonra Aras Nehri'nin sulamada kullanılmasıyla ürünlerde büyük çeşitlilik sağlandı. Yıllık yağış tutarının azlığına, yağış rejiminin düzensizliği ve buharlaşma miktarının fazlalığı da eklenirse ovadaki tarımda sulamanın ne derece önemli bir paya sahip olduğunu görülür. Sulamanın daha kapsamlı yapılabilmesi için Iğdır Ovası, Batı Iğdır Ovası ve Doğu Iğdır Ovası olmak üzere iki bölüme ayrıldı ve böylece sulama projeleri başlatılmış oldu. İlde tarihin eski devirlerinden beri pamuk tarımı yapılmaktadır. Bunu mümkün kılan temel faktör, bölge ikliminin çevresine göre bir mikroiklim bölgesi yaratmasıdır. Pamuk yetiştirilmesi için gereken sıcaklık 20 °C'dir. Ancak bu sıcaklık, Iğdır Ovası'nın yıllık sıcaklık ortalamasından biraz düşük de olsa yaz aylarındaki yüksek sıcaklık ortalamaları pamuk için elverişli bir ortam yaratmaktadır. Cumhuriyet döneminde ovada pamuk ekim alanları giderek genişleyerek; 1935'te 650 hektarı, 1940'ta 700 hektarı, 1950'de ise 4,500 hektarı bulduktan sonra inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir. 1960'ta 1,800 hektar, 1970'te 6,800 hektar, 1980'de 3,410 hektar, 1992'de 3,438 hektar ve 1997'de 970 hektar olarak gerçekleşmiştir. Ancak özellikle 2000'li yıllardan sonra pamuk yetiştirilmesi neredeyse sona ermiştir. Çünkü; az olsa da değişen iklim koşulları ürünün kalitesini düşürmüş ve zaten az olan çiftçi gelirini iyice azaltmıştır. Bu nedenle çiftçiler pamuk yerine şeker pancarı, meyve ve sebze yetiştirmeye başlamıştır. Ayrıca son yıllarda şeker pancarında görülen rekolte kaybından dolayı devlet desteği ile Ziraat Bankası, çiftçilere şeker pancarı yerine ayçiçeği ekmesi için kredi vermeye başlamıştır. Ovadaki toplam meyve bahçesi arazisinin 1,525 hektarı(%74) kayısı, 332 hektarı(%16.1) elma, 128 hektarı(%6.2) şeftali, 35 hektarı(%1.7) armut, 10 hektarı (%0.5) diğer meyveler ve 31 hektarı(%1.5) bağ tarımı arazilerinden oluşmaktadır. Yörede elma üretimi, sulamalı tarım yapma imkânlarının mevcut olduğu Batı Iğdır Ovası'nda yoğunluk kazanmıştır. Ovada şeftali yetiştirme faaliyetleri giderek artmaktadır. Nitekim, 1978'de 26,000 kadar olan şeftali ağacı sayısı, 1997'de 41,850'ye yükselmiştir. Ovada kayısı, şeftali ve elma dışındaki meyveler daha çok yöre halkının temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğundan bölge ekonomisinde pek önemli bir yer tutmaz. Ovada birçok sebzenin yetiştirilmesine karşılık dağlık yörede sadece patates tarımı yapılmaktadır. İlde mevcut olan 77,900 hektar dolayındaki tarım arazisinin yaklaşık 3,000 hektarı sebze üretimine ayrılmıştır. Ovadaki toplam sebze bahçesi arazisinin 850 hektarı karpuz, 800 hektarı domates, 285 hektarı kavun ve 225 hektarı da salatalık arazilerinden oluşmaktadır. Ayrıca ovada üretilen domatesin ve karpuzun önemli bir kısmı Kars, Ardahan, Ağrı, Bitlis, Muş, Van ve Erzurum gibi illere pazarlanmaktadır. Ovada üretilen sebzelerden kavun, karpuz ve domates dışındaki sebzeler daha çok yöre halkının temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğundan bölge ekonomisinde pek önemli bir yer tutmaz. Bunun dışında, soğan, patlıcan, biber, lahana, turp ve fasulye gibi sebzelerin de üretimi yapılmaktadır. İldeki tahıl tarımında yıllara göre büyük dalgalanmalar görülür. Bu durumda yağışların düzensiz olması etkilidir. Çünkü tarım arazisinin %28'sinde ancak kuru tarım yapılmaktadır. Tahıl tarımında 1. sırada yer tutan buğdayı; arpa, mısır ve çeltik izler. Tahıl arazilerinin yaklaşık %32'sini kaplayan arpa, verim bakımından buğdaydan biraz düşüktür. Ayrıca arpa, buğdayın yetişemediği yüksekliklerde de yetişebildiğinden bölgenin yüksek dağlık kesimlerinde buğdayın yerine arpa tercih edilmektedir. Bu tercihte dağlık kesimlerde hayvancılığın daha önemli bir yere sahip olması etkilidir. Arpanın dışında tahıl ürünleri olup ilin tahıl arazilerinin sadece %9'luk bir kısmında yetiştirilen mısır ve çeltik, daha çok yöre halkının temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğundan bölge ekonomisinde pek önemli bir yer tutmaz. Bölgede 2000 yılı itibarıyla 16,500 dolayında çiftçi ailesi bulunmaktadır. Bölge çiftçilerinin ancak yarıya yakını toprak sahibidir. 2005 yılı verilerine göre il halkının %68'i tarım sektöründe, %26'sı hizmet sektöründe, %2'si sanayiide ve %4'ü de diğer sektörlerde istihdam edilmektedir. Iğdır Kayısısı (Şalağı), dünyaca ünlü olan ve sadece Iğdır yöresi ile Kağızman'da yetişen bu kayısı türünün şekli eliptik olup simetrik bir yapıya sahiptir. Çekirdekleri uzun şeritli ve tatlı olduğundan kuruyemiş olarak tüketilebilir. Erkenci bir çeşit olduğundan Haziran ayının son haftasında olgunlaşmaya başlar. Iğdır'ın en yaygın kayısı türü olan "Şalak" çeşidinin birçok faydası olduğu bilinmektedir. Canlı hayvan ticaretine yönelik olarak çok sayıda koyun yetiştirilir. Bu yüzden koyunculuk birinci, sığırcılık ikinci plandadır. Koyun sürüleri, yazın yaylalardaki sulak çayırlara çıkarılarak otlatılır. Şekerpancarı üretimi yaygınlaştıktan sonra sığır besiciliği gelişti. Hayvanlardan sağılan sütlerin değerlendirildiği mandıralarda tereyağı ve kaşar peyniri üretilir. Hayvancılıkta birinci sırayı koyun alır. Onu sırasıyla keçi, sığır-manda ve kümes hayvanları izler. Bölgede bulunan çayırlar, küçükbaş ve büyükbaş hayvanlara yeterli gelmemektedir. Bu yüzden hayvan yemleri, hayvancılıkta önem teşkil eder. Yapılan bir araştırmada koyun ve sığır yetiştiriciliğinin Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Bölgede en çok yetiştirilen hayvan olan koyunun yetiştirilmesini güçleştiren en önemli sorun, yılın 4-6 aylık süresi boyunca arazinin karla örtülü kalması sonucu hayvanların ağıl veya komlarda beslenmesi zorunluluğudur. İl çevresinde özellikle "Mor Karaman" cinsi koyun yetiştirilmektedir. Bölgedeki koyun sayısı yıldan yıla değişiklik gösterse de son yıllarda azalma eğilimindedir. Bölgede keçi yetiştiriciliği koyunculukla bir arada yürütülmektedir. Genellikle ortalama bir koyun sürüsünde 5-10 tane keçi bulunur. Bölgenin toplam keçi varlığı 25,000-50,000 arasında sürekli değiştirmektedir. Yayla hayatında çadır yapımında kılından yararlanmak için yaylalarda önemli ölçüde kıl keçisi yetiştirilir. Kıl keçisi yetiştiriciliğini teşvik eden diğer bir faktör de, bu hayvanların süt verimlerinin koyunlara oranlara daha çok olmasıdır. Gerçekten bölgede; bir günde bir koyun ortalama 0.5–1 kg arası süt verirken ,bir keçiden yaklaşık 1.5 kg kadar süt çıkar. Ayrıca keçi, dağlık kesimlerde en ulaşılmaz otlara bile ulaşabilmektedir. Bu yüzden yayla halkında keçinin önemi, ova halkına göre daha fazladır. Manda yetiştiriciliği gitgide azalmaktadır. Ovada büyükbaş hayvancılıkta küçükbaş hayvancılık kadar büyük bir öneme sahiptir. Bö
lgede büyük ölçüde mera hayvancılığı yapılmaktadır. Bunun yanında, besi hayvancılığı da giderek önem kazanmıştır. Ayrıca bölgede süt verimi yüksek olduğu için az da olsa manda beslenir. Çünkü manda ineğe göre daha uzun süre ve miktarda süt verir ve et verim ortalaması inekten daha fazladır. İlin toplam manda varlığı 2,000-7,000 arasında değişmektedir. Ayrıca bölgede yük çekmek için beslenmekte olan az sayıda at, eşek ve deve vardır. Ancak 1987'den sonra deve önemini kaybettiği için ilde deve nesli tükenmiştir. Ovadaki kümes hayvancılığında baş sırayı tavuk alır. Onu hindi, ördek ve kaz gibi çeşitli kümes hayvanları takip eder. Çok eskiden beri sürdürülen bu faaliyet, ilkel metotlarla ve ilkel ırklarla daha çok aile tavukçuluğu şeklinde sürdürülmektedir. 2006 yılında bölgeyi etkisi altına alan kuş gribi salgınına kadar aile başına 5-10 adet tavuk düşüyordu. Kümes hayvanlarının %90'lık bir kısmı tavuklardan oluşuyordu. 2006 yılının başlarında ilde ele geçirilen kümes hayvanlarının %98'inden fazlası imha edilerek bölge halkına hayvanların değeri ödenmiştir. Iğdır Ovası ve çevresi arıcılık bakımından son derece elverişli şartlara sahip olmasına rağmen arıcılık faaliyetleri yeterince gelişmemiştir. 2000 verilerine göre en çok kovan 7,249 ile Tuzluca ilçesinde bulunmaktadır. Onu 642 kovanla merkez ilçe, 193 kovanla Aralık ilçesi ve 154 kovanla Karakoyunlu izlemektedir. Bölgenin başlıca arı ırkı; "Kafkas Arı Irkı"dır. Kovan başına 20-25 kg bal üretimi düşmektedir. İlin bir tane Organize Sanayi Bölgesi vardır. Kentte TMO'ya ait silolar ve SEK'e bağlı "Kars Sek Mama İşletmesi"'nin bir süt toplama merkezi bulunmaktadır. Başlıca sanayi kuruluşları, dokuma sanayi kolunda çalışan küçük ölçekli işyerleridir. İlde sanayi tesisleri, genel olarak tarımsal üretimden sağlanan hammadde kaynaklarına dayanılarak kurulmuştur. Un, bisküvi, çikolata, tuz ve yem fabrikası ile tuğla fabrikası bulunmaktadır. Genelde bu tesisler, küçük sanayi iş yerlerinden oluşan ve çalıştırdığı işgücü sayısı 5-10 civarında olan ve hammaddenin bol olduğu aylara göre faaliyetlerini devam ettiren tesislerdir. Üretim, çoğunlukla mevsimlik işçilerle sağlanır. İldeki Bisküvi ve Çikolata Fabrikaları'nda çalışan kişi sayısı 155'tir. İlde 150 kişiden daha az personel istihdam eden küçük ve orta ölçekli işletmelerin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde; çalışan sayısı bakımından en yoğun sektörlerin inşaat malzemeleri ve gıda sanayi olduğu görülmektedir. Iğdır Küçük Sanayi Sitesi'nde 317 adet iş yeri mevcut olup, faal olan bu iş yerlerinde halen 550 civarı kişi çalışmaktadır. İlde anayasanın 1163 sayılı kanununa göre kurulmuş kooperatif sayısı 33 adet olup, bunun 3 adedi "Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifi", 7'si yapı, 1'i tüketim ve 22 adedi de motorlu taşıtlar kooperatifleridir. İlde Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği'ne bağlı toplam 7 adet meslek odası bulunmaktadır. Merkez ilçeye bağlı Çalpala Köyü yakınlarında Kiti Hidroelektrik Santrali bulunmaktadır. Bu santral, 1961 yılında kurulup 1966 yılında faaliyete geçmiştir. 2 tane tribünü bulunmaktadır. Yıllık ortalama enerji kapasitesi 6 GWh 'dır. İlde 2009 yılında faaliyete geçen meyve püresi ve salça üretimi yapan bir fabrika mevcuttur. Kurulan ikinci faberika ise, 2010 yılında hizmete giren "Araslar Konsantre Meyve Suyu Fabrikası"dır. Bu fabrikada elma, kayısı, şeftali, vişne, kiraz ve havuç gibi ürünler işlenmektedir. Ayrıca, ilde ilk salça ve meyve konsantre fabrikası "UNIT Salça ve Meyve Konsantre Fabrikası" adı altında Eylül 2010'da açılmıştır. Iğdır ili yeraltı kaynakları bakımından zengin değildir. Tuzluca ilçesinde bulunan kaya tuzu yanında Aralık ilçesi ile Suveren Köyü arasında Ponza Taşı (Suyun yüzeyinde durabilen ve hamamlarda sırt keselemek için kullanılan delikli ve süngerimsi taş) madenine rastlanır. Tuzluca ilçesinde bulunan tuz yataklarının rezervi yaklaşık 800 milyon ton olup, %98 oranında NaCl içermektedir. Tuzluca Tuz Fabrikası, aylık 100-120 ton arasında tuz üretim yapabilecek kapasitededir. Ayrıca Nahçıvan'a olan sınır kapısının Iğdır ekonomisine olan katkısı büyüktür fakat buradaki sınır kapısında ticaret çeşitliliği, tam sınır kapısının şehrin gelişimini büyük oranda hızlandırdığı dönemlerde sınırlandırılmıştır. Bu sınırlamada yöre halkının Nahçivan'dan devamlı olarak kaçak mazot getirmesi etkilidir. Tarım ve hayvancılık, 1992 yılına kadar bölgenin en önemli iktisadî faaliyet kolları durumunda olmuştur. Ancak, bu tarihten sonra gerek PKK'nın eylemlerinin yoğunluk kazanması, gerekse Dilucu gümrük kapısının açılmasıyla birlikte tarım ve hayvancılık, hızla önemini kaybederken, ticaret, cazibesi artan bir sektör haline gelmiştir. Bölgede, tarım ve hayvancılığı ikinci plana iten en önemli sebepler olarak; bölge hayvancılığında çok önemli bir yere sahip bulunan ve çayır-mera arazileri olarak kullanılan Büyük ve Küçük Ağrı Dağları ile diğer yüksek kesimlerin PKK'nın üssü kurmasından dolayı yasak bölge ilan edilerek yaylaya çıkışların durdurulması, silahlı çatışmalar nedeniyle köyden şehre büyük göç olaylarının yaşanması, et ithaline izin verilerek yerli üreticinin yeterince desteklenmemesi ve Dilucu gümrük kapısının açılmasıyla birlikte dış ticaretin ağırlık kazanması gibi nedenler gösterilebilir. Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile olan coğrafi ve siyasi konumu da dikkate alınarak 20.05.1992 tarih ve 92/3065 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla Dilucu Sınır Kapısı'ndan sınır ticaretine izin verilmiştir. 2008 yılında "Dilucu Sınır Kapısı"ndan gerçekleştirilen ihracat tutarı 52,436,442 Dolar, ithalat tutarı ise 4,209,171 Dolar olarak gerçekleşmiştir. Iğdır'ın Aralık ilçesi sınırları içerisinde bulunan Boralan Sınır Kapısı yeterince kullanılamamaktadır. Ermenistan'la olan ve Karakoyunlu ilçesinde bulunan "Alican Sınır Kapısı" ise 1993 yılındaki Karabağ Savaşı ve akabindeki Hocalı Katliamı'ndan ötürü süresiz olarak kapatılmıştır. Ticaret hayatını olumsuz yönde etkileyen en önemli nedenler arasında, bölgenin sınırda yer alması, önemli tüketim merkezlerine uzak olması, işlek karayolları üzerinde bulunmaması, şehirleşme olgusunun zayıf olması ve sanayinin gelişmemiş olması yer almaktadır. Iğdır il genelinde merkez ilçe, Aralık, Tuzluca, Karakoyunlu ilçesi ve Melekli beldesinde toplam 5 adet Halk Kütüphanesi mevcut olup, bu kütüphanelerde toplam 20.165 adet kitap ve süreli yayın bulunmaktadır. Ancak, çocuk kütüphanesi, gezici kütüphane, müze, konservatuvar, opera, bale, orkestra, sanat galerisi, fuar, panayır, tiyatro ve sinema gibi kültürel birim ve etkinlikler bulunmamaktadır. Iğdır'da 29 Temmuz 2011'de bir "7 boyutlu sinema salonu simülatörü" hizmete girmiştir. İl merkezinden yaklaşık 42 km uzaklıkta Karakoyunlu'ya bağlı Korhan Yaylası sınırları içerisinde yer alan bu çukur 1892'de bir göktaşının düşmesiyle meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Dünyada büyüklük ve derinlik açısından Arizona'da bulunan 'nden sonra 2. sırada gelir. Genişliği 35 metre, derinliği ise yaklaşık 60 metredir. Çukurun etrafında birçok işlenmiş taşa da rastlamak mümkündür. Zengin doğa manzarasıyla ve dünyanın hiçbir yerinde rastlanılamayacak çiçek florasıyla bir renk cümbüşü olan bu yer aynı anda üç devleti görme imkânı sağlayan bir kavşakta bulunmaktadır. Iğdır Ovası'nın batısında, Ermenistan sınırında, savunmaya elverişli olarak Urartular zamanında inşa edilmiştir. Bölgenin en eski yerleşim kalesi olup Orta Çağ'a ait bir yerleşim özelliği taşımaktadır. Çalpala Köyü'nün 2 km. batısındadır. Iğdır İl Merkezi'ni Asma Köyü'ne bağlayan yolun 25. kilometresinde bulunan kervansaray 12. yüzyıl Selçuklu taş işlemeciliğinin en güzel eserlerinden biridir. 1986 yılında koruma altına alınmıştır. Ancak hala harabe halindedir. Melekli Beldesi yakınlarındadır. 1913 yılında yapılan kazılarda Urartular'a ait bir mezarlık keşfedilmiştir. Ayrıca süs eşyaları, silahlar ve mühürler de bulunmuştur. Tuzluca ilçesinin Gaziler köyünün 10 km güneyinde sert kayalık üzerine kurulmuş olan bir kaledir. Köroğlu, bu kaleyi gözetleme kulesi olarak kullanırdı. Aras Nehri'nin geçtiği boğazı korumak amacıyla yapılmıştır. Aralık ilçe merkezine 18 km uzaklıktaki Ahura, Büyük Ağrı Dağı'nın kuzey yamaçları üzerindeki Yakup Vadisi'nde bulunmaktadır. 1,750 metrede bulunan harabe, M.Ö. 2. yüzyılda Artaksiyalı Krallığı zamanında kurulmuş bir yerleşim yeridir. Yerleşme 1930 yılındaki Ağrı Dağı Ayaklanması'na kadar bu adla anılmış, 1965 yılında Yenidoğan olarak ismi değiştirilmiştir. Iğdır'ın Çakırtaş köyünde bulunmakta olan bu eser Selçuklular tarafından yapılmıştır. Ancak anılan kümbetin bakımsızlıktan bazı yerleri önemli ölçüde tahrip olmuştur. Tuz mağaraları Tuzluca ilçesinde bulunmaktadır. 55 dönümlük bir araziyi kaplamaktadır. Türkiye'nin 100 yıllık tuz ihtiyacını karşılayacak kapasitededir. Tünellerde bulunan havanın birçok solunum yolu hastalığına iyi geldiği bilinmektedir. Günlük 60 ton tuz üretilmektedir. Ancak tam kapasite çalışırsa 200 ton tuzu da üretebilir. Kale Ağrı Dağı'nın savunmaya elverişli sarp kayalarında kervan ticaretini kontrol altında tutmak için Oğuz Türkleri tarafından 11. yüzyılda Iğdır il merkezine 36 km uzaklıkta kurulmuştur. Yapılan restorasyona rağmen yer yer bir kale harabesini anımsatmaktadır. Hemen hemen Iğdır Ovası'ndaki bütün eski mezarlıklarda bulunan koç başlı mezarlar, Iğdır'da kalıcı bir medeniyet izi bırakan Karakoyunlular döneminden kalmadır. Bu mezar taşları Karakoyunlulara göre yiğit ve kahraman olan kişiler ile genç yaşta ölen gençlerin mezarlarına dikilirdi. Bu gelenek Karakoyunlular'a Orta Asya Türk Kültürü'nden gelmiştir. Çünkü Karakoyunlular konar-göçer bir topluluktu ve Karakoyunluların iktisadi yapısı sadece hayvancılığa dayanıyordu. Ayrıca Iğdır'da Karakoyunlular ile ilgili 2 isim yerleşim birimlerine verilmiştir. Bunlardan biri Karakoyunlu ilçesi, diğeri ise merkez ilçeye bağlı Kuzugüden Köyü'dür. Koç başlı mezar taşları, Iğdır şehir merkezinin 15 km. kuzeydoğusundaki Karakoyunlu İlçesinde bulunan "Karakoyunlu Açık Hava Müzesi"nde sergilenmektedir. Iğdır'da bulunan Koç başlı mezar taşla
rı Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nca 1991 senesinde koruma altına alınmıştır. En çok başlı mezar heykeli bulunduran köyler; Aşağıerhacı, Bayraktutan, Çakırtaş, Küllük, Yaycı köyleridir. Bu anıt 1915-1920 tarihleri arasında bölgede yaşayan Ermeni saldırıları sembolize etmektedir ve ilgili belgeler bulundurulmaktadır. Her ay 4.000 civarında ziyaretçi müzeyi gezmektedir. 350 m² kapalı Müze 2 havuz ve 36 m yüksekliğinde 5 adet kılıçtan oluşmaktadır. Etrafı yeşil alan ve park olarak inşa edilmektedir. Toplam 14.000 m² alanı kapsamaktadır. Yerden yüksekliği 43,5 metredir. Dolayısıyla Türkiye'nin en yüksek anıtıdır. Yapımına 1 Ağustos 1997 tarihinde başlanmış ve 5 Ekim 1999 tarihinde hizmete girmiştir. Anıt inşaatında Türkiye'nin farklı illerinden getirilen mermerler kullanılmıştır. Ancak taşların eskimesi üzerine restorasyona tabi tutularak 2005 yılında yeniden ziyaretçilere ücretsiz olarak açılmıştır. Müzede Ermenilerin toplu öldürmesini ispatlayan ve Ermeni Soykırımı'nı reddeden belgeler ve eşyalar vardır. Müze girişinin sağ tarafındaki odada katliamlara ait fotoğraflar, sol tarafındaki odada ise soykırım araştırmaları için bir kütüphane bulunmaktadır. Müzede 570 adet kitap, 260 adet resim (cinayet resimleri), 1973-1985 yılları arasında Ermeni örgütü ASALA tarafından öldürülen diplomatların fotoğrafları korunmaktadır. Müzenin giriş kapısı Selçuklu geleneklerine göre yapılmıştır. Anıt, üçgen arazinin odak noktasında yükselmektedir. Suni bir tepenin ortasında konuşlandırılan 5 kılıcın da eğri uçları yukarıda birleşerek kubbe şeklini almaktadır. Bu haliyle Selçuklu türbelerini andırmaktadır. Iğdır şehir merkezinin girişinde bulunan devasa iki leyleğin bulunduğu heykel; leyleklerin Iğdır'ın sembollerinden biri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bölgede kendine has özellikleri olan Iğdır, Doğu Anadolu'nun Çukurova´sı olarak anılmaktadır. Tarihi, kültürü, folkloru, doğa güzellikleri ve özel iklim özelliği ile dört mevsimi bir günde yaşatan ve üç ülke ile sınır olan yakın zamanda bölgenin turizm merkezi olan ilin ayrı bir güzelliği de, ovasındaki meyve bahçeleri, pamuk tarlaları yamaçlarındaki kır çiçekleri, yaylalar, doğal su kaynakları ve ile hayat veren Aras Nehri ile Ağrı Dağı kentin turizm potansiyelini ortaya koyar. Ayrıca Ağrı Dağı, Iğdır'ın her noktasından görülebilmektedir. Kentte dini günler olan Nevruz Bayramı ve Muharrem ayı ile 14 Kasım´da ilin düşman işgalinden kurtuluşunda çeşitli etkinlikler düzenlenir. Ayrıca Iğdır´da başta Kayısı Festivali, Korhan Yaylası Festivali ve Geleneksel Ağrı Dağı Festivali olmak üzere birçok festival düzenlenmektedir. İl halkının Azeri kökenli olanları Azerbaycan nüfusunun büyük kısmı gibi Şiiliğin Caferi koluna mensuptur. Bu yüzden Kerbela Olayı özellikle Şiilerde büyük yasa yol açmıştır. Iğdır ve çevresinde Muharrem ayının ilk gününden başlayan 60 günlük yas tutma döneminde; Azeri kökenli vatandaşlarda eğlenmek, kız alıp vermek, düğün yapmak ve buna benzer hayır işlerinin yapılmamasına özen gösterilir. Muharrem ayının 10. gününe aşura, 9. gününe de tasua denir. Yas, ilk 10 günde belirgin bir biçimde tutulur. Muharrem'in birinci günü, Kerbela Yası'nın birinci günüdür. Camilerde ve evlerde mersiyeler okunur. Mersiyeye gelmek sevap sayılır. 9. gün olarak adlandırılan Tasua 'da; yemek ve ihsan verilir, tıraş olunmaz, banyo yapılmaz, kana kana su içilmez, çamaşır yıkanmaz. Her caminin bir destesi oluşturulur. Bu desteler, köy köy dolaşarak zinciri vücuduna vurarak Şahseyh tepinir. 10. gün olan Aşura'da şii imamlarından biri olan Ali oğlu Hüseyin'in öldürülmesi dolayısıyla en büyük yas tutulur. Bu günde genellikle herkes siyah giyinir. Desteler, oldukça coşkulu bir şekilde zincir vurur. 10. günün öğle vaktine kadar bu törenler yapılır. Aşura gününde Iğdır'da her yer kapalıdır. Hatta Caferi Mezhebi´ne bağlı olmayanlar bile bu geleneğe uyup iş yerlerini açmazlar, törenlere katılırlar. Muharrem ayı boyunca camiler dolup taşar. Camilerde Kur'an'dan ayetler okunur ve hocalar halka Kerbela Olayı'nı anlatır. Nevruz, Iğdır halkında tabiatın uyanış duygusunu canlandırır ve büyük coşku yaratır. Iğdır'da 21 Mart'ta kutlanan Nevruz Bayramı'nda yapılan etkinlikler: Kafkas Oyunları'ndan özellikle Azeri Oyunları, bütün canlılığı ile Iğdır, Kars ve Ardahan başta olmak üzere Türkiye'nin birçok ilinde oynanmaktadır. Iğdır halkı ile Azeri halk kültürünün yüksek derecede benzer olması bu iki halkın halk oyunlarının da yüksek derecede benzer olmasını sağlamıştır. Bu oyunlarda; kahramanlık, asalet, yardım severlik, vatan sevgisi, aşk, tabiat sevgisi gibi konular işlenmiştir. Bu oyunların tamamı veya en az biri ikisi her Iğdır'lı tarafından oynanabilinmektedir. Bu sayede kuşaktan kuşağa aktarılabilmektedir. Bu oyunlar genellikle; düğünlerde, sünnetlerde veya sevinçli günlerde oynanır. Iğdır Yöresi Halk Oyunları'nda Çalınan Müzik Aletleri: Iğdır ve yöresinde el sanatlarında büyük bir canlılık göze çarpmaktadır. Köylerde özel kök boyanın kullanıldığı yün veya pamuktan birbirinden güzel halı, kilim, halça (bir tür kilim) örülmektedir. Bunların üzerinde genellikle Karabağ ve Kafkas motifleri görülmektedir. Bölgede bilhassa kış aylarının vazgeçilmez giyeceklerinden olan yün çoraplar da önemli bir yere sahiptir. Bunların üzerinde birbirinden farklı hayvan ve bitki motifleri görülmektedir. Yöreye ait pek çok lezzetli yemekler bulunur. Bunlardan bazıları şunlardır: 2017-2018 Sezonu sonunda, Iğdır’ın futbol liglerindeki tek takımı Iğdır Aras Spor, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL) deki gurubunu 7.sırada tamamlamıştır. Ayrıca futbol kadın 3.liginde 1 ve voleybol erkekler 2.liginde de 1 takımı da liglerinde kalmıştır. Iğdır Aras Spor, Ziraat Türkiye Kupası birinci turunda Kars 36 Spor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Iğdır Şehir Stadyumu (5.000), Prof. İ.Hakkı Yılmaz Spor Salonu (1.300), Iğdır Kapalı Yüzme Havuzu-y.olimpik (500) Iğdır Iğdır, Iğdır ilinin merkezi olan şehirdir. Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nin Erzurum - Kars Bölümü'nde yer almaktadır. İl merkezi 3 beldeden ve 49 köyden oluşur. Iğdır merkez ilçe nüfusu 2014 ADNKS sayımı itibarıyla yaklaşık 132.110'dur. Türkiye'nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'nın yüz ölçümünün üçte biri, il merkezine bağlı Suveren köyü'nün sınırları içindedir. Önemli bir kültür kavşağında bulunan Iğdır, Ermenistan ile de komşudur. Türkiye'nin Ermenistan ile sınırını belirleyen Aras Nehri, Arpaçay ile birleştikten sonra Iğdır sınırları boyunca akar. Bu nehir Iğdırlıların bir nevi hayat damarıdır. Oğuz Han yirmi dört Oğuz boyundan yirmi birincisi sayılan İç Oğuzlar'ın Üçoklar koluna mensup idi. Kentin ismi Oğuz Han'ın altı oğlundan biri olan Deniz Han'ın en büyük oğlu olan İğdir Bey'den gelir. Iğdır'ın sözcük anlamı iyi, büyük, ulu, ünlü ve sahip'tir. Yöre halkı Iğdır adını İydir olarak telaffuz etmektedir. Iğdır'da yapılan arkeolojik çalışmalar bölgede yaşamın çok öncelerde başladığını ve bölgenin birçok uygarlığa ev sahipliği yaptığını göstermektedir. M.Ö 5000–4000 yıllarında bugünkü Azerbaycan Sürmeli Çukuru ve Doğu Anadolu'da yerleşen Hurrilerden sonra; Mittaniler, Hititler, Asurlular, Kimmerler, Medler, Persler, Sümerliler ve Subailer gibi kavimlerin Orta Asya'dan gelerek bölgeye yerleştiği bilinmektedir. M.Ö 900-M.S 600 tarihlerinde kraliyet merkezi Van'da bulunan ve tüm Doğu Anadolu'yu idaresi altında tutan Urartu Krallığı'nın kendisine bağlı kurduğu küçük beyliklerden biri de Sürmeli adıyla bilinen Karakale şehridir. 149 yıllarında Bulgar Türkleri olan Arsaklı göçebeler, Sakalar'ı yenip Karakale'yi bir kraliyet merkezi yaptılar. 224 yılına kadar Urartular'la sık sık el değiştirerek Arsaklılar'ın egemenliğinde kalan bölgelerdeki Roma halkları da Arsaklılar'ın egemenliğini kabul etti. Iğdır ve çevresinde 660 yıllarında atlı göçebe halinde yaşayan Saka Türkleri'nin Kafkaslar'ı aşarak bölgeye gelmesiyle, Urartu egemenliği son buldu. 226-651 tarihlerinde bugünkü İran ve Doğu Anadolu'da hüküm süren Sasaniler, 645 yılına kadar Iğdır ve çevresini elinde tuttular. Bölge 2 yıllığına Bizanslılar'ın egemenliğine geçtiyse de Müslümanlar bölgeyi tekrar ele geçirdiler. 638 yılında Halife Ömer döneminde bölgede İslâmiyet yayılmaya başladı. 645 yılında Halife Osman döneminde Erzurum'da büyük Bizans ordusu yenilgiye uğratılınca Aras boyları Müslümanların eline geçti. Eyalete dönüştürülen Sürmeli ve Sahat Çukurlarının (Revan ve Iğdır) başına değişmeli olarak Arap ve Türk valiler gönderildi. Abbasiler döneminde ise bölgeyi sadece Türk valiler yönetmeye başladı. Selçuklular, 1048 yılındaki Pasinler Savaşı'ndan sonra Iğdır ve çevresine yerleşmeye başladılar. Sultan Alparslan'ın 1071'de Bizans İmparatorluğu ile yaptığı Malazgirt Savaşı'nın ardından, Iğdır ve çevresi kesin olarak Selçuklu egemenliğine girmiştir. Bölge çoğunlukla Kayı boyunun idaresinde kalmıştır. 1239'da Moğol istilası başlayınca Kayılar Sürmeli Çukuru'nu terk edip batıya göç etmişler ve Osmanlı Beyliği'ni kurmuşlardır Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, Nahçıvan çevresinde Çağatay ordusunu yenince Sürmeli çukuruna girdi. Karakoyunlu Türkleri, Iğdır ve Revan'ın köylerine yerleşmeye başladılar. 1420 yılında Iğdır bir ilçe olarak Revan iline tabi oldu. Karakoyunlular, Sürmeli ve Serhat çukurlarında 65 yıl hüküm sürdüler. Başkenti Diyarbakır'dan (Amid) Tebriz'e taşıyan Akkoyunlular, Aras boyuna ve Gürcistan'a yaklaştılar. 1469 yılında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Sürmeli Çukuru (Iğdır Ovası) ve Sahat Çukuru'na (Revan Ovası) girdi. Bunun üzerine Karakoyunlular, Horasan'a göç etti. Uzun Hasan buraları ele geçirdiğinde bir süre burada dinlendi. Akkoyunlular çağı; sulama için büyük kanallar açılmasıyla, bağ ve bahçelerin arttırılmasıyla Iğdır'ın en parlak ve en verimli çağı oldu. 1500 yılında Akkoyunlu Elvend Han, özellikle Revan, Iğdır ve Karakoyunlu'dan eli silah tutan gençleri silah altına alıp Akkoyunlu ordusunun güçlenmesi için onları yetiştirmeye başladı. 1502 yılında Safevi hükümdarı Şah İsmail'e savaş açan Elvend Han, onunla Şerur civarında karşılaştı. O yıl savaşı
kazanan Şah İsmail bu bölgeyi Şiileştirmesi için Sevindük Han'ın emrine verdi. Osmanlı tahtına oturur oturmaz Safevilere savaş açan Yavuz Sultan Selim, 22 Ağustos 1514'te Çaldıran Savaşı'yla içinde Sürmeli Çukuru'nun da bulunduğu Tebriz'e kadar olan toprakları Osmanlı Devleti'ne kattı. Ancak Yavuz Sultan Selim'den sonra bölge sürekli el değiştirmeye başladı. Özellikle 1551 yılında Şah Tahmasb'ın Iğdır'a girmesi nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman, doğu seferine çıktı. Sürmeli Çukuru'nu denetim altına alıp 17 Temmuz 1554'te Revan Kalesi'ni alarak şehre girdi. 1555 yılında imzalanan Amasya Antlaşması'yla Şah I. Tahmasp; Osmanlıların Kars, Iğdır, Revan (Erivan) ve Tebriz çevresindeki egemenliğini kabul etti. 23 yıl sonra antlaşma bozuldu ve buralar tekrar Safevilerin eline geçti. 1578 yılındaki Çıldır Meydan Savaşı'ndan sonra Aras boyu tekrar Osmanlıların eline geçti ve buralar 1604 yılında Şah Abbas'ın saldırmasıyla yeniden Osmanlıların elinden çıksa da 8 Ağustos 1635 tarihinde sefere çıkan IV. Murat tarafından tekrar ele geçirildi ve 17 Mayıs 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması'na kadar kesin olarak Osmanlı egemenliğinde kaldı. Bu antlaşmayla iki ülke arasında sınır oluştururken Sahat Çukuru'nda bulunan Revan ve çevresi Safevi hâkimiyetine girdi. Bu tarihi izleyen yıllarda yöredeki kentleri yerle bir eden şiddetli bir depremden sonra Iğdır şehri bugünkü yerinde 1664'te kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu 1718–1730 yılları arasında Lâle Devri'ni yaşarken İran'da Sünni Afganlarla Şii Safeviler arasında kanlı mezhep çatışmaları yaşanıyordu. Bu kargaşadan faydalanıp Revan'ı ele geçirmek isteyen Osmanlılar, 3 Ekim 1724'te Revan ve çevresini yeniden egemenliği altına aldı. Kendini toparlayan Safevi Devleti Osmanlı'ya savaş açarak 4 Eylül 1746'da Iğdır ve çevresini Kerden Antlaşması'yla topraklarına geri kattı. Bu barıştan 1 sene sonra Nadir Şah'ın öldürülmesiyle Aras boylarında bağımsız hanlıklar kuruldu. Iğdır ve çevresi 1747 yılında Aras boylarında kurulan hanlıklardan en güçlüsü olan Revan Hanlığı'nın sınırları içindeydi. Bu hanlığın döneminde Iğdır çevresindeki insanların refahı arttı. Yazın tarım ve hayvancılıkta gelişen bölge, kışın özellikle sosyal hayatta gelişme gösterdi. 19. yüzyılın başlarında yayılımcı bir politika izleyen Rusya, 1826 yılından başlayarak Revan, Iğdır ve Nahçıvan'da egemenlik kuran Revan Hanlığı'yla şiddetli çarpışmalara girdi ve güçlü Rus ordusu karşısında direnemeyen hanlığın son hâkimi Hüseyin Ali Han, 1 Ekim 1827'de Revan Kalesi'ni, 22 Şubat 1828'de ise tüm hanlığı Ruslara teslim etti. Bölgeyi yönetimi altına almak isteyen Rusya buraya Ermenilerin yerleşmesini desteklemiş ve Ermeniler'i yerleştirdiği Revan şehrinin adını Erivan olarak değiştirmiştir. Ermeniler, Revan Hanlığı'nın toprakları üzerinde yeni Ermeni köyleri kurdular. 1905 yılında Rusya'da çıkan ayaklanma, Çar II. Nikolay'ı meşrutiyet yönetimini ilan ettirmek zorunda bıraktı. Meclise Iğdır çevresinden 2 milletvekili (Ali Ekber Tufan ve Ali Mirza Bey) gitti. 1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında Enver Paşa'nın 100.000 kişilik bir orduyla yola çıksa da Sarıkamış Faciası sebebiyle herhangi bir ilerleme kaydedilememiştir. 1917'de patlak veren Rus İhtilali, Iğdır ve çevresinde bir otorite boşluğu yarattı. Bu boşluktan dolayı Türkler ve Ermeniler anlaşarak Meleklili Ali Ekber Tufan başkanlığında 5 Ermeni ve 5 Türk'ten oluşan "Iğdır İcra Komitesi"'ni 10 Mayıs 1917'de kurdular. Ermenilerin Mart 1918'de Bakü'ye saldırması üzerine baş gösteren anlaşmazlıklardan ötürü Ermeniler komiteden istifa etti.Hükumet konağı Iğdır merkezinden Melekli'ye taşındı Şu an Iğdır'a bağlı bir belde olan ama o yıllarda bir köy olan Melekli'ye taşınan hükumetin ihtiyaçlarını Kaçardoğanşalı köyünden Abbasoğlu Süleyman ve Iğdırmavalı Meşedi Tüccar Abbas Vurgun karşılıyordu.Başkent Melekli olmak üzere, Tuzluca, Aralık,Şerur, Vedibasar, Zengibasar ve Serdarabad'ı kapasayacak şekilde Iğdır Millî Cumhuriyeti ilan edildi.Başkanlığına Ali Ekber Tufan getirilen bu Cumhuriyet, Osmanlı Devleti Ve Bolşevik Rusya tarafından tanınan Mavera-i Kafkasya Cumhuriyeti (SEYM)Meclisi tarafından tanındı.Bu sebeple Iğdır Cumhuriyeti, 'Bağımsız İlk Türk Cumhuriyeti' olmuştur. Ermeni milislerin saldırılarının artmaya başlaması üzerine işbirliği halinde olan Iğdır, Melekli; Karakoyunlu, Aralık ve Zengibasar'dan oluşan bir ordu kuruldu. Kafkasya'da Türk Halklarını silahlandırmak adına yapılan gizli Tiflis Türk Kurultayına katılan Ali Ekber Tufan, Iğdır halkı üzerinde oluşan soykırım endişelerini belirterek Mehmed Emin Resulzade'nin yardımlarıyla temin ettiği silahları Iğdır'a ulaştırmıştır.Silahlandırılan Iğdır Millî Cumhuriyeti Kuvvetlerine, Kazım Karabekir'in talep üzerine gönderdiği, içinde Şehit Çankırılı Mehmet Çavuş'unda bulunduğu bir manga eğitim veriyordu. Drastamat Kanayan Liderliğindeki Ermeni milislerin ilk ciddi saldırısı Aralık 1919'da başladı. Bunun üzerine Iğdır'da en kalabalık birliği melekli olmak üzere Vedibasar'dan Abbas Kulu Bey 2000, Tuzluca'dan Şamil Ayrım 300, Aralık’tan Merdanoğlu Kurban Ali,Meşhedi Bilal Toksöz, Ali Abuzeroğlu, Gani Hacı Muharremoğlu, Settar Hasanoğlu 100’er kişi, Muhtar Bey (Amarat’tan)200, Aşiret Kuvvetleri olarak Ağrı Dağı eteklerinden Hamid Güneş 300 Ali Mirza Bey 300, Hacı Mirza Bey'in 150'si atlı olan 1.500 Yardımcı Kuvvet olarak Nahçıvan'dan Kelbi Ali Han 3000 kişilik ordusu Ermenilerle çatışmaya başladı. Temmuz 1919'da Ermeniler Melekli'ye saldırdı. Iğdır halk kuvveti Ermeni milislere karşı koydu ve onları Taşburun'daki mevzilerine geri çekilmeye zorladı. 5 Ağustos 1919'da Ağrı Dağı çevresindeki aşiretlerinde desteğiyle Taşburun çevresindeki Ermeni güçleri yenilip Aras Nehri'nin karşısına geçti. 17 Ocak 1919'da Kars'ta Cenubi Garbi Kafkas Hükûmet-i Cumhuriyesi kuruldu. Ancak kısa bir zaman sonra İngilizlerin denetimi altındaki 12.000 Anzak askeri hükümeti bastı ve öldürdüğü 2 kişi dışındakileri Malta'ya sürdü. Wilson İlkeleri adı altında gözlem yapmaya gelen Amerika Genelkurmay Başkanı James Harbord'a Ali Ekber Tufan tarafından bölge gezdirilerek Ermeni Çetecilerin sistematik olarak gerçekleştirdiği vahşetin acı hatıraları gösterilmiş ve imza toplama gibi etkinlikler düzenlenerek General Harbord'a sunulmuştur.General Harbord İtilaf Devletlerine;'Büyük Ermenistan denilen yerde Ermeni göremedim' raporunu iletmiştir ve bu sayede Türk Halkını tehlikeden önleyecek geçici bir sınır oluşturulmuştur.Ayrıca bu rapor Lozan Antlaşmasında Iğdır'ın Türkiye sınırları içinde kalması konusunda büyük önem arz etmiştir.Fakat daha sonra bölgeye gelecek olan 'Barış Gücü' adı altındaki 6.000 İngiliz Askerinin silah ve cephanesini Ermeni Ordusuna vereceği tahmin edilememiştir. Bazı tarihçilere göre bu saldırılar sırasında Iğdır halkı üzerinde insan hakları ihlâlleri yoğun biçimde yaşanmıştır. Ancak bazı Ermeni kaynaklarına göre de bu durumun tersi yaşanmıştır. Osmanlı Devleti'nin vatandaşıyken Bulgar ordusunda ve Rus ordusunda Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan savaşlara katılmış, Doğu Anadolu Bölgesi'nde Ermeni isyanlarını kışkırtmış ve isyanlara elebaşılık etmiş olan Andranik Ozanyan şöyle anlatıyor: II. Kafkas Kolordu Komutanlığından III. Ordu Komutanlığı'na 16 Mayıs 1916 tarihinde gönderilen mesajda durum şöyle ifade edilmiştir: "Ermeni çeteleri sadece 1918 yılı Nisan ayında Iğdır'da 800'ü aşkın Müslümanı öldürmüştür.". 21 Ağustos 1919 tarihinde 12. Fırka Kumandanı Osman Nuri'nin 15. Kolordu Kumandanlığı'na göndermiş olduğu raporda; Ermenilerin saldırı yapacağı yerlerdeki Hristiyanları bir bahane ile bölgeden çektikleri ve bu şekilde Iğdır ve Tuzluca (eski adı Kulp) civarındaki köylere aniden girmek için hazırlandıklarını bildirmiştir.. 5 Temmuz 1920 tarihli bir diğer raporda 1918 yılından beri Kars ve Iğdır çevresinde öldürülen Müslüman sayısının 25.000'i geçtiği kaydedilmiştir. Temmuz 1919'da Ermeniler Melekli'ye saldırdı. Iğdır halk kuvveti Ermeni milislere karşı koydu ve onları Taşburun'daki mevzilerine geri çekilmeye zorladı. 5 Ağustos 1919'da Ağrı Dağı çevresindeki aşiretlerinde desteğiyle Taşburun çevresindeki Ermeni güçleri yenilip Aras Nehri'nin karşısına geçti. Kasım 1919 yılında İngiliz ve Rus Birliklerinden silah temin ederek tekrar Iğdır üzerine yürüyen Ermeni Birlikleri Iğdır ve Başkent Melekli'yi muhasara altına almıştı.Gıda ve Cephane sıkıntısı çeken halk, Doğu Beyazıt'da bulunan Türk Tümeninin Polatlı'ya hareket edeceği dedikodusuna dayanamayarak İran ve Ağrı(Karaköse)'ye doğru milis güçlerin eşliğinde hareket ettiler. Gödekli civarındaki halk ise Erzurum'a doğru yola çıktı.Melekli'de muhasara altında kalan 3.000 civarında sivil halkı Doğu Beyazıt'dan desteğe gelen Celali Aşireti Reisi Broki Hesso Telli(İbrahim Ağa) birlikleri kurtararak Doğu Beyazıt'ta misafir etmiştir .İran'ın Hoy, Makü, Sengerköy ve Kişmiştepe bölgelerinde Kış aylarını geçirmek üzere kamp kuruldu . 1920 İlkbaharında İran'da yerli halkın zulmüne dayanamayan halk geri dönerek Erhacı'da kamp kurmuş, 1920 İlkbaharında saldıran Ermeni birliklerini geri püskürtmüş ve daha sonra gelen TBMM Ordusu ile birlikte Iğdır'a tekrar geri dönmüşlerdir. Ermeni saldırılarından kaçan 14 köyün halkı, Küllük Köyü'nde toplandı. Buradaki silahlı milisleri silahsızlandıran Ermeniler, halkı toplu bir şekilde öldürmüşlerdir. Güney Batı Kafkas Müslüman Merkez Komitesi Başkanı Dr. Esat Oktay'ın 5 Ağustos 1919 tarihli raporunda Oba Köyü dahil olmak üzere 38 köyün de aynı kaderi paylaşmış olduğu belirtilmiştir. Yerli Ermeniler, Erivan'da boşalan Türk köylerine göçüyorlardı. Iğdır halkı ise boşalttığı köylere zaman zaman tekrar geri dönüyordu. General Dro'nun birlikleri, Küllük, Yaycı, Alikamerli, Oba ve Hakmehmet köylerindeki halkla çatıştıktan sonra Kızılzakir (Akyumak) ve Melekli'den geri püskürtülmüştür. Ermenilerin saldırıları sonucu silahsız kalan halk canını kurtarmak için İran'a kaçmaya başladı. 1919'un sonlarına doğru dağılan ve ortak bir direniş kuramayan Iğdır halkını örgütlemesi için Erzurum'daki 15. kolordu komutanı Kâzım Karabekir'in emriyle Iğdır civarına birkaç subayla asker
gönderildi. Ancak halk, Yüzbaşı Ahmet Cengiz Bey etrafında toplandı. Kerimbeyli Köyü'nde "Cengiz Bey Şura Hükümeti" kuruldu. Karakoyunlu'da bir akşam toplanan Cengiz Bey ve adamları Cavit Paşa'nın yanına çıktı. Iğdırlılara yüklü miktarda silah ve cephane verildi ve bunlar hiç Ermeni yaşamayan ve Ermenilerin giremediği köylerden biri olan Melekli'de yığıldı. Ermenilerin saldıracaklarını tahmin eden Cengiz Bey, Iğdır çevresinden eli silah tutanlardan bir ordu kurdu. Iğdır'ın merkezindeki Ermeniler üzerine yürüdü. Püskürtülüp Melekli'de sıkışan orduya Doğubayazıt'taki Kürt aşiretlerinden destek kuvvetleri geldi. Aşiret kuvvetleri basında olan kurtulusunda gore 3.000 kadar Türk'ü kurtarıp Erhacı'ya topladılar. 19 Mart 1920'de General Dro komutasındaki Ermeni 2. Tümeni batıdan Iğdır Ovası'na saldırdı. General Dro'dan kaçanlar Ağrı Dağı eteklerindeki köylere sığınıyorlardı. 5.000'in üzerindeki ahali Erhacı Gölü çevresindeki Ağrı Dağı'nın savunmaya elverişli yerlerinde mevzilendi. 20 Mart 1920'de sabah saatlerinden itibaren General Dro kuvvetleri Erhacı'ya top mermileriyle saldırdı. Akşama kadar süren gerilla savaşlarıyla Ermenilere 1.000'e yakın kayıp verdirildi Türklerden ise 30–40 civarında kayıp vardı Bu arada Erhacı ahalisiyle civar köylerden sığınanlar korunaklı sığınaklarda saklandığı için zarar görmedi. Erhacı civarında saklanan 5.000'in üzerindeki ahali, Doğubeyazıt üzerinden İran Azerbaycanı olarak kabul edilen Tebriz ve çevresine mülteci olarak gitmişler ve Cumhuriyet kurulduktan sonra eski yerlerine dönebilmişlerdir. Sağ kalan Iğdırlıların eli silah tutanları ise Millî Mücadele için Ankara'ya doğru yola çıkmıştır. 8 Temmuz 1920'de Ermeniler, Bayraktutan ve Kadıkışlak istikâmetinden Iğdır'a saldırdılar. Ermenilere karşı koyamayacaklarını düşünen ahali Ağrı Dağı'nın korunaklı kayalarına kaçarak köylerini terk ettiler. Hemen hemen Iğdır ilinin tamamına yakını terk edildiği için Ermeniler Doğubeyazıt'a doğru gittikçe ilerlemeye başlamışlardı. 1920 yılının Eylül ayında Kâzım Karabekir komutasındaki birlikler harekete geçerek 29 Eylül 1920'de Sarıkamış'ı alarak 1 Ekim 1920'de Kağızman'a girdi. Deli Halit Paşa komutasındaki tümen, 30 Ekim 1920'de Kars Kalesi'ni aldı. 7 Kasım 1920'de Gümrü'ye girildi. Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir, karargâhını buraya kurdu. Aynı gün Nahçivan'daki Türk birlikleri Nahçıvan çevresini ele geçirdi. Doğu'dan gelen Abbas Kulu Bey ile Teğmen Mustafa Kâmil'in emrindeki 3,000 kadar eğitilmiş kuvvet Zengibasar'a ulaşmış ve Revan önlerine kadar gelmişti. Iğdır'a hareket emri veren Cavit Paşa, 11. Tümen başında Doğubeyazıt'ın kuzeyindeki sarp kayalık yollarını aşıp Sürmeli Çukuru'na doğru yöneldi ve karargâhı Suveren (Ergof)'da kurdu. 11 Kasım 1920 gecesi Türk kuvvetleri taarruza geçti ve 12 Kasım 1920 itibarı ile Sürmeli Çukuru'nda bulunan Ermeniler buradan ayrıldılar. Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa'ya gönderdiği ve pek gizli tutulmasını belirttiği yazısında Iğdır yöresinin Yeni Türkiye Devleti'nin sınırları içerisine alınmasını belirterek şöyle kaydetmektedir: "Ermenilerin esasen bir hükümet teşkil etmeleri müşkül. Aras Nehri'nin cenubuna ise katiyen hâkim olamadılar. Ben hududun dağlardan değil, Aras Nehri'nden geçmesini teklif ettim ve zannediyorum ki öyle de olacak..." Ermenistan, 17 Kasım 1920'de Kâzım Karabekir'in öne sürdüğü barış şartlarını kabul etmiş ve bunun üzerine 22 Kasım 1920'de Gümrü'de barış görüşmelerine başlanmıştır. 2 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalanarak Iğdır ve çevresi Türklere verilmiştir. Antlaşmanın imzalanmasından bir gün sonra Ermenistan, Kızıl Ordu'nun denetimine girince burada bir Sovyet Hükümeti kurulduğu için bu antlaşma onaylanamadı. Bu yüzden Sovyet Rusya ile TBMM Hükümeti arasında 16 Mart 1921'de imzalanan Moskova Antlaşması ve Kars Antlaşması'yla Iğdır Türklere verildi. İl merkezi 14 Kasım 1920 tarihinde Kâzım Karabekir Paşa'nın orduları tarafından ele geçirilmiştir. Nitekim, Iğdır'da 14 Kasım tarihi ilin düşman işgalinden kurtarılışının yıldönümü olarak her yıl törenlerle kutlanmaktadır. 1924 yılında ülke yönetimi yeniden yapılandırılırken Bayazıt Vilayeti'ne bağlı bir nahiye, 1934 yılında Kars'a bağlı bir ilçe olan Iğdır, 1991'de SSCB'nin dağılmasından sonra Kafkasya'da ortaya çıkan karışıklıklardan dolayı önemi artmasından dolayı Ardahan'la birlikte 1992 yılında Kars'tan ayrılarak il olmuştur. Eskiden kervan yolları üzerinde önemli bir durak olan Iğdır şehrinde, ekonomi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Aras Nehri'nin suladığı ova, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki en önemli bitkisel üretim alanlarından biridir. Iğdır bahçeden bahçeye geçiş yapan evleri ile ünlüdür. Bu bahçelerde kayısı ve elma ağaçları vardır. tarım için elverişli olup şeker pancarı, pamuk, karpuz, domates gibi çeşitli meyve ve sebzeler yetiştirilmektedir. I. Dünya Savaşı'nın ardından Rus işgalinin kalkmasıyla pazarla bağlantısı kesilen şehrin ekonomik yaşamı 1950'lere dek süren durgunluğa girdi. 1950 yılından sonra Aras Nehri'nin sulamada kullanılmasıyla ürünlerde büyük çeşitlilik sağlandı. Yıllık yağış tutarının azlığına, yağış rejiminin düzensizliği ve buharlaşma miktarının fazlalığı da eklenirse ovadaki tarımda sulamanın ne derece önemli bir paya sahip olduğunu görülür. Sulamanın daha kapsamlı yapılabilmesi için Iğdır Ovası, Batı Iğdır Ovası ve Doğu Iğdır Ovası olmak üzere iki bölüme ayrıldı ve böylece sulama projeleri başlatılmış oldu. Bölgede 2000 yılı itibarıyla 16,500 dolayında çiftçi ailesi bulunmaktadır. Bölge çiftçilerinin ancak yarıya yakını toprak sahibidir. Iğdır Kayısısı (Şalağı); dünyaca ünlü olan ve sadece Iğdır yöresi ile Kağızman'da yetişen bu kayısı türünün şekli eliptik olup simetrik bir yapıya sahiptir. Çekirdekleri uzun şeritli ve tatlı olduğundan kuruyemiş olarak tüketilebilir. Erkenci bir çeşit olduğundan Haziran ayının son haftasında olgunlaşmaya başlar. Iğdır'ın en yaygın kayısı türü olan "Şalak" çeşidinin birçok faydası olduğu bilinmektedir. 2013 yılında Rusya'ya 1.500 ton kayısı ihracatı yapılmıştır. 2008 yılı itibarıyla Ağrı ve Kars illerinde toplam şeker pancarı üretimi 174.050 ton olarak gerçekleşirken aynı yıl, Iğdır'da şeker pancarı üretimi 224.158 ton olmuştur. İki ilde toplam kullanılan alan 4.540 Ha iken Iğdır'ın alanı 4.200 Ha'dır. Ancak Kars ve Ağrı şeker fabrikalarına sahipken, Iğdır'da şeker fabrikası bulunmamaktadır. Canlı hayvan ticaretine yönelik olarak çok sayıda koyun yetiştirilir. Bu yüzden koyunculuk birinci, sığırcılık ikinci plandadır. Koyun sürüleri, yazın yaylalardaki sulak çayırlara çıkarılarak otlatılır. Şekerpancarı üretimi yaygınlaştıktan sonra sığır besiciliği gelişti. Hayvanlardan sağılan sütlerin değerlendirildiği mandıralarda tereyağı ve kaşar peyniri üretilir. Hayvancılıkta birinci sırayı koyun alır. Onu sırasıyla keçi, sığır-manda ve kümes hayvanları izler. Bölgede bulunan çayırlar, küçükbaş ve büyükbaş hayvanlara yeterli gelmemektedir. Bu yüzden hayvan yemleri, hayvancılıkta önem teşkil eder. Ovadaki kümes hayvancılığında baş sırayı tavuk alır. Onu hindi, ördek ve kaz gibi çeşitli kümes hayvanları takip eder. Çok eskiden beri sürdürülen bu faaliyet, ilkel metotlarla ve ilkel ırklarla daha çok aile tavukçuluğu şeklinde sürdürülmektedir. 2006 yılında bölgeyi etkisi altına alan kuş gribi salgınına kadar aile başına 5-10 adet tavuk düşüyordu. Kümes hayvanlarının %90'lık bir kısmı tavuklardan oluşuyordu. 2006 yılının başlarında ilde ele geçirilen kümes hayvanlarının %98'inden fazlası imha edilerek bölge halkına hayvanların değeri ödenmiştir. Iğdır Ovası ve çevresi arıcılık bakımından son derece elverişli şartlara sahip olmasına rağmen arıcılık faaliyetleri yeterince gelişmemiştir. 2000 verilerine göre en çok kovan 7,249 ile Tuzluca ilçesinde bulunmaktadır. Onu 642 kovanla merkez ilçe, 193 kovanla Aralık ilçesi ve 154 kovanla Karakoyunlu izlemektedir. Bölgenin başlıca arı ırkı; "Kafkas Arı Irkı"dır. Kovan başına 20–25 kg bal üretimi düşmektedir. Sanayi faaliyetleri yok denecek kadar az olan Iğdır'da bir tane Organize Sanayi Bölgesi vardır, o da şehir merkezinde bulunmaktadır. Kentte TMO'ya ait silolar ve SEK'e bağlı Kars Sek Mama İşletmesinin bir süt toplama merkezi vardır. Başlıca sanayi kuruluşları, dokuma sanayi kolunda çalışan küçük ölçekli işyerleridir. Iğdır Küçük Sanayi Sitesi'nde 317 adet iş yeri mevcut olup, faal olan bu iş yerlerinde halen 550 civarı kişi çalışmaktadır. Merkez ilçeye bağlı Çalpala Köyü yakınlarında Kiti Hidroelektrik Santrali bulunmaktadır. Bu santral, 1961 yılında kurulup 1966 yılında faaliyete geçmiştir. 2 tane tribünü bulunmaktadır. Yıllık ortalama enerji kapasitesi 6 GWh 'dır. Iğdır yeraltı kaynakları bakımından zengin değildir. Merkez ilçeye bağlı Suveren Köyü çevresinde Ponza Taşı (Suyun yüzeyinde durabilen ve hamamlarda sırt keselemek için kullanılan delikli ve süngerimsi taş) madenine rastlanır. Ayrıca Nahçıvan'a olan sınır kapısının Iğdır ekonomisine olan katkısı büyüktür fakat buradaki sınır kapısında ticaret çeşitliliği, tam sınır kapısının şehrin gelişimini büyük oranda hızlandırdığı dönemlerde sınırlandırılmıştır. Bu sınırlamada yöre halkının Nahçıvan'dan devamlı olarak kaçak mazot getirmesi etkilidir. Tarım ve hayvancılık, 1992 yılına kadar bölgenin en önemli iktisadî faaliyet kolları durumunda olmuştur. Ancak, bu tarihten sonra gerek PKK'nın eylemlerinin yoğunluk kazanması, gerekse Dilucu gümrük kapısının açılmasıyla birlikte tarım ve hayvancılık, hızla önemini kaybederken, ticaret, cazibesi artan bir sektör haline gelmiştir. Ticaret hayatını olumsuz yönde etkileyen en önemli nedenler; bölgenin sınırda yer alması, önemli tüketim merkezlerine uzak olması, işlek karayolları üzerinde bulunmaması, şehirleşme olgusunun zayıf olması ve sanayinin gelişmemiş olması gibi nedenlerdir. Iğdır'ın iklimi Doğu Anadolu tipi Karasal İklimi'dir. Şehrin ovalık kesimleri, Doğu Anadolu Bölgesi'nin öteki kesimlerinde görülen şiddetli kara ikliminden fazlaca etkilenmez. Bunun en önemli nedeni çevresinde bulunan Ağrı Dağı gibi yüksek alanlara göre alçakta olmasıdır. Kuytu konumuyla
