madde
stringlengths 1
118
| anlam
stringlengths 0
843
| ornek
stringlengths 0
301
⌀ |
---|---|---|
düşman
|
Bir şeyi büyük ölçüde kullanıp tüketen kimse
|
Ekmek düşmanı.
|
düşman
|
Bazı şeylerden nefret eden, tiksinen kimse
|
İçki düşmanı.
|
düşman başına
|
durumun kötü olduğunu göstermek için kullanılan bir söz
|
Hele ihtiyarlıkta yatağa düşmek, düşman başına.
|
düşman çatlatmak
|
iyi durum ve başarılarla düşmanı kıskandırmak veya kızdırmak
| null |
düşman düşmana gazel (veya Yasin) okumaz
|
"düşmandan ancak kötülük beklenir" anlamında kullanılan bir söz
| null |
düşman (veya düşmanı) kesilmek
|
düşman olmak, düşman gibi görmek
|
Şu dakika yalnız bu memleketin değil, bütün insanlığın düşmanı kesilmişti.
|
düşman olmak
|
kin beslemeye başlamak
| null |
düşmanı denize dökmek
|
düşmanı denize kadar sürüp yok etmek
| null |
düşmanın karınca ise de hor bakma
|
"düşmanın ne kadar güçsüz olursa olsun dikkat et, uyanık ol" anlamında kullanılan bir söz
| null |
düşman ağzı
|
Düşmanın uydurduğu söz
| null |
düşman ağzı
|
Bir durumu kötü gösteren söz
| null |
düşmanca
|
Düşman gibi, düşmana yakışır; husumetli
|
Peki ama bu öfke, bu sinir, ters bakışlar, düşmanca homurdanmalar neyin nesiydi?
|
düşmanca
|
(düşma'nca) Düşman gibi, düşmana yakışır bir biçimde; düşmancasına, husumetkâr, hasmane
|
Düşmanca davranmak.
|
düşmanlaşma
|
Düşmanlaşmak işi
| null |
düşmanlaşmak
|
Düşman durumuna girmek
| null |
düşmanlık
|
Düşmanca duygu veya davranış; yağılık, hasımlık, adavet, muhasamat, husumet
|
Bu rahatsızlığını bana karşı düşmanlık biçiminde belli etti.
|
düşme
|
Düşmek işi; sukut
|
Büyük bir maharetle kurulan pusuya düşmeme bıçaksırtı kalmıştı.
|
düşmek
|
Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek
|
Havada uçan kuş, vurulmuş gibi birdenbire sokağa düşüyor.
|
düşmek
|
Durduğu, bulunduğu, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağını, dengesini yitirerek yukarıdan aşağıya inmek
|
Çocukken ağaçtan düşüp ayağım kırılmıştı da ağlayamamıştım.
|
düşmek
|
Yere devrilmek, yere serilmek; boylamak (I)
|
Çocuk koşarken yere düştü.
|
düşmek
|
Hava taşıtları kaza sonucu hızla yere inerek çarpmak
| null |
düşmek
|
Vücuda bol gelen giysi aşağı kaymak
| null |
düşmek
|
Kar, yağmur vb. yağmak
|
Dağlara kar düştü.
|
düşmek
|
Vurmak, değmek, rastlamak
|
İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyordu.
|
düşmek
|
Vakti gelmeden ölü doğmak
| null |
düşmek
|
Atlanmak, aradan çıkmak, eksik kalmak
|
Kitabın yeni baskısında buradan bir kelime düşmüş.
|
düşmek
|
eksilmek
|
Gündelikleri yarı yarıya düşmüştü.
|
düşmek
|
Aşırı ilgi veya sevgi göstermek
|
Sen bu işin üstüne çok düştün.
|
düşmek
|
Uğramak, kapılmak
|
Kadınlar yeni baştan telaşa, heyecana, korkuya düştüler.
|
düşmek
|
Yakışmak, uygun gelmek
|
Bu resim buraya iyi düştü.
|
düşmek
|
Yakışık almak
|
Bize düşen, medeniyetin zorlamaları karşısında bir ayıklamayı başarabilmek olmalıdır.