mikroklima oluşturan Iğdır Ovası'nda yer alan Iğdır kentinde yıllık ortalama sıcaklık 11,6 °C'dir. Oysa yalnızca 170 km uzaklıktaki Kars'ta bu ortalama 4,2 °C'dir. Ovada kışlar, Erzurum-Kars yaylasına göre daha yumuşak, yazlar ise daha uzun ve sıcak geçer. Kentte kışın -30 °C'ye kadar düşen ve yazın da 41 °C'yi aşan hava sıcaklıklarına rastlanır. Kuytuluğu yüzünden Türkiye'nin en az yağış alan yörelerinden biridir. Özellikle yarı kurak iklime sahip olması bitki örtüsü Doğu Anadolu'nun tipik bitkisel örtüsü olan bozkır olmasına yol açmıştır. Orman açısından ülkenin en yoksul bölgelerinden biridir. Iğdır Rasat İstasyonu'nun 16 yıllık ölçüm sonuçlarına göre, bölgede havanın yıllık ortalama bağıl nem değeri %63'ü bulmaktadır. Bağıl nem oranı, yıl içinde en yüksek değerini Aralık ayında (%73), en düşük değerini de Temmuz ayında (%53) ulaşmaktadır. Yıllık toplam 98.8 açık güne sahip bulunan Iğdır'da, bu gibi günlerin yıl içinde en çok görüldüğü ay Ağustos (16.3 gün), en az görüldüğü ay ise Nisan'dır (4 gün). Bölgede açık günler en fazla Haziran ile Ekim arasındaki aylarda görülür. Buna karşılık yılda 65.8 günü bulan kapalı havalar, 10 günün üzerindeki ortalamasıyla en çok Aralık, Ocak ve Şubat aylarında görülmektedir. Iğdır Ovası, kıvrımlı Alp sisteminin bir bölümü olan İç Doğu Toros'un iç kavisinin kuzeyinde batı-doğu yönlü bir depresyon sahasında yer alır. Bölge içerisinde bulunan en yaşlı biçimlenim Paleozoik kireçtaşlarıdır. Üst pliosen Aşağıerhacı Köyü'nün güneyi ile Sürmeli, Olgunlar ve Değirmenköy çevresinde görülür. Üst pliosen; Sert çimentolu, yer yer çapraz tabakalanmalı, kırıklı ve pembe renkli grelerden oluşmuştur. Lamellibranş ve gastropod içerirler. Batıda yüzeyde görülen pliosen biçimlenimleri doğuda ova tarafında alüvyon altında kalır ve geçirimsiz tabakanın kayacını oluştururlar. Iğdır'ın hemen güneyinde yer alan Ağrı Dağı'nın kuarterner bazaltik lavları ovanın güney kısımlarını kısmen örtmüştür. Büyük Ağrı volkanının çıkardığı akıcı lavlar Karakoyunlu ve Taşburun bazaltlarının oluşumunda ana konilerin püskürtmeleri de etkili olmuştur. Ovadan güneye bakıldığında aralıklı püskürtmelerin oluşturduğu kademeli lav platoları dikkat çeker. Bazaltlar siyah renkli ve kırıklı bir yapı sergilemektedir. Rus Çarlığı'nın 1897 yılında yaptığı nüfus sayımında Iğdır şehir merkezinde 4,680 kişi yaşamaktaydı. Iğdır il genelindeki dengeli dağılımın aksine şehir merkezinde Ermeniler çoğunluktaydı. Bunların 3,934'ü (%84) Ermeni, 559'u (%11.9) Rus, 82'si (%1.7%), Azeri Türkü ve 72'i ise (%1.5) Kürtlerden oluşmaktaydı. Ancak 1920 yılında yaşanan Türk-Ermeni savaşları sonrası Ermenilerin göç etmesiyle şehir merkezinin demografik yapısı değişmiştir. Kâzım Karabekir anılarında, 18 Mayıs 1920'de Iğdır'a ayak bastığında merkezde 400 civarı ev bulunduğunu belirtir. Cumhuriyet Dönemi'nin ilk nüfus sayımı yapılan 1927 yılında 3,716 olan merkez ilçe nüfusu, 1935'te 6,737 olurken merkeze bağlı köy ve bucaklardaki nüfus 24,536'ydı. Kent merkezinin nüfusu 1940'ta 9,465'i, kente bağlı köy ve bucaklardaki nüfus da 24,556'yı bulmuş ancak II. Dünya Savaşı'nın olumsuz etkileri nedeniyle 1945'te 8,644'e, 1950'de de 7,826'ya düşmüştür. Merkeze bağlı bucak ve köylerin toplam nüfusu da 1945'te 24,995'e, 1950'de de 31,585'e, 1955'te de 39,585'e yükselmiştir. 1956 yılından itibaren Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün başlattığı sulama projeleri sonucu artan tarımsal etkinlikler şehir merkezinde nüfusun artmasına yol açmıştır. Bu yüzden, 1955 yılında 9,646 olarak sayılan şehir nüfusu, ilk kez 1960'ta 10,000'i aşarak 12,730'a, 1970'te 21,420'ye, 1975'te de 29,542'ye yükselmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 öncesinde yaşanan olaylardan dolayı 1980'de yeniden 24,352'ye düşen nüfus, bu dönemden sonra hızla artmaya başlamış ve 1985'te 29,460'a, 1990'da 35,858'e, 1997'de 45,941'e ve 2000'de 59,900'e, 2007 senesinde de 75,927'e yükselmiştir. Şehrin genel nüfusu ise 2000 sayımlarına göre 168,634'tür. Türkiye İstatistik Kurumu'na göre 2007 nüfusu 181,866'dır. İl merkezi son yıllarda Tuzluca ilçesinden küçük bir göç almıştır. İldeki nüfus artış hızı ise %42.2'dir. Nüfusun yaklaşık %25'i tarım, %23'ü hayvancılık, % 33'ü ticaret ve sanayi ve %19'u da diğer sektörlerde çalışmaktadır. Şehrin nüfus yapısını çoğunluk olarak Azerbaycan Türkleri, ardından ise sırasıyla Türkiye Türkleri ve Kürtler oluşturur. Günlük konuşmada genellikle Azeri Lehçesi, Türkçe ve Kürtçe kullanılmaktadır. İl belediye teşkilatı 1923 yılında kurulmuştur. İl genelinde toplam 8 belediye vardır. Görevdeki Iğdır Belediye Başkanı Barış ve Demokrasi Partisi'nden Hüseyin Malk'tır. Halen belediyede 77 memur, 3 daimi işçi ve 371 geçici işçi çalışmaktadır. Belediye sınırların içerisinde 14 mahalle bulunmaktadır. İlde, kamu sağlık kuruluşları ile özel sektörde çalışan hekimlerle birlikte hekim başına 1,992 kişi düşerken, ülke ortalaması olarak bu rakam 1,000 dolayındadır. Araç-gereç malzeme ve personel yetersizlikleri de dikkate alındığında il genelindeki sağlık hizmetlerinin çok yetersiz olduğu anlaşılacaktır. Iğdır ili genelinde 3 adet Devlet Hastanesi, 1 Özel Hastane, 1 Verem Savaş Dispanseri, 1 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi, 1 Sağlık Meslek Lisesi, 1 Acil Sağlık İstasyonu, 18 Sağlık Ocağı, 40 Sağlık Evi, 29 Eczane ve 30 civarında özel muayenehane bulunmaktadır. İl genelinde 29 uzman hekim, 59 pratisyen hekim, 38 sağlık memuru, 314 ebe ve hemşire, 220 diğer personel olmak üzere toplam 661 sağlık personeli görev yapmaktadır. İlde okul öncesi eğitim, 4 anaokulu ve 23 anasınıfında görülmekte olup, sayılarının artırılma çalışmaları devam etmektedir. İldeki toplam anaokulu öğrenci sayısı 1,897'dir. 164 ilköğretim okulunda 50,000'e yakın öğrenci eğitim ve öğretim görmekte olup, 164 ilköğretim okulunun 29'u il ve ilçe merkezlerinde 135'i köylerde bulunmaktadır. Bu okulların 66'sında ikili eğitim, 98'inde ise normal eğitim yapılmaktadır. Derslik başına düşen öğrenci sayısı ise 50 küsurdur. İlde ilk ortaokul 1934'te, ilk lise ise 1965'te açılmıştır. İldeki ortaöğretim kurumlarında toplam 5,257 öğrenci eğitim görmektedir. İlde 7 Genel Lise, 2 Anadolu Lisesi, 2 Anadolu Öğretmen Lisesi, 1 Fen Lisesi, 1 İmam Hatip Lisesi, 2 Çok Programlı Lise ve 5 Meslek Lisesi bulunmaktadır. İlin sürekli göç alması nedeniyle okulların pek çoğunda ikili öğretime geçilmek zorunda kalınmış olup, derslik başına düşen öğrenci sayısının aşağıya çekilebilmesi için çeşitli eğitim yatırımları yapılmaktadır. İlde 1'i merkezde, 3'ü ilçelerde olmak üzere toplam 4 tane Halk Eğitim Merkezi bulunmakta olup, bu merkezlerde halka yönelik yaygın eğitim çalışmaları devam etmektedir. İlde, Küçük Sanayi Sitesi bünyesinde bulunan Çıraklık Eğitim Merkezi'nde çırak ve kalfalara eğitim ve öğretim verilmektedir. Millî Eğitim Müdürlüğü bünyesinde Rehberlik Araştırma Merkezi, eğitim camiasına ve özel eğitime muhtaç çocuklara hizmet vermektedir. İlde 1995-1996 döneminde eğitim ve öğretime başlayan 1 Meslek Yüksek Okulu mevcut olup, okulun, 1999-2000 eğitim ve öğretim yılı itibarıyla işletme, muhasebe, turizm ve otelcilik, ithalat ve ihracat, pazarlama, bilgisayar programcılığı ve maliye olmak üzere 7 bölümü, muhasebe ve işletme dallarında 7 gece bölümü olmak üzere toplam 10 bölümü ve 750 öğrencisi bulunmaktadır. "Iğdır'ın merkez ilçesinde bulunan bazı liseler" Iğdır'da çevre il, ilçe ve komşu ülkeler ile bağlantısı sadece karayoluyla sağlanmaktadır. Bölge karayolu bağlantısı şehirlerarası ve şehiriçi olmak üzere ikiye ayrılır. Şehirlerarası yollar Erzurum, Kars ve Doğubayazıt'tan gelerek Iğdır'ın şehir merkezinde tek bir istikâmette birleşir ve Dil Ovası'nı takip ederek Dilucu Sınır Kapısı'ndan Nahçıvan'a doğru uzanır. Şehiriçi yollar ise Dilucu Sınır Kapısı'ndan Tuzluca ilçesinin Kars ve Erzurum'la olan sınırına kadar uzanır. Şehirde karayolu haricinde Kars Tren İstasyonu veya Kars Havaalanı aracılığı ile Kars'a oradan da karayolu ile Iğdır'a ulaşılır. Iğdır'ın, "Iğdırlı Turizm" ve "Bizim Iğdır Turizm" gibi seyahat acenteleri bulunmaktadır. Küllük Köyü yakınlarında bulunan Iğdır Havalimanı'nın inşaatı 1996 yılında başlamış ancak, 2001 yılında tamamen durdurulmuştu. 12 Haziran 2010 tarihinde yeniden temeli atılarak yapımına devam edilen havalimanı, 13 Temmuz 2012'de açıldı. Şu an iç hat uçuşlarına hizmet etmektedir. Iğdır'da ilk yerel gazete 28 Eylül 1950'de Cengiz Ekinci tarafından çıkarılan "Iğdır Gazetesi" 'dir. İlk çıkarılan dergi ise 30 Ekim 1950'de Ramiz Özler tarafından çıkarılan "Aras Dergisi" 'dir. Iğdır'da şu an faaliyet gösteren 20'ye yakın yerel gazete ve bir kanal (Iğdır TV) vardır. Bu gazetelerden 1 Eylül 1955'te Fazıl Şıktaş tarafından kurulan Yeşil Iğdır Gazetesi 50 yılı aşkın süredir yayın hayatına devam etmektedir. Diğer önemli gazeteleri ise; Güven, Çağdaş, Hudut Postası, Karakoyunlu Postası ve Dilucu'dur. İlde, özellikle de merkez ilçede, boks, tekvando, karate, masa tenisi, satranç, bilardo, voleybol, basketbol, güreş, vücut geliştirme, judo ve halk oyunları branşlarında sporcu yetiştirilmektedir. 10 adet özel beden eğitimi ve spor tesisi bulunan Iğdır'daki en büyük stadyum, profesyonel liglerde Iğdırspor'un saha işlevini gören ve il merkezine iki kilometre uzaklıkta olup 3500 kişilik açık seyirci tribünü olan Iğdır Şehir Stadyumu'dur. Iğdır'da 22 spor kulübü, 1 kapalı spor salonu, 1 çim saha ve 1 adet de toprak saha bulunmaktadır. Şehrin en başarılı ilk ve tek profesyonel takımı olan Iğdırspor, 1997-2007 yılları arasında 2. Lig ve 3. Lig'de mücadele edip tekrar amatör kümeye düşmüştür. İlin basketbol ve voleybol gibi spor dallarında önemli bir başarısı bulunmamaktadır. Iğdır il merkezinde merkez ilçe ve Melekli beldesinde olmak üzere toplam 2 adet Halk Kütüphanesi mevcut olup, bu kütüphanelerde kitap ve süreli yayın bulunmaktadır. Sinema salonu mevcut olmayan Iğdır'da 29 Temmuz 2011'de bir "7 boyutlu sinema salonu simülatörü" hizmete girmiştir. Iğdır Ovası'nın batısında, Ermenistan sınırında, savunmaya elverişli olarak Urartular zamanında inşa edilmiştir. Bölgenin en eski yerleşim kalesi olup Orta Çağ'a ai
t bir yerleşim özelliği taşımaktadır. Çalpala Köyü'nün 2 km. batısındadır. Iğdır İl Merkezi'ni Asma Köyü'ne bağlayan yolun 25. kilometresinde bulunan kervansaray 12. yüzyıl Selçuklu taş işlemeciliğinin en güzel eserlerinden biridir. 1986 yılında koruma altına alınmıştır. Ancak hala harabe halindedir. İl merkezine bağlı Melekli Beldesi yakınlarındadır. 1913 yılında yapılan kazılarda Urartular'a ait bir mezarlık keşfedilmiştir. Ayrıca süs eşyaları, silahlar ve mühürler de bulunmuştur. Iğdır'ın Çakırtaş köyünde bulunmakta olan bu eser Selçuklular tarafından yapılmıştır. Ancak bu kümbetin bakımsızlıktan bazı yerleri önemli ölçüde tahrip olmuştur. Kale Ağrı Dağı'nın savunmaya elverişli sarp kayalarında kervan ticaretini kontrol altında tutmak için Oğuz Türkleri tarafından 11. yüzyılda Iğdır il merkezine 36 km uzaklıkta kurulmuştur. Yapılan restorasyona rağmen yer yer bir kale harabesini anımsatmaktadır. Hemen hemen Iğdır Ovası'ndaki bütün eski mezarlıklarda bulunan koç başlı mezarlar, Iğdır'da kalıcı bir medeniyet izi bırakan Karakoyunlular döneminden kalmadır. Bu mezar taşları Karakoyunlulara göre yiğit ve kahraman olan kişiler ile genç yaşta ölen gençlerin mezarlarına dikilirdi. Bu gelenek Karakoyunlular'a Orta Asya Türk Kültürü'nden gelmiştir. Çünkü Karakoyunlular konar-göçer bir topluluktu ve Karakoyunluların iktisadi yapısı sadece hayvancılığa dayanıyordu. Ayrıca Iğdır'da Karakoyunlular ile ilgili 2 isim yerleşim birimlerine verilmiştir. Bunlardan biri Karakoyunlu ilçesi, diğeri ise merkez ilçeye bağlı Kuzugüden Köyü'dür. Iğdır'da bulunan Koç başlı mezar taşları "Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu"nca 1991 senesinde koruma altına alınmıştır. En çok başlı mezar heykeli bulunduran merkeze bağlı köyler; Aşağıerhacı, Bayraktutan, Çakırtaş, Küllük, Yaycı köyleridir. Bu anıt 1915-1920 tarihleri arasında bölgede yaşayan Ermeni saldırıları sembolize etmektedir ve ilgili belgeler bulundurulmaktadır. Her ay 4.000 civarında ziyaretçi müzeyi gezmektedir. 350 m² kapalı Müze 2 havuz ve 36 m yüksekliğinde 5 adet kılıçtan oluşmaktadır. Etrafı yeşil alan ve park olarak inşa edilmektedir. Toplam 14.000 m² alanı kapsamaktadır. Yerden yüksekliği 43,5 metredir. Dolayısıyla Türkiye'nin en yüksek anıtıdır. Yapımına 1 Ağustos 1997 tarihinde başlanmış ve 5 Ekim 1999 tarihinde hizmete girmiştir. Anıt inşaatında Türkiye'nin farklı illerinden getirilen mermerler kullanılmıştır. Ancak taşların eskimesi üzerine restorasyona tabi tutularak 2005 yılında yeniden ziyaretçilere ücretsiz olarak açılmıştır. Müzede Ermenilerin toplu öldürmesini ispatlayan ve Ermeni Soykırımı'nı reddeden belgeler ve eşyalar vardır. Müze girişinin sağ tarafındaki odada katliamlara ait fotoğraflar, sol tarafındaki odada ise soykırım araştırmaları için bir kütüphane bulunmaktadır. Müzede 570 adet kitap, 260 adet resim (cinayet resimleri), 1973-1985 yılları arasında Ermeni örgütü ASALA tarafından öldürülen diplomatların fotoğrafları korunmaktadır. Müzenin giriş kapısı Selçuklu geleneklerine göre yapılmıştır. Anıt, üçgen arazinin odak noktasında yükselmektedir. Suni bir tepenin ortasında konuşlandırılan 5 kılıcın da eğri uçları yukarıda birleşerek kubbe şeklini almaktadır. Bu haliyle Selçuklu türbelerini andırmaktadır. Iğdır şehir merkezinin girişinde bulunan devasa iki leyleğin bulunduğu heykel; leyleklerin Iğdır'ın sembollerinden biri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bölgede kendine has özellikleri olan Iğdır, Doğu Anadolu'nun Çukurova´sı olarak anılmaktadır. Tarihi, kültürü, folkloru, doğa güzellikleri ve özel iklim özelliği ile dört mevsimi bir günde yaşatan ve üç ülke ile sınır olan yakın zamanda bölgenin turizm merkezi olan ilin ayrı bir güzelliği de, ovasındaki meyve bahçeleri, pamuk tarlaları yamaçlarındaki kır çiçekleri, yaylalar, doğal su kaynakları ve ile hayat veren Aras Nehri ile Ağrı Dağı kentin turizm potansiyelini ortaya koyar. Ayrıca Ağrı Dağı, Iğdır'ın her noktasından görülebilmektedir. Kentte dini günler olan Nevruz Bayramı ve Muharrem ayı ile 14 Kasım´da ilin düşman işgalinden kurtuluşunda çeşitli etkinlikler düzenlenir. Ayrıca Iğdır´da başta Kayısı Festivali, Korhan Yaylası Festivali ve Geleneksel Ağrı Dağı Festivali olmak üzere birçok festival düzenlenmektedir. İl halkının bir kısmı Azeri kökenli olduğu için Azerbaycanlılar gibi Şiiliğin Caferi koluna mensuptur. Bu yüzden Kerbela Olayı özellikle Şiilerde büyük yasa yol açmıştır. Iğdır ve çevresinde Muharrem ayının ilk gününden başlayan 60 günlük yas tutma döneminde; eğlenmek, kız alıp vermek, düğün yapmak ve buna benzer hayır işlerinin yapılmamasına özen gösterilir. Muharrem ayının 10. gününe aşura, 9. gününe de tasua denir. Yas, ilk 10 günde belirgin bir biçimde tutulur. Muharrem'in birinci günü, Kerbela Yası'nın birinci günüdür. Camilerde ve evlerde mersiyeler okunur. Mersiyeye gelmek sevap sayılır. 9. gün olarak adlandırılan Tasua 'da; yemek ve ihsan verilir, tıraş olunmaz, banyo yapılmaz, kana kana su içilmez, çamaşır yıkanmaz. Her caminin bir destesi oluşturulur. Bu desteler, köy köy dolaşarak zinciri vücuduna vurarak Şahsey tepinir. 10. gün olan Aşure'de şii imamlarından biri olan Ali oğlu Hüseyin'in öldürülmesi dolayısıyla en büyük yas tutulur. Bu günde genellikle herkes siyah giyinir. Desteler, oldukça coşkulu bir şekilde zincir vurur. 10. günün öğle vaktine kadar bu törenler yapılır. Aşura gününde Iğdır'da her yer kapalıdır. Hatta Caferi Mezhebi´ne bağlı olmayanlar bile bu geleneğe uyup iş yerlerini açmazlar, törenlere katılırlar. Muharrem ayı boyunca camiler dolup taşar. Camilerde Kur'an'dan ayetler okunur ve hocalar halka Kerbela Olayı'nı anlatır. Nevruz, Iğdır halkında tabiatın uyanış duygusunu canlandırır ve büyük coşku yaratır. Iğdır'da 21 Mart'ta kutlanan Nevruz Bayramı'nda yapılan etkinlikler: Kafkas Oyunları'ndan özellikle Azeri Oyunları, bütün canlılığı ile Iğdır, Kars ve Ardahan başta olmak üzere Türkiye'nin birçok ilinde oynanmaktadır. Iğdır halkı ile Azerilerin halk kültürü bakımından yüksek derecede benzer olması bu iki halkın halk oyunlarının da yüksek derecede benzer olmasını sağlamıştır. Bu oyunlarda; kahramanlık, asalet, yardım severlik, vatan sevgisi, aşk, tabiat sevgisi gibi konular işlenmiştir. Bu oyunların tamamı veya en az biri ikisi her Iğdır'lı tarafından oynanabilinmektedir. Bu sayede kuşaktan kuşağa aktarılabilmektedir. Bu oyunlar genellikle; düğünlerde, sünnetlerde veya sevinçli günlerde oynanır. Iğdır Yöresi Halk Oyunları'nda Çalınan Müzik Aletleri: Iğdır ve çevresinde el sanatlarında büyük bir canlılık göze çarpmaktadır. Köylerde özel kök boyanın kullanıldığı yün veya pamuktan birbirinden güzel halı, kilim, halça (bir tür kilim) örülmektedir. Bunların üzerinde genellikle Karabağ ve Kafkas motifleri görülmektedir. Bölgede bilhassa kış aylarının vazgeçilmez giyeceklerinden olan yün çoraplar da önemli bir yere sahiptir. Bunların üzerinde birbirinden farklı hayvan ve bitki motifleri görülmektedir. Yöreye ait pek çok yemek bulunur. Bunlardan bazıları: Yalova (il) Yalova, Türkiye Cumhuriyeti'nin Marmara Bölgesi'nde yer alan bir ildir. Marmara Denizi kıyısındaki il, İstanbul'a bağlı iken 6 Haziran 1995'de il olmuştur. Yalova İli Nüfusu: 241.665'dir. Bu nüfusun %87,07'si şehirlerde yaşamaktadır (2016 sonu). İlin yüzölçümü 798 km'dir. İlde km'ye 303 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 986'dır.) İlde yıllık nüfus artış oranı %3,71 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 14 belediye, bu belediyelerde 50 mahalle ve ayrıca 43 köy vardır. Bölgedeki ilk yerleşimler prehistorik çağlarda MÖ 3000 yıllarındadır. Bitinya adıyla bilinen antik bölgede MÖ 2000'lerde Hititler, MÖ 1200'lerde Frigler hakimiyet kurdular. Pers egemenliği altında kalan bölge de MÖ 5. yüzyılın ortalarından itibaren Bitinyalı hanedanlar hakimiyet kurmaya başlamış ve MÖ 3. yüzyılda bağımsız Bitinya Krallığı' nı kurmuşlardır. Yalova' da bu krallığın topraklarında kalmıştır. Yalova' nın da içerisinde olduğu bölge MÖ 74'te Romalılar' ın denetimine girdi. Roma İmparatorluğu'nun 395 yılındaki bölünmesinden sonra Yalova Bizans İmparatorluğu'nun yönetimine geçti. 1302'de Yalova civarında Bafeus Muharebesi gerçekleşti. Yalova ve çevresi 1326 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolüne geçti. 7 Ağustos 1920 yılında başlayan Yunan hakimiyeti 19 Temmuz 1921 tarihine kadar sürdü. Bu dönemde Yalova ilindeki köylerde Yalova Katliamı olarak adlandırılan olaylar yaşandı. Mustafa Kemal Atatürk yaşamının ilk kez 19 Ağustos 1929 tarihinde geldiği Yalova'da belirli dönemlerde ikamet etmiş, Yalova'da yaptırdığı, bugün merkez ilçe sınırları içindeki Atatürk Araştırma Enstitüsü içinde bulunan Yürüyen Köşk ve Termal ilçesinde bulunan evi müze olarak halkın yoğun ilgisiyle ziyaret edilmektedir. Bir konuşmasında "Yalova benim kentimdir." şeklinde şehre olan sevgisini dile getirmiştir. Yalova; 6 Haziran 1995 tarihinde Bursa ili Gemlik ilçesine bağlı Armutlu beldesi ile Kocaeli ili Karamürsel ilçesine bağlı Altınova, Subaşı ve Kaytazdere beldelerini sınırları içine alınarak il olmuştur. 17 Ağustos 1999 yılında meydana gelen 1999 Gölcük depremi nde Yalova ilinde büyük tahribat ve can kayıpları meydana geldi. Armutlu Yarımadası’nın kuzey kıyısı ile Samanlı Dağları’nın kuzey eteklerine kurulmuş olan Yalova, Türkiye’nin Kuzeybatısında ve Marmara Bölgesi’nin güneydoğu kesiminde yer almaktadır. Kuzeyinde ve batısında Marmara Denizi, doğusunda Kocaeli ili, güneyinde Bursa ili ile Gemlik Körfezi yer almaktadır. İlin denizden yüksekliği 2 metre, ve yüzölçümü 847 km’dir. Yalova ilinin kıyıları girintili ve çıkıntılı bir özellik göstermez. Sahil şeridi dar olmakla birlikte, doğal plaj özellikleri göstermektedir. Yalova, doğu kıyılarındaki düzlükler dışında dağlık bir araziye sahiptir. Bölgenin güneyi; batıdan doğuya doğru İzmit-Sapanca arasında Kocaeli Sıradağları ile birleşen Samanlı Dağları’yla kaplanmış durumdadır ve ilin başlıca dağları da Samanlı Dağları’dır. Bu dağlar Yalova’nın güneyinde bulunmaktadır. Birçok tepenin bulunduğu bu dağlık arazid
e Samanlı Dağları’nın en yüksek noktası Beşpınar Tepesi’dir. (926 m) Armutlu, Taz Dağı’nın (867 m) batıya doğru devam eden eteklerinde kurulmuştur. İlin en önemli yaylası, Kocadere ve Teşvikiye Beldeleri’nin güneyinde yer alan Delmece Yaylası’dır. Bu yayla çam ormanlarıyla geniş bir alanı kaplamaktadır. Yalova İli verimli ve bereketli ovalara sahiptir. Ovalar, akarsular boyunca uzanmakta ve kıyıdan 1–2 km içeriye doğru sokulmaktadır. Çınarcık, Gökçedere, Kirazlı, Kılıç ve Taşköprü ile deniz arasında birbirinden alçak tepeciklerle ayrılan büyüklü-küçüklü ovalar oluşmuştur. Bunlardan başlıcaları, Kocadere Ovası, Liman Ovası, Samanlı-Kadıköy Ovaları, Kazımiye Ovası ve Taşköprü Ovası’dır. İlin bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturmaktadır. Yalova’nın güneyindeki dik yamaçlar tümüyle gür bir orman örtüsüyle kaplıdır. Geniş yapraklı ağaçların hakim olduğu bu kısımda, iğne yapraklı ağaçlar oldukça azdır. Bu ormanlar il yüzölçümünün % 55’ini kaplamaktadır. Armutlu Yarımadası’nın orta kısımları daha çok meşe ağaçlarının hakim olduğu bir ormanlık alana sahiptir. Orman örtüsünün bileşimine giren unsurların büyük bir kısmı Karadeniz kıyı silsilesinin florasına dahildir. Bir kısmı ise Akdeniz florasının türleri olarak bu kısma sokulmuştur. Karakteristik türlerin bir araya geldiği kısımlardaki maki topluluğu da buna eklenebilir. Ormanlık alanlarda genellikle kayın, meşe, gürgen, kızılcık, kestane ve ıhlamur ağaçları görülmektedir. Yalova’daki ormanlardan, çevrenin odun ve kereste ihtiyacı da karşılanmaktadır. Yalova ilinin iklimi, makro-klima tipi olarak, Akdeniz ve Karadeniz iklimleri arasında bir geçiş niteliği taşır. Kimi dönemlerde de karasal iklim özelliklerini yansıtmaktadır. İlde yazlar kurak ve sıcak, kışlar ılık ve bol yağışlıdır. 30 yıllık rasat bilgilerine göre, Yalova’da yıllık ortalama sıcaklık 14,6 °C'dir. En soğuk ay ortalama sıcaklığı 6,5 °C, en sıcak ay ortalama sıcaklığı 23,7 °C, yıllık ortalama yağış miktarı da 727,5 mm’dir. Kar yağışlı günlerin ortalama sayısı, 10,6, karla örtülü günlerin ortalama sayısı da 5,2’dir. İlde deniz suyu sıcaklığı, en yüksek olduğu Ağustos ayında 22,9 °C, en düşük olduğu Şubat ayında da 7,4 °C'dir. Yalova ili nüfusu: 251.203'dür. Bu nüfusun % 88,56'sı şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 798 km'dir. İlde km'ye 303 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 986’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 3,95 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 14 belediye, bu belediyelerde 50 mahalle ve ayrıca 43 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Çınarcık (% 10,79)- Termal (% 0,32). 2017-2018 Sezonusonunda, Yalova’nın futbol BAL’da 2 takımı vardır: Altınova Belediyespor ve Yalova Kadıköyspor ligde kalmışlardır. Ayrıca basketbol erkekler 1.liginde Yalova Group Belediye, kadınlar 1.liginde Yalova VİP Gençlik yer almaktadır. Kadınlar voleybol bölgesel liginde 2 takım vardır. Ziraat Türkiye Kupası’na ilk turdan katılan Altınova Belediyespor, ilk turda Bozüyük Vitraspor’u elemiş, 2.turda Orhangazispor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Yalova Atatürk Stadı (8.980), Yalova 90. Yıl Spor Salonu (2.500), Yalova Olimpik Yüzme Havuzu (500) Yalova Yalova, bugünkü idari bölünüşe göre merkez ilçeyle birlikte 6 ilçeden oluşmaktadır. İlçeler; Yalova Merkez, Altınova, Armutlu, Çınarcık, Çiftlikköy ve Termal'dir. Yalova'nın 6 ilçe belediyesi ile birlikte, toplam 15 belediyesi bulunmaktadır; merkez ilçede 1 (Kadıköy), Altınova'da 3 (Kaytazdere,Subaşı ve Tavşanlı), Çınarcık'ta 4 (Koruköy, Esenköy, Kocadere ve Teşvikiye) ve Çiftlikköy'de 1 (Taşköprü) belediyesi ve toplam 43 köyü vardır. Yalova, 6 Haziran 1995 tarihinde il olmuştur. Şehrin nüfusu 2010 yılına göre 98.347'dir. 1973'te 21.000 olan nüfusu 1990'da 65.823'e, 2000'de 70.118'e, 2007'de 87.372'ye çıkmıştır. Armutlu Yarımadası'nın kuzey kıyısı ile Samanlı Dağları'nın kuzey eteklerine kurulmuş olan Yalova, Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara bölgesinin güneydoğu kesiminde yer almaktadır. İlin kuzeyinde ve batısında Marmara denizi, doğusunda Kocaeli, güneyinde Bursa (Orhangazi-Gemlik ve İznik ilçeleri) ve Gemlik körfezi yer almaktadır. Yalova ilinin kuzeyinden güneybatısına kadar olan sınırları Marmara Denizi ile çevrilmiştir. Kıyılar, girintili çıkıntılı bir özellik göstermez. Yalova'nın 39-40º kuzey enlemi, 29-61º doğu boylamları arasında denizden yüksekliği 2 metre, en yüksek noktası 926 metredir. 839 kilometrekarelik alanı ile ülke yüzölçümünün %0,11'lik bölümünü kapsamaktadır. Yalova, yüzölçümü itibarıyla Türkiye'nin en küçük ilidir ve 105 km ile denize en uzun kıyısı olan turistik illerinden de birisidir. Yalova, verimli ve bereketli ovalara sahiptir. Çınarcık, Gökçedere, Kirazlı, Kılıçköy ve Taşköprü ile deniz arasında birbirinden alçak tepeciklerle ayrılan büyüklü küçüklü ovalar oluşmuştur. Bu ovalar, akarsular boyunca uzanmakta olup çevrelerinde meyvecilik ve sebzecilik yapılmaktadır. Yalova'nın toplam yüzölçümünün (84.700 ha) %82'si, tarım arazisi (22.173 ha), orman alanı (46.809 ha) ve çayır-mera arazisinden (7.944 ha) oluşmaktadır. İlin bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturmaktadır. Samanlı Dağları'nın kuzey ve güneyinde vadi içlerinde bulunan makiler, bu kütlenin etekleri boyunca kesintili şeritler ve parçalar halinde bulunurlar. Yalova'nın güneyindeki dik yamaçlar gür bir orman örtüsü ile tamamen kaplıdır. Ormanlık alanlarda genellikle kayın, meşe, gürgen, kızılcık, kestane ve ıhlamur ağaçları görülür. Yalova'daki ormanlardan çevrenin odun ve kereste ihtiyacı karşılanmaktadır. Yalova il sınırları ekolojik çeşitliliği kadar etnik ve kültürel çeşitliliğiyle de zenginlik göstermektedir. Anadolu'nun her yanından aldığı göçlerle hem inançsal hem de dilsel çeşitliliği artmıştır. İl genelinde Türkçeden başka Pomakça, Avarca, Çerkesçe, Lazca, Gürcüce, Dargice, Kürtçe, Boşnakça, Tatarca/Karaçayca konuşan etnik grupların yerleşimleri bulunmaktadır. Ayrıca İzel, Şebnem Ferah, İbrahim Kutluay, Mehmet Okur, Hasan Zeybek gibi ünlü isimler Yalova doğumludur. Bölgedeki ilk yerleşimler prehistorik çağlarda M.Ö. 3000 yıllarındadır. Bitinya adıyla bilinen antik bölgede M.Ö. 2000'lerde Hititler, M.Ö. 1200'lerde Frigler hakimiyet kurdular. Pers egemenliği altında kalan bölge de M.Ö 5. yüzyılın ortalarından itibaren Bitinyalı hanedanlar hakimiyet kurmaya başlamış ve M.Ö 3. yüzyılda bağımsız Bitinya Krallığı' nı kurmuşlardır. Yalova' da bu krallığın topraklarında kalmıştır. Yalova' nın da içerisinde olduğu bölge M.Ö. 74'te Romalılar' ın denetimine girdi. Roma İmparatorluğu'nun 395 yılındaki bölünmesinden sonra Yalova Bizans İmparatorluğu'nun yönetimine geçti. 1302'de Yalova civarında Bafeus Muharebesi gerçekleşti. Yalova ve çevresi 1326 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolüne geçti. 16. yüzyıl Osmanlı idari teşkilatlanmasına göre Yalova, Hüdavendigâr Eyaleti' ne bağlı bir kaza merkeziydi. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Yalovayı; 700 evi, yedi camisi, üç hanı, bir hamamı, kırk-elli kadar dükkanı bulunan bir yerleşim olarak anlatmıştır. 25 Mayıs 1719 yılında meydana gelen depremde yerleşim büyük tahribata uğradı. 18. yüzyıl sonlarında Yalova, İzmit Sancağı' nın Karamürsel kazasına bağlı bir nahiye konumundaydı. 10 Temmuz 1894 yılı depreminde yerleşimde büyük tahribat yaşadı. 7 Ağustos 1920 yılında başlayan Yunan hakimiyeti 19 Temmuz 1921 tarihine kadar sürdü. 1927 yılında belediye olan Yalova, 2 Aralık 1929 yılında çıkarılan kanunla İstanbul iline bağlı bir kaza merkezi oldu. 1935 yılı nüfus sayımında 2635 nüfusa sahip olan yerleşim, kaplıcalar sayesinde hızlı bir gelişim yakaladı. 6 Haziran 1995 tarihinde aynı adla kurulan ilin merkez ilçesi oldu. 17 Ağustos 1999 yılında meydana gelen 1999 Gölcük depremi nde Yalova şehri de büyük tahribata uğradı. Mustafa Kemal Atatürk yaşamının son bölümünde ara sıra Yalova'yı ziyaret etmiş ve Yürüyen Köşk'te dinlenmiştir. Bir konuşmasında "Yalova benim kentimdir." şeklinde şehre olan sevgisini dile getirmiştir. Yalova merkez ilçeye bağlı 2 belde ve 15 köy vardır: Karabük (il) Karabük, Türkiye'nin kuzeyinde Karadeniz Bölgesi'nde il. 2016 yılı nüfus verilerine göre nüfusu 242.347'dir. Karabük, 1937 yılına kadar, Safranbolu'ya bağlı Öğlebeli Köyü'nün 13 hanelik bir mahallesiydi 1935 yılında açılan Ankara-Zonguldak demiryolunun üzerinde yer alıyordu. Demiryolu ile taşıma imkânının varlığı ve kömür yataklarının yakınlığı nedeniyle, burada bir demir çelik fabrikası kurulması kararlaştırıldı. 3 Nisan 1937'de Atatürk'ün talimatıyla, İsmet İnönü, hâlâ Karabük'ün en önemli geçim kaynağı olan Karabük Demir Çelik Fabrikası'nın temellerini attı. Karabük, 6 Haziran 1995'te, Çankırı'nın Ovacık ve Eskipazar ilçeleri ile Zonguldak' ın Yenice, Safranbolu ve Eflani ilçelerinin birleştirilmesiyle Türkiye'nin 78. ili oldu. Karabük'ün futbol takımının ismi Kardemir Karabükspor'dur. Süper Lig'de mücadele etmektedir. Bugün Türkiye'nin en büyük demir çelik firmalarının kuruluş yerleri Karabük'tedir. Şehirde ayrıca ülkenin en büyük sanayi kuruluşlarından Kardemir bulunmaktadır. Karabük adını, üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan almıştır. “Kara” ve “Bük” sözcükleri, kara çalılık yer anlamında, Karabük adının oluşumuna kaynaklık yapmıştır. Bu topluluklarda yaşayan Türkmen toplulukları, Karabük cemaatı adını bu biçimde almışlardır. Türkiye'de 14 yer ve mevki adının bugün Karabük şeklinde geçmesi, cemaatlerin bu topraklardan diğer yerlere göç ettiği görüşünü kuvvetlendirir. Karabük ve çevresinde, yörenin yazısız kültür dönemini aydınlatacak çok sayıda höyük ve tümülüs olmasına karşın, bilimsel anlamda herhangi bir arkeolojik kazıya konu olmaması bu konudaki açıklamalarda bir bilgi boşluğu yaratmaktadır. Ancak, Ovacık ve Eskipazar ilçelerinde yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarına bakılacak olursa, Karabük ve çevresinin en eski yerleşmesi Eskipazar İlçesindeki “Yazıboy” köyüdür. Burada bulunan bir höyüğün, ilk Tunç Devri (MÖ 2500) olarak yerleşmeye konu olması, İl sınırları içinde Eskipazar'ın önemini artırmaktadır. İlkçağ'da Karabük, Hitit
lerden başlamak üzere Frig, Helenistik Krallıklar ve Roma döneminde geniş çaplı olarak yerleşmeye konu olmuştur. Karabük'ün, Hititler döneminde yerleşmeye konu olan İlçesi; Eflani'dir. Hitit metinlerinde kentin en eski adının Haluna (Yün) olarak geçtiği bilinmektedir. Ovacık'ın Kışlaköy'ü, Frigler döneminde yerleşmeye konu olmuştur. Burada bulunan Hesem Değirmeni'nin kapısındaki yapıtaşının Frigler dönemine ait olduğu sanılmaktadır. Helenistik Krallıklar döneminde özellikle Eflani, yerleşmeye konu olmuştur. Helenistik Krallıklardan Bitinler, Roma'nin Batı Karadeniz Bölgesini (Paflagonya) ele geçirmesini önlemek için Eflani'de üs oluşturulmuş ve bölgenin savunmasını buradan gerçekleştirmişlerdir (MÖ 70). Eflani'nin tarihte bilinen ikinci adı Bitinya Kralı Nikomedes'in oğlu Phylomenes'ten dolayı, “Phylomenes Yurdu” olarak bilinmektedir. İlkçağın son Devleti olan Roma, MÖ 1. yüzyılda Anadolu'ya girince önem verdiği yerlerden birisi de Batı Karadeniz Bölgesi olmuş, bölgenin ormanları ve madenlerini emperyalist bir politika izleyerek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Roma'nın bu amaçlarla Karabük İli sınırları içinde kurduğu en önemli kentler Eskipazar sınırları arasında yer almaktadır. Bunlar, Hadrianapolis ve Kimistene adı ile anılan yerleşme alanlarıdır. Bunun yanı sıra Karabük'te Bürnük Köyü, Üçbaş Köyü, Bulak Köyü; Ovacık'ta Pürçükören Köyü ve Ganibeylerin 1 km mesafe uzaklıktaki Karakoyun'lu köyün'de Roma Dönemi kalıntıları ile adeta tarihi tanıklık yapmaktadırlar. Türkler, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi öncesinde de Anadolu'ya değişik amaçları gözeterek gelmişler ve yerleşmişlerdir. Özellikle, Kuzey Türklüğü olarak tarihte bilinen bu Türk kitleleri içinde Oğuzlar olduğu gibi Kıpçak, Peçenek gibi diğer Türk kavimleri yer almaktadır. Daha sonra çeşitli nedenlerle Bizans'ın emrine giren bu Türk kavimleri, bu devletin izlediği iskan siyaseti, Anadolu'nun çeşitli kısımlarına yerleştirilmişlerdir. Yer adlarından (Toponimi) yola çıkarak yapılan yorumlamalar sonucunda Eskipazar'da Tamışlar Köyü'ne adını veren Tamış, Bizans'ın emrinde bir Oğuz Beyi olup, saptamalara göre, Malazgirt Savaşı'nda Selçuklu ordusuna karşı savaşırken, giysilerde kullanılan renk ve dil benzerliklerinden dolayı kısa zamanda saf değiştirmiş, Selçukluların tarafına geçmiştir. Malazgirt Muharebesi öncesinde yöremizde görünen ve yerleşen ikinci Türk kavimi Kıpçaklar oldu. Kıpçaklar kitleler halinde Safranbolu ile Eflani arasındaki topraklara yerleşmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, 15. yüzyılın ikinci yarısında Amasra'yı fethedince, kentte bulunan Cenevizlileri İstanbul'a gönderirken, Eflani'de yaşayan Kıpçakları da Amasra kentine sürmüştür. Bugün Amasra'da özellikle ağaç işlemeciliğinde çok ünlü olan bu insanlar, Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Kıpçak lehçesi ile ilgili araştırma yapacaklar için Eflani-Bartın arası ve Amasra bu açıdan önemli araştırma malzemesi sunmaktadır. Karabük 1937 yılında Safranbolu'ya bağlı Öğlebeli Köyü'nün bir mahallesi iken 1935 yılında açılan Ankara-Zonguldak demiryolu ile önemini arttırmıştır. 3 Nisan 1937 yılında Atatürk'ün yönlendirmesi ile İsmet İnönü tarafından Karabük Demir Çelik Fabrikası'nın temelleri atılır. Nüfus yoğunluğunun artmaya başladığı Karabük'te 25 Haziran 1939'da belediye teşkilatı kurulmuştur. 1941 yılında Safranbolu ilçesine bağlı bucak olan Karabük 3 Mart 1953 tarihinde 6068 sayılı kanunla Zonguldak İline bağlı bir ilçe haline gelmiştir. Karabük, 6 Haziran 1995 gün ve 22305 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Çankırı'dan; Ovacık ve Eskipazar ilçeleri ile Zonguldak'tan; Safranbolu, Yenice ve Eflani ilçelerinin birleştirilmesiyle Türkiye'nin 78. ili olmuştur. Karabük ilinin topraklarında çeşitli iklim türlerine rastlanmaktadır. Bu farklılıkların meydana gelmesinde İlin coğrafi özellikleri ve konumu rol oynamıştır. Karabük, Karadeniz Bölgesi'nde yer almasına karşın dağların Karadeniz'e paralel uzanmasından dolayı Karadeniz üzerinden gelen nemli ve yağışlı havanın etkilerinden tam olarak yararlanamamaktadır. Yenice ilçesinde tam Karadeniz iklimi yaşanırken; İl merkezinde, Eskipazar, Ovacık ilçelerinde Karadeniz iklimi ile karasal iklim arasında bir geçiş ikliminin özelliklerine rastlanmaktadır. Orman varlığı açısından Türkiye'nin % 68 oranı ile en zengin ilidir. Yenice ilçesinde torpikal bölgelerde görülebilek yoğun ve çeşitli orman örtüsü ve kendi sınıfında rekor düzeyde boya ve çapa ulaşmış ağaç türleri vardır. Geniş yapraklı türlerden kayın 1. meşe 2. ağaç türü iken; iğne yapraklı ağaçlarda göknar, sarıçam ve karaçam baskın ağaç türleridir. Havası demir çelik fabrikaları nedeniyle kötüdür. Karabük İli Nüfusu: 242.347'dir. Bu nüfusun %76,8'i şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 4.142 km²'dir. İlde km²'ye 59 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 170'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %2,27 olmuştur. İl merkezinin denizden yüksekliği: 264 m.'dir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 7 belediye, bu belediyelerde 78 mahalle ve ayrıca 278 köy vardır. Karabük ili nüfusu: 244.453'dür. Bu nüfusun % 77,16'sı şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 4.142 km²'dir. İlde km²'ye 59 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 170’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 0,87 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 7 belediye, bu belediyelerde 78 mahalle ve ayrıca 278 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Safranbolu (% 2,17)- Eflâni (-% 2,67). 2017-2018 Sezonu sonunda, Kardemir Karabükspor A.Ş.Süper Ligden 1.lige düştü. Ayrıca Futbol BAL’da bir takımı da küme düştü Kadınlar liglerindeki iki takımı devam etmektedir. Kardemir Karabük Spor A.Ş., Ziraat Türkiye Kupası 4.turda Keçiören Gücü’nü elemiştir. 5.turda İstanbul Spor A.Ş.'ye elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Necmettin Şeyhoğlu Stadyumu (16.000), Merkez Spor Salonu (2.500) ve 100.yıl Kapalı Yüzme Havuzu (500) dur. Karabük Karabük, Karabük ilinin merkez ilçesi. Karabük merkez olmasına rağmen, Safranbolu ilçesi tarihsel evleri sebebiyle ismini daha çok duyurmuştur. Bunun yanında Türkiye'nin ilk demir çelik fabrikasının bulunduğu Karabük merkezinde, bu fabrika sayesinde geniş bir iş sahası oluşturularak Karabük'ün gelişimi sağlanmıştır. Karabük, kurulan demir çelik fabrikası ve yan sanayilerle hızla gelişmiş ve büyük bir kalkınma örneği yaratmıştır. Ayrıca il genelinde tekstil sanayi özellikle hazır giyim sektöründe gelişmiştir. Karabük, adını üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan almıştır. "Kara" ve "Bük" sözcükleri, kara çalılık yer anlamında, Karabük adının oluşumuna kaynaklık yapmıştır. Bu topraklarda yaşayan Türkmen toplulukları, Karabük cemaati adını bu biçimde almışlardır. Türkiye'de 14 yer ve mevki adının bugün Karabük şeklinde geçmesi, cemaatlerin bu topraklardan diğer yerlere göç ettiği görüşünü kuvvetlendirmektedir. Özhan Öztürk'e göre Karabük adı Türkçe “siyah” ve “kuzey”, anlamlarına gelen kara ile kelimesinin ise “çalılık” ve “dere kenarında yer alan arazi” anlamlarında kullanılan 'bük' kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Bununla birlikte Osmanlı tahrir defterlerinde Karabük adlı bir Türkmen kavminin adına rastlanması bir topluluk adı olabileceğini de düşündürmektedir . Safranbolu ilçesinin Öğlebeli Köyüne bağlı 13 haneli bir  köyaltı yerleşim birimi olan Karabük, Ankara - Zonguldak Demiryolu üzerinde  küçük bir istasyon konumunda iken, sanayileşme ile birlikte önemli bir merkez  haline gelmiştir. 3 Nisan 1937’de temeli atılan Karabük Demir Çelik  Fabrikaları 6 Haziran 1939’da faaliyete geçmiştir. Buna paralel olarak nüfus  yoğunluğunun artmaya başladığı Karabük'te 25 Haziran 1939’da belediye teşkilatı  kurulmuştur. 1941 yılında Safranbolu ilçesine bağlı bucak olan Karabük 3 Mart  1953 tarihinde 6068 sayılı kanunla Zonguldak İline bağlı bir ilçe haline  gelmiştir. Karabük, 6 Haziran 1995 gün ve 22305 sayılı Resmi Gazetede  yayınlanan 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Çankırı’dan; Ovacık ve  Eskipazar ilçeleri ile Zonguldak’tan; Eflani, Safranbolu ve Yenice ilçelerinin  birleştirilmesiyle Türkiye’nin 78. İli olmuştur. Karabük etrafı yüksek dağ ve tepelerle çevrili bir havza karakteri  gösterir. 250–500 m.  yüksekliğe sahiptir. Kuzeyindeki dağlık alandan kaynaklanan tali dereler, şehre  doğru taşıdıkları maddelerle alüvyal bir dolgu oluşturmuştur. Karabük  ilinin önemli bir kısmı Kuzey Anadolu Dağları’nın batıda kalan kısmını  oluşturan dağların uzantılarından oluşur. Kuzey Anadolu Dağlarının bir  parçasını oluşturan ildeki dağlar kıvrım dağlarıdır. Bu dağların yüksekliği 2.000 m. yi geçmez.  Karabük’ün kuzeyinde, batıya doğru uzanan geniş bir dağlık alan bulunmaktadır.  Küre Dağları’nın uzantıları niteliğindeki bu alanda, ortalama 1.400 m. yüksekliğe sahip  Çiğdem tepe-Boyunduruk tepe-Tekirdağ-Üçbel tepe-Döneğen tepe-Çanakçı tepe ve  Başköy dağları yer alır. Bolu Dağları’nın uzantısı niteliğinde olan Yenice  çevresindeki en önemli yükselti ise Keçikıran tepesi (1.400 m.) dir. Karabük’te en  önemli yaylalar, Avdan Yaylası, Dede Yaylası, Sorkun Yaylası, Uluyayla, Göktepe  Yaylası, Sarıçiçek Yaylası ve Boduroğlu Yaylası’dır. Karabük’ün doğal güzellikleri arasında kanyonların ayrı  bir yeri vardır. Daha çok Safranbolu’da kireçtaşı tabakalarının derin biçimde  yarılması ile kanyonlar ortaya çıkmıştır. Bölgenin arazi yapısını ilgi çekici  hale getiren bu kanyonların başlıcaları İncekaya Kanyonu Düzce(Kirpe) Kanyonu,  Tokatlı ve Sakaralan (Tekekurum)’dır. Yenice’de yer alan Şeker Çayı ise 6,5 km. uzunluğunda,  kenarları oldukça dik ve yüksek olan Şeker Kanyonu’nu oluşturmuştur. İlde yer alan  Bulak (Mencilis) ve Hızar Mağarası en tanınmış olanlarıdır. 6.502 m uzunluğu ile  Türkiye’nin 4. büyük mağarası olan Bulak (Mencilis) mağarasında karstik  oluşumlar ve bir yer altı nehri bulunmaktadır. Ayrıca, Sipahiler Köyü’nde  bulunan ve 61 basamakla çıkılan bir mağara bulunmaktadır. Karabük ilinin en önemli akarsuyu Filyos Irmağı’dır. Bu  ırmağın iki önemli kolu olan Ar
aç ve Soğanlı çayları il topraklarındaki önemli  akarsulardır. İlimizde  doğal göl bulunmamaktadır. Karadeniz Bölgesi’nin Batı Karadeniz Bölümü’nde yer alan  Karabük’te Karadeniz ikliminin özellikleri görülmektedir. Yalnız Karabük,  kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz’in nemli havasından yeterince  yararlanamamakta, karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Karadeniz  ikliminden karasal ilkime geçiş sahasındaki Karabük’te geçiş tipi iklim etkili  olmaktadır. Dağların  geniş yer kapladığı Karabük’te ormanlar son derece yaygındır. İlimiz, Türkiye  geneli ormanlık alan durumlarına göre % 68,8’lİk orman alanı ile birinci  sırada yer almaktadır. Karabük'de yayın yapan 4 yerel radyo, 2'de yerel televizyon kanalı bulunmaktadır. Karabük'ün yerel kanalı BRTV aynı zamanda uydu üzerinden de izlenebilmektedir. Yerel TV Kanalları Yerel Radyolar Yerel Gazeteler Kilis (il) Kilis; Türkiye'nin güneydoğusunda yer alan, Suriye ile komşu bir sınır ilidir. İllin doğu, batı ve kuzeyinde Gaziantep, güneyinde ise Suriye yer almaktadır. Gaziantep'e 58 km uzaklıkta olan Kilis, Suriye sınırına ise 10 km uzaklıktadır. Kilis'ten geçen yol Türkiye sınırlarının ötesinde Azez'den geçtikten sonra Suriye'nin Halep şehrine ulaşır. İl merkezi doğudan batıya doğru uzanan Resul Osman dağı eteklerinde kurulu olup güneye doğru inildikçe düz arazilere inen fazla engebeli olmayan bir sahada yer almaktadır. İlin kuzeyinde yer alan ve doğudan batıya uzanan dağlar arasında kuru dereler ve birkaç küçük akarsu bulunmaktadır. Genellikle kıraç arazilerin yer aldığı bu dağların etekleri ve üst kısımlarında tarıma elverişli araziler bulunmaktadır. İlin güneydoğu ve sınır şeridi boylarında özellikle bağcılık ve zeytincilik çok gelişmiş ve tarıma elverişli araziler bulunmaktadır. Kırsal kesiminde yaşayan insanlar geçimini tarıma dayalı olarak sağlamaktadır. İl sınırları 38 derece 27' ve 38 derece 01' boylamları ile 36 derece 38' ve 37 derece 32' arasında bulunan Kilis ilinin yüzölçümü 1.428 km² dir. İldeki başlıca çaylar; Afrin Çayı, Sunnep Çayı, Sabun Suyu Çayı ve Balık Suyu Çayları olup bu çayların geçtiği arazilerde sulu tarım yapılabilmektedir. Kilis ilinin %12,2 si orman ve fundalık arazi %69,3 ü tarım alanı %7,7 si çayır ve mera arazisi %10,6 sı tarım dışı araziden oluşmaktadır. Kilis 10 Haziran 1995 yılında Yalova ve Karabük'le beraber il olmuştur. Plaka 79 rakımı ise 643'tür. İlçeleri Elbeyli, Polateli ve Musabeyli olmak üzere üç tanedir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 4 belediye, bu belediyelerde 88 mahalle ve ayrıca 137 köy vardır. Kilis ilinin, Gaziantep ve Halep ile benzerliği çok fazladır. Ev yapıları, yemek kültürleri vb. özellikleri birbirlerine çok benzemektedir. Kilis doğal olarak nüfusu azalmış illerindendir. Üstelik son zamanlarda nüfus kaybetmektedir. Bunun en büyük nedeni özellikle İstanbul'a olan göçlerdir. 2010 yılı Genel Nüfus Sayımı'na göre yıllık nüfus artış oranı binde eksi 12.65'dir. 2014 yılı sayımına göre toplam nüfusun yüzde %49,3' ü (63.500) 25 yaş altı nüfustan oluşmaktadır. Nüfusun %73.3'ü (94.414) kent ve ilçe merkezlerinde, yüzde 26.7'si köylerde yaşamaktadır. Kentsel nüfusun yaklaşık yüzde 95,7'si (90.327) merkez ilçe Kilis'te toplanmıştır. İlçeleri az nüfuslanmış birer küçük kasaba görünümündedir. Kilis kentinin nüfus hareketliliği Suriye ile yapılan sınır ticaretiyle yakından ilgilidir. Kilis İli Nüfusu: 130.825'dür. Bu nüfusun %74,6'sı şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 1.412 km²'dir. İlde km²'ye 93 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 175'dır.) İlde yıllık nüfus artış oranı %0,13 olmuştur. Kilis ili nüfusu: 136.319'dur. Bu nüfusun % 74,94'ü şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 1.412 km²'dir. İlde km²'ye 93 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 175’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 4,20 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 4 belediye, bu belediyelerde 88 mahalle ve ayrıca 137 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 5,60)- Elbeyli (-% 6,94). Kilis ilindeki tek yükseköğretim kurumu, 2007 yılında kurulan Kilis 7 Aralık Üniversitesi'dir. Günümüzde üniversiteye kayıtlı yaklaşık 8000 öğrenci vardır. 2017-2018 Sezonunda, Kilis’in liglerindeki tek takımı Kilis Belediyespor, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL) da grubunu 8.sırada tamamlamıştır. Ziraat Türkiye Kupası ilk turunda Kilis Belediyespor, Şanlıurfa Karaköprü Belediyespor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: Kilis merkezindeki 7 Aralık Stadı ve (3.000) Kapalı Spor Salonu (2.500) dur. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Kilis Kilis, Kilis ilinin merkez ilçesi. Kilis; Akdeniz ve Güneydoğu bölgeleri arasındaki geçiş kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Kilis il merkezi Gaziantep'e 55 km, Suriye sınırına ise 10 km mesafede bulunmaktadır. 1927'de 20.000'i aşan merkez nüfusu, 1970'de 45.000'e, 1980'de 60.000'e ve 1990'da 85.000'e dayandı. Bu tarihten sonra (yeni illerden biri olmasına rağmen) hızlı nüfus düşüşleri yaşadı. 1995 yılında Gaziantep'ten ayrılarak il oldu. 1997'de 60.000'e kadar gerileyen nüfus 2000 yılında tekrar 70.000'e çıktı. 2015 yılında yapılan Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi uygulaması sonuçlarına göre şehir nüfusu 97.411, toplam nüfus ise 130.655'tir. 2013 yılında il nüfusunun, %49,6’sı 25 yaşın altında, %42,7’si 25-65 yaş arası, %7,7’si 65 yaş üstü kişilerden oluşmaktadır. Kilis'in tarihinin M.Ö. 3000 yılına kadar uzandığı tahmin edilmektedir. Kent, tarih boyunca Süryaniler, Hititler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlıların egemenliğinde kalmıştır. 636 yılında Halife Ömer tarafından İslam devleti topraklarına katılmış ve Bizans’a karşı bir sınır karakolu niteliği taşımıştır. Daha sonraları Selçuk ve Memluk egemenliği altına girmiş, nihayetinde I. Selim tarafından 1516 yılındaki Mercidabık Savaşı sonucunda Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kilis Osmanlı döneminde Halep Vilayeti'ne bağlıydı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra önce İngilizlerin, sonra Fransızların işgaline uğramıştır. 7 Aralık 1921'de işgalden kurtulmuştur. Kilis, Gaziantep ilinin bir ilçesi iken, Bakanlar Kurulu' nun 06.06.1995 tarih ve 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamesi ile il statüsüne kavuşturulmuş ve böylece Türkiye' nin 79. ili olmuştur. Kilis’in sanayisinin en belirgin özelliği tarımsal ve hayvansal kaynak potansiyeline yönelik olmasıdır. İlin tarımında önemli bir yer tutan zeytin, üzüm ve buğday ürünleri aynı zamanda imalat sanayinde; pekmez, alkol, zeytinyağı ve bulgur üretim tesislerinde girdi olarak kullanılmaktadır. Özellikle üzüm ve zeytin, Kilis'e katma değer kazandıran iki önemli ürün grubunu oluşturmaktadır. Kilis Organize Sanayi Bölgesi 90 hektarlık alana kurulmuştur. En küçüğü 4.762 m², en büyüğü 42.818 m² alanlarda olmak üzere toplam 37 sanayi parseli mevcuttur. OSB dışında sanayi tesisleri de bulunmaktadır. Bu tesislerde; pekmez, zeytinyağı, bulgur, döğme, biber, tahin-helva, suma (saf alkol), plastik ambalaj çantaları, sabun, yorgan, hazır yemek üretilmekte ayrıca 39 adet zeytinyağı fabrikası bulunmaktadır. Yüzölçümü 1.521 km² olan Kilis, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Hatay-Maraş oluğu ile Fırat ırmağı arasında uzanan Gaziantep Platosu’nun güneybatı kısmında, Türkiye - Suriye sınırı boylarında 360 K enlemi ve 320 D boylamı değerleri arasındadır. Şehir bu konumuyla Akdeniz ve Güneydoğu bölgeleri arasındaki geçiş kuşağı üzerinde bulunur. Ortalama yüksekliğinin fazla olmadığı (680 metre) bölgenin değişik kısımları arasında büyük yükselti farkları bulunmamaktadır. 1995 yılında il statüsüne kavuşan Kilis’in sınır hattı, güneyde Türkiye-Suriye sınırı, batı ve kuzeybatıda Gaziantep'in İslahiye ilçesi, kuzey ve kuzeydoğuda Gaziantep merkez ve doğuda Gaziantep'in Oğuzeli ilçeleriyle çevrilidir. Kilis, 2011'de başlayan Suriye İç Savaşı'ndan kaçan 120.000 civarı Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye'de kendi nüfusundan daha kalabalık mülteci barındıran tek şehirdir. Bu sebepten ötürü AKP hükümeti Nobel Komitesi'ne başvurarak, bu yılki barış ödülünün Kilis'e verilmesini resmi yollardan talep etmiştir. 2016 Ocak ayından bu yana Kilis'e güney sınırından 49 roket saldırısı yapıldı. Bu roket ve top saldırılarından şimdiye kadar 17 kişi yaşamını yitirirken, 58 kişi de yaralandı (Nisan 2016). Çok sayıda bina ve araçta da hasar meydana geldi. Kilis valiliği, Suriyeli sığınmacılar ve yerel halk arasında gerginlik yaşanmaması için gösteri yasağı gibi bazı ek uygulamalar başlattı. TSK'nın roketlerin geliş yönünü göz önünde bulundurarak yaptığı hesaplamalar ve bu hesaplamalara göre yapılan misillemeler, saldırıların Irak ve Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) denetimindeki bölgeden gerçekleştirildiğini gösteriyor. Kilis mutfağı, Türk mutfağının özelliklerini taşımakla birlikte, Halep mutfağı özelliklerini de yansıtır. Yağlı ve baharatlı yemekler ön planda olmakla beraber, zeytinyağlı yemeklerin sayısı da fazladır. Zeytinyağı, yörede yetiştirilen yüksek kaliteli zeytinlerden elde edilir ve Kilis mutfağının vazgeçilmezidir. Yemeklerin temelini et ve bulgur oluşturur, ancak mevsimine göre sebze ağırlıklı yemekler de yapılır. Kilis yöresi pekmezleriyle meşhurdur. En meşhur yemek ise Kilis Tava'dır. İçli köfte, oruk, kübbülmüşviye, çiğ köfte, fırın yapması Ekşili malhıta, lebeniye, kölük aşı, kelle paça, sarımsak aşı, şişbelek, ekmek aşı, orman Simit aşı, müceddere (mercimekli bulgur pilavı), keşkek, bulgur aşı, firik pilavı Acir dolması, şıhılmahşe, kabak dolması, yaprak sarması (etli ve zeytinyağlı), patlıcan dolması, biber dolması, domates dolması Kilis Katmeri, cennet çamuru, mayanalı (anasonlu) kahke, gerebiç, hedik, peynir helvası, belluriye, baklava, haytayla Kilis'teki tek yükseköğretim kurumu, 2007 yılında kurulan Kilis 7 Aralık Üniversitesi'dir. Halen üniversitede kayıtlı 8000 civarında öğrenci vardır. Üniversitenin 3 kampüsü bulunmaktadır. Gaziantep'e 60 km uzaklıkta olan Kilis, Suriye sınırına ise 10 km uzaklıktadır. Öncüpınar Sınır Kapısı Kilis il sınırları içerisinde bulunmaktadır. Kilis'te