|
düşmek
|
Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak
|
Bana arada bir bakkaldan tuz, limon almak düşüyor, o kadar.
|
düşmek
|
Bir yerde bulunmak
|
Birlikte evden çıkmışlar, limanda iskelenin karşısına düşen kahveye doğru yürümüşlerdi.
|
düşmek
|
Biriyle yaşama, çalışma, birlikte olma durumunda kalmak
|
O asker, gittiğimiz yerde bir aralık benim bölüğüme düşmüştü.
|
düşmek
|
Bir bölüşme sonunda payına ayrılmak
|
Mirastan ona bu ev düştü.
|
düşmek
|
Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak
|
Bu yaşta mahkemelere düşmek...
|
düşmek
|
İşbaşından uzaklaşmak
|
Kabine düştü.
|
düşmek
|
Hızı, gücü, değeri azalmak
|
Arabanın hızı düştü. Paranın değeri düştü.
|
düşmek
|
Isı, basınç, ateş vb. eksilmek, azalmak
|
İki gün içinde ateş düştü; ağrılar, sızılar hafifledi.
|
düşmek
|
Düşkün, fakir vb. duruma gelmek
|
Babam balıkçı amma vaktiyle zenginmiş efendim. Sonradan düşmüş.
|
düşmek
|
Bir yere ansızın gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek
|
Bir rastlantı sonucu aralarına düşmüştüm.
|
düşmek
|
Belirli zamana rastlamak
|
Babasının Sütlüce'de yeni bir ev alması bu tarihlere düşer.
|
düşmek
|
Fırsat çıkmak
|
Bir kelepir düştü.
|
düşmek
|
Olmak, olumsuz bir duruma girmek
|
Yorgun düşmek. Zayıf düşmek. Şehit düşmek. Esir düşmek.
|
düşmek
|
Savaşta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak
|
Medine'nin düştüğünü söylemek istedim.
|
düşmek
|
Bazı deyimlerde "yürümek, birlikte gelmek" anlamlarında kullanılan bir fiil
|
Önüne, peşine, arkasına düşmek.
|
düşmek
|
Kötü yola girmek
|
Düşmüş kadınları bu dönemin yazarlarının yücelterek duygudaşlıkla çizdiklerini görüyoruz.
|
düşmek
|
Alışmak, müptela olmak
| null |
düşmek
|
Telefon, sanal ağ vb. alanlarda bağlantı kurmak
| null |
düşenin dostu olmaz
|
"varlıklı kişi yoksullaşınca çevresindeki dostlarından kimse kalmaz" anlamında kullanılan bir söz
| null |
düşmez kalkmaz bir Allah
|
"insanların talihsizliklere uğraması olağandır" anlamında kullanılan bir söz
|
Ulan bu kıyafet ne? diye haykırdı. -Ey, dünya bu ... düşmez kalkmaz bir Allah.
|
düşüp kalkmak
|
erkek kadınla veya kadın erkekle yasa ve töre dışı yakın ilişki kurmak
|
Beni tanımadan önce de beni tanıdıktan sonra da başka erkeklerle düşüp kalktı.
|
düşüp kalkmak
|
biriyle çok yakın arkadaşlık etmek
|
Onu bu hâle sokan düşüp kalktığı arkadaşlarıdır.
|
düşsel
|
Düş ile ilgili; hayalî
|
Gökteki düşsel melekler gerçek olsalar bile onlar hiç yeni bir şey doğuramazdı.
|
düşsüz
|
Düşü olmayan
|
Geceleri bile düşsüz koyu bir uyku çekerdi.
|
düşük
|
Yaşayabilecek duruma gelmeden doğan yavru; düşüt, ceninisakıt, bağan, sakıt
| null |
düşük
|
Aşağı doğru düşmüş, aşağı sarkmış
|
Düşük mide. Düşük omuz.
|
düşük
|
Az olan
|
Düşük faiz. Düşük fiyat.
|
düşük
|
İktidardan düşmüş veya düşürülmüş
| null |
düşük
|
Dil bilgisi kurallarına uymayan
|
Düşük cümle.