n geçen yol sınırın ötesinde Azez'den geçtikten sonra Suriye'nin Halep şehrine ulaşır. Uluslararası uçuşların da yapıldığı Gaziantep Havalimanı kente 40 km mesafededir. Denize kıyısı olmadığı için kentte deniz ulaşımı yapılmamaktadır. En yakın liman kenti İskenderun'dur. Kilis'in 24 kilometre doğusunda, Polateli ilçesine bağlı, eski adıyla Ravandan, yeni adıyla Belenözü köyü sınırları içinde yer almaktadır. Adına tarihi kaynaklarda ilk kez 1097 yılında rastlanır. İslam kaynaklarında “er-Ravendan”, Haçlı kaynaklarında “Ravendel/Ravandal/Ravenel”, Ermeni kaynaklarında da “Aréventan” olarak geçen kale, tarihsel süreç içerside bölgeye egemen olan tüm devletlerce kullanılmıştır. Afşin Çayı karşısında, konik bir tepeye kurulmuş kale birbirinden farklı taşlarla örülmüş surlara sahiptir. Kalenin batısında günümüze kadar gelebilmiş tonozlu bir yapı vardır. Ortasında yer alan küçük yuvarlak kule kalıntısı, sarnıç ve burçlar Ortaçağ mimarisini gözler önüne sermektedir. Kalenin içinde iki büyük su sarnıcı ile büyük bir yapıya ait olduğu sanılan kalıntılar vardır. Kalede arkeolojik bir çalışma yapılmadığından aidiyeti hakkındaki bilgiler tahmine ve yörenin ilk sahiplerine dayanmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre kalede Hitit mimarisine ilişkin izler vardır. 1097 yılında Haçlıların Türklerden aldığı kale, 1144 yılına kadar Urfa Haçlı Kontluğu’nun (1098 - 1144) batı sınırında Urfa-Antakya yolunun güzergahını tamamen kontrol edebilmekteydi. 1176'da Eyyubilerin, 1268'de Memlukluların egemenliğine geçen kale, 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır ancak askeri önemini yitirdiği için Osmanlılar için stratejik önemi bulunmayan bir kale olmuştur. Kilis'in 7 km doğu-güneydoğusunda; Gaziantep karayolunun güneyinde; Oylum Köyü'nün hemen yanında yer alır. Oylum Höyük boyutları itibarıyla sadece Güneydoğu Anadolu bölgesinin değil, bölgenin ve Türkiye'nin en büyük höyüklerinden biridir. Taban boyutları 460 x 320 metredir. Kuzeyde 22 m'lik; güneyde ise 37 m'lik iki yükselti ile bunları birbirine bağlayan bir boyundan oluşur. Günümüzden 4000 yıl öncesine kadar varan pek çok önemli bulgulara ulaşılan Oylum Höyük'te birden fazla kent krallığının merkezinin bulunduğuna inanılmaktadır. Son yıllarda ortaya çıkarılan buluntulardan Hitit Büyük Krallığı’na ait çivi yazılı tablet, Hitit Kralı mühür ve mühür baskıları, buranın bir idari merkez olduğunu göstermektedir. Oylum Höyük’te yıllardır kazı çalışmaları yürüten Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Engin Özgen, Oylum Höyük'ün Dünya Kültür Mirası listesine alınması için çaba harcamaktadır. Ayrıca höyük civarında tabanı mozaiklerle kaplı bir bazilika kalıntısına rastlanmış ve Kilis Valiliği buranın bir açık hava müzesi haline getirilmesine yönelik çalışmalara başlamıştır. Tarihi Neşet Efendi Konağı'nın müzeye çevrilmesiyle 2012 yılında açılmıştır. Yaklaşık 900 eserin muhafaza edildiği müze, iki bölümden oluşmaktadır. Müzeye dönüştürülen konağın giriş katındaki arkeoloji bölümünde, Oylum Höyük ve Leylit Höyük kazılarından çıkan buluntular sergilenmektedir. Kentin kültürel zenginliklerinin yer aldığı etnografya bölümü ise müzenin birinci katında yer almaktadır. Bu katta geleneksel kıyafetler, Kilis'e özgü el sanatları ve çeşitli aksesuarlar, cansız mankenler eşliğinde teşhir edilmektedir. Müzenin çatısında 2015 yılında bir yangın çıkmıştır ve müze şu anda restorasyon beklemektedir. 16. yüzyıl klasik Osmanlı üslubunda yapılmış, merkezi planlı bir camidir. Etrafındaki yapılarla birlikte Canbolat Paşa Külliyesini oluşturur. Bu nedenle Canbolat Cami olarak da anılır. Vakfiyesine göre cami, 1553 yılında Kilis Sancak Beyi Canbolat Bey tarafından yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Mimari bakımdan Kilis’in en önemli camisidir. Son cemaat mahalli beş küçük kubbe, cami ise büyük tek bir kubbe ile örtülüdür. Cami kubbesi 14.40 metre çapıyla Kilis’in en büyük kubbesidir. Caminin en önemli unsurları ise mihrap ve minberdir. Renkli taş ve mermer kullanımı, usta taş işçiliği, karmaşık süslemeleriyle türünün en özgün örneklerini oluştururlar. Minber, Evliya Çelebi tarafından Seyahatname'sinde övülmüştür. Kilis Valiliği'ne 100 metre uzaklıkta bulunan camiye, 24 Nisan 2016 günü Suriye tarafından atılan roketatar mermileri isabet etmiş, cami ve çevresi hasar görmüştür. Akdeniz iklimi ile karasal iklimin kesiştiği yerde bulunan Kilis ve yöresinde, söz konusu iklim kuşaklarının özellikleri egemendir. Bu yapı; biri sıcak-kuru diğeri serin nemli olmak üzere farklı klimatolojik özellik içerir. Kilis’te en sıcak ve en soğuk ay ortalaması arasındaki fark; Akdeniz kıyısındaki istasyonlarda 20 derecenin altında iken, Akdeniz'e yaklaşık kuş uçuşu 60 – 80 km uzaklıkta olan Kilis'te 32.6 derecedir. Osmaniye (il) Osmaniye, Türkiye Cumhuriyeti’nin 80. ilidir. 1933'e kadar il olan Osmaniye' nin eski adı Cebelibereket' tir. O tarihte Adana iline bağlanmış, 24 Ekim 1996 tarihinde yapılan yasal düzenlemeyle tekrar il olmuştur. Akdeniz Bölgesi’nde, Çukurova’nın en doğusunda yer alır. 3,767 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip Osmaniye topraklarının % 42’si ormanlık alan, % 39’si ekili dikili tarım alanı, % 17’si tarıma elverişsiz arazi ve % 2’si diğer arazilerden oluşmaktadır.Osmaniye İli Nüfusu: 522.175'dir.(2016 sonu) Akdeniz Bölgesi’nin doğu kesiminde yer alan Osmaniye, doğusunda Gaziantep, güneyinde Hatay, batısında Adana, kuzeyinde Kahramanmaraş illeri ile çevrilidir. İlin toprakları güneybatıda İskenderun Körfezine 7–8 km. kadar yaklaşır ama denize kıyısının olmaması bir dezavantajdır. Osmaniye Organize Sanayi Bölgesinden Akdeniz'e bir koridor açılması ve orada bir liman inşası gündemdeki yerini korumaktadır. Bunun için sadece Hatay-Erzin'e bağlı son köy olan ve OSB sınırlarında olan Turunçlu köyünün Osmaniye'ye bağlanması sorunu çözecektir. Turunçlu'nun denize yaklaşık 10 km'lik sahili vardır. Çukurova’da yer alan il topraklarını Orta Toroslar, Doğu ve Güneydoğu kesiminde de Nur Dağları ile bu dağların uzantısı Kösür (Gavur) Dağı (1.702 m.) engebelendirir. Bu dağların dışında ilin belli başlı yükseltileri ; Düldül Dağı(2.246 m), Koyunmelen Dağı (2.108 m), Kelda Dağı (1.900 m), Büyük Kösür Dağı (1.626 m), Tozaklık Dağı (1.616 m), Hacıdağı (1.549 m), Honazin Gediği (1.086 m), Haçbel Dağı (1.426 m), Boğatepe ( 850 m)’dir. İlin etrafını çevreleyen bu dağlarda irili ufaklı pek çok yayla bulunmaktadır. Zorkun, Ürün, Fenk, Almanpınarı, Mitisin ve Maksutoğlu yaylaları bunların başında gelmektedir. Çukurova’nın Osmaniye ili sınırları içerisinde kalan kesimi Yukarı Ova olarak anılmaktadır. İlçe topraklarını Ilısu ve Akçasu Çaylarını toplayan Ceyhan Nehri sulamaktadır. İl merkezi deniz seviyesinden 118 m. yüksekliktedir. İlin yüzölçümü 3.767 km² dir. Genellikle tarım yapılan düz alanlar dışında, dağlarda kayın, meşe, gürgen, sedir, kızılçam ve karaçam ormanları bulunmaktadır. Osmaniye’nin iklimi, dağlık ve ovalık alanlarda farklılık göstermekle birlikte, tipik Akdeniz iklimi özelliği göstermektedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Ceyhan Nehri’nin Osmaniye’den geçerek Akdeniz’e dökülmesi ile ayrı bir önem katmaktadır. Ceyhan Nehri üzerinde Türkiye’nin en yüksek barajı olan Berke Barajı ve Aslantaş Barajı enerji ve tarımsal sulamaya ciddi yarar sağlamaktadır. Ayrıca Türkiye’nin en büyük kurulu rüzgâr enerjisi santrali olan Bahçe ve Hasanbeyli ilçeleri arasında bulunan Gökçedağ RES’ten yıllık 500 milyon kWh elektrik üretilmektedir. Yazları sıcak ve kurak kışları ılık ve yağışlı geçen ilde tarım, ekonomik açıdan büyük önem arz etmektedir. Hayvancılık, ticaret, dokumacılık ve sanayi diğer ekonomik iş kolları arasında bulunmaktadır. Tarım ürünleri arasında dünya üretiminde önemli bir yer edinmiş olan Osmaniye, yer fıstığı ile dünyaya açılmıştır. Yer fıstığı ve turp üretiminde Türkiye’nin %75 civarında merkez nokta olan Osmaniye mutfağı ile de ön plana çıkmaktadır. İçli köfte, mercimek köftesi, çiğ köfte,kısır, tırşik, toğga çorbası ve bayram kömbesi, kısır gibi çeşitler mutfak tatlarının önde gelen yemekleridir. Toplamda 7 ilçesi bulunan Osmaniye Karatepe, Hierapolis, Flavipolis ve Hemite antik kentleri onlarca kalesi ve irili ufaklı çokça yaylası ile turizm konusunda da iddialı olacak illerimizdendir. 2016 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 7 İlçe, 14 belediye, bu belediyelerde 132 mahalle ve ayrıca 160 köy vardır. Osmaniye ilinin ilçeleri; Bahçe, Düziçi, Hasanbeyli, Kadirli, Sumbas ve Toprakkale'dir. İlçedeki başlıca tarihi eserler bir cami ile iki kümbettir. Bahçe ilçesi dışında ve istasyon yakınında bir mezarlık içindeki iki türbeden biri Ağcabey'e, diğeri ise ailesine aittir. İlçe 1 belediye ve 60 köyden meydana gelmiş, Osmaniye'nin en büyük ilçesidir.(Nüfus: 116.951) Merkez, ilçenin orta kısmında yer alırken, Sumbas İlçesinin kurulmasıyla ilçenin batı kısmında kalmıştır. Köylerin çoğunluğu merkezin güneyindeki ovalık kesimde, daha az bir kısmı ise kuzeyindeki dağlık kesimde yerleşmiştir.İlçe merkezini oluşturan belediye 1067 hektar alan üzerindeki 20 mahalleden meydana gelmiştir.İlçeye bağlı ovalık köylerde yerleşim toplu, dağlık kesimlerde ise son derece dağınıktır. İlçeye bağlı altmış köy, merkezleri dahil yüz yetmiş dört üniteden meydana gelmektedir. Resmen mahalle olmuş yerleşimlerin yanında, fiilen oluşmuş mahallelerle bu sayı daha da artmaktadır. Bu dağınıklık önemli yönetsel güçlükler meydana getirdiği gibi, kamu hizmetlerinde de büyük israfa ve verimsizliğe yol açmaktadır.Kadirli İlçesi çok eski çağlardan beri çeşitli uygarlıkların yaşamış olduğu Çukurova’da kurulmuş olup, ilçenin tarihi ana hatları ile bu bölgenin tarihi ile paralellik arz eder.Aslantaş Baraj gölü kıyısında bulunan Domuztepe’ deki Neolitik çağa ( cilalıtaş devri MÖ 7000- 6000 ), son kalkolitik çağa ve ilk tunç çağına ( MÖ 4000-3000 ) ait kalıntılar ile Kadirli-Kozan arasındaki Tırmıl Höyüğü, yörede bu dönemlerde insan toplum yaşantısının olduğunu göstermektedir.İlçenin bulunduğu coğrafi alanda tarih boyunca sırasıyla Kızzuvatna Krallığı , Hititler, Asurla
r, Klikyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Büyük Selçuklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar belli başlı uygarlıkları oluşturmuşlardır. Kadirli ara dönemlerde fazla sayıda el değiştirmelere konu olmuştur. Adanaovası Hükümdarı Asativatas MÖ 800 yıllarında ilçeye bağlı Karatepe-Aslantaş’ ta bir uç kale kurmuştur.Romalılar döneminde FLAVİOPOLİS adı ile görkemli bir kent olan Kadirli’de bu dönemi belgeleyen eserler bulunmaktadır. Bunlar İmparator Hadrianus’ un (MS 117-1389 ) anıtsal tunç heykeli, bugün şehrin altında kalmış bulunan 6-7 dönümlük alana yerleşik Roma Hamamı, MS 5. Yüzyıla ait bir Roma Bazilikası olan Ala cami ve yakın çevredeki birçok diğer eser ve anıtlardır.Bölgeye 7. Yüzyılda ilk Müslüman orduları, Abbasiler ve Selçuklular dönemlerinde de Türkler girmişlerdir. 1515 Turnadağ Savaşı ile Padişah Yavuz Sultan Selim, Kadirli'yi Osmanlı topraklarına katmıştır. Osmanlı döneminde Maraş Beylerbeyliğine bağlı bir sancak ( Kars-ı Maraş, Kars-ı Zül Kadriyye ) olan Kadirli 1865 yılına kadar Mütesellilikle idare edilmiş, 1865 yılında ilçe haline getirilmiş ve 1872 yılında merkezde belediye kurulmuştur. Şehre Osmanlı döneminde “ Kars-ak-eli” , Pazaryeri” ve “Kars Pazarı” gibi değişik adlar verilmiş, İlçe 1928 yılında KADİRLİ adını almıştır.Kadirli 1. Dünya Savaşı sonunda 14 Mart 1919 da Ermeni ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş; 7 mart 1920 de ise düşman işgalinden kurtarılmıştır. Osmaniye il merkezine 32 kilometre mesafededir. İlçede yapılan tarihi kazılarda Hitit uygarlığına ait eserlere rastlanmıştır. Düziçi ilçesindeki önemli yapılar Haruniye kalesi, Saman kalesi ve Kurtlar kalesidir. Hasanbeyli aynı zamanda yayla olup, ile 35 km. kadar uzaklıktadır.İlçede iki tarihi kale bulunmaktadır. Karafenk semtindeki Karafenk kalesi, Savranda kalesi (Kalecik köyünde) bulunmaktadır. Kirazı ile meşhurdur. Her yıl kiraz festivali düzenlenmektedir. Merkeze en uzak ilçe merkezi olup 65 km. kadar uzaklıktadır. İki köyün birleştirilmesiyle oluşturulan ilçe 2 bin'i biraz geçen nüfusuyla ilin en küçük ilçe merkezidir. Ovalık bölgedeki verimli arazileri ve yaylalarıyla şirin bir ilçedir. İlçe merkezinde Küffardan kalma bir cami olup, şu an harabe halindedir. İlçeye bağlı Mehmetli köyünde Mehmetli Barajı (Kesiksuyu Barajı) olup bu baraj çevresinde alabalık tesisi kurulmuştur. Cem Kalesi ve Diniker Kalesi de bu ilçededir. Toprakkale kalesinin kuzeyinde, Adana yolu üzerinde, eski Kınık şehri (Öranşar) kalıntıları bulunmaktadır. Yöre mutfağının en önemli malzemesi bulgurdur. Bu bakımdan yöresel yemeklerin çoğu bulgur ile yapılır; içli köfte, mercimek köftesi, ekşili köfte (fellah), çiğ köfte, kısır, sarmaiçi, bulgur pilavı, çiccice (domatesli pilav), mercimekli bulgur pilavı, batırık, bici bici gibi... Türk mutfağı ve Akdeniz mutfağının birçok özelliğini içerisinde barındıran Osmaniye mutfağında; zeytinyağlılar, yeşillikler, salatalar (gavurdağ salatası, ezme salata,çoban salata, soğan salatası, mevsim salata gibi), nar ekşisi, sumak ekşisi, turunç ekşisi, baharatlar (pulbiber, karabiber, kimyon, kekik, tarçın...) sık sık kullanılır. Osmaniye mutfağında et oldukça önemli bir yere sahiptir. Kebabın her çeşidi ve etli yemeklerin çoğuna lokantalarında da sıkça rastlanır. Kebabın yanında özellikle şalgam suyu tüketilir. Özellikle Adana, Hatay ve Gaziantep mutfağından izler taşır. Osmaniye mutfağında özellikle bayramlarda yoğurtlu kömbe ve bayram kömbesi denilen tatlı pasta çeşitleri yapılır. Osmaniye mutfağının diğer meşhur yemekleri şunlardır; Osmaniye mutfağında çorbalar şunlardır; Osmaniye mutfağında tatlılar ve pastalar; Osmaniye mutfağında içecekler; Avrupa'yı Ortadoğu'ya bağlayan önemli kara ve demiryollarının kavşak noktasında olması; elektrik, doğalgaz ve petrol boru hatlarının Doğu Akdeniz'de oluşturduğu bir enerji kavşak noktasında yer alması, son zamanlarda ili bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Buna paralel olarak ilin merkez nüfusu 200 bini aşmış olup halen il nüfusunun yarısı merkez ilçede yaşamaktadır. Yakın zamanlarda hizmete giren, yaklaşık yüz fabrikanın faaliyet gösterdiği ve şu an 10 bin'i aşkın işçi çalışan Osmaniye Organize Sanayi Bölgesi, ilin ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. Yassı mamul ve çelik ve çelik boru (özellikle doğalgaz tesisat borusu) alanında ülke ihtiyacının karşılanması yanında yıllık bir milyar doları aşkın ihracat yapan bir özel sektör Demir-Çelik Fabrikasının hizmete girmesiyle Osmaniye OSB, Akdeniz'in parlayan yıldızı konumuna gelmiştir. Organize Sanayi Bölgesinin sınırları içinde kurulduğu Büyük Tüysüz köyünün nüfusu, son beş yılda 970'ten, 2.335 kişiye ulaşmıştır. Bu nüfusun 1.694 kişisi erkek,641 kişisi kadındır. Toprakkale ve bağlı köylerde vasıflı vasıfsız işsizlik problemi kalmamış konumdadır. I. kısmı dolan OSB'de II. ve III. kısımların altyapı çalışmaları tamamlanma aşamasındadır. Kadirli Organize Sanayi Bölgesi de yeni açılan birkaç fabrikayla il ekonomisine katkı sağlamaktadır. Çukurova bölgesi sınırları içinde kaldığı için Osmaniye, bereketli topraklarıyla Türkiye'nin önemli bir tarım merkezidir. Tarıma elverişli arazi genellikle ovalardan oluşur ve toplam 124.800 hektarlık bir alanı kaplar. Tarım ürünleri içinde yer fıstığı, buğday, soya, mısır ve pamuk çok önemli bir yer tutmaktadır. Meyve üretiminde ise narenciye ön planda gelir. Son yıllarda yapılan atılımla 10 milyonu aşkın zeytin fidanı dikilmiş ve bunların yarıdan çoğu ürün verme aşamasına gelmiştir. Bu ürünleri işlemek üzere daha şimdiden on kadar zeytinyağı fabrikası faaliyete geçmiştir. Osmaniye İli Nüfusu: 522.175'dir. Bu nüfusun %81,2'si şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 3.320 km²'dir. İlde km²'ye 157 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 302'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,81 olmuştur. Osmaniye ili nüfusu: 527.724'dür. Bu nüfusun % 81,68'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 3.320 km²'dir. İlde km²'ye 157 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 302’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 1,06 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 7 İlçe, 17 belediye, bu belediyelerde 132 mahalle ve ayrıca 160 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Toprakkale (% 1,50)- Sumbas (-% 1,72). 2017-2018 Sezonu sonunda, Futbol takımı Osmaniyespor, 3.ligde kalmıştır. Basketbol kadınlar 1.ligindeki Tosyalı Toyo  Osmaniye GSK ligden çekilmiştir. Değişik branşlarda 6 takımı liglerde yer almaktadır. Osmaniyespor, Ziraat Türkiye Kupası'nda 1.turda Adıyaman 1954 Spor'u eledi. 2.turda Hatay Erzin Belediyespor'a elendi. Önemli spor tesisleri: 7 Ocak Stadyumu (6.635), Tosyalı Spor Salonu (2.000), Osmaniye Olimpik Y.Havuzu (500)'dur. Osmaniye Osmaniye, Osmaniye ilinin merkezi olan şehirdir. Çukurova ilk çağlardan itibaren çeşitli uygarlıklara (Hitit, Pers, Roma) beşiklik yapmıştır. Coğrafi ve stratejik konumu itibarıyla yerleşmeye müsait olan Osmaniye Doğu Anadolu'nun giriş kapısı durumundadır. Ortadoğu ülkeleri ile bağlantı sağlayan yol üzerindedir. İpek ticaret yolunun da bu bölgeden geçmesi bölgenin önemini artırmıştır. Özellikle ilk çağlarda geçimlerini korsanlıkla sağlayan kavimler Nur Dağları üzerine yerleşmişlerdir. İsos Limanına gelen ve Akdeniz de seyreden ticaret gemilerini soyan korsanlar Nur Dağlarında barınmışlardır. Anadolu'ya Türk akınları Abbasi Halifesi Harun Reşit zamanında yapıldı. Türklerden Hassa Orduları kuran Harun Reşit, Anadolu seferlerini Abbasi Ordularıyla beraber Türk askerlerine yaptırmıştır. Bölgede, eski adıyla Haruniye, şimdiki adıyla Düziçi olan ilçede Harun Reşit Kalesi olarak anılan bir kale hala varlığını sürdürmektedir. Anadolu'ya gelen Türkler bu bölgeleri iklim ve coğrafi şekil olarak ilk anayurtları Orta Asya’ya çok benzediğini gördüler. Anadolu'da yurt edinecekleri yerleri keşfetmeye başladılar. 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı. (1082-1083) tarihlerinde Kutalmışoğlu Süleyman Şahın komutanlarından Afşin Bey komutasında Anadolu’da fetih hareketleri başladı. Çukurova’ya kadar gelen Türkmen aşiretlerinden Ulaşlı Aşireti Nur Dağları'nın bulunduğu bölgeleri kendileri için yaşamaya en uygun bölge olduğunu görerek buraya yerleştiler. Osmaniye'nin Haraz bölgesine yerleşen aşiretin geçim kaynağı hayvancılıktı. Yayla ile kışla arasında sürekli hareket eden aşiret Haraz'ı kışla, Nur Dağları'nı da yayla olarak kullanmaya başladı. 1517 yılında Toprakkale'nin doğusunda İpek Yolunun da içinden geçtiği yerde önemli bir ticaret merkezi ortaya çıktı. Fakuşağı, Dereobası, Karacalar ve Erzin’i de içerisine alan bu bölgeye KINIK adı verildi. Bu şehire Adana, Tarsus, Maraş ve Belen den Bezirganlar ticaret mallarını getirerek isneyn pazarında satıyorlardı. Pazar Salı günü kurulduğu için adına isneyn denilmiştir. Kınık şehri 5 mahalle, 12 köy ve 48 mezradan oluşmaktaydı. Ünlü seyyah Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu bölgeden Kınık Şehri olarak bahsetmektedir. Aslında Erzin ve Dörtyolu ve hatta Ceyhan ve Yumurtaliği da içine alan doğal bir Osmaniye vardir. Osmaniye tarihini bu durumu göz önüne alarak işlemek gerek. Osmanlı Devletinin Duraklama döneminde Anadolu'da çıkan Celali İsyanları Nurlarda yaşayan Ulaşlı aşiretini de etkiledi. Osmanlı Devleti iç güvenliği ve siyasi istikrarı sağlamak amacıyla Derviş Paşayı Çukurova'da mecburi iskanı uygulamak üzere görevlendirdi. Derviş Paşa, Fırka-i Islahiye adı verilen askerlerle Osmaniye'nin Dereobası Köyünün yamacına 1865 yılında karargâhını kurdu. Dağdaki Ulaşlı Aşiretini, Hacı Osmanlı Karyesine (köy) indirerek yerleştirdi. Ovada yaşayan Cerit, Akçakoyunlu, Tecirli aşiretlerini de ovada bulundukları bölgeye yerleştirdi. 1866 yılında Hacıosmanlı merkezli kurulan Osmaniye, Payas merkezli Üzeyir sancağına bağlandı. Üzeyir sancağı, Halep Eyaletine bağlıydı.Sancak (İl) Merkezi, 1874 yılında Payas'tan Yarpuz'a(Cbel,Eski Osmaniye) taşındı ve Cebeli Bereket Sancağı adını aldı. Bu sancağa; Osmaniye, Payas(+ Dörtyol), Erzin, İslahiye(+ şimdiki Nurdağı), Hassa, Bahçe(+ Düziçi),Ceyhan(+ Yumurtalık) ve Yarpuz (Merkez) kazaları bağlandı. 1905-1924 tarihl
eri arasında Cebeli Bereket Sancak olarak kaldı. 1908'de merkez Osmaniye'ye taşındı. 1924 tarihinden sonra sancaklar il'e dönüştü. 1924'ten 1933 yılına kadar il olan Osmaniye, 1 Haziran 1933'te tekrar ilçeye dönüştürüldü. 26 Ekim 1996 tarihinde TBMM tarafından tekrar il olma hakkı tanındı. Ancak Osmaniye'nin doğal sınırları oluşmadı. Erzin, Dörtyol ve hatta Ceyhan, Yumurtalık doğal Osmaniye sınırlarıyken; Kadirli ve yeni ilçe Sumbas ise Kozan Sancağı'nın sınırlarıydı. İllerin ilçeye dönüştürülüp sonra tekrar il olmaları sınırlarda karışıklığa neden olmuştur. Osmaniye bugün; yeni kurulan Korkut Ata Üniversitesi'yle, 42 tesisi faaliyete geçmiş Organize Sanayi Bölgesiyle hızla gelişmektedir. Mevcut Organize Sanayi Bölgesinde 64, 1. tevsi alanda 82, 2. tevsi alanda 27 olmak üzere 173 parsel bulunuyor. Tahsis edilmiş parsel sayısı 171 olan bölgede faaliyetteki 42 tesis yanında Osmaniye OSB'de deneme üretimindeki 10 tesisin yanı sıra inşaatı devam eden 31 tesis daha mevcut. Proje aşamasında 25 tesis ve 2 boş parsel de Osmaniye OSB'de yer alıyor. Şu anda 9 binden fazla işçinin çalıştığı Osmaniye Organize Sanayi Bölgesine oldukça büyük bir talep olduğu, 2011 Yılı sonuna kadar çalışan sayısının 10 bini aşacağı ve 3. Tevsi alanı için Sanayi ve Ticaret Bakanlığına başvuru yapıldığı bildirildi. Ayrıca İhtisas Organize Sanayi Bölgesi için de yer seçimi çalışmalarının devam ettiği belirtildi. Bölgenin kısa zamanda gösterdiği gelişmenin ve bulunduğu bölgenin ulaşım yollarına yakın olmasının Osmaniye OSB'yi oldukça cazip hale getirdiği belirtildi. OSB'de aylık elektrik tüketimi, üç yıla yakın bir sürede 39,600 KW'tan 6.435.240 KW'a ulaşmış bulunuyor. Düzce (il) Düzce, Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz Bölgesi'nin Batı Karadeniz Bölümü'nde yer alan ildir. İlin valisi Zülkif Dağlı'dır. Düzce’nin tarihi, MÖ 1390-800 yılları arasında hüküm süren Hititler'e kadar uzanır. Orhan Gazi’nin komutanlarından Konuralp Bey’in Bizans Tekfurları ile 1323’te yaptığı savaşlar sonucu Osmanlı topraklarına katılan Düzce, 1869 yılına kadar Kastamonu Vilayeti Bolu Mutasarrıflığı, Göynük Kasabası’na bağlı bir bucak olarak tarihte yer almıştır. 1869 veya 1870 yılında Bolu Sancağı’na bağlı Kaza olmuştur. 1999 yılına kadar ilçe olan Düzce 1999 Gölcük depremi ve 1999 Düzce depreminin ardından dönemin 57. Türkiye Hükûmeti tarafından TBMM'de alınan "il statüsü verilme kararı" ile ve 9. Türkiye cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in onayı ile il statüsü verilmiştir. Efteni Gölü Yaban Hayatı Geliştirme Sahasının yeraldığı Efteni Gölü Düzce ovasının kuzeyinde yer alır.Yedigöller Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Yeşilöz Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Samandere Şelalesi Tabiat Anıtı, Sırıkyayla Göknarı Tabiat Anıtı, Paşabükü Dışbudak Ağacı Tabiat Anıtı, Kurugöl Tabiat Parkı (Kaynaşlı), Güzeldere Şelalesi Tabiat Parkı, Demirciönü Tabiatı Koruma Alanı ilin koruma altındaki alanlarıdır. Büyük Melen ve Küçük Melen çayları ile Asarsuyu, Uğursuyu, Aksu Deresi ilin akarsularıdır. Küçük Melen çayı üzerinde Hasanlar Barajından enerji, sulama, içme suyu açısından yararlanılır. Büyük Melen çayından İstanbul'a içme suyu gönderilmektedir.Melen üzerinde Sakarya'nın Kocaali ilçesinde inşa edilmekte olan Melen Barajı ile istanbul'un uzun yıllar içme suyu meselesi halledileceği düşünülmekedir . Düzce'de Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde iki noktada jeotermal sıcak su çıkışı vardır. İl merkezin 10 km batısında Efteni gölü kıyısında, 100 m rakımda, 42-43 °C sıcaklıkta, 4-5 lt/sn debili Efteni kaplıcası yer alır. Merkezin 12 km güneyinde Derdin köyünde 4 lt/sn debili, 31-32 °C sıcaklıkta jeotermal kaynak bulunur. Akçakoca'da aynı isimli köyde bulunan Fakıllı Mağarası düzenlenerek turizme açılmıştır. Düzce ili önemli oranda Karadeniz iklimi etkilidir.Bazı durumlarda batıdan komşu olduğu Marmara iklimi etkileri de hissedilir.Meteoroloji Genel Müdürlüğünün Uzun Yıllar İçinde Gerçekleşen Ortalama Değerlerine (1960 - 2012) göre: Yıllık ortalama sıcaklık 13,2°Cdir. En soğuk ay Ocak (3,7 °C), en sıcak ay Temmuzdur (22,6 °C). Yağış miktarı 817,7 mmdir. Kış ve Sonbahar mevsimleri yağışın çok olduğu zamanlardır, en kurak mevsim Yazdır.Yağışın mevsimlere dağışı şu şekilde gerçekleşir: Kış %32, Sonbahar %26, İlkbahar %23, Yaz %19. Yıllık ortalama nemlilik %77,5dir. Kar yağışlı gün sayısı 6, karın yerde kalma süresi 5 gündür. Don olayı 44 gün görülür.Sis olayı en fazla Kasım ayında (8 gün) olmak üzere, yılda 23 gün gerçekleşir. Türkiye'de Karadeniz iklimi nin hakim olduğu ilde, kışın yaprağını döken Ormanlar geniş alanlar kaplar. 242.340 hektar alana sahip ilin %51'ine denk gelen 122.712 hektarlık büyük çoğunluğu iyi korunmuş ormanlar yer alır. Ormanlarda başta Kayın olmak üzere, Gürgen, Kestane,Çınar, Meşe, Ihlamur, Yabani Fındık, Dişbudak, Titrekkavak, Beyaz Söğüt bulunur. Yaklaşık 600 m rakımdan sonra iğne yapraklılar görülmeye başlar. Köknar, Sarıçam, Karaçam ormanlarda görülen iğne yapraklı ağaçlardandır. Dar kıyı şeridinde Akdeniz türleriden Makiler gözlemlenir. Katran ağacı, Funda, Sumak, Taflan, Kızılcık, Tesbih, Sarmaşık kıyılarda görülen maki türleridir. Ormanaltı florasında yer alan türler: Böğürtlen, Ormangülü, Kızılcık, Karayemiş, Şimşir, Funda, Alıç, Kuşburnu, Ateş dikeni. İl Nüfusu: 370.371'dir. Bu nüfusun %65,7'si şehirlerde yaşamaktadır (2016). İlin yüzölçümü 2.492 m²'dir. İlde km²'ye 149 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 322'dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 2,77 olmuştur. Düzce ili nüfusu: 377.610'dur. Bu nüfusun % 66,7 si şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 2.492 km²'dir. İlde km²'ye 152 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 331’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,95 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 10 belediye, bu belediyelerde 114 mahalle ve ayrıca 279 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 2,93)- Yığılca (-% 2,73). İl; Akçakoca, Cumayeri, Çilimli, Düzce, Gölyaka, Gümüşova, Kaynaşlı ve Yığılca olmak üzere 8 ilçeden oluşmuştur. 2 Belde belediyesi ile birlikte 10 belediyede bulunan 114 mahallede, il nüfusunun %65,7'si yaşar. İlin köy sayısı: 279'dur. İlin güneyinden İstanbul ile Ankara illerini birleştiren Anadolu otoyolu ile D 100 il yolu geçmektedir. Avrupa'dan ve Marmara Bölgesi'nden İç Anadolu'ya geçiş güzergahı üzerinde bulunan Düzce'de 114 kilometre uzunluğunda Devlet Yolu bulunmaktadır. Bolu Dağı Tüneli'nin Düzce iline doğru olan kısmında bulunan viyadükler ile tünelin bir kısmı Düzce ili sınırlarında yer almaktadır. Toplam 1.655 km. köy yolu bulunmaktadır. Bu yolların 866 km si asfalt , 788 kilometresi ise stabilizedir. D 100 il yolu Bolu Dağı'na kadar olan bölümünde çift şeritli yol yapım çalışmaları tamamlanmıştır. Düzce İl Merkezinde içme suyu sıkıntısı bulunmamaktadır. İldeki toplam 291 köy ve 378 yerleşim yerinden 553’ünde içme suyu vardır. 80 yerleşim yerinde ise içme suyu bulunmakla birlikte yeterli değildir. Düzce Merkez'de Temmuz - Eylül aylarında içme suyu kritik noktalara ulaşmaktadır. Günde 50.000 m³ atıksu arıtma kapasitesine sahip olan arıtma tesisi 1 Şubat 2009 tarihinde Yenitaşköprü köyü sınırları, Küçükmelen çayı kenarında kurulmuş ve faaliyete başlamıştır. Düzce'nin güvenlik birimleri ikiye ayrılır; 2007 yılı içerisinde il genelinde 1.776 asayiş olayı meydana gelmiştir. İlimizde trafikte kayıtlı araç sayısı 56.996’dır. İl genelinde 2007 yılı içerisinde 3.052 trafik kazası meydana gelmiş, 27 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 2007 yılı içerisinde il genelinde 1.362 asayiş olayı meydana gelmiştir. İl genelinde 2007 yılı içerisinde 792 trafik kazası meydana gelmiş, 12 vatandaş hayatını kaybetmiştir. 2017-2018 sezonunda, futbol takımı Düzcespor, 3. ligi 7.sırada tamamlamıştır. BAL'da tek takım kalmıştır. Düzce Belediyespor, besketbol ve voleybol erkekler 1.ligindedir. Hentbol erkekler ve yeni çıkan takımıyla voleybol erkekler 2.liglerinde birer takımı vardır. Bölgesel liglerdeki takım sayısı 7'dir. Düzcespor, Ziraat Türkiye Kupası 2.turda Kocaelispor’u elemiştir. 3.turda ise Denizlispor’a elenmiştir. Önemli spor tesisleri: 18 Temmuz Stadyumu (7.200), 18 Temmuz Spor Salonu (2.500), Kalıcı Konutlar Spor Salonu (2.500), Düzce Ünv. Kapalı Yüzme Havuzu-y.olimpik (270) ve Topuk Yaylası Kamp Tesisleri. Düzce Düzce, Türkiye'nin Düzce ilinin merkez ilçesi. 1999 öncesinde Düzce, Bolu iline bağlı bir ilçe olduğu için önceki yıllar renkli gösterilmiştir. Bulgaristan Bulgaristan (, "Bılgariya"), resmî adıyla Bulgaristan Cumhuriyeti (, "Republika Bılgariya"), Balkanlar'da yer alan ülke. Batıda Sırbistan ve Makedonya, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan güneydoğuda Türkiye ile çevrilidir. 110 bin 994 kilometrekarelik yüzölçümüyle Avrupa'nın en büyük 16. ülkesidir. Balkan, Rodop ve Rila gibi dağlar yüzey şekillerini belirler. Rila Dağı üzerindeki Musala Zirvesi, Doğu Avrupa'nın en yüksek noktasıdır. Kuzeydeki Tuna Ovası ve güneydeki Yukarı Trakya Ovası da Bulgaristan'ın alçak ve verimli bölgeleridir. Organizeleşmiş tarih öncesi kültürler günümüz Bulgaristan topraklarında Neolitik Çağ'da gelişmeye başlamıştır. Antik tarihi Trakların, Yunanların ve Romalıların egemenliğini görmüştür. Birleşmiş bir Bulgar devletinin ortaya çıkışı, Balkanlar'ın çoğuna egemen olmuş Birinci Bulgar İmparatorluğu'nun MS 681'de kurulmasına kadar uzanmaktadır ve Orta Çağ süresince Slavlar için bir kültür merkezi haline gelmiştir. İkinci Bulgar İmparatorluğu'nun 1396'da çökmesiyle birlikte, toprakları yaklaşık beş yüzyıl boyunca Osmanlı yönetimine girmiştir. 93 Harbi, Üçüncü Bulgar Devleti'nin kurulmasına yol açtı. Bundan sonraki yıllarda komşuları ile yaşadığı çatışmalar Bulgaristan'ın her iki dünya savaşında da Almanya ile ittifak yapmasına sebep olmuştur. 1946'da Sovyet liderliğindeki Doğu Bloku'nun bir parçası olarak tek partili bir sosyalist devlet haline geldi. Aralık 1989'da iktidardaki Komünist Parti, çok partili seçimlerin yapılmasına izin verdi ve bu da Bulgaristan'ın demokrasi ve piyasa ekonomisine geçişine yol açtı. Bulgarist
an'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır. Milatla birlikte ülke önce Roma İmparatorluğu, sonraysa Bizans İmparatorluğu egemenliğine girer. Bizans İmparatorluğu yıkılıncaya değin Bizans ile savaşıp hâkimiyet alanlarını genişleten Bulgarlar, 1018-1186 yılları arasında yeniden Bizans İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiştir. 14. yüzyılda Türklerin Rumeli'ye çıkmasından sonra bağımsızlıklarını yitirerek Osmanlı Devleti'nin egemenliğine girmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusyası'nın da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmiş, 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlılarla aynı cephede savaşa katılan Bulgaristan, II. Dünya Savaşı'na da Almanya saflarında katılarak her iki savaştan da yenilgiyle çıkmıştır. II. Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlar'da ilerleyen Sovyet ordusunun da yardımıyla Georgi Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı'nın üyesi olarak kalmıştır. Doğu Bloku'nun çözülmesiyle 1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan, komşusu Türkiye ile olan ilişkilerini oldukça olumlu bir temele oturtmuştur. Ülke 1 Ocak 2007 tarihinde Avrupa Birliği'ne katılmıştır. Bulgaristan parlamenter demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyettir. Seçimler Merkez Seçim Komisyonu tarafından denetlenir ve düzenlenir. Siyasi partiler doğrudan halk oylamasıyla meclisteki 240 sandalye için yarışırlar. Ulusal Meclis yasaları çıkarma, bütçeyi onaylama, cumhurbaşkanlığı seçimini düzenleme, hükümeti oylama ve görevden alma, savaş ilan etme, askeri birliklerini yurtdışına gönderen tezekereyi çıkarabilme ve uluslararası sözleşmeleri onaylama yetkisine sahiptir. 13 Kasım 2016'da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Bulgar Sosyalist Partisi ve koalisyon ortakları tarafından desteklenen Rumen Radev % 59.37 oyla kazandı. 24 Mart 2017'de Bulgaristan Ulusal Meclisi'nin 240 üyesini belirlemek için yapılan seçimde çok sayıda parti yarıştı. En az 4, en fazla 16 milletvekili çıkaran 31 seçim bölgesinde yarışan partiler % 4 seçim barajını da aşmak zorundadırlar. % 54.07 oranında katılımın olduğu seçimlerde 5 parti barajı geçerek meclise girmeyi başarabildi. Balkan Dağları ("Stara Planina") Bulgaristan'ı kuzeyde Tuna platosu, güneyde ise Trakya platosu olarak kabaca iki coğrafi bölgeye ayırır. Oldukça dağlık bir coğrafyaya sahip olan güney Bulgaristan'da Rodop ve Rila sıradağları yer alır. Ülkenin ve Balkanların en yüksek zirvesi olan 2925 metre rakımlı Musala Dağı da burada bulunmaktadır. Ülkenin en önemli ırmağı olan Tuna Nehri, aynı zamanda Romanya-Bulgaristan sınırını oluşturur. Bulgaristan sınırları içerisinde doğup, Yunanistan-Türkiye sınırını oluşturarak Ege Denizi'ne dökülen Meriç ("Maritsa") Bulgaristan'ın en önemli nehirleridir. 31.12.2015 tarihi itibarıyla 'National Statistical Institute' tarafından yayınlanan verilere göre Bulgaristan nüfusu 7.153.784 kişi olarak belirtilmiş olup illere göre nüfus dağılımı aşağıdaki gibidir; 1990'a değin devlet yönetiminde sosyalist ekonominin hâkim olduğu ülke, Doğu Bloğu' nun çözülmesi sonucu Sovyet pazarını kaybetmesi ve kapitalist ekonomiye eklemlenme sorunları nedeniyle 90'lı yıllar boyunca millî gelirin % 70'e yakın küçüldüğü çok ağır bir ekonomik bunalım yaşamıştır. Bulgar ekonomisi, 90'lı yılların sonundan itibaren toparlanma sürecinde ve Avrupa ülkeler arası en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer alır. Ekonomi ile ilgili bazı istatistik veriler şöyledir: Millî gelir (2001): $16,5 milyar, kişi başına düşen millî gelir: $3.500, devlet borçları: $10 milyar, devlet gelirleri (2000): $6,4 milyar, devlet giderleri (2000): $4,4 milyar, enflasyon (2001): % 3, ekonominin sektörlere göre dağılımı (2001): hizmet: % 57, endüstri: % 29, tarım: % 14. Çöken eski sistemin yerine, yeni sistemin yerleşmesinin sancılarını yaşayan Bulgaristan, Polonya ve Rusya gibi şok ekonomik paketler uygulamadı. Daha muhafazakâr bir ekonomik reform paketleri uyguladı. 2004 itibarı ile NATO üyesi olan Bulgaristan 1 Ocak 2007'de de AB'nin tam üyesi olmuştur. Bulgaristan vatandaşlarının büyük bir oranı Ortodoks Hıristiyan'dır. 1 Mart 2001 tarihindeki kişi sayımında Ortodoks: 6.552.751, Katolik: 43.811, Protestan: 42.308, Müslüman: 966.978, Diğerler: 14.937 olarak kaydedilmiştir. 4 Aralık 1992'de yapılan kişi sayımında ilk kez Alevîler ayrı bir öbek olarak sayılmış ve 83.537 kişi kendini Alevî olarak tanıtmıştır. 2011 genel nüfus sayımına göre Bulgaristan'ın nüfusu 7,364,570'dir. Nüfusun etnik dağılımı ise şu şekildedir: Bulgarlar: 6.655.210 (%83,9), Türkler: 747 000 (%9,4), Romanlar: 370.908 (%4,7), Ruslar: 15.595, Ermeniler: 10.832, Ulahlar: 10.566, Makedonlar: 5.071, Yunanlar: 3.408, Ukraynalılar: 2.489, Yahudiler: 1.363, Rumenler: 1.088, Diğerler: 18.792 olarak kaydedilmiştir. 131,531 olarak kendilerini ilan eden Müslüman Bulgarlar (Pomaklar). Çağdaş Bulgar kültürü Trak, Slav ve Bulgar kültürünün bir karışımı olsa da Yunan, Roma, Osmanlı ve Kelt kültüründen de etkilenmiştir. Trak eserleri pek çok lahit ve altın hazineyi içerir. Ülkenin sınırları Roma İmparatorluğu'nun Moesia, Trakya ve Makedonya eyaletlerini içerir ve pek çok arkeolojik keşif Roma dönemine dayanır, buna rağmen Antik Bulgarlar da müzik ve erken dönem mimaride etki bırakmışlardır. Birinci ve İkinci Bulgar İmparatorlukları Slav kültürü egemenliği altındaydı ve Preslav , Ohrid Edebiyat okulları sayesinde Doğu Ortodoks Slav dünyasında edebi ve kültürel anlamda büyük bir iz bıraktılar. Doğu Avrupa ve Asya'da pek çok ülkede kullanılan Kiril alfabesi bu edebiyat okullarında şekillendi. Büyük öneme sahip bir tarihsel kalıntı, Varna Nekropolü'nden çıkarılmış ve MÖ 5. binyıldan kalmış olan, dünyanın en eki işlenmiş altın hazinesidir. Küçüklüğüne karşın yüzyılı aşkın bir süredir yapılan onbinlerce derlemesiyle bölgesel farkları, halk çalgılarının çeşitliliği ve çok sayıda dahi müzisyeni ile inanılmaz bir hazinedir. Hristiyanlık öncesi Pagan geleneklerin ve arkaik şarkı formlarının hala capcanlı ayakta durduğu ülkede şarkı söylemede kadınlar açıkça öndeler. Ülkenin Orta Çağ'a kadar uzanan bir müzik tarihi vardır. Joan Kukuzel (c. 1280–1360), Orta Çağ Avrupası'nın bilinen en eski bestecilerinden biridir. Zengin dans geleneği pek çok otantik toplulukça korunup dünyanın pek çok ülkesine taşınmaktadır. Ulusal halk müziği ayırt edilebilen bir sese sahiptir ve çeşitli gelenksel müzik aletleri kullanır, bunların arasında gıdulka, gayda, kaval ve davul vardır. Bulgar Devlet Televizyonu Kadın Ses Korosu, en başarılı halk müziği toplululuklarından biridir ve 1960'ta bir Grammy Ödülü almıştır. Halk müziği icralarında genellikle erkekler çalar, kadınlar söyler. Bulgar folklorunda kadınların kendi aralarında söyledikleri "sedenka" şarkılarının ve çalışırken ya da çalışmanın ardından söylenen hasat şarkılarının büyük bir önemi vardır. Bunun dışında ağırlıklı olarak Osmanlı yönetimi yıllarıyla bağlantılı çete şarkılarında da bol miktarda rastlanır. Rodop ve Pirin dağlarında yaşayan Pomaklar bugün geleneklerini korumaya gayret etmektedirler. Orta Rodoplarda yaşayan Pomakların müziğinde gayda ve kaval ağırlıklı bir önem taşır. Mesta ve Pirin bölgesi pomaklarının müziğine ise daha geniş bir enstrüman yelpazesi eşlik eder. Ancak her iki durumda da temel unsur gaydadır. Dağlık Rodop bölgesinin halk müziği geleneği diğer bölgelerden farklıdır. Şarkı ve dansların hemen hepsine Rodoplar'a özgü, Bulgaristan'daki en büyük boy gayda olan "kabagayda" eşlik eder. Yine şarkı ve danslarda Rodoplar dışında görülmeyen pentatonik gam görülür. Yiğitlik temasının en yaygın olduğu bölge burasıdır. Erkek şarkıcılardaki heybetli ve davudi söyleme özelliği dikkat çeker. 100 Kabagayda Topluluğu her yaz hala Rodop dağlarını büyülü tınılarıyla doldurmaktadır. Şarkıcılar Georgi Čilingirov, Rumen Rodopski ve Valja Balkanska Bulgaristan dışında da iyi tanınmaktalar. Backus-Naur form Backus-Naur form, adını bilgisayar programcılığının öncüleri John Backus ve Peter Naur'dan alan, 1950'lerin sonunda temelleri Backus'a ait bir makalede ortaya konmuş, formal dillerin yazım kurallarını tanımlamak için kullanılan bir yazım kuralları kümesi. Bilgisayar programlama dillerinin yazım kurallarını özetlemekte sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Örneğin, Naur'un düzenlediği ALGOL60 dilinin tanımlandığı makale, Bakus-Naur formunun bilgisayar dünyasında tanınması açısından önemli rol oynamıştır. '|' (dikey cizgi) Anlami: Alternatif '::=' (iki kez iki nokta üst üste ve esittir isareti) Anlami: Tanimlama ::= 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 ::= 0 | ::= ::= 1 ::= 42 ::= Bu örnekte araç plakalarının yazım kuralları Bakus-Naur form ile ifade edilmektedir. 01'den 81'e değişik değerler alabilen il kodunu, bir harf ve dört rakam veya iki harf ve üç rakam veya üç harf ve iki rakam takip etmektedir. (Buradaki tanımla plakanın sonundaki rakam serisinin tamamı sıfır olabileceği için aslında Türkiye'deki plakaların alabileceklerinden değerlerlerden biraz daha büyük bir küme tanımlanıyor.) Josef Stalin Josef Stalin (asıl adı "Yosif Visaryonoviç Cugaşvili") (d. 18 Aralık 1878; Gori, Tiflis Guberniyası – ö. 5 Mart 1953, Moskova), Gürcü asıllı Sovyet devlet adamı, mareşal ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri (1922-1953). Lenin'in ölümünden sonra Komünist Parti Genel Sekreteri olarak nüfuzunu artırdı ve 1927 yılında Sovyetler Birliği'nin lideri konumuna geldi. Marksist-Leninist ideolojinin ülkedeki uygulayıcısı oldu. Lakabı, Gürcü dilinde "Çivi" anlamına gelen "Koba"dır. Ekim Devrimi'ni planlayan ve başarıya ulaştıran liderler arasında yer alan, Rus İç Savaşı'nda cephe komutanlığı yapan ve II. Dünya Savaşı'nda muzaffer olan Kızıl Ordu'nun başkomutanı Stalin özellikle 1930'lu yıllarda Sovyet ekonomisindeki büyük kalkınma ve II. Dünya Savaşı'ndaki zaferden dolay
ı Rusya'da önemli bir devlet adamı olarak kabul edilmektedir. Rusya'da yapılan bir ankette 20. yüzyılın en başarılı üçüncü lideri seçildi. Tarihte oynadığı önemli rol dolayısıyla pek çok tarihçi ve yazarın hakkında araştırma yaptığı Stalin'e dair 1108 eser yazıldı. Stalin bu özelliği ile hakkında en fazla eser yazılan 17. kişi oldu. Yosif Visaryonoviç 18 Aralık 1878'de Gori’de dünyaya geldi. 7 yaşında çiçek hastalığına yakalandı ve bu hastalık yüzünde kalıcı izler bıraktı. 10 yaşında rahip okuluna devam etti. Burada Gürcü çocuklar Rusça eğitim alırlardı. 12 yaşına geldiğinde geçirdiği iki at arabası kazası sonucu sol kolu sakatlandı ve hayatı boyunca tam iyileşmedi. 16 yaşında Gürcü Ortodoks Rahip Okuluna gitmeye hak kazansa da, burada otoriteye karşı başkaldırıp huzursuzluk çıkardığı için 1899 yılında okuldan atıldı. Bu dönemde Stalin, Lenin'in eserlerini okudu ve Marksist bir devrimci olmaya karar verdi. Tiflis'teki RSDİP örgütüne katıldı ve 1901 yılında Tiflis'te Çarlık askerleri tarafından bastırılan 1 Mayıs gösterilerini örgütledi.. Buradan Batum'a geçti ve petrol işçilerinin örgütlenmesinde görev aldı. Mart 1902'de petrol işçilerinin greve gitmesinde etkili oldu.. 1903 yılında Bolşeviklere katıldı. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi 2. Kongresi'nde kararlı ve devrimciliğe destek veren tavrıyla Lenin'in dikkatini çekti. Böylece RSDİP'in ve Bolşeviklerin Kafkas bölge temsilcisi konumuna geldi. Ohranka tarafından sürekli izlense de profesyonel devrimci olarak illegal parti faaliyetlerini yürüttü. Kafkaslar'da özellikle propaganda, grev örgütleme, banka soygunu gibi alanlarda faaliyet gösterdi. Yosif Visaryonoviç 1905 Devrimi sırasında Tiflis'te bulunmaktaydı. Aralık ayında önce Sankt-Peterburg'da yapılması planlanan ancak sonradan Finlandiya'ya alınan Bolşevik Konferansına delege seçildi ve 24 Aralık 1905 günü Tampere'de yapılan toplantıya katıldı.. Tiflis'e döndüğünde Çarlık askerlerinin ve Karayüzlerin devrimi bastırdığını ve katliamlara başladığını gördü. Tiflis'i kana bulayan Çarlık Ordusu komutanı General Fyodor Griyazanov'a düzenlenen başarılı suikast saldırısında yer aldı.. 1906 yılı Nisan ayında Stockholm'de yapılan 4. Kongreye katıldı. Burada sonradan birlikte çalışacağı Kliment Voroşilov , Feliks Dzerjinski, Grigori Zinoviev, Aleksey İvanoviç Rikov ile tanıştı ve eski dostları Mihail Kalinin ve Stepan Şaumyan ile yeniden buluştu . 15-16 Temmuz 1906 akşamı Yekaterina Svanidze ile evlendi. Bu evlilikten ilk oğlu Yakov dünyaya geldi. Bolşevik Parti banka soygunlarını yasakladığı için geçici bir süre partiden resmen istifa etti ve bir banka soygunu düzenleyerek Bakü’ye kaçtı. Bakü’de yeraltı faaliyetlerini sürdüren Stalin, Çarlık taraftarlarına karşı örgütlenmeyi hızlandırdı. 27 Nisan (10 Mayıs) 1907 günü Stepan Şaumyan ile birlikte Birleşik Krallık'a geçerek 5. Kongreye gözlemci delege olarak katıldı.. Bu dönemde tifo hastalığına yakalanan eşi "Kato" 22 Kasım 1907 günü Bakü'de öldü.. Eşinin çok genç yaşta ölümü Stalin'i çok derinden etkiledi. Stalin, Bakü'de bulunduğu dönemde Müslüman işçiler arasında örgütlenme faaliyeti gösterdi. Parti içindeki işçiler tarafından sevilmekteyse de partili aydınlar tarafından kaba davranışları ve sertlik yanlısı politikaları beğenilmedi. Bakü'de Çarlık yanlısı Karayüzler örgütü ile mücadele etti ve Bolşevikler için petrol madeni sahibi zenginlerden zorla para topladı. Bu yıllarda Kafkasya'daki parti tabanında Lenin'den sonra en etkili kişi olduğu belirtilir. Kafkaslardan sonra ilk kez 1911 yılında Bolşeviklerin büyük örgütlerinin bulunduğu Moskova veya St. Petersburg'a gitmek istediğini belirtti. Bunun üzerine 1911 Eylül ayında Sankt-Petersburg örgütüne katıldı.. Ocak 1912'de yapılan ve Bolşeviklerin ayrı bir parti olduklarını açıkladıkları ilk toplantı olan Prag Parti Konferansına delege olmasına rağmen katılamasa da ilk kez Merkez Komitesine seçildi. Bu dönemde yine Merkez Komitesinde bulunan ve aynı zamanda Bolşevik Duma vekili olan Ohranka ajanı Roman Malinovski sayesinde Çarlık rejimi tüm Bolşevik liderleri yakalamayı başardı. Nisan 1912’de Sankt-Petersburg’da Pravda’nın yayınlanmasında görev aldı. Artık yazılarında ve parti içinde Rusça çelik adam anlamına gelen Stalin mahlasını kullanmaya başladı. Temmuz ayında yakalansa da sürgün edildiği Sibirya'daki Narym kasabasından kısa sürede firar etmeyi başardı. Bu dönemde Bolşevikler ile Menşevikler arasında birlik sağlanmasını savundu ve Lenin tarafından Polonya sınırları içinde bulunan Kraków'a çağrıldı. Lenin kesinlikle Bolşeviklerin ayrı bir siyasi hatta kalmasını savunuyordu ve Rusya'da bulunan Merkez Komitesi üyelerinden Stalin'i bu görüşe ikna etmeye çalıştı. Stalin Kraków'da bulunduğu bu dönemde Viyana'daki Bolşeviklerin yanına gitti.. Burada Mart 1913'de yayınlanacak ünlü eseri "Marksizm ve Ulusal Sorun"u yazdı. Şubat 1913'de Sankt-Petersburg'a döndü. Malinovski tarafından burada tuzağa düşürüldü ve 4 yıl sürecek son sürgünü olan Kuzey Kutup dairesindeki çok soğuk bir yer olan Turhansk bölgesi küçük Kureika köyüne gönderildi. 1916 yılının Aralık ayında I. Dünya Savaşından zor durumdaki Çarlık rejimi tarafından orduya alınmak üzere diğer siyasi sürgünlerle beraber çağrıldı. Şubat 1917'de Yenisey Irmağı kıyısındaki Krasnoyarsk'a ulaştı, ancak çocukluğundan beri sakat olan sol kolu nedeniyle askere alınmadı. Şubat Devrimi'nin patlak vermesiyle beraber özgür kaldı ve 12 Mart günü Sankt-Petersburg'a geldi. 1917 Şubat Devriminin ardından sürgünde beraber bulunduğu Lev Kamenev, Matvei Muranov ile birlikte Petrograd'a döndü. Bu dönemde Bolşevikler Şubat Devrimi'ne hazırlıksız yakalanmışlardı. Lenin dahil olmak üzere önde gelen tüm liderler Batı Avrupa ülkelerinde veya yurt içinde sürgündeydi. İkincil derecedeki önderlerden Vyaçeslav Molotov ve Aleksandr Şlyapnikov yönetimi ele aldı. Bolşevik yayın organı Pravda'da Geçici Hükümeti şiddetle eleştiriyordu. Stalin, Kamenev ve Muranov şehre gelir gelmez Pravda'nın başına geçti ve Geçici Hükümete karşı ılımlı bir siyaset sergilemeye başladı. Ayrıca Menşeviklerle birlik yapılmasını önerdi. Sürgünde bulunduğu İsviçre'den durumu izleyen Lenin bu siyasi hatta karşı çıkmakta ama duruma müdahale edememekteydi. Ülkeye acilen dönmek isteyen ancak sürmekte olan savaş yüzünden İsviçre'den dışarı çıkamayan Lenin İsviçreli komünist Fritz Platten'in aracılığıyla Alman İmparatorluğu ile görüşmelere başladı. Sonunda anlaşma sağlandı ve Mühürlü Tren olarak adlandırılan yolculukla Lenin ve diğer Rus sürgünler Nisan ayı başında Petrograd'a geldiler. Lenin gelir gelmez Pravda'nın hükümet yanlısı politikasını şiddetle reddetti ve Nisan Tezleri olarak bilinen kararlarını ilan etti. Buna göre parti Geçici Hükümete kesinlikle destek vermeyecek, tersine tüm iktidarın Sovyetlere verilmesi için örgütlenecekti. Temmuz Günleri olarak bilinen tabandaki işçi ve asker ayaklanmasından sonra geçici hükümet Bolşevikler üzerinde kovuşturma başlattı. Stalin bu dönemde toplanan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi 6. Kongresinde Lenin'in Geçici Hükümet tarafından aranması üzerine teklif edilen ve Lenin'in teslim olmasını içeren görüşlere şiddetle karşı çıktı. Kovuşturmaya uğrayan Bolşeviklerin toparlanmasını ve Lenin'in gizli bir şekilde saklanmasını sağladı.. Bu dönemde Lenin Finlandiya'da yeraltında olduğundan Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Kornilov Olayının bastırılmasından sonra popülerliği olağanüstü derecede artan Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı aldı. Petrograd'da toplanmakta olan 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi'nde iktidar Lenin önderliğindeki Bolşeviklere bırakıldı. Bolşeviklerin ve müttefikleri Sol SR'ların çoğunlukta olduğu kongre Lenin'in başkanlığındaki ilk Sovyet hükümeti olan Sovnarkomu onayladı. Gürcü asıllı olan Stalin de bu kabinede Milliyetler Halk Komiseri olarak görev aldı. Stalin 1922 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri seçildi. Merkez Komite toplantısında alınan bu karar Stalin'in iktidara yürümesinde önemli bir etken oldu. Lenin tarafından önce Trotski'ye teklif edilmesine karşın onun önemsiz kabul ederek reddettiği bu makam daha sonra Stalin'in iktidarı ile birlikte Sovyetler Birliği'nin en yüksek yönetim merci oldu. 1922 yılında Beyaz Terör'ü kesin olarak yenilgiye uğratan ve monarşi taraftarlarını ülkeden kovan Bolşevikler devletin federal yapısı konusunda tartışmaya başladılar. Milliyetler Halk Komiseri olan Stalin diğer cumhuriyetlerin Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde özerk nitelikte teşkilatlanmaları gerektiğini savundu. Lenin buna şiddetle karşı çıkarak tüm cumhuriyetlerin eşit statüde, egemenlik haklarının korunduğu birleşik bir federasyon planı hazırladı. Gürcistan Komünist Partisi'nin özerk hareket etme talepleri Gürcü asıllı olmasına karşın Stalin'in sert müdahalesine sebep oldu. Lenin bu olay üzerine Stalin'in genel sekreterlikten uzaklaştırılmasını önerdi. Ancak Stalin'in önerisiyle Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri Gürcistan'da özerk cumhuriyetler olma hakkını kazandı. Lenin'in 21 Ocak 1924'teki erken ölümünden sonra kolektif bir yönetim idareyi devraldı. Birlik ve beraberlik yönünde verilen onca demeç partideki rekabeti gizlemeye yetmedi. Trotski'nin uzlaşmaz tavırlarına karşı Zinovyev ve Kamenev de Stalin ile ittifak kurdu. Bu ittifak Trotski'yi sürgün etmeyi başardı. 1927'de Stalin'in mutlak iktidarına geçilirken ekonomik alanda da I.Beş Yıllık Plan kabul edildi. Sanayi ve tarım alanında ayrı ayrı belirlenen planın normları hızlı bir kalkınmayı hedef alıyordu. Lenin'in enerjiyi kalkınmanın temeli olarak kabul ettiği komünizm Sovyet iktidarı ve elektirifikasyonla sağlanır sözüne dayanarak enerji yatırımlarına ağırlık verildi. Ülkenin her yerinde hidroelektrik santralleri kuruldu.Sanayide ağır sanayi üretimine öncelik verildi. Tarımsal alanda ise kolektivizasyona geçilerek topraklar sovhoz ve kolhoz olarak iki kısma ayrıldı. 210 bin kolhoz çiftliği ve 6 bin tarım istasyonu kuruldu. Bu istasyonlarda 500 bin kadar traktör mevcut hale getirildi. Kolektif üretim tarımsal üretimi artırmakla birlikt
e eski toprak aristokratlarının koletivizasyona katılmayı reddederek sabotaj ve yağma faaliyetlerine başlamaları bazı bölgelerde verimi düşürdü. Özellikle batı Ukrayna'da kulaklar kolektif çiftlikleri yağmalayarak tarlaları ve istasyonları ateşe verdiler. Bu durum bölgede kıtlığa yol açarken Stalin'in sert tedbirler almasına sebep oldu. Yağma ve talan hareketlerine girişenler çalışma kamplarına gönderildi. Böylece Birinci Beş Yıllık Planın hedeflerine dört yıl üç ay gibi bir sürede ulaşıldı. 1933'te başlatılan İkinci Beş Yıllık Plan döneminde SSCB'de 4500 fabrika ve enerji tesisi yapılarak hizmete açıldı. Üçüncü Beş Yıllık Planın 1938-1941 arasındaki döneminde 3000'e yakın sanayi tesisi kuruldu. Böylece II. Dünya Savaşı öncesi planlı dönemde 9000 dolayında büyük ölçekli sanayi tesisi açılmış oldu. 1940 yılı sonunda SSCB ağır sanayi üretimi 1913'dekinin 12 katına ulaştı. Sovyetler Birliğinin ilk önder kadrosu tarihteki ilk işçi sınıfı devletinin istikamet yönünü tayin ederken daha önce tarihte benzer bir örnek olmamasının her türlü sıkıntısını çekti. Lenin'in ölümünden sonra 1930'lu yıllara kadar süren derin tartışmalar, yargılamalar ve verilen idam cezaları aslında farklı istikamet tayin etmek isteyen Bolşevikler arasında gelişen siyasal ve ideolojik kavgalardı. Bu dönemde NEP siyasetinden çıkılması eleştiri konusu olacak, sanayileşme ve kolektivizasyona karşı çıkılacaktır. Savaş Komünizminden NEP'e geçişi eleştiren Troçki, NEP siyasetine son verilmesine karşı çıkan Buharin, önce Trotski ile daha sonra Stalin'e karşı parti içinde muhalefet eden Zinoviev ve Kamenev süreç içinde tasfiye edileceklerdir. II. Dünya Savaşı yıllarında Troçki 20 Ağustos 1940 tarihinde, Stalin'nin talimatıyla Sovyet Gizli Polisi GPU tarafından düzenlenen bir suikast sonucu Meksika'da öldürülmüştür. Komünist Parti içinde "sağ veya sol sapmayla" suçlanan eski liderlerin tamamı ise 1930'lu yıllarda mahkûm olacak, Stalin tarafından idam ettirileceklerdir. Özellikle eski Bolşeviklerin yargılanması ve cezalandırılması ilginçtir. Moskova'da 1936-1938 yılları arasında yapılan duruşmalarda Bolşevik Partinin eski önderlerine zorla akıl almaz suçlamalar yapılmış, kendilerini emperyalist devletlerin ajanları ya da Troçkist olarak ifşa etmeye zorlanmışlardır. Büyük Temizlik adıyla toplumda geniş yankı bulan tasfiye hareketi sonucunda, özellikle partide Stalin ve ekibi (Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Beria) hakimiyetlerini kurmuşlardır. Bu sayede planlanan sanayi hamlesine hız verilmiş, büyük topraklar kolektifleştirilmiştir. Küçük üreticiler ve köylüler kooperatifler içinde örgütlenmiştir. 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasından önce, Stalin rejimi altında öldürülen insan sayısını hesaplamaya çalışan araştırmacılar 3 ila 60 milyon arasında değişen tahminlerde bulundu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 799.455 (1921–1953) kişinin infazını içeren resmi kayıtlar gibi Sovyet arşivlerinden elde edilen kanıtlar da mevcuttu. Yaklaşık 1.7 milyon kişi Gulag'da, 390,000 kişi ise zorunlu göç sırasında öldü. Bu kategorilerde toplam 2.9 milyon resmi kurban var. II. Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü. 1939'da Adolf Hitler'in Nazi Almanyası'yla Molotov-Ribbentrop Paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşmasını imzaladı. Bu sayede Alman ordularına karşı savaş hazırlığı yapmak için vakit kazanmış oldu. Bu anlaşma müzakereleri sırasında, Stalin, Hitler'den, Polonya'nın doğusunun, -ki bu topraklar Rus Devrimi sırasında, devrimi doğduğu gün boğmak isteyen Polonya hükümeti tarafından işgal edilmişti- Finlandiya'nın güneyinin, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın Alman ordularının güzergahları dışında bırakılmasında diretti ve bu bölgelerin Sovyet nüfuz alanında olduğunu belirtti. Bu sayede diplomatik bir manevrayla Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar Almanların -eğer yapmış oldukları anlaşmayı ihlal etmeselerdi- asla yaramayacağı tampon bölgeler oluşturdu. Bu büyük bir diplomatik başarıydı. Savaş sırasında Stalin'in Türkiye'den de toprak talepleri olduğu iddiası savaşın çeşitli taraflarınca Türk-Sovyet ilişkilerini germek amacıyla pek çok kereler farklı amaçlarla dillendirildi. Bu propagandanın savaş sonrası dönemde ABD'nin Türkiye'deki nüfuzunu artırmasında ve Türkiye'nin NATO'ya üye yapılmasındaki etkisi büyüktür. Bu tartışmalı tarihsel dönemle ilgili olarak, Stalin'e düşman veya Stalin'den yana olan her iki tarafın da farklı tezleri vardır. Stalin karşıtlarının tezlerine göre, Hitler'le aralarındaki açıklanmayan gizli protokole bağlı olarak Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Polonya'nın Almanya veya Sovyetler tarafından işgalinin yolu açılmıştır. Stalin'in doğru yaptığını savunanlara göre ise, 1937'deki Münih görüşmelerinde açıkça ortaya çıktığı gibi, İngiliz ve Fransız devletleri ve dolaylı olarak da Amerikalılar, nasyonal sosyalist Almanya'yı kışkırtıyorlardı ve onların Sovyetler Birliği'ne saldırısının önünü açmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla Avusturya'nın Almanya'ya katılmasına (Anschluss) ve Çekoslovakya'nın işgaline göz yummuş ve onaylamışlardı. Ne var ki, özellikle Çekoslovakya'nın işgalinden sonra Sovyetler Birliği'nin Britanya ve Fransa ile ilişki kurma çabalarına rağmen bu iki ülke Alman tehdidini birlikte ortadan kaldırma girişimini reddetti. Böylece Sovyetler Birliği, kendi sınırlarını güvence altına almak için bu protokolü imzaladı. Stalin'in amaçlarına göre, Polonya ve Baltık ülkelerinde oluşturulacak tampon bölgeler, Almanların Sovyetler Birliği'ne ulaşmasını engelleyecekti. Böylece 1939 yılında Alman işgalinden sonra Sovyetler Polonya'nın kalan yarısını işgal edip Estonya, Litvanya ve Letonya'yı sınırlarına kattı. Sovyetler'in kuzeyindeki saatli bomba niteliği taşıyan Finlandiya'ya saldırdı ve büyük kayıplar vermesine rağmen Mart 1940'da Kış Savaşı olarak bilinen bu savaşı da kazandı. Polonya'nın Kızıl Ordu tarafından işgal edilen bölgelerinden Katyn ormanlarında yaklaşık 22.000 silahsız savaş esiri Polonyalı subay Stalin'in emriyle katledildi. 22 Haziran 1941'de Almanya Barbarossa Harekatı adını verdiği saldırıyla Sovyet topraklarına girdi. Sovyet generallerin Hitler'in Saldırmazlık Paktı'na güvenmemesi konusundaki uyarılarına rağmen yeterli hazırlığı yapmayan Stalin bu ani saldırı karşısında şok yaşadı. Almanlar kısa sürede Leningrad ve Moskova önlerine ulaştı. Leningrad şehri ablukaya alındı. Ancak Moskova'da güçlü bir savunma hattı oluşturan Ruslar Mihver kuvvetlerinin şehre 100 km'den fazla yaklaşmasını önledi. Stalin 7 Kasım 1941'de Ekim Devrimi'nin 24.yıldönümünde Kızıl Meydan'da büyük bir geçit töreni düzenleyerek cepheye gidecek Kızıl Ordu askerlerine anavatan savunması konusunda kutsal mücadele çağrısı yaptı. Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldırması üzerine Stalin bu sefer Müttefikler'in yanında yer aldı. Müttefikler ise Almanya'nın doğuya yönelmesinden batı cephesindeki yükün azalması dolayısıyla memnuniyet duydular. Moskova'ya girmeyi başaramayan Almanlar 1942'de Stalingrad üzerine yöneldi. Merkezi Rusya'yı doğudan abluka altına almayı ve Hazar petrollerine ulaşmayı amaçlayan Hitler emrindeki subayların uyarılarına rağmen Alman ordusuna doğuya hücum etme emri verdi. Volga nehrinin iki yakasında kurulan şehrin batı yakası Alman güçlerinin denetimine girdi ve şehirde partizan savaşları başladı. Binlerce subayını partizan direnişinde kaybeden Almanlar bozguna uğradı ve geri çekilmeye başladı. 1943'te karşı harekatı başlatan Kızıl Ordu Alman güçlerini Sovyet topraklarından kovmayı başardı. Stalin Kızıl Ordu'ya Berlin'e kadar ilerleme emri verdi. Polonya'da onlarca toplama kampı kapatıldı ve esirler serbest bırakıldı. Doğu Avrupa'yı Alman birliklerinden temizleyen Sovyet güçleri Nisan 1945'te Berlin'e girdi. Mayıs 1945'te Almanya teslim oldu. Stalin'in Mihver Devletleri'nin yenilmesinde II. Dünya Savaşı'nın en ağır bedeli ödeyen güç olarak (27 milyon ölü) Müttefikler'in yanında Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafer uluslararası alanda gücünü ve popülaritesini artırdı. Stalin'in iki oğlu da II. Dünya Savaşı boyunca Almanya'ya karşı mücadelede görev aldı. Büyük oğlu Yakov Cugaşvili Almanlara esir düştü ve babası aleyhine anlaşma yapmayı kabul etmediği için infaz edildi. Küçük oğlu Vasili Stalin ise hava subayı olarak batı cephesinde savaştı ve 5 Mart 1943'te bir sorti sırasında yaralandı. Vasili savaş boyunca 12 kez general rütbesine uygun görüldü, ancak terfi etmesi her defasında babası tarafından reddedildi. Sovyetler Birliği'ni işgal eden Alman ordularının Kafkasya petrollerine ulaşabilmek için savaştığı 1942 yılında Almanlara elçiler yollayarak temas sağladıkları ve Almanlara askeri açıdan aktif olarak yardım ettikleri nedeniyle Kırım Tatarlarını Sibirya'ya sürdü. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin savaş sırasında Almanya ile yakın ilişkiler tesis etmesi, Almanya ile dış ticareti Alman para birimi Reichsmark ile yapması, Türk lirasının banknotlarını Almanya'da bastırması, Almanya'ya paslanmaz çeliğin ham maddesi olan kromun sevkiyatını yapması, bakan Şükrü Saracoğlu'nun ırkçı ve nasyonal sosyalizm sempatizanı söylemleri, Sovyetler Birliği'ne dahil olan Kırım ve Kafkasya'da askeri harekat yapmakta olan Alman ordusunu cephede takip etmek için Türk hükümetinin komutanlar yollaması sebepleriyle ilişkiler iyice gerildi. SSCB 19 Mart 1945'te Türkiye'ye bir nota vererek, 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın süresini uzatmayacağını bildirdi. Pravda gazetesinde bir makale kaleme alan iki Gürcü profesörün Kars ve Ardahan'ın Gürcistan'nın tarihsel topraklarına dahil olduğunu ileri sürmesi Türkiye'deki çevrelerde Sovyetler Birliği'nin bu illeri ilhak etmek istediği şeklinde algılandı. Stalin İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının olası bir saldırıya karşı ortak savunulmasını teklif etti. "Ortak Savunma"dan kast edilen, Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin değiştirilmesi ve SSCB'ye Boğazlarda askeri üs verilmesiydi. Türkiye bu talepleri geri çevirdi. Süratle Batı Bloku'na yanaştı. 12 Mart 1947'de ilan edilen Tru
man Doktrini ile Türkiye Batı ile olan bağlantısını sağlamlaştırdı. 1939'da ve 1940'ların başında 300.000 Polonyalı tutsak alındıktan sonra, 5 Mart 1940'ta Lavrenti Beriya'nın Stalin'e gönderdiği bir nota istinaden 25.700 Polonyalı tutsak idam edildi. Bu olay Katyn Katliamı olarak bilinir. Stalin şahsen bir Polonyalı generale Mançurya'da kaybolduklarını söylerken, Polonya demiryolu işçileri 1941 Nazi istilasından sonra toplu mezarı buldu. Stalin, II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Kızıl Ordu tarafından Alman işgalinden kurtarılan Doğu Avrupa ülkelerinde komünist partilerin iktidara gelmesine destek sağladı. Çekoslovakya, Doğu Almanya denilen Demokratik Alman Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya, Yugoslavya Federasyonu, Macaristan ve Romanya'da sosyalist halk cumhuriyetleri kuruldu. Bu ülkelerin kapitalist ekonomiden sosyalist ekonomiye geçmesine ve Sovyetler Birliği'nin tecrübelerinden yararlanmalarında yardımcı oldu. ABD öncülüğünde Avrupa'da uygulanmaya konan Marshall Planına karşı sosyalist ülkelerin ekonomik ve siyasi birliğini amaçlayan ve sosyalist ülkeler arasındaki ticareti geliştiren COMECON'u kurdu. II.Dünya Savaşı'nda lağvedilen III.Enternasyonal yerine IV.Enternasyonal'i örgütledi ve yeni kurulan sosyalist ülkelerdeki partilerin örgütlü mücadelesi için çaba sarf etti. 1946 yılında SBKP Merkez Komitesi Dış Politika Bölümü Başkanlığına getirdiği Mikhail Suslov ideolojik propaganda şefi olarak sosyalizmin diğer ülkelere yayılmasında etkili oldu. 1950'li yıllara gelindiğinde artık yaşlı bir lider olan Stalin ülkenin geleceği açısından halefini belirlemekten çekinmedi. Rus siyasi analist Jores Medvedev'e göre Stalin en çok Suslov'a güveniyordu ve hatta ölümünden sonra onu genel sekreterliğe varis tayin etmişti. Stalin 5 Mart 1953'te öldü. Ölümünden sonra Kruşçev ünlü 20. Kongre ile Stalin'in yanlışlar yaptığını iddia ederek anti-Stalinizasyon kampanyasını başlattı. Kongrede Stalin portreleri ve heykellerinin halkta tepkiye yol açmamak ve infial yaratmamak için sessizce ve yavaş yavaş kaldırılması kararı alındı. Bu kampanya kendisinden sonra gelen Brejnev dönemine kadar sürdü. 1977 yılında Sovyetler Birliği Marşı'nın sözleri de yeniden düzenlendi ve Stalin'e yönelik atıflar marştan çıkarıldı. Daha sonra Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliği'nin içinde bulunduğu sorunların sebebi olarak Stalin suçlandı ve anti-tez olarak Glasnost ve Perestroyka kavramları gündeme getirildi. Gorbaçov 1987'de Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin 70.yıldönümü kutlamasında yaptığı konuşmada 1930'lu yıllardaki tasfiyelerin parti ve devlete büyük zarar verdiğini belirtmekle birlikte Stalin'in Sovyetler Birliği'nin ekonomik kalkınmasındaki önemli rolünü de kabul etti. Stalin öldükten sonra naaşı Lenin'in naaşının yanında kalmıştır. Ancak 31 Ekim 1961 tarihinde alınan kararla naaşı Kremlin Duvarı Mezarlığına defnedilmiştir.Doğduğu ev Gürcistan'ın Gori kentinde bulunan Stalin Müzesi kompleksi içerisinde korunmaktadır. Gori kentinde kendisine ait heybetli bir heykel de kent meydanında bulunmaktaydı. 1950 de dikilen 6 metrelik dev heykel, 25 Haziran 2010 tarihinde sessiz sedasız bir şekilde kaldırıldı. Yerine 2008'de Rusya ile savaşta ölenler için anıt yapılacağı açıklanmıştır. Gürcistan'da Mihail Saakaşvili'nin seçimlerden yenik ayrılmasının ardından ülkede büyüyen Saakaşvili icraatlarına karşı çıkma hareketi sonucunda Gori'deki Stalin heykeli yeniden yerine konmuştur. Stalin, batıdaki kapitalist basın tarafından sıklıkla ""Diktatör"" sıfatıyla anılmaktadır. Bununla birlikte Nikita Kruşçev'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi'nde söylediği sözlerden sonra (Gizli söylev olarak da bilinir) SSCB ve Doğu Bloku ülkeleri içerisinde Stalin'e karşı karalama kampanyası başlatılmış, heykelleri sökülmüş ve ismi silinmeye çalışılmıştır. Buna karşın Enver Hoca, Mao Zedong, Kim İl-sung gibi liderler Stalin'e sahip çıkacak ve eleştirilerin son derece yanlış olduğunu bildireceklerdir. Bununla birlikte 1937 yılında SSCB'yi ziyaret eden Lion Feuchtwanger, anılarında Stalin ve SSCB'ye ilişkin düşünce ve izlenimlerini şu şekilde anlatmıştır: Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'da Stalin ile ilgili çok sayıda anket yapıldı. En son Ocak 2015'te Rusya'nın en önemli kamuoyu araştırma şirketlerinden Levada'nın açıklamış olduğu bir anket sonucuna göre halkın % 52'si Stalin hakkında olumlu bir değerlendirmede bulunurken, % 30'u olumsuz bir değerlendirme bulunmuştur. Ayrıca Stalin'in gençken yazdığı şiirler özellikle Gürcistan'da yaygın olarak bilinmektedir. Gustaf John Ramstedt Gustaf John Ramstedt (d. 22 Ekim 1873 - ö. 25 Kasım 1950), Fin Türkolog, Altayist. Helsinki Üniversitesi'nde 1906'da doçent, 1917'de profesör oldu. Orta Asya dilleri üzerinde çalıştı. 1919'da Finlandiya'nın temsilcisi olarak Japonya'ya gönderildi ve bir süre dil çalışmalarından uzak kaldı. 1930'da yeniden üniversiteye dönünce çalışmalarına yeniden başladı. Verdiği dersler arasında Altay halklarının tarihi ve dilleri, karşılaştırmalı Moğolca-Türkçe tarihsel fonolojisi, Kırgızca, Moğolca, Kalmukça, Mançuca, Tunguzca vardı. Merkür Merkür Güneş Sistemi'ndeki en küçük ve Güneş'e en yakın gezegen. Yaklaşık 88 Dünya gününe eşit yörünge süresi ile Güneş Sistemi'ndeki diğer gezegenlerden daha hızlıdır. Dünya'dan bakıldığında, kendi yörüngesi etrafında 116 günde hareket ettiği görünür. Bilinen hiç doğal uydusu yoktur. Adını tanrıların habercisi Roma tanrısı Merkür'den alır. Neredeyse ısıyı koruyacak bir atmosferi olmamasından dolayı, Merkür'ün yüzey sıcaklığı Güneş Sistemi'ndeki diğer tüm gezegenlerden daha fazla günlük olarak değişir. Bazı ekvatoral bölgelerde gece 'den gündüz 'e kadar değişir. Kutuplar sürekli olarak 'in altındadır. Merkür'ün ekseni Güneş Sistemi'ndeki en küçük (yaklaşık derecenin 'i) eksen eğikliğidir. Ancak Merkür'ün dış merkezliği Güneş Sistemi'ndeki bilinen tüm gezegenlerinkinden büyüktür. Günötede Güneş'e günberide olduğundan 1.5 kat daha uzaktır. Merkür'ün yüzeyi aşırı derecede kraterlidir ve görünüm olarak Ay'a benzer. Bu milyarlarca yıldır jeolojik olarak etkin olmadığını gösterir. Merkür, Güneş ile 3:2 rezonansta gelgitsel ya da çekimsel kilitlidir ve Güneş Sistemi'nde eşsiz bir yörüngede döner. Duran yıldızlara göre, Güneş etrafındaki her iki devrine karşılık kendi ekseninde tam olarak üç defa döndüğü görülür. Güneş'ten görüldüğü gibi yörünge hareketi ile dönen bir gözlemci çerçevesi içerisinde, sadece her iki Merkür yılında bir dönüyormuş gibi görünür. Merkür Güneş etrafında Dünya'nın yörüngesinden içerde (Venüs'te olduğu gibi) döndüğü için, Dünya'nın gökyüzünde sabahları ya da akşamları gözükebilir ancak gecenin yarısında gözükemez. Ayrıca Venüs ve Ay'da da olduğu gibi Dünya'ya göre kendi yörüngesi etrafında hareket etmesinin aşamaları tam aralıkla izlenir. Merkür Dünya'dan bakıldığında parlak bir nesne olarak görülür. Buna rağmen Güneş'e olan yakınlığı nedeniyle Venüs'ten görünmesine göre daha zor görünür. İki uzay aracı Merkür'ü ziyaret etti: "" 1970'lerde uçarak geçti; ve "MESSENGER" 2004'te fırlatıldı, 30 Nisan 2015'te yakıtını tüketmeden ve gezegen yüzeyine çarpmadan önce 4 yıl boyunca Merkür'ün yörüngesinde 4.000'in üzerinde dönüş yaptı. Merkür Güneş Sistemindeki dört yerbenzeri gezegenden biridir ve Dünya gibi kayalık gövdesidir. 2,439.7 kilometrelik ekvatoral yarıçapı ile Güneş sistemindeki en küçük gezegendir. Merkür ayrıca Güneş Sistemi'nde bulunan en büyük doğal uydular Ganymede ve Titan'dan -daha ağır da olsa- da daha küçüktür. Merkür yaklaşık olarak %70 metalik ve %30 silikat maddelerinden oluşur. Merkür'ün 5.427 g/cm'lük yoğunluğu Güneş Sistemi'ndeki ikinci en yüksek yoğunluktur ve Dünya'nın 5.515 g/cm'lük yoğunluğundan biraz daha azdır. Eğer gravitasyonal sıkıştırma etkisi çarpanlarına ayrılsaydı, Merkür'ü oluşturan maddeler Dünya'nın 4.4 g/cm lük yoğunluğuna karşılık 5.3 g/cm lük sıkıştırılmamış yoğunluk ile daha yoğun olurdu. Merkür, Güneş Sistemi'nin iç gezegenler olarak adlandırılan diğer dört üyesi gibi katı bir yapıya sahiptir. 5,43 g/cm³ olan yoğunluğu Dünya ile karşılaştırılabilecek denli yüksektir ve Dünya'dan sonra Güneş Sistemi'nde karşılaşılan en büyük değerdedir. Merkür Güneş'e yakınlığı nedeniyle güneş ışınlarının güçlü etkisi altındadır ve sıcak bir gezegendir. Yüzey ısısı uzun süren Merkür gündüz sırasında 457 °C üzerindeki düzeylere çıkabilirken, etkili bir atmosferin yokluğu nedeniyle gece -172 °C'ye kadar düşmektedir. Gezegenin koyu bir yüzeyi vardır. Yüzeyin 0,11 albedo değeri vardır, yani üzerine düşen güneş ışınlarının ancak yaklaşık onda birini yansıtır. Merkür yüzeyinin en dikkat çeken özelliği tüm gezegen üzerine dağılmış irili ufaklı çarpma kraterleridir. İlk bakışta Ay yüzeyine benzetilebilecek bu görünümün, daha dikkatli bir incelemede birçok farklılıklar içerdiği anlaşılır. Ay'da olduğu gibi kraterlerin yoğun bir şekilde iç içe geçtiği alanlar arasında, krater yoğunluğunun çok düşük olduğu, yumuşak engebeli geniş düzlükler yer alır. Bu bölgeler kraterlerin sık olduğu bölgelere göre daha alçakta yer alırlar ve Ay'daki 'deniz'lere benzer şekilde, büyük çarpmalar sonucunda gezegen içinden yüzeye çıkan lav akıntıları ile oluştukları sanılır. Gerek bu oluşumların, gerekse büyük kraterlerin çoğunun, Güneş Sistemi içinde büyük çarpışmaların sürdüğü 4,5 ile 3,8 milyar yıl öncesini kapsayan dönemde meydana geldiği düşünülür. 3,8 milyar yıl öncesinden günümüze kadar, Güneş Sistemi büyük çarpışmaların sıklığının azaldığı, nispeten sakin bir döneme girmiştir. Merkür üzerindeki en büyük çarpışma izi, 1300 km çapındaki Caloris Havzasıdır. Bu dev lav denizi 100 km çapında bir gökcisminin çarpması ile gezegenin manto tabakasından yüzeye çıkan sıvılaşmış materyel ile oluşmuş, bu arada şok dalgalarının gezegen boyunca yayılarak diğer yüzünde odaklanması sonucunda Caloris Havzasının tam karşı kutbunda 500.000 km²lik bir alan son derece engebeli bir hal almıştır. Ayrıca düzlükler üzerinde yüzlerce kilometre uzunluğunda ve yüksekliği 2–3 km'yi bulan kırıklar dikkati çeker. B
unlara, gezegenin soğuması sırasında küçülen hacminin neden olduğu sanılmaktadır. Kırıkların bazı kraterlerin içinden de geçmeleri krater oluşum döneminden daha sonra meydana geldiklerini düşündürür. Gezegen yüzeyinin en dışta kalan birkaç metre kalınlığındaki kısmının, Ay yüzeyindekine benzer biçimde çok küçük göktaşlarının milyarlarca yıldır süren bombardımanı sonucunda ince bir toz haline gelmiş regolit tabakası olduğu varsayılır. Aynı Ay'da gözlendiği gibi az sayıdaki genç kraterin, ışınsal olarak kendilerini çevreleyen parlak beyaz çizgilerin ortasında yer aldığı görülür. Bu çizgiler, çarpma sırasında 'kirli' regolitin üzerine sıçrayan taze materyal ile ilişkilidir. Merkür'ün yüzeydeki kurtulma hızı gezegenin düşük kütlesi nedeniyle Dünya'nın ancak % 40'ı kadardır. Bu düzeydeki bir çekim gücü, gezegen yüzeyindeki 400 °C'yi aşan sıcaklıklar karşısında gazların uzaya kaçmasına engel olamayacak denli güçsüzdür. Bu nedenle Merkür'ün çoğunlukla orta ağırlıktaki elementler içeren (oksijen, sodyum, potasyum) son derece seyrek bir atmosferi bulunmaktadır. Bu atmosfer durağan olmaktan çok, Merkür'ün konumunda etkisi güçlü olan güneş rüzgarı ve yüksek yüzey ısıları nedeniyle gezegen yüzeyinden koparılan ve kısa sürede uzay boşluğuna kaybedilen atomlardan oluşmuş, sürekli yenilenen bir yapıdadır. Bu şekliyle, Merkür atmosferini Dünya'nın egzosferi ile karşılaştırmak olasıdır. Merkür'ün küçük boyutuna oranla önemli sayılabilecek bir manyetik alanı bulunmaktadır. Ekseni Merkür'ün dönüş eksenine 11° eğimli, kutupları Dünya'nın manyetik kutuplarına göre ters yerleşmiş durumda, yani kuzey manyetik kutbu gezegenin coğrafi güney kutbuna komşu olan ve gezegen yüzeyinde Dünya manyetik alanının % 1'i kadar güçlü bu alan, Merkür çevresinde küçük bir manyetosfer oluşturmaya yeterlidir. Manyetosfer, Güneş rüzgarı adı verilen ve güneş kökenli hızlı parçacıkların oluşturduğu plazma akımının, gezegenin manyetik alanın etkisi ile saptırılarak engellendiği bölgedir. Manyetosferin en dışında, plazma akımının yavaşlayarak hızının ses hızının altına indiği ve yön değiştirdiği bir şok dalgası gözlenir. Merkür'ün manyetik alanı güneş rüzgarı ile gelen parçacıkları yakalayıp gezegen çevresinde tutacak kadar güçlü olmadığı için, Van Allen kuşakları yoktur. Küçük bir gezegen olan Merkür'ün çekirdek sıcaklığının bir manyetik alan oluşturmak için gerekli olan sıvı demir kütlesini barındırmaya izin vermeyecek kadar düşük olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, bugün gözlenen manyetik alanın gezegen içindeki aktif bir manyetik dinamo tarafından sağlanmak yerine, çok önceleri mıknatıslanmış olan katı haldeki çekirdek tarafından sürdürüldüğü görüşü ortaya atılmıştır. Gözlem koşullarının güçlüğü, Merkür'ün teleskopla ayırdedilebilen yüzey yapılarının hareketlerine dayanarak dönüş periyodunun hesaplanmasını zorlaştırmıştır. 1960'lı yıllara gelinceye dek gezegenin kendi ekseni etrafında dönüşünün, Güneş çevresindeki hareketi ile 'kilitlenmiş' şekilde 88 günde tamamlandığına inanılıyordu. Gezegenin bir yüzünün sürekli karanlıkta kalarak çok düşük sıcaklıkta bulunması ile sonuçlanacak bu durum, 1962 yılında radyo gökbilim tekniklerinin Merkür'ün gece yüzünde sıcaklığın hiçbir zaman -160 °C'nin altına düşmediğini ortaya koyması ile tartışmalı hale geldi. 1965 yılında radar incelemeleri, gezegenin dönüş hızının yaklaşık 59 günlük bir devir ile uyumlu olduğunu gösterdi. İtalyan gökbilimci Giuseppe Colombo bu sürenin Merkür'ün yörünge periyodunun 2/3 ü kadar olduğuna dikkati çekerek, gezegenin alışılmamış bir dönüş-yörünge kilitlenmesi olabileceğini bildirdi. Bu, Mariner 10 uzay sondasının 1974 yılında Merkür'ü ziyareti sırasında doğrulandı. Bugün, Merkür'ün kendi etrafındaki dönüşünü 58,65 günde tamamladığı bilinmektedir. Yörünge ve dönüş periyodlarının bu şekilde 3:2 oranındaki senkronizasyonu, gezegenin oldukça eliptik yörüngesinin yol açtığı önemli yörünge hızı değişimleri ile daha uyumlu görülür. Bu şekilde, 1:1 oranındaki bir kilitlenmenin özellikle günberi dönemindeki hızlanma sırasında yol açacağı librasyon hareketleri ve buna bağlı güçlü gel-git etkileri ve iç gerilimler önlenmiş olmaktadır. Merkür'ün bu dönüş biçimi ilginç sonuçlar doğurur. Gezegen kendi ekseni etrafında bir dönüşünü tamamladığı 58,65 günlük süre içinde Güneş çevresindeki dönüşünün de üçte ikisini gerçekleştirdiği için, güneşin görünür hareketi çok daha yavaş olmaktadır. Merkür'ün herhangi bir noktasında güneşin iki doğuşu arasında geçen süre dünya ölçülerine göre 176 gündür; diğer bir deyişle bir Dünya yılı, 2 Merkür gününe eşittir. Bunun yanı sıra aşırı eliptik yörünge nedeniyle değişen yörünge hızı, gezegenin güneş çevresindeki açısal hızının bazen kendi etrafındaki açısal hızı aşmasına, yani güneşin görünür hareketinin ters yöne dönmesine yol açar; gezegenin bu eliptik çizgi üzerinde güneşe yaklaşıp uzaklaşmasıyla güneşin görünür boyutunun da değişmesi tabloya eklendiğinde Merkür üzerinde geçen bir günün öyküsü iyice renklenir: Caloris Havzası, Güneş'in meridyenden yani öğle noktasından geçişi ile günberi geçişinin aynı zamana geldiği bir konumdadır. Merkür'ün her iki yılında bir, bu bölge öğle ile yaz ortasını bir arada yaşayarak gezegenin (ve Güneş Sistemi'nin) en sıcak yeri olur. Caloris Havzası'ndaki bir gözlemci Güneş'in doğudan yükseldikçe büyüdüğünü ve doğudan batıya doğru hareketinin yavaşladığını görür. Güneş en yüksek noktayı geçtikten ve alçalmaya başladıktan kısa bir süre sonra durur ve geriye doğru hareket etmeye başlar. En yüksek noktadan bu kez ters yönde ikinci geçişinde en büyük görünür çapa ulaşır ve batıdan doğuya alçalırken yeniden küçülmeye başlar. Bir süre sonra tekrar yavaşlayarak durur ve doğudan batıya alışılmış hareketine döner. Batı-doğu doğrultusundaki bu geriye hareket dünya ölçüleriyle birkaç gün sürmüştür. Güneş öğle çizgisinden üçüncü kez geçer ve batıya doğru alçalırken küçülmeye devam eder. Güneş battığında bir Merkür yılı dolmuştur. İkinci yıl Caloris Havzası'nın gecesi boyunca geçer, Güneş doğudan yükselmeye Havza'sının 3. bir Merkür yılına girilmiştir. Caloris Havza'sının 90 derece doğusunda bulunan bir gözlemci için gün çok farklı başlar. Büyük ve sıcak bir güneş doğudan yavaşça yükselmeye başlar, ancak bir süre sonra durarak yeniden alçalır, batarken en büyük çapa ulaşır, dünya ölçüleriyle 2 gün sonra tekrar doğar ve yükseldikçe görünür büyüklüğünün azaldığı gözlenir. Öğle çizgisinden geçerken en küçük halini almıştır, batıya doğru alçaldıkça tekrar büyümeye başlar. Batıdan battıktan kısa bir süre sonra aynı noktadan tekrar en büyük şekliyle doğduğu gözlenir, batı ufkundan bir süre yükseldikten sonra yeniden alçalır ve bir Merkür yılı boyunca görünmemek üzere batar. Bugüne dek Merkür'e gönderilen tek uzay aracı 1973 yılında fırlatılan Mariner 10 uzay sondasıdır. Sonda, Şubat 1974'te Venüs yakın geçişini gerçekleştirdikten ve gezegenle ilgili bilimsel gözlemler yaptıktan sonra, Güneş çevresinde Merkür yörüngesi ile kesişen ve yörünge dönemi Merkür'ün periyodunun tam iki katı olan eliptik bir yörüngeye girerek bu çizgi üzerinde her 176 günde bir Merkür'le karşılaşmaya başladı. 29 Mart 1974, 21 Eylül 1974 ve 16 Mart 1975 tarihlerinde gerçekleşen üç yakın geçişte gezegen hakkında çok değerli bilgiler elde edildi: Üçüncü geçişte gezegene 327 km yaklaşan sonda, bu geçişten kısa bir süre sonra yakıtının bitmesi ile görevini sonlandırdı. 1975 yılından bu yana bağlantı kurulamayan Mariner 10, sabit yörüngesinde her iki Merkür yılında bir gezegenle aynı noktada buluşmaya devam etmektedir. Yer'den Merkür'e gönderilen uzay araçları, gezegenin Güneş'e yakın konumu nedeniyle, gezegen çevresinde yörüngeye girebilmek için çok yüksek enerjiye gereksinim duymaktadır. Bu nedenle, Mariner 10 programında, gözlemler için çok az zaman tanıyan hızlı yakın geçişler ile yetinmek zorunda kalınmıştır. 1980'lerin sonlarına doğru NASA bilim adamlarından Chen-Wan Yen, bir uzay sondasını Merkür çevresinde yörüngeye sokmaya olanak tanıyabilecek ekonomik uçuş yolları tasarladı. MESSENGER bu plan üzerine kurulmuş karmaşık ve uzun bir rota izleyerek Mart 2011'de Merkür etrafında yörüngeye girmek üzere, 3 Ağustos 2004'te fırlatıldı. Gelişmiş bilimsel aygıtlarla donatılan sonda, yörüngeye girmeye uygun bir açı ve hız elde edebilmek için gerekli kütleçekim yardım manevralarını 1 kez Yer, 2 kez Venüs ve 3 kez de Merkür yakın geçişi ile gerçekleştirecektir. 1 yıl sürmesi planlanan yörünge etkinlikleri şu konular üzerinde yoğunlaşacaktır: ESA (Avrupa Uzay Ajansı) tarafından 2012 yılında fırlatılması planlanan ve Merkür'ün kendi ekseni etrafında dönüşünü aydınlatan Giuseppe Colombo'nun onuruna adlandırılan BepiColombo uzay aracı iki ayrı sondadan oluşacaktır. Merkür çevresinde iki değişik yörüngeye oturtulması planlanan sondalardan birinin gezegenin manyetosferi, diğerinin ise yüzey ve atmosferi ile ilgili gözlemler yapması öngörülmektedir. Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU), Merkür üzerindeki yüzey şekillerine verilen adların belli kurallara göre seçilmesini önermektedir: Merkür, Güneş çevresinde yaklaşık 88 gün süren dolanma süresi ve 116 günlük kavuşum dönemi ile, gökyüzündeki görünür hareketini yılda üç kez yineler. Bir alt gezegen olması nedeniyle ile her zaman Güneş'e yakın konumdadır ve gözlenmesi Güneş'in parlak ışığı nedeniyle oldukça güçtür. -1,9 kadir derecesine varabilen parlaklığı ile en parlak yıldızlardan ve bazen Satürn, Mars ve hatta Jüpiter'den daha ışıklı olabilmesine karşın hiçbir zaman karanlık bir zemin üzerinde izlenemediği için, her kavuşum döneminin en fazla birkaç gün süren bir kısmında, en yüksek batı ya da doğu uzanımı esnasında çıplak gözle görülebilir. Bu gözlem koşulları, doğu uzanımı için güneşin batışını izleyen, batı uzanımı için ise güneşin doğuşundan az önceki kısa bir süre için gerçekleşir. Bu nedenle her 116 günlük dönemde Merkür bir kez 'akşam yıldızı', bir kez de 'sabah yıldızı' olarak izlenir. En yüksek uzanım, yörünge dış merkezliğin yüksek olması nedeniyle 18° ile 28° arasında değişir, ancak 28° bile rahat bir gözlem için
yeterli değildir. Özellikle tutulum düzleminin ufka daha yakın olduğu yüksek enlemlerden gezegenin görülmesi çok zordur. Gözlem noktası Yer ekvatoruna yaklaştıkça Merkür'ün sabah ya da akşam alaca karanlığında ufuktan yüksekliği artacağı için çıplak gözle görülebilmesi daha kolay olur. Merkür'ün oldukça eliptik yörüngesinin uzun ekseninin Yer yörüngesine göre konumuna bağlı olarak, dünyanın güney yarı küresinin sonbahar başlangıcına denk gelen döneminde, gezegenin olası en yüksek batı uzanımı ile 7°'lik yörünge eğikliğinin üst üste gelmesi sayesinde Merkür için en uygun gözlem koşulları oluşur. Aynı şekilde olası en yüksek doğu uzanımı ile yörünge eğikliği açısının birbiri üzerine eklenmesi, yine güney yarı küreden bu kez kış aylarında gezegenin rahat gözlenmesine olanak sağlar. Yüksek dış merkezlik nedeniyle yörünge hızı dolanma sırasında çok değişir ve kavuşum süresi Yer'in Merkür yörüngesine oranla konumuna göre birkaç gün kayabilir. Yer atmosferinin olumsuz etkilerini en aza indirebilmek amacıyla, teleskop kullanılarak yapılan profesyonel gözlemler Merkür'ün ufuktan iyice yüksekte bulunduğu gün ortası saatlerinde gerçekleştirilir. Tam güneş tutulmaları çok kısa süre için de olsa güneşe çok yakın konumdaki gezegenin gün ortasında çıplak gözle izlenebilmesine olanak sağlar. Kısıtlayıcı etmenler nedeniyle, yeryüzünden yapılan gözlemler en güçlü teleskoplar kullanıldığında dahi Merkür'ün yüzey şekilleri hakkında yeterli bilgi sağlayamamış ve elimizdeki bilgilerin büyük kısmı Mariner 10 uzay sondası tarafından sağlananlarla sınırlı kalmıştır. Bir teleskopla izlendiğinde Merkür'ün Ay ve Venüs gibi evreleri olduğu görülür. Gezegenin yeryüzüne en uzak ve Güneş'in arkasında bulunduğu üst kavuşum anında görünen yüzeyinin tümü aydınlandığından ışıklı bir daire şeklinde 'dolun' evresi söz konusudur. Bu aynı zamanda uzaklık nedeniyle Merkür'ün görünür çapının en az olduğu dönemdir. En iyi gözlem koşullarının oluştuğu en yüksek uzanım anında gezegen bir yarım daire şeklinde görülür. Güneş ile Yer arasında kaldığı dönemlerde ise karanlık yüzünü göstererek bir 'hilal' şekli alır. Hilalin en ince olduğu dönemler gezegenin dünyaya en yakın olduğu ve görünür çapının en büyük olduğu dönemlerdir, ancak bu esnada güneş ışınları gezegenin görülmesini engeller. Merkür her yıl (ortalama) üç kez alt kavuşum konumundan geçtiği halde, yörüngesinin tutulum düzlemine 7 derecelik bir açı yapması nedeniyle güneş diskinin önünden geçişi nadiren gerçekleşir. Merkür yörüngesinin tutulum düzlemini kestiği noktalar, yani yörüngenin çıkan ve inen düğümleri ile Güneş ve Yer'in düz bir çizgi üzerinde yer almasını gerektiren bu durum her yüzyılda 12-14 kez ve yalnız Mayıs ve Kasım ayları içinde gözlenir. Güneş diski üzerinde küçük bir siyah beneğin ilerlemesi şeklinde izlenen bu olay, Merkür'ün yörünge hızının daha düşük olduğu günöte noktasına daha yakın olan Mayıs geçişlerinde daha yavaş olur ve 9 saat kadar sürebilir. Yunanistan Yunanistan (, ' ) ya da resmî adıyla Helen Cumhuriyeti (Yunanca: ' ), Güneydoğu Avrupa'da bir ülkedir. Yunanistan'ın nüfusu 2015 itibarıyla yaklaşık 10,955 milyon kişidir. Başkenti ve en büyük şehri Atina iken ikinci en kalabalık şehri Selanik'tir. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişiminde konumlanan Yunanistan, Balkan Yarımadası'nın güney ucunda yer alır ve kuzeybatıda Arnavutluk, kuzeyde Makedonya Cumhuriyeti ve Bulgaristan, kuzeydoğuda ise Türkiye ile sınır komşusudur. Dokuz coğrafi bölgeden oluşur: Ege Adaları, Epir, Girit, İyonya Adaları, Makedonya, Mora, Orta Yunanistan, Teselya ve Trakya. Anakaranın doğusunda Ege Denizi, batısında İyonya Denizi, güneyinde Girit Denizi ve Akdeniz yer alır. Yunanistan, 227 tanesinde yaşanılan çok sayıda adaya sahiptir ve 13.676 km uzunluğundaki kıyı şeridiyle bu alanda Akdeniz Havzası'nda birinci, dünyada ise on birinci sıradadır. Yüzde sekseni dağlık olan ülkenin en yüksek dağı 2.918 metrelik Olimpos Dağı'dır. Yunanistan; demokrasi, Batı felsefesi, Olimpiyat Oyunları, Batı edebiyatı, tarihyazımı, siyaset bilimi, önemli bilimsel ve matematiksel ilkeler ile Batı dramasının doğduğu yer olması nedeniyle Batı uygarlığının beşiği kabul edilmektedir. Yunanlar, MÖ sekizinci yüzyıldan itibaren tüm Akdeniz ve Karadeniz'e yayılan ve "polis" olarak bilinen birçok bağımsız şehir devleti kurdular. II. Filip MÖ dördüncü yüzyılda Yunan anakarasının çoğunu birleştirirken oğlu III. Aleksandros, antik dünyanın büyük bir kısmını fethederek Yunan kültürünü ve bilimini Doğu Akdeniz'den İndus Nehri'ne kadar yaydı. MÖ ikinci yüzyılda Roma tarafından ilhak edilen Yunanistan, Roma İmparatorluğu'nun ve Yunan dili ve kültürünün baskın olduğu ardılı Bizans İmparatorluğu'nun ayrılmaz bir parçası oldu. Birinci yüzyılda Rum Ortodoks Kilisesi'nin kuruluşu, modern Yunan kimliğini şekillendirdi ve Yunan geleneklerini Ortodoks dünyasına yaydı. On beşinci yüzyılın ortalarında Osmanlı egemenliği altına giren Yunanistan'ın modern bir ulus devlet olarak ortaya çıkışı, verdiği bağımsızlık savaşının ardından 1830'da gerçekleşti. Yunanistan'ın sahip olduğu on sekiz UNESCO Dünya Mirası, ülkenin zengin tarihsel geçmişini yansıtmaktadır. Yunanistan; yüksek gelirli bir ekonomi, yüksek yaşam kalitesi ve çok yüksek yaşam standardına sahip demokratik ve gelişmiş bir ülkedir. Birleşmiş Milletler'in bir kurucusu, Avrupa Birliği'nin bir üyesi ve 2001'den beri euro bölgesinin bir parçasıdır. Ayrıca aralarında Avrupa Konseyi, NATO, OECD, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Frankofon'un da bulunduğu pek çok uluslararası kuruluşa üyedir. Kültürel mirası, turizm sektörü, taşımacılık sektörü ve jeostratejik önemi nedeniyle bir orta güç olarak sınıflandırılmaktadır. Balkanlar'ın en büyük ekonomisi ve önemli bir bölgesel yatırımcısıdır. Arapçada Roma İmparatorluğu'nda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlara Romalı, "Rumî” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlara denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir. Tarihte "Hellen" sıfatı, çeşitli etnik topluluklar için kullanılmıştır. "Hellen" sözcüğü ilk olarak Makedonya Kralı Büyük İskender’nin Pers'ler üzerine yaptığı Asya Seferi sonunda Hellen Uygarlığı'nın kurmasıyla başlamıştır. Bu sefer sonunda Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İran ve Kuzey Hindistan topraklarını ele geçiren İskender, doğu ve batı(Yunan) kültürlerini sentezleyerek "Hellen" kültürünün oluşumunu sağlamıştır. Bu olaylar meydana gelirken Yunanlar, Hellen imparatorluğu içinde dağınık halde yaşıyorlardı. Yunanlar ticari ve kültürel ilişkiler içine girdikleri çeşitli halklarla bu dağınıklığı bozup, birlik oluşturmak istediler. Birliğin oluşmasında halkların lehçe farklarına rağmen Yunanca konuşmaları da önemli bir etken olmuştur. Yunanlar, kendilerine ırk birliğini açığa vuran "Hellen" adını vermeden önce, başka ırktan olanları ve başka dil konuşanları "Barbares" (Barbarlar) olarak göstermişlerdir. Bu şekilde kendileriyle yabancılar arasında bir sınır çizip; kendi ırksal topluluklarını kurarak, "Hellen" sözcüğünün oluşumunu sağlamışlardır. “Grek” deyimine tarihsel açıdan bakıldığında Yunanların Akdeniz'de koloniler kurması bunda büyük etken olmuştur. O zamanlarda Yunan kolonilerinden biri de İtalya yarımadasındaki Kime’dir. Kime Eğriboz adasında yaşayan Halkisliler tarafından kurulmuştur fakat bu şehrin kurulmasında Eğriboz adasının karşı kıyılarındaki Gralar yardımcı olmuştur. Bunun sonucunda bu kavmin adı İtalya'da biraz değiştirilmek suretiyle "Graikus" (Graecus) şeklini almış, sonraları Latinler tarafından tüm Hellen kavmini gösteren kolektif bir sözcük olarak kullanılmıştır. "İyonya", Yunanistan'daki Dor istilası karşısında Anadolu kıyılarına göç etmek zorunda kalan ve Batı Anadolu'da on iki büyük site kuran halkın kendilerine verdikleri isimdir. İyonlar bir süre bağımsız kaldıktan sonra Anadolu’nun halklarından olan Lidyalılar'a boyun eğmişleridir.Daha sonra doğudan gelen Pers işgallerine yenilen Lidya’nın Pers egemenliğine girmesiyle İyonlar'da Pers egemenliğine girmiştir. Daha sonra bu “İyon” adı giderek yayılmaya başladı. Tevrat'ta Yavan, Asur yazıtlarında Yavnai, Pers yazılı belgelerinde Yauna olarak gösterilmiştir. Buna göre; doğudan gelen ve önce Batı Anadolu'yu -dolayısıyla İyonya'yı- ele geçiren Persler, Ege'deki düşmanlarına "Yauna" adını vermişlerdir. Bu ad zamanla bugünkü Yunanistan halkını da içine alacak şekilde genelleşmiştir. Türkler de, yanlış da olsa bu adı kullanmışlardır ve günümüzde de kullanılmaktadır. Ayrıca Arapçada Roma İmparatorluğunda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlara Romalı "Rumi” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlara denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir. Yunanistan'ın ilk sakinlerine sıklıkla Pelasgi, yani "deniz halkı" denirdi. Yarımadanın bu sakinleri kuzeyden göçen işgâlcilerin etkisi ile güneye kaçtılar. Birbiri ardı sıra gelen işgallerle güney kıyılarına ve Ege Adaları'na yayıldılar. MÖ 3200 civarında bölgeye yeni gelenler birlikte zamanla Yunancaya dönüşen bir Hint-Avrupa dili getirdiler. MÖ 1. binyılda kullanılan ve Homeros'un İlyada'da kullandığı eski Yunancanın, günümüzdeki Arnavutça'ya benzediği ve akraba olduğu şeklindeki dilbilimsel hipotez, Dorların göçleri kapsamında incelenen bir konudur. II. Filip, MÖ dördüncü yüzyılda Yunan anakarasının çoğunu birleştirirken oğlu III. Aleksandros, antik dünyanın büyük bir kısmını fethederek Yunan kültürünü ve bilimini Doğu Akdeniz'den İndus Nehri'ne kadar yaydı. Antik Yunanistan MÖ 2. yüzyılda da Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine girerek ortadan kalktı. Roma İmparatorluğu'nun 4. yüzyılda bölünmesiyle de 1821'e kadar Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti olan Konstantinopolis tarafından yönetildi. Antik kültürler ve politeist dinler bu dönemlerde yerini Orta Doğu kaynaklı dinler olan Ortodoks Hıristiyanlığa, 13.-14. yüzyıllardan sonra da Müslümanlığa bıraktı. Günümüzdeki modern Yunanistan, 1821'de Osmanlı Devleti'nin İngiltere, Fransa ve
Rusya karşısında aldığı yenilgiler sonucu Mora Yarımadası ve Atina'da 'Yunan Krallığı' adı altında kuruldu. İlk Yunan Kralı olarak da Bavyeralı aristokrat aileden gelen Otto isminde bir Alman atandı. Balkan Yarımadası üzerine kurulu olan Yunanistan, 35° - 41°′Kuzey / 19 - 22°′Doğu koordinatları arasında yer alır, doğuda Türkiye, kuzeyde Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti, kuzeybatıda ise Arnavutluk ile komşudur. Batısında İyon Denizi, güneyinde Akdeniz, doğusunda ise Ege Denizi ile çevrili olan Yunanistan, yaklaşık 3000 ada ve kayalığa sahiptir. Bu adalardan 227'sinde yerleşim olup, sadece 78'inde 100 kişiden fazla insan yaşamaktadır. Yunanistan'ın 1935 kilometre uzunluğunda kara sınırı vardır; Deniz sınırları ise adalar ile birlikte 15,021 kilometredir. Ege Denizi'nde kıyısı bulunan iki devlet olan Türkiye ve Yunanistan'ın karasuları 6 deniz milidir.Bu kara suları Türkiye ile Yunanistan arasında soruna neden olmaktadır. Yunanistan'ın sahip olduğu adaların sayısı 1.200 ila 6.000 arasında değişmektedir. Üzerinde yaşanılan adaların sayısının ise 166 ila 227 arasında olduğu düşünülmektedir. Ülkenin en büyük adası Girit'tir. Yunanistan'da hâkim iklim büyük ölçüde Akdeniz iklimi'dir. Yazları sıcaklık ortalaması 26 °C - 28 °C 'dir. Kışlar çok sert geçmez, ancak yüksek kesimler kış boyunca kar alır. Yüzey şekilleri ise fazla yüksek olmayan dağlardan oluşan oldukça engebeli arazilerdir. Ülke'nin en yüksek noktası Eski Yunan Mitolojisi'nde tanrıların evi olduğu kabul edilen Olimpos Dağı'dır (2,917). Bunu 2,457 metre ile Parnassos Dağı izler. Ülkenin bu denli engebeli olmasının Yunan Mitolojisi'ndeki açıklaması ise tanrıların dünyayı yaratırken toprağı eleyip eleyip, Yunanistan'ın ise kalan tortulları fırlatıp savurması ile oluştuğu yönündedir. Yunanistan ayrıca 1. derece deprem kuşağı üstünde yer alır. Alçak bölümler bitki örtüsü bakımından fakir olup, tek mevsimlik bitkiler yetişir. Ülkenin orta ve güney kısımlarında Akdeniz iklimi'nin karakteristik bitki örtüsü makiler egemendir. Dağlık bölgelerde ise ormanlar yer alır. Ormanlar ya da korular ülkenin yaklaşık %50'sini kaplar. Yunanistan üniter bir parlamenter cumhuriyettir. Ülkenin devlet başkanı, parlamento tarafından beş yıllığına seçilen cumhurbaşkanıdır. Mevcut anayasa 1967-1974 askerî cuntasının sona ermesinden sonra 1975'te kabul edildi. 1986, 2001 ve 2008 yıllarında anayasada değişiklikler yapıldı. Yunanistan 54 ilden oluşur: 1. Atina 2. Doğu Attika 3. Pire 4. Batı Attika Yunanistan ekonomisi, nominal olarak dünyanın 46. büyük ve satınalma gücü paritesi bakımından 52. büyük ekonomisi olup ayrıca 2015 yılı itibarıyla Avrupa Birliği'nin 15. büyük ekonomisidir. Yunanistan'ın 2001 yılı verilerine göre nüfusu 10,964,020'dir. Halkın büyük çoğunluğunu etnik Yunanlar (9.555.000) oluşturur. Yunanlar büyük çoğunlukla Ortodoks'tur. Nüfusun çoğunluğu Türkiye'den 1924 ve 1955 mübadeleleri neticesinde göçen Rum nüfustan oluşur. 1924 öncesi Yunan Krallığı'nın nüfusu 2 milyonun altındaydı ve bu nüfusun çoğunluğunu Yunanlaşmış Arnavutlar yani Arvanitler oluşturuyordu. Buna 1,5 milyon civarında Anadolu Rum'u eklendi. Anadolu'dan göçen Rumlar daha çok Batı Trakya ve Tesalya'ya yerleştiler ve yüksek çocuk sayısı ve nüfus artışıyla eski Arvanit/Yunan nüfusunu geride bıraktılar. Başlıca azınlıkları Makedonlar (250.000), Tosk Arnavutları (222.000), Ulahlar (209.000), Pontuslu Rumlar (202.000), Arvanitika Arnavutları (152.000)'ndan ve Müslüman azınlıkları Türkler (150.000), Pomaklar ( 50,000), Saidî Araplar (30.000), Farslar (10.000), Afrikalılar (6.100)'dan oluşturulmaktadır. Ayrıca Karaman'da yaşayan Ortodokslar da mübadele sırasında Yunanistan'daki Müslüman Türklerle Mübadele sırasında değiştirilmiştir. 1923 Lozan Antlaşmasına ekli protokol hükümlerince Türkiye'de yaşayan yaklaşık 193.000 Karamanlı, Rum sayılarak zorunlu nüfus değişimine tabi tutulmuşlardır Yunanistan’da en çok konuşulan dil, resmî dil olan Yunancadır. Yunanca, çeşitli ağızlarıyla konuşulur. Bunun yanında, ülkede Türkçe, Arnavutça, Ladino, Megleno-Rumence, Bulgarca, Makedonca, Ulahça da ülkede konuşulan dillerdendir. Yunanistan'daki tek resmî dil Yunanca'dır. Çağdaş Yunanca, Halk Yunancası ya da Yunanca söylenişiyle Demotiki (Yun. δημοτική "Đimotiki" okunur) 1976'dan beri Yunanistan'ın ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmî dilidir. Yunanca (Ελληνικά - Elinika) 3000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Hint-Avrupa dil ailesine aittir. Antik Yunanca Klâsik Yunan uygarlığının dili olarak kullanılmıştır. Modern Yunanca Antik Yunancadan oldukça farklı olmakla beraber köken olarak ona dayanır. Yunanca, Yunan Alfabesi kullanılarak yazılır.Türkçede batı trakya bölgesinde azınlık dili olarak konuşulmaktadır. Yunanistan'ın kurulmasıyla devletin resmî dili Katarevusa ilan edildi. Okullar ve resmî dairelerde sadece bu diyalekt kullanıldı; ancak halk bu diyalekte yabancı olduğundan evlerde ve sokaklarda Halk Yunancası (Demotiki) konuşulmaya devam edildi. Demotiki'de birtakım bozulmalar olunca 1964'te okullarda Demotiki'nin de okutulmasına izin verildi. Bu çift dillilik 1976 yılına kadar devam etti. 1976'da Yunanistan’da çıkan bir kanun ile Katarevusa devletin resmi dili olmaktan çıkartıldı ve Demotiki resmi dil hâline getirildi böylece okul, resmî daire ve evlerde konuşulan dilin aynı olması sağlandı. Yunanlar'ın uzun yıllar farklı milletlerin hâkimiyeti altında kalmaları ya da başka milletleri yönetmesinden dolayı, dilleri bu kültürlerle büyük ölçüde etkileşime girmiştir. Yunanca birçok kelime alıp verdiği gibi, etkileşimlerden yeni lehçeler bile doğmuştur, bunlardan başlıcaları; Yunanistan kültürü, Miken Uygarlığı ile başlayıp Klasik Yunanistan dönemi boyunca devam eden binlerce yıllık bir gelişim süreci geçirdi. Roma ve Bizans imparatorluklarından da etkilendi. Ayrıca modern Yunan kültüründe Latin, Fransız, Osmanlı, Venedik, Ceneviz ve Britanya etkisi de görülmektedir. Yalta Yalta, (Kırım Tatarcası: Yalta, Ukraynaca: Ялта, Rusça: Ялта) Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney kısmında, Karadeniz kıyısında yer alan bir sahil şehridir. II. Dünya Savaşı'nın sonucu bu şehirde yapılan ve adını bu şehirden alan Yalta Konferansı ile belli olmuştur. Finlandiya Finlandiya (Fince: "Suomi", İsveççe: "Finland") ya da resmî adıyla Finlandiya Cumhuriyeti, Kuzey Avrupa'da Baltık Denizi kıyısında bir Kuzey Avrupa ülkesi. İskandinavya yarımadasındadır, başkenti Helsinki'dir. Doğusunda Rusya, kuzeyinde Norveç ve batısında İsveç yer alır. Finlandiya topraklarının en büyük özelliği arazi yapısıdır. Ülkenin çoğunluğu ovadan oluşur. Tepelik ve dağlık yapı çok ender rastlanır. Genellikle ülkenin kuzey-batı kısmında görünür. Halti dağı Finlandiya'nın en yüksek dağı olarak Laponya'da Norveç, İsveç ve Finlandiya sınırlarının kesiştiği noktaya yakın yerde bulunur. Tatlı su kaynakları açısından çok zengindir. Doğu Finlandiya bölgesinin çoğu göllerden oluşmaktadır. Bunun en büyük örnekleri Saimaa gölü (Doğu Finlandiya) ve İnari gölü (Laponya). Aynı anda Kemi ve Oulu ırmakları gibi kaynaklar da bulunuyor. Ülkenin coğrafi koordinatlarından dolayı ister istemez soğuk bir iklimin hakimiyeti gözükmektedir. Rusya sınırlarına ne kadar yaklaşılırsa ve ne kadar kuzeye doğru çıkılırsa o kadar iklim sertliğini gösterir. Finlandiya'nın Bölgeleri: 6 bölüm; 6 Aralık 1917 tarihinde Finlandiya Rusya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Finlandiya yüzyıldan uzun bir süre önce kendi anayasası ve devlet şekli ile özerk bir devlet olarak varlığını Rusya İmparatorluğunda bir Çar Dukalığı olarak sürdürmüştür. Fin Anayasası oldukça uzun süre geçerliliğini korumuştur. Parlamento, Hükümet ve Cumhurbaşkanı arasındaki yetkilerin önemini ve dengesini belirleyen Anayasa Hukuku (Hallitusmuoto), İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaşın ardından da değişikliğe uğramamıştır. Önemli bir anayasal reform 2000 yılında gerçekleşmiştir. Tadil edilen Anayasa çerçevesinde, Cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanmıştır. Parlamenter gruplar hükümetin kurulmasında öncü bir rol üstlenmiştir. Cumhurbaşkanının kararname çıkarmaya ilişkin yetkileri Kabinenin kararına bağlanmıştır. Başbakan ve kabinenin merkez rolü üstlendiği Avrupa Birliği konuları dışında Cumhurbaşkanı, Finlandiya’nın dış politikadaki öncülüğünü korumuştur. Parlamento, Anayasa çerçevesinde Hükümetin en üst düzeyidir. Parlamento her biri dört yıllık görev süreleri için seçilen 200 Parlamento üyesinden oluşmaktadır. Finlandiya Parlamentosu, yasama görevine ilaveten, Hükümetin hem Avrupa Birliği ile ilgili politikalarının hangi sebeblere dayandığını, hem de Hükümetin Avrupa Birliğinin karar verme sürecine ilişkin faaliyetlerini geniş bir şekilde denetleme yetkisine sahiptir. Uygulamada Parlamento'nun yasa yapması, Hükümet tekliflerine dayanmaktadır. Ülkenin genel politik yönü, parlamenter seçimlerin ardından Kabinenin kurulması ile tasarlanan Hükümet programında beyan edilmektedir. Yeni Hükümet, programını oylamaya sunarak, Parlamento tarafından verilen güven oyu belirlenmektedir. Söz konusu Hükümet bu dönem içinde gensorular gibi Parlamento denetimine tabidir. Devlet Başkanı, doğrudan çoğunluk oyları ile altı yıllık görev süresi için seçilen Finlandiya Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'dır. Cumhurbaşkanlığı için aynı kişi sadece iki kez seçilebilir. Cumhurbaşkanı, güvenlik ve dış politika konularında karar verme, Bakan, üst düzey kamu çalışanları, hakimler ve devlet memurlarını atama ve işten çıkarma yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanı ayrıca savunma güçlerinin komutanı sıfatını taşımaktadır. Cumhurbaşkanı, Hükümet tasarılarını Parlamentoya sunar, Parlamento yasalarını onar ve idari konular ile uygulanmalarına ilişkin kararnameleri tasdik eder. Cumhurbaşkanının dış politikada sahip olduğu liderlik yıllardır kendisine tanınan bir ayrıcalıktır. Yeni Anayasaya göre ise Cumhurbaşkanı dış politikadaki liderliğini koruyarak Hükümetle yakın işbirliği içinde kararlarını uygular. Finlandiya’nın Cumhurbaşkanı, ülkenin ilk kadın Cumhurbaşkanı olan Tarja Halonen’den sonra seçilen Sauli Niinistö’dür. 20