|
düşük
|
Eski değer ve onurunu yitirmiş olan
|
Dolmuşa bindiğine göre orta hâlli belki de daha düşük olacak.
|
düşük yapmak
|
çocuk düşürmek
|
Evliliği sırasında altı düşük daha yapacak sonunda pes edecekti.
|
düşük tutmak
|
az olarak belirlemek
|
Başlangıçta ücretini düşük tutup el mahareti edindi.
|
düşüklük
|
Düşük olma durumu
|
Okuma yazma oranının düşüklüğü, bilinçlenmeyi engellediği ölçüde bir kargaşa ögesidir.
|
düşüklük
|
Kurallara uymama durumu
| null |
düşüklük
|
Adilik, bayağılık, seviyesizlik durumu
| null |
düşün
|
Duyularla değil, zihinsel olarak tasarlanan, biçim verilen, canlandırılan nesne veya olay; düşünüm, fikir
| null |
düşünce
|
Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik; mütalaa, fikir, ide, idea, mülahaza
|
Bu düşünce ona epeyce azap verdi.
|
düşünce
|
Dış dünyanın insan zihnine yansıması
| null |
düşünce
|
niyet
|
Benim düşüncem bugün gitmekti.
|
düşünce
|
kaygı
|
Benim de mi düşüncelerim olacaktı / Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım?
|
düşünce
|
İlke, yönetici sav
| null |
düşüncesini açmak
|
görüşünü bildirmek
| null |
düşüncesini okumak
|
bir kimsenin ne düşündüğünü anlamak
| null |
düşünceye dalmak
|
derin derin düşünmek
|
Rıhtımda bir aşağı bir yukarı dolaşanları seyre müsait bir iskemlede düşünceye daldım.
|
düşünceye varmak
|
bir görüşe veya karara varmak, bir inanca ulaşmak
| null |
düşünce alışverişi
|
fikir alışverişi
|
Oturup onlarla konuşmak, düşünce alışverişinde bulunmak, dertleşmek yeter bana.
|
düşüncel
|
Gerçekte olmayıp yalnızca düşüncede, tasarım içinde var olan
| null |
düşüncel
|
Yalnız düşünce ile kavranabilen
| null |
düşünceli
|
Düşüncesi olan
|
Özgür düşünceli. Kötü düşünceli.
|
düşünceli
|
Düşünerek davranan, anlayışlı
|
Ben iyi ve düşünceli bir çocuktum.
|
düşünceli
|
fikirli
| null |
düşünceli
|
Kaygılı olan
|
Ekrem, düşünceli gözlerle yüzüme baktı.
|
düşüncelilik
|
Düşünceli olma durumu
| null |
düşüncellik
|
Düşüncel olma niteliği
| null |
düşüncellik
|
Nesnel gerçekliği olan varlığın karşısında, salt düşünce veya tasarım olarak varlık
| null |
düşüncesiz
|
Düşüncesi olmayan
| null |
düşüncesiz
|
Düşünmeden davranan
| null |
düşüncesizlik
|
Düşüncesizce davranma durumu
|
Çocukluk saffeti ve düşüncesizliği ne rahattır!
|
düşüncesizlik
|
fikirsizlik
| null |
düşüncesizlik etmek
|
düşüncesizce davranmak
| null |
düşündeş
|
oydaş
| null |
düşündürme
|
Düşündürmek işi
| null |
düşündürmek
|
Düşünmesine sebep olmak, düşünmesine yol açmak
|
Yanlış tatbikat niçin seni bu türlü düşündürüyor?
|
düşündürmek
|
Bir şeyi akla getirmek, hatırlatmak
|
Yerlere serilmiş yapraklar, sonbaharın bir anne hâlinde büyük mateme kapanışını düşündürüyor.
|
düşündürmek
|
Birini kaygılandırmak
| null |
düşündürmelik
|
Düşündürmeye yol açan şey
| null |
düşündürtme
|
Düşündürtmek işi
| null |
düşündürtmek
|
Düşündürmesine sebep olmak
| null |
düşündürücü
|
Düşünmeye sebep olan, düşünmeye yol açan
|
Atalarımızın ar ve hayâ perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır.
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.