12 seçimlerinde ilk turda %36.96, ikinci turda %62.59 oranında oy alarak cumhurbaşkanı seçilmiştir. Hükümet, Başbakan ve diğer 19 Bakan'dan oluşmaktadır. Bakanlar, kendi Bakanlıkları ve alt kuruluşlarını idare etmek üzere kapsamlı ve bağımsız yetkilere sahiptir. Parlamentoya sunulan Hükümet tasarıları Bakanlıklarda hazırlanmaktadır. Finlandiya idari olarak 6 il, 446 belediye veya yerel idareye ayrılmaktadır. Yerel idarelerin kanunlara göre refah hizmetleri sağlaması gerekmektedir. Gelir elde edilen ana kaynaklar artan oranlı Devlet gelir vergisi ile bağlantılı olarak gelir üzerinden standart bir oranda toplanan belediye vergisidir. Yerel hükümetlerde en üst karar alma mercii doğrudan temsil ile seçilen Belediye Meclisidir. Bu Meclisi, idari görevleri yerine getirmek üzere kanuni ve gönüllü komiteler atamaktadır. Çoğunluk seçim sistemi sebebiyle, Meclislerde güçlenen partiler komitelere de yansımaktadır. Kadınların bu kuruluşlardaki temsili, kanunlar ile güvence altına alınmaktadır. Ülkedeki on binlerce vatandaş yerel idare çalışmalarına katılmaktadır. Kuzey Baltık Denizindeki Åland Adaları, uluslararası bir antlaşma ile askerden arındırılmış bölge olarak ilan edilmiş özel bir statüde bulunmaktadır. Bu statünün kökleri tarihte ondokuzuncu yüzyılın ortalarında yapılan Kırım Savaşına dayanmaktadır. Adanın uluslararası pozisyonu ve özerkliği Åland Özerk İdare Yasası ile teyit edilmektedir. 1920’lerde yürürlüğe giren yasa, Åland’ın İsveççe konuşan halkının dil ve kültür haklarını korumaktadır. Fin kadınların dünyada ilk defa oy kullanma ve seçime katılma hakkına sahip olduğu 1906 tarihinden itibaren Finlandiya genel ve eşit oy kullanma sistemine sahiptir. Oy kullanma yaşı 18’dir. Parlamenter seçimler her dört yılda bir kez yapılmaktadır. Siyasi sahnede en çok yer tutan partiler Merkez Parti (Suomen keskusta), Sosyal Demokrat Parti (Suomen Sosialisemokrattinen Puolue) ve Millî Koalisyondur (Kansallinen kokoomus). 1918'deki İç Savaş'ın ardından, Sosyal Demokrat Parti, işçi hareketini batı tipi bir demokrasiye doğru yönlendirmiştir. Sosyal Demokratlar güçlü işçi sendikaları ile yakın ilişkilere sahiptir. Esasen kırsal kesimlerde temsil edilen Merkez Parti ise tarım nüfusunun giderek hızla azalmasına karşılık ülkedeki güçlü pozisyonunu korumaktadır. Muhafazakar Millî Koalisyon ise Finlandiya’nın üçüncü önemli siyasi gücüdür. Orta sınıf kent partisi iken ulus çapında beyaz yakalı işçi partisi olarak kendini geliştirmiştir. Finlandiya’daki mahkemelerin bağımsızlığı Anayasa ile korunmaktadır. Sivil ve cezai Mahkemelerde üç tip mahkeme bulunmaktadır: bunların birinci örneği İstinaf mahkemeleri, ikincisi Yargıtay ve en üst örneği Anayasa Mahkemesidir. İllerde, idari davalara temyizin Yüce İdari Mahkemeye yapılabileceği il idari mahkemelerinde bakılmaktadır. Yargı ve siyasi sistem arasındaki tek bağlantı Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi ile Yüksek İdari Mahkemenin başkanları ve üyelerini atamasıdır. En üst kamu savcısı Cumhuriyet Başsavcısıdır. Adalet Bakanlığının Cezai Departmanları hapis cezalarını uygulamak ile yükümlüdür. Başsavcı yasaların en yüce koruyucusudur. Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Hükümetteki toplantılara katılarak yetkililerin kanunlar çerçevesinde görevlerini yerine getirmesini temin eder. Parlamento, görevi mahkemelerin ve kamu çalışanlarını denetlemek olan bir Ombudsman (Soruşturmacı) seçer. Vatandaşlar yetkililerin haksız tutumlarından şikayetçi olmak için her ikisine de başvurma hakkına sahiptir. Genel mahkemelere ek olarak, iskan, sigorta, su ve piyasa ile ilgilenen bazı özel mahkemeler de mevcuttur. İdari mahkemeler, idari süreçler söz konusu olduğu zaman Yargıtay olarak da hareket eder. Bir bakana veya ülkenin önde hukuk çalışanlarına yapılan suçlamalar Yüce Divanda tarafından incelenir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, Finlandiya nüfusunun büyük çoğunluğu tarım ve ormancılık ile uğraşan yarı-endüstrileşmiş bir ülke olmuştur. Savaş tazminatlarının ağır yükünü ödemek için ülkenin hızla endüstrileşmesi gerekmiştir. 1950-1974 arasında, gayri safi millî hasıladaki gerçek artış yıllık ortalama %6 düzeyindedir. Kişi başına millî hasıla 2001 yılında 26,097 Amerikan Doları olmuştur. Bu nedenle Finlandiya dünyanın en zengin ülkeleri arasındadır. Finlandiya’da, ekonominin genellikle özel ellerde olduğu serbest piyasa ekonomisi hakimdir. Yine de kanunen tekel mallarının satışı veya fiilen demiryolları (Valtionrautatiet) ve enerji (Fortum) gibi belli alanlarda devletin tekeli söz konusudur. Çoğu devlet şirketleri özel olanlar ile aynı yasal statüye sahiptir ve aynı prensiple çalışmaktadır: Bunların da kar sağlaması ve devlete kar payı bırakması beklenmektedir 1960’lardan itibaren Finlandiya kapsamlı hizmetler yelpazesi sunan bir İskandinav tarzı refah devleti kurmuştur. Refah hizmetleri Devlet bütçesinin yaklaşık dörtte birine ve yerel hükümet giderlerinin yüzde 40’ından fazlasına denk gelmektedir. Kusursuz kamu hastanelerinin yanı sıra en büyük gider maddesi kapsamlı aile destek sistemidir. Yeni doğan çocukların aileleri, önceki gelirlerine bağlı olarak belirlenen bir ödenek alarak bir yıllık izin alma hakkına sahiptir... Kamu sağlık bakımının hedefi, bireylerin ikamet yeri veya ekonomik durumu gözetilmeksizin sağlık bakım hizmetlerine eşit erişimini sağlamaktır. Kamuya ait sağlık merkezleri ile hastaneler ücretsiz hizmet sunmaktadır. Okul yaşının altındaki tüm çocuklar halka açık günlük bakım hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Ailedeki çocuk sayısına göre belirlenen aile ödeneği bütçedeki en büyük giderlerden birisidir. Zorunlu eğitim 7 ila 17 yaş arasındaki çocukları kapsamaktadır. Öğretim, kitaplar ve okul yemeklerini de içeren dokuz yıllık kapsamlı okul eğitimi ücretsizdir. Mesleki veya yüksek eğitimde öğretim ücretli değildir. Devlet, 17 yaşının üstündeki tüm öğrencilere ödenek ve kredi desteği vermektedir. Ulusal hastalık sigorta sistemi tüm vatandaşların sağlık kalitesini iyileştirmektedir. Ulusal hastalık sigortası, özel medikal hizmetlerin kullanımı için kısmi tazminat sağlarken, test, tedavi, ilaç ve ulaşım giderlerini de karşılamaktadır. Ulusal hastalık sigortası, alıcının gelirinin yaklaşık yüzde 75’ine tekabül eden gelir ilintili bir ödenek sunmaktadır. Halkın tamamı ulusal hastalık sigortası ile sigortalanmaktadır. Finlandiya’da devlet destekli ulusal işsizlik ödeneği ile gelire bağlı işsizlik ödeneği olmak üzere iki tip işsizlik sigortası bulunmaktadır. Gelire bağlı işsizlik ödeneği işsizlik sigortasından temin edilmektedir. Bu tür ödemelerin ihtiyaca bağlı olması nedeniyle, bir kişinin eşinin geliri bu ödenekten faydalanmasını engelleyebilmektedir. Çoğu çalışan genellikle normal ödemelerinin yüzde 60’ına tekabül eden gelire bağlı günlük ödenekler alma hakkına sahip oldukları kendi sektörlerinin işsizlik fonu ile kapsanmaktadır. Kamu hizmetleri, merkez veya yerel idareler tarafından sürdürülmekte ve vergiler ile finanse edilmektedir. En önemli doğrudan vergi, ikamet eden yerlilerin gelirlerinden belediye tarafından toplanan ve belediyeye göre %15 ila 20 arasında değişen yerel vergidir. Devlet gelir vergisi ise artan oranlıdır ve en fazla %60’ın biraz üstündedir. İlaveten ücret sahipleri sosyal güvenlik katkıları ödemektedir. İhracatlar, yurt içi millî hasılanın (GDP) yaklaşık %40’ına tekabül etmektedir. Finlandiya ileri teknoloji elektronik endüstrisinde bir dünya lideri olmakla beraber ileri düzeyde metal ve mühendislik sektörü ve ileri teknoloji orman endüstrilerine sahiptir. Finlandiya’nın yaptığı ihracatların yaklaşık %80’ı Avrupa Birliğine ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmektedir. Finlandiya ayrıca Avrupa Para Birliğine de üyedir. Finlandiya’nın APB’ye üyeliği ekonomi politikasına beraberinde sabit para birimi ile düşük kar oranları getirmiştir.Ocak 2002 tarihinde, Finlandiya da diğer AB üye ülkeleri ile birlikte tek para birimi olan Euro’yu kabul etmiştir. Norveç‘te başlatılan bir kampanya, Finlandiya'nın bağımsızlığının 100. yılı şerefine komşuya hediye dağ etmeyi amaçlıyor. Norveç'in sınırını 200 metre içeri çekmesi ile Finlandiya‘nın en yüksek noktası olacak Halti dağının tepesini hediye etmesini isteyen kampanya halktan da büyük ilgi gördü.Norveç’in toplam yüz ölçümünü çok az değiştirecek bu kampanya başarılı olursa, Finlandiya yeni bir dağa sahip olacak. Telegraph’a röportaj veren kampanyanın sahibi Bjørn Geirr Harsson, "çok az toprak kaybederek, komşumuz için çok hoş bir hediye vermiş oluyoruz" diyor. 2017’de  bağımsızlığının 100. yılını kutlayacak Finlandiya’ya dağ verme hakkında ise çok olumlu yorum var. Ayrıca, Norveç Devlet Televizyonu’ndan bir sunucu fikrin çok hoş bir fikir olduğunu belirterek, tüm ülke çapında duyulmasını ve halktan tam destek almasını sağladı. Yaklaşık 5.001.000 olan nüfusunun % 90’dan fazlasını Finler teşkil eder. Bundan başka kuzeyde Laponlar, güney ve batı kesimlerinde ise İsveçliler yaşamaktadır. Finlerin karakteristik özellikleri, uzun boylu, sarı saçlı, mavi veya gri gözlü olmalarıdır. Her etnik grup kendi lisanlarını konuşur. Ülkenin resmi dili ise Fincedir. Nüfus yoğunluğu güneyde çok fazladır. Kuzeyde ise gittikçe azalır. Nüfusun % 20’si başkenti olan Helsinki civarındadır. Çoğunluk şehirlerde yaşar. Nüfusun % 91,6 sı Hıristiyanlığın Protestan mezhebine, kalanı değişik mezheplere bağlıdırlar. Geri kalan dini azınlığın büyük kısmını Yunan Ortodokslar meydana getirir. Çok az bir miktar da Yahudi vardır. Eğitim ve öğretimin AB vatandaşlarına parasız olduğu Finlandiya’da 20 üniversite mevcuttur. 7-15 yaş arası eğitim ve öğretimin mecburi olduğu ülkede okuma yazma bilenlerin oranı yaklaşık % 100’dür. Çalışan nüfusun %25’i ziraat ve ormancılıkla uğraşır. Kuzeyde yaşayan Laponlar an’anevi olan ren geyiği çobanlığı ve avcılığı ile geçinirler. Yıllık nüfus artışı % 0,3’tür. Kilometrekareye 14,7 kişi düşer. MIPS Mısır Mısır ya da resmî adıyla Mısır Arap Cumhuriyeti, (Arapça:جمهورية مصر العربية - "Cumhūriyyet Mısr el-ʿArabiyye") ya da kısa ve yaygın adıyla sadece "Mısır" denilir. Mısır, cumhuriyetle yönetilen bi
r Arap ülkesidir. Halkının çoğunluğu Müslüman Araplardan oluşur. Başkenti Kahire'dir. Ülkenin Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi'dir. Ülke Başbakanı ise İbrahim Mehlab'dır. Mısır'ın yasama organı ise Mısır Halk Meclisi'dir. Kuzey Afrika'nın nüfusu en büyük olan ülkesidir. Nüfusun büyük bir bölümü Nil Nehri boyunca yerleşmiştir. Akdeniz ve Kızıldeniz'e kıyısı bulunan Mısır'ın, batısında Libya, güneyinde ise Sudan yer almaktadır. Mısır, Asya kıtasında yer alan kısmı Sina Yarımadası üzerinden Filistin ve İsrail ile komşudur. Mısır'dan geçen Nil Nehri, sularını Akdeniz'e boşaltmaktadır. Medeniyetin beşiği olan Orta Doğu'da bulunan bir ülkedir. Ülke 1.010.000 kilometre kare kapsayan bir toprak parçasına ve 2012 tahminiyle yaklaşık 90 milyon nüfusa sahiptir. Mısır'ın yaklaşık 7000 yıllık bir geçmişi vardır. İlk medeniyetten bu yana birçok yönetim, ülke ve kavim gelmiş ve geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir vilayeti olmuştur. 1922'de Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazanmış ve 1953'de Cumhuriyet ilan edilmiştir. En son 2011 Mısır Devrimi ile 32 yıl Mısır'ı yöneten Hüsnü Mübarek gitmiştir ve ülke demokrasiye geçiş sürecine başlamıştır. Bu süreç, 3 Temmuz 2013'te seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin bir darbe ile görevden alınmasıyla kesintiye uğramıştır. Uluslararası alanda çoklu ilişkileri vardır. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği ve Asya Birliği'ne üye olmakla beraber, hem doğu hem de batı ülkeleri ile dengeli ilişki içindedir. Mısır'ın yaklaşık 7 bin yıllık köklü bir geçmişi vardır. Bu dönem içinde birçok ülke, kavim, kişi ve yönetim Mısır'ı bir dönem yönetmiştir. Mısır tarihi aşağıdaki dönemlere ayrılır: Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. Kuzeydoğu Afrika'da Nil Nehri'nin denize ulaştığı yarısı çevresinde yayılmış antik bir uygarlıktır. Uygarlığın yayıldığı bölge, bugünkü Mısır toprakları içinde yer almaktadır. MÖ 3.050 yılları civarında kuruluşundan önce, "Aşağı Mısır" (Nil Deltası ve güneyi, şimdiki Kuzey Mısır) ve "Yukarı Mısır" (Teb kenti merkez olmak üzere günümüz Güney Mısır'ı) olarak ikiye ayrılmaktaydı. Uygarlık, MÖ 3.150 dolaylarında ilk firavunun yönetimi altında Aşağı Mısır'ı ve Yukarı Mısır'ı politik olarak birleştirdi. Bu politik birlik 3 bin yıl boyunca sürdü. Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler MÖ 6000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Akrep Kral filminde de ilham alınan Scorpion of Egypt (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür. Narmer'in Kuzey Mısır'daki; Wazner'in güney Mısırdaki egemenliği sonrasında; Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu ancak Antik Mısır tarihinde, arada Orta Krallık olarak adlandırılan görece istikrarsız dönemlerin yaşandığı bir dizi istikrarlı krallık dönemleri yer almaktadır. Antik Mısır, Yeni Krallık döneminde en gelişkin düzeyine ulaştı. Ardından, ağır seyreden bir gerileme dönemine girdi. Eski Mısır uygarlığının başarısı, kısmen Nil Vadisi'nin koşullarına uyum sağlamakta gösterdiği beceriden gelmektedir. Taşkınların öngörülmesi ve verimli vadinin kontrollü sulanması, toplumsal ve kültürel gelişmeyi besleyen ürün fazlasının üretilmesini sağlamıştır. Ürün fazlasının kullanılmasıyla siyasi otorite, Nil vadisi ve onun civarındaki çöl arazisindeki madenleri işletmek, özgün bir yazı sistemini erken evrelerde geliştirmek, karmaşık inşa ve tarım projelerini hayata geçirmek, dış dünya ile ticareti geliştirmek ve yabancı istilacıları uzak tutmaya ve Mısır üstünlüğünü kabul ettirmeye yönelik bir askeri yapılanışı sağlamak için gerekli kaynakları sağlamıştır. Bu yöndeki faaliyetleri harekete geçiren ve planlayıp örgütleyen, seçkin yazmanlardan oluşan bir bürokrasi, dini liderler, bir Firavun'un denetimi altındaki yöneticiler topluluğuydu. Bu unsurlar, aynı hedeflere yönelik olarak yönlendirildi ve bölgede yerleşik insanları, ayrıntılı düzenlenmiş bir dini inançlar sistemi çerçevesinde bir araya getirdi. Antik Mısır, son dönemlerine doğru birbiri ardına gelen dış güçler karşısında yenilgilere uğradı ve MÖ 31 yılında, erken Roma İmparatorluğu tarafından istila edilerek firavunların egemenliğine son verildi, Roma'nın bir eyaleti haline getirildi ve uzun yıllar öyle kaldı. Başkent ve ülke merkezi İskenderiye oldu. Bu süre içinde Mısır'da ekonomik ve mimari gelişmeler yaşandı. Bunun yanında Roma-Mısır kültürü kaynaşmasıda oldu. Yunan mimarisi ve kültürü, Mısır'a ulaştı. Bu dönemde İslamın yayılmasıyla birlikte Arapların giriştiği fetihler Mısır'ı da tehdit etmeye başladı. Mısır üzerine 639'da yürüyen Amr bin As komutasındaki Arap kuvvetleri delta bölgesinin doğusundaki direnişi kırarak 641'de Doğu Roma İmparatorluğu'nu (Bizans) barış yapmaya zorladı. Bizans kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra 642'de İskenderiye de Arapların eline geçti. Mısır'ı kısa sürede fetheden Araplar başlangıçta kurulu düzeni bozmaktan kaçınarak vergi ödemek karşılığında Hıristiyanlara dinsel özgürlük tanıdılar. İlk Arap yerleşimi olarak Nil'in doğu kıyısında kurulan el-Fustat uzun süre tek Müslüman merkezi olarak kaldı. Araplaştırmanın ağır bir süreç izlemesi nedeniyle Arapça resmi dil olarak Yunancanın yerini ancak 706'da alabildi. Mısır; Emevi ve Abbasi halifeleri döneminde 200 yılı aşkın bir süre valiler aracılığıyla yönetildi. Ülke, aynı dönemde Arapların Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'daki kara ve deniz yoluyla giriştiği yayılma savaşlarında önemli bir üs görevi gördü. Bağdat'taki halifelik merkezinden Mısır'ı yönetme güçlüğü sonraki yıllarda sık sık vali değişikliğine başvurmaya yol açtı. IX. Yüzyılın ortalarından itibaren Bağdat tarafından gönderilen valilerin yerini valiliklerini Bağdat'a tasdik ettiren Türk komutanlar aldı. Itah (Aytah) Türkî (847-848), Hakan oğlu el-Fethi't-Türkî (856-861), Dinar oğlu Yezidi't-Türkî (856-867), Müzahimü't-Türkî (867-868), Ahmedü' Türkî (868) ve Uluğ Tarhan oğlu Uzcur Türkî (868) Sudan ile birlikte Mısır'a valilik yapan ilk altı Türk komutandır. 15 Eylül 868'de bir başka Türk vali Ahmed bin Tolun Mısır'a gelerek Mısır'da ilk Türk hanedanını kurmuştur. Kurucusu Dokuz Oğuzlardan Tolun Bey'in oğlu Ahmet Bey'dir. Hanedan 15 Eylül 868'den 905'e dek sürmüş ve Mısır'a istikrar ve bayındırlık getirmiştir. 878'den itibaren Filistin ve Suriye de Mısır'dan yönetilmiş, son dönemlerinde ise iç kargaşalarla boğuşan devlet Abbasilerin sevkettiği ordu tarafından sonlandırılmıştır. Abbasilerin 905'te Mısır üzerindeki hakimiyetlerini yeniden tesis etmelerine rağmen Türk kökenli valilerin idaresi devam etmiştir. Bağdat'tan gönderilen Ebu Mansur Tekin bin Abdullahi'l-Hazar (910-915, 919-921, 924-933), Kaygalık oğlu Ebu'l-Abbas Ahmed (923-924, 933-935) ve Abdullahi'l-Hazar oğlu Muhammed (933) yine Türk kökenli valilerdi. Bu dönemde Mısır Fatımilerin saldırılarına hedef olmaya başladı ve iç güvenliğin sağlanmasında da sıkıntılar devam etti. 935'te valiliğe getirilen Ferganalı Türk Muhammed bin Tuğc, iki yıl sonra aldığı İhşid (Eski Farsça "hükümdar") unvanı altında düzeni sağlamayı başardı, kendi hanedan devletini kurdu ve Tolunoğulları gibi Suriye'yi kendisine bağladı. Kafur'un ölümü (968) üzerine tahta hanedanın çocuk yaştaki bir üyesi geçti. Bu durumdan yararlanan Fatımiler 969'da bir Berberi ordusuyla Mısır'ı işgal ettiler ve Mısır'daki bu ikinci Türk hanedanına da son verdiler. Bizans İmparatorluğu ülkeyi bir süre kontrol etti. Ancak İslam İmparatorluğu'nun askerleri sefere girdi ve Bizanslıları yenerek Mısır'ı aldı. Böylece Mısır, Müslüman-Arap bir ülkeye dönüştü. Sünni İslam kısa sürede Mısır'da yayıldı ve İslam Halifeliği tarafından kontrol edilen Mısır Fatimiler, Memlükler (devletin asıl adı Türkiye Devleti) ve Eyyubiler tarafından uzun yıllar yönetildi. Daha sonra 1517 yılında Yavuz Sultan Selim'in Ridaniye Muharebesi'yle Memlûk Sultanlığı'nı yıkarak Mısır'ı Osmanlı topraklarına katması sonucunda Mısır Eyaleti kurulmuştur. Halifelik de Türklere geçmiştir. 1798 yılında Fransa eyalete çıkarma yapmıştır. 1805 yılında vali olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa bağımsız olarak hareket etmeye başlamış 1833'te Konya'da 1839'da Nizip'te Osmanlı ordusunu mağlup ettikten sonra 1841'de Kavalalılar Hanedanı tarafından yönetilecek olan, iç işlerinde serbest dış işlerinde Osmanlı Devleti'ne bağlı Mısır Hidivliği'ni kurmuştur. Böylece Mısır Eyaleti ortadan kalkmıştır. İngiltere 1882'de Mısır'ı işgal etmiştir. Fakat, Osmanlı Devleti, Mısır'daki egemenliğinden vazgeçmeyerek Mısır hükümetini ve Hıdiv'i İngiltere'ye karşı savunmasız bırakmamış, en azından kolay lokma yapmamış, 1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başında İngiltere Mısır'ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Lozan Antlaşması'nın 17. maddesinde "Türkiye'nin, Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir." hükmü yer almıştır. 1882 ile 1922 yılları arasında Britanya işgali altındaki Mısır'ın fiilen Osmanlılardan kopması ve öteden beri süren Britanya-Fransa rekabetinin Britanyalılar lehine noktalanması gibi iki önemli sonuç doğurdu. Maltız olayı gerekçesi ile Mısır'ı işgal eden Britanyalılar, Mısır'da, Osmanlıların ve Avrupa devletlerinin gösterdiği tepkiyi göz önüne alarak resmi bir siyasi denetim kurmaktan kaçınmakla birlikte, stratejik çıkarlarını güvence altına almadan Mısır'dan çekilmeye niyetleri olmadıklarını da ortaya koydular. Britanyalı işgal kuvvetleri iyice zayıflamış olan hidiv yönetimini güçlendirmek yerine hidivi istekleri doğrultusunda hareket edecek sembolik bir güç olarak ayakta tutma yolunu seçtiler. Aynı dönemde İstanbul'daki Britanyalı büyükelçisinin Mısır'la ilgili olarak hazırladığı raporda yönetimde köklü değişikliklerin gereğine işaret edilerek bunun ancak askeri işgal altında yürütülebileceği görüşüne yer veriliyordu. 1883'te tam yetkili temsilci ve başkonsolos olarak Mısır'a gönderilen Sir Evelyn Baring benzer
görüşleri savunarak Britanyalı hükümetini "Örtülü Protektora" politikasını benimsemeye ikna etti. Britanyalılar, müdahaleye uluslararası bir meşruluk kazandırmak amacıyla, Mısır'ın mali durumunu düzelterek bütçe fazlasıyla özellikle Fransa'ya olan borçlarını düzenli olarak ödemeye başlamasını ve Süveyş Kanalını hem barış, hem de savaş döneminde açık tutma sözü vererek uluslararası muhalefetin önemini yitirmesini sağladılar. Bu arada Britanyalılar, danışman sıfatı taşıyan yöneticilerini kilit noktalara yerleştirerek Mısır Hükümeti üzerinde dolaylı ama son derece etkili bir denetim sistemi kurdular. Babasının ölümünden sonra genç yaşta hidiv olan Abbas Hilmi Paşa "Örtülü Protektora" yönetimine tepki göstererek 1893'te kukla başbakan Mustafa Fehmi'yi başbakanlıktan uzaklaştırdı. Britanyalılar tepki olarak Hidiv Abbas Hilmi Paşa'nın yetkilerini kısıtladılar. 1890'ların sonlarında ortaya çıkan milliyetçi akımlar, özellikle yayın ve propaganda çalışmaları temelinde örgütlenmeye çalıştı. Abbas Hilmi Paşa'dan da destek alan hareket, Sudan'ın yeniden Mısır'a bağlanması için yürütülen kampanyalar sırasında (1896-98) geniş bir kitle desteği buldu. Daha sonra kâğıt üzerindeki Britanyalı-Mısır ortak yönetimine karşın Sudan'ın bir Britanyalı sömürgesine dönüştürülmesi, milliyetçi tepkilerin derinleşmesinde önemli rol oynadı. Zamanla kalıcı bir nitelik kazanan Britanyalı işgaline karşı duyulan tepki son derece yoğunlaştı. Haziran 1906'da bir Britanyalı subayını öldüren Denşavay köylülerinin acımasızca cezalandırılmasıyla başlayan karışıklıklar, büyük bir boyut kazanarak Sir Evelyn Baring'in görevinden ayrılmasına yol açtı. Yeni yüksek temsilci Sir Eldon Gorst Britanyalı denetimini gevşetmeye ve Mısır kurumlarının daha etkili bir konum kazanmasını sağlamaya çalıştı. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlılara savaş açtıktan hemen sonra resmen protektora yönetimini ilan eden Britanyalılar Abbas Hilmi Paşa'yı hidivlikten uzaklaştırarak amcası Hüseyin Kamil'i sultan unvanıyla başa geçirdiler. Böylece Britanyalı güdümündeki Mısır Sultanlığı kurulmuş oldu. Savaş'tan hemen sonra Saad Zaglul Paşa başkanlığındaki üç Mısırlı siyasetçi, İngiliz hükümetine bağımsızlık konusunun görüşülmesini önerdiler. Britanyalı hükümetinin öneriyi reddetmesi ve Saad Zaglul'un tutuklanması ülke çapında kitle gösterilerine yol açtı. Mısır'a gönderilen Lord Edmund Allenby, milliyetçilere ödün vererek bir uzlaşma politikası izledi. Saad Zaglul serbest bırakıldı ve ülke düzeyinde bir örgüte dönüşmüş olan Vafd, Mısır'ın en etkili siyasi gücü haline geldi. Lord Allenby, Britanyalı çıkarlarını koruyacak bir antlaşmayı sonraya bırakarak tek yanlı bağımsızlık ilan edilmesini (Şubat 1922) sağladı. Böylece Mısır sorunlarla dolu olarak bağımsızlığını kazanırken, Ahmed Fuad da I. Fuad adıyla kral unvanı aldı. Mısır Sultanlığı'nın 28 Şubat 1922'de Birleşik Krallık'tan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Ahmed Fuad Paşa, I. Fuad adıyla kral unvanını aldı. Kralın yürütme yetkilerini belirleyerek iki meclisli bir yasama organı oluşturan ve Mısır'ı bir meşruti monarşi durumuna getiren yeni anayasa Nisan 1923'te yürürlüğe girdi. Ardından hazırlanan seçim yasasıyla erkeklerle sınırlı olmak üzere genel oy hakkı tanındı. Yasaya göre Temsilciler Meclisi'nin bütün üyeleri, Senato üyelerinin de yarısı doğrudan seçimle belirlenecekti. Aslında Mısır'da ne bağımsızlık, ne de anayasal yönetim süreci tam anlamıyla oturmuş sayılabilirdi. Çünkü kutuplarını kral, Vafd Partisi ve Birleşik Krallık'ın oluşturduğu karmaşık siyasi mücadele bütün belirsizliğiyle sürdüryordu. Halk desteği zayıf olan Kral Fuad, Vafd ve İngiltere arasındaki çekişmeden yararlanarak konumunu sağlamlaştırmak istiyordu. Halkın gerçek temsilcisi durumunda olan Vafd Partisi bir yandan İngiliz egemenliğine son verecek bir bağımsızlığı, bir yandan da kralın yetkilerini kısıtlayacak bir anayasal yönetimi savunuyordu. Ama önderleri arasında İngilizlerle ya da kralla uzlaşarak iktidarı ele geçirme eğilimi güçlüydü. Çeşitli bölünmlere yol açan bu yapı, Vafd içinde sürekli kopmalara elverişli bir ortam hazırlıyordu. Bunun ilk örneği daha 1922'de kurulan Liberal Anayasacı Parti'ydi. Ekonomik çıkarlarının yanı sıra Süveyş Kanalı'nın denetimini güvence altına almak isteyen Birleşik Krallık ise böyle bir antlaşmayı imzalayacak güçlü ve istikrarlı bir yönetimin oluşmasından yanaydı. Ama büyük ödünler koparmak için tarafları birbirine karşı kullanmaktan da kaçınmıyordu. Ocak 1924'teki ilk genel seçimi Vafd Partisi'nin kazanması üzerine Saad Zaglul'un kurduğu hükümet, İngilizlerle yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalması ve kralla ortaya çıkan gerginlikler yüzünden ancak birkaç ay başta kalabildi. Vafd Mart 1925'teki seçimden de en güçlü parti olarak çıktı; ama parlamento toplandıktan hemen sonra dağıtıldı. Ülke bir yılı aşkın bir süre kararnamelerle yönetildi. Mayıs 1926'daki üçüncü seçimi gene Vafd Partisi'nin kazanmasına karşın, İngilizlerin baskısıyla hükümeti Liberal Anayasacı Adli Yeken kurdu. Kral ve parlamento arasındaki çekişmeler karşısında istifa eden Adli Yeken'in yerine gene aynı partiden Abdülhalik Servet başbakan oldu. İngilizlerle antlaşma taslağını meclisten geçiremeyen yeni hükümet çekilmek zorunda kaldı (Mart 1928). Vafd'ın yeni önderi Mustafa Nahhas'ın başbakan olması üzerine, kral parlamentoyu dağıttı. Aralık 1929'daki dördüncü seçimin ardından yeniden bu görevi üstlenen Nahhas'ın başlattığı antlaşma görüşmeleri Sudan sorunu nedeniyle kesintiye uğradı. Kralla da çatışmaya giren hükümet Haziran 1930'da istifa etti. İsmail Sıdki'yi başbakanlığa atayan kral anayasayı yürürlükten kaldırarak kendi başına yeni bir anayasa ve seçim yasası çıkardı. Vafd'ın boykot ettiği Haziran 1931'deki seçimden güçlü çoğunlukla çıkan İsmail Sıdki'nin kurduğu hükümet Eylül 1933'e değin görevde kaldı. Saraya bağlı hükümetler aracılığıyla yönetimi sürdüren Kral Fuad, iç ve dış baskılar karşısında Nisan 1935'te eski anayasayı yeniden yürürlüğe koydu. Ama bir yıl sonra yerini genç oğlu Faruk'a bırakarak öldü. Mayıs 1936'daki seçimler sonunda üçüncü kez başbakan olan Nahhas, Ağustos 1936'da İngilizlerle bir karşılıklı savunma ve ittifak antlaşması imzaladı. Temmuz 1937'de fiilen krallık görevini üstlenen Faruk, Vafd'dan çıkarılan Mahmud Fehmi Nukraşi ile Ahmed Mahir'in Saadçi Grup'u oluşturmasından da yararlanarak Nahhas'ı başbakanlıktan uzaklaştırdı. Nisan 1938'deki seçimlerde Vafd yalnızca 12 sandalye kazanabildi. Kral Faruk, II. Dünya Savaşı'nın başlarında İngilizlerin Mısır'dak üsleri kullanmasına ses çıkarmamakla beraber tarafsız kalmaya çalıştı. İngiliz karşıtı eğilimlerin giderek güçlenmesinden kaygılanan İngilizler, Almanya'nın Mısır'a saldırmaya hazırlandığı 1942 başlarında krala baskı yaparak İngilizlerle iş birliğinden yana olan Nahhas'ı başbakanlığa getirmesini sağladılar. Vafd izleyen genel seçimlerde büyük bir başarı elde ettiyse de milliyetçi çizgisinin bulanması ve iç çekişmeler nedeniyle büyük yara aldı. Ekim 1944'te görevden alınan Nahhas'ın yerine Ahmed Mahir, ardından Mahmud Fehmi Nukraşi geçti. Bu arada Mısır Şubat 1945'te Almanya ve Japonya'ya resmen savaş açtı. Savaş sonrasında İngiliz birliklerinin çekilmesini ve Sudan'daki İngiliz denetiminin sona ermesini sağlamaya yönelik milliyetçi talepler, 1936 tarihli antlaşmanın gözden geçirilmesini gündeme getirdi. Konumu sarsılan Vafd'ın gerilemesiyle siyasi sahnede radikal güçler öne çıktı. 1928'de kurulan Müslüman Kardeşler örgütü reformcu bir İslam hareketi olmaktan çıkarak militan bir kitle örgütüne dönüştü. Kahire'de kitle gösterileri ve şiddet eylemleri giderek sıklaştı. Mısır hükümetlerinin, büyük bir tepki odağı haline gelen antlaşmayı değiştirmek için İngilizlerle yürüttüğü görüşmeler, Sudan sorunu nedeniyle çıkmaza girdi. Mısır'ın Temmuz 1947'de konuyu Birleşmiş Milletler'e götürmesi de kilitlenmeyi çözemedi. Milliyetçi dalgayı etkileyen önemli bir öğe de Arap dünyasındaki genel sorunlara karşı artan ilgiydi. Geçmişte Mısır milliyetçiliği kendi yerel koşulları içinde orataya çıkmıştı. 1936'dan sonra Filistin sorunuyla ilgilenmeye başlayan Mısır, Arap Birliği'nin (1943-1944) oluşmasında öncü bir rol oynadı. I. Arap-İsrail Savaşı'nda (1948-1949) alınan ağır yenilgi Arap davasına bağlılığı güçlendirirken, siyasi istikrarsızlığı da derinleştirdi. Müslüman Kardeşler'in şiddet eylemleri yoğunlaştı. Örgütü sindirmeye çalışan Nukraşi bir suikast sonucunda öldü. Vafd'ın Ocak 1950 seçimlerini kazanmasından sonra başbakan olan Nahhas, İngilizlerle bir uzlaşmaya varamayınca Ekim 1951'de tek yanlı olarak savunma antlaşmasını ve Sudan'la ilgili antlaşmayı bozdu. İngiliz karşıtı gösterileri kanal bölgesindeki birliklere yönelik gerilla saldırıları izledi. İngilizlerin Ocak 1952'de İsmailiye'de giriştiği askeri harekat Kahire'deki gösterileri daha da tırmandırdı. Art arda gelen hükümet değişiklikleri de ülkeyi tam bir siyasi bunalım içine soktu. Mısır'da giderek belirginleşen iktidar oşuğunu, Temmuz 1952'de bir darbeyle krallığı devirerek yönetime el koyan Hür Subaylar Hareketi doldurdu. 18 Haziran 1953'te cumhuriyet ilan edildi. 1953'te ilan edilen Mısır Cumhuriyeti 1958 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası 1946'da Fransızların Suriye'den resmen çekilmesiyle kurulmuş olan Suriye Cumhuriyeti ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyetini kurdular. Mısır ve Suriye arasında 1 Şubat 1958'de ilan edilen ve her iki ülkedeki plebisitlerle (referandum) onaylanan siyasi birleşme. Bir askerî darbenin ardından Suriye'nin Mısır'dan bağımsızlığını ilan etmesiyle, 28 Eylül 1961'de son buldu. Birliğin dağılmasına karşın Mısır, Birleşik Arap Cumhuriyeti adını 2 Eylül 1971'e değin korudu. O tarihte bugünkü resmi adı olan "Mısır Arap Cumhuriyeti" ismini aldı. Yasemin Devrimi'nin öncülüğünde, 25 Ocak 2011'den beri Mısır'da devam eden, halkı mevcut yönetime karşı seferber olmaya çağıran sokak gösterileri, protestolar ve sivil itaatsizliklerin bütünüdür. Gösteriler ve isyanların polis şiddeti, olağanüstü hâl, işsizlik, asgari ücretleri azaltma isteği, barınma eksikliği, yiyecek sık
ıntısı, yolsuzluklar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve kötü hayat koşulları üzerine başladığı rapor edildi. 11 Şubat 2011 tarihinde Mısır cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek gösteriler nedeniyle istifa etti. 2013 Mısır Askeri Müdahalesi ile ordu yönetime el koymuş ve seçimle Hüsnü Mübarek'in yerine Müslüman Kardeşler örgütüne bağlılığıyla bilinen Mursi %51.73 oy alarak 5. cumhurbaşkanı olmuştu. Mursi'nin yönetimi döneminde ülkenin ekonomik gidişatı toparlanamamış ve ülke içerisindeki radikal islami örgütlenmeler güç kazanmıştı. Bütün bunların etkisiyle ordu yönetime el koymuştu. Bunun üzerine ülkenin dört bir yanında protestolar başlamış ve Müslüman Kardeşlere mensup kişiler Adeviye Meydanında eylemlere giriştiler. Ordu, meydandaki halka ateş açmış ve 120 nin üzerinde ölü, 4 binin üzerinde de yaralı olduğu iddia edilmiştir. Uluslararası ajansların muhabirleri gözaltına alınmış, veya sınırdışı edilmiştir. Mısır, idari bakımdan "muhafaza" adı verilen 29 valiliğe ayrılır. Mısır'ın tarih boyunca birçok kez bayrağı değişmiştir. Coğrafî olarak, Aşağı ve Yukarı şeklinde tanımlanan Mısır'da ekonomi; turizm, Nil Nehri kıyılarında ve alüvyonlu mümbit topraklarda yetişen dünyanın en kaliteli uzun elyaflı pamuğu Gize ile tekstil ürünleri ihracatına dayanmaktadır. Kahire dünyanın en büyük zincirlerinin 5 yıldızlı otelleriyle yoğun konaklama imkânına sahiptir. Nil boyunca dünyanın en önemli üç medeniyetinden biri olarak tanımlanan Eski Mısır'ın tapınaklarını görerek Asvan'a kadar gerçekleştirilen gemi turları ilgi çekicidir. Asvan Müzesi'nde Yukarı Mısır medeniyetinin örnekleri ve günlük yaşamın sergilenmesi, Sudan ile etkileşimin yerli figürlerle desteklenen sergilenişi enteresan gelebilir. Dünyanın en büyük barajlarından biri olarak Cemal Abdülnasır tarafından inşa ettirilen Asvan Barajı'nın yapımı esnasında yerinden taşınan Büyük Tapınak, firavunların inşa ettirdikleri ile Nil boyunca göreceğiniz Roma etkisini taşıyan tapınaklar o günün mimari bilgisini değerlendirmek adına Gize piramitleri kadar değerlidir. Nil'in iki kıyısında kurulmuş şehirlerde yerel geleneksel ürünleri temin edebilecek pazarlarda özellikle dünyaca ünlü papirüs ürünlerinde hem kalite hem de fiyat pazarlığı konusunda son derece dikkatli olunmalıdır. Kendilerini papirüs enstitüsü olarak isimlendiren Gize bölgesindeki dükkânlarda yüksek fiyatlardan büyük indirim yapılarak satılan papirüslerin Hanü'l-Halil gibi çarşılarda son fiyatın dörtte bir fiyatına alınması mümkündür. Kendisine yetecek kadar olan petrolünü halkına ucuz olarak sunan Mısır'da ücretler oldukça düşüktür. Ancak hayatın sürdürülmesi için gereken zorunlu ihtiyaçlar da son derece ucuzdur. Son yıllarda gerçekleştirilen özelleştirme işsizliği arttırdığı için sosyal patlama yaşanmaması amacıyla yavaş ilerlemektedir. Genelde istihdam devlet tarafından sağlanmaktadır. Çalışma saatleri; iklimsel özellikler nedeniyle genel olarak sabah 8 ile 15 arasındadır. Özel sektörde çalışma saatleri uzundur. Yeni yetişen üniversite mezunu nesil için iş olanakları kısıtlıdır. Doğrudan yabancı yatırımı özendiren indirim ve vergi ayrıcalıkları ile önemli bir girdi sağlanmışsa da nitelikli çalışan temininde yaşanan güçlükler yatırımcı yönünden olumsuz etki yaratmaktadır. Son zamanlarda Türkiye'nin önemli tekstil gruplarının da Mısır'daki nitelikli serbest bölgelerde yatırım konusunda çalışmalar yaptığı gözlenmektedir. Her biri ayrı mimari özellikler taşıyan camilerin yanında inşa edilmiş kilise ve sinagoglar ilginç bir dinsel doku görüntüsü vermektedir. Müslümanlar için hafta tatili Cuma günü olup Hıristiyan ve Yahudi Mısır vatandaşları Cumartesi ve Pazar günleri tatil yapmaktadırlar. Bankalar Cuma/Cumartesi kapalıdır. Uzun yıllar Osmanlı hakimiyetinde kalan Mısır'da Osmanlı paşalarının sülalelerinden gelmekle övünen birçok yerli aile sosyal hayatta önemli yerlerdedir. Osmanlı sonrasında yerleşen İngilizler'in getirdikleri "kulüp" anlayışı Mısırlılar için ayrıcalığın simgesidir. Nesilden nesile verasetle de geçen üyelikler kişinin sosyal statüsünü belirlemekte önemli role sahiptir. 1900 yılında yaklaşık 12,5 milyon olan nüfusu günümüzde 90 milyon civarındadır. Mario Puzo Mario Gianluigi Puzo, (d. 15 Ekim 1920, New York – ö. 2 Temmuz 1999, New York). ABD'li romancı ve senarist. Özellikle Baba (The Godfather) adlı romanı ve filmiyle tanınmış, suç ve mafya filmleri tarihine damgasını vurmuştur. 1969'a değin çeşitli riskler alarak kitaplar yazan Puzo, geniş kitlelere ulaşamadı. Bu dönem maddi bir sıkıntı da çeken Puzo büyük bir kumar oynayarak Godfather'ı yazıp varını yoğunu bu projeye yatırdı. Şans kendisine güldü ve Godfather tüm Amerika ve dünyada bestseller oldu. 1972'de Paramount film stüdyosuyla anlaşan Puzo, yönetmen Francis Ford Coppola ile senaryoyu yeniden uyarlayarak Bölüm I'i oluşturdu. Tüm dünya üzerinde olay yaratan film Hollywood'un son yıllarda çizdiği kötü imajı sildi ve bir anlamda prestijini kurtardı. Puzo Bölüm II ve III'te de ustalık işi çıkararak servetini artırdı. Fyodor Dostoyevski Puzo kitaplarında, özellikle Karamazov Kardeşler gelen çeşitli alıntılar sağlayan Puzo üzerinde bir etkisi vardı sanki., Karanlık Arena, Aptallar Erken Ölür, Dördüncü K, ve Aile The Godfather filmindeki Corleone ailesi yakından Karamazov Kardeşler Karamazov ailesi benzer: güçlü bir baba, bir itici en büyük oğlu, bir felsefi oğul, bir tatlı huylu oğlu ve bir çalışan olarak korunur bir kabul üvey. Yazar ayrıca Sicilyalı, Last Don, Omerta, Dördüncü K, Ana gibi önemli yapıtlara imza atmış yeni başarılar elde etmişti. 1999'da ölmeden önce Godfather Bölüm IV üzerinde çalışmalarını sürdürmekteydi. Yazar ölünce proje iptal edildi. Ayrıca Mark Winegardner tarafından Godfather Returns (Baba Döndü) ve Godfather Revenges (Baba'nın intikamı) adıyla Baba serisine devam edildi. Isaac Newton Isaac Newton (d. 4 Ocak 1643 ö. 31 Mart 1727), İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı. 1687’de yayınlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, klasik mekaniğin temelini atmıştır ve tarihin en önemli bilimsel kitaplarından biri olmuştur. Bu çalışmasında Newton evrensel kütle çekimini ve hareketin üç kanununu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ile Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı oluşturmuştur. Newton bilim insanları tarafından tarihin en etkili insanlarından biri kabul edilmektedir. 1999'un sonlarında 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein'dan sonra 2. sırayı almıştır. 24 Aralık 1642'de (Gregoryen Takvimine göre 3 Ocak 1643) annesi Hannah'ın doğum sancıları başladı. Gece yarısından bir veya iki saat sonra, Noel sabahında, 25 Aralık 1642 tarihinde (Gregoryen Takvimine göre 4 Ocak 1643) bebek Newton doğdu . İngiltere'nin Grantham şehrinin yakınlarındaki Woolsthorpe’da bir erken doğum sonucu dünyaya geldi. Newton oldukça zayıf bir çocuktu ve hatta ilk günlerinde hayatta kalacağı beklenmiyordu. Babasını doğumundan önce kaybetmişti. Newton 4 yaşındayken annesi başka biri ile evlendi ve yeni kocasının yanına yerleşti. Annesi Newton'u anneannesine bıraktı ve Newton yedi yıl anneannesinin yanında kaldı. Annesi kocası yedi yıl sonra ölünce, kendisine oldukça yüklü bir miras kalarak geri döndü. 12 yaşında Grantham'da King's School'da (Kralın Okulu) eğitime başladı ve 1661'de bitirdi. Bir dönem annesi onu çiftçi yapmak için okuldan aldı ama Newton çiftlik işlerine hiç ilgi duymuyordu. Annesi Newton'u çiftlik işleri ile uğraşıyor zannederken Newton aslında sürekli gökyüzünü inceliyor, kitaplar okuyor ve notlar alıyordu. Sonunda annesini okula gitmesi ve üniversiteye hazırlanması gerektiğine ikna etti ve okula geri döndü. 19 yaşındayken yerel bir eczacının üvey kızı olan Miss Storey ile nişanlanmış, fakat Newton'ın yoğun dersleri nedeniyle ilişkileri sonlanmıştır. Newton hayatı boyunca hiç evlenmemiştir, başka bir ilişkisi bilinmemektedir ve bu ilişkiyi hep hatırladığı söylenir. Newton 1661 yılında Cambridge'de Trinity College'e girdi. Okula "sizar" olarak girmişti, hem okulda çalışıyor hem de okuyordu. Cambridge'de Copernicus ve Kepler'in teorileri göz ardı ediliyor, Galileo'nun çalışmaları tanınmıyordu ve Aristoteles felsefesi hakimdi. Cambridge'deki üç yıl boyunca cebir, geometri ve trigonometri dersleri aldı, Latince ve Antik Yunanca'yı öğrendi. Bu dönemde Galileo ve Kepler'in eserleri ile tanıştı ve oldukça etkilendi. Ayrıca Descartes, Gassendi, Hobbes ve özellikle Boyle'ın felsefi çalışmalarını okudu. Fikirlerini yazdığı Quaestiones Quaedam Philosophicae (Bazı Felsefi Sorular) adlı defterinin başına Latince şu notu düşmüştür: "Plato arkadaşım, Aristoteles arkadaşım, ama en iyi arkadaşım gerçek." Newton Cambridge'de geçirdiği yıllarda diğer öğrenciler arasında başarılı olarak sıyrılamamıştı ve dahiliğini veba salgını nedeniyle çiftlikte geçirdiği iki yılda göstermişti. 1665 Ağustos'ta Londra'da başlayan veba salgını nedeniyle Cambridge kapatıldı ve Newton 1667 Mart'a kadar Woolsthorpe'taki çiftlikte kaldı. Çiftlikte geçirdiği bu iki sene oldukça verimliydi ve bu dönemde kütle çekimi üzerinde düşünmeye başladı. Çiftlikteki çalışmalarında diferansiyel ve integral hesaplamalarının temelini attı. Geçmişte alan, yay uzunluğu, tanjant bulma gibi eskiden kullanılan yöntemleri diferansiyel hesaplamayı temel alarak birleştirdi. Çiftlikte karanlık bir odada güneş ışığını bir prizmaya tutarak ışık tayfı oluşturmuş ve beyaz ışığın tek başına bir birim olmadığını fark etmiştir. 1667'de Newton , üniversite tekrar açılınca Cambridge'e geri döndü ve iki yıl sonra matematik profesörü oldu. Newton yaklaşık 30 yıl Cambridge'de kaldı
ve mektuplar yoluyla diğer bilim insanları ile konuşarak tek başına çalışmalarına devam etti. Bu yıllar boyunca en büyük eseri olan Principia kitabını hazırladı ve tamamladı. Işık ile ilgili çiftlikte yaptığı deneyler sonucu mercekli teleskopların kusurlar yarattığını fark etti ve kendisi bir yansıtmalı teleskop geliştirdi. 1668'de bu teleskop ile bilim dünyasının ilgisini çekti ve 1672'de Royal Society'nin üyesi oldu. Newton tarihin en önemli bilim eserlerinden biri olan Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) kitabını Latince yayınladı. Kitapta ispatlar geometri ile yapılmış, evrensel kütle çekimi açıklanmış ve cisimlerin kütleleri ile doğru orantılı, mesafeleri ile ters orantılı birbirlerini çektiklerini açıklamıştır. Kitap Newton tarafından üç ana bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde Galileo'nun deneylerinden övgü ile söz eder ve Kepler kanunlarını matematiksel olarak ispatlar. Bu bölümde kendi ismi ile anılan Newton hareket yasalarını açıkladı. İkinci bölümde akışkan içindeki hareketleri incelemiştir ve en iyi gemi tasarımı için öneriler koymuştur. Bu bölümde dalga hareketlerini matematiksel incelemesi ilgi çekmiştir. 1696'da Newton'a Kraliyet darphanesinin müdürlüğü teklif edildi ve Newton kabul ederek Londra'ya yerleşti. Bu işini çok ciddiye almıştı ve özellikle sahte paralara karşı büyük bir mücadele başlattı. Newton Londra'daki yaşamı sevmişti ve artık akademik çalışmalar ile çok ilgilenmek istemiyordu. 1703'te Royal Society'nin başına getirildi ve ölümüne kadar bu görevde kaldı. 1705'te şövalyelik unvanı aldı. Newton 31 Mart 1727'de hayatını kaybetti ve Westminister Manastırı'nda gömüldü. 1704'te ışık ve renkleri konu alan The Opticks kitabını yayınladı. Kitap Principia'da olduğu gibi Latince değil, İngilizce basılmıştır. Böylece Newton kitabı aracılığıyla daha geniş kitlelere ulaşabilmiştir. Kitapta yansıma ve kırınım hesapları, beyaz ışığın tayfın renklerine ayrılması, gözün çalışma yöntemi, merceklerle görüntü oluşumu, gökkuşağının renkleri, yansıma, teleskopunun yapımı gibi konulardan bahseder. Newton'ın büyük bir eleştirilme ve yadırganma korkusu vardı; bu nedenle buluşlarını ilk düşündükten yıllar sonra yayınladığı düşünülmektedir. Bu yönü bazı bilim insanları ile sert tartışmalara girmesine de neden olmuştur. Leibniz'i kendi fikirlerini çalmak ile suçlamış, ününü ve gücünü kullanarak Leibniz'in kendisini savunmasına engel olmaya çalışmıştır. Başka bir fizikçi Robert Hooke ile çeşitli konularda tartışmaları olmuştur. Newton'ın Principia kitabını yayınlamak için Hooke'ın ölümü beklediği de söylenir çünkü Hooke'ın ölümünden bir sene sonra yayınlamıştır. Newton, Galileo'nun deneyciliğini örnek almış ve deneyi doğayı araştırmanın ve bilimin tek yöntemi olarak görmüştür. Principia kitabının giriş kısmında bilimin olması gereken amacını şu şekilde belirtmiştir: “Olgulardan doğanın kuvvetlerini keşfetmek, sonra da bu kuvvetler yardımıyla diğer olayları açıklamak." Önce olgular gözlemlenmeli, bu gözlemler sonucu doğanın yasaları keşfedilmeli ve oluşturulan kuram olayları açıklayabilmelidir. Newton'a göre doğa matematiksel niteliklere sahip bölünemez küçük parçacıklardan yapılmıştır ve doğada her olay bu parçacıkların birleşmesi ve dağılması ile oluşmuştur. Ona göre bilimin amacı deneyler ile birlikte bu olayları matematiksel kuramlar ile genelleştirmektir. Newton'un matematikte neredeyse her dalda katkıları olmuştur. Özellikle analitik geometride eğrilerin teğetleri (diferansiyel) ve eğrilerin oluşturduğu alanları (integral) hesaplamada yöntemler geliştirmiştir. Bu iki işlemin birbirlerine ters olduğunu bulmuş, eğimler ile ilgili çözümler geliştirmiş ve bunlara akış (fluxion) metotları ismini vermiştir çünkü niceliklerin bir boyuttan diğerine aktığını hayal etmiştir. Matematikte (a+b)^n ifadesinin üstel seriye açılımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Newton, "akış" yöntemlerini 1666 yılında geliştirmişti ve sadece birkaç matematikçiye özel olarak göstermişti. 1675'te Paris'te Gottfried Wilhelm Leibniz da tamamen bağımsız olarak kendi diferansiyel yöntemini geliştirdi. Leibniz 1684'te kendi yöntemini yayınlayınca, bilim dünyasında bu yöntemi önce kimin bulduğuna dair sert bir tartışma başladı ve 1716'da Leibniz hayatını kaybettikten sonra bile tartışma devam etti. Günümüzde tarihçiler Newton ve Leibniz'in birbirlerinden tamamen habersiz bu yöntemleri geliştirdiklerini düşünüyorlar. Newton'un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır. Newton denilince akla ilk kütle çekimi gelir çünkü fizik tarihinde bu fikir bir devrim yaratmıştır. Newton'dan önce Joannes Kepler, gezegenlerin eliptik hareketlerini salt matematiksel olarak açıklamıştı ama gezegenlerin neden yörüngede kaldıklarına dair bir açıklama getirmemişti. Newton kütle çekimini ilk kez 1665 yılında düşündü ama Principia kitabını 1687 tarihine kadar yayınlamadı. Newton öncelikle Kepler yasalarının doğru olması durumunda Güneş ve gezegenler arasında bir çekim kuvveti olması gerektiğini düşündü. Bu tür bir kuvvet olması durumunda gezegenlerin Kepler'in tarif ettiği şekilde hareket edeceğini düşündü ve kütle çekiminin matematiksel ifadesini verdi. formula_1 G=0.0000000000667 formula_2=birinci nesnenin kütlesi formula_3=ikinci nesnenin kütlesi formula_4=aralarındaki uzaklık formula_5=newton olarak kuvvet formula_6 formula_5=newton olarak kuvvet formula_8=kütle formula_9=ivmelenme Newton mekaniği yakın çevremizdeki hareketleri açıklayan bir bakış açısıdır, atom altı parçacıkları için kuantum mekaniği, galaktik hareketler için ise görelilik kuramları uygulanır. Newton mekaniği büyük yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini hesaplarken bazı küçük sapmalara neden olmaktadır fakat dünyadaki küçük cisimler ve mühendislik hesaplamalarında bunlar tamamen göz ardı edilebilecek kadar küçüktür. Newton hareket yasaları olarak bilinen üç yasa şu şekildedir: Newton'ın hareket yasaları, evrenin bir düzen içinde ve deterministik olduğu sonucuna varmış ve sonrasında felsefeyi oldukça etkilemiştir. Newton bir ışık kaynağından çıkan ışığın bir cisme çarpıp aydınlatması olayına farklı bakmış, ışığın hareket ettiğini ve sonlu bir hızı olduğunu düşünmüştür. Mercek ve prizmalar kullanarak bu ışık tayfını tekrar beyaz ışığa çevirmeyi de başarmıştır. Newton karanlık bir odada küçük bir delikten gelen güneş ışığını bir prizmadan geçirerek bir renk tayfı oluşturmuş ve gökkuşaklarının nasıl oluştuğunu açıklamıştır. Efeler, Borçka Efeler (Gürcüce: ეფრატი / Eprati), Artvin ilinin Borçka ilçesine bağlı bir Gürcü köyüdür. Eski adı Macahel olan Camili yöresinde yer alır. Efeler köyü, Artvin kentine 88 km, Borçka kasabasına 56 km uzaklıktadır. Karadeniz iklimi ve Macahel vadisi içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. tarım fındık ve mısır ağırlıklı olup hayvancılıkta ise arıcılık öndedir. Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamaktadır. Köyün içme suyu şebekesi yoktur, PTT şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt değildir. köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Köyün eski ismi "Eprat" olup, "büyük kayalıklar" anlamındadır. Coğrafi yapısı itibarıyla de yüksek kayalıkların üzerinde bulunmaktadır. Bunun dışında "Eprat" kelimesinin, "Efrad" (Fertler) kelimesinden türediği de ifade edilmektedir. Efe Efe, tarihte Batı Anadolu'da özellikle Aydın, Denizli ve Muğla illeri ve Ödemiş ilçesinde yaşamış, silahlı ve mevcut düzene değişik nedenlerle başkaldırmış olan kişilerin (Zeybekler) liderlerine verilen isimdir. Bir Efe, Zeybek gruplarının başıdır. Zeybekler arasında kahramanlık yapmış cesur ve mert kişiler arasından efe seçilir. Zeybekler, efenin emriyle kızanları yetiştirirler. Zeybeklerden eğitim gören, silahlı onur adamlardan oluşan genç kişilere, kızan denir. Belirli bir zaman kızan olarak zeybeklerden eğitim gördükten sonra zeybek sınıfına alınırlar. Efe sözcüğünün kökeni hakkında değişik teoriler vardır. Bir teoriye göre Yunanca kökenli olduğu Bir diğer teori ise kelimenin "büyük kardeş" anlamına gelen bir Türkçe sözcük olan "Eke"den gelmiş olabileceği düşüncesidir. Efe veya zeybek kurumu ilk defa 16'ncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda otorite boşluğundan kaynaklanan Celali ayaklanmaları sırasında görülür. Daha sonraları yerel baskılar ve haksızlıklara karşı ayaklanarak dağa çıkan kimselere efe veya zeybek denmiştir. Efelerin kendine özgü giysileri ve geleneksel yapıları bu dönemde ortaya çıkmaya başlar. Günlük giyimden ayrılan ve zeybek yaşamında rahat hareket etmeye yarayan giysi türü ve silahlar kabul görmüştür. Dönemine göre kısa sayılan bir tür pantolon olan potur ve yakın mesafe çatışmasında çok yararlı olan bir tarafı ve ucu keskin yatağan buna örnek olarak verilebilir. 19. yüzyıl boyunca efelerin devlet otoritesi ile inişli çıkışlı bir ilişkileri olmuştur. 93 Harbi'nde cepheye gitmeleri karşılığında haklarında "umumi af" ilan edilen ve cephelerde büyük yararlıklar gösteren zeybekler döndüklerinde, af vaatlerinin tutulmadığını görerek dağlara geri dönmeye başlamışlardı. 1879’dan itibaren eşkıyalık Ege Bölgesi’nde tekrar salgın haline gelmiş ve hükümet bunlara karşı hiçbir şey yapamaz olmuştu. Bu dönemde Yörük Osman, Çakırcalıoğlu Ahmet Efe (Çakırcalı Mehmet Efe'nin babası), Deli Memet, Büyük Cerit, Küçük Cerit, Çallı Veli, Koca Arap, Parmaksız Arap, Harputlu Ömer, Piç Osman ve Bakırlı çeteleri en tanınmış olanlardı. Öte yandan Karabacak, Karayotoğlu Nikola, Hambrikoğlu Panayot, Seyrekköylü Nikola, Kaptan Andreya, Kaptan Aleko, Kaptan Foti ve Kaptan Sokrat gibi Rum çeteleri de Ege dağlarında taşkınlıklar yapmaktaydılar. Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa, olağanüstü İzmir valiliği esnasında, yerli çe
teleri düze indirip, bir tür koruculuk sistemi içinde kır serdarı olarak görevlendirerek, Rum çetelerini ortadan kaldırmaya çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur. Efeler devletle uzlaştıklarında, çoğu Ege Adaları'ndan gelerek Ege Bölgesi'nde kan kusturan Yunanistan destekli Rum eşkiyanın hakkından gelebilen tek güç olarak kendilerini göstermişlerdir. Ancak bu çabalar sonradan İzmir valisi olan Hacı Naşit Paşa'nın efelere (Türk asilere) topyekun tuzak kurarak büyük kısmını imha etmesi üzerine sonuçsuz kalmıştır. Nail Moralı'nın 20. yüzyıl başı Ege Bölgesi ve İzmir'e ilişkin anılarında da, özellikle Çakırcalı Mehmet Efe'nin öldürülmesinden sonra Rum eşkiyanın bütünüyle azdığı kaydedilmektedir. Efeler, Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye'nin işgalinde Yunan kuvvetleriyle karşı karşıya gelmiş ve dağdan inerek Milli Mücadeleye katılmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra hizmetleri nedeniyle kendilerine ordu rütbesi ve İstiklal Madalyası verilen efeler, bu tarihten sonra yasadışı eylemlerini bırakarak tarihteki yerlerini almışlardır. En ünlü efeler arasında Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Demirci Mehmet Efe, Zalım Himmet Efe, Mestan Efe, Atçalı Kel Mehmet Efe, Molla Ahmet Efe, Saçlı Efe, Gökçen Efe,Çakırcalı Mehmet Efe, Ilgın Efe, Çete Süleyman Efe gibi isimler yer almaktadır. Matrix Matrix, Türkçeye "Matris" veya "Matriks" biçiminde geçmiş İngilizce kökenli bir sözcük. Isadora Duncan Isadora Duncan (d. 27 Mayıs 1877, San Francisco - ö. 14 Eylül 1927, Nice), ABD'li dansçı. Gordon Craig ile olan ilişkisinden Deidre adında bir kız çocuğu dünyaya geldi. Paris Singer ile olan ilişkisinden de Patrick adında bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiştir. 1922 yılında Rus şair Sergey Yesenin ile kendisini Rusya'dan çıkartmak için evlendi. Daha sonra Sergey Yesenin intihar ederek hayatına son verdi. Çocukları (Deidre ve Patrick) talihsiz bir kaza sonucu Seine Nehri'ne yuvarlanan arabada boğularak öldü. Kendisi de, üstü açık bir Bugatti'nin tekerleğine dolanan şalının boynunu kırması sonucunda öldü. Beşinci İncil Philipp Vandenberg’in Türkçe’ye kazandırılan Firavunların Laneti, Kopernik’in Laneti’nden sonra üçüncü kitabı olan Beşinci İncil adlı romanı da; meraklısına, bir bilmece çözer gibi tarihin derinliklerine sürükleyerek, hermetik, gnostik ve hıristiyanlık inançlarını sorgulatıyor. Romanın ilk baskısı 1993 yılında Almanya’da, Lübbe Yayınevi tarafından yayınlanmış. Bir trafik kazasında hayatını kaybeden antikacı Guido’nun arabasında bulunan bir Kıpti parşömen filmi, ölen antikacının eşi Anne von Seyditz’in tüm yaşamını allak bullak eder. Kaza sırasında Guido’nun yanında bulunan kadınla birlikte eşinin kendisini aldattığını düşünen ölen antikacının eşi Anne von Seyditz, eşinin esrarengiz ölümüyle ilgili ipuçlarının peşinden giderken, Orpheus Tarikatı devreye girerek, ölen antikacının elinde bulunduğunu iddia ettiği Kıpti bir Parşömen için çok yüksek miktarda bir fiyat teklif eder. Anne ölen eşinden kalan eşya arasında sözü edilen bu parşömenin filmini bulur, içeriğini anlamak için götürdüğü Kıpti dil uzmanları ya birer birer öldürülür ya da hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolurlar. Bu arada Vossius adlı bir koptolog Paris’deki Luvr Müzesinde bulunan Leonardo Da Vinci’nin “Gül Bahçesinde Madonna” tablosunda asit dökerek kaçar. Yaptığı bu eylem nedeniyle akıl hastahanesine yatırılan profesör, hastahanedeki yatağında ölü bulunur ve hakkında “kalp yetmezliğinden öldü” raporu tutulur. Lanetli bu Parşömen, Vatikan’da oturan Tanrının Yeryüzündeki Temsilcisi Papanın varlığını, yeryüzünde Hıristiyanlığa inanan iki milyarın üzerindeki insanın inancını yerle bir edecek güçtedir. Bu Parşomen ve içeriğini bilenler ortadan kaldırılmalıdır….. Romanda, giz dolu parşömeni ele geçirmek için her türlü yöntemi deneyen; kapitalin ve bilimin gücünün temsilcisi olduklarını iddia ederek tarihteki mitolojik isimlerin cesetlerine basa basa yürüyen Orpheus Tarikatı, radikal islamcı bir örgüt ve Vatikan arasında geçen çekişme anlatılmakta. Romanda söz konusu edilen; Paris’teki bir mezar taşına Latince yazılmış “BARBARIA ATQUE RETICENTIA ADIUNCTUM BARBATI BASIS ATRII SACRI- Barbarlık ve suskunluk Roma Papası’nın karakteristik özelliği ve Kilise Şatosunun temelidir-” ifadesindeki Latince her kelimenin baş harflerindeki birleşen, Roma’da İsa’dan sonra 81 yılında inşa edilen Titus Zafer Bendindeki kabartmada ortaya çıkan şifrenin anlaşılması üzerine, Papa VII. Pius tarafından bu eser, yeryüzünün en büyük Gizli Arşivi olan Vatikan’a taşınarak yerine sahtesinin yapılması veya Leonardo Da Vinci’nin “Gül Bahçesindeki Madonna” tablosunda Madonna’nın göğsüne çizdiği gerdanlığın üzerini sonradan boyayla kamufle ettiği “BARABBAS” şifresi iki bin yıldır saklanan büyük sırrın adı mıydı! Sır taşıyıcıları tarafından nesilden nesile aktarılan bu sır ilk defa 1945 yılında Mısır’da Nag Hammadi bölgesinde ve 1947 yılında Ölü Deniz (Kumran) yazmalarındaki papirüslerin bulunmasıyla kamuoyuna yansır. Bu papirüsler ilk bulunduklarında önemleri anlaşılmaz ve yeryüzünün çeşitli bölgelerine parça parça dağılır….. Nasıralı İsa’nın 2000 yıl önce yaşadığı ve Tanrı’nın oğlu olduğu rivayetleri, köleci Roma İmparatorluğuna ve yoksullar dünyasından ayrılmış Kudüs’ün hahamlarına karşı sosyal bir başkaldırı mıydı! Kimdi bu Nasıralı İsa! Telos Yayıncılık tarafından yayınlanan Catherine Clement’in “İsa’nın Külleri” adlı kitabı da; “İki bin yıldır süregelen soru işaretlerini, açıklanamayan olguları ve İsa’nın yaşamının karanlıkta kalan bölümlerini, ‘Apokrif İnciller’deki söylencelerden yola çıkarak, aykırı bir bakış açısıyla, roman sanatının teknikleri içersinde yeniden yorumluyor… Felsefe, din ve tarihi tanıklıkları aynı potada eriten Catherine Clement, İsa hakkındaki, Budizm’e dayalı söylenceler ve yoga tekniklerini içeren bir akıl yürütmeyle okuru, tüm zamanların en çok tartışılan yaşam öyküsüne farklı bir perspektiften bakmaya zorluyor.” Dünya dinleri tarihine baktığımızda; eski Mısır’ın ezoterik öğretilerinde; İsis-Osiris-Horüs üçlemesi, Hint misterlerindeki; Brahma-Vişnu-Siva üçlemesi, Sümer Tanrılarında; Anu, Enlil ve Ea, Babil’de; Sin, Şamaş ve İştar üçlemesi, eski Yunan tanrıçalarından Hekate’nin gökte Luna(ay), yerde Diana ve yerin altındaki ölüler diyarında Hekate olarak ortaya çıkması gibi üçlü birlikler çoğaltılabilir. İnsanlığın ezeli günahlarından affedilmesi için oğlunu onlara kurban etme, çile çekip ölen tanrıları sayabileceğimiz gibi lekesiz doğum gibi Hıristiyanlık inancının birçok yönleriyle dünya dinleriyle benzerlikler taşıdığını görebiliyoruz. Roma İmparatoru Konstantin, tarihsel zorlamalar sonucu İS. 325 yılında İznik’te pagan ve Hıristiyan görüşlerini sentezleyerek Hıristiyanlık inancını oluşturur. Birinci Konsül toplantısının ardından, İsa’yı anlatan ve düşüncesini taşıyan bütün inciller yasaklanarak tahrip edilirler. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri, Hıristiyan inancının resmi kitapları olarak kabul edilirler. Konsül toplantısında kabul edilen İnanç bildirgesinde bahsedildiği üzere "Mesih’in bedeni olan tek ve evrensel bir Kiliseye inanıyoruz. Kilise bina değildir, İsa Mesih’e iman eden insanlar topluluğudur. Kilisenin seçilmiş bir soy, kralın rahipleri kutsal bir ulus ve Tanrı’nın öz halkı olduğuna inanıyoruz" kararı kabul edilerek, Tanrı’nın yeryüzündeki seçilmiş üyeleri oluşturulur. Tanrı’dan aldığı yetkiyle Kilise tek bir ümit, tek bir beden, tek bir ruh ve tek bir vaftizle birleşmiştir. İnanç Bildirgesinde kabul edildiği gibi Nasıralı İsa gerçekten; Bir söz, beden olup, dünyamıza bir insan olarak mı gelmişti, tekliği "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh" muydu!" İznik Konsülünce yasaklanarak Vatikan’ın gizli arşivinde saklanan İsa’yı ve düşüncelerini anlatan İnciller, sanat eserleri, el yazması papirüsler, yüzyıllarca Hıristiyanlık dininin otoritesi altında toprağın altına gömülen bilgiler, sır taşıyıcıları tarafından nesilden nesile aktarılarak, Engizisyon’un katliamından korunarak bu günlere taşınır. Galile bilgisini Engizisyon karşısında inkar etmek zorunda kalırken, Kopernik’in bilgisini savunan ve geliştiren Giordano Bruno, Roma’nın Campe de Fiore(Çiçek Meydanı)’de diri diri yakılır. Leonardo da Vinci, Voltaire, Şekspir, Dante, insanlığın trajedisini bir takım işaretlerle, komedyayla, binbir yöntem bularak bugünlere getirirler. Romanda sözü geçen Papalık Kurumu, 11 Ekim 1962 yılında tıpkı Kopernik’in Kitabında öngördüğü felaketi ortadan kaldırmak istercesine takvim reformuna giderek 4 Ekim 1582 ile 15 Ekim 1582 tarihleri arasındaki on günü takvimden silmesi gibi, BARABBAS ismini ortadan kaldırmak için 11 Ekim 1962 günü İkinci Konsül’ü acil olarak toplar. İsa’nın kimliğini açıklayan Papirüs de bu arada Radikal İslamcı bir örgütün eline geçmiştir. Vatikan’ın İkinci Genel Konsül’ü; Konsül toplantısının hemen ardından Haçlı Seferleriyle başlayan bin yıllık Hıristiyan-Müslüman düşmanlığını, kurduğu “Dinler Arası Diyalog” Rabıtasıyla birdenbire barışa dönüştürür. İkinci Vatikan Konsülünün hemen ardından alınan “Dinler Arası Diyalog” kararı ve İslam’la kurulan bu rabıta bir tesadüf müydü! Arkeoloji biliminin 19. yüzyıldan sonra önemli bulguları ortaya çıkarması ya da radyo karbon tekniğiyle yapılan incelemeler; kısmen de olsa, bir yanıyla Hıristiyanlığın başlangıcını sorgulayan bulguları açığa çıkarttı. Ayvalık Ayvalık (Osmanlıca:آيوالق, Antik Yunanca: Κυδωνίαι, Çağdaş Yunanca: Αϊβαλί, "Ayvali" ya da Κυδωνίες, "Kidoniyes") Türkiye Cumhuriyeti'nin Marmara Bölgesi'nde bulunan Balıkesir'in Ege Bölgesi'nde kalan bir ilçesi. Balıkesir'in en batısında, Ege Denizi kıyısında bulunan ilçe, Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Ayvalık kış mevsimlerinde büyük bir kasaba nüfusuna sahip olmakla birlikte, yaz mevsimlerinde turizmin de etkisiyle nüfus bazı küçük illerin nüfusunu aşar. Tarihte çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan ilçe, çeşitli açılardan Türkiye'nin önemli ilçelerinden biridir. Ayvalık, Antik Çağ'da bir tür yabani ayva anlamına gelen "Kidonia" olarak anılıyordu. Bölgeye ilk yerleşenleri
nin Midilli'nin Kydona köyünden ya da Girit'in Kydonies bölgesinden gelmiş olabilecekleri düşünülmektedir. İsim konusunda bazı görüşler de Ayvalık'ın Aioliki'nin (Eolya'nın) bozulmuş şekli olduğudur. Ayvalık anlamına gelen Kydonie ismi ise, MÖ 330'dan beri süregelmektedir. Antikçağ'da, Ayvalık Adaları'na "Hekatonisa" ismi veriliyordu. Bu isim, adaların en büyüğü "Nesos" (Moshonisi, Cunda veya Alibey Adası) aynı isimle söylenen "Nesos" ya da "Nasos" antik kentinin baş tanrısı olan "Hekatos" olarak da anılan Apollon'dan gelmekteydi. Apollon Adaları'nda Nesos dışında "Chalkis", "Pordoselene" ve "Kydonia" antik yerleşmeleri vardı. Antik kaynaklar "Chalkis", "Pordoselene" ve "Nasos"'tan çok söz etmelerine karşılık, Kydonia hakkında yazan sadece yazları akan ünlü bir sıcak su kaynağına sahip olduğunu bildiren Plinius olmuştur. Bu dört antik kentten "Chalkis" ve "Pordoselene" yok olmuşlar, ancak "Kydonia" ve "Nesos", sırasıyla Ayvalık ve Cunda "(Alibey)" olarak günümüze ulaşmışlardır. Bugün, eski "Kydonia" olduğu düşünülen alanda, ciddi bir arkeolojik çalışma olmamasına karşılık halen antik devre ait bol miktarda çanak çömlek parçalarına rastlanmaktadır. Bu parçalar üzerinden yapılan ön çalışmalar, Helenistik (MÖ 330-30) ve Roma (MÖ 30-MS 395) çağlarına ait yerleşim yerleri bulunduğunu işaret etmektedir. Doğu Roma verilerine dayanılarak Roma döneminde en parlak çağını yaşadığı düşünülen şehrin, Bizans döneminde önemini yavaşça kaybettiği, yerleşimin Ayvalık'ta yer alan İlkkurşun Tepesi eteklerine kaydığı düşünülmektedir. Kentin daha sonraki çağlardaki gelişimi bu bölge merkezli olmuştur. İlkçağda Misya, Hititler, Frigler, Lidya, ortaçağda Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu, 14. yüzyıldan itibaren de Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girmiştir. 19. ve 20. yüzyılın başlarında en parlak dönemini geçiren kentte yaşayan Rum ahalinin, 1821 yılında Yunan ayaklanmasına katılması sonucu ilçenin büyük bir kısmı boşaltılmış, daha sonra dönmelerine izin verilmekle beraber kent eski canlılığına kavuşamamıştır. Bugün eski dönemlerden fazlaca kalıntıya rastlanmamasına rağmen, yer yer Antik Yunanistan ve Antik Roma çağlarına ait çanak ve çömlek parçacıkları görülmektedir. Ayvalık'ta birçok tarihi yapının yanı sıra ve Rumlardan kalma ev ve kiliseler bulunmaktadır. Kent dokusu Osmanlı döneminde formunu kazanmıştır. Bugünkü Ayvalık'ın kurulması 1430-1440 yıllarına rastlar. Ayvalık o zamanlar limana hakim bir tepe üzerinde kurulu idi. Doğu Roma İmparatorluğu'nu sıkıştıran Osmanlı İmparatorluğu, Alibey Adası'nda bir deniz üssü kurmuştur. Daha sonraları şehre Rumlar yerleşmeye başlamış ve kısa sürede Türk nüfusu aşmışlardır. Osmanlı kaynaklarında Ayvalık adına ilk kez 1772 yılında yayınlanan bir fermanla rastlanır. Bu fermanın, 1770'te Çeşme önlerinde Rus donanmasıyla yapılan bir savaştan dönerken Ayvalık'a uğrayan, daha sonra sadrazam olan Cezayirli Hasan Paşa tarafından çıkarttıldığı düşünülmektedir. Bölge, 1789'dan itibaren gayrimüslimlerin yaşadığı bir özerk bölge olmuştur. Bu özerklik 1821'deki Yunan ayaklanmasına dek sürmüş, bu ayaklanma sonucunda Ayvalık boşaltılarak 1840'ta Karesi Sancağı'na bağlı bir ilçe yapılmıştır. Daha sonra Rumların dönmesine izin verilmesine rağmen, ilçe eski canlılığına kavuşamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin Anadolu'da incelemeler yapmak için gönderdiği Vital Guinet tarafından yayımlanan 1891 tarihli istatistiğe göre 21.666 olan kent nüfusunun 21.486'sı Rum, 180'i Türk'tür. 1900-1914 tarihli bir Fransız yıllığında Ayvalık'ın o zamanki sosyo-ekonomik yapısı hakkında şu bilgiler verilmektedir; "30.000 nüfusludur. Postasını Avusturya-Macaristan İmparatorluğu işletmektedir. Zeytinyağı, balmumu, yerli ipek, şarap, sabun dışsatımı yapılır ve şeker, kahve, yün, pamuklu kumaş, ham deri ithal eder. Fransa, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya Krallığı'nın kentte konsoloslukları bulunur. Bankalar; Osmanlı Bankası, Atina Bankası, Viyana Kredi Bankası'dır. Aynı zamanda bir akademi, iki oteli bulunan ilçede içinde eczanesi de olan bir genel hastane ve cüzzam hastanesi faaliyet göstermektedir." İlçe I. Dünya Savaşı sonrası İzmir'in işgali ile birlikte 29 Mayıs 1919'da Yunan egemenliğine girmiştir. İşgal sonrası Anadolu'da ilk direniş 172. Alay Komutanı Yarbay Ali Çetinkaya tarafından başlatılmıştır. Bu işgal 15 Eylül 1922'ye kadar sürmüştür. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nda belirtilen Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi gereğince, Girit, Makedonya ve Midilli Türkleri ilçeye yerleştirilmiştir. Burhaniye'ye bağlı varlık gösteren Ayvalık, 19 Mayıs 1928 tarihinde ilçe olmuştur. Ayvalık, Türkiye'nin Balıkesir ilinin Ege Bölgesi'nde kalan bir ilçesi olup Midilli adası'nın tam karşısında kurulmuştur. Çam ormanları ve Zeytin bakımından zengin olan ilçe Ege Denizi kıyısında olup Ayvalık Adaları adı verilen takımadalara sahiptir. Ayvalık'ın kuzeydoğusunda Gömeç, güneyinde İzmir ili'ne bağlı Dikili ve Bergama ilçeleri, batısında ise Ege Denizi bulunur. Ayvalık'ın karşısında ise Yunanistan Cumhuriyeti'nin, Kuzey Ege Adaları coğrafi bölgesinin Midilli iline bağlı olan ve hem Midilli ilinin hem de Kuzey Ege Adaları coğrafi bölgesinin yönetim merkezi olan Midilli şehri çıplak gözle görülebilecek yakınlıktadır. Ayvalık, bir adalar topluluğudur. Kaşık, Poyraz, Kamış, Büyükkuruada ve Güvercinada bunlardan bazılarıdır. Ayvalık ilçesinde dağlar denize dik uzandığından kıyılar girintili çıkıntılıdır. Bu kıyılar boyunca burunlar ve koylar meydana gelmiştir. İlçenin Ege Denizi'ne olan kıyıları 34 km'dir. İlçede Akdeniz iklimi hüküm sürer. Ege Bölgesi'nde yer alması nedeniyle kışları ılık ve yağışlı, yazları sıcak ve kuraktır. Devamlı hafif rüzgarlı günler mevcuttur. Yaz sıcaklığı ortalama 24-34 °C'dir. Kışlar ise ılıktır. Özellikle yazları tüm çevre kavurucu sıcaklıkta iken Ayvalık'ta batıdan esen ve genellikle öğleleri başlayan imbat ilçeyi serinletir. Bazı yazlar da "meltem" rüzgarları eser. Kazdağı yönünden gelen esintinin haftalarca sürdüğü de olur. Ayvalık ilçesine bağlı irili ufaklı 22 kadar ada vardır. Bu adaların en büyüğü Alibey Adası ya da diğer ismi ile Cunda Adası olup 1964 yılında bir köprü ile Lale Adası'na oradan da ilçe merkezine bağlanmıştır. Bu köprülerden biri aynı zamanda Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü olma özelliğini taşır. Alibey Adası dışındaki tüm Ayvalık Adaları 1995 yılında millî park ilan edilmiş ve yerleşim yasaklanmıştır. Adalar içinde tarihi ve turistik öneme sahip olan bir diğeri de Tımarhane Adası'dır. Bu adaya Türkler eski zamanlarda "Taşlı Manastır" olarak da adlandırmışlardır. Bu ada özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ayvalık'ta yaşayan Rumların içkiyi fazla kaçırması üzerine sert esen rüzgarı ile akıllarını başlarına toplamaları için gönderildikleri bir mekân olduğundan bu ismi almıştır. Bölgede ilk nüfus sayımı 1891'de Vital Guinet yönetiminde yapılmış, 21,666 olan kent nüfusunun 21,486'sının Rum, 180'inin Türk olduğu belirtilmiştir. İlçe nüfusu 1975 sayımına göre 33,000 kişidir. Belediye nüfusu 1980 yılı sayımında 19.371, 1985'te 21.381, 1990'da 25.687, 1997'de ise 29.342 kişi olarak belirlenmiştir. Bu rakamlara göre yıllık ortalama nüfus artış hızı %2.5 dolaylarındadır. İlçe nüfusu 2009 sayımlarına göre 62,460 kişidir. Bu nüfusun yaklaşık olarak 36,000'i ilçe merkezinde yaşar. Yazları gelen turistlerle nüfus oldukça artar. Ayvalık Türkiye'nin en kalabalık 207. yerleşim birimidir. İlçe ekonomisi büyük ölçüde zeytin ve turizme bağlıdır. Ayvalık'ta zeytin dışında pamuk, çam fıstığı ve mandalina gibi tarım ürünleri de yetiştirilir. Ayrıca bölgede, Bağyüzü Köyü'nde yetiştirilen Kozak üzümü tanınmış bir üründür. Son yıllarda turfanda sebzecilik ve Kozak çam balı üretimi de yapılmaktadır. Arazinin %70'i zeytinlik olan Ayvalık'ta zeytinden sabun ve zeytinyağı üreten sanayi kuruluşları bulunmaktadır. Türkiye'de 110 milyon zeytin ağacı vardır ve bunun 2.500.000'i ilçede bulunur. Balıkçılık ve balık restoranları da önemli bir gelir kaynağıdır. Turizm alanında büyük bir potansiyele sahip olan ilçede başta Şeytan Sofrası olmak üzere çeşitli doğal güzellikler olmakla birlikte, özellikle eski Rum evleri ve yapılarına dayanan kültür turizmi de gelişmiştir. Özellikle Sarımsaklı Plajları ve Alibey Adası'nda ise deniz turizmi gelişmiştir. İlçede 1994 yılında yapılan bir çalışmaya göre 1842-1914 yılları arasından kalma toplam 363 bina bulunmaktadır. İlçe son yıllarda Ege Adaları'ndan çok sayıda günübirlik misafir ağırlamaktadır. Bu ziyaretlerin amacı genellikle alışveriştir. Bu durumun ciddi ekonomik girdisinin oluşmaya başlaması ardından ilçe dükkânlarının vitrinleri Yunanca yazılar ile dolmuştur. Ayvalık'ın merkezinde her perşembe günü büyük bir pazar kurulur. Özellikle Yunanistan'ın Midilli ilinden olmak üzere, on binlerce Yunan turist günü birlik ziyarette bulunur. Yunan turistlerin ziyarette bulunduğu en önemli yerler ise Ayvalık pazarıdır. Son yıllarda Ayvalık'a gelen turistlerin çevre ilçelere de uğraması özellikle Ayvalık-Edremit arasında rekabete yol açmıştır. Ayvalık doğal güzellikler bakımından zengin bir ilçe olmakla birlikte mutfağı ile de ünlüdür. İlçeye özgü en önemli yiyecek sosis, sucuk, kaşar, turşu, mayonez, ketçap gibi malzemelerle hazırlanan Ayvalık tostu'dur. Diğer önemli bir yiyecek tüm Balıkesir ilinde yaygın olarak yapılan ve Höşmerim olarak da bilinen Hoşmerim tatlısıdır. Papalina olarak bilinen bir balık türünün (çaça balığı), genellikle meze olarak tüketilen ızgarası ve zeytinyağında unla yapılan kızartması da Ayvalık'ın önemli yemekleri arasında sayılır. Deniz kıyısında olması nedeniyle deniz ürünlerinden yapılan mezeler ve zeytinyağlı yemekler Ayvalık mutfağının temelini oluşturur. Ayvalık'ta son zamanlarda zeytinli dondurma da ilgi odağı olmuştur. Ayrıca Ayvalık'ta her yıl kış aylarında geleneksel olarak deve güreşleri de düzenlenmektedir. Ayvalık'ta engellilere yönelik bir takım etkinlikler düzenlenmekle birlikte bazı kesimlerce ilçe Engelliler Başkenti olarak adlandırılmaktad
ır. İlçede bulunan engelliler merkezi dünyaya açılmayı hedeflemektedir. Ayrıca ilçede uluslararası bir müzik akademisi bulunmaktadır. İlçenin en önemli spor kulübü, Ayvalık Belediyesi tarafından desteklenen Ayvalıkgücü Belediyespor'dur. Kulüp futbol, basketbol ve atletizm branşlarında hizmet vermektedir. Ayrıca ilçe civarı balıkadamlar tarafından oldukça tercih edilen bir dalış bölgesidir. Mercan rifleri açısından çok renkli zengin dip yapısı bulunan deniziyle, sualtı fotoğrafçıları tarafından tercih edilmektedir. İlçe belediye teşkilatı 1963 yılında kurulmuştur. Halen görev yapan Ayvalık belediye başkanı ise Cumhuriyet Halk Partisi'nden Rahmi Gençer'dir. İlçe karayolu ile İzmir'e 155, Bursa'ya 277, Susurluk'a 170 km, Çanakkale'ye 167, Ankara'ya 657, Bergama'ya 45, Truva'ya 154, Behramkale'ye 155, Efes'e 239, Alibey Adası'na 8 kilometre mesafededir. Yunanistan'dan gelen turistler ilçeye feribot ve deniz otobüsü ile yaklaşık iki saatte ulaşır. Yurtiçinden Ayvalık'a ulaşım ise genellikle karayolu ile sağlanır. Hemen hemen tüm büyükşehirlerden direkt seferler mevcuttur. Taşradan gelecek olanlar ise Balıkesir veya İzmir üzerinden otobüs seferleri ile ilçeye ulaşabilir. Otogar kentin 1.5 km güneyindedir. Havayolunu tercih edenler uçakla Edremit'te bulunan Balıkesir Koca Seyit Havalimanından (45 km) ya da İzmir'e gelip ilçeye karayolu ile ulaşırlar. Ayvalık'a ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İzmir Mavi Treni ile Balıkesir'e kadar gelip daha sonra TCDD'nin ayarladığı aktarma otobüsleri ile gidilebilir. İstanbul'dan ulaşımda ise İstanbul-Bandırma arasındaki hızlı feribot farklı bir seçenek olarak sunulabilir. Ayvalık eski bir yerleşme mekânı olması sebebiyle, küçük bir yer olmasına karşın eğitim olanakları bakımından gelişmiştir. Cumhuriyet döneminde ilçede kurulan ilk okul "Ayvalık Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Mektebi" adında yatılı bir özel okuldur. 1926 yılında okullarda meslek derslerinin kaldırılması üzerine meslek eğitim eşyalarını Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na devreden okul, 1927 yılında adını "Muhtelit İkmal Meslek Mektebi" olarak değiştirdi. 1929'da "Ayvalık Türk Ocağı Muhtelit Orta Mektebi" adını alan okul, 1931'de "Ayvalık Hususi Orta Mektebi" olarak isim değiştirmiştir. Ortaokuldan mezun olanların okumaları için 1963 yılında Ayvalık Lisesi açılmıştır. 1994 yılında bu ilçeye Ayvalık Anadolu Lisesi adında bir lise daha açılmıştır. Bugün Ayvalıkta, Ayvalık Anadolu Lisesi ve Ayvalık Lisesi başta olmak üzere onlarca okul bulunmaktadır. Ayvalık ilçesinde Balıkesir Üniversitesi'ne bağlı Ayvalık Meslek Yüksekokulu bulunmaktadır. Hollanda Hollanda (Felemenkçe: ""), Hollanda Krallığı'nı meydana getiren dört ülkeden biri. Topraklarının çok büyük bir kısmı Batı Avrupa'dadır, ayrıca Karayipler'de üç adası bulunmaktadır. Hollanda, kuzey ve batıda Kuzey Denizi, güneyde Belçika, doğuda ise Almanya ile komşudur. Hollanda'nın Rotterdam kenti, Avrupa'nın en büyük limanlarından biridir. Hollanda meşruti monarşi ile yönetilen bir Avrupa ülkesidir. Hollanda nüfus yoğunluğu fazla olan bir ülkedir. Ülke topraklarının çoğunluğu deniz seviyesinin altındadır. Hollanda Avrupa Birliği, NATO, OECD üyesidir. Hollanda aynı zamanda Schengen Bölgesi ve Benelüks topluluğunun bir parçasıdır. Belçika ve Lüksemburg ile birlikte Benelüks ülkelerini oluşturan 3 ülkeden biridir. Ayrıca Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamıştır. Ülke Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne, Uluslararası Adalet Divanı'na Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne ve Europol'e ev sahipliği yapmaktadır. Ülke özellikle peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri, laleleri, Holştayn adı verilen inekleri ve sosyal hakları ile tanınır. Hollanda'da eşcinsel evlilik yasaldır. Hollanda ismi aslında sadece ülkenin kuzeybatı kısmından Birleşik Hollanda Krallığı'nın en önemli eyaleti olan Hollanda Eyaleti'nden gelmektedir. Kısaca Hollanda olarak adlandırılmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu eyalet iki ayrı eyalete bölünmüştür: Kuzey Hollanda (Başkent: Haarlem) ve Güney Hollanda (Başkent Lahey: "Den Haag"). Felemenkçede "Hollanda" ifadesi sadece bu iki eyalet için kullanılır. Hollanda'nın dışındaki ülkelerde Hollandalılar genellikle "Hollandalı" olarak adlandırılırlar ve Hollanda turizm endüstrisi ve diğer endüstriler de ülkelerini "Hollanda" olarak pazarlamaktadırlar (hem İngilizcede, hem de Almancada). Hollanda eyaletinden gelmeyen Hollandalılar, ismi veren bölge olan Hollanda'nın ülkenin geri kalan bölümlerinde herkes tarafından sevilmediği için, "Nederland" için "Hollanda" adına ve "Nederlander" için "Hollandalı" adına belli bir antipati beslemektedirler. İngilizce "Dutch" adı, "duutsc" gibi Orta Hollanda biçimlerinden ortaya çıkmıştır. "Duutcs" ve "dietsc" gibi Orta Hollanda biçimleri halk arasında konuşulan lehçelerin adlarıdır ve bu lehçelerin, yönetimin, bilimin ve kilisenin dili olan Latinceden ayırt edilmesine yaramışlardır. "Dutch" ve "duutsc" biçimleri Almanca bir kelime olan "deutsch" ile bağlantılıdır ve aynı kökenden gelir. Fransızlar ise bu bölgeyi Pays-Bas yani 'alçak ülke' olarak tanımlarlar. Utrecht Birliği'ne bağlı Kuzey Hollanda eyaletleri (Güney Hollanda, Zeeland, Utrecht, Gelderland, Overijssel, Groningen ve Friesland) 26 Temmuz 1581'de İspanya kralı II. Felipe'den bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1648'de imzalanan Vestfalya Antlaşması'nda Hollanda vilayetlerinin bağımsızlığı tanındı. Bu yaklaşık olarak, daha sonra kurulacak olan Hollanda'nın bulunduğu bölgeydi. Buna karşın, bu bölgenin güneyinde kalan bölgeler, Flanderler dahil olmak üzere, krallıkta kaldı; daha sonra bu bölgede Belçika bağımsızlık kazanmıştır. Bu tarihten sonra Kuzey Hollandalılar ve Güney Hollandalılar olmak üzere iki toplumdan bahsedilmeye başlandı. Viyana Kongresi kuzey ve güneyi bağımsız bir ülke olan Hollanda Krallığı olarak kısa bir süre için birleştirdi. Ancak güney Hollandalılar (Felemenkliler) 1830'da bağımsızlıklarını Belçika adı altında ilan etmişlerdi bile. ("Belgica" eski bir Roma eyaletinin ismidir, ve Rönesans döneminde bu ifade, kuzey de dahil, Hollanda'nın Latince ismi olarak kullanıldı.) Hollanda I. Dünya Savaşı boyunca tarafsız kaldı. Ancak II. Dünya Savaşı'nda Alman işgaline uğradı. 10 Mayıs 1940 tarihinde Nazi Almanyası Belçika ve Hollanda'yı işgal etti. Ayrıca 1942 tarihinde Japonya Hollanda'nın bir sömürgesi olan Endonezya'yı işgal etti. Savaş bittikten sonra Endonezya bağımsızlığını ilan etti. Ülke üç büyük nehir tarafından iki ana bölgeye bölünür. Bu nehirler Ren ve onun ana kolları olan Waal ile Meuse nehirleridir. Bu nehirler tarihte derebeylikler arasındaki sınırı oluşturduğundan birtakım kültürel farklılıklara yol açmıştır. Hollanda'nın güneybatısı bir nehir deltasıdır ve Scheldt Nehri'nin iki kolu buradan denize dökülür. Ren nehrinin sadece bir kolu kuzeydoğuya doğru akar, bu da IJssel Nehri'dir ve IJsselmeer'e dökülür. Bu nehir de dil açısından bir bölünme yaratır, nehrin doğusunda yaşayanlar Hollanda Aşağı Saksoncası ağzını konuşurlar. Ülkenin toprakları Kuvaterner döneminde oluşmuştur. Toprakları genelde alüvyon, buzultaş, çökeller ve kilden oluşur. Hollanda'nın büyük bölümü deniz seviyesinin altında yer alır. Ülkenin Avrupa'daki topraklarındaki en yüksek nokta 322 metre yüksekliğiyle Vaalserberg tepesidir. 1287 yılında meydana gelen St. Lucia Seli ülkede 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu ve bu özelliğiyle tarihteki en ölümcül sellerden biridir. Hollanda'daki son büyük sel 1953 yılında meydana geldi, selde Hollanda'nın tarım yapılan topraklarının %9'u sular altında kaldı, ülkede 1835 kişi hayatını kaybetti. Ülkede denizden kazanılan çok miktarda toprak mevcuttur. 1930'larda yapılan Zuiderzeewerken çalışmasında, denizden yaklaşık 2500 kilometrekare toprak kazanıldı. Denizden toprak kazanma amaçlı çalışmalarda elde edilen arazilere polder adı verilmektedir. Hollanda çok güçlü bir ekonomiye sahiptir ve yüzyıllardır Avrupa ekonomisinde özel bir rol oynamıştır. 16. yüzyıldan beridir gemicilik, balıkçılık, ticaret ve bankacılık Hollanda ekonomisinin en önemli sektörleri olmuştur. Hollanda, dünyanın en fazla ihracat yapan ilk on ülkesinden biridir. Hollanda dünyadaki 16. en büyük ekonomiye sahiptir ve kişi başına düşen nominal gayri safi yurtiçi hasıla sıralamasında 7. sıradadır. 1997-2000 yılları arasında yıllık büyüme Avrupa ortalamasının oldukça üstünde olan %4 civarında seyretti. 2001-2005 yılları arasında büyüme tüm dünyayla birlikte yavaşlasa da, 2007'nin üçüncü çeyreğinde yeniden %4.1'e çıktı. Eurostat'a göre Hollanda'da işsizlik oranı Ekim 2011 itibarı ile %4.8'dir ve bu AB ülkeleri arasındaki en düşük orandır. Hollanda 12 il ("Provincie") ile 3 denizaşırı kamu yönetiminden ("openbare lichamen") oluşur. Lüleburgaz Lüleburgaz, Türkiye'nin Kırklareli iline bağlı bir ilçedir. İlçenin sınırları dahilinde 6 belde 30 köy bulunmaktadır. Çorlu, Edirne, Tekirdağ'dan sonra Trakya'nın 4. en büyük yerleşim yeridir. Lüleburgaz, Kırklareli'nin en büyük ve en gelişmiş ilçesidir. Kırklareli'nin güneyinde, sanayisi yoğun bir yerdir. Lüleburgaz ve civarı milattan önceki dönemde Trak, Büyük İskender ve Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdi. Roma İmparatorluğu'nun bölünme döneminde Bizans egemenliğine giren Lüleburgaz, Osmanlı'nın kuruluş döneminde Osmanlı'nın eline geçti. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Kırkkilise sancağının ikinci sınıf bir kazası olan Lüleburgaz kazası içinde 2 nahiye ve 30 köyde 3492 evde 14950 nüfus bulunur. Kaza içinde 22 cami ve bir mescit vardır. Büyük caminin harem avlusunda 17 odalı bir medrese vardır. Kazada 20 okul, telgrafhane, beledye daresi, jandarma dairesi, aşar ambarı, büyük saat kulesi, 2 hamam, 20 çeşme, su kemeri ve çömlekhane vardır. 14. yüzyıldan 1919'a kadar Osmanlı egemenliğinde kalan Lüleburgaz, Türk Kurtuluş Savaşı'nın önemli kongrelerinden Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin düzenlediği Lüleburgaz Kongresi'ne sahne oldu. Sevr Antlaşması'ndan sonra yöre Yunanlarca işgal edildi. Yö
re, işgalden ancak Mudanya Mütarekesi'nden sonra kurtulabildi. Lüleburgaz, Kırklareli ilinin güneyinde yer almakta olup, doğusunda Tekirdağ ilinin Saray ve Çorlu ilçeleri, batısında Kırklareli ilinin Babaeski ilçesi, kuzeyinde Kırklareli ilinin Pınarhisar ilçesi ve güneyinde ise Tekirdağ ilinin Hayrabolu ve Muratlı ilçeleriyle çevrilmiştir. Kırklareli ilinin en büyük yerleşim yeri olan ilçenin toplam alanı 1370 hektar olup, ilçe merkezinin denizden yüksekliği 30 metredir. İklim genel olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuktur. Genellikle kışın Balkanlardan gelen soğuk hava akımlarından etkilenmektedir. Lüleburgaz ilçesinin toplam nüfusu 2011 yılı verilerine göre 136.783 kişidir. Bunun 103.723'ü ilçe merkezinde 33.060'ı ise belde ve köylerdedir. 2000 yılına göre ilçe nüfusunda %16'lık bir artış görünmektedir. Bu artış ilçe merkezinde %31 olarak görülürken kırsal nüfus da ise %15'lik bir azalma görülmüştür. Nüfus artış oranı ülke genelinin çok üzerinde olup, artış genellikle diğer bölgelerden ve köylerden şehre yoğun göçten kaynaklanmaktadır. Dere Geliyor Dere, Ah Tren Kara Tren şarkısı Lüleburgaz yöresine aittir. Özel hukuk Toplumun birbiriyle eşit haklara sahip üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk alanı: Medeni Hukuk, Ticaret Hukuku, Devletler Özel Hukuku ve Borçlar Hukuku. Türkiye'de bu alanı düzenleyen başlıca yasalar Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'dur. Bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen özel hukukta, devlet düzenleyici ve uygulayıcı olarak yaptırım aşamasında bu hukuka müdahale eder (bireyin yargıya başvurması gibi). Ancak, devlet, eğer kamu kurumlarının tüzel kişi olarak bireylerle ilişkisinde, birey gibi özel hukuka tabi olur. Devlete ait ticari işletmelerin bireylerle olan iş ilişkileri de özel hukuka girebilir (kiralar, bankalar). Özel Hukuk alanında temel ilke olan serbestlik ilkesine göre 'kanunla yasaklanmamış her şey meşrudur'. Özel hukukta, bir kimseye, hukuk düzeninin sağladığı yetkilere hak denir. Hakkın kullanılması veya kullanılmaması kişiye bırakılmıştır. Kişi hakkını doğrudan veya tasarruf ile kullanır. Ehliyeti olmayanlar, haklarını temsilci, velayetçi ile kullanırlar. Bir hak, medeni kanuna göre dürüstlükle bağdaşır olmalıdır. Aksi halde, bir hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Haklar, mutlak ve nisbi, ayni ve kişisel haklar, malvarlığı hakları, kişivarlığı hakları, inşai haklar başlıklarına ayrılır. Sahipsiz hak olmaz, her hakkın bir sahibi vardır. Haksahibi, gerçek veya tüzeldir. Hak ehliyeti yönünden herkes eşittir. İnsanlar hak ehliyetini doğumla kazanır ve buna kişilik denir. Kişilik, hukukun temel kavramıdır. Haklar, aslen veya devren kazanılır. Bazı haklar, devredilemez. Hakkın yitirilmesi kişiliğin sona ermesi veya feragat iledir. Özel Hukuk : Bireylerin tam bir eşitlik içerisinde , tamamen kendi iradelerine dayanarak (hiçbir baskı gözetmeksizin) aralarında yaptıkları anlaşmaların dayandığı hukuksal haktır.Örneğin ; Ev kiralamak isteyen bir bireyin ev sahibiyle aralarında imzaladıkları sözleşme 'Özel Hukuk'u temsil eder.Özel Hukuk'ta 'Sözleşme Serbestliği' (yani bireyler kendi isteklerini çekinmeden dile getirebilir ve çekincelerini açıkca ifade edebilirler.Sözleşme Serbestliği tamamen bireylerin kendi iradelerini esas alır.) bireyler (ev sahibi ve kiracı) bu sözleşmede isteklerini belirtirler kendi iradeleriyle Özel Hukuk haklarını kullanmış olurlar. Şirketlerin aralarındaki anlaşmalarını , ev sahibi-kiracı anlaşmaları , uluslararası örgütlerin kendi aralarında anlaşmaları Özel Hukuk'a örnek olarak gösterilebilir. Bahçesaray, Kırım Bahçesaray (Kırım Tatarcası: "Bağçasaray", Ukraynaca: Бахчисарай, Rusça: Бахчисарай). Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney kısmında bulunan bir şehir. Kırım Hanlığı'nın başşehri. Doğusunda küçük bir şerit halinde Karadeniz'e kıyısı olan şehir; günümüzde Kırım Dağları'ının çevresindeki Çürüksü Deresi vadisinde, Simferepol-Sivastopol demiryolu üzerinde yer alır. Şehir, Osmanlılara tabi olduğu 1475 yılından, Küçük Kaynarca Antlaşması'yla özerk olduğu 1774 yılına nek yaklaşk 299 yıl Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Kırım Hanlığı'nın bir kenti olmuştur. Şehir, 1475'de Fatih Sultan Mehmed'in komutanlarından Gedik Ahmed Paşa tarafından ele geçirilerek Osmanlı İmparatorluğuna tabi olmuştur. Önceleri küçük bir yerleşim yeri olan Bahçesaray, 1503'de I.Mengli Giray Han'ın Çürüksu Irmağı'nın kenarına yaptırdığı Han Sarayı'nın giderek gelişmesi ile oluşmuş ve daha sonra Kırım Hanlığı'nın başkenti olmuştur. Böylelikle Kırım'ın yönetim ve kültür merkezi olan Bahçesaray'da, Han Sarayı'na eklenen yeni bölümlerin yanı sıra pek çok cami ve medrese gibi eserler de inşa edilmiştir. Bu eserlerin içinde; I. Mengli Giray Han ve I. Hacı Giray Han'ın türbeleri de vardır. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasındaki 1677-81 savaşını bitiren ve Dinyeper'in Batı kıyısını Osmanlı İmparatorluğu'na, doğu kıyısını ise Rusya'ya bırakan Bahçesaray Antlaşması 1681'de bu şehirde imzalanmıştır. Kent, 1736'daki Rus işgali sırasında büyük tahribat görmüştür. 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya, Kırım'ın bağımsızlığını ve tarafsızlığını Osmanlı İmparatorluğu'na kabul ettirdikten sonra 1783'te Kırım'ı ilhak etmesi sonucunda Bahçesaray da Rusya egemenliği altına girmiştir. Şehir bu süre içinde de Tatarların önemli bir kültür merkezi olmuştur. I. Hacı Giray Han'ın türbesi, Zincirli Medrese, Kırım Müftülüğü'nün de bulunduğu Salacık, Bahçesaray'ın önemli bir semti konumundadır. Buradaki tarihi kabristan alanında Kırım hanlarının yanı sıra, Kırım'ın milli liderleri İsmail Gaspıralı, ile sürgünde öldükten sonra Bahçesaray'a mezarları getirilen Ahmet Özenbaşlı ve Mustafa Edige Kırımal'ın da mezarları bulunmaktadır. Sovyet yönetimi döneminde tahrip edilen edilen han türbeleri Türkiye tarafından tamir edilmekte olup, TİKA tarafından onarılan Hacı Giray Han Türbesi 18 Mayıs 2009 tarihinde ziyarete açılmıştır. Bahçeşehir, Başakşehir Bahçeşehir namı diyar Şehr-i Bahçe ya da Süper Kent, Küçükçekmece Gölü'nün kuzeybatısında yer alan TOKİ tarafından toplu konut projeleri çerçevesinde yapılaşmaya açıldığı son 15 yıl içinde planlı bir şekilde büyüyerek örnek bir uydu kent halini alan, Başakşehir ilçesinde bulunan ve toplu yapılaşması hızla devam eden bir İstanbul semtidir. Türkiye'nin ilk uydukentidir. Bahçeşehir sahip olduğu lüks konutlarıyla çok yüksek gelire sahip insanlara hitap etmektedir. Sahip olduğu çeşitli iş yerleri ve ofislerle de bir iş ve ticaret merkezi olma özelliği de taşımaktadır Bahçeşehir'de yapılan son konutlar TOKİ tarafından yapılmıştır. Bahçeşehir toplu konut alanı, İstanbul şehir merkezinin 25 kilometre batısında yer almakta ve TEM Otoyolu ile İstanbul'un her semtine kesintisiz yollar ile bağlanmaktadır. Türkiye'yi Avrupa'ya bağlayan İstanbul - Edirne demiryolunun yaklaşık 3 kilometrelik kısmı bu alanın içinden geçmekte, Ispartakule tren istasyonu burada bulunmaktadır. Bahçeşehir projesi 4.703.000 m²'lik alan içerisinde, toplam 15.400 konutun oluşacağı bir uydu kent projesi olarak planlanmıştır. Bahçeşehir'de kişi başına 12 m² yeşil alan düşmekte ve ağaçlandırmanın devamlılığını sağlamak için de 40.000 m²'lik bir alan fidanlık olarak kullanılmaktadır. Yeşil alanların sulanmasına kaynak sağlamak amacı ile atık su arıtma tesisi kurulmuştur, tesisin ana amacı hem çevre kirliliğini önlemek hem de yeşil alanların sulanmasına yardımcı olmaktır. Türkiye'nin ilk ve en büyük yapay göleti, 300.000 m²'lik yeniden yapılanma alanı bu kompleks içinde yer almaktadır. 26.000 m²'lik göletin yer aldığı komplekste, çeşitli restoranlar, özel kulüpler, bar, disko, çay bahçesi ve atlı spor gibi tesisler bulunmaktadır. Bugüne kadar tamamlanmış ve faaliyete geçmiş 1 fen ve teknoloji lisesi, 4 özel ilk-orta öğretim, 2 resmi ilköğretim okulu, 1 resmi lise, 2 özel lise, 2 sağlık merkezi (resmi-özel), karakol, amfitiyatro, PTT santralı, kültür eğlence ve alışveriş merkezleri kullanıcıların hizmetindedir. Türkiye'nin en önemli, dünyanın sayılı uydu kent projelerinden biri olan Bahçeşehir projesi, 1996 yılında Birleşmiş Milletler Habitat II Konferası çerçevesinde, "Kurumsal Uygulamalar ve Projeler" ödülüne, 1997 yılında da Kanada'da "Yeni Kentsel Yerleşim Anlayışı" ödülüne layık görülmüştür. Bahçeşehir'e ilk yerleşim 1994 yıllarında başlamış olup, o zamanki Emlak Bankası ve Mesa Nurol tarafından yapılmıştır. İlk kurulduğu yıllarda ortalama bir semt olarak düşünülen Bahçeşehir'in nüfusu 2000 yılı genel sayımlarında 287.569 olarak belirlenmiştir. Mahalle, 2000 yılından itibaren Kayabaşı mahallesi gibi toplu konut projeleri çerçevesinde yapılaşmaya açıldığı için içerisinde planlı bir şekilde büyümüştür. Semtteki yaşayanların İstanbula oranla çok yüksek sosyo-statüleri, göç almaya müsait olmayan yapısı olmasına rağmen, Bahçeşehir büyük bir nüfus artışı olmuş 2008 genel seçimlerinde kendisine bağlanan diğer uydu kent ve beldelerle 388.000 olarak belirlemiş nüfusu, Arnavutköy, Adalar, Ataşehir, Avcılar, Bakırköy, Bayrampaşa, Beyoğlu, Beşiktaş, Beykoz, Beylikdüzü, Çatalca, Çekmeköy, Eyüp, Güngören, Sarıyer, Sultanbeyli, Şile, Şişli, Zeytinburnu gibi birçok ilçeden büyük olmasına rağmen Başakşehir ilçesine bağlıdır. Semtte sosyo-iş gücü ve meslek katagorilerinden, haberci, oyuncu, şarkıcı, fabrikatör, genel müdür ile birçok ünlü kişi ve aile ikamet etmektedir. Bahçeşehir'de yapılan istatistikler sonucunda semtteki kişi başına Gayrisafii millî hasıla 33.512$la Türkiye ortalamasının 6 katıdır. Bahçeşehir Belediyesi 1999 yılında kurulmuş ve kuruluşundan kısa bir süre sonra da Avrupa Çevre Diploma (2001), Avrupa Şeref Bayrağı (2005) Ödülleriyle ödüllendirilmiş, uyguladığı belediyecilik anlayışıyla Türkiye'ye model bir belediye olmuştur. Türkiye'de ilk kez Aile Hekimliği uygulamasına, ilk kez kentteki bütün öğrenci çocuk ve gençleri belediye başkanının yetkisi ile donatarak "Çevre Müfettişi" olarak gönüllülüğünün sağlanması, Türkiye'nin ilk modern halk pazarını kurması bir kamu kurumunda il
k kez İSO 9001 Kalite Standartlarının uygulanması gibi birçok yeniliklere imza atmıştır. Modern halk pazarının ismi Pazartürk, bu proje ve uygulamaları nedeniyle Belediye Başkanı 2004 yerel seçiminde Türkiye'de rekor oyla (%74.2 ile) yeniden seçilmiştir. Ama çıkarılan yasayla belediye statüsünü kaybetmiştir. Şu anda Başakşehir ilçesine bağlıdır. Aluşta Aluşta (Kırım Tatarcası: Aluşta, Ukraynaca: Алушта, Rusça: Алушта) Ukrayna'nın Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney sahilinde bölgesel öneme sahip bir şehir. İmparator I. Justinianus tarafından MS 6. yüzyılda kurulan, günümüzde bir tatil yeridir. Karadeniz sahilinde, Hurzuf'tan gelip, Sudak yolunun çizgisinin üzerinde olmasının yanı sıra, Kırım Troleybüs hattı üzerinde yer almaktadır. Bölge, Kırım dağlarına olan yakınlığı ve kayalık arazi nedeniyle dikkat çekicidir. Bizans savunma kulesi kalıntıları da vardır ve şehir adını 15. yüzyılda Ceneviz kalesinden almıştır. Kasaba, Bizans İmparatorluğu'nda "Aluston" (Αλουστον), Ceneviz hakimiyeti sırasında ise "Lusta" ismine sahipti. 1910 yılında, 544 Yahudi, şehir nüfusunun yaklaşık % 13'ünü oluşturan Aluşta'da yaşadı. 1939 yılında, 251 kişi ile kasaba toplam nüfusun sadece % 2.3'ünü oluşuyorlardı. II. Dünya Savaşı sırasında, 4 Kasım 1941 tarihinde, Almanlar kasabayı işgal etti ve 24 Kasım 1941'de, Sonderkommando 10 birimi yakaladığı diğer komünistlere ve partizanları ile birlikte 30 Yahudiyi öidürdü. 1941 Aralık ayı başında, Aluşta'da yaklaşık 250 Yahudi Sonderkommando 11b tarafından vurularak idam edildi. Valensiya (özerk topluluk) Comunidad Valenciana "(Valensiyaca: Comunitat Valenciana)", İspanya'nın doğusunda özerk bölge. Başkenti Valensiya şehridir. Bölge idari olarak 3 ile bölünmüştür. Alanı 23,255 km² nüfusu 4,806,000 kişidir. Bölge başbakanı Francisco Camps'dır. Kamu hukuku Kamu hukuku veya amme hukuku, devlet ve vatandaşlar veya devletin kendi kurumları arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk alanıdır. Özel hukuktan ayrılması sırf teorik bir ayrım değil, başvurulacak mahkemenin belirlenmesi açısından da önemlidir. Kamu hukukunun konusu olan devlet ve yurttaş arasındaki hukuksal uyuşmazlıklar, özel hukuk uyuşmazlıklarında yetkili sulh ve asliye mahkemelerinde değil, idare mahkemelerinde çözülür. Ceza hukuku da, ceza verme yetkisi sadece devlete ait olduğundan kamu hukuku alanına girer. Hukuki bir çatışmanın özel mi, kamusal mı olduğunun belirlenmesi için çeşitli teoriler geliştirilmiştir: Kamu Hukuku şunları kapsar: Simferopol Simferopol (Kırım Tatarcası: "Aqmescit", Ukraynaca: Сімферополь / "Simferopol", Rusça: Симферополь / "Simferopol", Osmanlı döneminde: Akmescit), Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin başkentidir. Kırım'ın Ruslar tarafndan işgal edildiği 1783 tarihine kadar Kırım Hanlığının ve Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresinde kalmıştır. Türkiye'de Akmescit olarak da bilinir. Salgır Çayı'nın kıyısında yer alır. Tarım bölgesinde sanayi, ticaret ve ulaşım merkezi olarak önem taşır. Nüfusu 363.600'dür (2004). Kırım Tatarlarının 1944 sürgününün ardından yeniden 1990 sonrasıda Kırım'a dönmelerinin ardından, başkent Simferepol Kırım Tatar Millî Meclisi, Kırım Tatar Millî Tiyatrosu, Kırım Tatar Yüksek Pedegoji Enstitüsü gibi kurumların gelişimi ile Kırım Tatarlarının siyasi başkenti konumuna gelmiştir. Şehrin en büyük cami Cami-i Kebir'dir. Ülke Ülke, bir devletin egemenliği altında bulunan, başkenti ve bayrağı olan, genellikle bağımsız toprakların tümü, memleket, yurt. Ülke kavramı uluslararası siyasette oldukça tartışmalı kavramlardan birisidir. Ülkelerin genellikle kendi parlamentosu ve/veya hükümeti vardır. Ancak dünya üzerindeki bazı ülkeler başkentleri, kendi parlamentoları, hükümetleri, başbakanları veya devlet başkanları olduğu halde sınırlı sayıda ülke tarafından tanınırlar. Çin Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Güney Osetya Cumhuriyeti, Kosova bu duruma örnek olarak verilebilir. Dağlık Karabağ Cumhuriyeti gibi bazı ülkeler de hiçbir ülke tarafından tanınmazlar. Bazı ülkeler geniş olarak kabul görmekle birlikte sınırlı sayıda ülke tarafından tanınmazlar. Çin bu duruma örnek verilebilir. Ülkeler konusunda tartışmalı bir diğer husus da bağımsızlık kavramıdır. Ülkeler genellikle bağımsızdır. Ancak İskoçya gibi bazı ülkeler parlamentoları ve başkentleri olduğu halde tam bağımsız değildirler. İskoçya, Birleşik Krallık'a bağlı bir ülkedir. Antigua ve Barbuda Antigua ve Barbuda; Karayip Denizi'nin doğusunda, Küçük Antiller ada grubundaki bağımsız bir ada ülkesi. Ülkeye adını veren iki büyük ada ve çeşitli adacıklardan meydana gelir. Başkenti, Antigua adasındaki St. John's'tur. Yerli halklar MÖ 2400 yıllarında buraya yerleşmişlerdi. Kristof Kolomb, 1493'teki ikinci seyahatinde Antigua'ya çıkmış ve İspanya'daki Santa Maria de la Antigua kilisesine atfen adaya Antigua adını vermiştir. 1632 yılında İngiliz kolonisi hâline geldi. 1666'daki kısa süreli Fransız işgaline rağmen İngiliz idaresinde kaldı. İlk İngiliz yerleşimciler bölgenin en eski sakinlerinden Karayip yerlilerinin saldırılarına da maruz kaldılar. Adada önceleri tütün yetiştirilirken 17. yüzyılda, daha kârlı olan şeker üretimine geçildi. 1666 yılında Barbuda da İngiliz kolonisi hâline getirildi. Monark, 1685 yılında adayı Codrington ailesine verdi. Ada bir köle yetiştirme merkezi olarak planlanmıştı ancak bu plan gerçekleşemedi; zira buraya yerleştirilen köleler kendi düzenlerini kurarak yaşamaya başladılar. 1834 yılında köleliğin kaldırılması şeker üretimini sıkıntıya soktu. 1843 depremi ve 1847 kasırgası adaların ekonomisinin iyice kötüleşmesine neden oldu. 19. yüzyılın sonunda Barbuda tekrar kraliyete devredildi zamanla tamamen Antigua'ya bağlandı. 1956 yılında Rüzgâraltı Adaları kolonisi dağıldı ve 1958 yılında Antigua Batı Hint Federasyonuna katıldı. Bu federasyon 1962'de dağıldı ve 1967'de Birleşik Krallık hükûmeti, Antigua'ya içişlerinde bağımsızlık veren 1967 Batı Hint Yasası'nı çıkardı. Dışişleri ve savunmadan ise Birleşik Krallık sorumluydu. 1970'lerde başbakan George Walter önderliğinde başlatılan tam bağımsızlık hareketi 1981'de Antigua ve Barbuda'nın bağımsızlık kazanması ile sonuçlandı. Vere Bird bağımsız devletin ilk başbakanı seçildi. Ülke Birleşmiş Milletler, İngiliz Milletler Cemiyeti ve Doğu Karayip Devletleri örgütüne katıldı. 1984 ve 1989 seçimlerini açık ara kazanan Bird ülke yönetiminde sıkı bir kontrol sağladı. 280 km² yüzölçümüne sahip Antigua adasının kıyıları oldukça girintili ve çıkıntılıdır. St. John's limanında deniz derindir. Büyük kısmının rakımı oldukça alçak olan adanın batısında volkanik kayalıklar ve 405 metrelik Boggy Zirvesi bulunur. Antigua'da dağların ve ormanların bulunmayışı, adayı diğer Rüzgâraltı Adaları'ndan ayırır. Yılda 1000 mm yağış almasına rağmen adada akarsu ve yeteri miktarda doğal su kaynağı bulunmadığı için kuraklık görülür. Ocak ayı ortalaması 25 °C, Ağustos ortalaması 28 °C'dir. Yazın sıcaklık 32 °C'ye kadar çıkar. Barbuda (eski adı Dulcina) Antigua'nın 40 km kuzeyindedir. 161 km² yüzölçümüne sahip ada, düz ve ağaçlıklı bir mercan adasıdır. Kuzeydoğudaki Obama Dağı'nın (eski adı Lindsay Tepesi) yüksekliği 44 metredir. Akarsuları olmayan ada Antigua'dan daha az yağış alır. Tek yerleşim bölgesi olan batıdaki Codrington, bir lagün kıyısında yer alır. İklimi Antigua'ya benzer. Yerleşimsiz Redonda kayalığı Antigua'nın 40 km güneybatısındadır. 1,25 km² yüzölçümüne sahip ada fosfat açısından zengindir. Ada halkının çoğunluğu Afrika kökenli siyahîlerden oluşur. Nüfusun büyük kısmı başkent St. John's'da yaşar. Halkın anadili İngilizcedir. Nüfusun 3/4'ü protestan Hıristiyanlardan oluşur. Bunların da 1/3'ü Anglikan'dır. Adada ayrıca Katolik, Metodist ve Moravya kilisesi mensupları da bulunur. Ülkede ana geçim kaynağı olan ziraatin yerini günümüzde turizm almıştır. Geçmişte Antigua'da bol miktarda üretilen şeker bugün yok denecek kadar az üretilir. Barbuda adasında ise hiçbir zaman şeker üretimi yapılmadı. Ada halkı balıkçılık ve kendine yetecek kadar tarım ile uğraşır. Adadaki geleneksel toprak sahipliği sistemi, turistik yapılaşmanın tehdidi altındadır. Ülkede başta narenciye, mango ve patlıcan olmak üzere çeşitli meyve ve sebzeler yetiştirilir. Ekonomide üretim küçük bir rol oynar. Ziraat ürünlerinin işlenmesinin yanı sıra çeşitli tekstil ürünleri ve beton blok üretilir. St. John's şehrinde uluslararası bir havaalanı bulunur. Antigua ve Barbuda anayasal bir monarşidir. Birleşik Krallık monarkı Antigua ve Barbuda'nın itibarî (nominal) hükümdarıdır ve ülkede bir genel vali tarafından temsil edilir. Yürütme yetkisi başbakan liderliğindeki bakanlar kurulundadır. Ülkede ilköğretim ve okul öncesi eğitim zorunludur. Avustralya Avustralya (İngilizce: Australia), ya da resmî adıyla Avustralya Milletler Topluluğu (İngilizce: Commonwealth of Australia), Güney Yarım Kürede yer alan kıta ülkesidir. Hint Okyanusu ve Büyük Okyanus arasında uzanır. Okyanusya kıtasında bulunur ve kıtanın çok büyük bir bölümünü kaplar. Komşuları Endonezya, Doğu Timor, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Vanuatu, Yeni Kaledonya ve Yeni Zelanda'dır. Başkenti Canberra, en büyük şehri ise Sydney'dir. Avustralya, 8.617.930 km² karada, 80.920 km² sularda olmak üzere toplam 8.698.850 km²'lik bir alana kurulmuştur. Hiçbir ülkeyle kara sınırı yoktur. Bu yüzölçümü onu dünya'nın 7. en büyük ülkesi yapar. Çevresinde sadece 25.760 kilometrelik bir sahil şeridi vardır. Avrupalılar 18. yüzyılda gelmeden önce, yaklaşık 50.000 yıldır yerli Aborjin halka ev sahipliği yapmaktadır. Aborjinlerin konuştuğu diller ise modern araştırmalar sonucu yapılan hesaba göre yaklaşık 250 farklı gruba ayrılmıştır. Cezai gönderim ile Birleşik Krallık tarafından başlatılan zorunlu göç, 1788 yılından 1868 yılına kadar devam etmiş olup, Yeni Güney Galler civarında yoğunlaşmıştır. İlk yerleşim yapılan yıllardan itibaren nüfus düzenli bir şekilde artmış, ve adanın tamamı 19. yüzyılın ortalarında keşfedilmiş olup, 5 yeni Kraliyet kolonisi kurulmuştur. 1 Ocak 1901'de 6 koloni birleşerek Federal yapı hal
ini almış ve Avustralya Federal Devletleri'ni (Commonwealth of Australia) oluşturmuştur. Kurulduğu günden itibaren liberal-demokratik politik sistemi benimseyen Avustralya Federal Parlamenter, Anayasal monarşi ile yönetilmekte olup, 6 eyalet ve bağıl topraklardan oluşmaktadır. 24 milyonluk nüfusu çoğunluğu doğu kıyısına yerleşmiş olup, şehirleşme oranı oldukça yüksek bir ülkedir Uluslararası Para Fonu'na göre Avustralya dünyanın en büyük 13. ekonomisi iken Kişi başına düşen millî gelir sıralamasında dünya 9.su olmuştur Ülke ayrıca İnsani Gelişme Endeksi sıralamasında Norveç'in ardından 2. gelip, yaşam standardı, sağlık, eğitim, kişisel özgürlük ve politik haklar gibi birçok kriterde dünya genelinde üst sıralardadır Avustralya Birleşmiş Milletler, G20, İngiliz Milletler Topluluğu, ANZUS, OECD, Dünya Ticaret Örgütü, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği ve Pasifik Adaları Forumu'na üyedir. Avustralya ismi Latincede "güneyden, güneye ait olan" anlamına gelen "Australis" kelimesinden türetilmiştir. Roma uygarlığı zamanına dayanan, güneydeki bilinmeyen bir ülke anlamı ("terra australis incognita") benzer bir yerin, ortaçağ coğrafyasında da bulunduğunu gösterir. Ancak bu bilgiler herhangi bilinen bir kıta bilgisi içermemektedir. Latincedeki Terra Australis Incognita terimi; "Güneydeki" (Australis) "Bilinmeyen" (Incognita) "Toprak parçası" (Terra) anlamına gelmektedir. 14 Mayıs 1606'da, Vanuatu'ya ayak basan Pedro Fernandes de Queirós, Güney Kutbu'ndaki tüm kara mülkiyetinin İspanya Krallığı'na ait olduğunu iddia etmiş ve kıtayı "Austrialía del Espíritu Santo" şeklinde adlandırmıştır. Flemenkçe "Australische" kelimesi, Batavia'daki Flemenkler tarafından, 1638 yılından önce, güneyde keşfedilmiş yeni yerleri adlandırmak için kullanılıyordu. "Australia" kelimesinin İngiliz dilinde ilk kullanımı ise 1692 yılında Gabriel de Foigny'nin yazdığı "Les Aventures de Jacques Sadeur dans la Découverte et le Voyage de la Terre Australe" isimli Fransızca romanının, 1693 yılındaki çevirisinde görülmüştür. Daha sonraları, 1765'te, Alexander Dalrymple bu kelimeyi, Luis Váez de Torres'ın 1606'da Yeni Gine'nin güney kıyılarına yaptığı seyahati anlattığı kitabını İngilizceye çevirirken kullanmıştır. Dalrymple, ayrıca Avustralya kelimesini, "An Historical Collection of Voyages and Discoveries in the South Pacific Ocean" (1771) isimli eserinde bütün Okyanusya bölgesini tanımlamak için kullanmıştır. 1793'te George Shaw ve Sir James Smith içerisinde geniş ada, büyük kıta, Avustralya, Australasia ve New Holland tanımlamaların yapıldığı, "Zoology and Botany of New Holland" eserini yayınlamıştır. Avustralya ismi, kıtanın etrafını gemi ile dolaşan bilinen ilk insan, kaşif Matthew Flinders'ın "A Voyage to Terra Australis" (1814) eseri ile popüler hâle gelmiştir. Britanya Krallığı'nın bakış açısını yansıtan ismine rağmen, eserinde Flinders Avustralya ismini kullanmış ve bu isim geniş kitlelerce telaffuz edilen bir terim olmuştur. New South Wales valisi Lachlan Macquarie sonraları bu ismi İngiltere'ye yolladığı yazılı mesajlarda kullanmıştır. 1817'de Macquarie bu ismin resmi olarak kabul edilmesini önerdi ve 1824'te Britanya Krallığı, kıtanın resmen Avustralya ismiyle tanınmasını onayladı. Avustralya'daki ilk insan yerleşimlerinin 42.000 ila 48.000 yıl öncesinde ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. İlk Avustralyalılar günümüzdeki Avustralya yerlisi olan Aborijinlerin atalarıdır. Kara bağlantıları veya kısa mesafeli suları geçerek Güneydoğu Asya'dan, adaya yerleşmişlerdir. Avrupalılar 18. yüzyılın sonlarında gelmeye başladıklarında bile bu insanların çoğu doğa insanıydı. Karmaşık bir dilsel kültür ve ruhsal değer ile doğaya saygı gösteren ve Aborijin mitolojisi olan "düş zamanı" (İngilizce: Dreamtime) inancı ile yaşamaktaydılar. Adada yaşayan diğer bir yerli halk olan Torres Strait Yerlileri (İngilizce: Torres Strait Islanders), etnik olarak Melanezya kökenlidir. Bu insanlar Torres Strait Adaları ve Queensland'ın kuzey uçlarındaki çeşitli bölgelere yerleşmişlerdir. Kültürel alışkanlıkları Aborijinlerden belirgin olarak farklıdır. Avustralya anakarasını resmî kayıtlara göre gören ilk Avrupalı, Hollandalı kâşif Willem Janszoon'dur. Janszoon Cape York Yarımadası'nı 1606'da görmüştür. 17. yüzyıl boyunca, Hollandalılar tüm batı ve kuzey sahil şeridinin haritasını çıkarmış ve buraları New Holland olarak adlandırmışlardır. Ancak herhangi bir yerleşim yeri kurma çabası göstermemişlerdir. İngiliz kaşif ve korsan William Dampier New Holland'ın kuzey-batı kıyısına 1688 yılında ayak bastı ve 1699 yılında geri döndü. 1770'te James Cook, Avustralya'nın doğu sahillerinde yolculuk yapmış, bölgenin haritasını çıkarmış, New South Wales olarak adlandırdığı bölgeyi Britanya topraklarına kattığını ilan etmiştir. Seferler sonucu yapılan keşifler, kıtanın sömürümü için, hızla mahkumların ve tutukluların işçi olarak çalıştırıldığı kolonilerin kurulmasını sağlamıştır. Britanya Denizaşırı Kolonileri kıtada ilk kez New South Wales kolonisi ile, 26 Ocak 1788'de Kaptan Arthur Phillip tarafından Port Jackson'da bir yerleşim yeri oluşturulması ile başlamıştır. Bu tarih daha sonra Avustralya'nın ulusal günü ilan edilmiştir ("Australia Day"). Yapılan bu ilk yerleşim Sidney'in kuruluşuna ve çevrenin keşfine giden yolu açarak sonraki yerleşimleri tetiklemiştir. Günümüzde Tazmanya olarak bilinen, Van Diemen's Land'e yerleşim 1803 yılında başlamıştır. Burayı 1642'de keşfeden kâşif Abel Tasman, adaya, kendisini bu yolculuğa yollayan Hollanda Güney Hindistan Kolonileri valisi ve generali Anthony van Diemen'in onuruna "Anthoonij van Diemenslandt" adını vermiştir. Van Diemen's Land 1825'te ayrı bir koloni hâlini almıştır. Tasmanya yerlilerine karşı 1803-1847 sömürge döneminde Tasmanya Soykırımı işlenmiştir. Birleşik Krallık, 1829'da Avustralya'nın batı bölümünü kontrol altında tutmaktaydı. New South Wales'in çeşitli bölümlerinde yeni ve ayrık koloniler oluşturuldu; sırasıyla South Australia (1836), Victoria (1851) ve Queensland (1859). Northern Territory (NT), South Australia eyaletinin bir parçası olarak 1863'te kuruldu. South Australia, bir serbest eyalet olarak kurulmuş ve hiçbir zaman diğer kolonilerde olduğu gibi mahkûm ve tutukluların çalıştırıldığı bir "cezai koloni" olmamıştır. Suçluların adaya getirilmesi 1840 ve 1864 yılları arasında aralıklarla devam ettirilmiştir. New South Wales'te ise yerleşimcilerin protestoları sonucu 1848 yılında mahkum ve tutukluların yerleşmesine son vermiştir. Avustralya yerlilerinin nüfusunun, Avrupalıların kıtaya yerleşmeye başladığı sıralarda 350.000 civarı olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten itibaren geçen 150 yılda sayıları hızlı bir şekilde azalmıştır. Bunun başlıca nedeni salgın hastalıkların göçe zorlanmaları ile birleşmesi ve kültürel parçalanmadır. Binlercesi daha Avrupalı (çoğu İngiliz) yerleşimcilerle yapılan sınır savaşları sonucu hayatını kaybetmiştir. Hükümetin 1869 yılında çıkardığı Aborjin Koruma Yasası ile birlikte başlayan "asimilasyon" süreci birçok Yerli aileyi birbirinden ayırmıştır. Yerli çocukların ailelerinden alınıp devşirilmesi, bazı tarihçiler ve Avustralya yerlileri tarafından “kayıp nesil” oluşturulması olarak adlandırılmaktadır. Aynı zamanda bu tarihçiler ve Avustralya yerlileri, yerli komünitelerinin dağıtılarak, parçalanarak nüfusunun azaltıldığını ve bunun bir soykırım olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Huzurlu ve sorunsuz bir toplum yaratma amacıyla yapılan devşirme eylemi günümüzde insan hakları ihlali olarak tanımlanmaktadır. Aborijinlerin tarihi hakkındaki bu yorumlara, bazıları karşı gelmekte ve bunların politik ve düşüncesel nedenler ile abartıldığını, uydurma olduğunu belirtmektedir. Bu tartışma Avustralya'da "History Wars" (Türkçe: Tarih Savaşları) olarak bilinir. 1967 referandumundan sonra federal hükümet yürütme gücünü ve Aborijinler ile ilgili kanun çıkarma hakkını elde etti. Adanın yerli halkındaki mülkiyeti, Avustralya Yüksek Mahkemesinin "Mabo v Queensland (No 2)" davasına kadar tanınmamıştır. Bu davadan sonra Avustralya'daki mülkiyet kavramı değişmiş ve Avrupalıların istilası sırasında adanın kimseye ait olmadığı belirtilmiştir (Terra Nullius). 1850'lerde Avustralya'da Altına hücum başladı ve 1854'te madencilik lisans ücretlerine karşı ilk sivil ayaklanma olan Eureka Stockade ayaklanması gerçekleşti. 1855 ve 1890 yılları arasında, altı koloni bireysel olarak özerk hükümet olma hakkını kazandı ve birçok kişisel işini kendi yönetmeye başladı. Londra'daki koloni ofisi ise hâlen önemli dış ilişkilerin, savunma konularının ve uluslararası denizcilik ve ticaret konularının yönetimini elinde tutmaktaydı. 1 Ocak 1901'de gerçekleşen federasyonlaşma ile birlikte, on yıllık bir planın ardından seçme ve seçilme, temsil edilme haklarını elde ettiler. Böylece Britanya Krallığı'nın yönetiminde, Avustralya Kraliyet Devleti doğmuş oldu. Canberra'nın yeni federal başkent olarak önerilmesinin ardından, 1911 yılında New South Wales bölgesinde, Avustralya'nın başkent bölgesi olan "The Australian Capital Territory (ACT)" bölgesi kuruldu. (Melbourne 1901-1927 yılları arasında başkentti.) Yine 1911'de Kuzey Bölgesi (NT), Güney Avustralya (SA) hükümetinin kontrolünden Avustralya Kraliyet Devleti kontrolüne geçti. Avustralya kendi isteği ile I. Dünya Savaşı'na katıldı. Bu kararın arkasında Federal Liberal Partisi ve İşçi Partisi'nin de güçlü desteği önemli rol oynar. I. Dünya Savaşı Batı Cephesi'nde birçok savaşta yer almalarına rağmen Çanakkale Savaşı Avustralya için ayrı bir öneme sahiptir. Birçok Avustralyalı, Avustralya ve Yeni Zelanda Askeri Gücü'nün "(ANZAC - Australian and New Zealand Army Corps)" Çanakkale Savaşı sonrası mağlup olmasını, saygı ile hatırlar ve bu tarihi ulusun doğuş tarihi olarak kabul eder. Bu tarih aynı zamanda, ülkenin ilk önemli askeri olayıdır. Gelibolu Savaşı gibi, II. Dünya Savaşı sırasında meydana gelen Kokoda Track Savaşı da birçokları tarafından ulusal önem verilen bir olaydır. Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki birçok yasal bağlantı, Avustralya'nın 1942 yılı
nda, "1931 Westminister Yasası"'nı (İngilizce: Statute of Westminster 1931) kabul etmesi ile resmen son bulmuştur. 1942'de Birleşik Krallık'ın Asya'da uğradığı şok yenilgi ve Japonya'nın Avustralya üzerindeki işgal tehdidi, Avustralya'nın yeni bir müttefik ve koruyucu olarak gördüğü Amerika Birleşik Devletleri ile yakınlaşmasına neden olmuştur. 1951'den beri Avustralya, ANZUS antlaşması ile ABD'nin resmi olarak askeri müttefiğidir. II. Dünya Savaşı sonrası, Avustralya, Avrupa'dan gelen tüm göçleri desteklemiştir. 1970'lerde, sadece Avrupalıların göç etmesine izin veren Beyaz Avrupa Politikası'nın iptali ile de, Asya ve dünyanın diğer yerlerinden gelen göçmenler desteklenmiştir. Bunun sonucunda, Avustralya'nın nüfusu, kültürü ve görüntüsü radikal bir şekilde değişmiştir. Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki son yasal bağ, 1986 Avustralya Akti ile sona ermiştir. Avustralya eyaletleri üzerindeki Birleşik Krallık hâkimiyeti ve Birleşik Krallık Özel Meclisine yapılan adli başvurular sonlanmıştır. Buna rağmen Avustralyalı seçmenler 1999'daki referandumda % 55 çoğunlukla cumhuriyet yönetimine geçmeyi reddetmişlerdir. 1972 Whitlam Hükümeti'nden itibaren, Avustralya dış politikasında giderek artan bir Pasifik-Asya aidiyeti kavramı oluşurken, geleneksel müttefik ve ticari partner ile olan ilişkiler de devam etmektedir. Bugün ülke halen sembolik olarak Kraliçe II. Elizabeth'e bağlı, anayasal monarşi altında parlamenter bir sistemle yönetilmektedir. Avustralya Eyaletleri 7,617,930 km²lik yüzölçümü ile Hint-Avustralya levhası üzerinde bulunur. Hint ve Pasifik Okyanusları ile çevrili olup, Asya kıtası'ndan Arafura Denizi ve Timor Denizi ile ayrılır. Kuzeydoğu'daki Queensland sahili boyunca Mercan Denizi uzanır. Avustralya ile Yeni Zelanda arasında ise Tasman Denizi bulunur. Dünya'nın toprak büyüklüğü açısından 7. en büyük ülkesi olan Avustralya, bazen "ada kıta" olarak da adlandırılır. Avustralya anakarasının 34,218 kilometre uzunluğunda sahili vardır. Bunun yanında Antarktika'da 8,148,250 km² lik Münhasır ekonomik bölge iddia etmektedir. Bu alan Avustralya Antarktik Toprakları'nı kapsamamaktadır. Avustralya Macquarie Adası'nın haricinde, 9. güney enlemi ve 44. güney enlemi; 112. doğu boylamı ve 154. doğu boylamı arasında yer alır. Dünya'nın en büyük mercan resifi olan Büyük Set Resifi ("Great Barrier Reef") kuzey-doğu kıyısının hemen açıklarında bulunmakla beraber 2000 kilometreden de fazla bir uzunluğa sahiptir. Batı Avustralya'da bulunan Augustus Dağı dünya'nın en büyük tek parça halindeki dağıdır (monolit). Great Dividing Range üzerinde bulunan Kosciuszko Dağı 2228 metre yükseklikle Avustralya anakarasının en yüksek dağıdır. Daha da uzun olan Mawson Zirvesi 2745 metre rakımla anakaradan uzak Heard Adası'nda, McClintock Dağı ve Menzies Dağı ise sırasıyla 3492 ve 3355 metrelik yükseklikleri ile Avustralya Antarktika Toprakları'nda yer alırlar. Avustralya'nın büyüklüğü ona, aynı ülke üzerinde değişik iklim ve yeryüzü görünümü vermiştir. Kuzey-doğu'da tropik yağmur ormanları bulunurken, güney-doğu ve güney-batı bölgelerinde dağlık alanlar, merkezde ise kurak düzlükler bulunur. En eski ve verimsiz toprakların bulunduğu Avustralya, en düz kıta olma özelliğine de sahiptir. Çöl veya yarı-kurak topraklar - Outback olarak da bilinir - karanın çoğunluğunu oluşturur. Yıllık 500 mm'lik yağış ile dünyanın yaşanan en kurak kıtasıdır. Kilometrekare'ye 2.8 insan düşmesi nüfus yoğunluğu bakımından onu son sıraya getirir. Nüfusun büyük bir bölümü ılıman iklimin hüküm sürdüğü güney-doğu'da yaşar. Doğu Avustralya Great Dividing Range ile birbirinden ayrılır. Bu dağ sırası Quensland, New South Wales ve Victoria eyaletlerinin sahillerine paralel uzanır. Her ne kadar ismi dağ sırası olsa da, gerçekte geçtiği arazilerin çoğunluğu alçak tepelerden ve yüksekliği 1600 metreyi bulmayan platolardan oluşur. Sahil yaylaları ve Brigalow çayırları sahil ile dağ arasına sıkışmışken, dağ sırasının iç tarafı geniş otlaklardan oluşur. Bu otlaklar New South Wales'in batı ovaları ile Queensland'in iç toprakları olan Einasleigh Uplands, Barkly Tableland ve  Mulga Lands arazilerini kapsar. Doğu kıyısının en kuzey noktası tropik yağmur ormanları ile kaplı Cape York Yarımadası'dır. Genellikle yüksek ve uzun olmayan yaylalar, güneydoğuda verimli ovalar yer almaktadır. Erozyonla ortaya çıkan asıl ana kara 3 milyar yıldan daha yaşlıdır. Toprak bakımından Rusya, Kanada, Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Brezilya'dan sonra 6. en büyük ülkedir. Avustralya'da bulunan Hamilton Adası Cennet Hitabı görülür. Avustralya'nın serbest piyasa ekonomisi vardır. Kişi başına gayri safi yurtiçi hasılası yüksek, yoksulluk oranı ise düşüktür. Avustralya doları; Christmas Adası, Cocos Adaları ve Norfolk Adası dahil olmak üzere tüm Avustralya'nın para birimi olmasının yanı sıra bağımsız Kiribati, Nauru ve Tuvalu adalarının para birimidir. Australian Stock Exchange ile Sydney Futures Exchange'in 2006'daki birleşmelerinden sonra Australian Securities Exchange, dünyanın en büyük dokuzuncu borsası oldu. 2010 Ekonomik Özgürlük Endeksi'nde üçüncü sırayı alan Avustralya, dünyanın en büyük on üçüncü ekonomisidir ve en yüksek on birinci kişi başına GSYİH'ına sahiptir; bu Birleşik Krallık, Almanya, Fransa, Kanada ve Japonya'dan daha yüksek, ve Amerika Birleşik Devletleri ile aynı sıradadır. 2010 İnsani Gelişme Endeksi'nde ikinci, Legatum'un 2008 Refah Endeksi'nde ilk, ve "The Economist"in küresel 2005 Yaşam kalitesi sıralaması'nda altıncı sırayı aldı. Avustralya'nın bütün büyük şehirleri küresel karşılaştırmalı yaşanabilirlik anketlerinde yüksek puan alır; "The Economist"in 2008 Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinde Melbourne ikinci, Perth dördüncü, Adelaide yedinci ve Sidney dokuzuncu sırayı almıştır. Avustralya, İngilizlerce sömürgeleştirildi ancak bugün dünyanın her yerinden insanlar orada yaşıyor. İngilizce başlıca konuşulan dil ve bütün dinler kabul edilmesine karşın başlıca din Hıristiyanlıktır. Avustralya çok kültürlüdür, bu tüm insanların farklı dil, din ve yaşam yolları olduğu anlamına gelir. Çağdaş ünlü yazarlar arasında Peter Carey, Thomas Keneally ve Colleen McCullough vardır. 1973 yılında Patrick White, tek Nobel Edebiyat Ödülü alan Avustralyalı oldu. Patrick White, yirminci yüzyılın en büyük İngilizce yazarlarından biri olarak görülüyor. Avustralya müziğinde birçok dünya çapında yıldız vardır. Örneğin opera şarkıcıları Nellie Melba ve Joan Sutherland, rock and roll gruplarından Bee Gees, AC / DC, Airbourne ve INXS, pop şarkıcısı Kylie Minogue ve Avustralya ülke müziği Slim Dusty ve John Williamson. Avustralya Aborjin müziği çok özel ve çok eskidir. Didgeridoo adlı üflemeli çalgıları çok ünlüdür. Bahamalar Bahamalar ya da resmi adı ile Bahama Milletler Topluluğu, Karayipler'de yer alan ve coğrafi açıdan Orta Amerika'ya dahil edilen Batı Hint Adalarının kuzey-kuzeydoğu sınırını oluşturan takımadalar ve ülke. Amerika ülkeleri'nden biridir. ABD’nin Florida eyaletinin güneydoğu kıyısı açıklarında Küba ve Hispanyola'nın (Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) kuzeyinde yer alır. 700 kadar ada ile sayıları 2400’e ulaşan çıplak kaya oluşumunu kapsar. Bahamalar'ın toplam yüz ölçümü 13939 km², nüfusu ise 261.000'dir (1991). Başkenti en önemli ada olan New Providence’deki Nassau'dur. Diğer önemli adaları ise Andros, Büyük Bahama ve Eleuthera'dır. Bahamalar'a ilk gelen İspanyol kaşifler adaların etrafında yer alan nehirleri "Baja Mar" (Türkçe: Sığ deniz) olarak adlandırmışlardır. İlerleyen süreçte bu tanımlama ada ülkesinin tamamı için kullanılmaya başlanmıştır. Bahamalar’ın ilk sakinleri Kristof Kolomb'un Lucayan adını verdiği Aravak yerlileriydi. Bunların kökeni Güney Amerika’dan gelen ve Karayipler tarafından kuzeye Antil denizine sürülen Aravaklara dayanmaktadır. Komşu Karaiplerin tersine genellikle barışçı olan Aravaklar daha çok balıkçılık ve tarımla uğraşır insan eti yemezlerdi. 1492'de Yenidünya'ya varan Kristof Kolomb'un ilk olarak Bahamalarda Yerlilerce Guanahani olarak adlandırılan adaya ayak bastığı sanılmaktadır. İspanyollar Bahamalar’a yerleşmek için bir girişimde bulunmadılar ama düzenledikleri baskınlarla barışçı Aravakları toplayıp Hispaniola madenlerinde çalıştırdılar. Bu köle avları sonucu adaların nüfusu azaldı. Yüzyıl kadar sonra İngiliz göçmenler buraya geldiğinde adalarda hiçbir insan yaşamıyordu. 1629'da İngiliz Kralı I. Charles Bahamları bakanlardan birine bağış olarak verdi. Bahamalar 1770’te Albermarle dükünün de aralarında yer aldığı Güney Carolina kolonisi sahiplerine yeni bir mülk kolonisi olarak verildi. Korsanlık başlıca geçim kaynağı ve yaşam biçimi haline geldi. Bahamalar 1917'de yeniden tahta bağlandıktan sonra korsanlığa son vermek için ciddi çabalar gösterildi. İlk krallık valisi olan Woodes Rogers büyük ölçüde kendi servetini harcayarak korsanlığı önlemeyi başardı. 1776’da birkaç gün ABD Deniz Kuvvetlerinin, 1782-83 arasında da İspanya elinde kalan adalar, Versailles antlaşmasıyla (1783) yeniden İngiltere'ye verildi. Mayıs 1963'te Londra'da toplanan bir konferansta adalar için yeni bir anayasa hazırlandı. 1967 genel seçimlerinde Lynden Pindling liderliğinde iktidara gelen İlerici Liberal Parti, ırk ayrımına son verilmesi ve tam bağımsızlık için çalışarak ekonomide yabancıların yerini Bahamalalıların almasını sağladı. Bahamalar, 1973 yılında bağımsızlığını kazandı. 1983’te ise Karayipler Topluluğu ve Ortak Pazarı'na (CARICOM) üye oldu. Bahamalar güney ve batısındaki karalardan derin kanallara ayrılan bir denizaltı yükseltisinin su üstüne çıkmış uzantılarından oluşur. Çoğu, dar ve uzun olan adaların Atlas Okyanusu’na bakan kuzeydoğu yamaçlarında kıyıya vuran dalgaların ve alize rüzgarlarının taşıdığı kumlardan oluşmuş tepecikler uzanır. Bahamlar’ın en yüksek noktası Cat Adasındaki Alvernia dağıdır. Adaların etrafı mercan kayalıklarıyla çevrilidir. Bahamalar’da hiç akarsu yoktur. Bahamalar'ın iki mevsimli yumuşak astropik iklimi büyük ölçüde Gulf Stream Akıntısı ile Atlas Okyanusu'nun meltemlerinin etkisi altındadır. Ortalama sıc
aklık kış aylarında 21 derece, yaz aylarında 27 derecedir. Bahamalar'da Avrupalılar ile köle ticareti yoluyla adalara getirilen Afrikalıların karışımından oluşan bir halk yaşar. Yalnızca 22 kadar ada ve köyde yerleşim vardır. Nüfusun %55,1’i kentlerde %44,9’u kıyılarda yaşar. Bahamlar'da nüfusun beşte ikisi 10 yaşın altındadır. Ülkenin resmi dili İngilizcedir. Büyük ölçüde turizm ve uluslararası finans hizmetlerine dayanan bir Pazar ekonomisine sahip olan Bahamalar’ın 1989 gayri safi millî hasılası (GSMH) 2 Milyar 820 Milyon ABD dolarını bulmuştur. Tarımın GSMH ve istihdam içindeki payı %5 dolayındadır. Ülkenin gıda gereksiniminin neredeyse tümü büyük ölçüde ABD’den yapılan ithalatla sağlanmaktadır. Bölgenin bol güneşli iklimi domates, muz, ananas, mango, guava, guanabana ve greyfurt gibi meyvelerin yetiştirilmesine elvermektedir. Madencilik yalnızca tuz ve çimento üretimine dayanır. Bahamalar’ın en önemli sanayi merkezi olan Büyük Bahama’daki Freeport’ta büyük bir çimento fabrikası vardır. Yerel halkın özelliklerini yansıtan Bahama kültürü, komşu adalardan gelme bazı etkiler de taşır. Çeşitli geleneksel toplu eğlencelerin en önemlisi Noel'i izleyen günde ve yılbaşında düzenlenen Jankanoo geçit törenidir. Törene katılanlar özel olarak kendilerine ayrılan ana caddede süslü giysiler içinde inek çanları ve davullar çalarak yürür ve Afrika kökenli goombay ritmi eşliğinde dans ederler. Nassau’da amatör koro tiyatro ve dans toplulukları yerel özellikler taşıyan gösteriler sunarlar. Bahamalılar son yıllarda resim ve edebiyat alanında çeşitli eserler vermişlerdir. Encyclopaedia Britannica'nın İngilizce Bahamas başlığından Türkçeye çevrilmiştir. Bangladeş Bangladeş (Bengalce: বাংলাদেশ ['baŋlad̪eʃ] '), resmi olarak Bangladeş Halk Cumhuriyeti (Bengalce: গণপ্রজাতন্ত্রী বাংলাদেশ '), Güney Asya'da bir ülkedir. Myanmar ile Hindistan sınır komşusudur. Bangladeş'in anlamı "Bengal'in ülkesi" olup resmi dili Bengalcedir. Nüfusun %89'u Müslüman, resmi dini İslam'dır. Geri kalan kısmı Hindu ve Budisttir. 1971 senesine kadar Pakistan'ın "Doğu Pakistan" adlı eyaleti, daha önceleri de İngilizlerin Kıta Hindi'nde Bengal eyaleti idi. Kuzey-güney arası 625 kilometre, doğu-batı arası 304 kilometredir. Bangladeş, MÖ bölgede hüküm süren büyük devletlerin, MS 750-1200 arasında yerel Palas hanedanlarının egemenliği altında kaldı. Onuncu asırdan itibaren Müslümanlar bölgeye egemen olmaya başladılar. Bangladeş 12. asırdan 1757 yılına kadar Müslümanların idaresinde, 1757'den 1905 yılına kadar İngilizlerin egemenliğinde kaldı. 1947 yılında da Müslüman kesimi "Doğu Pakistan" adıyla Pakistan'ın bir eyaleti oldu. 1969 yılına kadar Pakistan'ın eyaleti olarak kaldı. 28 Kasım 1969'da meclis üyelerinin teşkili için yapılan seçim propagandaları esnasında Mucib-ür Rahman ve onun "Avami Partisi" seçim propagandalarını Doğu Pakistan'a muhtariyet vereceği vaadi üzerine kurmuştu. Aralık 1970'te yapılan seçimler sonucunda Avami Partisi 313 sandalyeden 167'sini aldı. 1 Mart 1971'de Millet Meclisinin teşkili ertelendi. Bu durum Doğu Pakistan'da meşru hakların ihlali sayıldı ve genel greve gidildi. Bunun üzerine ordu, grevcilerin üzerine gitti ve iç harp başladı. Bir kısım halk da Hindistan'a sığındı. Bu arada Hindistan-Pakistan Savaşı başladı. 1971 Aralık ayında savaş bittiğinde Hindistan, Doğu Pakistan'ın büyük bir bölümünü işgal etmişti. Hindistan burayı iki hafta kadar kontrol altında tuttu. 22 Aralık 1971'de Mucib-ür-Rahman'ın liderliğinde Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Hindistan ülkeyi terk etti. Mucib-ür-Rahman ve Avami Partisi'nin iktidara gelmesiyle karışıklıklar dinmedi. 15 Ağustos 1975'te yapılan darbe ile Mucib-ür-Rahman ailesi ile birlikte öldürüldü. İdareyi Kandahar Mustak Ahmed ele aldı. 3 Kasım 1975'te Dakka garnizon komutanı Tuğgeneral Halid Müşerref, Mustak Ahmed'i devirdi. Ancak kendisi iktidarda sadece dört gün kalabildi. 7 Kasım 1975 tarihinde General Ziya-ür-Rahman bir darbe ile Halid Müşerref'i devirdi. Ziya-ür-Rahman zamanında ordu uzun müddet siyasetten uzak durdu. 1977 yılında yapılan seçimleri Ziya-ür-Rahman kazandı ve geçici olsa da, siyasi istikrar temin edildi. 30 Mayıs 1981 tarihinde bir grup subay ve askeri birlik başarısız bir darbe yaptılar. Ziya-ür-Rahman'a bağlı birlikler darbeyi bastırdılar. Ancak darbe esnasında Ziya-ür-Rahman öldürüldü. 15 Kasım 1981'de seçim yapıldı ve Milli Birlik Partisi lideri, öldürülen Ziya-ür-Rahman'ın yardımcısı Abdüssettar, oyların % 66'sını alarak devlet başkanı oldu. Ancak siyasi istikrar yine temin edilememiş ve kargaşa bitmemişti. Nihayet hükumet, Milli Güvenlik Kurulu kurulmasını kabul etti ise de, gerginlik durmadı. Sonunda Genel Kurmay Başkanı Muhammed Erşad, askeri bir darbe ile Abdüssettar'ı devirerek idareye el koydu. Askeri idare iki sene iş başında kalacağını ilan etti. 21 Mart 1985'te yapılan referandumda Erşad'ın devlet başkanlığında kalması onaylandı. Diktatörlük ve otoriter bir rejimle ülkeyi yönettiği söylenen Muhammed Erşad'ın geniş çaplı kitle gösterileri neticesi istifa etmesi üzerine 6 Aralık 1990 senesinde Şahabeddin Ahmed devlet başkanlığına vekaleten getirildi. 19 Eylül 1991 senesinde yapılan seçimleri kazanan (Ziya-ür-Rahman'ın dul eşi) Halide Ziya başbakan oldu. Bangladeş daha ziyade Kıta Hindi'nin Ganj (Padna), Jamune (Brahma Putra) Nehrinin aşağı kolu ile Meghna gibi önemli nehirlerinin deltasında oluşan alüvyonlu ovalardan meydana gelir. Bu nehirler birleşerek Bengal Körfezinde bir delta içinde akarlar. Ovaların büyük bir kısmının denizden yüksekliği 9 metreyi geçmemektedir. Bu sebeple her yıl yağışlı mevsimlerde ırmakların kabarmasıyla ovalar seller altında kalırlar. Bu sel baskınlarının en büyüğü 1974 yılında olmuş ve ülkenin % 70'i sular altında kalmış, 2 bin insan ölüp, yüz binlerce insan evsiz, barksız ve aç kalmıştır. Jamuna Irmağının kolları olan Tistua ve Astrai ırmakları, ovanın kuzey bölümünden geçerler. Bu bölgede çok sayıda bataklık ve sazlık bulunmaktadır. 9300 kilometrekarelik bir yer kaplayan Barind Ovası, orta kesimde 6350 kilometrekarelik yer kaplayan Madhupur Platosu ve Meghna Irmağının doğusundaki Lalmai Tilas bölgeleri, alüvyonların meydana getirdiği başlıca plato alanlarıdır. Feni Irmağının güneyinde uzanan Chittagong bölgesi, tepeler, vadiler ve ormanlarla kaplıdır. Buraları ülkenin başlıca dağlık bölgesidir. Yüksekliği ortalama 600 metredir. Ilıman bir iklime sahiptir. Muson yağmurları yoğun olur. Yağmurludur. Sel yaşanır. Bangladeş Ovası ormanlarla kaplı. Ekilecek alanları az olduğu için ormanların büyük bir kısmı yok edilmiş ve bugün sadece iki orman kalmıştır. Bunlardan birisi Madhupur olup, alüvyon platosudur ve 41400000 metrekarelik bir kısmı yapı malzemesi için elverişli ağaçlarla kaplıdır. İkinci orman ise güneydeki Sundarbans kıyı bölgesindeki ormanlardır. 59600000 metrekarelik bir alanı, bataklıklar arasındaki adacıklar ve Mangrov ormanlarıyla kaplıdır. Bu ormandaki ağaçlar kibrit ve kutu imalatına elverişlidir. Ayrıca Chittagong bölgesindeki sıradağlar tropikal ormanlarla kaplıdır. Buradaki ağaçlar, 100 metreye kadar uzunlukta olup, mobilyacılıkta ve kâğıt sanayisinde kullanılır. Ormanlarda; çeviz, badem ve hurma vb. ağaçlar bulunur. Ormanlarda kedi, köpek, kanarya, maymun gibi eyçil hayvanların yanı sıra, her çeşit ev hayvanları, ayrıca benekli köpek, çeşitli türlerde böcek vardır. Nehirlerde de bol balık bulunur. Bangladeş'te fazla maden kaynağı yoktur. Ancak, otuz tane küçük tabii gaz ve çok ince bir kömür tabakası keşfedilmiştir. Bengal Körfezinde de petrol bulunmuştur. Dakka Bangladeş'in başşehri ve en büyük şehridir. Diğer büyük şehirler Chittagong, Khulna, Rajshahi, Barisal ve Sylhet'dir. Diğer belediyeler üyeleri seçerken bu metropolitan şehirler belediye başkanını seçerler. Başkanlar ve üyeler beş yıllığına seçilir. Bangladeş, dünyanın nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık ülkelerindendir. Nüfus yoğunluğu kilometrekareye 290-770 kişi arasında değişir. Yirminci asrın sonunda nüfusun iki misli artacağı tahmin edilmektedir. Nüfusun % 90'ı köylerde, % 10'u şehirlerde yaşar. En önemli şehri "Dakka", aynı zamanda başşehirdir. Güneydoğu sahilindeki Chitagony şehri, önemli bir limandır. Halkın % 60-70'i Müslümandır. Bangladeş'in resmi dili Bengal dilidir. Halkın çoğu bu dili konuşur. Ayrıca Urduca dili de yaygındır. Kuzey ve doğu dağlık bölgelerinde yaşayanlar da mahalli lisanları konuşurlar. Para birimi "Taka"dır. 11 idari bölge birer askeri vali tarafından yönetilir. Bir radyo ve televizyon istasyonu vardır. Erkekler "Lungi" denilen bir elbise, kadınlar "Şalvar Kamiz" denilen bir elbise giyerler. Dünyada okuma-yazma oranı en düşük ülkelerdendir. Halkın %33,1'i okuma-yazma bilmektedir. Köylerinde ekseriya ilkokul bulunmamaktadır. Dakka, Rajshani ve Chittagong üniversiteleri, batı tarzı eğitim yapan üç büyük üniversitedir. Halkın kültür seviyesi ve ekonomik durum çok düşüktür. İngilizlerin kültürünün tesirleri devam etmektedir. Ekonomi tarıma dayalıdır. Başlıca ürünleri, pirinç, önemli dayanıklı gıda maddeleri, Hint keneviri ve çaydır. Bu alanda Çin ve Hindistan'dan sonra dünya üçüncüsüdür. Diğer zirai bazı sebzeler ve şekerpancarı iç tüketim için yetiştirilir. 10 milyon hektarlık alanda ekim yapılır. Bu alanların % 80'inde pirinç üretilir. Bu ülkede tekstil son beş yıl içerisinde büyük ivme kaydetmiştir.Dünyaca ünlü tekstil firmaları buraya gelmekte,iş gücünden yararlanmakta çok ucuz maliyete istediği kalitede hazır giyim ürünü üretebilmektedir.Çoğu Avrupa ülkesinden tekstil amacıyla bu topraklara gelmiş İş adamları bulunmaktadır.Tekstil pazarında artık önemli bir yere sahiptir Bangladeş. Bangladeş'te başlıca sanayi Hazır Giyim üretimidir. Bu ülkede ileri sanayi tam kurulmamış, hatta bulunan madenler dahi tam olarak işlenememektedir. Ülkede hazır giyim işleyen binlerce fabrika vardır. Başlıca ihracat ürünleri; hazır giyim, Hint keneviri (jüt), çay ve balıktır. Ancak ihracatı hiçbir zaman ithalatını karşılamamakta ve ithalat ile ihracat arasındaki açık, gün geçtikçe artmaktadır. Çok a
z da olsa dış yardımlarla ayakta durmaya çalışmaktadır. Bangladeş’in yıllık ham deri üretim miktarı yaklaşık 20 milyon metrekare olarak hesaplanmakta olup her sene belirli bir artış kaydetmektedir. Bangladeş'te hayvanların çoğu doğal beslendiği ve yapay olarak şişirilmediği için elde edilen derinin yüksek kalitede olduğu dünyaca bilinmektedir. Deri işleme, deri tekstil, deri ayakkabı sektörü el emeği gerektirdiği için ucuz iş gücünden istifade edilip karlı atölyeler kurulabilir. Diğer taraftan Bangladeş'te deri üretiminde kullanılan deri işleme kimyasallarının tamamı dışarıdan ithal edilmekte olup deri kimyasalları üreten firmalar için büyük bir pazar durumundadır ve Bangladeş’in ihracatının ortalama %2,6 sini deri ve ürünleri oluşturmaktadır. Bengal körfezi ve sayısız nehir ve yerel olarak yapılan balık çiftliklerinde üretilen balık ve su ürünlerini işleyecek tesislere ihtiyaç duyulmaktadır. Balık, Bangladeş'in en önemli ihraç ürünlerinden biridir. Yeterince altyapı ve işleme tesisleri olmamasına rağmen, yıllık ihracatı 500 milyon dolardır. Balık konservesi henüz iç piyasaya girmiş değildir. Marketlerde satılanlar yurt dışından ithal edilen balık konservesidir, Bangladeş’in ihracatının %4.6 sini dondurulmuş gıda, su ürünleri oluşturmaktadır. Ayrıca Bangladeş'te üretimi için bütün şartlar mevcut olan sucuk, sosis, pastırma ve salam gibi hazır ve dondurulmuş gıda ürünlerinin, üretimi de düşünülebilir. Bangladeş'te büyük baş hayvanlar çok ucuz olup, buna bir işgücünün ucuzluğunu eklediğinizde yukarıdaki gıda maddelerinin üretiminin Bangladeş'te ne kadar karlı olacağını siz düşünün. Gelişmiş ülkelerde seramik maliyetinin gittikçe artmasının seramik yatırımcısını farklı arayışlara sevk ettiği bilinmektedir. Yoğun insan gücü ve doğalgaz kullanıldığı için, çok uluslu (Noritake, WedgeWood, Lenox) şirketlerinin yüksek teknoloji yatırımı yapmalarına rağmen maliyetleri düşürme konusunda başarılı olamadıkları bilinmektedir. Bangladeş’in zengin ve ucuz doğalgaz kaynağı ve ucuz insan gücünün bolluğu, bu sektörü yatırımcı için cazip hale getirmiş olup birçok firma fabrikasını kurmaktadır. Barbados Barbados, bağımsız bir ada ülkesidir. Kabaca 13° Kuzey ve 59° Batı da bulunur. Güney Karayipler bölgesinde uzanan ülke Karayip Antil Adaları zincirinin bir parçasıdır. Amerika ülkeleri'nden biridir. Konumuyla Güney Amerika kıtasına bitişiktir. Venezuela'nın yaklaşık 434 kilometre (270 mil) kuzey doğusundadır. Barbados'a en yakın ada komşuları Saint Lucia, Saint Vincent ve Granada batıda, Grenada güney batıda ve Trinidad Tobago güneyde olup Barbados bu ülke ile şimdi sabit resmi denizcilik sınırını paylaşır. Barbados'un toplam karasal alanı yaklaşık 430 kilometre karedir (166 mil kare)dir. Adanın iç kısımlarındaki bazı yüksek bölgeleri ile bayağı yanıltıcıdır. Barbados'un organik bileşiminin volkanik olmayacağı düşünülür. Ve ağır basan bileşim kireç taşı mercanıdır. Adanın atmosferi, Atlas Okyanusundan sürekli esen alize rüzgârlarının devamlılığı ile sıcaklığın ılıman olduğu tropikal bir iklimdir. Ülkenin bazı çok gelişmemiş sahaları ağaçlık ve fundalıklara sahiptir. Adanın iç bölgelerindeki diğer kısımları tarım endüstrisine katkıda bulunur. Buralarda geniş şeker kamışı çiftlikleri serpilmiş olup deniz sahili manzarasına sahiptir. Barbados, gelişen dünyada en yüksek yaşam standartlarından birine ve okur yazarlık oranına sahiptir. Küçük coğrafi hacmine rağmen, Barbados sürekli olarak (kalıcı bir şekilde) İnsan Gelişme İndeksi'ndeki (Human Development Index) sıralamada üstteki 30 ülke içerisindedir. Hali hazırdaki sıralamada Amerika kıtasında (Kuzey ve Güney) üçüncüdür. Ada, aynı zamanda turistler için yoğun uğrak noktasıdır. Barbados'un en erken sakinleri Amerikan göçebeleriydi. Göçmenlerin üç dalgası kuzeye, Kuzey Amerika'ya hareket ediyordu. İlk dalga Saladoid-Barrancoid grubu idi çiftçi ve balıkçı idiler. Güney Amerika'ya (Venezuela'nın Orinoco vadisi) MÖ 350'de kanoları ile vardılar. Avarak insanları ikinci göçmen dalgasıydı. Güney Amerika'dan yaklaşık MÖ 800 yılında varan Avarak yerleşimi, adada Stroud Point, Chandler Bay, Saint Luke's Gully (Aziz Luke'nin su kanalı), ve Mapp's cave (Mapp in mağarası) bölgeleridir. Barbados Küçük Antiller'in en doğusundaki adadır. Batısında Rüzgârüstü Adaları bulunmaktadır. Adanın deniz seviyesinden yüksekliği 340 metredir (1,120 ft). Ada Atlas Okyanusu'nda bulunmaktadır. Barbados Güney Amerika ve Karayip fay hattı üzerindedir. Bu fay hattında çok fazla deprem görülmez. Adada her mevsim Güneş görülebilir. Yaz mevsimi çok sıcaktır bu yüzden insanlar genellikle denize girip serinler. Kış mevsimi serin geçmektedir az da olsa kar görülebilir. ilkbahar ve sonbaharda hava ılıktır ve yağmur görülebilir. Barbados'ta GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) kişi başına düşen para açısından dünyanın 51. en zengin ülkesidir. İyi gelişmiş bir karma ekonomisi ve yüksek standartlı bir yaşam vardır. Belize Belize, Orta Amerika'da yer alan bir ülkedir. Kuzeyinde Meksika, batı ve güneyinde Guatemala, doğusunda ise Karaib Denizi yer almaktadır. 1973'e kadar İngiliz Honduras'ı olarak bilinen ülke 1981 yılında bağımsızlığını ilân etmiştir. El Salvador'dan sonra Orta Amerika ülkeleri sıralamasında en küçük ikinci ülke olan Belize, aynı zamanda bayrağında insan resmi olan dünyanın tek ülkesidir. İlk zamanlar Maya topraklarının bir parçası olan Belize'ye Amerika'nın keşfinden sonra 1500'lerde ilk yerleşen İspanyollardır. 1600'lü yılların ortasında İngilizler yerleşmişler ve tabii kaynaklarını Avrupa'ya taşıdıkları gibi Afrika'dan insanları getirerek köle olarak kullanmışlardır. 1860 senesinde tamamen İngilizlerin sömürgesi olan Belize, Britanya Hondurası olarak biliniyordu. 1964 senesinde içişlerinde bağımsızlık kazanan Belize, 1980'de Birleşmiş Milletler Teşkilatının denetimi altında yapılacak bir referandumla kendi yönetim şeklini seçme şansına sahip oldu. Yapılan referandum neticesinde 21 Eylül 1981 tarihinde tam bağımsızlığını ilan etti. Guatemala buna karşı çıktı ve Belize üzerinde hak iddia etti. Bunun üzerine, Guatemala tehdidine karşı ülkenin savunması İngilizlere verildi. 1984'te İngiliz birliklerinin çoğu ülkeden çekildi. Küçük bir ülke olan Belize'nin fizikî yapısı, genel olarak iki bölüme ayrılır: Kuzeyde ovalık bölge ve güneyde dağlık ve ormanlarla kaplı bir bölge vardır. Doğusunu çevreleyen Karayip Denizinin kıyı kesimleri mercan adacıklarıyla çevrilidir. Kuzeydeki verimli alüvyon ovaları, memleketin en büyük ve önemli akarsuyu olan Belize Nehri ve kolları olan küçük derecikler tarafından sulanır. Kuzeydeki ovalar alçak ve bazı bölümleri bataklıklarla kaplıdır. Güneydeki Maya dağlarındaki en yüksek yer 1122 m yükseklikte Victoria tepesidir. Kıyıdan iç kesimlere doğru gidildikçe dağların yüksekliği azalır. Önemli bir göle sahip olmayan ülkede herhangi bir yayla mevcut değildir. Belize'de tropikal bir iklim hâkimdir. Senelik sıcaklık 12 oC ile 33oC arasında değişir. Senenin en sıcak ayları Şubat ve Mart aylarıdır. Bol yağış alan ülkenin bölgelere göre yağış dağılımı oldukça farklıdır. Meksika'ya yakın olan bölgelerde senelik yağış ortalaması 2000 mm iken, güney bölgelerinde bu ortalama 4500 milimetreyi bulur. Genellikle, Kasım aylarında meydana gelen fırtınalar ve kasırgalar ülkede büyük hasarlar meydana getirirler. Bu fırtınaların meydana getirdiği hasar sebebiyle daha önceleri Belize City'de olan başşehir, 1961 senesinden sonra iç kısımlardaki Belmopán'a nakledildi. Tabii kaynaklar bakımından zengin değildir. Özellikle güneydeki dağlık kesim gür ormanlarla kaplıdır. İç kısımlara gidildikçe gür ormanlar yerini savanlara bırakır. Ülkedeki bu gür tropik ormanlarda puma, jaguar, timsah, maymun, çeşitli tropik bölgelere has kuşlar ve hayvanlar yaşar. Belize'de maden mevcut değildir. Ülkede nüfusun çoğunluğunu Afrika asıllı siyahlar oluşturmaktadır. Ülkenin batı ve kuzey kesimlerinde yerlilerle İspanyolların karışımı olan melezler yaşar. Güney kesimlerinde ise, Maya soyundan gelen halk çoğunluktadır. Kendilerine has kültür ve geleneklerini kaybetmemiş olan bu Maya asıllı yerli halk ayrı bir lisan kullanmaktadırlar. Halkın çoğunluğu ise Kreolce denen İngilizce kökenli bir dil kullanmaktadırlar. Halkın büyük bir kısmı Katolik olup, Protestanlar ve Anglikanlar da vardır. Az sayıda Müslüman da bulunmaktadır. Halkın çoğu sahil kenarlarında yaşar. 6 ile 14 yaş arası öğrenimin mecburi olduğu Belize'de orta öğrenim yapan oldukça azdır. Okuma-yazma oranının %93 olduğu ülkede, Belize City ve Corazal’da yüksek öğrenim yapmak mümkündür. Birkaç tane haftalık gazetesi bulunan ülkede günlük gazete ve TV istasyonu bulunmamaktadır. Liman şehri olan ülkenin en büyük şehri Belize City dışındaki şehirleri büyük kasaba niteliğindedir. Yolların kenarlarında yapılan evlerde yaşayanlar küçümsenemeyecek çoğunluktadır. Parlamenter bir rejimle idare edilen ülkede parlamentoda çoğunluğu sağlayan partinin başkanı başbakan olarak ülkeyi yönetir. Ülke tam bağımsızlığını kazanmasına rağmen İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Ülkedeki siyasi partiler PUP (1954) ve UDP (1974). Ekonomisi tarıma dayalı olan ülkede, ziraat, kuzeydeki ovalarda şekerkamışı ekimi şeklinde yapılmaktadır. Portakal, muz, greyfurt yetiştirilmektedir. Ormanlardan elde edilen kereste, çiklet imalatında kullanılan Manilkara zapota ağacı zamkı, tekstil boyacılığında kullanılan bakkam ağacından elde edilen boya, şekerkamışı ve şeker ülkenin başlıca ihraç mallarıdır. Gıda sanayi, kereste sanayi ve giyim diğer faaliyetlerdir. Ülkedeki Çinliler ticarette önemli paya sahiptir. 2872 km’lik bir karayolu ağına sahip olan ülkede, uluslararası bir havaalanı bulunmaktadır. Ülkede 1 Amerikan doları 2 Belize dolarına eşittir. 2000 yılı ihracatı 194 milyon dolar, ithalatı ise 750 milyon dolardır. Botsvana Botsvana ya ada resmî adıyla Botsvana Cumhuriyeti "(Setsvana: "Lefatshe la Botswana"; İngilizce: "Republic of Botswana")", Afrika kıtasının güneyinde bulunan ve denize kıyısı bulunmayan kara ülkesi. Ülke güney ve güneydoğu bölümünde Güney Afrika Cumh
uriyeti, kuzey ve batısında Namibya, kuzeydoğu bölümünde ise Zambiya ve Zimbabve ile komşu konumundadır. Ülkenin kuzey bölümünde, Kasane şehri yakınlarında dünyanın dört ülke sınırının kesiştiği tek nokta olarak kabul edilen, ancak söz konusu Botsvana, Zambiya, Zimbabve ve Namibya ülkelerinin sınır anlaşmaları ile sınırlarına karşılıklı olarak resmiyet kazandırmadıkları için kabul görmeyen bir sınır noktası mevcuttur. Bostvana, Afrika kıtası üzerinde demokrasi alanında en gelişmiş ülke olarak kabul görmektedir. 2011 yılında açıklanan İnsani Gelişme Endeksi verilerinde, Botsvana Afrika kıtasının güneyinde bulunan ülkeler içerisinde en yüksek verilere ulaşmıştır. Ülke ismi Botsvana'da çoğunluğu oluşturan Tsvana etnik grubundan gelmektedir. Tsvana dilinde 'Tsvaların ülkesi' anlamında kullanılan kelimede bulunan Tsvana kelimesinin kökeni net olarak bilinmemekle birlikte David Livingstone tarafından Tsvana'da "benzer, eşit" anlamlarında kullanılan "tshwana" kelimesinden geldiğini tahmin etmiştir. Botsvana kıta üzerinde 582.000 km²'lik bir yüz ölçümüne sahiptir. Ülke genelinde 2 milyonun üzerinde bir nüfus yaşamakta olup, bu veriler ile dünya üzerinde nüfus yoğunluğu az olan ve seyrek bir yerleşimi olan ülkelerden bir tanesidir. Afrika'nın çöllerinden biri olan Kalahari çölü, ülkenin güney bölümünde önemli bir kısmı kaplamaktadır. Bu bölümler Savan adı verilen geniş çayırlar ile kaplıdır. Ülkenin kuzeybatısında dünyada denize dökülmeyen iç deltalarından olan Okavango Deltası bulunmaktadır. Ayrıca Limpopo Nehri, Kuando Nehri ve Zambezi Nehri ülkenin diğer önemli nehirlerini oluşturmaktadır. Güney Afrika Platosu'nun bir parçasını oluşturan Botsvana, yüzey şekillerinin tepelik ve yer yer kırık olduğu güneydoğu kesimi dışında bir düzlük biçimindedir. En yüksek noktasını 1.489 m ile Tsodilo Tepelikleri oluşturmaktadır. Ülkenin toplamda sahip olduğu 4.013 km'lik sınır hattının 1.360 km'si Namibya, 1.840 km'si Güney Afrika Cumhuriyeti, 813 km'si Zimbabve ve 1 km'den az olmak üzere de Zambiya ile oluşmaktadır. Ülke nüfusun büyük çoğunluğu ülkenin doğu bölümünde yaşamaktadır. Ülke genelinde kurak ve yarı çöl iklimi hakim bir konumdadır. Sıcaklıklar yıl içerisinde yazın 35 °C, kışın ise 20 °C aralığında seyretmektedir. Özellikle kış aylarında ülke genelinde gece sıcaklıkları büyük oranda düşüş göstermekte olup, gece ile gündüz farklarının 20 °C kadar çıkabilme durumunda don oluşumuna sebebiyet verebilmektedir. Ülke yılın altı ila dokuz ayını kurak dönem olarak geçirmekte, en çok yağışlar Aralık ile Mart ayları arasında gerçekleşmektedir. Ülke sınırları içerisinde birçok yaban hayvan bulunmaktadır. Filler, zürafalar, çeşitli antilop türleri, aslanlar, leoparlar, çitalar, su aygırları ve zebralar bu yaban hayatın bir parçası olarak Bostvana'da gözlemlenebilmektedir. Özellikle Okavango Deltası zengin yaban hayvan çeşitliliğine sahiptir. Botsvana, Afrika kıtasında nüfus yoğunluğunun seyrek olduğu ülkelerden biri konumundadır. 2011 yılında gerçekleştirilen son resmi sayım sonuçlarına göre sahip olduğu nüfus yoğunluğuna göre bağımsız ülkeler arasında son sıralarda yer almaktadır. Ülkede son resmi sayıma göre 2,038,228 nüfusa sahip olup, 2016 tahmini sayım sonuçlarına göre 2,209,208 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Ülke genelinde 2016 tahmini verilerine göre ortalama yıllık nüfus artışı %1,19 seviyesindedir. Botsvana birçok Afrika ülkesinde görüldüğü üzere genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre %63,72'si 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %4,13'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %32.4 (erkek 364,807/kadın 350,888) 15-24 yaş: %21.32 (erkek 234,251/kadın 236,650) 25-54 yaş: %37.61 (erkek 444,290/kadın 386,622) 55-64 yaş: %4.55 (erkek 45,186/kadın 55,272) 65 yaş ve üzeri: %4.13 (erkek 36,216/kadın 55,026) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %57,4 olan ülkede, nüfusun geri kalanı kırsal kesimde yaşamaktadır. Tsvana etnik grubu ülkede çoğunluğu oluşturmaktadır. Nüfusun %79'u Tsvana etnik grubu üyesi konumundadır. Bunun haricinde Kalangalar (%11) ve Buşmanlar (diğer adı Basarwalar) (%3) diğer azınlık etnik grupları oluştururken %7 düzeyinde beyazlar ve diğer küçük etnik grupları oluşturan nüfus yaşamaktadır. Ülkenin bağımsızlığını kazanması sonrası hızla artan nüfus, özellikle AIDS nedeniyle gerçekleşen ölümler nedeniyle önemli bir artışı beraberinde getirememiştir. 2008 yılında Zimbabve'de yaşanan kriz sonrası ülkenin nüfusu hızla artmış, o dönemde 800.000 Zimbabveli Botsvana'ya geçerek mülteci olarak yaşamını sürdürmüştür. Botsvana'nın İngilizce ve Setsvana olmak üzere iki resmi dili mevcuttur. Ülkenin parlamentoda konuşulan ve günlük gazetelerin dili İngilizce olup, orta öğretim seviyesinden itibaren dersler İngilizce öğretilmektedir. Halkın büyük çoğunluğu ise günlük hayatta Setsvana dili ile iletişim kurmaktadır. Öğrencilerin okula başladığı ilk öğretim seviyesinde dersler Setsvana dilinde verilmektedir. Ülke genelinde yerel dinlere inananların oranı nüfusun neredeyse yarısına denk gelmektedir. Botsvana'da halkın %49,2'si yerel dinlere inanırken, %29'u hristiyan dininin protestan mezhebine, %9'u katolik mezhebine göre dini inançlarını yaşamaktadırlar. Avrupalılar tarafından misyonerlik faaliyetleri sonucu öğretilmeyen Afrika hristiyanlığı dinine ise inananların oranı %12 civarındadır. Botsvana'da İslamiyet hemen hemen hiç görülmemekte olup, 5000 kişiden biraz fazla kişinin bu dine mensup olduğu bildirilmiştir. Botsvana genelinde okuma yazma bilme oranı 2015 tahmini verilerine göre %88,5 olup, bu oran erkeklerde %88, kadınlar da ise %88,9 düzeyindedir. Botsvana Dünya üzerinde okul zorunluluğunun bulunmadığı çok az sayıda ülkelerden bir tanesi konumundadır. Ülke genelinde bulunan ilk ve orta öğretim okullarının yanı sıra başkent Gaborone'de bir üniversite bulunmaktadır. Ülke genelinde okula gitme süresi hem erkek hem de kız öğrencilerde on üç yıldır. Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup, 2015 tahmini verilerine göre nüfusun %96,2'si temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Bunun yanı sıra nüfusun %63,4'ü tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanabildiği ülkede, nüfusun %36,6'sı ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, sıtma ve tifo çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının en yüksek oranlarından biri görülmekte olup, bu oran 2015 tahmini verilerine göre %22,21 düzeyindedir. Bir dönem %37 düzeyinde olan oran son yıllarda söz konusu oranlara indirilmiş olsa da ülke dünya üzerinde yetişkin nüfusun bu virüse sahip olduğu en yüksek ikinci ülke konumundadır. Bağımsızlığını kazandıktan sonra sağlık konusunda önemli adımlar atan ülke, en küçük yerleşim bölgelerinde bile sağlık hekimliği bulundurmaktadır. Şehirlerde bulunan 17 sağlık merkezinin yanı sıra, gezici sağlık birimlerini de bulunduran ülke, bu sayede tüm nüfusa sağlık hizmetlerini verebilme olanağı yakalamaktadır. Botsvana'nın bağımsızlığını kazanmadan önce hakim olduğu bölgeler Bechuanaland adı ile anılmaktaydı. O dönemlerde Birleşik Krallık emperyalist güçlerinin kıtanın güneyinde ilerlemesi ve Boerlerin kurduğu Boer Cumhuriyetleri'nin bölgede art ardına kurdukları devletler ile sıkıntılı bir süreç yaşayan Batsvana halkı için bu durum bir tehdit oluşturmuş, bunun neticesinde güçlerini ve bölgelerini birleştirerek varlıklarını koruma yolunu seçmişlerdir. Birleşik Krallık hükumeti, Batsvana halkının birleşerek oluşturduğu bölgeyi 30 Eylül 1885 tarihinde himayesi altına aldığını açıklamıştır. Bu karar neticesinde yerel halk Boerlerin baskınlarına karşı İngiliz himayesini elde etmiştir. Britanya hükumetinin himaye altına alma kararının arka planında bölgede son dönemde yaşanan siyasi değişimler ve başta altın olmak üzere bölgede bulunan zengin yeraltı madenleri yatmaktaydı. Bölgede, 30 Eylül 1966 tarihinde Botsvana devletinin kurulması ile İngiliz hakimiyeti ve himayesi sona ermiştir. Botsvana bağımsızlığını kazandıktan sonra İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olmuştur. Botsvana kendi içerisinde dokuz ayrı bölgeye ayrılmış durumdadır. "District" olarak adlandırılan bölgeler şu şekildedir: Ülke nüfusunun büyük bir bölümü doğu bölgelerde yaşamakta olup, ülkenin en büyük şehri aynı zamanda başkent konumunda da bulunan Gaborone'dir. Ülkenin 2005 verilerine göre en büyük üç şehir merkezi sırasıyla Gaborone (214.412), Francistown (91.777) ve Molepolole'dir (65.570). Ülke genelinde nin önemli yer altı madenleri mevcut olup, bu madenlerden elmasın toplamı ülke ihracatının %70'ini oluşturmaktadır. Elmasın yanı sıra bakır, nikel, tuz, gümüş, kömür ülkenin sahip olduğu diğer başlıca yer altı madenleridir. Turizm gelirleri ülke için önem arz etmektedir. Botsvana'nın sahip olduğu önemli ulusal parklar turistlerin bu ülkeyi ziyaret etmesinde öncelikli sebeplerden birini teşkil etmektedir. Ülkede bulunan ulusal parklar şu şekildedir: Ülkenin para birimi Pula, Dolar ve Euro karşısında sağlam bir yapıya sahiptir. Ülke Afrika kıtasında bulunan diğer ülkelere göre daha sağlam bir ekonomik altyapıya sahiptir. Son dönemlerde ekonomisi yıllık %9 dolaylarında büyüyerek en fakir ülkelerden biri konumundan, orta düzeyde bir ülke konumuna gelmiştir. Afrika içerisindeki devletler arasında en yüksek kredi derecelendirme notuna sahip olan Botsvana, 2007 yılında ABD'de başlayan ekonomik krizin etkisi ile iki dönem ardı ardına ekonomik büyüme yakalamayarak resesyona girmiştir. Ülke genelinde şehirler arasında var olan karayollarının çoğu asfaltlanmış konumdadır. Bunun haricinde kalan ikinci derece yolların çoğu toprak ve çakıldan oluşmaktadır. Ulusal Park içerisinde yer alan yolların birçok bölümünde derin çukurlar mevcuttur. Özellikle yağmur dönemlerinde şiddetli yağmur nedeniyle birçok yol zarar görmekte ve kullanılamaz bir hal alabilmektedir. Trans-Kalahari Koridoru olarak adlandırılan ve Güney Afrika Cumhuriyeti şehri Johannesburg ile Namibya şehri Windhoek'u birbirine bağlayan otoyol Botsvana'dan geçmektedir. Bots
vana'da bulunan otoyollar şu şekildedir: Ülkede Botsvana devlet demiryolları olan "Botswana Railways", mevcut olan toplam 700 km'lik demiryolunu işletmektedir. Demiryolu ağı Güney Afrika Cumhuriyeti sınırından, Lobatse, Gaborone, Francistown'dan Zimbabve şehri Plumtree'ye kadar uzanmaktadır. Ülke genelinde genel olarak ürün taşıma işleminde tren kullanılmakta olup, yolcu taşımacılığı ekonomik sebeplerden dolayı 1 Nisan 2009 tarihinde durdurulmuştur. Merkezi Gaborone'de bulunan ve 1972 yılında kurulan Air Botswana ülkenin havayolu şirketi konumundadır. Air Botswana ulusal ve uluslararası uçuşlar gerçekleştirmekte olup, bünyesinde 2016 verilerine göre beş adet uçak bulundurmaktadır. Botsvana genelinde karayolu bağlantılarını uzun olması, yollarında pek sağlıklı olmaması nedeniyle birçok irili ufaklı havaalanları bulunmakta olup, bu alanlardan dör tanesi uluslararası havaalanı olarak kabul edilmektedir.. Ülke içerisinde Francistown, Gaborone, Kasane ve Maun şehirlerine uçuşlar gerçekleştiren Air Botswana, Kasım 2016 verileri itibarıyla ülke dışında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Johannesburg ve Cape Town, Kenya'da Nairobi, Malavi'de Blantyre ve Lilongwe ile Zimbabve'de Victoria Falls şehirlerine direkt uçuşlar gerçekleştirmektedir. Air Botswana'nın bunun haricinde Qatar Airways ile ortak uçuş gerçekleştirme konusunda anlaşmaları bulunmaktadır. Ülke genelinde bulunan uluslararası havalimanları şu şekildedir: Ülkenin en sevilen spor dalı futboldur. Ülke futbolu 1970 yılında kurulan Botsvana Futbol Federasyonu ("Botswana Football Association"- "BFA") tarafından yönetilmektedir. Ülkede on altı takımın katıldığı ve "Botswanan Premier League" olarak adlandırılan ulusal bir lig düzenlenmektedir. Ülkenin en başarılı futbol takımı bugüne kadar elde ettiği 13 şampiyonluk ile Township Rollers FC takımıdır. Botsvana millî futbol takımı 2012 yılında düzenlenen 2012 Afrika Uluslar Kupası'nda yer alarak tarihinin en büyük başarılarından birini elde etmiştir. "Zebralar" olarak adlandırılan Botsvana millî futbol takımı FIFA sıralamasında 2017 yılı verilerine göre 116. sırada bulunmakta olup, 2010 yılında elde ettiği 50. sıra ile en iyi sıralamasını elde etmiştir. Botsvana ülke tarihinin ilk olimpiyat madalyasını 2012 yılında kazanmıştır. 2012 yılında Londra'da gerçekleştirilen olimpiyatlarda orta mesafeci Nijel Amos 800 metrede elde ettiği 1:41.73 ile kariyerinin en iyi derecesini elde ederek gümüş madalyanın sahibi olmuştur. Fiji Fiji ya da resmî adı ile Fiji Cumhuriyeti (Fijice: Matanitu Tugalala o Viti ; Fiji Hindi: फ़िजी गणराज्य), Okyanusya'da bulunan bir ada ülkesidir. Fiji Adaları Cumhuriyeti, Pasifik okyanusunun güneyinde bulunan bir dizi adadan oluşur. Ülke 215'sı ıssız olmak üzere toplam 322 adadan ve 522 adacıktan ibarettir. İki büyük ada, Viti Levu ve Vanua Levu, yerleşimin %87'sini oluşturur. Fiji’de 17. yüzyılda Avrupalı kaşiflerden uzun süre önce de insanlar vardı. Fiji’de yapılan kazılarda küçük yerleşimlerde çanak çömlek türünde eski kalıntılar bulunmustur. Fiji yerleşim yerlerinde yapılan kazılar sonucu İÖ 1000 yıllına ulaşan buluntulara rastlanmıştır.. Ancak büyük Pasifik göçünün sorusuna hala cevap bulunamamıştır. 1643’de Hollanda’li kaşif Abel Tasman'ın, büyük güney kıtasını aramaya giderken Fiji'yi ziyaret ettiği biliniyor. XIX. yüzyıla kadar Avrupalı yerleşimciler, yerleşimlerine devam etmiştir. Adalar, 1874'te bir sömürge olarak İngiliz kontrolünün altına girdi. İngilizler tarafından adalara Hint işçiler getirildi. 1970'te önce krallık olarak bağımsızlığını ilan etti. Fiji'ye, Hint-Fijili (Hindistan'dan getirilen Hintlere verilen ad) toplumu egemendi. 1987'de gerçekleştirilen müdahale sonucu cumhuriyet ilan edildi ve başarılı iki askerî darbe ile, Fiji'nin hâkimiyetindeki Hint ve Fiji ortaklığı sona erdirildi. Çünkü Hint kökenliler İngiliz egemenliği altında kalmak isterken Fijili yerli halk bağımsızlık taraftarıydı. Bu yüzden askerî darbeler olmuştur. Daha sonra Hint kökenliler Hindistan'a göç etmek zorunda kalmışsa da ülkede kalan Hint kökenliler vardır. Bu göç insan kaybına ve ekonomik durgunluğa neden olmuştur. Fiji, bir parlamenter cumhuriyettir. 1 Eylül 2009'da İngiliz Uluslar Topluluğu'ndan çıkarılmıştır. Fiji, ( 106'sı ıssız) 322 adadan ve 522 küçük adacıktan oluşur. En önemli adaları, Viti Levu ve Vanua Levu'dur. Adalar, tropikal ormanlarla çevrilidir. Yükseklik (4,250 ft) 1,300 metreye kadar ulaşır. Viti Levu, başkent Suva'ya ev sahipliği yapar. Diğer önemli şehirler, (Uluslararası havaalanının bulunduğu yer) Nadi ve büyük bir şeker değirmenine sahip bir liman kenti olan Lautoka'dır. Vanua Levu'da ana şehirler, Labasa ve Savusavu'dur. Diğer önemli adalar, Taveuni ve Kadavu, (Nadi'nin sadece dışında) Mamanuca grubunu ve popüler turist varış yerleri olan Yasawa grubunu kapsar. En yakın komşusu Tonga'dır. Fiji'de tropikal iklim hakimdir. "Konum:" Okyanusya, Güney Pasifik Okyanusunda ada. "Coğrafî konumu:" 18 00 Güney derecesi, 175 00 Doğu boylamı "Haritadaki konumu:" Okyanusya "Yüzölçümü:" 18,270 km² "Sınırları:" 0 km "Sahil şeridi:" 1,129 km "İklim:" Tropikal deniz "Arazi yapısı:" Volkanik aktiviteli dağlar çoğunluktadır. "Deniz seviyesinden yüksekliği:" en alçak noktası: Pasifik Okyanusu 0 m; en yüksek noktası: Tomanivi 1,324 m "Doğal kaynakları:" Kereste, balık, altın, bakır, amonyak, gümüş, denizde petrol kaynakları, hidro enerji "Arazi kullanımı:" tarıma uygun topraklar: %10 "Sürekli ekinler:" %4 "Otlaklar:" %10 "Ormanlık arazi:" %65 "Diğer:" %11 (1993 verileri) "Sulanan arazi:" 10 km² (1993 verileri) "Doğal afetler:" Kasım - Ocak ayları arasında siklonik kasırgalar Fiji, tropikal iklime sahiptir. Kasım ve Nisan arası sıcak mevsimdir. Mayıs ve Ekim arası daha serindir. Serin mevsimde hava sıcaklığı ortalaması 22 °C 'dir. Yağış değişkendir ve sıcak sezonda daha çok yağış almaktadır. Fiji, ormanlar, mineral ve balık kaynakları açısından zengin bir ülkedir. Pasifik adaları arasında ekonomisi en çok gelişmiş adalardan biridir. Şeker ihracatı ve turizm endüstrisi ülkeye döviz getiren başlıca sektörlerdir. Şeker üretimi sanayi etkinliğinin 3'te 1'ini kapsamaktadır. Her yıl içlerinde Amerikalıların da bulunduğu yaklaşık 300,000 turist ülkeyi ziyaret etmektedir. Fiji, 1960 ve 1970'lerde hızlı bir büyüme periodu geçirmesine rağmen 1980 lerde durgunlaşma görülmüştür. Başlıca gelir kaynağı turizm ve şeker endüstrisidir. Fiji'deki en yüksek bina, on dört katlı Rezerv Bankası binasıdır "Kullanılan telefon hatları:" 72.000 (1997) "Radyo yayın istasyonları:" AM 13, FM 40, kısa dalga 0 (1998) "Radyolar:" 500.000 (1997) "Televizyonlar:" 21.000 (1997) "Internet servis sağlayıcıları:" 2 (2000) "Internet kullanıcıları": 7.500 (2000) "Mültecî oranı:" -3.45 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini) "Bebek ölüm oranı:" 14.08 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini) "Ortalama hayat süresi:" Toplam nüfus: 68.25 yıl "Erkeklerde:" 65.83 yıl "Kadınlarda:" 70.78 yıl (2001 verileri) "Ortalama çocuk sayısı:" 2.86 çocuk/1 kadın (2001 tahmini) "HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı:" %0.07 (1999 verileri) "Ulus:" Fijili "Nüfusun etnik dağılımı:" Fijili %51 , Hint %44, Avrupalı, diğer Pasifik adaları kökenli, Çinli ve diğer %5 (1998 verileri) "Okur yazar oranı:" 15 yaş ve üzeri için veriler "Toplam nüfusta:" %91.6 "Erkekler:" %93.8 "Kadınlar:" %89.3 (1995 verileri) Hıristiyan %52, Hindu %38, Müslüman %8, diğer %2 (1986) "Diller:" İngilizce (resmî dil), Fiji dili, Fiji Hintçesi Gambiya Gambiya () ya da resmî adı ile Gambiya Cumhuriyeti, Afrika kıtasının batısında yer alan devlet. Ülke yüzölçümü açısından Afrika kıtasının anakara kısmında yer alan en küçük ülkesi konumundadır. Ülke Gambiya Nehri'nin her iki kıyısı boyunca kurulmuş olup Atlas Okyanusu kıyısı hariç, tamamen Senegal ile çevrili bir konumdadır. Ülke genelinde 2013 tahmini nüfus sonuçlarına göre 1.740.860 kişi yaşamaktadır. Ülkenin başkenti, Atlas Okyanusu kıyısında ada üzerine kurulu olan Banjul'dur. Gambiya Nehri'nin verimli toprakları uzun yıllardır yerleşim bölgesi olarak kullanılmaktadır. Milattan önceye dayanan ve gezgin Hanno'ya ait olduğu belirlenen yazılı belgelerde, Hanno'nun özellikle Batı Afrika bölgelerinde gezerken Gambiya bölgesindeki durumdan bahsetmektedir. Milattan sonraki dönemlerde ise bölge ile ilgili ilk kayıtlar 9. yüzyıl ve 10. yüzyılda Arap tüccarına aittir. 10. yüzyıl boyunca Müslüman tüccarlar ve öğretmenler birçok Batı Afrika ülkesinde çeşitli yerleşimler kurmuştur. Bu iki grup altın ve fildişi karşılığında değiş tokuş sağlayan ve Sahra'yı aşan ticaret rotaları oluşturmuşlardır. Bölgenin Mali Krallığı'na bağlı olduğu dönemlerde bu bölgeye seferler düzenleyen Portekiz tüccarlar bölgede de hakimiyet kurmaya başlamışlardır. 17. yüzyılda İngiliz kralının da yetki vermesi ile Gambiya ve Altın Sahil bölgelerinin kullanım hakkını alan topluluk, bölge ticaretinde söz sahibi konuma gelmiştir. 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başlarında İngiltere ve Fransa bölgede bulunan su kaynaklarının paylaşımında siyasi ve ticari sebeplerden dolayı ihtilaflar yaşamış, bu sorunlar Paris Antlaşması (1763) ile sona erdirilebilmiş ve Gambiya üzerindeki tüm hakimiyet Birleşik Krallık'a devredilmiştir. Bu süreçten sonra da Fransa, Gambiya üzerinde hakimiyeti ele alabilmek adına Afrika kıtasında bulunan başka sömürge bölgelerini bu bölgeye karşılık Büyük Britanya'ya teklif etmiş ama başarı elde edememiştir. Özellikle 18. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında yaşanan ve merkezi James Adası üzerinde bulunan kale olan köle ticareti döneminde üç milyona yakın kişi bu bölgelerden Amerika kıtasına köle olarak götürülmüştür. Büyük Britanya hakimiyetinin ilk dönemlerinde Sierra Leone Valisi'nin hakimiyeti altındaki topraklara dahil edilen Gambiya, 1888 yılında başlı başına bir sömürge düzeni olarak kurulmuştur. Bu oluşum ile Fransa himayesindeki Senegal ile kesin sınır çizgileri 1889 yılında belirlenmiştir. Gambiya, meşrutiyet sistemi ile 18 Şubat 1965 tarihinde Büyük Britanya'dan bağımsızlığını kazanarak İngiliz Milletl
er Topluluğu üyesi olmuştur. 1967 yılında dönemin Senegal devlet başkanı Léopold Sédar Senghor'un ziyaretinde iki ülke arasında yakın işbirliği konusunda anlaşma sağlanmıştır. 24 Nisan 1970 tarihinde yönetim şeklini cumhuriyet olarak değiştiren ülke, ülkenin ilk devlet başkanı olarak da o güne kadar başbakan olarak görev alan ve bu süreçten sonra 1994 yılına kadar beş defa daha aynı göreve getirilen Sir David Dawda Kairaba Jawara üstlenmiştir. 1981 tarihinde Jawara'nın ülke dışında bulunduğu bir zamanda ülkede gerçekleştirilmeye çalışılan darbe Senegal ordusunun da yardımı ile beş günlük bir süre sonunda sonlandırılmış, ülkesine geri dönen Jawara, dört yıllık olağanüstü hal ilan etmiştir. Özellikle gerçekleştirilen darbenin de etkisi ile Gambiya ve Senegal 12 Aralık 1981 tarihinde imzaladıkları anlaşma ile askeri alanda, para biriminde ve ekonomi alanında birlikte hareket etme iradelerini ortaya koymuşlardır. Senegambiya Konfederasyonu olarak adlandırılan bu yeni oluşum, 1 Şubat 1982 ile 30 Eylül 1989 tarihleri arasında varlığını sürdürmüş, bu süreçte Senegal'in sık bir şekilde dile getirdiği Senegal altında birleşme talepleri nedeniyle Gambiya'nın birlikten çekilmesi ile sonlandırılmıştır. Ülke kendi içerisinde beş bölgeye ve Büyük Banjul bölgesinde bulunan iki şehir belediyesi olan Banjul ve Kanifing belediyelerine ayrılmış durumdadır. Ülkenin başkenti Banjul, bir ada üzerine kurulu olduğu için daha fazla genişleme imkanı bulunmamaktadır. Bu sebepten dolayı ülkenin ticari ve kültür açısından en önemli ve aynı zamanda nüfus bakımından da en kalabalık şehri Serekunda'dır. Ülke genelinde 2012 nüfus verilerine göre en yoğun nüfusa sahip altı şehir şu şekilde sıralanmaktadır: Serekunda (415.962), Brikama (101.119), Bakau (72.039), Lamin (39.112), Nema Kunku (36.069) ve Banjul (31.834) Ülke cumhuriyet rejimi ile yönetilmektedir. Ülkeyi devlet başkanı sıfatı ile yöneten kişiler halk tarafından beş yıllık görev süresi ile bu makama seçilmektedir. 1970 yılından bu yana ülkede başbakanlık makamı bulunmamaktadır. Ülkede çok partili bir siyaset sistemi olsa da "Alliance for Patriotic Reorientation and Construction" ülke yönetiminin başında bulunmaktadır. Muhalefet partilerinin hemen hemen hiçbir hakimiyeti olmadığı Gambiya'da bu sebeplerden dolayı Haziran 2005 tarihinde tüm muhalefet partileri "National Alliance for Democracy and Development (NADD)" partisi çatısı altında toplanarak güçlerini birleştirmişlerdir. 1981 ve 1994 yıllarında gerçekleştirilen askeri darbeler fazla can kaybı olmadan atlatılmış, Yahya Jammeh 1994 yılında gerçekleştirilen darbenin başında bulunan kişi olarak yönetimi ele almış ve 2017'ye kadar görevde kalmıştır. Devlet başkanı Jammeh, Aralık 2015'te yaptığı açıklama ile ülkesinin bundan sonra "İslam Devleti" olduğunu açıklamıştır. 4 Ocak 2016 tarihinde Başkan Yahya Jammeh, işyerlerinde çalışan kadınların saçının açık olmasını yasaklayarak "kadınlar saçlarını toplamalı ve düzgünce örtmeli" ifadesinin yer aldığı bir kararname imzaladı. Jammeh daha önce de kadınların iç çamaşırı ve dar kot pantolon giymelerine karşı savaş açmıştı. Yeni devlet başkanı Adama Barrow ise, 2017'nin başında ülkenin adından "İslam" ifadesini kaldırdı. Gambiya konum olarak Afrika kıtasının batı yakasında, Atlantik Okyanusu kıyısında yer almaktadır. Ülke 11.295 km² yüzey alanı ile Afrika kıtasının anakara kısmında yer alan en küçük devleti konumundadır. Ülkenin toplamda var olan 740 km'lik sınırının uzunluğu 480 km, genişliği ise Gambiya Nehri'ne bağlı olarak 10 ila 50 km arasında değişmektedir. Atlantik Okyanusu kıyısı hariç ülke tamamen kendisinden yüzölçümü olarak yirmi kat daha büyük olan Senegal tarafından çevrilidir. Ülke yanlış bir düşünce olarak "Enclave", tamamı yabancı topraklarla çevrilmiş bir bölge, olarak tanımlanmaktadır, ancak bu terimin anlamını bire bir vermektedir. Ülkenin dünya üzerindeki devletler arasında bakıldığında ilginç bir sınır hattı vardır. Bu sınırın oluşmasının gerçek sebebi, İngilizlerin bu bölgeye işgal nedeni ile geldiklerinde, Gambiya Nehri'nin gemi ile ilerleyebildikleri bölgelerde, gemilerinden attıkları topların gittiği en son mesafesine göre sınır hattının belirlenmiş olmasıdır. Gambiya 80 km'lik bir kıyı kesimine sahiptir. Ülke genelinin %11,5'lik bir alanına denk gelen 1.300 km² bir alanı sulak alan konumundadır. Ülkenin tam ortasında geçen ve ülkeye ismini veren Gambiya Nehri'de tüm kolları ile birlikte sulak alanlar içerisinde çoğunluğu oluşturmaktadır. Ülke genelinde tropikal iklim hakim olup, belirgin yağmur ve kuraklık zamanları mevcuttur. Kuraklık dönemi kuzeydoğu bölgesinden, Sahra Çölü'nden esen kuru Harmattan rüzgarlarının da etkisi ile Kasım ayı ile Mayıs ayı arasında yaşamakta olup, hava sıcaklıkları bu dönemlerde belli günlerde 40 °C ile en yüksek sıcaklık değerlerine ulaşsada, ortalama olarak 21 ila 27 °C arası ölçülmektedir. Ülke genelinde özellikle Portekizlilerin gelmesi ile birlikte deniz ulaşımı önemli bir yer edinmiştir. İlk dönemlerinde tüccarların ürünlerini taşımasında kullanılan nehir, 20. yüzyıl sonlarından itibaren insan taşımacılığında da önem kazanmış ve kullanılmıştır.Ancak ülkenin iç kesimlerine ulaşmakta etkin bir rol oynayan deniz ulaşımı günümüzde neredeyse tamamen önemini yitirmiştir. Gambiya nehrinin ülke içerisinden geçtiği bölümler deniz ulaşımına hemen hemen tamamen müsait olsa da, halk arasında bu yolun tercih edilmesi çok az görülmektedir. Ülkenin Büyük Britanya'dan bağımsızlığını kazanmasından bir yıl sonra trafikte var olan soldan akışı kaldırarak, sağdan akan bir trafik konumuna getirilmiştir. 2003 verilerine göre ülke genelinde 723 km'si asfaltlanmış, 3.742 km uzunluğunda karayolu bulunmaktadır. Ülkenin tamamını ikiye bölen Gambiya nehrinin üst bölümünde ve alt bölümünde bulunan iki devlet yolu, ülkenin batı bölgelerini doğu bölgeleri ile birleştirmektedir. Yakın geçmişe kadar yollarda bulunmayan trafik lambaları son yıllarda trafik sistemine dahil edilmiştir. 2009 yılı içerisinde ülke genelinde toplam altı adet trafik lambası bulunmaktaydı. Toplu insan taşımacılığında dolmuşlar büyük önem taşımaktadır. Şehirler ve yerleşim yerleri arasında taşımacılık yapan dolmuşlar, güzergah boyu binmek isteyen insanları toplayarak varış merkezine götürmektedir. Gambiya günümüzde demiryoluna sahip olmayan ve aktif olarak demiryolu işletmeyen bir ülke konumundadır. 1930'lu yıllarda Brikama'da var olan 12 km uzunluğundaki demiryolu ise kapatılmıştır. Başkent Banjul'un dış bölgesinde ülkenin tek havaalanı olan Banjul Uluslararası Havalimanı "(Banjul International Airport)" bulunmaktadır. Aslında havalimanı Serekunda'da bulunur. Ülke içerisinde birçok etnik grup yaşamakta olup, bu gruplar içerisinde çoğunluğu ülke nüfusunun neredeyse %40'ını oluşturan Mandinka etnik grubu oluşturmaktadır. Mandinka etnik grubunu %19'a yakın bir oran ile Fulbe etnik grubu, %15'e yakın bir oran ile de Volof etnik grubu takip etmektedir. Gambiya genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre %58,52'si 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,42'si 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %37.88 (erkek 382,215/kadın 379,029) 15-24 yaş: %20.64 (erkek 204,979/kadın 209,866) 25-54 yaş: %33.92 (erkek 333,875/kadın 347,779) 55-64 yaş: %4.14 (erkek 39,978/kadın 43,177) 65 yaş ve üzeri: %3.42 (erkek 32,011/kadın 36,739) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %59,6 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %2,11 düzeyindedir. Ülkenin Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazanmasından sonra ülkenin resmi dili İngilizce olarak kalmıştır. Özellikle kıyı kesimlerinde halk arasında İngilizce konuşma ve anlaşma oranı oldukça yüksek düzeydedir. Ülkenin iç kesimlerinde İngilizce kullanımı yaygın olmasa da, karşılıklı olarak anlaşma için yeterli düzeyde konuşulmaktadır. Ülkede var olan birçok etnik grup nedeniyle, her etnik grubun kendine özgü dili vardır. Bu diller her bir etnik grubun bireyleri arasında anadili olarak konuşulmaktadır. Diğer etnik gruplarla da anlaşabilmek adına başka etnik dillerinde öğrenilmesi birçok Gambiya vatandaşını birçok dilde konuşabilecek, çok dil bilen "(Polyglott)" konumuna getirmektedir. Afrika'nın bu küçük ülkesinde güncel olarak 20 farklı dil konuşulmaktadır. Ülke nüfusunun %90'ı İslam inancına göre yaşamaktadır. Hristiyan dinine mensup nüfusun oranı %9 dolaylarındayken, geri kalan %1'lik bölüm yerel Afrika dinlerine inanmaktadır. Dinler arası hoşgörü üst düzeydedir. Ülke genelinde müslüman cemaatler imam önderliğinde, hristiyan cemaat ise papaz önderliğinde halka açık ortamlarda toplu ibadet yapabilmektedirler. Ülkenin siyasi hayatına bir etkisi bulunmayan dinler, toplum arasında da birçok Afrika ülkesinde görülebilecek bir soruna neden olmamaktadır. Özellikle yerel Afrika dinleri arasında timsah mitolojik anlamda kutsal bir varlık ve verimliliğin sembolü olarak görülmektedir. Ülke genelinde turizme de açık olan üç büyük timsah yetiştirme merkezi mevcuttur. Bu merkezleri ziyaret eden turistler timsahlara şans ve bolluk getirmesi adına dokunmaktadırlar. Ayrıca timsahın önemi ülkede mevcut olan madeni paraların üzerinde gösterilmesi ile de ifade edilmektedir. 2003 verilerine göre ülke genelinde okuma yazma bilenlerin oranı %40 düzeyindedir. Bu oran erkek toplumu arasında %47,8 düzeyinde iken, kadın toplumu arasında %32,8 civarındadır. Okul sistemi tamamen İngiliz okul sistemi model alınarak oluşturulan ülkede, sadece Greater Bajul Area bölgesinde okula gitme zorunluluğu bulunmaktadır. Ülkenin tek devlet üniversitesi olan "Gambiya Üniversitesi" 1998 kurulmuş ve 1999 yılında eğitim ve öğretim yılına başlamıştır. Üniversite kurulmadan önce üniversite özellikle tıp ve tarım alanlarında öğrenim görmek isteyen öğrenciler tercihlerini yurt dışında okumaktan yana kullanmaktaydılar. Gana Gana ya da resmi adı ile Gana Cumhuriyeti, Afrika kıtasının batısında yer alan bir ülkedir. Ülkenin komşularını Fildişi Sahili, Burkina Faso ve Togo oluştururken, güneyinde Gine Körfezi (Atlas Okyanusu) yer almaktadır. Ülke s
ınırları içerisinde yer alan zengin maden yataklarının en önemli parçasını oluşturan maden olan altın nedeniyle eski koloni sahibi Birleşik Krallık ülkeye koloni döneminde Altın Sahili ismini vermiştir. Ülkenin en büyük şehri ve başkenti Accra'dır. Ülkeye verilen Gana ismi ile Batı Afrika'da kanıtlanabilen ilk büyük imparatorluk olan Gana İmparatorluğu'na atıfta bulunulmuştur. İlk Arap tüccarların 9. yüzyıldaki yazışmalarında söz edilen ve o dönem sadece kuzey Afrikalı tüccarlardan tarafından bu ismi ile anılan imparatorluğa, kendi halkı "Wagadu" ya da "Ta'rikh al-Sudan" demekteydi. Gana genel olarak alçak bir coğrafyaya sahip olmakta olup, sadece belli yerlerde 900 m çıkan yükseltiler görülebilmektedir. Ülke topraklarının neredeyse yarısı 150 m altında bir yükseltide yer almaktadır. Ülkenin toplamda var olan 2.094 km'lik sınırın 549 km'si Burkina Faso, 668 km'si Fildişi Sahili ve 877 km'si Togo ile oluşurken, ülkenin ayrıca 539 km sahil şeriti bulunmaktadır. Coğrafi açıdan sahil şeriti bölgesi, yağmur ormanları bölgesi ve savan bölgesi olarak üç bölüme ayrılan ülkede yüzey yapısı bakımından da beş doğal alana ayrılmaktadır. Bu alanlar alçak ovalar, Aschanti yüksek arazileri, Akwapim-Togo Sıradağı, Volta Havzası ve yüksek ovalardır. Ülkenin sahil kesiminde var olan ve geniş kumsallara ve Mangrov alanlarına sahip alçak ovalar, batıya doğru ilerledikçe yerini deniz seviyesinden 450 m yükseltiye kadar çıkan Aschanti yüksek arazilerine bırakmaktadır. Yüksek arazilerin doğu bölgesinde başlayan Volta Havzası sahip olduğu 87.000 km² alan ile ülke içerisindeki en büyük doğal alanı oluşturmaktadır. Ülkenin kuzey bölgelerinde yer alan yüksek ovalar ile de Gana içerisindeki doğal alanlar sona ermektedir. Ülkenin güney bölgesinde başkent Accra'dan başlayarak Togo'ya kadar uzanan Akwapim-Togo Sıradağları üzerinde ülkenin en yüksek noktaları yer almakta olup, dağ tepelerinde ve yamaçlarında sık yağmur ormanları bulunmaktadır. Gana topraklarının üçte ikisi yani %66'sına tekabül eden 158.000 km² bir alan Volta Nehri kaynağından beslenmektedir. Nehrin alt kısımlarında yapay olarak dünya üzerindeki yüzeysel olarak en büyük su birikintisi ile Akosombo Barajı oluşturulmuştur. Ülke genelinde ayrıca Aschanti bölgesinde kaynağı çıkan ve Atlas Okyanusu'na dökülen birçok nehir bulunmaktadır. Gana tropikal iklime sahip bir ülke olup, mevsimsel geçişler yaşamamaktadır. Ülkede mevsimlerden ziyade yağışlı ve kurak günler görülmektedir. Gece ve gündüz sürelerinin neredeyse eşit olduğu Gana'da iklim güneyde daha nemli, yağışlı ve buna bağlı olarak yağmur ormanların sık görüldüğü, kuzeyde ise daha kurak ve yağışsız bölümlerde tropik yağmur ormanları ile kuru çöller arasındaki geçiş bölgesinde yer alan geniş çayırlar yer almaktadır. Ülkenin kuzeydoğu bölgesinden esen Harmattan rüzgarları, Kasım ile Şubat ayları arasında yaşanan kurak dönemin yaşanmasına neden olmaktadır. Yağışların bol olduğu yağmur dönemlerine Batı Afrika Monsun sistemi neden olmaktadır. Ülke genelinde en çok yağışların gerçekleştiği en dış güneybatı bölgesindeki sahil kesiminde yıllık ortalama 2.000 mm üzerinde yağış gerçekleşmektedir. Bu oran kuzey bölgelerde 1.000 mm civarında seyrederken, batı kıyı bölgelerde ve özellikle Aksim şehrinde 2.200 mm'ye varan yıllık yağış ortalamaları görülmektedir. Başkent Accra'da bu oran 800 mm dolaylarındadır. Güneybatı bölgelerinin nemli ve ıslak olması her daim yeşil yağmur ormanların varlığına sebep olmakta ve bu alanda tropikal ormanlara geçiş görülmektedir. Togo ve Benin'de yer alan Atakora Sıradağı'nın dağlık ve tepelik eteklerinden oluşan Akwapim-Togo Sıradağı Accra'dan başlayarak Togo sınırı boyunca ilerleyerek sınırı geçerek Togo'da devam etmektedir. Bu bölgelerde çok sık olarak şelalere rastlanmaktadır. Volkanik bir geçmişe sahip dağların tepelerinde ve yamaçlarında sık yağmur ormanları bulunmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını 885 m ile Togo sınırında bulunan Liati Wote köyü yakınındaki Afadjato Dağı oluştururken, en yüksek ikinci dağı ise yine Togo sınırına yakın bir konumda bulunan ve 876 m'lik bir yükseltiye sahip olan Dzebobo Dağı oluşturmaktadır. Her iki dağda Akwapim-Togo Sıradağlarının bir parçası olurken, sıradağlara ismini veren Akwapim Dağı ise ülke içerisindeki en yüksek dördüncü dağ konumundadır. Volta baraj gölü kapladığı 8.502 km² bir alan ile ülkenin merkezinde yer almaktadır. Siyah Volta, Beyaz Volta, Afram, Daka ve Oti nehirlerinden beslenen baraj, oluşturulan Akosombo barajı ile meydana getirilmiştir. Ülkede bir milyonluk bir geçmişe sahip olduğu tahmin edilen ve bir meteorun düşmesi sonucu oluştuğu düşünülen ve herhangi bir su kaynağının giriş ya da çıkış yapmadığı Bosumtvi Gölü Ashanti bölgesinin merkez şehri Kumasi'nin 32 km uzağında bulunmakta ve ülkenin önemli turistik merkezlerinden biri olmasının yanı sıra dini açıdan da halk arasında önemli bir konuma sahiptir. Ülkede ayrıca Pra, Bia, Ankobra ve Tano nehri gibi Atlas Okyanusu'na dökülen daha küçük nehirlerde bulunmaktadır. Ülke genelinde çok sayıda bitki ve hayvan çeşidi bulunmaktadır. Özellikle tropikal yağmur ormanları biyo çeşitliliğe neden olmaktadır. Ancak son yıllarda tahrip edilen yağmur ormanları 20. yüzyılda 85.000 km² bir alanı kaplayan bir konumda bulunurken, bu oran bu yüzyıl içerisinde yarıdan da fazla azalarak 40.000 km² 'ye kadar düşmüştür. Ülke genelinde yıllık olarak %1,7 düzeyinde orman kaybı yaşanmaktadır. Her daim yeşil bir renge sahip olan yağmur ormanları 50 m yüksekliğe, 3 m kalınlığa varabilen ve 300 yılı bulabilen ağaçlar ile kaplı bir konumdadır. Meliaceae, Azobé, Sapeli (Entandrophragma cylindricum), Khaya ağaçları bu bölümlerde büyük çoğunluğu oluştururken ayrıca incir, epifit, salepgiller, cola ve Hevea brasiliensis ağacı ve bitkileri de yoğun olarak bulunmaktadır. Bunların haricinde ülkede 1.200'den fazla palmiye ağacı çeşidi gözlenmektedir. Özellikle orman alanlarının yok edildiği arazilerde de ananas, muz, plantein, avokado, papaya, Psidium guajava, portakal, narenciye, Vanilla planifolia, hibiscus, ateş ağacı ve küpe çiçeği gibi meyve ve çiçek bitkileri ekilmektedir. Savan bölgelerinde ise genellikle tek başına bulunan Baobab ağaçları gözlemlenmekte olup, sahil kesimlerinde Mangrov ormanları ile birlikte çok sayıda palmiye ağaçları görülmektedir. Ülkedeki yaban hayat ise çok fazla çeşitlilik arz etmektedir. Ülke sınırları içerisinde papağan, boynuzgaga, kartal, ağaçkakan, beçtavuğu ve güvercin gibi tropikal kuş çeşitlerinin yanı sıra çok sayıda göçmen kuş sürüleri de bu topraklarda gözlemlenebilmektedir. Nehir kıyılarında ve sulak alanlarda da birçok su kuşu çeşitleri bulunmaktadır. Gana'da birçok memeli hayvan yaşamını sürdürmektedir. Aslan, leopar, fil, misk kedisi, bizon, su aygırı, düğmeli domuz ve birçok antilop çeşidi özellikle savan bölgesinde görülmektedir. Ayrıca şempanze, birçok makak çeşidi ve babun gibi maymun türleri de sıklıkla gözlemlenebilmektedir. Sürüngenlerden gekogiller, kertenkele, iguana, varan ve timsah yabah hayatta yer alırken, böcek ailesinden sığır sineği, çeçe sineği, anofel görülmektedir. Ülkede ayrıca çok sık olarak termitlerin oluşturduğu termit tepelerine rastlanmaktadır. Gana'nın Atlas Okyanusu kıyıları dünyanın en zengin deniz canlısı türlerinin bulunduğu noktalardan birini oluşturmaktadır. Gana çok uluslu bir devlet yapısına sahiptir. Ülkede birçok etnik grup yer almaktadır. Bu etnik grupların toplulukları birkaç yüz bin ile birkaç milyon arasında değişmektedir. Önceki yıllara oranla farklı etnik gruplar arasında yaşanan evliliklerde artış gözlenmektede, bu evlilikler ile etnik gruplar arasındaki farklılıkları belirsizleştirmektedir. Bu durum nedeniyle etnik gruplarının ülke içerisindeki toplam nüfusunu belirlemeyi zorlaştırmakta, bu nedenle de birçok farklı kaynakta farklı veriler elde edilebilmektedir. Ülke içerisindeki çoğunluğu oluşturan en önemli etnik grup %47 ile Akanlar'dır. Bunun haricinde Dagombalar, Eveler, Galar ve Gurmalar diğer etnik grupları oluşturmaktadır. Gana'da var olan topluluğun %14,5 gibi bir oranını 100'ün üzerinde farklı etnik grup paylaşmaktadır. nüfusun Ülkede var olan %1.5 diğer toplulukları ise Avrupalılar ile birlikte Çinliler ve Lübnanlılar oluşturmaktadır. Gana orta genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre %56,86'sı 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin diğer Afrika ülkelerindeki ortalamaya göre yüksek bir oran ile %4,19'u 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %38.2 (erkek 5,164,505/kadın 5,113,185) 15-24 yaş: %18.66 (erkek 2,498,185/kadın 2,522,353) 25-54 yaş: %34.05 (erkek 4,445,321/kadın 4,716,311) 55-64 yaş: %4.91 (erkek 642,984/kadın 678,784) 65 yaş ve üzeri: %4.19 (erkek 520,589/kadın 606,045) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %54,4 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %2,58 düzeyindedir. Ülkede var olan 79 farklı dil ile dil çeşitliliği yüksek düzeydedir. Ülkenin resmi dili İngilizce'dir. Ülkede resmi dilin haricinde en çok konuşulan yerel dil Akan dilidir. Nüfusun %80'i bu dili konuşup anlayabilmektedir. Gana'da birçok çocuk okul çağına gelene kadar birden fazla dil öğrenebilmektedir. Bu dillere okul çağında resmi dil olan İngilizce ve/veya en çok konuşulan yerel dil olan Akan eklenmektedir. Gana'da günümüzde pek çok dil konuşan nüfusun büyükşehirlere göç, etnik gruplar arasında yapılan evlilik sonucu birçok dilin birbiri ile karışması gibi nedenlerle azalması ile birlikte yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ülkede son yıllarda Fransızcada önem kazanmaktadır. Hükumet tarafından atılan adımlar ile Fransızcanın özellikle eğitim alanında yaygınlaştırılma çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Ülke ayrıca 2006 yılında bu yana Frankofon birliği ortak üyesi konumundadır. Ülke genelinde hakim olan din Hristiyan dini olup, nüfusun %71,2'si hristiyan inancına göre yaşamaktadır. Hristiyan dini içerisindeki mezhep dağılımda ise nüfusun %28,3'ü Pentacosizm, %18,4'ü protestan, %13,1 katolik, %11,4'ü ise diğer hristiyan mezheplerine göre inançlarını yaşamaktadırlar. Ülkede İsl
amiyeti din olarak benimseyen ve bu doğrultuda inançlarını uygulayan nüfusun oranı %17,6 düzeyindedir. Gana'da ayrıca %5,2 yerel Afrika dinlerine, %0,8 ise de diğer dinlere inanan topluluk yaşamaktadır. 2010 verilerine göre nüfusun %5,2'si de herhangi bir dine mensup olmadığını ifade etmektedir. Ülke genelinde sağlık sistemi iki şekilde ilerletilmektedir. Gana devletinin uluslararası yardım kuruluşlarından elde ettiği sağlık hizmetlerinin yanı sıra ülke içerisinde geleneksel yerel yöntemler ile sağlık hizmeti verilmektedir. Son yıllarda yapılan yatırımlar ve iyileştirilen sağlık hizmetleri ile doğumda yaşanan bebek ölümlerinde azalma yaşanmış, anne adaylarının daha sağlık beslenmesine yönelik adımlar atılmış ve nüfusun %80'ini karşılayacak şekilde aşılama işlemleri gerçekleştirilmiştir. 1980'li yılların sonlarına kadar kayda değer adımların atılmadığı sağlık sisteminde 1992 ve 2002 yılları arasında bütçeden ayrılan %7'lik bir pay ve uluslararası kuruluşların yardımları ile olumlu mesafeler kaydedilmiştir. Gana genelinde tropikal hastalıklar olan sıtma, kolera, tifo, verem, sarıhumma hastalıkların yanı sıra Hepatit A ve B sık olarak gözlemlenmektedir. Bunların haricinde Şistozomiyaz ve çocuk felci hastalıkları da ülke genelinde yoğun olarak yaşanmaktadır. 1974'te ülke genelinde var olah hastalıkların %75'inin temiz su bulunamamasından dolayı ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Ülkede ölümlerin %40'ı sıtma rahatsızlığı nedeniyle yaşanmaktadır. 2007 verilerine göre ülke genelinde HIV virüsü taşıyıcı yetişkin oranı %1,7 seviyesindedir. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1957 yılından bu yana Gana'da altı yaşından itibaren çocukların dokuz yıl okula gitme zorunluluğu bulunmaktadır. İlk dönemlerde koloni sahibi Birleşik Krallık'ın eğitim sisteminin uygulanmaya çalışıldığı ülkede, sistem değişikliği ilk olarak 1986 yılında Jerry Rawlings iktidarında gerçekleştirilmiştir. Bağımsızlığın ilk yıllarda yaklaşık olarak sadece 450.000 çocuğa ilkokula gitme imkanı sağlanırken, bu oran günümüzde hemen hemen her köyün de sisteme dahil edilmesi ile ciddi oranda artış göstermiştir. Öğrenciler altı yıllık ilkokul öğreniminden sonra 3 yıl "Junior Secondary School" olarak adlandırılan ve zorunlu eğitimin son bölümünü oluşturan okulu ziyaret etmektedirler. Zorunlu eğitim bitiminde dileyen öğrenciler "Senior Secondary School" 'a giderek öğrenim hayatlarına devam edebilmektedir. Ülke genelinde 15 yaşın üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2010 tahmini verilerine göre %71,5 düzeyindedir. Bu oran sadece erkeklerde %78,3 seviyesinde bulunurken kadınlarda %65,3 ile daha düşük bir orandadır. Günümüzde Gana'nın varlığını sürdürdüğü topraklara insanlar ilk olarak 150.000 ila 200.000 yıl önce gelmişlerdir. O dönemki iklimi günümüz iklimi ile aynı olduğundan tarım ve hayvancılık için şartlar elverişli bir konumdaydı. Sangoan kültürüne mensup toplulukların oluşturduğu bu gruplar 25.000 yıl önce başlayan ve 13.000 yıl öncesine kadar süren şiddetli kuraklık ve buna bağlı olarak tarımsal faaliyetlerin sürdürülememesi nedeniyle bölgeyi terketmişlerdir. Bu tarihten itibaren bölgenin bir daha ne zaman yerleşime sahne olduğundan tam emin olunmamamkla birlikte bulunan en eski kalıtınlar 5.800 yıl öncesine ait çanak çömlek kalıntıları olmuştur. Ülke tarihindeki büyük krallık ve imparatorluklar günümüzde Gana'nın kuzeyinde bulunan bölgelerde kurulmuştur. 15. yüzyılın başlarında Dagombalar Dagomba Krallığı'nı, 16. yüzyılda Mamprusiler, 17. yüzyılda de Gonjalar'da kendi krallıklarını bu bölgelerde ilan etmişlerdir. Tüm bu krallıklar kültürel ve yaşam biçimi açısından günümüzde Burkina Faso'da bulunan Mossi etnik grubundan etkilenmiş, oluşturdukları atlı süvariler ile de güvenliklerini sağlamışlardır. Orta Gana'nın yağmur ormanlarına kadar dayandırdıkları sınırlarını, bölgede başta at yetiştiriciliği olmak üzere hayvancılığı ve tarımı etkileyen çeçe sineği varlığı nedeniyle daha da ileriye taşıyamamışlardır. 1200'li yıllara kadar herhangi bir yerleşime sahip olmayan Gana'nın orta bölümleri, bu tarihte kuzeyden daha da aşağılara inerek gelen Akan toplulukları ile birlikte yerleşim almaya başlamıştır. Özellikle 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında hızlı bir göçe sahne olan bölgede birbirinen kopuk Akan toplulukları birleşerek Bono Krallığı gibi krallıklar oluşturmuşlardır. 1680 yılında kurulan Ashanti Krallığı ile birlikte dağınık krallıklara son verilmiş, Ashanti tüm Akan krallıklarını hakimiyeti altına alarak birleştirmiş, bu dönemden sonra da Avrupalılar ile sık sık karşı karşıya gelmiştir. Ülkenin güney bölgelerinde ise günümüzde de bu bölgelerde yaşayan Fantiler, Galar, Eveler ve diğer küçük etnik gruplar yaşamaktaydı. 15. yüzyıl ile 16. yüzyıl döneminde bu bölgeden yaşayan bu topluluklar, merkezi bir yönetim oluşturamamış ve devlet yapısı oluşturamamamışlardır. Avrupalıların bu bölgeye sahil kesiminden ilk defa giriş yaptıklarında bu küçük gruplar ile karşılaşmışlardır. Bölgenin kıyı şeritlerinde yaşayan halk çok erken tarihlerde Avrupalılar ile tanışmışlardır. Özellikle 1471 yılından itibaren gelen ilk Avrupalılar olan Portekizli tüccar ve askerlerin bu bölgeye uğramaları Avrupalılar ile olan münasebetleri üst seviyelere çıkarmıştır. Bu bölgeye gelmelerinde sadece 11 yıl sonra 1482'de yerli kabile reisleri ile anlaşarak sahile üs olarak kullanabilecekleri Elmina Kalesi'ni yapmışlardır. Portekizlilerden sonra bölgeye Danimarka'dan, İsveç'ten, Hollanda'dan, Britanya'dan ve Fransa'dan başta olmak üzere birçok Avrupalı daha gelmiş, yerliler ile anlaşarak kaleler yapmışlar ve zaman içerisinde birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Afrika kıtasının hiçbir sahil bölgesinde, Gana'nın bu bölgesinde olduğu kadar sık ve birbirine yakın Avrupalıların oluşturduğu kaleler ve üsler bulunmamaktadır. Bu yakınlık bazı kaleler arasında görüş mesafesi uzaklığında yapılmaktaydı. Bu kaleler Avrupalıların mülkü olarak yapılmamaktaydı, kalelerin yapıldığı alanlar ücreti karşılığı kabile reisi tarafından kiralanmaktaydı. Kaleler o dönem için sömürge düşüncesi ile oluşturulmamış, ticari üs olarak inşa edilmiştir. Avrupalılar ilk yıllarında baharat ve altın madeni ilgisi nedeniyle bu bölgede bulunmuş daha sonraki yıllarda buna özellikle Amerika'ya gönderilme üzerine kurgulanmış köle ticareti de eklenmiştir. Afrikalılar bu ticaret karşılığında silah, mühimmat ve malzeme elde etmekteydi. Avrupalılar ile gerçekleşen bu ilk temaslar daha sonraki yıllarda oluşacak koloni sömürge sisteminden farklı olarak ilerlemekte, Afrikalılar ile Avrupalılar eşit şartlarda ticaret yapmaktaydı. Avrupalılara o dönem verilen kölelerde zengin yerliler tarafından ücreti karşılığı verilmektey ve herhangi bir Avrupalıları zorlamasını ya da baskınını içermemekteydi. 1800'lü yıllara gelindiğinde Britanyalılar ve Hollandalılar diğer Avrupalılara karşı üstünlük kurarak bölgeye daha çok hakim olmaya başlamışlardır. 1680 yılında dağınık olarak yaşayan Akan krallıklarını tek çatı altında toplayarak oluşturulan Ashanti Krallığı mevcudiyetini 1896 yılına kadar sürdürmüştür. Sınırlarının büyük bir bölümünü günümüzde var olan Gana devletinin oluşturduğu krallık, bünyesine kattığı ülkelerin iç işlerine pek müdahalede bulunmaması nedeniyle "Ashanti Federasyonu" olarak da anılmaktadır. Sömürge sisteminin yoğunlaştığı dönemlere kadar özellikle Hollandalılar ile ticari ilişkilerini sorunsuz ilerleten krallık, altın rezervlerinin yoğun olduğu bölgeye İngilizlerin ilgi duyması ile sorunlar yaşamaya başlamış, Afrikalı yerliler ile Avrupalılar arasındaki güvene dayalı eşit ticaret anlayışı yerini askeri alanda daha güçlü olan Avrupalıların ve özellikle İngilizlerin yerel halk üzerindeki baskıcı bir anlayışına bırakmıştı. 19. yüzyıl içerisinde yaşanan dört farklı Ashanti Savaşları ile Ashanti güçleri ile Birleşik Krallık güçleri karşı karşıya gelmiş, bunların sonuncusu olan ve 1894 ile 1896 yılları arasında olanı neticesinde Ashanti Krallığı'nın varlığına son verilmiş ve bölge Birleşik Krallık'ın himayesi altına alınmıştır. Bu son savaş öncesi Ashanti kralı, tahtını kaybetmemek adına İngiliz himayesi altına girmeyi kabul etmiş, ancak İngilizler ilerleyen dönemlerde altın açısından zengin olan bölgenin Fransız ve Alman sömürge yönetimleri tarafından ilhak edilmesi ihtimaline karşı bu öneriyi reddederek ülkenin varlığına tamamen son vererek toprakların tek hakimi olmuştur. Bu olaydan sonra Ashanti Savaşlarının devamı ve beşincisi olarak "Altın Taht Savaşı" meydana gelmiş, Ashantililerin kutsal olarak gördükleri ve Ashanti kralının oturduğu altın kaplı tahtın İngilizler tarafından talep edilmesi neticesinde Mart 1900 ile Eylül 1900 yılları arasında yaşanmıştır. Yurtdışına sürgüne gönderilmeyen az sayıda Ashantili söz konusu tahttı, İngilizlere teslim etmeyerek sık ormanlık alana saklamış, bu taht ancak 1920 yılında İngilizler tarafından bulunabilmiştir. Birleşik Krallık 1896 yılından bu yana hakim olduğu toprakları 1 Ocak 1902 tarihinden itibaren Altın Sahili sömürgecilik sisteminin bir parçası olarak tam anlamıyla kendi bünyesine dahil etmiştir. 19. yüzyılın başında bölgede ticari faaliyetler münasebetiyle üsleri bulunan üç ülke kalmıştı. Britanyalı, Hollandalı ve Danimarkalı tüccarlar "Altın Sahil" de sahip oldukları şahsi ticari kaleler ile bağlarını bu bölgeden koparmamışlardı. 1821 yılında Britanya hükumeti önemli bir adım atarak, var olan Britanya kalelerini esnafın ve yerleşimcilerin vazgeçirme çabalarına rağmen bölgeyi "Altın Sahil Kolonisi" olarak Londra'da bulunan "Koloni Bakanlığı" na bağlamıştır. 1874 yılında bölge Kraliyet kolonisi olarak ilan edilmiş, Ashanti Krallığı'na da 1902 itibarıyla varlığına son verilerek iç kesimlerdeki Ashanti bölgesi ile kuzey bölgelerde de hakimiyeti ele almış ve koloni Accra'da bulunan vali tarafından yönetilmiştir. Bölgede bulunan tüm kabile liderleri dolaylı yönetim şekli ile valiye bağlanmış, gerçekte kolonileştirilen kıyı şeriti bölgesinde de 29 kişilik yasama konseyi oluşturulmuş, bu konseye de dokuz Afrikalı seçilmiştir. II.Dünya Savaşı esnasında birçoğu Güneyd